Komünist parti işçi sınıfının örgütlü öncüsüdür. Tarihi görevi, sosyalist devrimin başarıyla tamamlanmasının öznel koşullarını yaratmak ve işçi sınıfını zafere taşımaktır. Bu amaçla işçi sınıfının en ileri unsurlarını saflarında bir araya getirir. İşçi sınıfının öncüsü olarak komünist parti ülkesindeki tarihsel ve güncel koşulları analiz etmeli ve buna uygun olarak strateji ve taktiklerini düzenlemelidir.
Stalin yoldaş, Mart 1923’te “Rus Komünistlerinin Siyasi Stratejisi ve Taktikleri” isimli broşüründe şunları yazıyordu: “Proletaryanın bütün örgüt biçimlerine, hareketin, mücadelenin bütün biçimlerine (alanlarına) istisnasız hakim olmak zorunludur. (Hareketin biçimleri: parlamenter ve parlamento-dışı, legal ve illegal.)” “Hareketin bir biçiminin yerine başkalarının geçmesine ya da bir biçiminin diğerleriyle tümlenmesine kendini uydurmayı öğrenmek, legal biçimleri illegal biçimlerle, parlamenter biçimleri parlamento-dışı biçimlerle birleştirmeyi öğrenmek zorunludur (örnek: Temmuz 1917’de Bolşeviklerin legal biçimlerden illegal biçimlere hızla geçişi; Lena olayları sırasında parlamento-dışı hareketin Duma’daki çıkışla birleştirilmesi).”
Stalin, taktiğin amacı üzerine görüşlerini 1923’te Pravda’da yazdığı benzer bir makalede de açıkladı: “Taktiğin en önemli görevi, verili bir anda, somut duruma en uygun düşen ve stratejik başarıyı en emin şekilde hazırlayan mücadele yollarını ve araçlarını, biçimlerini ve yöntemlerini saptamaktır. Bu nedenle taktik eylemler, onların sonuçları, kendi başlarına dolaysız etki bakış açısından değil, stratejinin görevleri ve olanakları bakış açısından değerlendirilmelidir.” (Eserler, Cilt 5, sf. 144)
Özellikle askeri politika alanında da, verili ve değişen koşullara uygun mücadele taktiklerini ve bunun araçları ve örgütlenme biçimlerini belirlemek özel önemdedir. Bu, özellikle de devrimci olmayan bir durumdan devrimci duruma ve tersine çok hızlı geçişlerin yaşandığı dönemlerde böyledir. Bir yanda komünistlerin emekçi kitlelerden yalıtılmasına ve komünist partinin zayıflamasına yol açan yanlış taktikler, diğer yanda kuyrukçuluğa ve devrimci olanakların kaçırılmasına yol açan yanlış taktikler. Tam da faşizme karşı mücadelede, doğru taktiklerin ve mücadele araçlarının ve yöntemlerinin seçimi varlık yokluk derecesinde önemlidir.
Bu yazıda, Almanya Komünist Partisi’nin (KPD) gerek devrimci durum, gerekse barışçıl dönemlerde sosyalizm mücadelesi içinde faşizme karşı örgütlenme ve silahlanma deneyimini ele alacağız. Odak noktamız 1924’ten 1933’e kadar KPD’nin askeri politikasının gelişimi olurken, bunun üzerinde geliştiği siyasi emek hareketini de ele alacağız.
Bu deneyime günümüzün perspektifinden bakarken, 1930’ların, bugünün Almanya ve dünya koşullarından çok farklı olduğunu vurgulamalıyız. Bugün başında Komünist Enternasyonal’in bulunduğu güçlü ve birleşik bir komünist hareket de, Sovyetler Birliği gibi, dünya çapında komünizm mücadelesinin öncüsü olan bir sosyalist ülke de yok. Bununla birlikte, bugünkü mücadelemiz için, o dönemin kanla ödenen bir deneyiminden dersler çıkarmak istiyoruz.
Almanya Komünist Partisi (KPD), 1920’lerden 1930’ların başına dek en büyük komünist partiydi. Yasaklanmadan önce, gelişiminin zirvesindeyken, 1 milyondan fazla insan KPD’nin kitle örgütlerinde ve partide örgütlüydü. KPD, Kasım 1923’teki genel seçimlerde yaklaşık 6 milyon (%16.9) oy almıştı. Yasaklandıktan ve faşistlerin sürekli bir askeri tasfiye saldırısının hedefine yerleştikten sonra dahi, Komünist Parti ve onun askeri politikası, zayıflamış, ama belirgin bir güçtü. 1923’ten başlayalım…
Proleter Milisler
1923’ün başında, işçi ve emekçileri hızlı bir yoksulluk ve yoksunluk sardı. Enflasyon gün gün arttı, devlet terörü ve gerici paramiliter yapılanmalar da. Bu yıl 28 Ocak – 1 Şubat arasında KPD 8. Kongresini gerçekleştirdi. Kongre, Komünist Enternasyonal 4. Kongresinin kararlarını benimsedi ve kongrenin temel gündemleri olarak birleşik cephe politikasını ve işçi sınıfının günlük çıkarları için mücadeleyi ele aldı. Kongre ayrıca, güncel görevlerden biri olarak “işçi sınıfının faşizme karşı savunma organlarını geliştirmesi gerektiğini” kararlaştırdı. Hemen ardından KPD “Proleter Milisler”in inşasına başladı. Böylelikle Mayıs 1923’e dek KPD’nin önderliği altında 300 milis örgütü kuruldu ve Ağustos 1923’e dek bu sayı 800 proleter milis örgütlenmesine yükseldi, ülke çapında toplam 75.000 savaşçı bu birliklerde yer alıyordu. Bu birlikler çokça yerde komünistler, sosyal demokratlar, sendikacılar ve örgütsüz işçilerden oluşuyordu. Ancak sosyal demokratların sağ kanat önderleri çok hızlı geri çekildiler, üyelerini bu örgütlenmelerden çektiler ve bağımsız mücadele örgütleri kurdular. Proleter milisler faşistlerin terörüne ve yürüyüşlerine karşı ve işçi miting ve grevlerinde koruma amaçlı görevlendiriliyorlardı.
Milisler birleşik askeri eğitimler yapıyordu ve katı bir disiplin sahibiydiler. İşçi sınıfının, demokratik merkeziyetçilik temelinde örgütlenen kitle örgütleri olarak kurulmuşlardı, ancak zorunlu olarak bir emir komuta yapısına sahiptiler ve özellikle de önderliğin seçimle gelmesi sınırlandırılmış ve KPD’nin (kısmen SPD ile birlikte) askeri ve siyasi organlarınca takviye edilmişti.
Henüz 12 Mayıs 1923’te, Prusya’daki proleter milisler sosyal demokrat İçişleri Bakanı Severing tarafından yasaklanmıştı ve kısa bir süre sonra bunu Almanya’nın diğer bölgelerindeki yasaklar izledi (Saksonya ve Türingen hariç). Proleter milisler yasaklamadan sonra da varlığını korudu ancak artık o kadar açık hareket etmediler.
Ağustos 1923’ten itibaren siyasi ve ekonomik kriz öylesine derinleşti ki devrimci bir durum ortaya çıktı. Bu durum KPD’nin, Lenin’in “iç savaş çağında proletaryanın ideal partisi savaşçı bir partidir” anlayışına uygun olarak askeri ve siyasi çalışmalarını güçlendirmesini, savaş örgütlerini yaymasını ve Eylül 1923’te silah yığınağına başlamasını getirdi. 22 Ekim’e dek, 11 bin tüfek ve 15 bin tabanca tedarik edilmiş ve savaşçı sayısı 133 bine çıkmıştı. Ayrıca, savaşçılarını silahlı ayaklanmaya hazırlamak için, silah kullanma, barikat savaşı ve zırhlı araçlara karşı savaşma gibi konularda eğitti. Buna ek olarak, askeri taktiklerin temelleri üzerine dersler ve komutanlar için özel eğitimler verildi. Silah depoları, polis istasyonları, kışlalar, tren istasyonları ve karşıdevrimci liderlerin evlerine yönelik keşif-istihbarat çalışmaları yapıldı.
Almanya’da durumun daha da keskinleşmesi ve ordunun Saksonya ve Türingen’de KPD ve SPD’li işçi hükümetlerine saldırısıyla KPD 23 Ekim’de silahlı ayaklanma hedefli bir genel grev ilan etti. Başkaldırı, KPD’nin askeri kadrolarından oluşan bir devrimci komite tarafından yönetiliyordu. Chemnitz’deki işçi meclisleri kongresinde genel grevin 21 Ekim’de başlaması kararlaştırılmıştı ancak bu, sosyal demokrat önderlerin kararsızlığı nedeniyle gerçekleştirilemedi. Ancak KPD içinde de Brandler ve Thalheimer etrafında bir sağ muhalefet vardı. Komünist parti, SPD’siz bir genel grevin yenilgiye uğrayacağı endişesiyle tek başına çağrı yapmadı ve böylece kararlaştırılmış olan grev planları kesildi. Tüm ülkeye, ayaklanma hazırlıklarını zamanında ertelemek için kuryeler yollandı. Ancak bu haber Hamburg’a zamanında ulaşmadığından, yerel KPD önderliği 23 Ekim’de ayaklanma başlattığında izole oldu. Hamburg’da 25 Ekim’e dek savaşan komünistler ve devrimci işçiler ilerleyen ordu birlikleri karşısında olabildiğince düzenli biçimde geri çekildiler.
Ayaklanmanın yenilgisi askeri politika açısından sadece ayaklanmanın tecrit olması değil, ayaklanma esnasında devrimci saldırı birliklerinin henüz çok az olması, örgütsüz işçi kitlelerinin ayaklanmaya örgütlü katılımının olmaması ve henüz beş yaşında olan parti yapısının yeterince pekişmiş olmamasıydı. Hamburg ayaklanmasının yenilgisinin daha kapsamlı bir analizi, bu yazının konusunun dışında kalıyor.
Egemen sınıflar Almanya’daki devrimci duruma General Hans von Seeckt’in yönetiminde bir askeri diktatörlükle yanıt verdi, KPD yasaklandı, 7000’i aşkın kişi tutuklanırken, 18 binden fazla devrimci işçi ve komünist mahkemeye çıkarıldı. Aynı zamanda, kapitalist sistemin görece ekonomik istikrara kavuşturulması amacıyla çok büyük miktarda yabancı sermaye Alman ekonomisine pompalandı. Bu koşullarda politik askeri çalışmasını değişen koşullara uyarlamak durumunda kaldı ve askeri politik aygıtını saldırı temelindeki ayaklanma hazırlıklarından, Alman militarizmine ve faşist güçlere karşı sert bir savunma savaşına yöneltti.
Kızıl Cephe
1 Mart 1924’te askeri sıkıyönetim ve KPD üzerindeki yasak kaldırıldı. KPD’nin 9. Kongresi Nisan 1924’te yine illegal biçimde gerçekleştirildi. Kongrede politik askeri yaklaşım üzerine marksist leninistlerle sol komünistler arasında yoğun tartışmalar oldu. Sol komünistler Almanya’da hala keskin bir devrimci durum görüyorlardı. Ancak Haziran-Temmuz 1924’teki Komintern 5. Kongresiyle birlikte bu görüş açısı ve onu izleyen askeri politik çalışma anlayışı geriletilebildi.
Kapitalizmin görece istikrarlılaştırılmasından sonra, militarizmin ve rövanşizmin yükselişi, emek örgütlerini korumak, kitle mücadelesini geliştirmek ve faşist, militarist çetelere karşı koymak için yasal silahlı proleter örgütlerin kuruluşu ihtiyacını ortaya çıkardı.
Bu nedenle KPD Merkez Komitesi, “Kızıl Cephe Mücadele İttifakı – RFB”yi kurmayı kararlaştırdı ve Temmuz 1924’ten itibaren yerel mahalle örgütlerini kurmaya başladı. Yeni örgütlenmenin, proleter milislerin devamcısı olarak tanımlanıp yasaklanmaması için, yeni örgütün inşası tedrici ele alındı. 1925 yılının başına dek, toplam 15 bin üyeli 255 yerel grup oluşturulmuştu ve Haziran 1925’te 51 bin üyeli 826 grup vardı.
RFB yerel gruplara bölünmüştü ve açık kitle örgütüydü, ancak kendi içinde bir savaş örgütünün ve komutanlarının sıkı disiplini vardı. RFB’nin yönetimi KPD’nin askeri aygıtına bağlıydı ve askeri-siyasi propaganda, eğitim, ajan ve provokatörlere karşı savunma, gizli silahlanmayı ve gizli servis faaliyetlerini deşifre etme görevleri vardı. RFB üyeleri üniforma giyiyor ve armalar taşıyorlardı. Ancak RFB ne özel askeri, ne de silahlı bir örgüttü. Propaganda çalışmasının yanı sıra, gösterilerin, yürüyüşlerin ve salon etkinliklerinin korunmasından sorumluydular. Parti ve yerel çalışanları ile kurumları da koruyorlardı.
Gösterilerin ve yürüyüşlerin korunması esasen gözcülük ve alarm verme işlerini ve iyi örgütlenmiş düzeni koruma görevini kapsıyordu. Düzeni koruma görevi, gösterilerin disiplinli bir biçimde gerçekleştirilmesi, ajan ve provokatörlerin uzak tutulması ve gösterilere polis ve faşistlerin saldırılarının engellenmesini içeriyordu.
RFB’de sadece komünistler değil, çok sayıda partisiz işçi de örgütlüydü ve ayrıca RFB’nin “Kızıl Genç Hücum – RJ” isimli bir gençlik kolu ile genç kadınları ve işçi kadınları örgütleyen bir “Kızıl Kadınlar Ve Genç Kızlar Birliği – FRMB” isimli bir kolu da vardı. Kasım 1926’da yaklaşık 25 bin kadın RFMB’de örgütlüydü.
Her yıl ülke çapında yapılan “Reich Buluşması”na 1925’te 30 bin, 1926’da 50 bin ve 1927-1928’de 100 binden fazla RFB üyesi üniformalarıyla ve askeri yürüyüş kolu oluşturarak katılıyordu.
Böyle güçlü, kendi ayakları üzerinde duran, kamuoyunda kendini açıkça ifade eden ve sokaklarda faşistlere karşı savaşan bir örgütlenmenin varlığı, yüzbinlerce işçi ve emekçinin mücadele bilincini güçlendirdi ve Almanya’daki komünist harekete güven duymasını sağladı. RFB üyeleri kendilerini “devrimin askerleri” olarak tanımlıyor ve KPD önderliğindeki kitle eylemlerinde mücadelenin en ön safında yer alıyorlardı.
Gereken disiplin, bilgi ve deneyimin elde edilmesi için düzenli spor faaliyetleri, askeri eğitimler, temel askeri bilgiler eğitimi, silah eğitimi, yürüyüşler ve propaganda eylemleri yapılıyordu. RFB’nin pek çok üyesi 1. paylaşım savaşına katılmıştı ve burada askeri deneyimler kazanmışlardı. Ancak bu deneyimi özellikle gençlere aktarmak gerekiyordu. Bu yarı-askeri eğitimler faşist ve militarist örgütlere karşı sokak savaşımlarında başarılı olmak için gerekliydi. Henüz 1925 baharında bir birleşik iç yönetmelik benimsenmişti ve RFB’ye bağlı tüm gruplar ve yapılar bu birleşik askeri yapıyı kabul etmişti.
Pratik eğitimlerine ek olarak RFB üyeleri Marks, Engels ve Lenin’in askeri konulardaki yazıları ile KPD’nin askeri-politik çalışmaları “İç Savaş Üzerine” ve “Ekim”i ele aldılar. Clausewitz’in “Savaş Üzerine” çalışması ve polis ve ordunun örgütlenmesi üzerine de inceleme ve çalışmalar yürüttüler.
KPD ve RFB önderlikleri RFB’nin silahlı bir örgüt olmadığında ısrar etti ve yasadışı silahlanmayı reddetti. Aynı zamanda parti içinde RFB’yi reddeden burjuva eğilimlere karşı kararlılıkla mücadele etti. Ernst Thaelman Temmuz 1925’te bu konu üzerine şunları yazdı: “Tam da, parti içindeki bazı korkak ve küçük-burjuva eğilimli zihniyetlerin askeri ıvır zıvırlar olarak gördüğü şey, bu Kızıl Günlerde geniş proleter tabakalar içinde fevkalade canlandırıcı bir etki yaratmış, onlara moral güç ve devrimci hareketin zaferine inanç kazandırmıştır. Bu durum etkisini muhaliflerde bile göstermiştir.”
RFB’nin pratiği değerlendirilirken ya da bugün için benzer eylem biçimleri ya da milis örgütlenmeleri tartışılırken, tam da Thaelman’ın işaret ettiği bu yön küçümsenmemelidir. Disiplinli, militan biçimde ortaya çıkışlar ve düşmanın sokakta geri püskürtülmesinin işçi, emekçi ve ezilenlerde ortaya çıkardığı güven, sınıf bilincini geliştirmenin ve işçi sınıfının geniş kitlelerini egemenlere karşı örgütlü mücadeleye yöneltmenin önemli bir unsurudur.
RFB’nin inşasına paralel olarak KPD, burjuva polis ve ordu aygıtı içindeki çalışmasını ve faşist örgütlere sızma faaliyetini güçlendirdi. Bu alanlarda aydınlatma, bozgunculuk ve örgütlenme çalışması yürütmek için tüm ülke çapında bu örgütler içinde propaganda materyalleri kullanıldı. Bu çalışma, KPD’nin askeri aygıtının 1925’te benimsediği “Propaganda Çalışmasının (Bozgunculuk) Esasları”na göre yürütüldü. KPD önderliğinin, polis ve ordu içerisinde gerçekten de belirleyici bir etkide bulunmanın zorunluluğu konusundaki görüş açıklığı, birçok başka komünist partiye kıyasla çok daha gelişkin bir çalışma yürütebilmesini getirdi.
Bir tarafta işçi sınıfı ve onun örgütleri, diğer tarafta polis ve faşistler arasındaki çatışmaların daha da keskinleşmesiyle, Reich ve Prusya İçişleri Bakanlarının (ki ikisi de SPD üyeleriydi) onayıyla sosyal demokrat Berlin Polis Müdürlüğü 1 Mayıs 1929’te Berlin’de gösteri yapılmasını yasakladı.
KPD buna rağmen gösteri çağrıları yaptı ve işçilerin demokratik haklarına yönelik bu saldırıyı kabul etmedi. Berlin’de 200 bin işçi Komünist Parti’nin çağrısına yanıt verdi, Wedding ve Neuköln emekçi semtlerinde gösteriler yaptı. Polis bunu işçi kitlelere yönelik dizginsiz şiddet ve ateşle yanıtladı. Bunu izleyen barikat savaşları 2 gün boyunca sürdü, ta ki KPD örgütsüz işçilerle birlikte bir geri çekilişi örgütleyene dek. Bu katliamda 33 işçi katledildi ve yüzlercesi yaralandı, 1200’den fazla işçi gözaltına alındı. Bu günler Almanya tarihinde Berlin Kanlı Mayıs’ı olarak bilinir.
Bu olaylar karşısında faşistlerin, milliyetçilerin ve sosyal demokratların gazetelerinde komünistlere karşı devasa bir karalama kampanyası başlatıldı ve RFB 3 Mayıs’ta Prusya’da, 15 Mayıs’ta ise tüm Almanya’da yasaklandı. Böylece Almanya işçi sınıfı en önemli yasal savaş örgütünden yoksun bırakıldı ve bu örgütlenmeler illegaliteye zorlandı.
KPD ve RFB önderlikleri, daha öncesinde, RFB’nin yasaklanması halinde illegal koşullarda çalışmayı sürdürmek üzere geniş önlemler almışlardı. 1929 sonbaharına dek çalışma yeniden yapılandırıldı ve en başta da, yeraltında kendini sürdürebilmesi için yerelleştirildi. Bu yeniden yapılandırmayla üye sayısı da 50 bine düşürüldü. Eşzamanlı olarak, işçi sınıfının yükselen faşizme karşı savunma mücadelesinin yeni yasal kitle örgütlerinin de oluşturulması gerekiyordu.
Faşizme Karşı Mücadele Birliği Ve Parti Özsavunması
Ekim 1930’da KPD, yasal antifaşist kitle örgütleri olarak, açık bir birleşik cephe karakteri taşıyan “Faşizme Karşı Mücadele Birliği”ni kurdu. Aralık 1930’a dek 38 bin ve 1931 yazı itibariyle 100 bin üye kazanılacaktı.
Mücadele Birliği’nin önderliğinin ilk toplantısında örgütün karakteri üzerine şunlar kararlaştırıldı: “Faşizme Karşı Mücadele Birliği siyasi bir birleşik cephe örgütüdür ve yasaklı Kızıl Cephe Mücadele İttifakı’nın yedeği değildir. Mücadele Birlikleri’nin görevi, (…) daha önce devrimci mücadeleye ilgisiz ya da düşmanca yaklaşan kitleleri antifaşistler olarak eğitmektir.”
Buna paralel olarak Temmuz 1930’dan itibaren, görevi parti binalarını, parti içi toplantıları ve öne çıkan kadroları polisin ve faşistlerin saldırılarına karşı korumak olan ayrı bir parti örgütü kuruldu. “Parti Özsavunması” isimli bu güvenlik örgütü, parti çalışmasının tüm alanlarında kurulacaktı. Bunun için her yerelden 50-100 arası, politik ve ideolojik bakımdan sağlam, askeri eğitimi olan ve düşman tarafından az tanınan komünist belirlendi. Bunlar kendi güvenlikleri ve savunma kapsamlı görevleri için ateşli silahlarla donandılar. Ülke çapındaki büyüklüğünün yaklaşık 2000 üye olduğu söylenebilir. KPD için bu adım tamamen kendini koruma amaçlıydı ve silahlı ayaklanmanın hazırlanmasıyla ilgili değildi.
Belirli bir örgütsel yapıya sahip, geniş antifaşist kitle örgütleri olarak Mücadele Birlikleri’ni geliştirmenin yanı sıra KPD, 1932’den itibaren SPD başta olmak üzere Hitler karşıtı güçlere önerdiği bir birleşik cephe hareketi olan Antifaşist Eylem’in “Kitle Özsavunması”nı inşa etmeye çalıştı. “Kitle Özsavunması”nın çerçevesi, belirli bir örgütsel yapı oluşturmak değil, komünist, sosyal demokrat ve partisiz işçilerin faşistlere karşı savunma mücadelesi içerisinde sokakta birleşmesiydi. “Kitle Özsavunması”, antifaşist güçlerin tüm askeri hazırlıklarını, halen mevcut olan demokratik hak ve özgürlüklerin savunulması için nazi terörüne ve faşizme karşı mücadelede bir araya getirmeliydi. “Kitle Özsavunması”, gösteri ve yürüyüşlerin korunmasının yanı sıra, özellikle işçi mahallelerinde ve fabrikalarda etkindi. Birçok kentte, nazilerin baskın ve saldırılarını birlikte hızlıca geri püskürtmek üzere devriye, nöbet ve alarm listeleri oluşturulmuştu. Kitle Özsavunması oluşumlarının amacı her şeyden önce, komünistlerin etkisindeki Mücadele Birlikleri, sosyal demokratların savunma örgütü Siyah-Kırmızı-Sarı Reichsbanner ve mücadeleye hazır örgütsüz işçileri pratik antifaşist savaşım eylemi içerisinde birleştirmekti. Bu ortak faaliyet artan faşist saldırılara karşı yerel düzeylerde adım adım geliştirilebilirdi.
Faşistler 30 Ocak 1933’te resmen hükümet olduktan sonra işçi sınıfına ve onun örgütlerine karşı terörü tırmandırdılar ve 15 Mart’ta KPD’yi yasakladılar. Temmuz 1933’e kadar da tüm sendikaları, antifaşist, sosyal demokrat ve komünist örgütlenmeleri ezdiler. Buradan itibaren yasal propaganda, ajitasyon ve örgütlenmenin en ufak bir olanağı bile kalmadı.
Yasaklanmasından sonra ve ikinci dünya savaşı sırasında dahi KPD siyasi ve askeri direnişleriyle Alman faşizmine ağır darbeler vurdu. Pek çok kentte gizli parti örgütleri iki-üç defa darbelendi ama hep yeniden kuruldular. Karşı devrimci istihbarat örgütlenmesinin başı Amiral Canaris’in açıklamalarına göre KPD bakanlıklara ve ordu üst yönetimine sayısız ajan yerleştirmişti ve bunların sağladığı istihbaratlar Alman ordusundan yaklaşık 200 bin askerin ölümüne yol açtı. 250 binden fazla asker, antifaşist faaliyetleri nedeniyle ölüme mahkum edildi. Yüzbinlerce komünistin, sosyal demokratın ve antifaşistin katledilmesi dahi faşizme karşı işçi hareketini durduramadı. 1944’te Almanya’da komünist direnişle ilişkili 125 bin işçinin olduğu tahmin ediliyor. Buna ek olarak binlerce Alman komünist, sürgünde, Yunanistan, Polonya, Belçika, Fransa, Arnavutluk, Danimarka İtalya ve Yugoslavya’da faşizme karşı silahlı mücadele başlatmış partizan birliklerinde mücadele etti. Bu partizanlardan birçoğu da KPD’nin çağrısına uyarak faşizme karşı İspanya halkıyla birlikte mücadele etmeye gitmiş Enternasyonal Tugay üyeleriydi.
Askeri Politikada Teori Ve Pratiğin Birliği
Politik mücadelenin her alanında olduğu gibi askeri politikada da teori ve pratiğin birliği şarttır. KPD ve askeri önderliği bu birliğe büyük önem atfettiler ve bunu uzun soluklu bir mücadelede var etmeye çalıştılar. KPD’nin askeri politikasının temel çizgileri, Almanya’daki güncel duruma ilişkin analizine dayanıyordu ve Komünist Enternasyonal’le, onun program ve genel politikalarıyla uyum içerisindeydi, onun eleştirilerinden beslenmiş ve şekillenmişti. Aynı zamanda KPD komünistlerin ve işçi sınıfının politik askeri alandaki tarihsel deneyimlerini inceledi ve acil görevler için sonuçlar çıkardı. KPD’nin antifaşist askeri politikası ne kendi başına bir amaçtı, ne de mücadelenin fiziki varlığını her şeyin üzerine koyuyordu. Fiziki, silahlı çalışmayı siyasi aydınlatma ve eğitim faaliyetine bağladı ve aynı şekilde faşistlerin saldırılarına karşı fiziki savunmayı da faşizme karşı siyasi ve ideolojik saldırıyla birleştirdi.
KPD bir yandan parti üyelerini ve en başta da politik askeri örgütlerinin üyelerini askeri ve siyasi yayınlar, askeri teori yazıları ve partinin siyasi-ideolojik çizgisine ve Komünist Enternasyonal’in analizlerine dair askeri ve siyasi eğitimler yoluyla geliştirdi. Diğer yandan da KPD’nin propaganda aygıtı, silahlanmaya, savaşa ve rövanşizme karşı antimilitarist faaliyet çerçevesinde ordu ve polis saflarında aydınlatma ve bozgunculuk çalışmaları için, kışlalara ve polis merkezlerine gizlice sokularak dağıtılacak olan propaganda yayınları ve afişler çıkardı.
Ernst Thaelmann konuşmalarında ve yazılarında, militan antifaşist mücadelenin kendi başına bir amaç olamayacağını, ama en önemli olanın, bu çalışmanın işçi sınıfı ve müttefiklerinin siyasi bilinç düzeyi üzerindeki siyasi ve moral etkisi olduğunu, bu nedenle militan ve askeri mücadelenin kendi saflarında politik aydınlatma faaliyetiyle ve düşman safında da ideolojik etkileme faaliyetiyle birleştirilmesi gerektiğini tekrar tekrar vurguladı. Keza, sadece örgütlü silahlı mücadelenin, politik-ideolojik aydınlatma faaliyetiyle bağ içerisinde, devrimci örgütlerin ve tüm antifaşist güçlerin eylem özgürlüğünü güvenceleyebileceğine işaret etti.
KPD’nin 1924-1933 yılları arasındaki askeri politikasının gelişimine ve biçimlerine bu kısa bakış bize sadece Alman komünistlerinin savunma ve saldırı mücadeleleriyle dolu 9 fırtınalı yıldaki deneyimlerini ve savaşımın aldığı değişik biçimleri göstermiyor, ama her şeyden önce, politik askeri çalışmanın çok yönlülüğünü ve komünist partinin strateji ve taktikleri içerisinde daima en doğru yeri bulması gerektiğini anlatıyor. Bu deneyimler ayrıca gösteriyor ki, askeri politika sadece veya esas olarak askeri çalışmadan ibaret değildir, çok önemli bir ideolojik-politik çalışmadır.
Temel olarak, başka ülkelerin tarihsel deneyimleri taklit edilemez, ister KPD olsun, ister SBKP ya da isterse başka bir örgüt olsun, bu diyalektik olmayan, dogmatik bir yöntem olur. Bu anlamda elbette, KPD’nin askeri politikasını üzerinde geliştirdiği ülkenin verili koşulları ile Türkiye veya dünyadaki verili güncel koşullar aynı değildir.
Ancak, başka ülkelerin ve örgütlerin mücadele örgüt ve biçimleri bizler için önemli bir deneyim kaynağı olabilir. Bunlardan yola çıkarak muhtemel gelişim yolları öngörülebilir ve başarı ve yenilgilerinden öğrenilebilir.
KPD deneyimi bize her şeyden önce, parti içinde politik askeri çalışmanın karmaşıklığına ve yüksek öncelikliliğine ek olarak, bu çalışma alanının gelişimi ve biçimleri ile partinin politikasının, strateji ve taktiklerinin genel gelişimi arasındaki yakın bağı gösteriyor. Politik askeri çalışma partinin genel gelişiminin ve politikalarının kıyısında olamaz ve olmamalıdır. Parti çalışmasının hayati bir parçasıdır ve partinin ya da işçi sınıfının mücadelesinin ihtiyaçlarına ve bugün ve gelecekteki mücadelelerin gelişimine uygun olmalıdır.