Tunus'tan Rojava'ya
Tunus'la başlayan Ortadoğu toplumsal hareketler silsilesi Rojava'da gerçekleşen devrimle ilk etabını şimdilik tamamlamış görünüyor. Tunus, Libya ve Mısır'da yaşananlarla ilgili oldukça yaygın tartışmalar yürütüldü. Ulusal ve uluslararası düzeyde, devletler, partiler, aydınlar hemen her kesim Arap coğrafyasındaki bu büyük uyanış ve ayağa kalkışı dikkate aldı, inceledi, sonuçlar çıkardı. Ezenler ve ezilenler cephesinde doğal olarak yankısı farklı oldu bu ayaklanmaların.
Türkiye ve Kuzey Kürdistan'daki devrimciler ve ilericiler, komünistler ve yurtseverler ezilenler cephesinden konuyu ele almalarına karşın 180 derece zıt tespitler yapabildiler. Marksist Leninist Komünistler bu toplumsal başkaldırıları, isyan ve ayaklanma olarak değerlendirdiler, bir Arap devrimler dalgası ve bölgesel devrimin ayak sesleri biçiminde tanımladılar. Öte yandan emperyalizmin ve bölge gericilerinin bu ayaklanmaları kendi çıkarları için yönlendirme hesaplarına dikkatleri çekip, devrimci örgütlenmelerin ve isyana soldan bakışın öneminin altını çizdiler. Kuşkusuz değerlendirmeler bunlardan ibaret değildi. “Arap Baharı” gibi liberal tanımlardan, emperyalist komplo olarak görenlere; bir dönem emperyalistler ve işbirlikçileri tarafından mobilize edilmiş kuvvetlerle mevcut iktidarları değiştirme ya da değişime zorlama amaçlı 'turuncu devrimler' benzetmesine paralel biçimde renklendirmeye kalkanlara; erken patlayıp gerileyen ve yenilen devrimci-ilerici hareketler olarak tanımlayanlara kadar pek çok niteleme ve değerlendirme de yapıldı çeşitli çevreler tarafından. Hangi parti ve siyasal çevre ne dedi, nasıl değerlendirdiyse doğal olarak bu kitlesel isyan ve devrimler olgusu ile ona göre ilişkilendi. Sonuçta, en azından devrimcilik iddiasına sahip partiler açısından bir kere daha devrimi anlamayan devrimcilik denilen kronik hastalık nüksetmiş oldu.
Bir İstisna
Arap devrimler dalgasının Suriye ayağı çok karmaşık ilişkelere sahip olduğundan, hareket başlar başlamaz, kimi bölgelerde kendi mecrasından saptı ve emperyalistlerle bölge gerici devletlerinin hegemonyası altına girdi. İki gerici emperyalist kamp arasında sıkışan Suriye halkı, gerçek taleplerinden uzaklaştı, ikiye bölünmüş bir halde gerici bir iç savaşa doğru hızla savruldu. Bu aşamadan itibaren taraflar kendi savaşlarını değil tarafı oldukları emperyalist ve gerici kampın savaşını yürütür duruma düştüler. Suriye rejimi ile arkasındaki Rusya, İran, Çin bir tarafı oluştururken Özgür Suriye Ordusu adıyla anılan muhalefet koalisyonu ile Türkiye, Suudi Arabistan ve Katar doğrudan ABD ve diğer Batılı emperyalistlerin cephesinde yer aldılar. ÖSO'nun savaşma gücü ve kararlılığının zayıfladığı koşullarda El Nusra ve DAİŞ vurucu güç olarak devreye sokuldu. Suriye muhalefeti yedeklendi.
Bir istisna hariç! Kürt özgürlük hareketi ve onunla birlikte hareket eden kimi halklar, bu durumun bir kader olmadığını pratiklerinde gösterdiler.
Ortadoğu coğrafyası küresel güçlerin hegemonya kavgası yürüttükleri bir bölgedir. Siyaset yapmak zanaatkar inceliği gerektirir. Saflar her zaman değişkendir, dünya siyasetinin böyle küçük bir bölgeye sıkışmış olması nedeniyle ilişkiler girift, daima çıkar merkezli ve pragmatisttir. Tokalaştığınız elin bazan gerçekte kime ait olduğunu anlamayabilirsiniz. Ya da birlikte hareket ettiğiniz bir gücün, sizi karşı cephenin çıkarına hizmet edecek pozisyona çekmesi işten bile değildir. Sayısız 'yardım kuruluşu', 'bağımsız gazeteci', 'meraklı gezginler', 'turistik savaşçılar' ortalıkta cirit atarlar. Her şeyin ve herkesin böylesine iç içe girmiş olduğu, bir tarafta yeni anlaşmaların imzaları atılırken hemen yanıbaşında farklı ittifak görüşmelerinin yürütülebildiği Ortadoğu'da ince ayarlar üzerine kurulmuş siyaset dengesini gözetebilmek her zaman mümkün olmayabilir. Dolayısıyla Ortadoğu aynı zamanda iktidarlar, liderler, ittifaklar mezarlığıdır.
Rojava devrimi tam da böyle karmaşık denklemler arasından sıyrılıp çıkmayı başararak yaşama hakkını elde etmiştir. İki gerici cepheyle de ilişkilenmeden, faydacı davranmadan, sırtını herhangi bir güce yaslamaksızın üçüncü bir taraf, üçüncü bir yol olarak hareket etti ve hedefine ulaştı. Rojava devriminin gücü bağımsız davranabilmesi, kendi iradesini kullanabilmesinde yatar. Bunun dışında hiçbir kuvvet ne bağımsız davranabilme ne de kendi iradesi ile karar verebilme yeteneğine sahiptir. Bağımsız iradesi ile hareket etmenin kuşkusuz riskleri vardır. Diğer iki cephenin de düşmanlığını kazanmak bu risklerden biridir. Rojava devrimi de her iki cephenin düşmanlığını kazanmış durumdadır ve zaman zaman her iki gerici cephenin kuvvetleri ile savaşmak zorunda kalmıştır. Ancak bu göze alınmasaydı, bugün Rojava devrimi diye bir olgudan da bahsedilemezdi.
Siyasi Turnusol Olarak Rojava Devrimi
Dünya devrimler tarihinde 19 Temmuz 2012'ye en son ve yeni devrimimiz olarak Rojava devrimi kayıtlıdır. Reddedilemez bir gerçek, siyasal bir olgu, tarihsel bir eylem olarak artık bir Rojava devrimi vardır. Emperyalistler ve işbirlikçi gerici bölge devletleri devrimimizi ezmek için her şeyi yaparlar, ama bir şeyi yapmazlar, bu devrimi görmezden gelmezler. Düşmanlarımız 'düşmanlık' gereği devrimimize hak ettiği “ilgiyi” gösteriyorlar.
Ya dostlarımız?..
Rojava, Kürdistan ülkesidir ama Rojava devrimi bir Ortadoğu-Kürt devrimidir. Rojava Kürdistan'da yaşayan ana topluluk olarak Kürtlerin, ardı sıra Araplar, Süryaniler, Ermeniler, Çerkesler, her ulus, din ve mezhepten halkların demokratik devrimidir. Devrimin coğrafyası Ortadoğu olunca doğal olarak bu devrimin düşmanları çok oluyor. Ama dostları da çok olmalıdır değil mi? Tüm Ortadoğu halkları, Türkler, Kürtler, Araplar, Farslar, tüm Ortadoğu din, inanç ve mezhep mensupları, Ortadoğu'nun emekçileri, yoksulları, tüm ezilenler Rojava devriminin dostlarıdırlar, bu devrim onların da devrimidir çünkü. Devrimcilere ve komünistlere gelince; Ortadoğu, Türkiye ve Kürdistan devrimci ve komünistlerinin kendi coğrafyaları olduğu için; dünya devrimci ve komünist hareketi ise tutarlı enternasyonalist olma gerekliliğinden dolayı Rojava devrimini kendi devrimleri olarak kabul etmek ve sahiplenmek zorundadırlar. Devrimimizin düşmanları bize karşı birleşiyor, koalisyonlar kuruyor, birleşik ordular hazırlıyorlar. DAİŞ gibi insanlık dışı vahşi güruh 100 ülkeden binlerce savaşçı devşirerek uluslarüstü bir karakter kazanabiliyor.
Bizim cephemizde durum nedir?
Türkiye devrimci-ilerici hareketi Rojava devrimini anlama ve devrimle ilişkilenme konusunda yetesizliklerini aşamadı. Hala Rojava'da gerçekleşen şeyin ne olduğunu anlamayan, devrim demeye dili varmayan, Esad için gözyaşı dökerken Rojava devrimine kayıtsız kalan devrimciler var. Türkiye devrimci hareketi ilk devrimcilik testinden İsrail siyonizmine karşı Filistin halkının yanında savaşarak geçti. Filistin devrimine katılarak tarihine onurlu sayfalar ekledi. Bugün Rojava'ya ve Rojava devrimine mesafeli duruşları devrimci hareketimizin bir bölüğü açısından o onurlu tarihi ile de arasına mesafe koymak anlamına geliyor. Dünyanın bir ucunda gerçekleşen direnişten, yerinde olarak umut devşiren kimi devrimcilerimiz, kendi bölgesinde gerçekleşen devrimden kaçabildiği kadar kaçıyor. Düne kadar devrimi anlamayan devrimcilik olarak tanımladığımız bu zaaflı durumu daha açıklayıcı olması bakımından devrimden kaçan devrimcilik olarak tanımlamak yerinde olacaktır.
Türkiye'deki ilerici-devrimci hareketin bu bölüğü halen geleneksel kemalizm çizgisinden arınamadı. Kuzey Kürdistan'da ulusal özgürlük mücadelesiyle nasıl buluşamıyorsa, Rojava Kürdistan'da gerçekleşen devrimle de buluşamıyor. Öncülüğünü Kürtler, Kürt yurtseverleri ve devrimcileri, Kürt halkı yapıyorsa devrime bile sırtını dönebiliyorlar. Sosyal şövenizmle zehirleniyor ve gericileşiyorlar. Onlara kalsa hiç ağızlarına almayacaklar, ama onlara rağmen Türkiye halklarının da gündemine girince Rojava devriminin devrim olmadığını kanıtlamak için yeteneklerini sergilemeye koyuldular. Türk halkını ve ezilenleri devrim olmadığına ikna etseler ellerine ne geçecek? Örneğin Türkiye devrimi bir adım daha ileri mi gitmiş olacak? Rojava devrimini bilmiyorlar, hiç ilişki kurmamışlar, gidip anlamaya çalışmamışlar, merak bile etmiyorlar, ama gidip görmedikleri şey için devrim değil diye tartışma yürütüyorlar. Gerçekte devrimden korkuyor ve kaçıyorlar. Çünkü biliyoruz ki devrimcilik uğraşı ile devrim bir ve aynı şeyler değil.
Rojava için devrim mi değil mi diye tartışanlar, en iyimser ifadeyle teorik ezberlerinin donmuş karelerinden bakıyorlar hayata. Oysa teori denilen şey hayatın ortaya çıkardığı her yeni olgu ile yenilenmek zorundadır. Tarihte hiç bir şey bir öncekinin tekrarı değildir. Teori eğer hayatla canlı bağlar kurmayı başarırsa devrimci kalır, aksi halde ölü dogmalar yığını haline gelir ki geleceğe yön gösterme, ışık tutma yetenek ve kapasitesini yitirir. Rojava devrimi devrimci teoriye kendi cephesinden katkılar yapacak, özgün yanları ile onu zenginleştirecek nitelikleri olan bir devrimdir. Daha baştan redde dayalı ön yargılarla, devrim mi değil mi diye tartışmaya başlayanlar ve esasen mesailerini olmadığını kanıtlamaya harcayanlar, bu devrimden bir şey öğrenemez.
Türkiye'deki, kimi devrimci güçlerin önemli sorunlarından birisi de budur; öğrenmekten ziyade öğreten durumda olmayı marifet sanmak! Kimi “Kürdistani güçler”* bakımından da durum çok farklı değil. Üstelik bunların duruşları, kendi halkına karşı dışardanlık ve derin bir yabancılaşma üretiyor, onları gerçeklerden kopartıyor. Bu çevreler arasında bazıları var ki, politika yapma adına çok konuşuyor ama somut hiç bir iş yapmıyorlar. Fakat ne hikmetse, dünyayı yaratmış gibi kibirliler. Kendi dışlarında yapılan her şeyi, özellikle de PKK cenahından yapılmışsa, büyük bir utanmazlıkla küçümseyenler sömürgeciliğin bilinçleri köleleştirici politikalarının ve dar grupçu zihniyet gericiliğinin esiri olduklarını bile görmüyorlar.
Kuzeyli Ve Kürdistani Olmak -Ya Da Olmamak-
Türkiye devrimci-ilerici hareketini Rojava devriminden uzak tutan ana etkeni kemalizmden kopamamak ve sosyal şovenizmle açıklarken Kuzey Kürdistan kökenli aydın ve yazarlarla, parti ve siyasi çevrelerin Rojava ile ilgili söz ve tavırlarını nasıl izah edebiliriz?
Kuzey Kürdistan'da son yıllarda siyasal iklimde görece yumuşamaya bağlı olarak yeni parti çalışmaları göze çarpıyor. Ulusal özgürlük savaşının sert dönemlerinde ortalıkta görünmeyen, Türk sömürgeciliğiyle karşı karşıya gelmeyi göze alamayan kişi ve çevreler parti, platform, inisiyatif adları ile kendilerini örgütlemeye çalışıyorlar. Yeni siyasi partilere ihtiyaç olup olmadığını ya da bir siyasi partinin varlık zeminini tartışırken, kendi dışındaki etkenleri engel olarak görmeleri daha baştan bu kesimlerin özneleşme niyet ve iddialarının olmadığını gösteriyor. Kürdistan siyasetinde kitlelerin AKP-DBP(yeni ismiyle Demokratik Bölgeler Partisi) denklemine sıkışmış oldukları ön kabulü ile bir yandan kendi girişimlerinin önünü kesiyor, bir yandan bu sıkışıklığın yeni parti ihtiyacı doğurduğunu öne sürüyorlar. Çıkışlarını buna bağlıyorlar. Yeni Kürt partileri hangi siyasal boşluğu dolduracak, Kürt halkının hangi kesimlerine hangi programla hitap edecek, stratejisi ve taktiği ne olacak, hangi araç ve biçimleri kullanacak, kısaca kendisini nasıl var edecek, özneleşme iradesi ve kararlılığı var mı, asıl yanıtını vermeleri gereken sorular bunlarken, sanki bugüne kadar örgütlenememelerinin sorumlusu DBP'ymiş gibi sorunu kendi dışlarında arıyorlar. Doğal olarak edilgen, iddiasız ve kararsızlar.
Özneleşmek sorumluluk üstlenmektir, öncülük ve önderlik misyonu ile öne çıkmayı gerektirir. Bu kişi ve çevreler bugüne kadar Kürdistan'daki savaşta sorumluluk almaktan kaçtılar. Öncülük ve önderlik sömürgeci faşizmle karşı karşıya gelmeyi gerektirir, cüretli olmak ve meydan okuma cesareti demektir bu. Kendileri de bunun ne anlama geldiğini az çok biliyor olmalılar ki, faşist sömürgeciliğin pervasızca saldırdığı zamanlarda, sinmiş, ortalıktan kaybolmuşlardı. Bir iç hesaplaşma, yüzleşme yapmadan, o sinikliğin sorumluluğunu üstlenmeden, kendini sıyırıp başkalarını suçlayarak siyaset sahnesine çıkanlar, işler zorlaştığında, savaş yeniden patladığında eskiden yaptıkları gibi savaşın yükünü yine devrimcilere, yurtseverlere yıkacak ve ortadan kaybolacaklar. Kürt halkı şahsen bunları ve bu siyaset tarzını çok iyi tanıyor, o nedenle hiç yüz vermiyor, itibar etmiyor, hiç heyecan duymuyor bu sinik uğraşlardan.
Bu iddiasızlık ve karasızlık sonucudur ki, Kürdistani güçlerin hemen hiç biri Rojava devrimi ile doğrudan ilişkilenmedi, Kobani direnişine katılmadı, Şengalde Ézidi kıyımına seyirci kaldı. Rojava Kürdistan'da sömürgeciliği tasfiye eden devrimi kendi devrimleri olarak göremediler. “Bu bizim devrimimizdir” diyemeyince, içine de giremediler. Dışarıdan baktılar, dışarıdan konuştular. Daha çok eleştiren, kusur arayan ve akıl veren konumda kaldılar. Devrimin gerçek sorunları ve ihtiyaçları ile ilgilenmediler. KDP'nin kuyruğunda, onun kötü bir takipçisi olarak hareket ettiler. Rojava devriminin Güney Kürdistan'ın statüsünü ikincilleştirdiği sanısına kapılarak rahatsız olan KDP, devrimi ya tasfiye etmek ya da kendine bağlamak için ambargo dahil ulusal ve uluslararası düzeyde tüm imkanlarını seferber ederken kimi Kürdistani güçler bu kirli siyasete Kuzey'den destek oldular. KDP'nin dayatmasıyla, devrimde hiç emeği olmayan kesimlerin Rojava'da iktidar ortaklığı talep etmesini, bunun için türlü oyunlar ve kirli bir siyaset yapmasını ahlaki ve meşru görebildiler. PYD ve YPG'nin doğal otoritesini ve hegemonyasını Kürt halkına, Erdoğanvarı jargonla 'tek adamlık', 'diktatörlük' diye sunmakta sakınca görmediler. Üstelik bir çoğunun üzerinde, her bakımdan “tek adam” olan Barzaninin gölgesi varken yaptılar bunu.
Rojava Ne İstiyor Ya Da “Rojava Çi Dibêje?”
Rojava devrimi Türk sömürgeciliğinin başını çektiği, silah ve para ile donatıp saldırttığı devletleşmiş çetelerle savunma savaşında tüm enerjisini seferber etmek zorunda kalıyor. Devrimin inşası için ayrılan kaynaklar sınırlı, her devrimin acil ihtiyaç duyduğu eğitimli ve vasıflı teknik kadro rezervinden yoksun. Tarım ve sanayi, bilim ve teknoloji, ulaşım ve ticaret, hammadde temini, tüketim maddeleri üretimi, elektrik ve su, konut, inşaat gibi alanlarda büyük güçlüklerle karşı karşıya. Eğitim ve sağlık, yargı ve adalet, kadın ve çocuk, mahalle ve kent meclisleri, kooperatif örgütlenmeleri, sendika, dernek, meslek odaları, ekonomi politikası, çevre ve kent yaşamı gibi daha pek çok alanda devrimci politika ve perspektif oluşturmak, devrimin kurumlarını inşa etmek zorunda. Yürütmekte olduğu savaş eldeki kaynakları müthiş ölçüde tüketirken, esas olarak yetişkin insan gücü ve maddi kaynak yetersizliği devrimin ilerleyişini ve inşasını yavaşlatıyor. Sorunların hızlı çözümünü geciktiriyor. Bu koşullarda hemen ve ilk önce Kürt halkımızın seferber olmasını beklemek, bilgi, deney, olanak elde ne varsa devrimin hizmetine sunmak bir yurtseverlik görevi değil midir?
KDP Güney Kürdistan sınırını kapatmış, bırakalım yardım yapmayı, uluslararası insani yardımların dahi Rojava'ya geçmesine izin vermiyor. Yüzlerce araç, teknik cihaz ve makina Güney Kürdistan'da KDP'nin zaptu raptı altında. Sınır kapıları tutulmuş, savaşla yenemedikleri halkı ambargo ile teslim almaya, devrimi bu yolla ezmeye çalışıyorlar. Bu noktada öncelikle Kürdistani güçlere devrimin yardımına koşmak, Rojava'lı kardeşleriyle derhal dayanışma içine girmek görevi düşmez mi? Neredeler peki, ne yapıyorlar, ne bekliyorlar? Doktor ve öğretmen, mühendis ve mimar, iş makinesi operatörleri, teknik eleman vb. göndermek için niçin kampanyalar yürütmüyorlar? Sınır kapılarının açılması için bulundukları ülkelerde niçin toplumsal baskılar örgütlemiyorlar? Hiç bir şey yapamıyorlarsa kuyruğuna takıldıkları KDP'yi niçin zorlamıyorlar? Kobani direnişi zamanında, 6-7 ekim serhıldanında, pek çoğunun kenardaki duruşları görüldü. Kobani için destek ve temenni dileklerini sundular, lutfetmişçesine! Ama o kadar. Ardından 6-7 Ekim serhıldanında itfaiyeci oldular. Sömürgeci rejimin ve kontraların cinayetlerinden devrimcileri, yurtseverleri sorumlu tuttular. 6-7 Ekim serhıldanı ile Kobani kuşatması yarıldı bunu anlayamıyorlar. Ne kadar saldırganlaşsa da faşist rejim bu serhıldanla geri adım attı, bunun farkında bile değiller. Kobani için eline “taş” almayanın, Rojava için elini ateşe sokmayanın varlığının ne anlamı var?
Rojava'dan Ne İstiyorsunuz?
Dört parça Kürdistanda halkların birleşmesi, birleşik mücadele ile ulusal özgürlük kavgasını büyütmesi stratejik önemde bir konudur. Bu “Kürdistani güçler! de birlik konusunu hararetle işliyorlar. Önce kendileri birleşerek partileşmeye çalıştılar olmadı, partileşemeden bölündüler! Birlik sorununu halk ciddiye alıyor, önemsiyor. Emperyalistlerin yüzyıllardır böle parçalaya güçten düşürdüğü Kürdistan bu makus talihini artık değiştirmek istiyor. Bu yapılar ise halkın devrimci duyguları ile oynuyor, istismar ediyorlar.
Kuzey'de DBP'nin öncülüğünde, yurtsever ve devrimci parti ve çevreler bir araya gelerek güçlü birlik adımları atıyorlar. Kısa sürede çok önemli başarılara imza attılar, halklar birliğe inandı, güvendi, sıkı sıkı sarıldı. Kerameti kendinden menkul bir kısım “Kürdistani” parti ve çevre, açık çağrılar yapıldığı halde birliğe yanaşmadılar. HDK ve HDP çalışmalarına katılmadılar. Gerekçeleri neymiş, içlerinde 'Türk solu' varmış, halbuki Kürtlerin önceliği Kürtlerle birlik olmalıymış! Kent meclislerinde de yer almıyorlar, DTK'e de katılmıyorlar! Geriye ne kalıyor: KDP'ye iltihak! Rojava devrimine önerdikleri de bu!
Rojava'da ilan edilen demokratik özerkliğin tüm halkları, dinleri, mezhepleri kapsaması için gayret ediliyor. Bozguncu tavırlarına rağmen hiç bir yapıyı dışlamadan birlikte örgütlenme kapıları açılıyor. TEV-DEM (Tevgera Demoqratik ) içinde eşit haklara sahip olacak biçimde çağrılar yapılıyor. KDP'nin başını çektiği, gerçekte ciddi bir halk desteği olmayan tabela partileri alternatif olarak ENKS'i (Suriye Kürt Ulusal Konseyi) örgütlemeye giriştiler. ABD ve Türkiye'nin KDP'ye dikte ettikleri bir plandı bu; Suriye cephesinde ÖSO'yu, Rojava cephesinde devrimin ürünü TEV-DEM'e karşılık ENKS'yi uluslararası alanda muhataplaştırmak ve meşrulaştırmak istiyorlardı. Rojava devrimini dikkate almama, görmezden gelme, yok sayma, yani Kuzey'den çok yakından tanıdığımız, Türk sömürgeciliğinin yüz yıllık inkar politikasının Rojava uyarlaması. KDP'nin misyonu ve çıkarları bu politika ile paraleldir.
Peki, diğer Kürdistani güçler ne adına ve hangi beklenti ile bu lanetli sömürgeci planı destekliyor ve TEV-DEM ile PYD'ye bu plana dahil olma çağrısı yapıyorlar? Birlikten anladıkları emperyalist planlara uyum, sömürgeciliğe biat, işbirlikçiliğe devam mıdır? Sonuçta ne oldu: tıpkı kendi ilkesiz, tutarsız birlik girişimleri gibi ENKS de dağıldı, önemli kuvvetler TEV-DEM'e katıldı, KDP ile birlikte üç tabela kaldı. ENKS halk nezdinde itibar görmüyor, TEV-DEM demokratik özerkliğin kolektif yönetim aracı olarak aşağıya doğru örgütlenmesini yaygınlaştırıyor, işlevselliği giderek gelişiyor, devrimin hemen tüm örgütlü- örgütsüz güçlerini bünyesinde topluyor.
Malum “Kürdistani güçler”in çoğu, hala Rojava devriminin inşasında TEV-DEM'in oynadığı stratejik rolü görmekten aciz durumdalar. Duhok toplantısında alınan kararların niçin hayata geçirilmediğini muhataplarına sormuyor, sorgulamıyorlar. KDP ve Rojava'daki uzantıları, PYD nasıl olsa kabul etmez diye düşünerek, yönetimde kendilerine yer verilmesi karşılığında pratik bazı yükümlülükler üstleneceklerini, inşa çalışmaları için kadro aktaracaklarını söylediler. Kısıtlı Rojava bütçesinden pay isteme de dahil, PYD tüm şartları kabul etti, yeter ki gelin devrimde yer alın dedi. Öne sürecekleri bir gerekçeleri yok artık, yine de anlaşmanın koşullarını yerine getirmiyor, ayak sürüyorlar. Kuzeyli güçler ise hala PYD'nin otoriterliği, anti demokratikliği nakaratına devam ediyorlar.
Kürtlerin Tarihe Borcu: Şengal
Şengal büyük bir trajedidir. Emperyalistlerin ve faşist Türk sömürgeciliğinin cinayet aleti DAİŞ, efendilerinden aldığı icazetle 21. yüzyılda yeni bir Ézidi soykırımına kalkıştı. Katledilen Ézidiler için tüm dünyanın, ama öncelikle Kürdistan'ın ayağa kalkması gerekmez miydi? Peşmerge güçleri arkalarına bile bakmadan kaçtılar. Yüzlerindeki korku, gözlerindeki panik TV kameralarından dünyaya yansıdı. Bu rezilce kaçış o Kürdistani güçlerin de ayıbı ve utancıdır. Hiç kaçınamazlar, KDP ve Peşmerge'nin suç ortağıdırlar. Dünya kamuoyu ve Şengalde kalan Ezidi halkı tanıktır, hızla yetişen HPG ve hemen arkasından Rojava'dan kaydırılan MLKP savaşçıları DAİŞ'in önünde barikat oldular, Ézidi halkının güvenliğini sağladılar. Bir yandan çetelerle savaşırken, bir yandan DAİŞ bölgesinden geçirmeyi başardıkları erzakla dağlara çekilen Ézidilerin yaşamsal ihtiyaçlarını karşıladılar. Çetelerin ilk saldırıları püskürtülüp, görece bir denge durumu oluştuğunda geri dönen Peşmerge yüzsüzce HPG, MLKP güçlerine ''teşekkür'' edip artık ihtiyaç kalmadığını, Kürdistan'dan çıkmalarını isteyebildi. Şengal de, KDP bölgesi de Kürdistan toprağıdır, HPG de, MLKP/Rojava da Kürdistani güçlerdir. Kürdistan'dan çıkmanızı istiyoruz ne demektir? Peşmergenin, daha doğrusu KDP'nin, gerilla güçlerine işgalci muamelesi yapmasının, zaman zaman mevzilerinin üzerine provokatif tarzda ateş açmasının, mütemadiyen gerilim yaratma fütursuzluğunun sorumluluğu, KDP'nin ardında hizalanan Kuzeyli güçlerin de omuzlarındadır.
Ézidi halkı, KDP ve Peşmerge'nin DAİŞ'le pazarlık yaptığına, aralarında bir anlaşma olduğuna inanıyor. Peşmerge'ye artık güvenmiyor, kendi öz savunması için YBŞ ve YPJ-YŞ'de (Yekitiyên Berxwedana Şengalê) örgütleniyor. Ayrıca KDP'nin göz yumduğu katliamdan sonra eskisi gibi yaşamak istemiyor ve bir öz yönetim modeli geliştirmeye çalışıyor. Toplantı ve konferanslarda Kanton ve meclis tarzında örgütlenme modeli isteği ağırlık kazanmış durumda. KDP, Şengal halkının bu öz iradesini kabul edip katkıda bulunacağına, tahammülsüzce yaklaşıp bastırmaya çalışıyor. Açlıkla terbiye etme, güvenlik tehdidi, parayla satın alma her türlü burjuva yöntemi kullanıyor. Ézidilerin bu kararında KCK'nin etkili olduğunu düşünerek değişik biçimlerde PKK/HPG'yi de cezalandırmaya kalkıyor. Güney Kürdistan'da kurumları basıyor, çalışanlarını gözaltına alıyor. Rojava sınırında insani malzemelerin, hatta ambulansların bile geçişini engelliyor. Gelen yardımları alıkoyuyor. Rojava ile Güney Kürdistan arasındaki diğer geçiş yollarına peşmergeleri konumlandırarak bir silahlı çatışmayı kışkırtıyor. Tüm bunlar Kürtler arasında ve Kürdistan içinde yaşanıyor. Kuzeyli kimi parti ve siyasi güçler yine çıkıp PYD'ye sorumlu davranma, KDP ile işbirliği halinde çalışmayı önerebiliyorlar.
Ézidi halkının geçmişte yaşadığı katliamların sorumluluğu aynı zamanda Kürtlerin üzerindedir. Kuzey ve Güney Kürdistan Kürtleri farklı dine mensup oldukları için Ézidi Kürtlerini toplu katliamlardan geçirdiler, defalarca yurtlarından kovup sürdüler. Tarihsel suçların telafisi belki mümkün değildir, ama bugün hiç olmazsa kolektif kararlarına saygılı olmak, öz yönetim organlarını oluşturmalarına destek verrmek bir başlangıç olabilir. Sırf KDP'ye yaranmak amacıyla Şengal için Kanton önerilerini tartışmalı hale getirmek, daha şimdiden nereye bağlı olması gerektiğine karar verip bunu dayatmak Kuzeyli Kürt çevrelerinin işi olmamalıdır. Hele hele DAİŞ katliamı karşısında kılını kıpırdatmadan seyirci kalanların şimdi susmayı bilmeleri ahlaki ödevleridir.
Devrim, Öz Yönetim, Siyasi Statü: Biz İstemezük
Kanton, öz yönetim araçlarından birisidir. Ayrılma ve bağımsız devletini kurma hakkından federasyona, otonomiden özerkliğe hepsi kendi kendini yönetmenin formları, kendi kaderini tayin hakkının pratikte aldığı biçimlerdir. Bu yöntemler birbirinin karşıtı ya da alternatifi değildir. Birileri beğenmeyebilir, yanlış bulabilir, ancak nihayetinde kararı verecek olan sözkonusu ulus ya da ulusal topluluktur. Kendi programında UKKTH modeli olarak, örneğin federasyon yazıyor olabilir. Bu onların programıdır, eğer ulusu/halkı buna ikna edebilirlerse, hayatta bir karşılık bulabilirler. Ulus/halk bir başka modeli benimsiyorsa eleştiri hakları saklı kalmak kaydıyla bu kolektif tercih ve iradeye saygı göstermek, onaylamamasalar bile ilkesel bakımdan kabul etmek, zorundalar. En sade ifadesiyle demokratlığın gereğidir bu. Aksi durumda yalnızca halkın iradesini hiçe sayan bir çukura yuvarlanmakla kalmazlar aynı zamanda ya şoven ya da sömürge işbirlikçisi bir konumda saf tutmuş olacaklardır. Bu ''kuzeyli Kürdistani güçlerin'' Rojava Kantonları karşısında sergiledikleri tutum, tam bir “sömürgeci efendiye biat”tır. Kendi programlarının hayata geçmesinin hiç bir koşulu yokken, Rojava halkı Kanton modelinde karar kıldı. Kürt halkı tarihinde ilk kez devrim yoluyla siyasal statü elde etti. Daha şimdiden ömrü, tarihi Mahabat Cumhuriyetinden uzun oldu. Bahse konu Kürdistani güçlerin bir bölümü, söz birliği etmişçesine, Kantonları gözden düşürmeye, inşa çalışmalarını baltalamaya, Kürtleri vaz geçirmeye çalışıyorlar.
Devrimle birlikte Rojava'da demokratik özerklik ilan edildi, yönetim organı olarak Kantonlar benimsendi, 6 Ocak 2014'te kabul edilen anayasa ile bu karar resmileşti. Kanton anayasası, diğer bir adıyla Rojava Toplumsal Sözleşmesi 94 maddeden oluşuyor; ekonomiden siyasete, savunmadan dış ilişkilere, tarımdan sanayiye, bilimden teknolojiye, üretimden mülkiyet haklarına, eğitimden sağlığa, adaletten insan hak ve özgürlüklerine, barınmadan çevre konusuna, iş ve yaşam hakkından kültür ve sanata, cinsler arası eşitlikten kadına pozitif ayrımcılık ve kadın özgürlük mücadelesine kadar her konuda yeni bir toplumsal sistem inşe etmeyi içeren bu devrimin asgari programını sırf Kanton adından dolayı “belediyecilikten öte bir şey değil” diyerek karalıyorlar.
Kanton yönetimi belediyecilikten öte bir şey değilmiş! Anayasayı okumadıkları çok açık, devrimin inşa süreci ile ilgilenmiyorlar. Devrim, zafer günü 19 Temmuz 2012'den bugüne kadar nerden nereye geldi, hangi sorun ve zorluklarla mücadele ediyor, önünde çözmek zorunda olduğu hangi sorunlar var, bilmiyorlar, bunlarla ilgilenmiyorlar bile. Oysa Rojava Kürdistan'ın bugünkü gerçek durumunu yansıtan konular bunlardır ve Rojava devrimi ancak bu konular üzerinden anlaşılabilir. Eğer tüm bunlar görmezden gelinir, reddedilirse, Kürdistani güçler de tıpkı Türkiye'deki kimi devrimci ilerici güçler gibi sömürgeciliğin geleneksel inkarcı pozisyonuna sürüklenmiş olurlar.
Kantonu tek bir örnek ve en dar uygulanışı ile ele alıp, bu eksik bilgi ile halkta Kantonlara karşı yanlış bilinç örgütlemeye kalkışmanın yurtseverlikle bir ilgisi yoktur. Bilinen örnekleriyle Kantonlar İsviçre'den Bosna Hersek'e, Fransa'dan Belçika'ya, Ekvador'dan Kosta Rika'ya, Kanada'dan Çin'e farklı biçimlerde yönetim modeli olarak örgütleniyor. Federasyon/konfedereasyon biçiminden otonomiye, toprak özerkliğinden kültürel özerkliğe kadar farklı biçimlerde işlevsellik yüklenebiliyor. Hepsinin ortak bir noktası var, “öz yönetim” anlayışına dayanıyor. Rojava kantonları da anayasada kararlaştırılan kesin hükümlerle halkın yönetime doğrudan katılımını ön görüyor, yasama ve yürütmeyi birleştiriyor, meclise yolladığı temsilcilerini geri çekme hakkını saklı tutuyor. Bu ilkelerle yönetimin demokratikliğini güvenceliyor. Farklı ulus, ulusal topluluk, din ve inançlara yönetimde yer vererek, ayrıca azınlıkta olanlara pozitif ayrımcılık uygulayarak eşitliği sağlıyor. Kürtçe, Arapça, Süryanice olmak üzere üç resmi dile sahip, ayrıca diğer ulusal topluluklara da anadilde eğitim hakkı tanıyor. Keza siyasi, mesleki, sendikal, kültürel örgütlenme haklarını güvence altına alıyor, eleştiri ve ifade özgürlüğü ile ülkeyi özgürleştiriyor.
Rojava'nın üç ayrı kanton biçiminde örgütlenmesinin tamamen koşullarla alakalı olduğu biliniyor. Zira Afrin-Kobani kantonları ile Afrin-Cizre ve Kobani-Cizre kantonları arasında fiziksel bağlar DAİŞ çetesi tarafından kopartıldı. Bu gerçeklik ortadayken PYD'yi, Rojava'yı üç parçaya bölmekle suçlamak durumu çarpıtmaktan başka bir anlam taşımıyor. DAİŞ'in varlığı ortadan kalktıktan sonra Kantonlar arasındaki ilişkiler yeniden düzenlenecektir kuşkusuz. Verili durumda Kantonlar demokratik özerkliğin idari birimi olarak yönetimi kolaylaştırıcı, demokratikleştirici, eşitleştirici ve özgürleştirici bir rol oynuyor.
Rojava bugün esas olarak kendisini örgütlemeyle meşguldur. Suriye ile ilişkiler konusu bir belirsizlik içeriyor, ama bu Suriye'nin siyasi belirsizliği ile alakalı bir durumdur. Suriye ile Rojava'nın bağları anayasada kararlaştırıldığı gibi belli şartlara bağlanmıştır: ''Demokratik Özerk Yönetim, siyasi merkeziyetçi olmayan, gelecek Suriye'nin bir parçası ve örneğidir. Suriye için federal sistem en uygun sistem olduğundan dolayı özerk yönetim ile merkez (merkezi devlet) arasındaki ilişkiler bu temel üzerine kurulur.'' (Rojava Toplumsal Sözleşmesi Madde 12) . ''Gelecek Suriye''den ne kastediliyor, nasıl bir Suriye'dir bu: ''Suriye özgür, demokratik ve bağımsız bir devlettir. Suriye, parlamenter, federal, çoğulcu ve demokratik bir sisteme sahiptir.'' (Madde 3 (a) bendi). İşte bu şartlar yerine gelmediği koşullarda Rojava kendi yolunda ilerleyecektir. Bu gerçekliğe sırtını dönen ve adını bütün dünyanın kabul ettiği Rojava'ya 'Rojava' diyemeyen zihniyete halkın zerrece itibar göstermemesinden daha doğal ne olabilir?
Sonuç Olarak
Rojava'nın daha fazla görünür, bilinir ve anlaşılır olmaya, bu manada kendini anlatmaya ihtiyacı var. Devrim henüz olmakta olandır, hareket halindedir, deneyerek ilerleme, yaparak öğrenme yöntemi ile inşa sürecini yürütüyor. Dünya ezilenlerinin ilgisi yoğun pratik destek biçimine dönüşmüş değil henüz. Rojava hakkında yazılıp çizilenlerin bir çoğu somut verilere ve objektif gözlemlere dayanmıyor. Uzaktan yapılan eleştiriler, değerlendirmeler başka bir Rojava'yı anlatır gibi, gerçeğe dokunamıyor.
“Kürdistani güçler”in yaklaşımı bu haliyle anlaşılmaz bir kabullenememe duygusunu yansıtıyor. Kendilerine alan açmak için, siyasi süreç analizi yaparken her şeyin merkezine kendilerini koyuyor, tarihi kendilerinden başlatıyorlar. Yeni siyasi partilerin 'ihtiyaç' haline geldiğini söylerken de, bu koşulların nasıl bir günde oluşuverdiğinin üstünden atlıyorlar. Kuzeyde açık açık Kürdistani örgütlenme olanaklarını yaratan mücadeleye ve ödenen bedellere vefa için dahi bir gönderme yapmıyorlar. Kürt kimliğini inkar karanlığından çıkartan, varlık hakkını söke söke alan, en küçük kazanımlar için bile kanını akıtmak zorunda kalan halkımızın ve PKK'nin bu emeğinden ve yaratılan değerlerden bihabermiş gibi davranıyorlar. Binlerce şehit ve gaziye saygıları yok. Asırlık sömürgeci köleliğin ardından Rojava'da gerçekleşen devrimle nasıl yeni bir özgürlük tarihi yazılıyor anlamak istemiyorlar. Halkımızın bu değerli ve tarihi kazanımlarından rahatsız oluyorlar. Anlaşılır bir durum, zira kendilerini gereksizleştirdiğinin farkındalar. Üstelik, bu devrim, Barzanigillerin yaptığı gibi, kendilerine ekmek kapısı da açmıyor, rant devşirmelerine olanak vermiyor. Haliyle, gitmeseler de, görmeseler de, o devrim onların olmuyor, olamıyor.
Rojava devriminin bizlere öğrettiği son ders budur: Devrimin ne kadar içindeysen, devrim o kadar içindedir!
* “Kürdistani güçler” genel tanımlamasıyla devam edecek olan bu yazıda, bazı Kürt “aydın” ve yazarlarının görüşleri eleştirilerin muhatabı olacak. Kürt olmadığı halde, uzun yıllar Kürdistan meselesi üzerine yazıdıkları ve düşünceleri uğruna hapisler yatan ve bu nedenle özgün bir yerde tuttuğumuz İsmail Beşikçi, Kürtlerin ulusal taleplerini savunduğunu iddia eden ama ne hikmetse, gece gündüz AKP televizyonlarınının ekranlarından eksik olmayan, yazar İbrahim Güçlü, sosyalizm iddialı bir partinin genel başkanı olan Sinan Çiftyürek, yazarlar Ahmet Amiqi ve Zindan Fidancı'nın yazıp çizdikleri bunlardan bazılarıdır. Keza parti ve siyasi oluşumlardan Azadi İnisiyatifi, Hak-Par, ÖSP, PAK (Partiya Azadiya Kürdistan), PDK-T (Partiya Demokrat a Kurdistané) ve KPG de,(Kürdistani Parti Girişimi) bu eleştirilerin muhatabı olacak. Zira bu çevreler de, çeşitli makale ve röportajlarında Rojava devrimi, Kobani, Şengal, Kürtlerin ulusal birliği, Kanton gibi konular üzerine, birbirine benzer düşünceleri ifade ediyorlar ve sanki birbirini tamamlar gibi değerlendirmeler yapıyorlar.