Röportaj: Derya Okatan*
Ermeni Soykırımı’nın hesabının verilmesi mücadelesinde yer alan gruplardan birisi de Nor Zartonk. 2004 yılında internet ortamında gençlerin bir araya gelmesiyle kurulan Nor Zartonk, 2007’de Hrant Dink’in öldürülmesinden sonra demokratik kitle örgütlenmesine dönüştü. Nor Zartonk’un mücadele gündemleri arasında sadece Ermeniler yok. Türkiye’deki diğer halkların, işçi ve emekçilerin, kadınların talepleri de yer alıyor. Festus Okey, Engin Çeber ya da Ceylan Önkol ile Sevag Balıkçı’yı birbirinden ayırmayan Nor Zartonk, emekçi sınıfların kurtuluşunu birleşik mücadelede görüyor.
Ermeni Soykırımı’nın 98. yılı nedeniyle görüştüğümüz Nor Zartonk’tan Sayat Tekir, soykırım ve diğer katliamlarla hesaplaşılması için ortak mücadeleye vurgu yaptı.
Ermeni Soykırımı’nın 98. yılı sizin için ne ifade ediyor?
98. yıl adaletsizliği ifade ediyor. Bu adaletsizlik devam ettiği sürece başka adaletsizlikleri doğuruyor. Biz 1915 ile yüzleşemediğimiz, hesaplaşamadığımız için ne yazık ki her 10 yılda bir Türkiyeli azınlıkların ve diğer halkların başına sürekli bir şeyler geldi. Sadece halklar değil lgbt’lerin başına da sürekli bir şeyler geliyor. İşçi sınıfının başına da sürekli bir şeyler geliyor, güvencesiz çalışma, 1 Mayıs 77 katliamı… 1915 ilk değildi -adaletsizlik anlamında- ama en kitleseliydi. Biz o kitlesel katliamla yüzleşemediğimiz, yargılamadığımız için ve onu yapanları bugün kahramanlaştırdığımız için, ne yazık ki bu adaletsizlik süreklilik arz etti. Bugün hala Roboski’yle, Cumartesi Anneleri’nin çocuklarının mezarını aramasıyla, 6-7 Eylül’de öldürülenlerle, Sevag Balıkçı ile bu adaleti aramaya çalışıyoruz.
Ermeni Soykırımı ile işçi sınıfının sorunlarını yan yana koyuyorsunuz?
Nor Zartonk olarak Ermeni Soykırımı’nın sınıfsal bir altyapısı olduğunu düşünüyoruz. Çünkü Ermeni Soykırımı kapitalist bir ulus devlet planı içerisinde bir taraftan ulusun homojenleştirilmesiyken, bir taraftan da sermayenin homojenleştirilmesi. Ermenilerin malları üzerinden zenginleşen aileler var. Bugün bildiğimiz kelli felli zengin aileler, aslında Ermeni malları ile zenginleşmişlerdir. Zaten hiçbir zaman TÜSİAD’dan ya da MÜSİAD’dan Ermeni Soykırımı ile ilgili bir açıklama gelmez. Demokratikleşmeyle, sosyal halklarla ilgili birçok açıklama gelir ama bu konuyla ilgili gelmez.
Ayrıca şunu da unutmamak gerekir ki, devlet eliyle olan bir süreçtir. Bir derin devlet geleneği yaratılmıştır; Teşkilat-ı Mahsusa. Bu gelenek ’77 1 Mayıs’ında işçileri katletmiştir, Maraş’ta, Dersim’de, Çorum’da, Gazi Mahallesi’nde, Sivas’ta Alevileri katletmiştir. Yine bu gelenek Kürtleri katletti ve katletmeye devam ediyor. Sadece adı değişiyor, Teşkilat-ı Mahsusa iken JİTEM oluyor, bazen Ergenekon oluyor, bazen de başka bir şey. Ama sonuçta haklarını arayan insanlar öldürülmeye devam ediyor.
Biz 1915 Ermeni Soykırımı ile yüzleşmediğimiz için bu tekrarlıyor. Sadece Ermeniler özelinde baktığımız da bile 2007’de Hrant Dink öldürüldü, 2011’de Sevag Balıkçı öldürüldü, dört ay önce Maritsa Küçük öldürüldü Samatya’da… Bunlar nefret cinayetleri. Bu insanlar belli bir gruba aidiyetlerinden dolayı öldürüldü. Ama bunların hiçbiri cezalandırılmıyor. Cezalandırılmayınca biz de soruyoruz, demek ki bunlar suç değil, demek ki Ermeni öldürmek, Kürt’ü öldürmek ya da 1 Mayıs’ı kutlamak için alanlara çıkan işçileri öldürmek suç değil ya da Bursa’da tekstil fabrikasında yanarak ölen kadın işçiler önemli değil diye düşünmeye başlıyoruz… Oysa hepsi önemli, hepsi de bize şunu gösteriyor; biz eşit, kardeşçe, yarin yanağından gayrı her şeyin ortak olduğu bir gelecek kuracaksak kadınlar, erkekler, işçiler, Ermeniler, lgbt’lerle birlikte mücadele ile kurabiliriz.
Soykırımdan sonra Ermeni halkındaki bu büyük sessizliği nasıl görüyorsunuz?
Büyük sessizliğin yegane sebebi sayıca çok çok azalmaktı. Ses çıkaracak insan sayısının çok fazla olmaması önemli bir etkendi. Ve daha da önemlisi tekrarlanmasıydı; Varlık Vergisi’yle, 20 kura askerlikle, 6-7 Eylül’le, Kıbrıs çıkarması zamanında ya da ’64 döneminde, ’80 darbesinde, Hrant Dink’in, Sevag Balıkçı’nın, Maritsa Küçük’ün ölümleri, sürekli tekrarlanan bir nefret söylemi ve nefret suçu vardı… Bu anlamda o korkular büyüyordu. Ayrıca 1915 ilk değildi, 1909 Adana’yı biliyoruz, Hamidiye Alayları’nın katliamlarını biliyoruz. Bunlar süregeldiği için insanlar korktu.
Sadece Ermeniler üzerinden gitmeyelim. Türkiye’deki farklı azınlıklara karşı işlenen cinayetler, şiddet eylemleri Ermenileri de etkiledi. 1934’te Trakya Pogromu evet Yahudilere karşı yapılan bir pogromdur, ama Türkiyeli Ermenileri de derinden etkilemiştir. Ya da Alevilere, Kürtlere yönelik katliamlar Ermenileri ciddi şekilde etkilemiştir. Yani sürekli katliam ve sürekli kafasına vuran bir sistem olunca çok azaltılmış Ermeni toplumu da şüphesiz ki çok fazla ses çıkaramıyor.
Baktığımızda ’96’dan beri yayın yapan Agos’un önemli bir rolü var. Ermeni Kültürü ve Dayanışma Derneği’nin, Hrant Dink Vakfı’nın çok önemli bir rolü var. Öbür taraftan Nor Zartonk ve Nor Radyo’nun da çok önemli bir yeri var şu anda, ses çıkarmak anlamında. Ama toplumun geneline baktığımızda bu korku atmosferinden dolayı bu sessizliği görebiliyoruz.
Peki Türkler niye sessiz kaldı? Özellikle de ilerici kesimleri, aydınları…
Konudan herkes haberdardı ama sanırım herkes kendi derdine düşmüştü. Bu meseleyi Türkiye’de sosyalistler savunabilir. Şüphesiz Kemalist bir damar her zaman vardı Türkiye solunda. Ama buna rağmen birçok siyasal önder çıkıp Ermeni Soykırımı’ndan, katliamından bahsetmiştir. Bu da önemlidir. Diğer taraftan Türkiye solu o kadar parçalı ki, herkesin kendi derdi var. Bugün takvimi açıp baktığımızda her gün bir eylemimiz, bir anmamız. Her gün bir katliamın, bir öldürmenin, bir pogromun günü. Bu anlamda katliamların bu kadar gelenekselleştiği ve devlet politikası haline geldiği bir ülkede ses çıkarmaya mecalimiz de belki yok Türkiye sosyalistleri olarak. Ama yine de soykırıma karşı tavır almak enternasyonalizmi savunan bir sosyalist için olmazsa olmaz bir duruştur. Bugün baktığımızda Türkiye’deki devrimci, sosyalist hareketin tarihi ile yazılan bütün kitaplar TKP ile, Mustafa Suphi ile başlar. Türkiye’deki azınlıkların kurduğu sosyalist yapılar, sendikalar görmezden gelinir. O dönemdeki işçi sınıfının mücadelesi ne yazık ki görmezden gelinir. Aslında bu da bize gösteriyor, o Kemalist zihniyetin tüm topluma verdiği bir şey bu.
‘Ermeniler hep azınlıktaydı, hep azdılar ya da yoktular’ gibi anlatılıyor. Oysa baktığımızda 1915’ten önce dışarıdaki beş kişiden biri Ermeni’ydi. Toplumun atar damarlarını oluşturan sanat, bilim, burjuvazi belki birçok konuda Ermeniler vardı. Fakat bugün yoklar. Bir de beyaz soykırım var. O da kültürlerinin yok olması. Bugün tarihi Ermeni mirası silinmiştir Anadolu’da. Bugün köylere gittiğimizde, yıkıntı halinde define avcılarının deldiği, talan ettiği kilise yıkıntılarını görürüz. Cumhuriyet’in kuruluşunda kongrelere ev sahipliği yapan ama bugün ahır olarak kullanılan yapılar vardır, biliriz onların Ermeni yapıları olduğunu. Türkiye’deki ırkçı milliyetçi sistem, halkı kendi yaşadığı toprağa, kendi yaşadığı toprakta kimlerle yaşadığına yabancılaştırdı ve unutturdu. Bu anlamda halkların bir arada yaşaması konusunda etkin enternasyonalist mücadele vermemiz gerekiyor.
Bu kapsamda HDK nerede duruyor?
HDK her anlamda yolun başında. Şüphesiz ki, bir anda çok büyük kitlelere ulaşmış bir organizasyon değil. Ama şunu söyleyebiliriz ki HDK sağlam adımlarla ilerliyor. 24 Nisan’da da birçok farklı şehirde anmalar yapıyor. Gerek Kürt halkını gerekse de diğer halkları bu konuda bilinçlendirmeye çalışıyor. Örneğin Roboskî ile ilgili de Ermenileri bilinçlendirmeye çalışıyor. Bence bu önemli. Halkların birlikle mücadele etmesi bakımından önemli bir adres HDK.
Belki HDK’den bağımsız olarak bizim ciddi anlamda Ermeni Soykırımı ile ilgili sınıfsal temelli politikalar da izlememiz gerekiyor. Bir ‘vicdan’ lafıdır gidiyor. Evet vicdan çok önemli, belki insanları ayağa kaldırabilir. Fakat sadece vicdan olarak bırakırsanız bir etkisi olmaz. Politik olarak bir yerlere kanalize etmemiz gerekiyor. Bence HDK, kanalize olacak yerlerden biri. Hrant Dink öldürüldüğünde vicdanlar ayağa kalktı, 100 binlerce kişi cenaze törenine geldi. Ama öbür taraftan dava sürecinde, ne yazık ki 100-200 kişi takip ettik. Vicdanın yerini politikanın, politik taleplerin alması gerekiyor.
Mesela Ermeni Soykırımı’ndan sonra zenginleşen Türkiye burjuvazisinden hesap sorulmalı. Zenginleşen bu ailelerin, burjuvazinin ipliğini pazara çıkarmamız gerekiyor. Bu hem sosyalistler olarak görevimiz, hem de adalete olan inancımızdan dolayı savunduğumuz bir şey. 24 Nisan’da ‘Ermeni halkından özür diliyoruz’ başlığı altında bir etkinlik olacak. Bu gerçekten önemli bir söylem. Bu benim sokakta daha başı dik, daha güvenli yürümeme yol açan bir söylem, kendimi iyi hissetmeme yol açan bir söylem Türkiyeli bir Ermeni olarak. Ama bir taraftan da politik taleplerimizi dile getirmemiz gerekiyor. İki halkın proleterlerinin bir araya gelmesi, konuşması, birlikte bir gelecek kurması anlamında da önemlidir.
Son yıllarda, özellikle Hrant Dink’in katledilmesinden sonra Ermeni Soykırımı’nı daha fazla gördük ve konuşmaya başladık. Mesela 24 Nisan anmaları artık sokaklarda yapılıyor. Bunlar neyi gösteriyor?
Ermeni Soykırımı’nı anmak için bir bedel ödediğimizi gösteriyor aslında. Hrant Dink’in öldürülmesi sonrası oldu dediğiniz gibi. Biz Nor Zartonk olarak Ermeni Soykırımı’yla ilgili konferansları 2005’ten itibaren yapmaya başlamıştık. Fakat o dönem Ermeni halkı içerisindeki insanlar bize “siz ne yapıyorsunuz, deli misiniz?” diyorlardı. Türkiye toplumundaki sosyalistlerin ancak belli bir kısmı destek oluyordu. Bu bağlamda çok da ses getirdiğini söyleyemeyiz. Ne yazık ki Hrant Dink’in öldürülmesiyle insanlar ayağa kalkmaya, söz söylemeye başladı. Bazı sözler çok doğru değil bizce, bunu da görüyoruz. Ama insanların söz söylemesi yine önemlidir. Zira 2004’lere kadar hiçbir adım atılmıyordu, hiçbir söz söylenmiyordu. Ama bunları konuşmak yetmiyor, toplumun özür dilemesi yetmiyor. Politik talepleri de dillendirmemiz gerekiyor.
Politik talepleriniz nedir?
Nor Zartonk olarak taleplerimiz, Türkiye-Ermenistan sınırının açılması, Ermeni Soykırımı’nın kabul edilerek özür dilenmesi, kahramanlaştırılmış soykırımcıların isimlerinin caddelerden, sokaklardan, okullardan silinmesi, ülkede bir arada yaşama ortamının sağlanması, diasporaya gitmiş olan Ermenilerin geri dönüşünün sağlanması ve onlara yurttaşlık verilmesi, zarara uğrayan bütün insanların zararlarının tazmin edilmesi ve Türkiye burjuvazisinden bu hesabın sorulması. Biz bu zararların sadece devlet üzerinden değil Türkiye burjuvazisinden de tazmin edilmesini istiyoruz.
Madem ki insanlar çıkıp “biz hukuk devletiyiz” diyor, madem ki kapitalist bir ülkede yaşıyoruz, özel mülkiyete çok önem veriyor insanlar, öyleyse kapitalistler kazandıkları malları nereden kazanmışlar, bunun hesabını sormak gerekiyor. Tabi ki bizim tahayyül ettiğimiz kapitalist bir ülke değil, bir arada ortakça yaşayabildiğimiz bir ülke. Fakat bazı yaraların da sarılması gerekiyor.
Baktığımızda 1915 öncesi 2500’e yakın Ermeni kilisesi ve manastırı vardı, bugün sadece 40 civarı kilise ve manastır kaldı. Birçok Ermeni okulu varken, bugün özellikle Batı Ermenice yok olma tehlikesiyle yüz yüze. Sadece insanların yok olması değil bir kültürün de yok olmasıyla karşı karşıyayız. Bu yok olmaya karşı pozitif ayrımcılık talep etmek zorunda insanlar. Bu sadece Ermenilerin yaşaması ve kültürlerini devam ettirmesi anlamında değil Türkiye’de enternasyonalist bir kültür, bir araya yaşama kültürünün yeşermesi için de önemli. Bugün Kürt sorunu çözülürken Ermeni sorunu çözülmezse, yarın bir gün Ermeni sorunu çözülürken diğer azınlıkların sorunları çözülmezse zaten bu tam bir çözüm anlamına gelmeyecektir.
*Bu röportaj, Atılım gazetesinin 26 Nisan 2013 tarihli 61. sayısında yayınlanmıştır.