İşçi hareketinin 1980 sonrası deneyimleri gösteriyor ki, militan bir işçi hareketi iş cinayetlerine, sendikasızlaştırmaya, işten atılmalara ve taşeronlaştırmaya karşı fiili-meşru mücadelelerle açığa çıkarılabilir. Tuzla tersane deneyimi bunun en parlak örneğidir.
Son 15-20 yılda iş kazalarında yaşanan artışla, son yıllarda ortalama günde üç işçinin ölmesi düzeyine yükselmesinin taşeronlaştırma ve sendikasızlaştırmayla doğrudan bağı var. Taşeronlaştırma işçilerin birçok sosyal hakkının gasp edilmesine yol açtığı gibi, işçilerin yaşam hakkını da ortadan kaldırıyor.
Örgütsüzlük ise işçilerin kolektif mücadelelerinin önünü kapattığı için, işçi hareketinin direncini ve kararlılığını zayıflatıyor. Tersanelerde çoğunluğu kayıt dışı olmak üzere kırk bin civarında işçi çalışıyor. Patronların kâr hırsı nedeniyle iş güvenliği sağlanamadığı için onlarca işçi iş cinayetlerine kurban gitti, yüzlercesi yaralı ve sakat kaldı.
Elektrik çarpması, patlama, yangın, yirmi dört saate varan uzun çalışma saatleri nedeniyle dikkatsizlik, güvenlik kemeri olmadığı için yüksekten düşme, sac, vinç ya da forkliftten düşme gibi çoğunluğu önlenebilir olaylardan dolayı onlarca işçi iş cinayetlerinin daha doğrusu patronların kâr hırsının kurbanı oldu. Tersanelerde revir, doktor olmadığı için erken müdahale ile yaralı işçilerin kurtarılabileceği kazalar ölümle sonuçlanıyor, ya da kârlarından feragat etmek istemeyen patronlar öncelikli olarak iş güvenliği tedbirleri için gerekli olan yatırımları ve önlemleri kısıyor, işyerinde bulundurmaları zorunlu olan iş güvenliği uzmanlarını bulundurmuyor. Yasal zorunluluk olarak uymaları gereken kuralları dahi uygulamayan tersane patronları işçilere kuralsız-yasadışı bir çalışma ortamı dayatıyor. Devlet de ciddi hiçbir denetim yapmıyor.
Kayıt dışı çalışmanın sürdüğü, sigorta ve sendika haklarının olmadığı, çalışmanın ağırlığının taşeronlaştırıldığı, işçilere kölelik koşullarının dayatıldığı, iş cinayetlerinin cehenneme çevirdiği bu koşullarda, Limter-İş sendikası baskı, gözaltı, tutuklama, tehdit ve saldırılara aldırmadan kararlı bir mücadele yürütüyor. Son 15 yılda binlerce işçinin katıldığı yüzlerce eylem ve protesto örgütledi. Patron güdümlü sarı sendika Dok Gemi-İş’in fiili saldırılarına rağmen işçilerin tek gerçek ve meşru sendikası olarak, sınıf sendikacılığı anlayışını benimseyerek, sosyalist mücadeleci bir sendika örneği oluşturdu.
Uzun yılların deneyimi sonucu Tuzla tersaneler havzasında bulunan fabrikaları tek tek örgütlemek yerine, bütün bir havzayı tek bir fabrika gibi örgütlemeyi amaçlayan Limter-İş ve öncü sosyalistler havza genelinde bir direniş örgütleyerek bu gidişatı durdurmaya çalışıyorlardı.
2007 Eylül’ünde peş peşe beş işçi iş cinayetlerine kurban gidince Limter-İş ve sosyalistler bu cinayetlere dur demek için eylemliliği daha üst bir aşamaya yerel genel greve sıçratmaya karar verdi. Gerek havzada ve emekçi mahallelerinde gerekse kamuoyunda duyarlılığı artırmak için ajitasyonu, propagandayı ve eylemsel yoğunluğu artırdılar. Bu çalışmalar 2008’in Ocak ve Şubat aylarında art arda iş cinayetlerinin yaşanmasıyla birleşince, Tuzla tersaneler bölgesi yeniden toplumsal duyarlılığın odağı haline geldi.
AKP hükümeti ve patronlar, savunma halinde, oyalayıcı izahlarla, göstermelik düzenlemelerle, süreci geçiştirmeye çalıştı.
DİSK Başkanlar Kurulu dayanışmak için Tuzla Tersaneler bölgesinde 27-28 Şubat’ta yirmi dört saatlik oturma eylemi kararı alınca, Limter-İş de aynı günlere denk gelecek şekilde iki günlük yerel genel grev kararı aldı. 23 Şubat’ta yapılan işçi kitle toplantısında grev kararı onaylanınca çalışmalara daha fazla işçi katıldı. Çalışmaların temposu daha da artırıldı. İşçilerin oturdukları semtlerde, işyerlerinde, işçilerin uğrak yerlerinde bildiriler dağıtıldı, çağrılar yapıldı, tartışmalar örgütlendi. Yirmiye yakın tersanede grev komitesi kuruldu. İşçi aileleri de çalışmaların içine çekildi ve grevin bir parçası olarak örgütlendi.
Oluşan kamuoyunun baskısı ve etkili grev olasılığının ortaya çıkmasıyla patronlar telaş içinde iş güvenliği konusunda kimi önlemler almaya başladı. Böylece greve günler kala kazanımları da ortaya çıkmaya başladı.
Grevin ilk günü olan 27 Şubat sabahından itibaren Tuzla tersane havzası polis ablukasına alınmıştı. Limter-İş, Tekstil-Sen, TÜMTİS yöneticileri, işçiler ve sosyalistlerden oluşan ilk eylemci grubun gözaltına alınmasına rağmen grev ve eylem kırılamadı. Aydıntepe ve Tuzla içmeler istasyonu yönlerinden gelen işçi-emekçi grupları çevrede bekleyen işçilerle birleşerek, iki bini aşkın bir kitleyle eylemi başlattı.
Büyük bir coşku ve öfke hakimdi kitlede. “Artık ölmek istemiyoruz”, “Direne direne kazanacağız”, “Yaşasın Tuzla direnişimiz” diye inliyordu alan. Bütün tehdit ve gözaltı saldırılarına rağmen greve katılım yüzde 70’i buldu.
Grev alanında işçilerin dışında öğrenciler, kadınlar, semt yoksulu emekçiler, sendikalar, meslek odaları temsilcileri de vardı. Saat 11.00’de DİSK kortejinin alana gelip oturma eylemini başlatması ve yapılan konuşmalarla coşku daha da arttı.
Grev ve direniş iradesi kırılamayınca sabah gözaltına alınanlar serbest bırakıldı. Böylece irade savaşını işçiler kazanmış oldu.
Baştan beri işçilerin sendikasını muhatap almak istemeyen patronlar örgütü GİSBİR, grevin ikinci günü Limter-İş’in de içinde olduğu heyeti kabul etmek zorunda kaldı. Patronlar işçi heyetinin talepleri için çalışma başlatma sözü verdi.
Böylece, 27-28 Şubat 2008 Tuzla tersaneler grevi amacına ulaştı. Sonrasında talepleri takip etmek ve gerçekleştirilmesi için patronlara baskı yapmaya devam etmek gerekiyordu.
Ağır ve tehlikeli işkolu yönetmeliğinin uygulanması için adımlar atılmaya başlandı. Kimi tersanelerde günlük çalışma süresi sekiz saat ile sınırlandı, işçilerin sigortaları yatırıldı.
Meclis tersaneleri gündemine alarak Araştırma Komisyonu kurdu. Bazı tersanelerde iş güvenliği, teftişleri yapıldı. Kurallara uymadığı tespit edilen tersaneler geçici olarak mühürlendi.
Ancak GİSBİR ve AKP hükümeti birkaç adım attıktan sonra bu adımların içini boşaltmaya çalıştı ve verilen sözleri unuttu. Bu koşullarda iş cinayetleri de birbirinin ardından gelmeye devam etti. Limter-İş basın açıklamaları ve eylemleriyle verilen sözlerin tutulması için baskı yapıyordu. Bu yolla bir sonuç alamayınca çalışmaları kazanıcı bir düzeye sıçratmak için sendika yöneticileri kolları sıvadı. Mayıs ortalarında geniş katılımlı bir işçi toplantısı organize etti. Toplantıya katılan işçiler de iş cinayetlerine “artık yeter” demenin vaktinin gelip geçtiğini belirtti. Toplantıda yeni bir bölgesel genel grev kararı alındı. Grev günü 15-16 Haziran büyük işçi direnişinin yıldönümüne denk getirildi.
Yaklaşık bir aylık yoğun çalışmanın sonucunda 15-16 Haziran direnişinin 38. yıldönümünün yaklaştığı günlerde tersanelerdeki iş cinayetleri de yeniden ana toplumsal-politik gündemlerden biri haline geldi.
Başta sosyalistler olmak üzere ilerici, demokrat, devrimci çevreler grev iradesinin etrafında toplandı. Emekçi semtlerin yanı sıra üniversitelerden, liselerden, meslek odalarından, işçi ve emekçi memur sendikalarından, aydınlardan, sanatçılardan Tuzla grevi için destek eylem ve etkinlikleri yapılmaya başlandı. Grev hazırlığı tüm coğrafyaya yayılan bir dayanışma hareketine dönüştü. Avrupa ve Latin Amerika başta olmak üzere uluslararası dayanışma ve destek de eksik olmadı.
15-16 Haziran direnişinin 38. yıldönümünde, binlerce işçi ve dostları Tuzla’daki grev meydanına aktı. Greve yüksek oranda bir katılım vardı. Greve katılıp çeşitli kaygılarla gelemeyen on binlerce işçinin de aklı, ruhu ve vicdanını da temsil ediyordu bu alan.
Alandan “grev grev “ sesleri, “Artık ölmek istemiyoruz”, “İnadına sendika, inadına Limter-İş” sloganları, “Artık yeter” haykırışları yükseliyordu.
Grev havası, coşkusu ve öfkesi sadece Tuzla ile sınırlı değildi. Amed, Dersim, Malatya, Batman ve Mardin gibi Kürdistan illerinin yanı sıra, İstanbul, Ankara, İzmir, Adana, Mersin, Zonguldak, Çanakkale gibi Türkiye kentlerinde de aynı gün dayanışma eylemleri yapıldı. Amfilerde dayanışma haykırışları yükseldi.
16 Haziran grevi patronları sarsmıştı. Mesela GİSBİR’i aşarak sermayenin merkezi örgütlerinden biri olan TOBB’un devreye girmesine yol açmıştı. Bugüne kadar yasadışı görülen Limter-İş, mücadeleleri sonucu hükümet ve sermayenin en yetkili organlarınca muhatap alınmak zorunda kalınmıştı.
Grevden dört gün sonra TOBB, Limter-İş, DİSK, TMMOB, GİSBİR, Dok Gemi-İş, Deniz Ticaret Odası, İşçi Müfettişleri Derneği temsilcileri, İş Sağlığı ve Güvenliği uzmanları ve akademisyenlerin bir araya geldiği bir toplantı düzenlendi. Toplantıda patronlar ve hükümet işçi temsilcilerinin taleplerini kabul etti.
27-28 Şubat grevinin ardından sağlanan kısmi kazanımlar, 16 Haziran greviyle daha da genişletildi. 16 Haziran fiili havza grevi, hedefleri bakımından da amacına ulaştı. Fakat grev sektörel sınırları aşıp deri ve diğer iş kollarını da kapsayan bölgesel bir genel greve dönüştürülemedi. Yine de bölgedeki mücadeleci, öncü, dinamik kesimlerinin tamamına yakını grev alanına taşındı. Varoşlar ile havzanın birleşik mücadelesi de bir biçimde başarıldı.
Sermaye ve onun devleti, hükümetlerinin, iş kazalarının “takdir-i ilahi” veya “kader” olarak görülmesi ve kanıksanması için ellerinden geleni yaptıkları gerçeği, Tersane deneyiminin bir kez daha öğrettiği önemli bir ders oldu. Kârları arttığı müddetçe de kaç işçinin öldüğü onlar için önemli değil. İşçi ölümlerini de “üretim maliyeti”nden sayıp geçerler.
Coğrafya genelinde iş kazalarını durdurmanın yolu, bir işçinin ölümünü bile kanıksamaksızın mücadele etmekten ve hesap sormaktan geçiyor. Son yıllarda iş kazalarına karşı duyarlılık ve mücadele isteği, sadece Tuzla tersane havzasında değil, iş cinayetlerinde hayatını kaybeden işçi ailelerinde, kimi emek ve meslek örgütlerinde de duyarlılık gelişmekte. Ancak bu mücadeleler mevcut haliyle değerli olmakla birlikte sonuç almaktan uzaktır. Sonuç almak için devrimci, demokrat kesimler emek ve meslek örgütleri birleşerek, süreklileşmiş bir biçimde ayrım yapmaksızın her iş kazasına karşı sokağa çıkarak yanıt verebilmelidir. Bu mücadeleleri merkezileştirecek örgütlenmeler yaratarak yaşam hakkı için yerel ve genel grev ve direniş hattında yürünebilmelidir.
Yol gösterici en iyi deneyim, Limter-İş ve sosyalistlerin önderliğinde Tuzla tersane havzasında son 15 yıllık pratik ve özellikle de 2008 yılının 27-28 Şubat ve 16 Haziran sektörel genel grev ve direnişinin kazanımıdır. Şimdi sıra bunları da aşan yeni grev ve direnişler örgütlemekte...