Rojava'lı devrimci gazeteci Barzan ÎSO ile yaptığımız röportajı sayın ÎSO, Rojava halkının ve mücadelesinin içinden biri olduğu için yanıtlamayı uygun bulduk. Rojava ulusal devriminin değişik yönlerini ve özelliklerini içerden bilgisiyle okurlarımıza yansıtabilme olanağına sahipti, biz de bu olanağı okurlarımız için değerlendirdik.
*Öncelikle Marksist Teori’ye hoş geldiniz. Geldiğiniz için çok teşekkür ederiz.
Ben size teşekkür ederim. Yerinizde bizi ağırladığınız için çok teşekkür ederim. Çalışmalarınızda başarılar dilerim.
*19 Temmuz’da özerklik ilanıyla birlikte Marksist Teori olarak da, aynı zamanda Atılım gazetesi olarak da, biz ulusal ve demokratik yanı güçlü olan devrim olarak selamladık. Rojava’da bu demokratik özerklik ilanı ve Demokratik Suriye talepleriyle yürütülen, Kürt illerinde yönetime gelen bu halkçı hareketin, bu halkçı hareketi Türkiye ve Kürdistan’daki ama özellikle Batı’da Türkiye’de ilerici işçilere, Türklere gençlere, sol çevrelere, sosyalist harekete daha iyi tanıtmak istiyoruz. Röportajın amacı budur.
Teşekkür ederim bunun için.
*19 Temmuz’dan önce 12 Mart 2004’de bir ulusal gösteriler patlak vermişti. Bu gösteriler oğul Esad tarafından katliam, işkence ve Arap halkının şovenistçe saldırılarıyla sert bir şekilde bastırılmıştı. O süreçte hangi taleplerle Kürt halkı ayağa kalktı? Ne istiyordu?
Aslında 2004’deki Kürt ayaklanması, Kürtlerin uyanışı simültane bir tarzda gelişti. Rejimin komplosu sonucu gelişti.
*Nasıl?
ABD’nin Irak’a müdahalesinden sonra (ne kadar ABD müdahalesi olsa da) Ortadoğu’da bir değişim havası da olmuştu. Bu değişim havası Suriye’deki Arap demokratları da biraz daha umutlanmıştı. Bu değişimle belki de Irak’a gerçekten demokrasi gelir de biz de burada demokrasi kurarız diye.
Rejim bu durum karşısında Arap demokratlara Kürtlerle gözdağı vermek istedi. “Kürtleri baskı altına alırsam, onlara şiddet uygularsam, Araplar da görür, korkarlar değişimden filan vazgeçerler, hiçbir değişim filan olmaz” diye düşündü.
Aslında daha sonra ABD’nin Ahmet Çelebi gibi insanları yönetimin başına getirmesi ve demokrasi diye bir amacı olmadığı ortaya çıktı. Ancak bu biraz demokrat olanların, Suriye’deki ve tüm Ortadoğu’da demokratların ve değişim isteyenlerin de ABD ajanı olarak suçlanmasını kolaylaştırdı.
Rejim Kürtleri Qamişlo’da düzenlediği bir komployla provoke etti. 11 Mart 2004’te Cihad isimli Kürt futbol takımı ve Arapların Fituve takımı arasında yapılacak maçı izlemek için Derika Hemko, Tirbespi, Sare Kaniye, Amude kentlerinden gelen yüzlerce Kürt, Qamişlo’daki Kürtlerle birlikte Belediye Stadyumu’nda yerlerini aldı. Ancak Kürt taraftarların üstleri didik didik aranırken, Arap taraftarlar ise bıçak ve silahlarla stadyuma girdi. Silahlı Arap taraftarlar Kürtlere saldırıda bulundu. Saldırıda 8 Kürt açılan ateş sonucu yaşamını yitirirken onlarcası da yaralandı.
Kürtler Rojava’da daha önce hiç böyle bir şey yaşamamışlardı. Kürtler bir iki gün içerisinde Qamişlo’dan Afrin, Halep, Laskiye’ye kadar Kürtler ayaklandı.
Rejim şok geçirdi. Her yerde birden ayaklanma olmasını beklemiyordu. Ayaklanma karşısında çaresiz kalan rejim büyük bir baskı yaptı. Afrin’e tanklar getirerek “Afrin’i bombalayacağım” dedi. Esad’ın kardeşi Mahir Esad -ki çok kötü biri olarak tanınır- Qamişlo’ya gelip resmen herkesi tehdit etti. “Sizleri bombalayız” dediler.
Halk bir ondan korktu ama bir de söyle bir şey vardı. Siyasal partiler bilinçli değildi, örgütlü değildi. Halk ayaklandı, halk bilinçliydi ama halka önderlik edecek örgütlü kimse yoktu. Kürtlerin siyasal partileri o dönemdeki pasif bir rol oynadı. Halkı susturmaya çalıştı. Partiler direnselerdi bazı kazanımlar elde edebilirdi. Ancak yapamadılar.
Bir de Rojava’daki Kürt halkı yalnız bırakıldı. Güney Kürdistan bölgesi o zaman yeni kurulmuştu. Halk buradan gelecek olan desteğe güvendi. “Hiç olmazsa onlar bizi destekler” dedi. Ne yazık ki oranın medyası ilgilenmedi bile bu uyanışla, ayaklanmayla. Son günlerde gazetelerde bir iki küçücük haber çıktı.
Lidersizlik, örgütsüzlük, bir de gelen tehditler.
*Onlar Kürt partileri mi?
Tabii Kürtler arasındaki partiler. Rojava biraz farklı bir toplum. Rojava’da siyasi partiler arasında İslamcı partiler hiç olmadı. 20’ye yakın parti sayısı vardır. Hiçbir Arap partisi geçmişte, şimdi, gelecekte Qamişlo, Kobani’de hiçbir şekilde oy alamaz. Alternatif partiler var bizde. Bir partiyi beğenmeyen bir başka partiye gider. Kürt kimliği her şeyden önde gelir. Bizden Baas’cılar çıkmaz. Var olan Baas’çılar hem toplum tarafından dışlanmıştır, hem de bunlar daha çok çıkarlarını korumak için Baas’cı oluyor. Üniversiteye gidip okuyacak, bir bölümde okuyabilmek için üniversitesi onu Baas’a üye olması için zorluyor. Bunlar Baas’a aittir ona üye olmazsan okuyamazsın diyorlar. Mecbur üye oluyorlar. Ben hatırlıyorum. Ben lise 1’deyim 2000 Şubat ayı filandı. Üniversite müdürümüz içeri girdi “herkes Baas’a üye olacak” dedi. Biz bir avuç genciz “bu sene kimse Baas’a üye olmayacak” kararı aldık.
Buna uygun da bir örgütleme yapmıştık kendi sınıfımızda. 53 öğrenciydik. O sene biz Kürtleri bir türlü Baas’a üye yapamadılar. 8’i üye oldu ki, bunlar istihbarat çocuklarıydı. Bunlar dışarıdan geldi. Disiplin cezası vardı. Bizim saçımızı ortadan kesiyorlardı. Kafamızda derin bir yarık gibi görünüyordu. İki yanı uzun ortasında deri görünüyordu. Müdür Baas’a üye olmayanları kovdu. Biz de “tamam” dedik. 45 öğrenci filanız gitmedik. Müdür haber yolladı. Herkes okula gelsin, dedi. Bizim saçımızı kesti ve sonra herkesi tekrar okula aldı. O kesik saçlarla kimlik çıkartmıştım. Hatırlamak için o günü. Sonra herkesin adını üyeliğe yolladı. Ancak üye olmak için görüşmeye gitmemiz gerekiyordu, biz de gitmedik. Bizi üye yapamadılar. Baskılar öyle devam etti. Kürt şehirlerinde Arap milliyetçiliği yapan partilerin ve dini partilerin hiçbir zaman bir tabanı olmadı. Kürtlerin söyle bir şeyi de vardı.
1950’de Suriye’de ilk komünist partisini kuran Halil Bektaş bir Kürt’tü. O nedenle o dönemde Kürtler arasında bayağı bir katılım oldu. Ancak ilerleyen yıllarda Bektaş’ın daha çok Arap milliyetçiliği yapmasıyla Kürtler çekildi. 1957’de Suriye Kürdistan Demokrasi Partisi’ni kurdular. Bu nedenle şu an bile tüm Kürt hareketine baktığınızda tüm Kürt partilerin sol bir gelenekten geldiğini görebilirsiniz. Solcu geleneklerini korudular. Çünkü bir, o partinin içinden gelen gelenek vardı. İki, Cegerxwin ve Osman Sabri döneminde biraz o dönemdeki solculuk ilkesel bir solculuk, başlangıç solculuk olsa da onun da etkisi olmuştur. Şam’da Kürdistan Kulüplerinin etkisi olmuştu. Amude’de Kürdistan kulübü vardı. Kulüpler 1954’e kadar devam etmişlerdi.
*Sürgündeki Kürt aydınlarının kurduğu partiler mi bunlar?
Bunlar Amude’de, Şam’da, Afrin’de vardı. Oradaki Kürt aydınlarıyla birlikte sürgüne gelen, özellikle Kuzey Kürdistan’dan kaçmış Kürt aydınları, liderleri, entelektüelleri birlikte kurdu. Osman Sabri, Nurettin Zaza vb. gibi aydınlar vardı. Bedirhaniler vardı. Nurettin Zaza ilk Kürt partisini kuranların arasında. Nurettin Zaza, Osman Sabri, Afrin’li birkaç isim vardı. Hamit Derviş vardı. İleri gelen Kürt aydınları, Cegerxwin kuruluşunda yer almamıştı ama Cegerxwin Kürdistan grubu kurmuştu o dönem bayağı aktif etkin bir isimdi.
Okuduklarımızdan aslında Suriye’de Dare’de gösteriler başladıktan sonra Kürt illerinde giderek büyüyen gösteriler oluyordu. Bu süreçte eylemlerde PYD güçlü müydü? Kürt illerinde o süreçte PYD’nin bu süreçte rolü nedir? Diğer partilerin de rolü var mıydı?
Şöyle bir gerçek vardı. 2004’den sonra ilk Kürt ayaklanması bastırıldıktan sonra tüm Kürt partileri tehdit altındaydı. Baskı sadece Kürt partisine üye olanlarla sınırlanmıyordu, sadece seni değil tüm aileni de tehlikeye düşürüyordu. Salih Müslim’in eşi sırf Müslim’in eşi olduğu için bir sene hapishanede kaldı. Evleri basılıyor, aileleri de hapishanelere atılıyordu. Kürt partilerin liderleri o zamanki siyasetçiler çoğu ya hapishanelerdeydi ya da başka bir ülkeye kaçmışlardı. Bir şekilde yani ilan edilmemiş bir hapishanedeydiler. Ev hapsi gibi bir şeydi. Rahat hareket edemiyorlardı. Önemli bir şey daha vardı. Birçok Kürt partilerin kadroları o zamankiler siyasetçileri yurtdışına kaçmıştı.
Ayaklanma başladığında Kürtler daha dikkatliydi. Zaten rejim 2011’in başından itibaren “Kürtler ayaklanacak, Arapları öldürecek siz de onları vurup öldürün” diye Arap halkı silahlandırmıştı. Rejim farkındaydı durumun. Suriye’de böyle olması mümkündür. Zaten o dönem bazı Arap aşiretlerinin liderleri de rejimin kendilerini Kürtlere karşı silahlandırdığını açıklamıştı.
Dare’de gösterilerin başlamasından sonra Kürt hareketinin örgütlenmesi de daha güçlü olmaya başladı. Burada tabii YPG’nin projeleri öne çıktı. Bu o süreci iyi değerlendirmesiyle, o sürece göre halkı örgütlemekle, halka göre bir proje geliştirmekle ilgili bir şeydi. Tabii şu da oldu. Kürt hareketi genel olarak gösterilere katılıyordu. Ama gösterileri kendisi örgütlemiyor, kontrol etmiyordu. Her partinin gençlik komiteleri vardı. Bunlar aracılığıyla gösteriler örgütleniyordu. Bu şekilde partiler, kendilerini baskı altında bırakmıyordu. Rejim bastırınca “biz ne yapıyoruz kendileri ayaklanıyor biz ne yapabiliriz ki” diyordu. PYD birçok kez kendi bayrağı ve kendi ismiyle direkt meydanlara çıktı. İlk gösteri Kobanê’de olmuştu. Çarşambaydı. 2011 Newroz’undan hemen sonraydı. Büyük bir heyecan vardı. “PYD yapmış” diye konuşuyordu herkes. Bir endişe vardı bir korku vardı. Ama bir de sevinç vardı. Çünkü yıllardır insanlar sokaklara çıkamıyordu. Dört beş kişi toplandığı gibi gözaltına alınıyordu. Herkes kentte dolaşıyor, acaba rejimin yerel güçleri destek istemiş mi istememiş mi diye soruyorlardı. Rejim de halkın gösterilerine saldırmaları için başkalarını kullanıyor “biz tanımıyoruz” diyordu. Bunların adı daha sonra Şahabi olacaktı. Kuzey Kürdistan’daki Korucular gibi.
2011 Mayıs’tan sonraydı. Humus da artık ayaklanmıştı. Artık bazı yerlerde, Hama’da büyük gösteriler olmuştu. O dönem Rejim Kürt siyasetçileri serbest bıraktı. Mayıs sonları Haziran başlarındaydı. Kürt siyasetçileri ve parti liderlerini serbest bıraktı. Ve sonra “biz Kürtlere kimlik vereceğiz”, daha doğrusu “biz Kürtlere kimlik hibe ediyoruz” diyerek bir yasa çıktı. Bu kimliği iade etmiyoruz, bu insanlara biz yıllardır kimlik vermedik demiyorlar, “onlara kimliği hibe ediyoruz” diyordu. Bir şekilde de Arapların muhalefetine ‘Bakın biz Kürtlerle anlaştık. Bizim Kürtlerle bir sorunumuz yok’ mesajı vermeye çalıştı.
*Hür Suriye Ordusu’nu kuranlar rejimle sert silahlı çatışmaya girince, demokratik halk ayaklanmasının yerini gerici dalaş almaya başlayınca, PYD Suriye’nin bazı demokratik güçleriyle birlikte üçüncü bir cephede yer aldı.
Suriye Ulusal Koordinasyon Platfomu gibi.
*Bunun içinde Birleşik Komünist Partisi vardı. Öyle değil mi?
Bu platform artık bir koalisyon. En çok Suriye’deki iç muhalefeti ve eskiden beri var olan muhalefeti içinde yer alanlardır. Hapishanelerde yıllardır yatanlardır. Çoğu sosyalist, solcu muhalefetti. Daha çok barışçıl yolları tercih eden bir muhalefetti. Gerçekten şu ana kadar da oradaki koalisyonun süreci değerlendirmeleri, en iyi şekilde değerlendirdi. Dış muhalefeti hep uyardı. “Bakın silahlanırsak kötü bir sürece gireriz. Biz kaybederiz Esad gitse de biz kaybederiz” dedi. Ama ne yazık ki dış muhalefet bunu istemiyordu.
*PYD’nin Demokratik Suriye Özerk Kürdistan sloganı vardı.
PYD’nin baştan beri biraz Zapatista’dan ve tabii ki Sayın Abdullah Öcalan’dan ilhamını aldığı bir proje vardı. Demokratik özerklik modelidir. Biraz Zapatista modeline çok benziyordu. O bölgenin doğası nedeniyle ekonomisi biraz daha Ortadoğululaştırılmış bir projeydi.
*Akıllı pratik strateji izlediğini gözlemledik. Bu gerici çatışmaları Kürt illerine bulaştırmamak, dolayısıyla bu bulaştırmama mücadelesi Kürt halkından ve diğer halklardan büyük bir destek gördü. Araplardan, Hristiyanlardan da büyük bir destek gördü. Gerici iç savaştan zarar görmemek kendi barışçıl yaşamını korumak isteyen halkın desteği artmış gibi görünüyor.
Şimdi Kuran’da ve İslam’da bir şey vardır. Sırat köprüsü gibi bir politika izlendi Rojava’da. Bunu sadece PYD izledi diyemeyiz. Oradaki halk da bunu istedi. PYD projesiyle ortaya çıktı, ama halk onu destekledi. PYD bu projeyle ortaya çıktığında halk desteklemeyebilirdi. 16 partinin her biri farklı farklı söylemlerde bulundu. Farklı farklı projeler vardı. Kimi rejimle görüşelim, kimisi ABD’ye bakalım, kimi muhalefetle hareket edelim diyordu. PYD halkın isteğiyle örtüştüğü akıllı bir proje izledi. Hala süreç çok tehlikeli, Yol biraz daha gelişti ama süreç hala çok tehlikeli. Böyle bir projeyle ortaya çıkması Şubat ayının (2011 -MT) başlarındaydı. Daha olaylar Suriye’de başlamamıştı. Mısır’da (devrimin ilk adımı) yeni bitmişti. Libya’da Yemen’de belirtileri çıkıyordu. Böyle bir şey Ortadoğu’da olur mu diye konuşuyorduk, böyle bir şeyin Suriye’ye geleceğini biliyorduk. O dönem birçok Kürt partisine e-mail yolladım. Araştırma gibi bir şeydi. Şunu önerdim “Suriye’de eninde sonunda bir ayaklanma olacaktır. Bu şu anda çok net görüyor. Tahminen Nisan’a kadar, ilkbaharda özellikle işsizliğin taban bulduğu bir dönemde ekonomiyi ziraata bağlayan bir hatta”. Ama buna Kürtlerin başlamaması konusunda uyardım. Daha çok Arapların başlaması gerekir diye önerdim. “Kürtler başlarsa bu süreci kaybederiz” diye önerdim. Birçoğu haklı gördü. PYD’nin eş başkanlarıyla sohbet ettim. O dönem de Stratejileri netti. Böyle bir süreçte nasıl bir yol izleyeceklerine dair projeleri vardı.
*Kürtlere hak talep eden PYD’yi SUK’a katılma yönünde zorladılar. Ama PYD katılmadı, katılmamasının nedeni?
Rojava’da iki taraf çıktı. Biri, Rojava’da Kürt Ulusal Konseyinin temsil ettiği Irak Kürdistanı’ndan Barzani’nin yol gösterdiği bir taraftı. Temel stratejisi şuydu: “Biz Avrupa’dan ve NATO’dan güvence alalım. Sonra da muhalefet de bizi kabul etsin. Onlardan da bizi tanımalarını isteyelim.” Suriye’deki değişimin çok yakında olacağını düşünüyorlardı. Erken savaş kolay zafer gibi. “Batı’dan destek görmezsek, muhalefet de bizi tanımazsa Şam’dan da bir şey alamayız” dediler. Diğer taraf olan PYD ise “bu süreç çok uzun sürecek bunun için önce halkı örgütlemek gerekir. Örgütsüz bir halk baştan sona kadar kaybetmiş demektir. Verilen güvenceleri de alırlar elinden bir şey yapamazsınız” dedi.
Daha dikkat çekici bir detay daha vardı. O dönem Ağustos’un ortasında Türkiye’de SUK kurulmaya başlandı. 12 Ağustos 2011’di. İlk toplantılarına ben de katıldım. Bir gazeteci olarak takip ettim. PYD şunun farkındaydı ve netti. “Türkiye’de kurulan bir muhalefet beni tanımayacak ve Türkiye buna izin vermeyecek. Bunu Suriye’nin milliyetçi İslam’ı yapıyorsa, milliyetçilikle iç içe olan bir milli İslam’sa bizi kabul etmezler” dedi. PYD Suriye Ulusal Koordinasyonu projesini ortaya attı. Bir taraftan Türkiye’nin yaptığı bir muhalefet vardı. Bir yanda da PYD’nın yaptığı iç muhalefet vardı.
*Mişel Temo’nun suikastını rejim mi HSO mu yaptı?
Baştan beri karmaşıktı. Herkes rejim yaptı diye suçladı. Temo’nun radikal çıkışları olmuştu. SUK’un yönetimine seçilmişti. Temo’nun ismi diğerlerinin ismi açıklanmamasına rağmen açıklanmıştı. Kendisi de kendi kendini hedef haline getirmişti. “Şu beni tehdit etti bu beni tehdit etti” diye konuşarak, bir şekilde ona suikast yapanın izini daha suikast yapmadan kaybediyordu.
SUK yeni kuruluyordu. Sözde gizlilik içinde kuruluyordu. Mişel Temo kendisinin SUK’la ilişkisini açıktan konuşuyordu.
*Partisi var mıydı?
Vardı şimdi de dört beş parçaya bölünmüş durumda. Daha sonra belgeler çıktı, Arap medyası rejim yaptı dedi. Ailesi de rejimi suçladı. Şu ana kadar Arap medyasının çıkardığı belgede rejim yaptı diyor, ama net olarak bilinmiyor.
*İslamcılar yapıp da rejimi suçlama içine girebilir mi?
Onların yaptıklarını zannetmiyorum. Böyle bir kabiliyetleri olduğunu zannetmiyorum.
Kürtler 19 Temmuz’da Afrin’den başlayarak demokratik özerkliği ilan etti. Biz dışarıdan baktığımızda demokratik özerkliğin 19 Temmuz’dan sonrasını görüyoruz. Onun öncesi de vardı. Bu uzun bir süreçti. Ayaklanmayla birlikte artık süreçle ilgili 2011 Nisanı’ndan itibaren PYD olayları net görebiliyordu. Aynı zamanda Kürt halkının örgütlü olması gerekiyordu. Bu nedenle örgütlü olmalarına önem veriliyordu. Bir kere örgütlü olmadıkları için kaybedilmişti. İhtimaller üzerinden gidiyordu. Çok hızlı bir örgütlenme vardı. Ekim’den sonra kırsalda köy meclisleri kuruyordu. 2011 Ağustos’tan sonra başladı bu süreç. Hızlı bir koşturmaca vardı. Öncelikle köylerde başladı. Köylerde örgütlenme daha kolay oluyordu. Bir kere istihbarattan, polisten daha uzaktı. O nedenle daha rahat örgütlenme oluyor. Köy halkı birbirini tanıyor. Hangi köyde ajan var hangi köylerde kim örgütlü tanıyorlardı. Köylerde hızlı bir örgütlenme oldu. 2011 Ekim ayında artık TEV-DEM projesi güçlü bir şekilde ortadaydı. TEV-DEM’in seçim hazırlaması. Bu seçimlerden sonra Batı Kürdistan Halk Meclisini kurdu. Seçimler koşullara uygunluğa bakılarak düzenleniyordu. Yarın Şam’da koşullar oluştu orda seçimi örgütlüyordu. Herkesin bu süreçte yer almasını sağladı. Destek kazanmasının temel nedeni herkesin bu projede yer almasıydı. Bazıları (toplumsal eşitsizlik nedeniyle itiraz etti), “ben iş adamıyım, şu adam benim işyerimde hamal olarak çalışıyor, bir mecliste çalışabiliriz” gibi. Bir şekilde ikna oldular, birlik oldular. Bir doktorla sıradan bir kişinin aynı kefeye konması ve özgür bir şekilde tartışmaları her tarafın da hoşuna gitti. Tam bir örgütlenme vardı. 2011 sonralarına geldiğimizde tam bir örgütlenme vardı. Güvenliği sağlamak amacıyla kurulan Savunma Komiteleri, bir yandan Halk Meclisleri kurulmuştu. Halk kendi idaresini kurmak için orada örgütlenmişti. Tüm bunların hesapları yapılmıştı. Toplumsal barış komiteleri kurulmuştu. Bir sorun çıktı. Devlet buna müdahale etmek istemiyor. Daha büyük bir sorun haline dönmesini istiyor. (Bunları çözüyordu.)
Yönetim pratikte artık 2011’in başlarında halkın elindeydi. Daha çok TEV-DEM (Tevgera Civaka Demokratîk-Demokratik Toplum Hareketi) yönetiyordu. TEV-DEM projesi ortaya konuldu, Batı Kürdistan Halk Meclisi bir komite çıkardı. Her taraftan temsilciler vardı. Toplumun her kesiminden, yüzde 40 olmak üzere kadınlar, gençlik hareketleri vardı. Yarısı direkt seçimle gelen bir kitle vardı. 354 üyeden oluşan bir meclis kurdular. Bu projenin içinde PYD sadece dinamoydu. Hareket gücünü oluşturuyordu. Ama PYD şunu başardı, tüm halkı buna kattı. Halk hiçbir tecrübesi olmamasına rağmen çalışmalara katıldı. Bu bir heyecan da yarattı.
Newroz’dan sonra buralarda devletin artık bir şeyi kalmamıştı. Sonuçta bu halk örgütlendi. Halk devlete yol vermeyecekti. Bir şekilde pratikte devlet yolunu kaybetmişti. Daha çok İstihbarat daireleri gözü keserse bir gösteriyi bastırabiliyordu. Bunun dışında kendisi istihbarat dairelerine sıkışmıştı. Temmuz’da ilan edilmesinin nedeni HSO oraya göz dikmişti. Rejim kontrolünü tamamen kaybetmişti. Bu nedenle artık ilan ettiler. İlan edilmesini pek istemiyorlardı. Pratikte daha iyi olmasını istiyorlardı. Biliyordu ki bu bir tepki de yaratacaktı. Türkiye çıktı “bunu kabul etmeyeceğiz” diye. Bir yandan muhalefet de buna tepki gösterdi, “ayrı devlet kuruyorlar “diye. Onun için ilan etmek gibi bir dertleri yoktu. Ama ilan etmek zorunda kaldı.
*Demokratik özerkliğin tartışıyoruz, orada pratiğe uygulanmış bir hali var, buradaki tartışılanla pratik uygulanışı arasında neler farklı? Nasıl yansıdı Rojava’da?
Teoriyle pratik arasında her zaman büyük bir fark vardır. Bir projeyi hayata geçirirken birçok eksiklik ortaya çıkıyor. Ama bir yandan demokratik özerkliği bir siyasal devrim olarak göremem kendi adıma. Ama çok büyük bir toplumsal devrimdir. Bir toplumu yaratmak onu devletin kontrolünden kurtarmaktan daha önemlidir diye düşünüyorum. Oysa bir siyasal rejimden kurtarıp yeni bir rejim kurarsanız bu toplumsal bir devrim olmaya yetmez.
*Siyasal devrim oluyor.
Oradaki bir toplumsal devrim oradaki topluma kendi kendini yönetme şeklini öğretiyorsun. Toplum bunu kabullenip bir şekilde buna katkı sağlıyor. Bir yandan topluma şunu öğretiyorsunuz, devlet sistemi aslında çok önemli bir sistem değil. Devlet sistemi kendi kendini köleleştirdiğin bir sistemdir. Devlet kötüdür ama kötünün en iyisidir söylemi vardı. Devlet mecburi bir şeydir. Devletin olmaması, düzenin olmaması anlamına gelir diye bir söz var. Bunun tersini öğretiyorsun. Toplum şunu düşünüyor. Tamam devlet olmadı o zaman kim caddeleri temizleyecek. Kim çocuklarımı okutacak... Her şeyi devlet yapıyor ya bize öyle öğrettiler. Yüzlerce yıl devlet her şeyi bizim için yapıyor diye öğretiliyordu. Şimdi bunun tersini öğretiyorsunuz. Bu büyük bir cesaret ve devrim olur. Sana karşı çıkan da çok olur.
Herkesi bir yanda tehdit ediyor bu proje. Pratiği şu şekilde oldu, örneğin güvenlik. Güvenlik bir yerde kontrol noktası kuruluyor. Kontrol noktası kurulurken, bu kontrol noktasında çalışanlar çevre köylerinde köylerin güvenliğini sağlamak amacıyla yapıldıysa her gün bir köy nöbet alıyor başlarında bir görevli oluyor. Her gün bir köy nöbet alıyor. Köylerde kendi güvenliğini nasıl sağlayacağı konusunda bilgileniyor. Tecrübe ediniyor. Buna ortak oluyor. Şehirlerde gruplar, mahalli grupları her gün evli olanlar çalışmak zorunda olanlar hafta da bir gün nöbetçi olabilirim. Bu şekilde mesela gruplar temelinde her bir grup günün belli, haftanın belli günlerinde nöbet tutuyor. Eğitilmiş bazı gruplar vardır. Haftada bir gün iki gün size verebilirim. Bu şekilde mesela gruplar halinde her bir grup günün belli, haftada belli bir bölgede diğer zamanlarda kendi işlerinde çalışıyorlar. Eğitilmiş güvenlik konusunda bazı gruplar vardı. Her biri her gün gönüllü olarak çalışabilecek gençlerdir.
Bazen bu işin masrafları da olabiliyor. Bunlar da daha çok bağışlarla (sağlanıyor). Mahalle elektrik hizmet komitesi var. Hizmet komitesi var. Bunlar işlerini gönüllü yapıyor. Kabloları değiştiriyor, Arızaları gideriyor. Bazen kablo satın almak istiyor. O zaman oradaki caddenin evlerinden, imkânları olanağında kablo parası topluyor. Elektrik parası, su parası almıyor.
*Her alanda böyle komiteler mi var?
Aynen. Hepsi gönüllü olarak hepsi kuruldu. Toplumun katkısı vardır. Bağış yaptığı konular vardır. Kabullenmesi vardır. Savunma mekanizması, yönetme mekanizması, halkın kendi kendini yönetme mekanizması çok da güzel geliştirildi. Hiçbir tecrübesi olmayan halk. Bir insan bir sene önceye kadar bu insan polis bile olamıyordu. Tecrübesi yoktu. En küçük bir müdahale tecrübesi bile yok. Şimdi kendi kendisini yönetiyor. Bu çok büyük bir başarı. Tabii bunların terslikleri de olacaktır. Bir insan kendi çıkarları için çalışabilir. Oradaki genel olarak duruma baktığımızda en küçük detaylarına baktığımızda bu sistem çok iyi çalıyor.
Kürtçe dil eğitiminde gönüllü eğitmenler vardır. Okulların yönetimi konusunda, güvenliği konusunda herkes devletin bize ödediği maaştır, devletin merkez devletin bizim cebimizden aldığı ve az bir kısmını bize yolladığının farkına varmaya başladı. Bunun farkına varmak büyük bir başarı. Entelektüeller bile çok fazla anlamıyorlar. Entelektüel kesim, ki bunların büyük bir kısmı da anlamıyor. Bu sisteme karşı çıkanlar çok olur. Toplumun çok da büyük bir cesaret ister. Böyle bir projenin başarıya ulaşması Bütün Ortadoğu’daki düzeni değiştirebilecek bir kapasitede. Bugün Rojava’da oluyor. Yarın bu Halep’te de olabilir: koşullar oluşuyor. Amed için de oluşuyor bu şekilde. Birçok yerde uygulanabilecek bir projedir. Devlet sınırları ve oradaki çoğunlukların azınlıkları bastırması türünden sorunları ortadan kaldıran bir projedir.
*Tabii halkın kendi kendini yönetmesi oluyor bu. Çok hızlı bir siyasal uyanışa yol açar. Çok hızlı bir siyasal değişikliğe yol açar. Halk yönetebileceğine güven duymaya ve yönetmeye başlıyor. Halk meclislerinde, yardım komitelerinde, sağlık komitelerinde, gençlik komitelerinde, halkın güvenliğini sağlayan asayiş komitelerinde halk kendi kendini yönetiyor. Her şeyi kendi yönetiyor. Bu çok büyük bir siyasal uyanış ve toplumsal bir uyanıştır. Peki, PYD ve A. Öcalan’dan ilham alıyorsunuz. Şu an itibarıyla konjonktürel olarak kendi kendini yönetiyor. Ama tehlikeyi de çok iyi anladınız. Asayişi sağlayan komitelerin yanı sıra daha çok gençlerden oluşan Halk Savunma Birliği (YPG)) kurduğunu söylediniz ve bunlar şimdi birliğe dönüştü. Ankara ve HSO’nun büyük bir katliam düzenleyeceğini öngördüğünüz ve bunları kurdunuz. Şöyle bir naifliğe düşmediniz biz kendi kendimize yönetiyoruz. Kimse bize karışamaz o halde böyle giderim demediniz. Ankara doğrudan işgal edemeyince başladı HSO’na bağlı olan silahlı grupları Serekaniye’ye soktu. Birçok yerlerde olaylar çıkartırdı. HSO bayağı çatışma çıkardı. İşgal edip orada konumlanmak ve PYD’nin egemenliğine darbe vurmak ve kendi egemenliğini kurmak istedi. Buna karşı ne tür mücadele yürüttünüz?
Birinci olarak buna halk katıldı. Rojava’da halkın bir özelliği var. Bir dış tehlikeye karşı birlik oluyor. Serekaniye’de gördük. PYD’liyim, ben KDP’liyim, ben bu partidenim diyerek ayrım yapılmadı. Saldırılara karşı mücadele yürüttü. Serekaniye’yi savundu. Tüm halkın desteği vardı. PYD öncülüğünü yaptı. Tüm halkın desteği vardı. Toplumun bir mekanizması vardı. Toplum küçük. Oraya gelen yabancı bir birim olarak Kobanê’ye giderseniz, tüm Kobanê’de tanınmanız yarım saati alır. Yabancı bir kişi Kobanê’ye gelmiş ne arıyor diye sorarlar. Böyle bir savunma şekli vardır. Oradaki halk birbirini tanıyor. Yabancı kişilerin gelmesi hemen dikkat çekiyor. Halk birlik oluyor. YPG’nin oluşturduğu savunma mekanizmaları yerel savunma mekanizmalarıdır. Afrin’deki insanlar Afrin’i savunmakla yükümlüdür. Oraları daha çok kale haline getirme şeklinde bir tedbir alındı. Savunmanın yerel olması ve ikincisi halkın desteği ve üçüncüsü hep bir dengeyi sağlamak. Afrin’deki YPG Afrin’e göre kendi ilişkilerini kurar, savunma komiteleri kurar. Ona göre savaşır. Oralardaki eğitimler de farklıdır. Böyle bir savunma mekanizması ve bu nedenle çok büyük bir katılım oldu aynı zamanda.
YPG’nin her zaman hazırda bulunan gönüllü kadroları değil, bir de YPG’nin olağanüstü durumlarda, çağrı üzerine ya da kendiliğinden katılan bir militan kesimler vardır. Yeni eğitim görmüşler bunlar da arka saflarda destek verecek güçlerdir.
Bir örnek anlatayım. Bire bir yaşadığım bir örnek. Kobanê’de Türkiye’den tanklar Kobanê’ye girecekler haberini aldık. Sınıra gittik. Gerçekten Türkiye sınırı açmış, tanklar bekliyor. Türk askerleri kapıda bekliyor. Normalde böyle bir şey olduğunda halkın kaçmaları gerekiyor. Yüzlerce insan gelip bakıyor, neler olduğunu görmek için. Kimisi silahlarıyla birlikte müdahale mi edecekler biz savunmaya hazırız diye. YPG onları zorla uzaklaştırıyor. Serekaniye’den sonraydı. Türkiye HSO’yu Kobanê’ye sokacak diye bir korku vardı. Türkiye’de ajanlar da haberlere çıkmıştı. Türkiye kendi tarafındaki iki köyü boşaltmıştı. Köy halkı da bizi arıyor bizi boşaltıyorlar diye haber veriyor. Bunlar olunca herkes geldi. Çok dikkat edici bir görüntü vardı. 50 yaşlarında, 60 yaşlarındaki kadınlar sırtlarında kalaşnikoflar silahlarıyla geliyor. Bir militan grup kurmuşlar. Biz nerede görev alacağız diye komiteden görev talep ediyorlar. Artık Rojava halkını kimse yönetemez.
*Halk meclisi başkanı öldürüldü. Halktan da öldürülenler oldu. HSO tarafından ya da çeteler tarafından öldürüldü. Bunlar HSO’nun içindeki gruplar mı, İslamcılar mı, Türk subaylarının, özel görevlilerin soktukları mı?
HSO büyük bir yapıymış gibi merkezi bir yapıymış gibi görünüyor. Aslında öyle değil. Bunlar arasında ilan edilmiş 400 grup vardır. Tirbespîye’de 108 HSO tugayı vardı. Bir köyde 4-5 tugay oluşturulmuş. Kimisi bir kişi, kimisi 3, kimisi 100 kişi olanlar da var. Allah ne verdiyse. Bunlar arasında gerçekten insani amaç için savaşanlar vardır. Haklar alınması için savaşanlar da vardır. Türkiye için satın alınmış olanlar da vardır. Yani çok arabesk bir ortam vardı. Ama bir yapılanma değildir. Hristiyanlar Halep’tekiler bir HSO kurmuşlar. “Biz HSO tugayız, HSO müdahale ederse karşısında savaşırız, rejim müdahale ederse karşısında savaşırız. Biz HSO’yuz” diyorlar. Esad rejimi bazen ben artık kontrol edemiyorum diye sonuca varıp askerlerini HSO’na çeviriyor. Bazen rejim de çeviriyor. HSO için savaştığını iddia eden ama rejim için çalışanlar da var. Bazen de askerler çeviriyor.
*Serekaniye’de başlayan çatışmalarda HSO sonuçta bir anlaşma yapmaya mecbur kaldı. 11 maddelik bir anlaşma.
Serekaniye’ye Türkiye’nin HSO sokacağından çok emindik. Aynı zamanda biraz da hazırlıklıydık. Türkiye Kürtlerin Araplarla, HSO ile çatışmasını istiyordu. Serekaniye önemliydi. Çünkü orada bir toplumsal barış vardı. Denge vardı.
Araplarla, Süryani, Hıristiyanlar, Kürtler birbirine güvensizlik söz konusuydu aynı zamanda. Oradaki dengelerin bozulması Ortadoğu’nun büyük kaosunun da tetikçisi olabilirdi. Savaş başka yerlerde de patlardı. Ceylanpınar’da bir denge vardı. Araplar Kürtler, Çerkesler, başka gruplarla denge vardı. Rejimin de böyle bir amacı vardı. Türkiye ile rejimin çıkarları kesişiyordu.
HSO’sunun buraya üç defa saldırmasından ve YPG’nin saldırıları başarıyla püskürtmesinden sonra 11 maddelik bir anlaşma yapıldı. Birçok insan şunu soruyor: “Bu 11 maddelik anlaşmada neden taviz veriliyor. HSO ile bir mi oldular, bunu kim istedi, İmralı mı istedi, Barzani mi istedi”, diye analiz etmeye çalıştı. Her gün daha gerçek bir savaşa yaklaşıyoruz. Suriye’de savaş yeni başlıyor. Yeni başlıyor derken daha önce çatışmalarda bir iki kişi ölüyordu. Bugün 200 kişi ölüyor artık kimse bundan bahsetmiyor bile. Muhalefet grupları arasında, İslamcı gruplar arasında bile bir savaş, herkesin arasında bir savaş var. Kürtlerin böylesi bir süreçte bir taviz vermesi gerekiyordu. İç savaştan uzaklaşmak. İç savaşta kazanan olmuyor. Kürtler bunun için taviz verdi. Tansiyonun düşmesi için. Bir yandan Kürtler bir yandan HSO ve rejimin ambargosu. Rojava’da homojen bir bölgemiz yok. Araplarla Kürtler arasında gerginlik vardı. Böyle bir anlaşma gerekiyordu. Ambargoyu delmek, bir de ekonomik alışverişin olduğu kapılarda giriş çıkışı sağlamak.
YPG her iki silahlı gücün şehirlerden çekilmesini istedi. YPG zaten şehir hayatına müdahale etmiyordu. Kürtler açısından sivil bir meclisin kurulması önemliydi. Oradaki toplumsal barışın sağlanması önemliydi. Herkesi temsil eden bir meclis kuruldu.
*Anlaşmayla ambargoyu delmek, anlaşılır bir şey. Tabii söyle de bir şey var. Kontrol noktalarında beraber nöbet tutacaklar bunlar anlaşılır. Anlaşmada başka bir madde de var. Kürt illerinin dışında birlikte silahlı eylem yapabiliriz, diyor.
Bu yanlış çeviridir. YPG bir savunma gücüdür. Saldırı değil. Hiçbir zaman saldırmıyor. Kendi bölgesini savunuyor. Burada kastedilen, Koordinasyon ve işbirliğidir. HSO diyor ki Hasekiye gideceğiz. Yollarda YPG var. O zaman bize haber veriyorlar. Biz geçeceğiz diyorlar. YPG güvenliklerini sağlıyor. Onun dışında bir şey değil.
*Herkesin katılımı.
Halkların katıldığı meclisleridir. Halklar arası kardeşlik çok önemlidir. Rojava Kürtleri bunu başarırsa ve başarmaya devam ederse, bu hem Ortadoğu hem de Suriye açısından önemlidir. Serekaniye’de mecliste dağılımın nasıl olduğu konusunda bir bilgi almadım. Tirbespî’de bir meclis kuruldu. Hayatın her şeyinden sorumlu. 11 Kürt 11 Arap 11 Asuri’den oluşuyor. Birlikte yönetiyorlar. Tam olarak sayılar aklımda değil ama herkes nüfus ağırlığına göre yer aldı. Qamişlo’da Kubatlılar bir mahalledir. Yöneticiler bir ya da iki yönetici nöbet alıyor. 36 kişiden oluyor. Tüm meclisler TEVDEM içinde yer alıyorlar. Bir gün Ermeni grubu bir gün Arap bir gün bir başka grup nöbet alıyor. Tabela yazmışlar her dilden burası Asuriler, Kürtler vb. şeklinde herkesin adı yazılarak burada yaşıyorlar diye yazılmış. Herkesin katılması sağlanıyor. Bunda tabi biraz niye bir Kürt meclisine katılayım diyenler de var. Dincilik de milliyetçilik de yapan var tabii ama esas olarak meclisleri herkesin kabul edeceğini düşünüyorum.
*Meclislerin seçimi nasıl yapılıyor?
Dört yılda bir yapılıyor. Koşullar nedeniyle birçok meclis zar zor seçildi. Çok geniş seçimler olamayabildi. Gelecekte ne olacak koşullar nasıl olacak bilemiyoruz. Bu dönemler çok hassas dönemlerdir. Bu mucizeye ulaşabilecek miyiz? Kendi kendini yönetmeyi bilen halkı kimse yönetemez.
Halk yönetim ele aldı. Değişik halkların yönetimi almasını teşvik ediyor. Suriye’nin Arap ve diğer Hıristiyan halklarının yaşadığı şehirlerde mesela Halep’te Kürtlerin bir yönetimi kurduğu yayılıyor.
Bu tecrübeden faydalanmak istedi. Bir engel de vardı. Dil bilenler geldi. Komşu bölgelerin çoğu radikal İslamcıların olduğu köyler. Son dönemlerde git gide radikalleşiyor. Tüm atmosfer bu yönde, toplum da etkileniyor. Şiddet kültürünün yayılması halkı radikalleştiriyor. Karşılarında daha esnek daha laik bir sistemi görünce kâfir sistem olarak görüyor. Radikaller Cerrahpaşa ilçesinde gösteri düzenlemişlerdi. “Biz kâfir, ateist, komünist, demokrat, devrimci rejimleri kabul etmeyeceğiz. Biz Batının başımıza atadığı bir prensi istemiyoruz. Yemen’den gelen mollayı kabul ederiz” diyorlar. Tecrübeyi kopyalamak istemiyorlar. Ama gençler arasında sol demokrat, laik kesimler de öğrenmek istedi. Ama çok zayıflar. En az Türkiye’deki sol kadar zayıflar. Onlar Kobanê’de gelip görüyorlar.
*Oradaki topraklar başka bölgelerden getirilen Araplara verilmişti. Daha çok bunlarla Kürtler arasında gerginlik var demiştiniz. Göçmenlerde ve başkalarında büyük toprak sahipleri var mı?
Ağalar vardı. Topraklar genişti nüfus yoğun değildi. 1950’de 400-500 dönüm toprağı elinden alınmış bölünmüş. Çocuklarını da hesaba katarsanız ellerinde 4-5 dönem toprak kalmış.
*Arap ağaları var mı?
Var. Yüzlerce dönümü olan Arap ağaları var.
*Binlerce dönümü olanlar var mı?
Yüzlerce dönümü olanlar var. Binlerce dönüm çok fazla değil. Aynı zamanda bu topraklar verimsiz. O nedenle çok bir şey elde edilemiyor.
*Dışarıdan getirilip yerleştirilen Araplarla ilişkiniz nasıl?
Dışarıdan getirilen Araplar için komite kuruldu. Bunlar köyleri dolaşıp “tamam sizi zor durumda bırakmayacağız, siz de en az bizim kadar kurbansızın, bir çözüm bulunursa siz de tazminatı alacaksınız” diyor.
*Rojava’da tarım işçisi, sanayi işçisi var mı?
Sanayi Suriye’de gelişmedi. Sadece küçük burjuva ortaya çıktı. O da daha çok köylü burjuvazisiydi. Küçük bir fabrikası var. Tarım işçileri var. Gıda yapanlar. Suriye’de işçi, kapitalist sınıf ortaya çıkmadı. Kapalı bir ekonomi vardı. Esad ve askerlerin elindeydi. Çok fabrika yapmadılar. Halep’te yapıldı ama bir işçi sınıfı yaratmadı. Sonuç olarak sosyalist olarak bir sınıflanma vardır. Zengin fakir ve orta sınıf vardı. Orta sınıfta ortadan kalktı. Sermaye Esad ve ailesinin elindeydi. Suriye’de eskiden beri kapitalist feodalist sistem olmadı. Abdullah Nasır toprak reformu yaptı. Ancak ne feodaller var ne de kapitalistler vardı.
*Suriye’de Kürt illerinin dışında HSO ile rejim arasındaki çatışmalar nereye doğru gelişecek?
Suriye’yi kimse işgal etmek istemeyecektir. Suriye önemlidir ama savaşın masraflarını çıkarmaz. Petrol çok azdır. Kıyılarında doğal gaz bulunmuş. Suriye artık bir İran, Suudi, Katar, herkesin Türkiye’nin saldırısı (altında). Suriye herkesin çatıştığı bir alandır. Belki de en az çatışan yine ABD’dir.
ABD destek verip dışarıdan izliyor. Suriye’deki muhalefet çok paracıdır.
*ABD, Suudi Arabistan, Katar’a verdiriyordur. Suriye’nin geleceğini nasıl görüyorsunuz?
Geleceğimiz çok karanlık...
*Suriye’deki demokratik güçlerinin yeniden gelişme imkânı var mı?
Şu an çok zor. Suriye halkı akıllı bir halktı. Şiddet kültürü yoktu. Şiddet kültürünün yayılmasıyla, silahlanmasıyla o psikolojiyle her gün yeni yeni ölümlerin duyurulması şiddet kültürü yerleşti. Herkesin arasında çatışma. Başlangıçta çok sivil hareketti. Halk kaçtı. Türkiye, Ürdün, Lübnan’a kaçtı.
*Çok teşekkür ederiz
Ben teşekkür ederim.