Cemaat Ve AKP Dalaşını Anlayabilmek İçin

Koalisyon içinde en örgütlü ve en güçlü taraf olarak kabul edilen Gülen Cemaati ile AKP arasında zaman zaman görüş ve tavır ayrılıkları çıkıyor. Örneğin Mavi Marmara eylemine ve İsrail’e karşı Erdoğan’ın lafta kalan sert çıkışlarına Cemaat hoş bakmamıştı. Son olarak T. Erdoğan’ın emrinde bulunan MİT Müsteşarı Hakan Fidan’ın sorgulanmak istenmesi, bu çatışmayı daha da keskinleştirdi. Şu günlerde Özel Yetkili Mahkemeler ve Özel Yetkili Savcılar iki taraf arasında tartışma konusu. Bizzat AKP tarafından oluşturulan bu kurumlar şimdi aynı parti tarafından “devlet içinde devlet” olmakla suçlanıyorlar.

Biz bu yazıda tek tek konuların ayrıntılarına girmeden, bu çatışmaları anlayabilmede yardımcı olacak birkaç kalkış noktasını saptamaya çalışacağız.

Çatışmanın Tarafları

Çatışmanın vitrinde görünen tarafları AKP ve Cemaattir. Ama çatışmanın, şimdilik öne çıkmayan başka tarafları da vardır. Çatışmanın en güçlü tarafı, perde gerisinde hem AKP’yi hem de Gülen Cemaatini inisiyatifi altında tutan devlet, yani emperyalizmin de içinde yer aldığı egemen sınıflar blokudur. Çatışmanın bir diğer tarafı geleneksel cemaatler yani Nurcu, Süleymancı, Işıkçı, Nakşi çevrelerdir. ANAP ve DYP’den, sosyal demokratlardan devşirilen liberal aydınlar da tartışmaların tarafı durumundadır. Bunlar duruma göre ya AKP’den ya da Cemaat’ten yana tavır koymaktadırlar. Elbette Kürt hareketi ve Türkiye’deki demokratik hareket, bu blok dışında kalan ama atılacak adımları etkileyen en önemli güç durumundadır.

Biz bu kısa yazıda sadece dindar blok içindeki ve bunlarla devlet arasındaki çelişkiler üzerinde duracağız.

Egemen Sınıflar Bloku Kısaca Devlet

Türkiye’de devlet en önemli ve en güçlü dini kurumdur. Alışıldık deyimle ifade edersek, Türkiye’de en güçlü Cemaat devlettir. Bu durum yeni bir olgu değil, Osmanlı’dan Cumhuriyete, oradan da günümüze devreden bir gerçektir.

Devlet Cumhuriyetle birlikte iki kurumunu din işlerine ayırmıştır: Diyanet İşleri Başkanlığı ve Milli Eğitim Bakanlığı. Devlet bu kurumlar aracılığıyla dini eğitimi ve din adamı eğitimini kendi tekelinde tutmaktadır. Okullardaki zorunlu din eğitimi devlet tarafından verilmektedir. İmam Hatip Liseleri Milli Eğitim Bakanlığı’na, İlahiyat Fakülteleri YÖK’e bağlıdır. Camiler ve buralarda görev yapan on binlerce imam, müezzin, hatip vs. Diyanete bağlı devlet memurlarıdır. Cuma hutbeleri merkezi olarak hazırlanmakta ve camilerde okunmaktadır. Diyanet İşleri Başkanlığı ayrıca yayınlarıyla, devletin istediği doğrultuda kamuoyu yaratabilmektedir.

Diyanet 100 bini aşkın personeli olan, bütçesi birkaç bakanlıktan fazla, köylere, mahallelere eleman gönderebilen, Amerika, Avrupa, Balkanlar ve Kıbrıs’ta, Türki cumhuriyetlerde kurumları ve görevlileri bulunan, Türkiye Diyanet Vakfı sayesinde hayır işyeri, akademik faaliyetler ve ticari faaliyetler sürdüren bir kurum durumuna gelmiştir.

Günümüze kadar devletin resmi dindarlığı belirleyici olmuştur. Dinin günün ihtiyaçlarına göre ne kadar ve nasıl kullanılacağına karar veren güç devlettir, yani emperyalizmin de içinde doğrudan yer aldığı egemen sınıflar blokudur. Bu durum AKP hükümetleri için de geçerlidir. AKP dönemini geçmiş dönemden ayırt eden, cemaatlerle devlet dindarlığı arasındaki çelişkilerin en alt düzeye inmiş olmasıdır.

Cemaatler

Öncelikle Cemaatler suni olarak yaratılmış olgular değildir. Bunlar sınıfsal kuramlardır. Türkiye’de genel olarak “esnaf’ başlığı altında toplayabileceğimiz, (içine küçük üretici köylüleri de katıyoruz) kesime dayalı örgütlenmeler olarak ortaya çıkmışlardır.

Cemaatleri güçlendiren etken devletin bunlara karşı sürdürdüğü işbirlikçi politikaların yanı sıra, esas olarak cemaatlerin dayandığı sınıfsal tabanındaki gelişmeler ve değişmelerdir. Mevcut toplumsal-ekonomik düzen sürdükçe, bu düzenin yarattığı sınıfsal yapı devam ettikçe, hükümete hangi parti gelirse gelsin, cemaatlere hangi yasaklar konulursa konulsun, bunlar bir biçimde varlıklarını sürdürmeye devam edeceklerdir. Nitekim Türkiye’de cemaatler tek parti döneminde yani dini yasakların en sert olduğu dönemde ortaya çıkmış olan yapılanmalardır.

Türkiye’de cemaatler devletle hem işbirliği hem de sürekli çelişki içinde olmuşlardır. Bu süreçte devlet politikalarının cemaatleri geliştirip güçlendirmesi kadar, cemaatlerin de devleti din konusunda daha tavizkar olmaya ve yetkinleşmeye zorlaması söz konusudur. Şöyle söyleyelim: devlet daha çok İmam Hatip Okulu, Kur’an Kursu açtığı, Diyanete daha çok bütçe sağladığı, hükümetler laiklikten taviz verdiği için cemaatler daha çok gelişmekte ve cemaatler geliştiği, dinin devletin tekelinden çıkma ihtimali arttığı için, devletin dini yanı daha çok büyümektedir.

Türkiye’de tek parti döneminde oluşup günümüze kadar gelen dört önemli cemaat vardır: Nurcular, Süleymancılar, Işıkçılar ve Nakşiler. Bunlar özellikle Nakşiler ve Nurcular 1960’lı yıllardan itibaren süreç içinde kendi aralarında bölünmüşlerdir. Cemaatler hem devlet dindarlığı ile çelişkileri olan, hem de kendi aralarında sürekli rekabet içinde bulunan kurumlardır. Bu rekabet, sınıfsal anlamda burjuvazinin kendi içindeki bir rekabettir ve ölümcül de olabilir.

12 Eylül’den sonra ve ANAP dönemlerinde bu dört ana cemaate bir yenisi daha eklendi: Gülen Cemaati. Gülen Cemaati’ni diğer cemaatlerden ayıran en önemli özellik, bu cemaatin doğrudan emperyalizm ve devlet eliyle geliştirilmiş olmasıdır. Geleneksel cemaatlerin Tek Parti yönetimine, daha sonra da hükümetlere muhalif güçler olarak, aşağıdan yukarı oluşmuş ve gelişmiş olmasına karşın, Gülen Cemaati muhalif bir güç olarak doğmamış, 12 Eylül cuntasının işbirlikçisi bir örgütlenmesi olarak yukarıdan aşağı geliştirilmiştir. Bu nedenle geleneksel cemaatlerin zaman zaman emperyalizm ve devlet politikalarıyla çelişkiye düşmelerine rağmen, Gülen Cemaati’nde şimdiye kadar böyle bir durum görülmedi. Örneğin diğer cemaatler İran devrimine karşı çelişik tavırlar alırken Gülen açıktan bu devrimin karşısında oldu. Gene 12 Eylül’ün ve 1982 Anayasasının en açık destekçisi bu cemaatti. Gülen Cemaati Türkiye dışında emperyalist güçlerle açık işbirliği içinde oldu. Bu cemaat Erbakan’a hep uzak durdu ve 28 Şubat’ta F. Gülen Erbakan’a açıkça “çekip gitmesini” söyledi. Gülen, orduya ve devlete sürekli övgüler yağdırdı.

Gülen Cemaati geleneksel cemaatlere de alternatif bir yapı durumundadır. Devlet dindarlığı, devletin resmi dini günümüzde Gülen Cemaati’nin dindarlığı biçiminde hayata geçirilmektedir. Dolayısıyla devletle geleneksel cemaatler arasında yıllardır süregelen çelişkiler, günümüzde Gülen Cemaati ile diğer cemaatler arasındaki çelişkiler biçimini de alma potansiyeli taşımaktadır. Yani eski çelişkiler çözülmeden, bunların üzerine bir yenisi daha eklenmiştir. Gülen Cemaati’nin Süleymancı, Nurcu, Işıkçı, Nakşi Cemaatleri geriletmesi, her alanda bunların önüne geçmesi, hatta bunlara da hükmeder, onları da inisiyatifi altına alır bir duruma gelmesi, bu cemaatler için sessizce kabul edilebilecek bir durum değildir.

AKP

AKP bir Cemaat değildir. AKP Türkiye’yi yöneten egemen sınıfların partilerinden biridir. AKP, MNP-MSP-RP-FP diye devam eden 30 yıllık “Milli Görüş” çizgisinin reddi temelinde oluşturulmuştur. AKP de Gülen Cemaati gibi emperyalizm ve devlet eliyle oluşturulmuş bir yapıdır. Bu bakımdan AKP, aşağıdan gelen dinamikler üzerinde yükselmiş MSP ve Milli Görüş’ten farklıdır.

AKP Türkiye tarihinde ilk defa bütün cemaatlerin desteklediği bir siyasi parti oldu. Örneğin daha önce MSP bütün cemaatleri toplayamamıştı. Önemli bir kesim örneğin, Süleymancıların ve Işıkçıların yanı sıra, Nurcuların “Okuyucular” kanadı (Yeni Asya gazetesi) Demirel’in AP’sinde kalmıştı. MSP daha çok Nakşi Cemaatlere ve Nurcuların “Yazıcılar” kanadına dayanan bir partiydi. Erbakan’ın 12 Eylül’den sonra kurduğu Refah Partisi de bütün cemaatlerin desteğini alamamıştı.

AKP’nin eskisinden farkları sadece bundan ibaret değildir. AKP Milli Görüş’ün reddi temelinde oluştu ama MSP gibi kendine özgü bir siyasi çizgi geliştiremedi. “Ağır sanayi hamlesi”, “Adil toplum”, Ortak Pazar ve AB karşıtlığı, IMF ve Batı karşıtlığı, İslam Ortak Pazarı, İslam Dinarı önerileri vs. ile Milli Görüş kendine has bir siyasi çizgiye sahipti. AKP’nin siyasi çizgisi ise kendine has değildir. Uygulanacak iç ve dış politika doğrudan emperyalizm ve işbirlikçi egemen sınıflar tarafından belirlenip AKP’nin önüne konulmakta, AKP de bunları savunup ve uygulamaktadır. AKP’nin kendisini tanımlamak için ilan ettiği “Muhafazakâr Dindarlık” kavramını şimdiye kadar ciddiye alan olmadı. Dini politika konusunda da, ortada belirli, kamuoyunda tartışılmış bir şey yok. Tamamen fırsatçı bir tarzda ama ne yapacağına karar vermek için gözü hep emperyalizmde ve egemen sınıflarda olan bir tavır sergileniyor. AKP’nin şimdiye kadar yaptığı emperyalist metropollerde, Türkiyeli akademisyenlerin de katılımıyla 1980’li yıllarda hazırlanmış olan “Ilımlı İslam” projesinin harfiyen hayata geçirilmesinden ibarettir.

Çatışmalar

Devletle Cemaatler arasındaki çatışmalar daha önceki süreçte Diyanet ve İmam Hatipler üzerinde yoğunlaşmıştı. Bunların yanı sıra Ayasofya’nın cami yapılması, içki yasağı, giyim kuşam, kadınlara bazı yasaklar konulması, Cemaat dindarlığının yoğunlaştığı alanlardı. Diyanetle çatışma Süleymancı ve Işıkçı Cemaatlerin, Diyanet imamlarının arkasında namaz kılmamasına kadar varmıştı. Diyanetin özerk hale getirilmesi, hatta kaldırılması dindar çevreler içinde önemli tartışma konularından biriydi.

Devletle çelişkiler MSP’nin kurulması ve Milli Görüş’ün ortaya çıkmasıyla siyasi alana da sıçradı. Hükümetlerin uyguladığı dış ve iç politikalar, cemaatler tarafından yoğun eleştiri konusu oldu.

Günümüzde Diyanete, İmam Hatiplere ve güncel yaşama yönelik istemlere ilişkin tartışmalar asgari düzeye inmiş bulunuyor. Çünkü var olan iktidar bu konularda geleneksel cemaatlerin isteklerini yerine getirmeye çalışıyor. Ama cemaatler iktidarın iplerinin kendi ellerinde olmadığını ve zamanı geldiğinde bu iktidarın kendilerine de dirsek çevireceğini biliyorlar. Cemaatler bir yandan iktidarın sunduğu nimetlerden yararlanırken, bir yandan da kendi bağımsız varlıklarını korumaya ve güçlendirmeye çalışıyorlar.

Gelmesi mutlak olan ekonomik ve siyasi kriz ortamında, şu dönemde geri plana itilmiş olan çelişkilerin daha da keskinleşmesi beklenmelidir. Nitekim mevcut uzlaşma ortamında bile devleti elinde bulunduran güçler, işlerine gelmeyen, kendileri için potansiyel tehlike olarak gördükleri dindar ve İslamcı kesimlere hiç de merhametli davranmamaktadırlar. 1970’li yıllarda Metin Yüksel, Sedat Yenigün, Şeyhmus Durgun gibi ideolog ve örgütçülerin yanı sıra birçok kadro eleman devlet ve ülkücüler tarafından öldürülmüştü. Günümüzde de, Nakşi İsmail Ağa cemaati lideri Cübbeli Ahmet Hoca’nın hala hapiste olduğunu, İBDA-C liderinin ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasına çarptırıldığını, Hizbullah’ın yasal örgütlenmesi olan Mustazaf Derneği’nin kapatıldığını hatırlayalım.

Bu çelişkiler içinde AKP’nin eğilimleri hakkında şunları söyleyebiliriz. Her siyasi parti hükümet olduğunda, kendini destekleyen çevrelerden göreli bir bağımsızlık kazanır. Eğer iktidara tek başına ve önemli bir oy oranıyla gelmişse bu bağımsızlık eğilimi daha da artar. Emperyalizm ve egemen sınıfların müdahalesiyle oluşturulan AKP, iktidara geldiğinde bu güçlerin daha çok etkisi altına girdi. Bu güçlerin isteklerini yerine getirdiği ölçüde ve sahip olduğu siyasi imkânları kullanarak kendi başına bir güç haline geldi. Tayip Erdoğan bu gücü, tek adam yönetimi kurma doğrultusunda kullanmaya çalışmaktadır. Egemen güçler ise AKP’nin kendileri için tehlikeli olabilecek eğilimlerini Cemaati de kullanarak frenlemeye çalışmaktadırlar. Örneğin lafta da olsa İsrail’e alınan tavır, Alevileri, laik çevreyi, hatta liberal aydınları bile ürküten, devletten uzaklaştıran dinci söylemler, emperyalizmin ve egemen kesimin işine gelmemektedir. Kürt meselesinde de ne yapacağını bilmeyen bir AKP vardır.

Görünen o ki, bir yandan Kürt hareketinin ağır baskısı, bir yandan demokratik güçlerin kitlesel tepkileri ve bunların yanı sıra Gülen Cemaati’nin frenleyici girişimleri altında bunalan AKP ve T. Erdoğan, geleneksel dindarlığa daha çok yaslanmak istemektedir. En son eğitim sisteminde yapılan değişmeler, şehir tiyatrolarının özelleştirilmesi, içki kullanımının fiilen yasak hale getirilmesi için alınan tedbirler, kürtaj yasağı tartışmaları, Çamlıca tepesine cami vs. gibi sansasyonel adımlar, genel olarak egemen sınıfların toplumu dindarlaştırma eğilimi ile uyum içindedir. Fakat bu tavırlar, AKP’nin geleneksel cemaat dindarlığının daha çok desteğini almak için verilen tavizler olarak da görülebilir. Ama AKP ve Erdoğan kendilerini iktidar yapan esas güçlerin (emperyalizm ve egemen sınıflar bloku) açık biçimde farkındadır ve onların çizdiği sınırların dışına çıkmaları beklenmemelidir. Bu gerçeği Erbakan 28 Şubat ‘97 muhtırasıyla düşürüldükten sonra, Ali Bulaç’a şöyle itiraf etmişti:

“Böyle bir ülkede sağlıklı, adil, deklare edilmiş kurallara uygun siyaset yapmak mümkün değildir. Demokrasinin tam olarak işlemediği Türkiye’de % 80 oy alıp iktidara gelip hükümet olsanız da bir faydası yok.” (Ali Bulaç, Göçün ve Kentin Siyaseti, MNP’den SP’ye Milli Görüş Partileri, Çıra Yayınları, Mart 2009, 1. Basım, s. 577)

Sonuç

Yeni bir Cemaatin ortaya çıkması, AKP ile eski Milli Görüş çizgisinin tasfiye edilmesi, devletle cemaatler arasındaki ve cemaatlerin kendi içindeki çelişkileri ortadan kaldırmamış, tersine var olanlara yeni çelişkiler eklemiştir.

Bu duruma ek olarak günümüzün dindar kitlesi 1960 ve 70’lerin, Saidi Nursi, Mehmet Kotku, Süleyman Hilmi, Necip Fazılların döneminin dindar kitlesi değildir. 1980’li ve 90’lı yıllar boyunca dindar hareket bir aydınlanma bilinçlenme dönemi de yaşadı. Bu dönemde dindarlığı sadece İslamın beş şartı olarak görmeyen, dünya ve Türkiye sorunlarıyla ilgili, bunlara karşı duyarlı, sol hareket hakkında eskisine göre çok daha ön yargısız, hatta sol çevre ile ilişkiler içinde olan bir kuşak da yetişti. Artık dindar kitleyi ideolojik olarak yönlendirenler, besleyenler sadece cemaat liderleri değildir. Dindar hareket günümüzde 1960 ve 70’lerle kıyaslanmayacak ölçüde bir İslamcı aydın ve yazar kadrosuna ve okuyucu kitlesine sahiptir. Bu kitle, AKP, Gülen Cemaati ve geleneksel cemaatler dışında yeni oluşumlar yaratabilecek dinamiklere de sahiptir.

Mevcut cemaatler ve dindar siyasi partiler dışında, bu kesimde bir de İslamcı dinamik vardır. 1970’lerde örgütlenemeden yok edilen, 1985-1995 arasında örgütlü bir güce dönüşüp, solla ortak eylemler yapan, daha sonra AKP ve Gülen Cemaati tarafından asimile edilen bu dinamiğin, tekrar canlanması halinde ne yönde gelişebileceği üzerine konuşmak, şu an için erken görünüyor.

Gelişmelerini ve mevcut egemenliklerini emperyalizme ve devlete borçlu olan Gülen Cemaati’nin ve AKP’nin önümüzdeki süreçte sadece Kürt hareketi ve demokratik muhalefet ile çelişkilerinin değil, dindar çevre ile çelişkilerinin de derinleşmesi beklenmelidir.

Şu da genel bir doğrudur: Kürt hareketinin yanı sıra, Türkiye’de bu hareketle ittifak içinde olan bir demokratik muhalefet geliştikçe, eski cemaatler ve yeniler arasındaki çatışmalar geri plana itilecektir.

Marksist Teori

Yaygın Süreli Yayın
Varyos Gazete Dergi adına Yazı İşleri Müdürü: Tülin Gür
Posta Çeki Hesap No: Varyos Gazete Dergi 17629956
Türkiye İş Bankası IBAN: TR 83 0006 0011 1220 4668 71

Bize Ulaşın

Yönetim Yeri: Aksaray Mah. Müezzin Sok. İlhan Apt. No: 12/1 D:7 Fatih/İSTANBUL
Tel: (0212) 529 15 94  Faks: (0212) 529 06 75
Web Sitesi: www.marksistteori5.org
E-posta: info@marksistteori.org
Twitter: @mt_dergi