Son dört yıldır tarihi mücadelelere sahne olan Yunanistan’da sol, sokak mücadelelerinin yarattığı düzey ile 6 Mayıs ve 17 Haziran seçimlerindeki desteğini 1950’den beri en yüksek noktasına ulaştırmış olsa da işçi ve emekçiler için sorun henüz çözülmüş değil. 17 Haziran seçimlerinde ‘sürpriz’ bir çıkışla yüzde 27 oy alan SYRIZA’nın bileşeni olan Yunanistan Komünist Örgütü’nün Direniş (Resistance) Festivali kampı için bulunduğumuz Atina’daki gözlemlere ve yaptığımız görüşmelere dayanarak ele alacağımız bu yazıda son yıllardaki durum, son seçimler ve solun başarısı, sosyalizme geçiş ve radikal toplumsal dönüşüm olasılıkları üzerine kimi gözlem ve analizlere yer vermeye çalışacağız.
Öncelikle ülkedeki gelişmeleri anlayabilmek için biraz geriye doğru bakarsak: 2008 yılında Alexis isimli bir gencin polis kurşunuyla katledilmesi ve arkasından gelen sokak isyanları; ekonomik krizle daha fazla göze batan işsizlik, göçmen sorunu, Alexis’in katledilmesiyle ayağa kalkan toplumsal muhalefetin baskısı, yönetim ve eğitimde birçok sorun... 2009 Eylül ayında Yeni Demokrasi’nin Başbakanı Kostas Karamanlis’in erken seçim kararını açıklaması ve PASOK Başkanı George Papandreou’nun seçilmesi...
Sosyal Yıkım Ve Savaş
Papandreou’nun Başbakanlığa gelmesinden birkaç ay sonra da Yunanistan’ın iflasın eşiğinde olduğu itirafı geldi.
Papandreou burjuva ekonominin küresel bir oyunu olan şişirme bütçe planlarının ülke gelirinde 300 milyar Euro gedik açtığını açıkladı. Bütçe açığı yüzde 3 olması gerekirken yüzde 12,7’ye çıktı. Ve arkasından IMF, Avrupa Birliği ve Avrupa Merkez Bankası üçlüsünün bitmek bilmeyen sosyal yıkım paketleri ve anlaşma dayatmaları gelmeye başladı.
Diğer yandan 2011, krizin sosyal yaşama en ağır biçimde yansıdığı yıl oldu. Gayrı Safi Milli Hasıla %7 dolayında küçüldü. (2008: -%0,2, 2009: -%3,3, 2010: -%3,5) Borcun GSYİH’ya oranı %165’e çıktı. (Kaynak: Eurostat ve Avrupa Komisyonu verileri)
Resmi işsizlik oranı Eylül 2008’de %7,5 iken Kasım 2011’de %20’ye vardı. Genç işsizlik oranı ise aynı dönemde %22’den %48,1’e çıktı. Toplamda bir milyon insan işsiz kaldı ve bütün maaşlarda en az yüzde 30 düşüş gerçekleşti. “Sosyal dışlanma veya yoksulluk riski altında yaşayan nüfus” oranı krizin ilk iki yılında (2009-10) %27 düzeyinde kalırken, 2011’de bu oran %33’e yükseldi. (Kaynak: Eurostat ve Avrupa Komisyonu verileri) Ve böylece son üç yıldır neredeyse her gün eylemlere, genel grevlere, çatışmalara sahne olan sokak hareketliliği de başlamış oldu. Direnişin boyutları katılım oranı yüzde 90’lara çıkan genel grevlerle sistemin ekonomik ve siyasal işleyişini neredeyse tamamen sekteye uğratacak düzeylere ulaştı. Atina’nın Syntagma Meydanı 500 bin kişinin katıldığı dev gösterilere sahne oldu. (Selanik gibi illerde de onbinlerin sokaklara indiği düşünüldüğünde 11 milyonluk bir ülke için gerçekten kitlesel gösterilerdi bunlar.) Polis şiddeti ve eylemlere müdahalelerdeki vahşet düzeyi de aynı şekilde doruk noktasına çıktı. ANTARSYA temsilcisi Giorgos Kreasidis’in sözleriyle, “Her bir sokak eylemi kimyasal gaz savaşına dönüştü... Burjuva demokrasisi askıya alındı.”(1)
Kriz sonrasında PASOK “memorandum”u (sosyal yıkım paketini) gündeme getirdi ve siyasal merkezlerce yönetilen ve hızlandırılan derin bir krizle karşı karşıya kaldı. PASOK Avrupa Merkez Bankası, IMF ve Avrupa Birliği tarafından dayatılan memorandumu oylatmaya zorlandı.
Memorandumun içeriğine gelecek olursak, Avrupa mali oligarşisi Yunanistan’ın ulusal bağımsızlığını kısmen ortadan kaldırıyordu. Bu durum açıkça bu belgelerde kaydedildi. Devlet “Ulusal bağımsızlığımızı vermek durumundayız” açıklamasını yaptı. Ve bu Yunan emekçi sınıflarına karşı açık bir saldırıydı.
2011 yılındaki Arap isyanlarının rüzgârı Wall Street işgal eylemleri gibi Atina’daki Syntagma Meydanına da uğradı. Meydanı işgal eden halk açık bir şekilde mevcut siyasal sistemin ortadan kaldırılmasını istiyordu. En çok atılan slogan “Hemen istifa edin” oldu. Yunanistan Komünist Örgütü KOE’nin sözcüsü Kostas Dimiatris, işgal hareketinin SYRIZA’nın halkla bütünleşmesinde önemli bir faktör olduğunu dile getiriyor: “SYRIZA aslında en çok da bu meydan hareketi ile bağlantılıdır. SYRIZA’nın bileşenleri bu halk meclislerine katılım sağladılar. Bir yıl sonra böyle büyük bir ilgi çekmesinin temeli de budur.”
Papandreou, 2009 yılında ülke yönetimine geldiğinde “Ya kredi borçları bizi bitirecek, ya da biz onları bitireceğiz” diyordu, birincisi oldu. Sokağın baskısına dayanamayan PASOK hükümeti 2011 Ekim ayında istifa etmek zorunda kaldı. Yerine geçen Lucas Papademos başkanlığındaki teknokratlardan oluşan sağ koalisyon hükümeti de Şubat 2012’de erken seçim kararı aldı ve 6 Mayıs’ta seçimler gerçekleştirildi.
Seçimler öncesinde “teknokrat” Başbakan Lucas Papademos, seçime giren tüm partilere hitaben bir açık mektup yayımladı: “6 Mayıs ’ta yapılacak seçimleri kim kazanırsa kazansın önümüzdeki ay 2013-2014 bütçesinden yapılacak 11 milyar Euroluk kesintileri kabul etmek zorunda kalacak.”
Bu açıkça seçimler üzerinde mali sermaye vesayeti kurulduğunun ilanıydı. Ancak halk, bu vesayeti tanımadı. Yunan halkı sosyal yıkım paketlerine ve onları uygulayan partilere ağır bir bedel ödetti. Seçim sonuçları, sosyal ve siyasal yaşamda hüküm süren devrimci koşulların sandıklara yansımasından ibaretti.
Açık bir şekilde ülkedeki siyasal denklemler alt-üst oldu, iki partili hegemonya yerle bir edildi. Merkez partiler (PASOK ve Yeni Demokrasi) toplamda %80’den %30’a düştüler. 2008’den bu yana sokak mücadeleleriyle olumlu bir ilişki kuran Radikal Sol Koalisyon SYRIZA %16,7 oy alarak ikinci parti oldu. SYRIZA’nın “AB ile yapılan anlaşmaları, yükümlülükleri uygulamayacak sol bir hükümet” vaadi, oylardaki bu ani sıçramanın önemli bir nedenidir. Halk kitleleri kriz koşullarında “aniden” omuzlarında buldukları ve kurtulmaya çalıştıkları boyunduruğu söküp atması için SYRIZA’ya oy verdi. Hükümet kurma görüşmeleri esnasında da sürekli anketlerde oy oranı yükseldi.
|
|
17 Haziran |
6 Mayıs |
2009 seçimleri |
|||
|
Siyasi Parti |
Oy Oranı |
Vekil Sayısı |
Oy Oranı |
Vekil Sayısı |
Oy Oranı |
Vekil sayısı |
1 |
Yeni Demokrasi |
%29.66 |
129 |
18.85 |
108 |
%33.47 |
91 |
2 |
SYRIZA |
%26.89 |
71 |
16.78 |
52 |
%4.60 |
13 |
3 |
PASOK |
%12.28 |
33 |
13.18 |
41 |
%43.92 |
160 |
4 |
Bağımsız Yunanlar |
%7.51 |
20 |
10.61 |
33 |
2009’da PASOK+YD |
|
5 |
Altın Şafak |
%6.92 |
18 |
6.97 |
21 |
%0.29 |
- |
6 |
Demokratik Sol |
%6.26 |
17 |
6.11 |
19 |
2009’da SYRIZA ile |
|
7 |
KKE |
%4.50 |
12 |
8.48 |
26 |
%7.54 |
21 |
8 |
LAOS |
%1.58 |
- |
2.90 |
|
%5.63 |
15 |
9 |
Eko-Yeşiller |
%0.88 |
- |
2.93 |
|
%2.53 |
- |
10 |
ANTARSYA |
%0.33 |
- |
1.19 |
|
%0.36 |
- |
11 |
Diğerleri |
%3.19 |
- |
12.0 |
|
%1.66 |
- |
Avrupa Birliği Burjuvazisinden Şantaj
Birinci turda hükümet kurula- mamasının ardından 17 Haziran’da ikinci tur seçimlerin yapılması kararlaştırıldı. Bu süreçte başta Almanya ve Fransa olmak üzere Avrupa Birliği, IMF, Avrupa Merkez bankası gibi burjuvazinin hizmetinde olan odaklar SYRIZA’ya karşı açıktan bir savaşa giriştiler. Avrupa Birliği’nin siyasal ve ideolojik hegemonyası kullanılarak halka “SYRIZA sizleri Avrupa Birliği’nden çıkarmak istiyor”, “SYRIZA seçilirse burjuvazi Yunanistan bankalarındaki bütün sermayesini çekecek ve daha da yoksullaşacaksınız”, “Avrupa Birliği SYRIZA seçilirse yardımı kesecek” şeklindeki türlü propagandalarla halkın alternatifini boşa düşürmeye çalıştılar. Beğenelim ya da beğenmeyelim, yıkını karşısında halk için alternatif SYRIZA’nın burjuvaziyi bu denli paniğe uğratması bile bazı gerçekleri anlamanın yolunu açıyor.
Bu yüzdendir ki Almanya Başbakanı Merkel, “17 Haziran seçimleri Euro ve AB üzerine bir referandumdur. Yunanlı seçmenler bunu böyle algılamalı” tehdidini savuruyordu. Mali sermayenin medyadaki en güçlü seslerinden biri olan Financial Times’in (FT) Almanya baskısı (FT Deutschland) “SYRIZA’nın demagojilerine kanmayın. Verdikleri vaatlere, sözleşmelerin hiçbir sonuca yol açmadan feshedilebileceği sözlerine güvenmeyin” şeklindeki yazısıyla sermaye-medya ilişkisini en açık biçimde ortaya koyarken, Alman Bild gazetesi açık bir küstahlıkla Yunanistan’ın parasını Almanların verdiğini söyleyip “Milyarlarımızı istemiyorsanız, solcu veya sağcı bir soytarıya/şaklabana oy vermeniz bizim tarafımızdan olumlu karşılanacaktır... Acı reçeteli akılcı bir yol ile tamamen felakete gidecek bir yol arasında seçim yapacaksınız” şeklinde Yunanistan halkına hakaret etmekten geri durmadı.
Görüştüğümüz sol siyasi parti temsilcilerinin ifadesiyle burjuvazi, 6 Mayıs seçimlerin deki “Sosyal yıkıma evet mi hayır mı” sorusunu, arkasındaki küresel sermaye ve medyanın güçlü desteğiyle “Avrupa Birliği’ne evet mi hayır” sorusuna dönüştürmeyi başardı. Karşılaştırmalı seçim sonuçlan incelendiğinde 17 Haziran seçimlerinde 40 gün içinde siyasal haritanın ne denli değiştiği görülebilir. SYRIZA oylarını yüzde 16’dan yüzde 27’ye çıkarırken ilk seçimlerde Yüzde 8,5 olan Yunanistan Komünist Partisi(KKE) yüzde 4,5’e düştü. Anti- Kapitalist sol cephe ANTARSYA yüzde 1,2’den yüzde 0,3’e düştü. Oy dağılımını gösteren veriler SYRIZA’nın ülkenin en yoksul bölgelerinde birinci parti olduğunu gözler önüne seriyor.
KKE’nin SYRIZA’yı PASOK ve Yeni Demokrasi’yle aynı kefeye koyarak saldırmasını, seçim sürecinde hiçbir işbirliği ve koalisyon çağrısına olumlu yanıt vermeyerek açıktan “SYRIZA’ya güvenmeyin” şiarıyla propagandasını afiş ve pankartlarına bile taşımış olmasını not etmek gerekiyor. İç savaştan bu yana köklü bir geleneği olan bu partinin sol hükümet olasılığını getirecek koalisyondan uzak durması tarihsel bir sorumluluktan da kaçılması anlamına geliyor. Seçimlerde yüzde 7’ye yakın kemik oyu olan KKE’nin yüzde 4,5’e düşmesi ve oylarını kaptırması SYRIZA’ya olan düşmanca tavırlarının bir açıklaması olsa da bizce asıl neden sekter bir yaklaşım içinde olan KKE’nin halka gösteremediği çıkış yolunu SYRIZA’nın sunmuş olmasıdır.
Altın Şafak Faktörü
6 Mayıs ve 17 Haziran seçimleri için vurgulanması gereken bir diğer nokta da her iki seçimde de yüzde 7’ye yakın oy alan neo-Nazi Altın Şafak Partisi’dir. Açıkça “kirliliği ülkeden temizleyecek yeni bir Holokost”(2) yazılamaları yapmaktan geri durmayan bu faşist partinin oy oranını küçümsememek gerekiyor. Bild gazetesi örneğinde olduğu gibi ekonomik yıkımın toplumun kimi kesimlerinde yarattığı duygusal ve siyasal çöküşten faydalanan bu parti insanca bir yaşam kurma yolunda ilerleyen Yunan işçi ve emekçileri için bir tehdittir. Nazi faşizminin yükseldiği yıllarda enflasyon yüzde 300’leri buluyor, Hitler faşizmi milyonlarca insanın işsiz kalmasından Yahudileri sorumlu tutuyordu. Benzer bir söylemin Altın Şafak tarafından Avrupa’nın diğer ülkelerine geçme umuduyla Yunanistan’da tıkılı kalan yaklaşık bir milyon göçmene karşı yöneltiliyor. “Saf Yunan kanından olanlara” ücretsiz dağıtılmak üzere bu parti tarafından açılan kamu marketleri sefalete sürüklenmeye çalışılan halka karşı bir kara propagandadır. Bu sebepten solun bu tehdit karşısında güçlü bir antifaşist mücadeleye hazırlanması kaçınılmazdır.
SYRIZA Ve Toplumsal Hareket Geleceği: Bir Şey İçin
Ege’nin öteki kıyısında üç yıldır canla başla verilen mücadele kuşkusuz yeni bir eşikte ancak nereye ulaşabileceği devrimcilerin yeni bir siyaset tarzının yollarını açabilmesi ve halkı buna dahil edebilmesine bağlı. Bugüne kadarki mücadele IMF’ye, AB’ye, Yunan burjuvazine, Avrupa Merkez Bankasına, Alman Başbakan Merkel’e yahut Fransa Eski Başkanı Sarkozy’e karşıydı. Yani aslında mücadelenin neredeyse bütün eksenleri bir karşı olma/muhalefet üzerinden kurulmuştu.
Oysa sokak hareketlerini arkasına alan bu güçlerin bir an için durup “ne için mücadele ettiklerini” söylemeleri gerekiyordu. KOE de dahil, sol hareketlerinin hepsi bu son yıllarda “Yıkım paketini getiren bu sistem gayrimeşrudur” algısının toplumun geniş kesimlerine yerleşmesini başarmış olsa da sosyalizmin bu çürümüş sistem karşısında güçlü bir alternatif olduğu gerçeğini yeterince anlatamadığını söylemek durumundayız.
Diğer bir kritik mesele de SYRIZA’nın AB’den çıkma konusundaki kararsız tutumudur. AB’nin sadece bir para birliği olmadığı, ekonomiden eğitime, sağlığa toplumun her alanını düzenlediği gerçeği karşısında SYRIZA’nın gerçek bir halk hükümeti için bu burjuva birlikten acilen çıkılmasını savunması gerekmektedir. SYRIZA lideri Tsipras’ın bu reddedişi geri çevirmek için kullandığı “Hedefimiz tüm AB’yi dönüştürmek, tüm Avrupa’nın dönüşmesi gerekiyor” savunması kabul edilemez.
Seçmen’den Sosyalizmin Örgütlü Öznelerine
Bugün, SYRIZA’nın ana muhalefette kalıp muhalefet sorumluluğunu üstlenmesi ‘bir şeye karşı mücadele etme’ durumunun devamını getirebilir. Ancak, 1950’lerden sonra ilk kez bu denli geniş bir desteği arkalayan devrimciler için bugünün acil görevi kurucu/örgütleyici siyasete sarılmak.
Neden mi?
Bundan bir önceki seçimde yüzde 4-5 alan bir siyasal ittifak bir anda yüzde 30’lara dayanıyorsa ve kitlesinin ana gövdesini daha dün sol sosuna batırılmış PASOK’a ya da muhafazakâr, neoliberal Yeni Demokrasi’ye veren kitleler oluşturuyorsa üç yıllık mücadele sonucu gelen -burjuva terminolojisi ile- bu ‘seçmenlerin’ sosyalizm yolunda‘örgütlü öznelere’ dönüştürülmesi gerekiyor.
Kadroları bir kenara bırakalım, bütün seçmenlerinin 6-7 katı oy almış bir koalisyon gücü olarak SYRIZA nasıl başarabilir bunu? Avrupa solunda ve özellikle de Avro-Komünizm’i savunan ve SYRIZA’nın içinde en büyük güç olan Synaspismos’da güçlü bir parlamenterizm yöneliminin olduğunu düşünürsek son yılların büyük sokak mücadelelerini arkasına alan milletvekillerinin temsiliyeti halkın temsiliyetini hiçbir şekilde karşılayamaz. Sosyalizm mücadelesinde meclisin bir araç olduğunu unutmamak gerekiyor.
Lenin, Rusya Komünist Partisi’nin 11. Kongresi’ni şu sözlerle bitiriyordu: “Politika mekanik bir biçimde örgütlenmeden ayrıştırılamaz”. Ana muhalefet olmak, bütün bir sokak mücadelesinin yükünü 71 milletvekiline yüklemek yerine SYRIZA’nın yapması gereken geniş halk kitlelerine radikal siyaseti ve örgütlülüğü yaymaktır.
Bu durumda Yunanistan’ın mevcut güç dengeleri içinde radikal bir dönüşüm için en işlevli aracın parlamento dışı, karar alma mekanizmalarına dayalı, siyasal, ekonomik ve eylem birliktelikleri olarak kurulabilecek halk meclisleri olduğunu söyleyebiliriz. Aynı zamanda SYRIZA yoksulluk paketini/troykayı yırtıp atmak için kendisini buraya getiren sokak hareketinin içinde var olmaya ve onu daha da tırmandırmaya devam etmelidir.
Tarihten Öğrenmek: Kolektif Ekonomi
Tarih devrimciler için aylaklık ederek dolaşılabilecek bir arşivler yığını değil, gereken yer ve zamanda, gerekli tecrübelerin çekilip çıkarılabileceği bir kılavuz, geçmiş mücadeleleri içinde bulunduran ve her bir saniyesinde binlerce olasılık bulunduran anın kılavuzu olarak okunmalıdır.
Halk kitlelerinin bu denli geniş bir desteğini almış olmak konformizm ve parlamentarizm yönelimlerini güçlendirebilir. Geleceği, geleneği ve tarihi konformizmin elinden çekip çıkarmak gerekiyor.
Şüphesiz dönemin ve mevcut ihtiyaçların şekillendireceği örgütlenmeler, taktikler kaçınılmaz bir araç olacaktır ancak tarih halkın ve işçi sınıfının kendi yönetim biçimlerine örnek teşkil edecek yeterli deneyimleri bağrında taşımaktadır. SSCB’nin kuruluşunda ve sosyalizme geçişte önemli rol oynayan sovyet tipi örgütlenmeler temsiliyetin emekçilere dağıtılması bakımından kayda değerdir. Sovyetlerdeki Kolletivnoye khozyaistvo (kolektif ekonomi/kolhoz) örneklerinden kolektif çiftlikler, işletmeler Yunanistan için düşünülebilir. Tüm bu örneklerde işletmeleri ve kolektif çiftlikleri köylüler ve işçilerin kendileri yönetmekteydi.
Tunus’dan Kahire’ye, Syntagma Meydanı’ndan Wall Street’e uzanan işgal hareketlerindeki “Halk Meclisleri”, “Çalışma Grupları” gibi konsey tipi örgütlenmelerdeki yenilikler (Örneğin canlı yayına kadar uzanan basın ayağı, acil tıbbi müdahale ekipleri, özgün ekonomik modellemeler) sovyet örgütlenmelerine eklemlenebilir. Macar marksist entelektüeli Georg Lukacs, sovyetleri “geçiş döneminde sosyalizmin önkoşullarını yaratmanın temel silahı”(3) olarak değerlendiriyordu. SYRIZA başkanı Tsipras’ın KOE festivalinde aktardığı, birçok KOE yöneticisinin dillendirdiği “radikal bir geçiş dönemini örgütleme” perspektifi göz önüne alındığında Lukacs’ın vurgusu daha da anlaşılır olur.
Diğer bir güçlü örnek de geçtiğimiz on yıllarda ekonomik yıkım ve sefalete sürüklenen Latin Amerika ülkelerinden Arjantin’deki fabrika işgalleri. 2001 krizinden sonra büyük bir dış borç batağına sürüklenen ülkede işçiler “Fabrikalar halkındır” sloganıyla kapatılan fabrikaları yeniden işletmeye başladılar. Ülkenin en zengin sermayedarlarından Zanon’un seramik fabrikası başta olmak üzere tekstil, dondurma, tersane, oto yedek parça gibi 200’e yakın fabrikayı işçiler patronsuz işletmelere dönüştürdü. Gelirin işçiler arasındaki eşit dağıtıldığı bu fabrikaları örgütleyen
İşgal İşletmeleri Ulusal Hareketi’nin temel sloganı “İşgal et, Diren, Üret” Yunan emekçileri için de yol gösterici olabilir. Kararların meclislerde alındığı bu işletmelerdeki işçiler 2003’te neoliberal adaylar arasında seçim yapmaya zorlandıklarında seçimleri boykot ettiler. O dönem duvarlarda yazan “Hayallerimiz seçim sandıklarına sığmaz”(4) sloganı da mücadelenin Atina’daki parlamentonun dışına taşması gerektiğinin bir işaretidir. Yunanistan’da devrimci krizde CİA’nın askeri darbeyi alternatif göstermesi ve AB’nin atadığı teknokratlar hükümetinin ikinci bileşimindeki emekli generaller ve polis şeflerinin çokluğu, iç ve dış karşıdevrim güçlerinin ne düşündüğünü gösteriyor. Devrimci güçleri, halkın gücünü, bu olasılıklara karşı hazırlamaları için uyarıyor.
Bir koalisyon olarak SYRIZA’nın yerel yönetim, siyasal önderlik ve siyasal birlik üçlüsü temelinde bir siyasal hat oluşturması elzemdir. Daha açık bir ifade ile, ülkedeki çıkmazda sorumluluk alacak bir komünist öncü güç, halk meclisleri (veya sovyetler) temelinde yerel örgütlülükler ve SYRIZA içindeki bileşenlerin birliğinin korunması, daha da genişletilmesi (elbette aynı zamanda bu güçlerle uzlaşı temelinde değil, eylemde birlik, ideolojik ve teorik mücadelenin sürdürülmesi kaydıyla) toplumun sosyalizme doğru, işçi-emekçi halk meclislerine dayalı radikal bir dönüşümünün anahtarları olabilir. Ve ileride kurulabilecek bir SYRIZA hükümeti sosyalizme geçiş hükümeti olma rolünü üstlenebilir. İşgal hareketlerinin, Arap isyanlarının getirdiği birikimleri de kucaklayarak 21. yüzyıl sosyalizmi yolunda ilk nüveleri oluşturmaya aday bir Avrupa var karşımızda. İspanya, Portekiz, İtalya gibi ülkelerin de bu duruma eklenme olasılığını düşünürsek, “Hepimiz Yunanlıyız” sloganı hem enternasyonal dayanışmanın, hem kapitalizmin herkesi vurduğunun ifşasının hem de onlardan öğrenmenin şiarı olabilir.
Değerlendirmemizi KOE yöneticilerinden Rudi Rinaldi’nin ifadeleri ile bitirecek olursak: “Değişim birdenbire olmayacaktır. Göreceli adımlarla daha büyük bir değişim için güç biriktirilmelidir. Biz direniş geleneğine sahip bir ulusuz. Ve şimdi Yunanistan’ın bu direniş yüzü yeniden sahneye çıkmalıdır. Artık bir şeye karşı çıkan, bir şeye daha iyi muhalefet eden bir toplum olmamalıyız. Biz bir şeye karşı değil, bir şey için varız.”
Dipnotlar
1-http://www.etha.com.tr/Haber/2012/07/07/dunya/giorgos-kreasidis-mucadele-sokakta-devam-ediyor/
2-http://www.guardian.co.uk/commentisfree/2012/may/07/greece-leap-into-the-dark
3-Georg Lukacs (1976), History And Class Consciousness (Tarih ve Sınıf Bilinci), sayfa 280, MIT Press.
4-Avi Lewis ve Naomi Klein’in "The Take” filminden.