Tarih Unutmaz Ve Affetmez!

Geçtiğimiz günlerde burjuva basın yayın organlarından geniş yer tutan bir haber yayınlandı. Benzerlerine alışık olduğumuz ve ilgilenen herkese tanıdık gelen yeni bir dezenformasyon ve karalama, çamur at izi kalsın türünde iftira ve itibarsızlaştırma senaryosu sergilendi.

Sömürgeci Türk devleti kendi içinde restorasyona giderken, bunun Ergenekon operasyonları ayağında ağır tarihi suçlarının ortaya dökülmesini önleyemedi.

Faşist Demirel’in meşrulaştırdığı biçimiyle “rutin dışına çıkan birkaç failin” üstüne yıkarak kendisini aklaması da mümkün değildi. Bu suçlara yeni failler bulmak, resmi devlet görevlileri yanı sıra sivil uzantılarla bir taşla iki kuş vurmak üzere masa başı senaryolar hazırlandı, fabrikasyon failler üretildi. Devrimci komünist partilerle “rutin dışında” hareket eden bu tescilli devlet katilleri arasında ilişki ve bağlantılar icat edildi. Kim zaman çatışsalar da bu iki zıt kutup arasında bir çıkar birliği olduğu fikri işlendi, kamuoyu bu alçakça yalanlarla manipüle edildi. Devrimcilerin, komünistlerin yıllardır anlatmaya çalıştıkları, öne sürdükleri iddiaların gerçek olduğu ortaya çıkınca toplumun yüz akı bu devrimcilerin saygınlıkları artacak, inandırıcılıkları yükselecek daha önemlisi geniş kitleler nezdinde devrimci mücadelenin meşruiyeti güçlenecekti.

Bu noktada dezenformasyon, manipülasyon, karalama operasyonları devreye sokuldu. Devrimci ve komünistler, Kürt yurtsever hareketi bu kirli ve lanetli Ergenekoncuların işbirlikçisidir, suç ortağıdır tezi geliştirildi. AKP ve Gülenci klikler bu psikolojik savaş argümanlarında başrolü oynadılar.

Psikoloji savaş karargâhlarında üretilen son senaryo, partimiz MLKP’yi onun onurlu mücadele tarihini ve en değerli kadrolarından Hasan OCAK yoldaşımızı karalama üzerine kuruldu.

Polisin elinde oyuncağa dönüştüğü belli olan “Gurbet” isimli bir düşkün, Ergenekon davasında gizli tanık diye mahkemeye çıkarıldı. Sözüm ona Ergenekon sanıkları aleyhine ve işledikleri suçların tanığı olarak konuşturuluyordu. Ama açıklamaları Ergenekoncular, sivil ve resmi katiller, onların işkence, infaz kaybetme-katletmek, toplu katliam vb. suçları ile ilgili değildi. Partimizi karalamaya dönük yoldaşlarımıza iftira atan, kayıplar mücadelesinin sembolü olmuş Hasan OCAK yoldaşımız hakkında şaibe yayan açıklamalar yaptı. Söylediklerinin hiçbir yeniliği yoktu. Devlet kimseyi kaçırıp yok etmez/ kaybetmez, olsa olsa, kendi arkadaşların yapmıştır! Devlet, yargısız infaz yapmaz, Örgüt içi infazlar yapılır! Bu dil ve söylem bütün işkence, infaz ve kaçırma olaylarının failleri olan siyasi polise, bunlardan sorumlu olan savcılara ve devlete aittir. “Gurbet” denilen düşkünün de kime hizmet ettiği, kimlerin aleti olduğu, kimler adına konuştuğu bellidir.

Sömürgeci rejim 1995 yıllarına doğru yeni bir Alevi-Sünni kışkırtmasına ihtiyaç duyuyor hale gelmişti. Gazi mahallesi bilinçli olarak seçildi. Birkaç alevi kahvesi silahla taranacak, bazı alevi önde gelenleri katledilecek, aleviler öfke ile sokaklara dökülecekler, başta camiler olmak üzere Sünni esnaf ve mahallerle saldıracaklardı! Üstelik bu öyle bir hedefti ki, Gazi mahallesiyle sınırlı kalmayacak ve diğer pek çok mahalle ve kentte Alevi-Sünni çatışmaları patlayacaktı.

Gazi mahallesindeki devrimciler ve komünistler bu planı boşa çıkardı. Alevi halkın haklı öfkesini doğru hedefe yönlendirdiler, kontrgerillacı-katliamcı devletin Gazi’deki işkence ve infaz karargâhı Gazi polis karakoluydu. Halk devrimcilerin önderliğinde “Katilleri istiyoruz”, “Katilleri bize teslim edin” diyerek karakola yürüdü. Polis barikatları yarıldı, panzerler halk tarafından kuşatıldı. Gazi halkı baştan ayağa cüret, feda ruhu ve isyanla donanmıştı.

Gazi’nin barikat ateşi içinden yeni bir örgütün silueti yükseliyordu. Gazete ve televizyonlar hep bir ağızdan soruyor, merak ediyor ama aynı zamanda hedef gösteriyorlardı. Gazi ayaklanması ile öne çıkan örgüt 10 Eylül 1994’de kurulan MLKP’den başkası değildi.

Partimiz Gazi ayaklanmasında çok özel bir rol oynadı. Hasan OCAK Gazi Ayaklanmasına önderlik eden devrimcilerden ve yoldaşlarımızdandı. Partimizin devrimci karakterinin Gazi barikatlarında biçimlenmesinde “Komutan Hasan” olarak oynadığı rol ve bıraktığı miras ile büyük pay sahibidir. Parti tarzının Gazi’deki ruhu Hasan OCAK şahsında vücut bulmuştur. O nedenle itirafçı ve polis işbirlikçisi gizli tanığın Hasan OCAK ile partisini karşı karşıya getirme çabası boşunadır.

Partimiz MLKP diğer bazı devrimci örgütlerin aksine kuvvetlerini Gazi’ye toplama değil, ayaklanmayı diğer mahalle ve kentlere yayma taktiği izledi. Gazi’de ise ayaklanma ruhuna uygun biçimde barikatların en önünde çarpıştı. Gazi halkına önderlik etme görev ve bilinci ile hareket etti.

Gerek Gazi provokasyonunu boşa çıkarmada oynadığı etkin rol nedeniyle, gerekse bir işkence merkezi haline gelmiş olan Bağcılar 100. yıl Karakolu’na yönelik lavlı saldırısıyla MLKP devletin hedefi haline geldi. Hasan OCAK yoldaşımızın kaçırılarak kaybedilmesi, eş zamanlı olarak bir başka yoldaşımızı kaçırıp kaybetme girişimi, yine peşi sıra aralıksız süren gözaltı ve tutuklamalar kontrgerilla devletinin partimize karşı intikam ve misilleme saldırıları olarak planlandı.

Hasan OCAK nasıl ve kimler tarafından kaçırıldı, nasıl sorgulanıp öldürüldü bunlar kamuoyuna açıklandı. Bedenindeki işkence izleri, telle boğulmuş olması, kemerinin ve ayakkabı bağlarının olmayışı faillerin kimliğine işaret ediyordu. Keza Hasan OCAK kaybolduğu andan itibaren ailesi, arkadaşları ve demokratik kurumlar tarafından yaygın ve çok etkili bir kampanya yürütüldü. Burjuva basın ve televizyonlara konu edildi, sokaklar, meydanlar, duvarlar Hasan OCAK’ın adı ve fotoğraflarıyla donatıldı. Onlarca şehirde “Hasan OCAK kaçılırdı, kaybedilmek isteniyor!”, “Hasan’ı sağ aldınız sağ istiyoruz” kampanyaları yürütüldü. Kampanya ülke sınırlarını aştı. Avrupa’ya taşındı. Buna rağmen, polis her nasıl olduysa, Hasan yoldaşımızın kimliğini tespit edemiyor, ormanda bulunan bir cesedi kimsesizler mezarlığına gömüyor. İşkence edilmiş ve telle boğulmuş olması bile şüphe uyandırmıyor polise. Her şey bir yana Hasan OCAK daha önce 80’li yıllarda gözaltına alınmış ve parmak izlerine kadar kimlik bilgileri ile polis arşivinde kayıtlıdır. Tüm bu veriler Hasan yoldaşımızı kaçıranların ve alçakça katledenleri ele veriyor. Bunlar dönemin siyasi polis biriminde MLKP masasına bakan TİM 3 polisleri ve şefleridir. Hiçbir şüpheye yer yoktur, failler bellidir. Bu devlet ayan beyan ortada olan bu gerçeğe rağmen isimleri bilenen katilleri yargılamayarak kayıplar olgusunun resmi politika olarak uygulandığını kabullenmektedir.

Bugün birkaç general ve asker eskisi ile onların oyuncağı birkaç katilin yargılanmakta olmasının, devleti tüm bu ağır suçlarından aklamaya yetmeyeceği elbette biliniyor, o nedenle “Gurbet” gibi devşirme alçaklar gizli tanık sıfatı ile devreye sokuluyor ve Ergenekon davasına tanıklık etme maskesi ile partimizle kontrgerilla artıkları arasında bağ kurmaya çalışıyor, partimiz MLKP’nin ismini ölümle cezalandırılmaya hak eden bu halk düşmanı katiller sürüsü ile birlikte anarak lekelemek istiyor.

40 yıldır aynı nakarat: 71 devrimci hareketinin sembol isimleri Deniz, Mahir, İbrahim ve dönemin önde gelen devrimcileri 12 Mart Faşist cuntacıları ile anılarak lekelenmek istendiler. 12 Eylül 1980 askeri faşist darbesi sol ve devrimci hareket silah kullanılmaya itildi, “sabah sağcıyı vuran silahla akşam solcu vuruldu” uydurmalarıyla meşrulaştırılmaya çalışıldı. “Kardeş kardeşi vuruyordu” iddialarıyla antifaşist mücadele çarpıtıldı. 1990’ların yargısız infaz, kaçırma-kaybetme, faili meçhul cinayetler için de örgüt içi infazlar, “kendi arkadaşları kaçırıp kaybetmiştir” iftira ve karalamalarıyla kontrgerilla devleti aklanmak istenir, bu tarihi suçlar devrimcilerin üzerine atılırdı.

Devrimcileri, komünistleri örgüt içi infaz iddialarıyla karalayan faşist devletin iç infazlardaki mahareti bütün kamuoyu tarafından biliniyor. Osmanlı’ya ya da Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluş yıllarına kadar gitmeye gerek yok. Yakın tarih tanıktır devletin kendi kadrolarını nasıl infaz ettiğine. Bu infazlarda o kadar gözü karadır ki, Jandarma Genel Komutanı düzeyinde, generaller, albaylar rütbesinde askeri tereddütsüzce ortadan kaldırılmıştır. Eşref Bitlis olayı, devlet infazlarındaki fütursuzluğu gösterir. Tuğgeneral Bahtiyar Aydın da keza general sınıfından askerlerin rahatlıkla infaz edilebildiğine örnektir. Albay Kazım Çillioğlu’nun infazında ise o kadar rahat hareket etmektedir ki, ortaya çıkmayacağından emindirler, kaba saba hazırlanmış düzmece intihar süsü ile olayı kapatırlar. Bugün ortaya çıkan gerçeklerden öğreniyoruz ki, Kazım Çillioğlu, intihar etmemiş, bulunan intihar notundaki el yazısı kendisine ait değil, öldürülmeden önce işkence görmüş-darp edilmiş, kaburgaları kırılmış, kürek kemiğinde kurşun yarası var, vurulduktan sonra yerde sürüklenmiş vs. Kazım Çillioğlu’nun infazı daha kaç intihar vakasının düzmece olduğunu düşündürmeye yetiyor. Kışlalarda intihar ya da kaza kurşunu ile ölen askerlerin cinayet kurbanı olduklarına dair örnekler de az değil.

Şimdi bu devlet kalkıyor devrimcilere örgüt içi infaz ettiğini söylüyor. İtirafçılar, işbirlikçiler, devşirme hainler de tüm bu iftira ve karalama kampanyalarının gönüllü borazanlığını yaparak ortak olurlar yargısız infazlara, kaçırma ve kaybetme operasyonlarına.

“Gurbet” denilen düşkün, sıfatı ne olursa olsun, gizli tanık vb. denilerek meşrulaştırılamaz. Her sözü ve iddiası ile siyasi polisin yazdığı senaryonun basit bir figüranıdır, o kadar!

Gözaltında kaybetme politikası bu devletin en aciz, korkak ve alçakça uyguladığı yöntemdir. Yüzlerce kayıp, hala akıbeti belirsiz, Cumartesi meydanlarında aranıyor. Anneler, eşler, çocuklar ve torunları ile ikinci-üçüncü kuşak kayıp yakınları kayıplarının akıbetinin açıklanmasını bekliyorlar. 1995’te Hasan OCAK kampanyası ile başlayıp yüzlerce haftadan beri gerçekleştirilen Cumartesi eylemleri kaybedenlerin yakasını bırakmayacak. Bir değil, düzinelerce “Gurbet” çıkarabilirsiniz, ama suçlarınız o kadar ağırdır ki, “Gurbet”ler sürüsü bile aklanmanıza yardım edemez.

17-31 Mayıs Uluslararası Gözaltında Kayıplara Karşı Mücadele Haftası içinde olduğumuz bugün kayıp yakınlarının talepleri ilk günkü kadar güncel, haklı ve acil taleplerdir. AKP Hükümeti bu talepleri duymuyor, cumartesi eylemlerini görmüyor, kayıplar gerçeğinden habersiz gibi davranıyor. Kayıp yakınlarının mücadelesi karşısında kör-sağır-dilsiz rolü oynarken kayıplardan birinci derecede sorumlu katillerin elebaşı rahat etsin diye konforlu cezaevi restore ediyor. Kayıp yakınları ve bizler için çok açık bir gerçektir; AKP bu gayretkeşliği ile katillere diyet borcunu ödüyor.

İstanbul’da Galatasaray Lisesi önü, Amed’de Dağkapı Meydanı ise kayıplar mücadelesinin onur abideleri analar, eşler ve çocukları ile kayıp yakınları ve dostları için adeta, ikinci adres haline gelmiş durumda. Hayrettin EREN, Cemil KIRBAYIR, Yusuf ERİŞTİ, Fehmi TOSUN, Hüseyin TORAMAN, Neslihan UNCU, Ayhan EFEOĞLU, Serdar TANIŞ, Ebubekir DENİZ, Kenan BİLGİN, Talat TÜRKOĞLU, Hasan GÜLÜNAY ve gözaltında kaybedilen ismini sayamadığımız yüzlerce devrimci, sosyalist, yurtsever, dostları yoldaşları ve yakınlarının ellerinden bırakmadıkları fotoğrafları ile Cumartesi meydanlarında kayıplarının hesabını sormaya devam ediyor.

Talepler değişmiyor, iç burkuyor, vicdanları kanatıyor, öylesine...

-Kayıpların akıbeti açıklansın, mezarlarımızı istiyoruz!

-Kaybedenleri istiyoruz! Failleri bellidir, yargı önüne çıkarılsın!

-Adli Tıp arşivlerindeki kimliği belirsiz ölümlerin fotoğrafları kamuoyuna açıklansın!

-Kimsesizler mezarlığına gömülen cesetlerin fotoğrafları, parmak izi bilgileri, doku örnekleri, DNA kayıtları açıklanarak kayıp yakınlarınınkilerle karşılaştırılsın!

-Kayıp yakınları, İHD, THİV ve İCAD temsilcilerinden oluşturulacak bir komisyona kayıpların araştırılması doğrultusunda ilgili kurumlar ve resmi tüm arşivlerde inceleme yapma izni verilsin!

Kaçırma ve gözaltında kaybetme, politikası zincirleme bir süreçtir. Karar vericiler, uygulayıcılar, başvuruları geri çevirenler, üzerini örtmeye kalkışanlar, çarpıtanlar, kamuoyunu aldatanlar, açığa çıkarma ve yargılamayı önleyenler bu zincirin halkalarıdır. “Gurbet” adlı itirafçı-işbirlikçi unsur da bu organizasyonun parçasıdır. Kayıplar mücadelesinde yeni bir karartma ve karalama saldırısıyla yüz yüzeyiz. Tam da bu dönemde ortaya çıkan “Gurbet” ile onu sahneye süren polis-savcı, işbirliği ile kirli ve karanlık yeni senaryolar peşinde olduklarına kuşku yoktur. Duyarlı demokrat kamuoyunu buradan uyarıyor, provokatif her türlü baskı ve faşist saldırıya karşı kararlılıkla direnme çağrısı yapıyorum.

İrin halini almış bürokrasisi ve yönetim tarzı ile ortalığa saçılan pislik sömürgeci faşist Türk devletinin makyajsız halini gösteriyor. Ne yaparsa yapsın, hangi yönteme başvurursa vursun kendi pisliğine bulaştıramayacak bizleri; Devrimciler, komünistler, yurtseverler Türk ve Kürt halkının, ezilen emekçi sınıfların yüz akıdırlar. Halklarımız bizi iyi tanıdığı gibi onlarca yıldır kendilerini ezen sömüren her türlü zorbalık ve aşağılamaya maruz bırakan kan emici asalakları da tanır. Bu devran böyle gitmez! Tarih unutmaz ve affetmez! Halka ve devrimcilere karşı işlenen suçlar karşılıksız kalmaz. Er geç bu suçların hesabı sorulacak. Büyük hesaplaşmanın sonucu Türk-Kürt halkları ve her kesimden ezilenlerin özgürlük, eşitlik, adalet mücadelesi ile tarihe yazılacak.

Marksist Teori

Yaygın Süreli Yayın
Varyos Gazete Dergi adına Yazı İşleri Müdürü: Tülin Gür
Posta Çeki Hesap No: Varyos Gazete Dergi 17629956
Türkiye İş Bankası IBAN: TR 83 0006 0011 1220 4668 71

Bize Ulaşın

Yönetim Yeri: Aksaray Mah. Müezzin Sok. İlhan Apt. No: 12/1 D:7 Fatih/İSTANBUL
Tel: (0212) 529 15 94  Faks: (0212) 529 06 75
Web Sitesi: www.marksistteori5.org
E-posta: info@marksistteori.org
Twitter: @mt_dergi