Tayyip Erdoğan’ın, Nüfus ve Kalkınma Konferansı Eylem Programı’nın uygulanmasına ilişkin 2012 Uluslararası Parlamenterler Konferansı kapanış oturumunda yaptığı konuşmada başlattığı kürtaj yasağı gündemi, bir gün sonra AKP Genel Merkez Kadın Kolları 3. Kongresi’nde “Sezaryen ve kürtaja karşıyım. Bunu söylediğimde bana karşı çıkan basın mensupları, yatıyorsunuz kalkıyorsunuz Uludere diyorsunuz! Ben de diyorum ki, her kürtaj bir Uludere’dir!” açıklaması ile devam etti. Bir yanda her gün yeni bir açıklama ile kadın düşmanlığını körükleyen AKP kurmayları, karşısında ise hızla örgütlenen, kürtaj yasağına karşı her türlü eylem biçimi ile alanları boş bırakmamaya kararlı ve güçlü kadın kamuoyu bulunmakta.
AKP’nin kadın politikalarında en başından itibaren almış olduğu tutum ve şimdiye kadar kat etmiş olduğu yol düşünüldüğünde, kürtaj yasağı ile ilgili yapılan ve arkası kesilmeyen açıklamaların şaşırtıcı ya da beklenmedik olduğunu söylemek zor.
Kürtaj yasağı neoliberal AKP’nin muhafazakâr toplum projesinin bir devamı esasında. En az üç çocuk söylemi ile hedeflenen nüfus politikası, kadınlara doğum kontrol konusunda yardımcı olan ve doğum kontrol araçlarını sağlayan Ana Çocuk Sağlığı merkezlerinin kapatılması, 4+4+4 ile yaratılmak istenen eğitim sistemi ve bu sistemin sonucu çocuk işçi ve gelinler, dindar gençlik, ucuz iş gücü kadınlar vs... AKP’nin muhafazakâr kitle temeli geliştirme çalışmalarının son projesi ise kürtaj yasağı oldu.
Nüfus Politikaları
Tüm dünyada nüfus politikaları ataerkil kapitalist sistemin ihtiyaçlarına uygun biçimde kadın bedenleri üzerinden, kadın cinselliği ve doğurganlığı denetlenerek sürdürülür. Gerçekte burjuvazi hızlı nüfus artışından ucuz genç ve çocuk işgücü sağlamak ve kitlesel işsizliği işçi ücretlerini sürekli aşağıya çekmek için yararlanır. Ama aynı zamanda yoksulluk, açlık ve kitlesel işsizliğin nedeninin kapitalist sistem olduğunu gizlemek için ‘nüfus hızlı artıyor, işsizliğin ve yoksulluğun nedeni bu hızlı nüfus artışıdır, o halde artışı frenleyelim’ Malthusvari teorileri teşvik eder. Bu amaçla dönem dönem nüfus planlamalarına destek verir. Burjuvazi bu ikiyüzlülüğü tarih boyunca sürdürdü, bundan sonra da sürdürecek.
AKP ise kapitalizme ucuz genç işgücü sağlamak amacıyla nüfus artışını hızlandırmayı açık argümanlarla, şovenist amaçla nüfus artış hedefini örtülü söylemle savunduğu gibi, dünyanın hemen tüm muhafazakârları gibi tutucu kitle temeli geliştirmek için de kürtaj yasağı getirmek istiyor.
Tarih boyunca erkek egemenliğinin tahakküm nesnesi kadın bedeni olmuştur. Kadınların doğurganlıklarını kontrol altına almak, ailede her zaman cinsiyetçi iş bölümü, hiyerarşi ve baskıyı gerekli kılmıştır. Kadınların ev içinde harcadıkları karşılıksız emek, hem erkek egemenliği, hem sermaye açısından gerekli olduğu kadar, doğurganlıklarının kontrolü de nüfus politikalarının vazgeçilmez aracıdır. Kürtajın serbest olması ya da kısıtlanması politikaları nüfusu azaltma veya arttırma politikaları bağlantılıdır.
Özellikle faşist devlet anlayışlarında, nüfus politikaları, “en fazla doğurganlık” üzerine kurulmaktadır. Doğurganlık ile ulus nüfusunun artışı kutsanırken, kürtaj hakkı da hep yasaklanmıştır.
Türk burjuvazisi cumhuriyetin ilk on yıllarında genç ucuz işgücünü çoğaltmak için nüfus artışını hızlandırma politikasına sahip olduğu gibi ırkçı ve cinsiyetçi anlayış ve kurallar da geliştirdi. “1932'de İstatistik Genel Müdürlüğü, Mussolini’nin nüfus politikasını (politica demografica) açıklayan, İstatistik Konseyi üyesi Gaetano Zingali’nin yazdığı bir kitabı, ‘Nüfus Kemiyet ve Kemiyetçe İnkişafı İçin İtalya’da Alınan Tedbirler’ başlığı ile çevirir. Örnek alınan çalışma, doğumların maksimizasyonunu temel almayı; bekârlığı ve düşük doğurganlığı lanetlemeyi; evlilik kurumunu güçlendirmeyi ve sözüm ona toplumu sağlıklı kılmayı “nüfusun doğal hareketi” için esas alıyordu. Bu aşırı milliyetçi görüş sömürgelerde ve aşağı gördüğü ırklarda ise nüfusu azaltmayı öngörüyordu. Örneğin Hitler Almanyası’nda daha başlangıçta Temmuz 1933’te çıkarılan bir yasayla ırka dayalı kıstaslara dayanarak Alman olmayanlara mecburi kısırlaştırma mümkün hale getirildi. Yaklaşık 200.000 kişi zorla kısırlaştırıldı.
Kemalist burjuvazi tarafından 1929'da 1529 sayılı Şose ve Köprüler Kanunu ile beşten fazla çocuğu olan ailelerin yol vergisinden istisna edilmeleri kabul edildi. 1930 yılında doğumları artırma ve kolaylaştırma görevi 1593 sayılı Umumi Hıfzıssıhha Kanunu ile Sağlık Bakanlığı’na verildi ve aynı kanunun “ilkaha mani veya çocuk düşürmeye vasıta olup sıhhat ve içtimai muavenet vekaletince tayin olunacak alet ve levazımın ithal ve satışı” yasak edildi. Aynı kanun ile geniş ailelere (altı ve daha fazla çocuk sahibi) bir madalya verilmesi kararlaştırıldı. 1926 tarihli Türk Ceza Kanunu, kasten çocuk düşürmek ve düşürtmeyi suç olarak belirledi. Bu fiillerin cezaları 1936 ve 1953 yıllarında çıkarılan yeni yasaklarla daha da artırılmıştır. Ayrıca söz konusu maddeleri kapsamına alan Ceza Kanunu’nun ilgili faslının adı “Kasten Çocuk Düşürmek ve Düşürtmek Cürümleri” iken, 1936'da bu faslın adı “Irkın Tümlüğü ve Sağlığı Aleyhine Cürümler” olarak değiştirilmiştir.
Bugün ise kadınlar uzun mücadeleler sonucu kürtaj hakkını kazanmış durumdalar. Ancak bazı hukuki ve fiili engeller hâlâ mevcut. Tecavüz sonucu oluşan gebeliklerde ve evli olmayan kadının gebeliğinin sonlandırmasında kimsenin onayı istenmiyor. Fakat evli kadınlar için aynı durum söz konusu değil. 1983’te yürürlüğe giren 2827 sayılı Nüfus Planlaması Hakkında Kanun’a göre, evli kadınların kürtaj olabilmesi için “kocanın rızası” aranıyor. Evli kadının bedeni üzerinde devletten önce bir de kocası söz hakkına sahip. Ne de olsa kutsal aile kurumunun reisi koca, evlilik birliğinde her şeye karar verdiği gibi kadının gebeliğinin sonlandırıp sonlandırmayacağına da karar veriyor.
Kürtajın cinayet olarak nitelendirilip yasaklanmaya çalışılması, hükümetlerin uzun yıllardır şaşmadan izlediği nüfus politikası bağlamında kadınların bedenleri ve yaşamları üzerinden siyaset yapma anlayışının bir parçası olarak karşımıza çıkmaktadır. Ancak AKP’nin bu yeni hamlesini tek başına erkek egemen ve cinsiyetçi politik tutumla açıklamak pek de yeterli olmayacaktır.
AKP hükümeti, 2023’te en iyi 10 ekonomi arasında olmayı hedefliyor. Türkiye’de bugünkü nüfus öngörülerine göre 2023’ü yaşlı bir nüfusla karşılıyoruz. Ancak AKP ve burjuvazinin bu amaçlarına ulaşması için yüksek oranı oluşturan genç ucuz işgücünü sürdürme ihtiyacı vardır. Bu da dayatılan en az 3 çocuk ve kürtaj yasağının başta gelen temel nedenidir.
AKP iktidarının endişe duyduğu bir diğer konu da artan genç Kürt nüfusu. Yakın geçmişe bakıldığında, Tayyip Erdoğan’ın bu çıkışlarında, Türk nüfusunu arttırma isteği ve Kürtler karşısında sayısal olarak güçsüz kalma şovenist tedirginliğinin payı azımsanamaz.
1996 tarihinde MGK’nın bir raporunda, Kürtlerin nüfusunun Türkleri aşacağı tespiti yapılmış ve üçten fazla çocuk yapana ceza önerisi yer almıştı. Raporun içinde Kürtlerin çoğalması en büyük tehlike olarak gösterilmiş “böyle giderse 2010 yılında nüfusun yüzde 40’ı, 2025 yılında ise yarısı Kürt olacak, 2025’ten sonra ise Kürtler mecliste anayasayı değiştirecek çoğunluğu ele geçirecekler” abartılı bir tarzda dile getirilmişti. Görüldüğü üzere burada da devletin bir kurumu olan MGK Kürt nüfusundan kaynaklı korkusunu açıkça dile getiriyor ve buna da cezai yaptırımlar öneriyor.
Tüm dünyada olduğu gibi ırkçılık ve cinsiyetçilik kavramları kürtaj yasağı gündeminde de yan yana geliyor. AKP’nin cinsiyetçi ve ırkçı yüzü bir kez daha kadın bedeni üzerinden yaptığı politikayla su yüzüne çıkıyor. Kürt coğrafyasında eğitim ve sağlıktan esirgenen yatırımlar doğum kontrolüne ve “aile planlamasına” yapılıyor hatta halk gizli kısırlaştırma uygulamaları ile karşı karşıya kalıyor. Batıda ise kadınlara en az üç çocuk yapması buyruluyor, kürtaj hakkı elinden alınmak isteniyor.
Zaten Erdoğan’ın en az üç çocuk yapılması ve kürtaj yasağı hamlesi esasında Türkleri hedef almaktadır. Sosyolojik olarak incelendiğinde Kürt coğrafyasında kürtaj istatistiği oldukça düşüktür. Erdoğan’ın yasak çağrısı esasında Türk kadınlarınadır.
Sezaryen Yasağı
Erdoğan’ın kürtaj yasağı bağlamında dillendirdiği sezaryenle doğuma karşı olduğu sözleri AKP kurmayları tarafından emir olarak telakki edildi ve hızlıca “Sağlık Bakanlığı ve Bağlı Kuruluşların Teşkilat ve Görevleri Hakkında Kanun Hükmünde Kararname”de değişiklik yapılmasına ilişkin kanun yasalaştı. Bu kanuna göre artık yalnızca anne veya çocuğun risk altında olduğu hallerde anne ve çocuğun sağlığını korumak ve gözetmek adına ameliyat (sezaryen) ile doğuma müdahale edilebilecek. Çok açık ki sezaryen bir doğum yöntemidir. Doğumun ne yolla yapılacağı annenin ve çocuğun sağlığı göz önünde tutularak planlanır. Bu konuda dahi devletin müdahalesi kadın bedeni üzerinden yapılan politikanın en abartılı ve en ayyuka çıkmış halidir. Sezaryen konusunda devletin bir başka ikiyüzlü politikasını da belirtmek gerekir. Türkiye’de sezaryenle doğum gerekli-gereksiz, kadının tercihine bağlı olarak ya da olmayarak en çok ve en yaygın olarak AKP hükümetinin aşırı teşviklerle palazlandırdığı sermaye hastanelerinde yapıldı. Sırf daha çok para kazanabilmek adına ameliyatla doğum bu özel hastanelerde özellikle teşvik edildi kadınlar için cazip hale getirildi. Devlet hastanelerinde ise AKP hükümetinin sağlığı metalaştırma politikasının sonucu olarak uygulamaya soktuğu performans denilen doktorları yarıştırma ve hasta ile karşı karşıya getirme sistemi sezaryenle doğumun artmasına yol açtı.
Erdoğan’ın açıklamalarının ardından yetkili ağızlardan aynı minvalde açıklamalar geldi. En çarpıcı ve belki de en rahatsız edici olanı ise Sağlık Bakanı Recep Akdağ’ın tecavüz mağduru kadınlara hitaben yaptığı “... doğursunlar, gerekirse devlet bakar” söylemi oldu. Kadına yönelik cinsel işkence devlet eliyle değişik biçimlerde meşrulaştırılmıştı. Kadının tecavüzcüsü ile evlendirilmesi, hayat kadınlarına yapılan tecavüzün hak görülmesi gibi anlayış ve uygulamalara bir yenisini daha eklemiş oldular. Hem de çok adi ve ikiyüzlü bir politika ile. Üstelik devletin baktığını iddia ettiği çocukların durumu ortada. Yetiştirme yurtlarında her daim tecavüz ve şiddet gündemden düşmüyor. Sokakta yaşayan, açlıktan ve soğuktan ölen çocukları koruyamayan devlet, tecavüz sonucu dünyaya gelen çocuğa mı bakacak, koruyacak!
Akdağ’ın bu gerekçesi kadına psikolojik şiddeti de öngörüyor. Tecavüz mağduru olan kadına, bu anı daima hatırlatacak bir çocuğunun olması, bir ömür boyunca sürecek psikolojik bir şiddettir. Bunun bir yanı bireysel bir şiddetken diğer yanıysa toplumsal bir şiddettir. Aynı zamanda çocuk açısından bu yolla dünyaya gelmiş olmakta psikolojik bir şiddettir.
Bu sorunun diğer bir yanı da Erdoğan’ın Uludere katliamının sorumlusu olarak hesap verilmesini isteyen antifaşist güçlere karşı saldırganca dillendirdiği “her kürtaj bir Uludere’dir” söylemidir. Erdoğan bu adi demagojiyle kadınları cinayetle suçlarken, diğer yandan bu yolla Uludere katliamına tepki duyan ve hesap soran kitleleri bölmeye, dini duyarlılığı olup Uludere katliamına karşı olan kesimleri mücadeleden vazgeçirmeye çalışıyor. Kadınlar kitleler halinde alanlara çıkarak “Kürtaj haktır, Uludere katliamdır” sloganını yükselterek Erdoğan’a en doğru yanıtı verdiler, vermeye devam edecekler.
Erkeklere Doğum Kontrolü
Bu konuda pek de tartışılmayan ve su yüzüne çıkmayan diğer bir erkek hegemonyasına değinelim: Erkeklerin cinsel iktidar algıları ile doğrudan bağlantılı olan doğum kontrol yöntemleri.
Erkeğin iktidar alanlarının başında gelen cinsellik toplumsal olarak erkeğin haz (hizmet) aldığı, kadının da erkeğe haz (hizmet) verdiği bir iş bölümü üzerine kurulmuştur. Dolayısıyla hizmeti gören kişi olarak bu hizmetin istenmeyen sonuçlarını bertaraf etme görevi de kadındadır. Doğum kontrolü toplumun hemen hemen her kesiminde kadının sorumluluk alanına girmiş ve erkekler bu konuda sorumluluk almaktan kaçınmışlardır. İstenmeyen gebeliğin tüm psikolojik ve fizyolojik sorunları ile kadın muhatap olurken, erkekler bu duruma yol açmamak için doğum kontrolünü kendi işleri olarak görüp sorumluluk almazlar. Neden erkeklerin tek korunma yöntemi kondomdur? Kaldı ki bu yöntem erkekler tarafından istenmeyerek kullanılır ve partnerine karşı yapılmış bir lütuf olarak görülür.
Erkekler için de aslında cerrahi kısırlaştırma yöntemi pekâlâ uygulanabilir ancak toplumun cinsellik algısı, tıbben mümkün ve sonuçları açısından son derece başarılı bu yöntemin uygulanmasına müsaade etmez. 2006 yılında Sağlık Bakanı Recep Akdağ 6. çocuğunun da dünyaya gelmesinin ardından artık yeter demiş ve eşi Fatma Şeyma Akdağ’ın ameliyatla tüplerinin bağlandığını kamuoyuna duyurmuş ve bu yöntemi teşvik etmişti. AKP bakanının sağlık ve aile politikaları özellikle evli ve çocuk sahibi olmuş kadınlar için cerrahi yöntemlerle kadınların tüplerini bağlatmayı doğum kontrol yöntemi olarak salık vererek kadının kendi bedeni üzerinde başka bir tahakküm kurmakta sakınca görmemektedir. Sağlık Bakanlığı, aile planlaması çalışmalarında, kadının tüplerini bağlatmanın erkek üzerinde uygulaması olan vasektominin halk arasında bilinenin aksine “erkeklik kaybı” olmadığını meninin tahliyesinin geçici olarak engellendiğini ve bağlanan yolların istenildiğinde kolaylıkla açılabileceğini anlatabilir, doğum kontrolü yükünü kadının sırtından atmak için vasektomini teşvik edebilir. Ancak bu yöntem, bırakın Recep Akdağ’ı, kadın haklarına saygılı olduğunu ileri süren ve destekleyen kaç erkek tarafından dile getirilmiş ve gerçekleştirilmiştir?
“Üreme Sağlık Hizmetleri Kanun” Tasarısı
Sonuç olarak kürtaj yasağı ve devamındaki söylemlere karşı gelişen kadın hareketi hükümetin kürtaj yasağı fikrini geri püskürtmüş oldu. Çok açık ki hükümet kürtajı tüm tepkiler karşısında yasaklamayı göze alamadı.
Bu nedenle de yasaklamadan nasıl buna engel olabiliriz diye tartışıyorlar. Bakanlar kurulunda görüşülen “Üreme Sağlığı Hizmetleri Kanun Tasarısı Taslağı”nda kürtaj için 10 hafta sınırını korumasına karşın, bunu zorlaştıran şartlara bağlıyor.
Vicdani ret hakkını askerlikte tanımayan devlet, sağlık personeline kürtaj yapma konusunda vicdani ret hakkı tanıyor. Yani sağlık personeli kürtaj yapmama hakkına sahip olacak. Bir çeşit mahalle baskısını da içeren bu hak hastanelere, doktorlara kürtaj yapmama baskısını da getirecektir. Ki bazı devlet hastaneleri daha bu yasa çıkmadan gebelik 10 haftalık olsa da hastanelerinde kürtaj yapmadıklarını belirtiyorlar. O zaman gidip özel sektörde yüksek paralarla kürtaj yaptırmanız gerekecek. Yani fakir ve parasızsanız çocuğu doğuracaksınız.
Sağlıkta “ikna odaları”, gebeliği sonlandırmak isteyen çiftler veya anne adayının hizmetine girecek. “Evlenmeme, geç evlenme, çocuk sahibi olmama ve az çocuk sahibi olma”ya karşı toplumsal çalışmalar yürütülecek “ikna odalarına” ek olarak... Anne adaylarına esnek çalışma imkânı sağlayacağız diye daha fazla sömürü hizmete girecek. Yanında göz boyama için 2 ay daha fazla ücretli izin... Çalışan annelerin çocuklarını güvenle bıraktıkları, sadece beslenme için ücret ödedikleri, etütlü ve beslenmeli okulların kaldırıldığı bir dönemde annelere çocuk için kreş yardımı ve çocuk yardımı sağlama iddiası ne kadar inandırıcıdır...
Ana ve çocuk sağlığı merkezlerini Toplumsal sağlık merkezlerine dönüştürerek ücretsiz doğum kontrol hapına ulaşmayı zorlaştıran devlet, ertesi günü hapı denen bir hapı ücretsiz dağıtacakmış(!)
10 haftalık süreyi geçirmişseniz gebeliği sonlandırma işlemi için ancak üniversite hastaneleri, sağlık bakanlığı ve eğitim araştırma hastanelerine gitmeniz gerekiyor. İzini onlar verebilecekmiş? Tecavüze uğradığınızı da onlara anlatıp ikna ederseniz kürtaj olabilirsiniz...
15 yaşından küçükseniz ve tecavüze uğramış bunun sonucunda gebe kalmışsanız kürtaj olmak için önünüzde epey uzun bir süreç var. Çünkü artık velinizin iznini almak gibi nispeten kısa olan bir süreç yerini mahkemeye ve hakim kararının alınmasına bırakıyor. Bu sürecin ne kadar zorlu ve uzun sürdüğü herkesçe malumdur. Bununla uğraşacak vaktiniz ve paranız varsa tabii ki. Ve bu arada çocuk doğmadıysa...
Yani kısaca ve özetçe size kürtaj olabilirsin ama işte hendek işte deve diyorlar! Olmamanız için ellerinden geleni yapıyorlar.
Kadınların Mücadelesi
Meydanlarda açığa çıkan söylemler ve harekete geçen kadın kitleleri çok somut olarak iktidarın kadın bedeni üzerindeki tahakküm hedefini iyi okumuş doğru mücadele ve eylem yöntemleri geliştirmiş ve son kertede kürtaj hakkından taviz vermemiştir.
Bu süreçte AKP iktidarının cinsiyetçiliği ve ırkçılığı kadınların gözünde bir kez daha teşhir olmuştur. Onlarca kadın örgütü, siyasi parti, dernek ve diğer oluşumlar yan yana gelmiş hemcinslerinin yıllar önce mücadelesi ile kazandıkları haklarına sahip çıkmış, devletin katliamcı yüzünü teşhir etmiş ve Uludere katliamının sorumlularının yargılanmasını da talep etmiştir.
Bu süreçte özgüven tazeleyen ve mücadelenin gücüne inanan kadınlar, erkek egemenliğine karşı sokakları terk etmeyeceklerinin ve yeni kazanımlar için yollarına devam edeceklerinin mesajını çoktan verdiler.