Perinçek’in İşçi Partisi (İP), kaderini bağladığı “Avrasyacı” generaller kliği iktidar dalaşında saf dışı kalınca, kendisi için yürüttüğü ajitasyonun yanı sıra, aşırı şovenist çizgisini sola satmaya devam ediyor.
Egemenler arasındaki it dalaşında Ergenekoncu generallerin kazanması olasılığına dayanan yakın başarı hayalinin hüsranla sonuçlanması, yalnızca İP yöneticilerinin moralini bozmakla kalmamış, tabanının yöneticilere güvenini sarsmış olmalı ki, Perinçek’in çömezi Aslan Kılıç, muazzam(!) “altüst oluş” analizi ve “küçük bir öncü olan İP dışında hiç kimse olayların gerçek yüzünü göremiyor” tahliliyle, kendisine ve tabanına mezarda ıslık çaldırıyor.
“Dünyada olsun, Türkiye’de olsun, her şey, derin bir krize, büyük bir altüst oluş sürecine girildiğine işaret ediyor. ”
Fakat “küçük bir öncüler örgütü ve topluluğu” olan İP “dışında hemen herkes ...kendini aldatmak ve avutmak için, bu olaylara ilişkin gerçekleri görmemek, duymamak, anlamamak isteyen bir tutum sergiliyor.” (Türkiye Nereye?, Teori, Eylül 2011)
“AKP Diktatörlüğünü” Zorlayan Ne
“TSK teslim alınmış değil.” Başka? “Ergenekon, Balyoz, Islak İmza, Kafes, Andıç tertiplerinin ipliği iyice pazara çıkmış.” İP teorisyeninin çömezi “AKP diktatörlüğünü” siyasal alanda zorlayan ve kitle tabanını hızla düşürecek başlıca etkenler olarak bunları görüyor. Perinçek’in palavralarını sadakatle tekrarlamaktan başka marifet sergilemeyen A. Kılıç’ın, bu meselede de, emekçi kitlelerin ve halklarımızın devrimci mücadelesine hizmet edecek analizlerden fersah fersah uzak durması eşyanın doğası gereğidir.
“AKP diktatörlüğünü”, aldığı geniş oy desteğine rağmen, siyasi kriz sürecine sokacak etkenler, faşist rejimi ve Kürt halkımıza karşı kirli savaşı sürdürmesi; bölgede ABD’ci savaş maceralarına soyunması ve de kapitalist saldırganlığının yol açacağı mücadelelerdir. A. Kılıç’ın öne çıkarmak istediği gibi ordu ve Ergenekoncular değil. Bel bağladığınız ordu havlu attı. Koşullar elverişli hale gelmeden darbe yapamaz durumda. Ergenekoncular liderliğinde seferber ettiğiniz cumhuriyet mitingleri kitlesi, sizin katkınızla şovenizmle zehirlendi ve ordu iktidar dalaşında yenildikten sonra mücadeleye takati kalmadı. Yeniden aynı yolda ne siz canlanabilirsiniz, ne de aynı kitleyi harekete geçirebilirsiniz. Kaldı ki generaller liderliğindeki rejiminiz AKP’den daha az faşist nitelikte değildi, emekçilerin, faşist rejim yarı-askeri bir duruma gelsin talebiyle harekete geçeceği düşüncesinin ne kadar zavallıca olduğu ise tartışma götürmez.
Unutulmuş değil, Demirel de 1965’te bugünkü AKP’den daha geniş seçmen desteği almasına rağmen, devrimci hareketin, gençliği ve emekçi kitleleri seferber eden mücadeleleriyle birkaç yıl içinde gücünü yitirmişti. Başlı başına geçmiş mücadelenin o devrimci deneyi bile, AKP’nin, faşizmi sürdüren diktatörlüğünün karşısına emekçi kitlelerin ve halklarımızın mücadelesini çıkarmanın tek devrimci ve demokratik seçenek olduğunu gösterir.
Kapitalizme Ve Burjuvaziye Karşı Değiller
İP teorisyenleri, solu aldatmak, ideolojik etki altına almak için, kapitalist emperyalizme karşı ajitasyonu yeniden yoğunlaştırmalarına rağmen, sınıf ve ekonomiye ilişkin analizlerinde gerçekten burjuvaziye karşı olmadıklarını gösteriyorlar.
A. Kılıç, emperyalist sistemin çürümesinin ve savaşçı saldırganlığının, kapitalist temelinden geldiğini öngörmüyor. Bunu, emperyalist sistemin yeni sömürge ülkelerdeki dayanağı olan sermaye oligarşisine sahip çıkarak gözler önüne seriyor.
“Ekonomi ve iş dünyası; her gün, her saat, devlet ve yerel yönetim iktidarlarının gücü kullanılarak yürütülen mafya-tarikat sermayesinin haraç ödeme saldırılarıyla karşı karşıya.”
Türk sermaye oligarşisini sahiplenip, onları, “AKP diktatörlüğüne” karşı çıkarmayı umut eden bu sözler ona ait! Oysa bütünleşmiş dünya pazarında yeni sömürge ülkelerin burjuvazileri de, Türkiye burjuvazisi de, emperyalist dünya tekellerine eklenmiş halkalar olarak, emperyalist tekellerle ortak çıkarlara sahip hale gelmişlerdir. Bu nedenle, Türk sermaye oligarşisini, ne emperyalist kapitalizmin çürümüşlüğünden ve krizinden ayırabilir, ne de emperyalist tekel gruplarının koruyucusu ve savaşçısı olan emperyalist devletlere karşı çıkarabilirsiniz. AKP de, Türk burjuvazisinin çıkarlarının emekçilere karşı en acımasız temsilcisi olarak ve dünya tekelleriyle kaynaşmış olmasının siyasi gereğiyle, kapitalist emperyalizmin şimdiki lideri ABD’ye bağlanmıştır. Onun ABD’ye bağlılığı, ekonomik temelden kopuk bir ABD-severlikten gelmiyor. Sermaye oligarşisi ve değişik burjuva kesimler içinde özel bir ABD-severlik açısından daha geri sıralarda yer alan AKP, burjuvazinin çıkarlarını iyi temsil ettiği için ABD-severliği benimsiyor, benimseyecek.
İP teorisyeni, nedeninden ve sınıf temelinden kopararak, AKP’nin ABD’ciliğine saldırıyor, tekelci medya yorumcularının saygı halesine büründürerek seslendiği kavramla burjuvaziyi “iş dünyası” kavramıyla niteliyor ve AKP’nin ABD’ciliğine neden olan sadakatle temsil ettiği burjuvaziyi, AKP ve emperyalist dünyanın saldırganlık ve çürümüşlüğüne karşı mücadeleye çağırıyor!
A. Kılıç, AKP’nin “mafya-tarikat ekonomisi”ni temsil ettiğini vurgulayarak ve sadece bu tabakaya karşı olduğunu teorize ederek, Türk kapitalizmine karşı olmadığını açıkça itiraf ediyor.
Rusya Ve Çin Emperyalist Dünyanın Dışında Mı?
Yeni sömürge ülkelerin burjuva liderleri arasında kendilerine görece mesafeli duran veya çelişkilerden yararlanma politikası izleyen Miloseviç, Saddam, Kaddafi, Esad, Ahmedinejat gibi çok az sayıdakilerini, ABD ve AB emperyalistleri, ya savaşla devirdiler ya da kalanları devirmek için savaş planına sahipler. Elverişli koşullar nedeniyle bunu başarırlarken, söz konusu liderlerden gelen uzlaşma eğilimini dikkate almadılar. Bunların dışındaki bütün yeni sömürge burjuva liderleri kendilerine sadakatle bağlıydılar ve daha çok bağlandılar.
Devirme tehdidinin bir rolü olsa da, yeni sömürgelerin burjuva liderlerinin emperyalist devletlere sadakatlerinin asıl nedeni ve temeli, günümüz emperyalist küreselleşme koşullarındaki bütünleşen dünya kapitalist ekonomisindeki sınıf çıkarlarıdır. Onlar emperyalist dünya tekellerine eklenmiş kapitalist ekonomilerinde ancak ucuz işçilik ve daha elverişli sömürü koşulları yaratmada birbirleriyle ekonomik rekabet içindeler ve siyasi olarak dünya tekel gruplarının emperyalist devletlerinin güç, rekabet ve çatışmalarına göre efendi tercihi yapabilirler, efendi değiştirebilirler.
A. Kılıç’ın çömezliğini yaptığı Perinçek, Türk burjuvazisine ve devletine (ve yeni sömürgelerin burjuvazilerine- devletlerine) müttefik değiştirmeyi, ABD ve AB yerine Rus ve Çin müttefikliğini önermeyi, onlara yaptıracağı “devrim”in uluslararası politikası olarak yüceltti. Bunu Türkiye’de ordusuyla, burjuvazisiyle, devletiyle “bütün bir milletin ayağa kalkacağı devrim”in uluslararası planda dayanacağı eksen olarak tayin etti. Bu çıkarlar için eski kötü ünlü gerici “üç dünya teorisi”nin bir benzerini uydurdu. Yeni sömürge ülkeler burjuvazileri ve devletlerinin temel güç olarak rol oynayacakları ve ABD-AB emperyalistlerini hedef alan bir dünya devrimi! Bunun uluslararası alanda ittifak gücü de övgüler düzdüğü Şanghay İşbirliği Örgütünün başını çeken Çin ve Rusya olacaktı.
Çin ve Rusya, kapitalist-emperyalist değiller miydi? Ona göre Çin sosyalistti. Rusya emperyalist olsa bile, ABD-AB emperyalistlerine kafa tutacak askeri güce sahipti. Türkiye’de sadakatle bağlı olduğu generalleri, ABD’den koparırken, onlara, gerek uluslararası politikada, gerekse de silah ve ekonomi alanında dayanacakları büyük alternatif güçler olarak Rusya ve Çin alternatifini sunmak, başta Perinçek olmak üzere, İP teorisyenlerinin karşıdevrimci meşrebine son derece uygundu.
A. Kılıç, şefinin uydurma teorisini tekrarlayarak, uluslararası alanda iyimser tablo çizmeyi gerekçelendirirken, “hesabında”, teorisinde işçi sınıfı ve emekçi halkların mücadelesi, iradesi yoktur. Onun dünyasının baş aktörleri, biricik tarih yapıcıları, egemenlerin ve emperyalistlerin şu ya da bu kesimidir. A. Kılıç’ın iyimserliğinin dayanakları, “Suriye ve İran’ın direnişi”, ”Türkiye’nin yurtsever güçlerinin direnişi”, “Rusya ve Çin’in çelmeleri”, “emperyalist kamp içindeki içten içe büyüyen çatlak”tır.
Asıl Amaç Ulusal Demokratik Mücadeleyi Ezmek
İP şeflerinin asıl amacı Kürt ulusal demokratik hareketinin ezilmesi. Bu amaç için emekçi solu ile bu hareket arasındaki dayanışma, eylem birliği ve ittifaka saldırıyorlar. Türk halkımız üzerindeki şovenist etkiye güvenerek ve bu etkinin çekiciliğine bir süre ve değişik derecelerde boyun eğerek, Kürt halkımızın talepleri ve mücadelesi karşısında sosyal şoven politikalar, kaçışlar, kararsızlıklar sergileyen, Türk halkımız içinde gelişmek adına, “Kürt milliyetçiliği”nden uzak durmaktan medet uman TKP, HÖC, Halkevleri ve ÖDP gibi akımları yeniden etkilemeye çalışıyorlar. Yeniden diyoruz, çünkü bu akımlar “Kürt milliyetçiliği”nden uzak durmanın sandıkları gibi kendilerini güçlendirmediğini, tersine şovenist dalgaya hizmet ettiğini görerek, yeniden devrimci ve antifaşist güçlerle yan yana olmaya, bunun bir parçası olarak, Kürt ulusal demokratik hareketi önderliğinde yürüyen mücadeleyle doğru ilişkilenme yönünde kimi adımlar atma eğilimine girdiler. Bu gelişme İP şefleri için alarm zili oldu, Kürt yurtseverleriyle ittifaka-dayanışmaya saldırmayı ön plandaki güncel görevleri haline getirdiler.
İP şefleri emekçi solu Kürt ulusal hareketiyle dayanışmadan uzaklaştırma görevini, Kürt ulusal demokratik hareketini ezme amacına bağladıklarını gizlemiyor, hatta arsız bir açıklıkla söylüyorlar: “TSK... ABD planlarını boşa çıkardığı ölçüde de PKK terörünü etkisiz hale getirebilir ve PKK bölücülüğünü bertaraf edebilir.”
Karşıdevrimci İP’in liderleri, Ergenekoncu generaller öncülüğünde “cumhuriyet devriminin kazanımlarını korumak asıl görevdir” argümanıyla ve “başta TSK olmak üzere”, “iş dünyası” dâhil, “bütün yurtsever güçleri birleştiren”, “bütün milleti topyekûn ayağa kaldırma” kurgusuyla, generallerin iktidarını koruma temel görevini belirlemişlerdi. İktidarlarını koruma görevi için emrine girdikleri generallerin birinci isteği, ABD’den kopmak değil, “bölücüleri bertaraf etmek”ti. Bu nedenle de kendisini generallerin gönüllü memuru telakki eden, bu sayede generallerin darbeyle kuracakları “milli hükümette” başbakanlık vb. mevkiler kapma beklentisine kapılan, akıl hocaları olup, onları ABD ekseninden Çin- Rusya eksenine kaydıracağını uman Perinçek doğal olarak onların birinci amacı olan “bölücülüğü bertaraf etmek” hedefini, kendisinin de görevi olarak benimsedi. Bu yönde emekçi solu, laik kitleleri, faşist MHP’yi, generallerin arkasında faşistleşen CHP’yi etkilemeye, bunun için politika-taktik adına laf üretmeye çalıştı.
Ergenekoncu generaller başarısızlığa uğrayınca, şimdi aynı bayatlamış nakaratı Perinçek yerine, Aslan Kılıç teori adına tekrarlıyor. Ne denli, sosyalizm, antiemperyalizm laflarıyla soslayarak emekçi sola satılabilir kılmaya çalışırsa çalışsın, bu gerici laf kurgusunun ardında, “bölücü terörü bertaraf etmek” amacı başta gelen temel görev olarak sırıtıyor!
Ergenekoncu generallere, ABD ile birleşerek değil ondan ayrı durarak “bölücülüğü bertaraf” edebilirsiniz öğüdünü veriyor. Ergenekoncu veya diğer generallerden tek farkı bu olmuş oluyor. Ergenekoncu generallerin ABD’ye mesafe koyan tavrından umutlanarak, diğer generalleri aynı noktaya getirilebileceği hayali taşıyor. Bütün yeni sömürge milletlerin ABD ve AB’ye karşı çıkacağı demagojisiyle emekçi solu, generallerin gerici-faşist iktidar kavgasının figüranı yapmaya soyunuyor. Böyle aşağılık hayaller kurmaya cesaret edebiliyor. Koşulları buna uygun görüyor!
Emekçi sol ve ilerici kitleler üzerinde etki kurmak için, Kürt ulusal demokratik hareketinin ABD tarafından desteklendiği yalanını arsızca tekrarlıyor: “Seçim sonrasında krizi derinleştiren ve süreci hızlandıran etkenlerden biri de PKK eliyle yapılan BOP silahlı saldırılarının yoğunlaştırılmasıdır. Bu saldırılar da geniş yurtsever cephe güçlerini, en başta TSK olmak üzere, pes etmeye ve teslim olmaya zorlama hedefine yöneliktir.”
Önce vurgulayalım ki, İP’li karşıdevrimcilerin tersine çevirdiği gerçek şu ki, belirtilen süreçte, AKP, generaller ve ABD, PKK’ye yönelik saldırılarını yoğunlaştırdı. PKK Demokratik Özerklik altında topladığı ulusal demokratik talepler temelinde bir ulusal anlaşma için seçimden uzun süre önceden başlayarak ve görüşmeler sürdürerek sonuç almayı denedi. Güçlerini bu temelde konumlandırdı. Ama bu süre boyunca askeri saldırıları sürdüren AKP liderliğinde İP’in memurluğunu yaptığı generallerdi. Askeri saldırılara geniş çaplı tutuklamaları ekleyenler de onlardı. İnkârcı sömürgeci askeri saldırılara ve tutuklama terörüne karşılık PKK direnişe geçti, o kadar!
İP’li karşıdevrimciler, devletin saldırılarını yeterli görmüyorlar. “Sınırlı ve izinli Kandil bombalatma alanı” değil, sınırsız ve izinsiz bombalama ve kara saldırısıyla TSK, PKK’nin tüm güçlerini katletsin, Kürt meselesi böylece halledilsin öğüdünde bulunuyor, bunu bekliyorlar! Dersim katliamının günümüz versiyonunu veya Sri Lanka faşistlerinin Tamillere yaptığını uygulayın diyorlar! Sonuna kadar inkâr, imha ve inkârcı sömürgeci kirli savaş!
İP’li karşıdevrimcilerin, bu konuda, AKP ve ABD’den, onların genelkurmayından herhangi bir farkı var mı? Lafız itibarıyla biraz daha pervasızlar, o başka! Diplomasi taktiklerine ihtiyaç duymuyorlar, “asmayacak da besleyecek miyiz” çizgisindeler.
“Kürt halkını kazanarak PKK terörünü yenmek” tezi, İP’in, AKP ve ABD’yle bir başka buluşma noktasıdır.
İP ve teorisyenleri, Türk halkımızı sınırsız saldırıya daha kararlı destek vermeye ikna etmek için, ABD ve AKP’nin, “TSK’yı PKK’ye yendirip teslim alarak Suriye ve İran’a saldırtmak” istediğini söylüyor, ABD ve AKP de, PKK’nin Esad’ı desteklemek için Suriye’ye 2000 gerilla gönderdiği yalanını yayıyor. PKK’ye ilişkin demagojideki tek farkları bu. İP gibi MHP de, ABD’nin PKK’yi destekleyerek TSK’yı zayıf düşürmeye çalıştığı demagojisini pompalıyor. Geçmişte milli mutabakat içindeki bütün şovenist güçlerin yaydığı Türk halkımız üzerinde etkili de olan bu yalanı tekrarlama arsızlığını sürdürenlerden geriye MHP ve İP kaldı!
Zulmü Savunmak Ve Asimilasyoncu Sömürgeciliği Sürdürmek
Geçmiş Kürt isyanlarını soykırımla ezmeyi, Perinçek ve çömezleri “feodalite ve ortaçağa karşı mücadele” adına savunuyor. Tarihsel zulmü ‘cumhuriyetin devrimci görevi olarak’ kutsuyor:
“Dersim’de aşiret reislerinin silahlı gücünü etkisiz hale getirmeksizin, özgürlük, çağdaşlık, barış ve huzur adına hiçbir iş yapılamazdı.” (Perinçek, Derebeylik Dersim’de Silahlı Güçtü!, 28 Kasım 2011, Aydınlık)
Oysa Kemalist diktatörlük, Kürt feodallerinin geniş kesimini sömürgeciliğinin Kürdistan’daki dayanağı yaparken, yurtsever Kürt aydınlarını ve onlarla ittifak içindeki dini ve feodal liderleri idam etmiş, katletmişti. Zulme karşı çıkan Kürt yoksullarını da kitlesel kırıma uğratmış, soykırımla cezalandırmıştı. Perinçekgiller, Kemalist diktatörlüğün geniş Kürt feodalleriyle ittifakına destek verirken, ulusal isyanlara katılan feodalleri düşman görüyorlar. Neden? Ulusal isyanlara katıldıkları için. Bunu emekçi sola satmak için de Kürt isyanlarının “emperyalizmin kışkırtmasıyla yapıldığı” veya “isyancıların emperyalistlerle işbirliği içinde oldukları” yalanını yayıyorlar. Türk burjuvazisinin soykırımcı zulmünü, feodallerin bir kısmı isyana katıldığı gerekçesiyle savunuyorlar. Onların bu tutumu, Türk burjuvazisinin Kürt ulusu üzerindeki sömürgeci boyunduruğunu savunmaktan kaynaklanıyor. Tıpkı halklarımızı emperyalist savaşa sürükleyen ittihatçıların yürüttükleri Ermeni soykırımını savunmalarında ve desteklemelerinde olduğu gibi.
Kemalist diktatörlüğün o dönemde işçi sınıfına karşı tutumuyla, Kürtlere karşı tutumu aynı nitelikteydi. Daha işgale karşı savaşın içindeyken işçi sınıfının öncüsü misyonuyla, ulusal direnişe katılmak için gelen TKP önderliğini 1921’in başında katletmiş, TKP’ye kesintisizce yasak ve zindan zulmü uygulamış, işçilere sendikalaşmayı yasaklamış, 1927’de greve çıkan işçileri jandarma kurşunuyla katletmiştir. Eğer işçi sınıfı ve emekçi köylülerin mücadelesi daha geniş çaplı olsaydı, Kemalist burjuva diktatörlüğü Kürtlere yaptığına yakın düzeyde zulmü uygulayacağını yaptıklarıyla göstermiştir.
Perinçek ve çömezlerinin ırkçı tarihsel zulmü destekleyen propagandalarının asıl amacı bugün Kürt ulusal demokratik hareketine karşı kirli sömürgeci savaşa toplumsal destek sağlamaktır. Onlar bu yolla şovenizmi Türk halkımız arasında güçlendirmeyi ve emekçi sola bulaştırmayı, Türk burjuvazisi ve devletinin sömürgeci boyunduruğunu sürdürebilmesinin özel önemdeki görevi olarak yerine getiriyorlar. Bu özel görevi bağlandıkları Ergenekoncu generallerin kirli savaş politikasının şampiyonu olması nedeniyle onlara “bölücü olmadıkları” güvenini vermek için daha gayretkeşçe yapıyorlar. Sömürgeciliğin toplumsal ilişkiler memuru gibi hareket ediyorlar.
Aynı kaba şovenist gayretkeşliği Kürtlere ulusal demokratik haklarını tanımamakta MHP’yle yarışarak gösteriyorlar. Bir önceki bölümde PKK’ye karşı MHP’yle ortak faşist demagojik söylemine örnekler vermiştik. Ulusal demokratik Kürt taleplerini ret ve millet kavramıyla ilgili aşağıya alıntıladığımız görüşlerin MHP’nin ırkçı faşist görüşlerinden bir farkı olup olmadığına karar vermek güç değil.
“Devletin ülke ve milletiyle bütünlüğünün altı oyuluyor
1982 Anayasası’nda yer alan 14. madde, temel hak ve hürriyetlerin ‘Devletin ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğünü bozmak, Türk Devletinin ve Cumhuriyetin varlığını tehlikeye düşürmek, dil, ırk, din ve mezhep ayrımı yaratmak’ amacıyla kullanılmayacağını öngörüyordu. Tayyip Erdoğan’ların Anayasa Taslağı’nın ‘Birinci Alternatif’inde, bunlar yer almıyor. Tersine 13. Madde, bu konuda devletin elini kolunu bağlayan bir düzenleme getiriyor. 12. maddedeki bireysel özgürlüklerin ‘özüne dokunulamayacağı ’ hükmüyle de, aslında yasama organının devleti, milleti ve vatanı korumak için getireceği yasal sınırlamaların önü kesiliyor.”
“Vatandaşlık tanımından Türk sözcüğü çıkarılıyor
Taslağın 35. maddesi, vatandaşlık tanımından Türk kavramını çıkartmıştır.”
“Taslak, Türk milletiyle ve Türk milletinin büyüklüğüyle kavgalıdır.” (Tayyip Erdoğan’ların Anayasa Taslağı ve 2010 Anayasası, Doğu Perinçek, Teori, Kasım 2007)
“Ülkenin ve devletin bölünmez bütünlüğü”nün, “büyük Türk milleti”nin savunma siperine yatmak, faşist MHP ve 12 Eylülcülerle, faşist Demireller, Çillerler-Doğan Güreşlerle aynı inkârcı sömürgeci cephede mevzilenmekten başka bir anlam taşır mı?
Perinçekçilerin teori adına Kürt ulusal haklarına ilişkin benimsetmeye çalıştıkları şey, Türk burjuva sömürgeciliğinin tavizsizliğidir. Türkeş’ten Demirel’e, Özal’dan Baykal’a ve Tayyip Erdoğan’a ve generallere değin, 30 yıla yaklaşan süreçte bütün burjuva liderlerinin ortak şovenist görüşlerinin en katıları bölümünde Perinçek ve çömezleri yer alıyor. Onlar, Kürtler için anadilde eğitime de, bölgesel özerkliğe de karşı duruyorlar, Kürtleri ulus niteliğinde bir halk olarak görmüyor, yalnızca “büyük Türk milleti içinde birleşme”si, asimile edilmesi gereken etnik, kavimsel bir topluluk olarak göstermeye çalışıyorlar.
Yavuz Hırsız Ev Sahibini Bastırır
A. Kılıç, şefi Perinçek’in gerici tezini tekrarlıyor: “Türkiye’de özerklik ve federasyon (…)gerici ve bölücü nitelik”tedir! O, Kürt ve Türk uluslarının hak eşitliğini reddettiği gibi, Marksizm-Leninizm’in ulusal özgürlük temeli üzerinde gönüllü birliğinin devrimci biçimlerinden olan, federasyonu gericilikle suçlayacak kadar şovenist histeriye kapılıyor. Ecevit’in yöntemini kullanıyor. Bilindiği gibi Ecevit Kürt hareketinin feodal geriliğe dayandığı yalanını yayarak, Kürt aydınlanmasının temsilcisi Kürt ulusal hareketine karşı feodal koruculuk sistemini savunuyordu. Aslan Kılıç da Perinçek ve Ecevit’ten aynı gerici yöntemi kaparak, Kürt sorununda önemli reformlar anlamına gelen federasyon ve bölgesel özerkliği “gericilik” ilan ederek sömürgeci gerici birliği savunuyor.
Yalnızca devrim anında özgür gönüllü birliğin biçimleri olarak federasyon ve bölgesel özerklik devrimci birleştirici rol oynamakla kalmaz, devrimin zaferinden önce de, ulusal sorunda bu biçimler, sömürgeci zora dayanan ilhak ve boyunduruk altında tutmaya karşı, ilerici demokratik rol oynayarak değişik halklardan işçi ve emekçileri birbirlerine yaklaştırır, güven duygularını geliştirir.
Lenin demokratik merkeziyetçi devlet yapılanmasını savunurken, Ekim devriminden önce yazdığı Devlet ve Devrim adlı ünlü eserinde Marks ve Engels’e atıfta bulunarak, onların federatif birliğe karşı çıkarken istisnai durumlarda ve bu durumların en başında ulusal sorunların çözümünde federatif birliğin önemli bir ilerleme olacağını belirttiklerini vurgular: “Engels de, tıpkı Marks gibi, proletarya ve proleter devrim açısından, demokratik merkeziyetçiliği, bir ve bölünmez cumhuriyeti savunur. Federatif cumhuriyeti, ya bir istisna ve gelişmeye bir engel olarak, ya da monarşiden merkezileştirilmiş cumhuriyete bir geçiş olarak, ama bazı koşullarda bir ‘ilerleme’ olarak düşünür. Ve bu özel koşullar arasında, ulusal soruna ilk planda yer verir.”
Neden? Çünkü burjuvazinin ve gerici sınıfların, ezilen ve sömürge ulusları üzerindeki boyunduruğu ve halklar hapishanesi benzetmesine yol açan ulusal hak yoksunluğu, ezilen ulus işçi ve yoksullarında, ezen ulusa karşı anlaşılır, meşru bir güvensizlik gelişmiştir. Ayrılma özgürlüğünün kararlı savunusu ve gönüllü birliğin eşitlik temelindeki biçimlerinden biri olarak federasyon, bu güvensizliği ortadan kaldırmaya hizmet eder.
Yine Lenin devrim koşullarında olmayan Norveç’in İsveç krallığından ayrılması örneğini incelerken, ayrılmanın gerçekleştiği 1905’in çok öncesinden Norveç’in kendi parlamentosuna sahip yönetsel özerkliğinin büyük bir reform olduğuna değinir.
Federasyon ve bölgesel özerklik ulusal sorunda birleşik devrim zafere ulaşmadığı koşullarda da demokratik reformlardır ve ilerici rol oynarlar. Bugün Türkiye’de Kürt ulusal özgürlük mücadelesinin Kürt ulusal özgürlük hareketinin demokratik özerklik programı da benzer rol oynuyor. Mücadeleyle sarsılan sömürgeci boyunduruğu, eğer Türkiye işçi sınıfı ve Türk emekçi hareketi Kürtlerle birleşik mücadele içinde geriletebilir ve bu reformları kabullenmek zorunda bırakırsa, Türk ve Kürt emekçileri arasında güven ilişkileri ve gönüllü birlik fikri gelişip güçlenecektir. Faşist ve gerici egemen güçler, Kürtleri bastırmada galebe çalar, bu reformları reddetme gücünü gösterirse, Kürt emekçilerinin Türk emekçilerine güven umudu bile ortadan kalkar. Yenilse de, on yıllar sürecek bir güvensizlik duygusuna itilmiş olur. Türk emekçilerinde ise uzun sürecek şovenist kibir ve gericilik egemen hale gelir.
Perinçek çömezlerinin emekçi sola satmaya çalıştıkları, “ezilen dünya”dan saydıkları Türk burjuvazisinin ve devletinin çıkarlarına sadakatle bağlanmalarından kaynaklanan bu faşizan fikirlerdir. Bunları, ilerici reform ve çözümlere gericilik damgası vurarak emekçi sola benimsetmeye kalkışıyor, ev sahibini suçlu göstererek yavuz hırsız rolü oynuyor.
Hiç Hak Vermeden Kürt Halkını PKK “Terörüne” Karşı Kazanmak Demagojisi
A. Kılıç, Kürt ulusal demokratik hareketiyle emekçi sol ittifakına hançer sokmak için sömürgecilik siperinden gayretkeş çabalar harcarken, lideri Perinçek yalnızca önemli reformcu tavizler verilmesine karşı mücadele etmekle kalmıyor, daha küçük çaplı Kürt ulusal haklarına karşı da düşmanca itiraz ediyor. Alıntıladığımız anayasa üzerine görüşlerinde yansıdığı gibi, anadilde eğitim talep ve hakkına sömürgecilik siperinden saldırıyor. Orada da durmayıp, Kürtçe eğitime karşı olan Baykal, Erdoğan, eski genelkurmay başkanı Başbuğ ve TÜSİAD’dan daha koyu bir şovenist mevzide ısrar ederek, onların “bireysel hak” çerçevesinde kabul ettiklerini söyledikleri anadil eğitimine de karşı çıkıyor: “Türkçeden başka hiçbir dilin anadil olarak okutulamayacağı ilkesi kaldırılıyor”. E. Özbudun taslağına yönelttiği bu eleştiriyle Türkçeden başka hiçbir dilin öğretilmemesi gerektiğini vurgulamak istiyor. Aynı yazının alternatif “Atatürk Devrimi Anayasası” bölümünde vaaz ettiği “Türkçenin bir uygarlık ve bilim dili olarak geliştirilmesi, anayasada yer alacaktır” görüşüyle Kürtçe ve halklarımızın dillerinin öğretilmesi hakkının anayasal tanınmasına karşı olduğunu açıkça ortaya koyuyor.
Perinçek aynı yazısında konuya ilişkin çözüm önerisi olarak, yalnızca, “bölgelerarası dengesizliklerin giderilmesi ve vatan bütünlüğünün güvence altına alınması için gerekli ekonomik, sosyal ve kültürel programların esası anayasa güvencesine dayandırılacaktır” görüşünü sarf ediyor. Böylece 90’lı yıllar boyunca Ecevit’in çiğnediği sakızdan başka, onu ekonomik gelişmeyle uygarlaştırarak asimile etmek gibi sömürgeci zihniyeti zikretmekten başka, Kürt ulusuna hiçbir hak verilmemesi gerektiği görüşünde olduğunu bir kez daha ilan etmiş oluyor. Anayasa önerisinin ilkeleri içinde, 1924 ve 12 Eylül anayasasının değiştirilmesi bile teklif edilemez hükmündeki ilkesel görüşünü amentü olarak benimsiyor: “Türkiye Cumhuriyeti’ni kuran Türkiye halkına Türk milleti denir” esası, millî birlik ve bütünlüğü(n) temeline oturtulacaktır”! 12 Eylül generalleri gibi milli birlik ve beraberlik için herkesi Türk milleti içinde toplaması ve bunu anayasa ilkesi haline getirmesinden, elbette Kürt ulusal haklarının inkârından ve reddinden başka bir sonuç çıkmayacaktı.
Perinçek de, çömezi A. Kılıç da, “Türkiye Nereye Gidiyor?” analizi yaparken baş düşman ve baş tehlike içine Kürt ulusal demokratik hareketini koyarak inkârcı sömürgeciliğin kirli savaş cephesinde yer almadaki pervasızlıklarını gösteriyorlar: “Türkiye, bugün yerel yönetimler üzerinden fiilen bölünmüştür. Güneydoğumuzun 52 belediye başkanı Diyarbakır ’da toplanarak, ‘Kürdistan’da irade Abdullah Öcalan’dır ’ pankartı altında resim çektirmektedir. Güneydoğu’da Türkiye Cumhuriyeti’nden özerk ve Türkiye’ye düşman bir bölge yönetimi oluşmuştur. ” (Perinçek, Anayasa yazısından) Perinçek ve A. Kılıç’ların ya da İP’in, şovenizm zehrini taşıyan elinin yöneldiği emekçi soldan partiler, gruplar, duruma soru sorsalar yanlış mı olur? Peki neden?