AKP hükümeti, “çıraklık” döneminden “ustalık” dönemine geçtiğini ilan ederken, gerçekte işçi sınıfı ve ezilenlerin kazanılmış haklarına saldırma ve sömürüyü artırmada ne kadar ustalaştığına işaret ediyordu.
Bu dönem, birinci AKP hükümeti yıllarında ertelenmiş birçok saldırı yasasını ardı ardına gündeme getirerek önce tartıştırıyor, sonra ortaya çıkan tepkilere ve o anki güç dengelerine bağlı olarak geri çekiyor veya ileri hamle yapıyor.
AKP hükümeti, kendisinden öncekilerin cesaret edemediği, 12 Eylül cuntasının ürünü, 1475 sayılı İş Kanununu değiştirerek, 4857 sayılı kölelik yasasını çıkardı. Çalışma yaşamıyla ilgili daha sonra çıkan kanunlar, bu dönemde planlanan yasalardı. Geçtiğimiz yıl “torba yasa” diye bilinen kanunu çıkardı. Torba yasanın esasını esnek çalışma ile ilgili maddeler oluşturdu.
Çıkarılan ve çıkarılmakta olan yasalar Dünya Bankası ve IMF mutfağında pişirilerek hazırlanmış, hükümetler tarafından uygulamaya sokulmuştur. AKP hükümetinin hazırladığı ulusal istihdam projesinin mimarı uluslararası tekellerdir.
Bu yasalarla, azami kar veya azami sömürünün önündeki engelleri ortadan kaldırmayı amaçlıyorlar. Esnek-kuralsız çalışma kural haline getiriliyor. Sermayenin ihtiyaçlarına bağlı olarak esnek çalışmanın sınırlarını genişletilmesi yasallaştırılıyor. İşsizlik ve güvencesizlik bu politikalarla yaygınlaştırılıyor. Genel sağlık sigortası 1 Ocak 2012’den itibaren yürürlüğe girdi. 2821-2822 Sayılı Sendikalar, Toplu İş Sözleşmesi, Grev ve Lokavt Yasası, kıdem tazminatı hakkının fona devredilerek gasp edilmesi, bölgesel asgari ücret yasasının çıkarılması, özel istihdam bürolarının kurulması ve esnek çalışma sisteminin sınırlarını genişleten yasal düzenlemeler, AKP hükümetleri tarafından gündemleştirildi. Bazı yasalar, 4857 Sayılı İş Kanunu çıkarılırken gündeme getirildi. Kıdem tazminatı fonunun ve özel istihdam bürolarının kurulması, 4857 Sayılı İş Kanununda daha sonra ayrı bir madde olarak düzenlenmesi öngörülmüştü.
AKP hükümeti, bu planı, Ekonomik Sosyal Konsey’de ve sermaye temsilcileri, hükümet ve Türk-İş, Hak-İş’in içinde yer aldığı üçlü Danışma Kurulu’nda tartıştırarak, uzlaşma metni olarak duyurma, işçi sınıfı ve ezilenleri bu uzlaşmayı onaylamaya çağırma yöntemi izledi. Medya araçları bu “rızayı” üretme araçları olarak kullanıldı, tepkiler görünmez kılınmaya çalışıldı.
Amaç nettir: işgücünün yağmalanmasının yasal kılıflarını hazırlamak, engellenemediği koşullarda, sendikal örgütlülüğü sermayenin denetimdeki sendikalara hapsetmek!
Sermaye Oligarşisi Böyle Buyurdu
AKP hükümeti, 2821 sayılı Sendikalar, 2822 sayılı Toplu Sözleşme, Grev ve Lokavt Yasası’nı birleştirerek, “Toplu İş İlişkileri Yasası” tasarısı olarak düzenleyip burjuva meclise gönderdi. Çalışma Bakanlığı daha önce hazırladığı yasa tasarısında sendikaların taleplerinin küçük bir bölümü temelinde yaptığı değişiklikleri, sermaye oligarşisinin buyruklarına göre yeniden düzenledi. Birkaç noktasını dışta tutarsak, taslakla yapılan, 12 Eylül generallerinin çıkardığı yasanın rötuşlanarak piyasaya sürülmesinden ibarettir. Hatta grev yasakları ve fiili meşru mücadele karşısında daha geri olduğu söylenebilir.
Bakanlar kurulunda uzun süre bekletilen tasarı, bir çeşit mutasyona uğratıldı. Tasarının bakanlık koridorlarında dolaştırıldığı sürede, AKP hükümetinde ekonomi alanındaki bakanlar, sermayenin değişik sözcüleri ve özellikle politik İslamcı sermayenin Fethullah Gülen kanadının kümelendiği Türkiye İşadamları ve Sanayicileri Konfederasyonu’ndan (TUSKON) gelen önerilerle son şekli verildi. TUSKON Başkanı Rızanur Meral, tasarının “iş verimliliği” konusundaki bütün kazanımları geri alacağını belirterek, “Türkiye’nin iş barışını 1980 öncesine götürebilecek bir tasarı hazırlandı. Tasarı istikrar ve iş barışını büyük zarar verecek” demiş.
Türkiye İhracatçılar Meclisi Başkanı Mehmet Büyükekşi, “İşkolu barajının düşürülmesine itiraz ediyoruz. Yüz bin kişiyle toplu sözleşme yapmak için ideolojik tabanlı sendikalar kurulabilir. Bu da sanayiye darbe vurur” diyerek baklayı ağzından çıkarmış.
Daha önce hazırlanan taslakta yer alan işkolu barajının binde 5’e düşürülmesine TUSKON, TOBB, MÜSİAD, TÜSİAD ve TİSK gibi sermaye örgütleri hep birlikte karşı çıktılar. Aralarında rekabet eden sermaye grupları, söz konusu işçiler lehine bir yasa maddesi olunca birlikte karşı çıktılar. AKP Hükümeti’nin sermaye oligarşisinin çıkarlarının sözcülüğünü yapan bakanlar, böyle bir dönemde bir de sendikalar yasasıyla işçi örgütlerinin güçlendirilmesi ve toplu sözleşme haklarının artırılmasının doğru olmadığını, patronların daha fazla sorun yaşamasına yol açacağı ve işçilik maliyetlerini yükselteceği, bu nedenle yasanın farklı biçimde düzenlenmesi isteklerini ortaya koydular.
Böylece burjuva meclise gönderilen yasa tasarısı sermaye nasıl buyurduysa öyle oldu.
Devlet Ve Patron Denetiminde Bir Sendikal Düzen
Çalışma Bakanlığı tarafından Meclis’e gönderilen taslağı, mantığının daha iyi anlaşılması için bir kaç noktadan ele alabiliriz.
Taslağın sendikal örgütlenme ile ilgili bölümünde, sendikal bürokrasiye bazı tavizler verilmesi, sınırlı bazı iyileştirmeler yapılması zemininde, sendikaların sermaye denetimine sokulmasını sağlamak hedefi açıkça sırıtıyor.
Sendikalara üyelik yaşını 16’dan 15’e düşüren tasarıda, işçilerin özgürce sendika seçme hakkı önündeki kısıtlamalar devam ediyor. “İşçi veya işverenler aynı işkolunda ve aynı zamanda birden çok sendikaya üye olamazlar. Ancak aynı işkolunda ve aynı zamanda farklı işverenlere ait işyerlerinde çalışan işçiler birden çok sendikaya üye olabilirler” denerek esnek çalışma sistemine göre düzenleme yapılıyor. Bu çelişkili ifade aynı patronlara ait işyerlerinde işçinin sendikalara üye olamayacağını ancak aynı işkolunda farklı patronlara ait işyerlerinde üye olabileceğini öngörüyor. Yanı sıra işten atılan işçi başka bir işkolunda işe girmediği durumda sendika üyeliği bir yıl süreyle devam ediyor. Buradaki düzenlemede de esnek çalışma sistemine göre yapılıyor. Uzun süredir, kriz sürecinde veya patronun fazla stok yaptığı durumlarda işçiyi 6 ay çalıştırıp, 3 ay ücretsiz izne ayırdığı, örnekler az değil.
Tasarıda “yeni” diyebileceğimiz en önemli değişiklik, sendikaya üye olurken ve ayrılırken noter şartının kaldırılmasıdır. Fakat noter şartının kaldırılması tek başına sendikaya özgürce üye olma ve istediği sendikaya üye olma anlamına gelmiyor. Tasarı, noter şartı yerine e-devlet sistemi getiriyor. İlk bakışta e-devlet sistemi noter şartına göre daha ileri bir adımdır. Noter şartı dosdoğru işçilerin sendikalaşmasının önünde temel bir engel olarak duruyordu. Fakat e-devlet sistemi de ciddi biçimde sorunludur. Yeni taslak, e-devlet sistemi üzerinden sendika üyesi olacak işçinin devlet ve patronlar tarafından kontrolüne olanak sağlıyor. Her türlü istismara açık olan bu sistemle patron, işe aldığı işçilerden, e-devlet şifresini rahatlıkla isteyebilir ve böylelikle sendikaya üye olup olmadığını, hangi sendikaya üye olduğunu denetleyebilir. İşsizliğin bu kadar yaygın olduğu koşullarda e-devlet şifresini isteyen patrona hangi işçi hayır diyebilir. Ya iş ya da şifre! Çok demokratik değil mi? Oysa normal koşullarda sendika üyeliği basit bir prosedürle işçinin sendikaya giderek form doldurması ve sendikanın yeterli çoğunluk sağlandıktan sonra patrona bildirmesinden ibaret olmalıdır. Bu düzenleme ile sermaye ve devlet denetiminde sendikal düzen yerleştirmeyi amaçlıyorlar. İşçiler, sendikalaşacaksa patronların istediği sendikaya üye olmaya zorlanacak.
Tasarı, sendika yöneticilerinin ve işyeri temsilcilerinin iş güvencesini ortadan kaldırıyor. Daha önce işyeri temsilcilerinin işten atılması durumunda mahkeme kararıyla işe iadesini öngörüyordu. Şimdi bu işe iade teminatı tasarıdan çıkarılmış. Tasarıyla, sendika temsilcileri, haksız bir şekilde işten çıkarılmaları halinde, ancak yargı yoluyla tazminat alabilecekler. Sendika temsilcilerinin iş güvencesinden yoksunluğu, sendikal özgürlüğün ortadan kaldırılmasıdır. Patronların denetim ve isteğine uygun hareket etmeye zorlanan bir temsilcilik sisteminin, işçilerin hak ve çıkarlarını kendi özgür iradesiyle savunamayacağı açıktır.
Sendikalar mali olarak da denetim altına alınıyor. Sendikaların, mali müşavirlikler tarafından denetlenmesi yasalaştırılıyor. Ayrıca istenirse mahkemeler tarafından da denetlenebilecek. Bakanlıkça, iç ve dış denetim ayrı bir yönetmelikle sağlanacak. Oysa sendikalar, sadece her bakımdan üyeleri tarafından denetlenmelidir. Devlet, sendikaların denetiminden elini çekmelidir.
Tasarıda gençlere, çiftçilere, ev işçilerine, emeklilere sendika kurma ve sendikalara üye olma hakkı tanınmıyor.
Tasarıda önce 28 olan işkolu sayısı 18’e indirilmişti. Ancak alt komisyonda 4 işkolu eklenerek bu sayı 22’ye çıkarıldı. Esasında işçi sınıfının çıkarları, ilkesel olarak, her türlü işkolu ayrımının kaldırılmasını gerektiriyor. Ancak yetki sorunu ile bağı kurulduğunda, bu ilerleme gibi görünse de, birleştirilen işkollarında sendikaların toplu sözleşme yetkisi almasını iyice zorlaştırıyor.
Toplu Sözleşme Özgürlüğü Yok
12 Eylül faşist cuntası işçi sınıfının toplu sözleşme hakkını biçimsel hale getirmiş, fiilen ortadan kaldırmıştı. Sendikalara üye olmak bir sorunken, yetki alıp toplu sözleşme imzalamak daha büyük bir sorundu. Toplu sözleşme imzalamak isteyen işçiler, aylar ve günler süren prosedür nedeniyle “bu TİS imzalansa da kurtulsak” demeye zorlanıyordu. Bu sistemde herhangi bir değişiklik yok. Yine TİS süreci, devlet ve patronların denetiminde ve “yetki kaybı” tehdidi ile karşı karşıya bırakılıyor. Yeni tasarı bu açıdan da, 12 Eylül generallerinin çıkardığı 2822 sayılı yasadan farklı değil. TİS imzalamak için baraj duvarlarını atlamak, YHK engelini aşmak ve sonra da uzun prosedürleri tamamlamakla mümkün, faşist YHK kılıcı yine işçilerin tepesinde sallanıyor.
12 Eylül generalleri işçilerin grev hakkını önemli ölçüde ortadan kaldırdığında, “sizin greve çıkmanıza, direniş yapmanıza gerek yok, biz, sizin haklarınızı veririz” diyorlardı. Bunun için Yüksek Hakem Kurulu’nu kurdular. YHK’nın ağzından çıkan tek bir sözle, işçiler greve çıkmadan açlık sınırında bir ücrete mecbur ediliyorlardı. Faşist 12 Eylül Anayasası’nın 54. maddesinde, “grev ve lokavtın yasaklandığı hallerde veya ertelendiği durumlarda ertelemenin sonunda, uyuşmazlık Yüksek Hakem Kurulunca çözülür. Uyuşmazlığın her safhasında taraflar da anlaşarak Yüksek Hakem Kuruluna başvurabilir. Yüksek Hakem Kurulunun kararları kesindir ve toplu iş sözleşmesi hükmündedir” denilmektedir. AKP’nin hazırladığı tasanda, 12 Eylül generallerinin faşist kılıcı YHK duruyor. Yine patronların çoğunlukta olduğu bu kurul, daha sistematik ve işlevli kılınmaya çalışılıyor.
Yetki Şantajı Baraj Duvarı
AKP hükümeti, geçtiğimiz Temmuz’da açıklanması gereken işkolu barajı istatistiklerini uzun süre bekletti. Çünkü açıklasaydı, çok sayıda sendika barajın altında kalacak ve TİS yetkisini kaybedecekti. AKP hükümeti yetkiyi açıklamak yerine, “ya önünüze sürdüğüm barajları, grev yasaklarını kabul edersiniz ya da yetkinizi düşürürüm” şantajı ile boyun eğdirmeye çalıştı. Bunda önemli ölçüde başarılı da oldu. 12 Eylül faşist generalleri işçilerin getirdiği yüzde 10 işkolu, yüzde 50+1 işyeri barajları işçilerin sendikalaşmasının önündeki temel engellerden biriydi. AKP sermaye örgütlerinin “tavsiyelerine” uyarak binde 5 olarak propaganda ettiği işkolu barajını yüzde 3’e yükseltti.
AKP hükümeti barajları aşağıya çektiği propagandası ile işçilerin gözünü boyamak istiyor. Oysa gerçek durum, DİSK’in şu açıklamasından daha iyi anlaşılabilir: “ulaştırma, ardiye ve depoculuk işkolundadır. Birleşen 5 işkolunda çalışan işçi sayısı Ekim 2011 SGK verilerine göre 791 bindir. 2009 verilerine göre ise yüzde 180 artış vardır. Yüzde 3 üzerinden hesap yaparsak, bu işkolunda barajı aşmak için 23 bin 730 üye gereklidir. Sendikaların birleşmediği ve üye sayılarını artırmadığı varsayılırsa, halen işkolu barajını aşmış 6 sendikadan yalnızca biri yüzde 3 barajını aşabilmektedir. 2009 istatistiğinde baraj aşmış 5 sendika ise yetkisiz kalacaktır.”
Devlet istatistik oyunlarıyla barajı sendikalara karşı her zaman silah olarak kullanabilecek. Ayrıca şimdiye kadar Çalışma Bakanlığı’nın verileri esas alınıyordu. Bundan sonra SGK verileri esas alınacak. Bunun anlamı şudur: irili ufaklı bütün işyerlerinde, atölyelerde çalışanlarla birlikte işkollarında bütün işçiler istatistik kapsamına sokulacak. Bu durumda herhangi bir işkolunda çalışan işçilerin sayısı artmış olacak. Bu açıkça barajın başka bir yolla da yükseltilmesi anlamına gelecek.
Barajlar işkolu ile sınırlı değil. Tasarı, yüzde 40 işletme barajı koymuş.. Bunun anlamı şudur. Bir sendikanın işkolu barajını aşması yeterli değil, bir işyerinde yüzde 50+1 barajını geçmiş olması da yetmiyor, bir sermaye grubuna ait “aynı işkolundaki birden çok işyeri” varsa bu işletmelerin toplamının yüzde 40’ı kadar üye yaparsa TİS yetkisi almaya hak kazanabiliyor. Bu da derde derman olmuyor, 12 Eylül’ün getirdiği işyeri barajı aynen korunuyor. Bir sendika TİS imzalayabilmek için, o işyerinde çalışan işçilerin yüzde 50+1’ini örgütlemek zorunda.
Nereden bakılırsa bakılsın toplu sözleşme hakkı boşa çıkarılıyor. Barajlar yoluyla işçilerin devrimci, mücadeleci, bağımsız sendikalarda örgütlenmesinin önüne geçilmek, sermayenin güdümündeki TÜRK-İŞ tek yetkili sendika haline getirilmek, sendikal hareket ve işçiler denetlenebilir bir düzen içine yerleştirilmek isteniyor.
Sendikacıları hazırlanan tasarıya karşı terbiye etmenin ve hareketsiz bırakmanın da yolu bulunmuş. Hâlihazırda barajı aşmış sendikalara 5 yıllık geçiş hakkı tanınıyor. Yani 5 yıllık geçiş dönemi barajı aşamama riski taşıyan sendikalar için hükümet tarafından baskı ve tehdit unsuru olarak ya da faaliyetlerini kontrol etme aracı olarak kullanılabilecek.
O işkolunda en fazla üyeye sahip sendikanın TİS yetkisine sahip olması işçilerin sendika seçme ve özgürce iradelerini belirleme haklarını ortadan kaldırmaktadır.
Grev Yasaklarının Kapsamı Genişletiliyor
12 Eylül faşist cuntası kapitalistlerin yüzünü güldürmek için grev yasaklarının alanını genişletmiş ve hükümete, grev erteleme ve yasaklama, yetkisini vermişti.
12 Eylül Anayasa’sının 54. maddesinde, “Siyasî amaçlı grev ve lokavt, dayanışma grev ve lokavtı, genel grev ve lokavt, işyeri işgali, işi yavaşlatma, verim düşürme ve diğer direnişler yapılamaz. Greve katılmayanların işyerinde çalışmaları, greve katılanlar tarafından hiçbir şekilde engellenemez” deniliyor.
AKP hükümeti, faşist 12 Eylül zihniyetini sürdürmektedir.
Tasarıya bakıldığında görülecektir ki, can ve mal kurtarma işlerinde; cenaze ve defin işlerinde; elektrik, doğalgaz, petrol üretimi, rafinerisi ve dağıtımı işlerinde; bankacılık hizmetlerinde; kamu kuruluşlarınca yürütülen itfaiye, şehir içi toplu taşıma hizmetlerinde hastanelerde grev yasaklanıyor.
Anayasa referandumu ile yasal hale getirilen hak grevi yasaklanıyor. Grev yapmak sadece TIS sürecindeki uyuşmazlık şartına bağlanıyor. Hak grevi, genel grev, dayanışma grevi, siyasi grev, işyeri işgali yasak olmaya devam ediyor. İşyerinde üretimi durdurma ve yavaşlatma yasak kapsamına sokuluyor.
Hükümete, gerekli gördüğü hallerde grevi 60 gün süreyle yasaklama ve erteleme yetkisi veriliyor.
AKP’nin hazırladığı tasanda grev yasakları sürdürülmekle kalmıyor ceza-i saldırılar da artırılıyor.
Taslak’a göre, patron grev süresince fabrikadan mal çıkarabilecek, içeriye mal getirebilecek ve fabrikada üretimi sürdürecek. Patronun grevi kırması değil de, işçilerin grevin caydırıcılığına yönelik mal giriş-çıkışlarını engellemesi suç kapsamına sokuluyor.
Grev yasaklarına aykırı hareket edenlere 15 gün ile 150 güne kadar değişen miktarlarda para cezaları verilebilecek. İş durdurma, yavaşlatma veya fiili grev hallerinde, iki aydan 6 aya kadar hapis ve 75 günden 150 güne kadar para cezaları cezası getiriliyor. Ayrıca iş yavaşlatma ve fiili grev, direniş durumlarında patronun grev ve direniş sürecinde karşılaştığı zararı, sendika karar vermişse, sendika yöneticileri, işçiler karar vermişse grev veya direnişe katılan her işçi ayrı ayrı patronun zararını ödemek zorunda bırakılacak.
İşçiler grev çadırı kurabilecek ancak dört kişiden fazla grev gözcüsü bulundurmak yasaklanıyor. Buna karşın, lokavt hak olmaya devam ediyor. Açık ki, burjuvazi uzun yıllara dayanan deneyimlere dayanarak, sınıf mücadelesini bastırma yasası çıkarıyor. Faşist 12 Eylül anayasasındaki hükümlerle yarışan bir yasa tasarısı hazırlanmış.
Emekçi Memurlara Da Grev Yok
AKP hükümeti, işçilere karşı giriştiği saldırının, daha beterini emekçi memurlara yöneltiyor. Başbakan yardımcısı Bülent Arınç, “Biz MEMUR-SEN’le birlikte yasayı hazırlıyoruz” demişti. MEMUR-SEN, AKP’nin 9 yıllık iktidarı sürecinde hormonla şişirildi ve büyütüldü. Ondan önceki iktidarlar döneminde ırkçı-faşist TÜRK KAMU-SEN, DYP-ANAP-MHP eliyle KESK’e karşı büyütülmüştü.
4688 sayılı Kamu Görevlileri Sendikaları Yasası, KESK’li emekçi memurların grevli toplu sözleşmeli sendika talebine AKP tarafından verilen karşıdevrimci bir yanıttır. Bu yasayla KESK açıkça tasfiye edilmek isteniyor.
Tasarı tüm emekçi memurlara grev hakkını yasaklıyor. Gerçekte adı toplu sözleşme olan bir toplu görüşme sistemi yerleştiriyor. Kamu Görevlileri Hakem Kurulu oluşturuluyor. Taslağa göre 11 kişiden oluşacak kurulda, hükümet altı üye ile çoğunluğu sağlıyor. Hükümet dört üyeyi doğrudan atıyor. Yedi öğretim görevlisi içinden birini (Kamu İşveren Heyet Başkanı olan) Bakan seçiyor ve Meclis’te çoğunluğu elinde bulunduran hükümetin oyuyla seçilen Sayıştay Başkanı da kurula başkanlık ediyor. Yine konfederasyonlar tarafından önerilen yedi öğretim üyesinden seçilecek kişiyi de bakan belirliyor. 12 Eylül faşist cuntası işçilere Yüksek Hakem Kurulu’nu baş belası yapmıştı. AKP iktidarı emekçi memurları KGHK cenderesine sokuyor.
AKP, MEMUR-SEN Atına Oynuyor
Sendika heyeti başkanı, en çok üyeye sahip sendikadan olacak. Şu anda en çok üyeye sahip sendika Memur-Sen. Diğer 6 üye şöyle saptanacak. En çok üyeye sahip konfederasyondan 3, ikinci konfederasyondan 2 üye (Kamu-Sen) ve üçüncü konfederasyondan 1 üye (KESK). Böylece Memur-Sen 7 kişilik heyette 4 üyeye sahip olacak. Toplam 515 bin üyesi olan Memur Sen heyet başkanlığı ve toplam 4 üye ile temsil edilirken, üyeleri 630 bini geçen Kamu-Sen ve KESK üç üye ile yetinmek zorunda. Diğer üyelerin ve konfederasyonların itiraz hakkı yok. MEMUR-SEN toplusözleşmeyi imzaladığında diğerlerinin Kamu Görevlileri Hakem Kurulu’na gitme imkânı da yok. Hükümet yetkiyi doğrudan MEMUR-SEN’e veriyor.
Bazı bakımlardan şimdiki uygulamalardan bile geri gidiliyor. Mevcut haliyle yılda bir kez olan toplu görüşme süresini iki yıla çıkarıyor. Hâlbuki hükümet bütçeyi bir yıl süreyle belirliyor.
Diğer hokkabazlıklar bir yana, sendika işyeri temsilcilerinin sayısı azaltılıyor. 1001-2000 işçinin çalıştığı işyerlerinde 5 olan temsilci sayısı 4’e, 2000’den fazla çalışanı olan işyerlerinde 7 olan temsilci sayısı 5’e düşürülüyor.
Kıdem Tazminatı Hakkı Gasp Ediliyor
Uzun yıllardır başta TİSK, TÜSİAD, MÜSİAD, MESS olmak üzere bütün sermaye örgütlerinin temel hedeflerinden biri kıdem tazminatı hakkının yok edilmesi olmuştur. Sermayeye göre kıdem tazminatı rekabetin önünde engeldir. Kıdem tazminatı “işverenlere ve işletmelere yüktür”, patronlar bu yükten kurtulmalıdır. “Zaten kıdem tazminatı hakkından küçük bir grup işçi faydalanıyor, geriye kalanlar faydalanamıyor. Biz, kıdem tazminatını fona devredersek bu haktan herkes faydalanır” diyerek propaganda ediyor, bilinçleri bulandırmaya çalışıyorlar.
Fakat hem 2011’de hazırlanan yasa tasarısı, hem de sermaye temsilcilerinin birinci elden söylemleri, işçi sınıfının bu tarihsel kazanımını gasp etme üzerine kurulmuştur. Zaten 2003 yılında değiştirilen 4857 sayılı İş Kanunu’nun Geçici 6. maddesinde “kıdem tazminatı için kıdem tazminatı fonu kurulur” denerek, kıdem tazminatı hakkının gasp edilmesinin temelleri atılmıştı. Iş Kanunu’nda yer alan bir maddeyle, kıdem tazminatı fonunun kurulması kararlaştırılmış ve bunun ayrı bir yasayla düzenlenmesi öngörülmüştü.
Mevcut yasaya göre, işyerinin taşınması, işçinin askere gitmesi, kadın işçinin evlenmesi, 15 yıl ve 3600 prim gününü doldurması, çalışma koşullarında esaslı değişiklik yapılması, işverenlerin işçiyi taciz etmesi gibi 20’yi aşkın nedenle kıdem tazminatı alınabilmektedir.
2011 yılında yayınlanan tasarının 3. maddesinde, “bu kanunun gerektirdiği görev ve hizmetler için mali kaynak sağlamak, piyasa şartlarında kaynakları değerlendirmek, kanunun öngördüğü ödemelerde bulunmak üzere devlet güvencesi altında Kıdem Tazminatı Fonu kurulmuştur” deniliyor. Daha baştan işçilerden toplanan parayı, “piyasa şartlarında kaynakları değerlendirme” adı altında kapitalistlere kaynak aktarma fonu haline getirilmek istendiğini görebiliriz. Bu fonu, tıpkı işçilerin parasıyla oluşturulan işsizlik fonunda, deprem fonunda olduğu gibi kapitalistlere kaynak aktarma havuzuna dönüştürüleceğini öngörmek hiçbir yetenek gerektirmez!
Fonun yönetimi özerk olacağı vb. lafların ise bir değeri yoktur. Amaç kıdem tazminatının gaspıdır.
Mezara Kadar İşçiye Kıdem Tazminatı Yok
Tasarıda işçinin ancak emekliliği ve ölümü halinde ve adına en az 10 yıl fona prim ödenen işçinin isteği halinde kısmen kıdem tazminatına hak kazanacağı belirtiliyor. İşçi 10 yılın sonunda “kısmen” kıdem tazminatından parasını alabilmesi için işsiz kalması şartı aranıyor. Eğer işçi 10 yılın sonunda işsiz kalmamışsa kısmen de olsa parasını çekemeyecek.
Bunun anlamı şudur: İsçi yaşadığı süre içinde işten atılsa bile kıdem tazminatı hakkından yararlanamayacak. Kuralsız-esnek çalışmanın temel kural haline geldiği koşullarla birlikte düşünüldüğünde işçinin kıdem süresi giderek düşmektedir. İsçinin 10 yıllık kıdem süresini doldurmasının koşulları giderek zorlaşmaktadır. Esnek çalışma sisteminde işçiler zaten daimi ve sürekli iş bulmakta giderek zorlanıyorlar. Bu süreyi kaç işçinin dolduracağı meçhuldür. UIK’in araştırmasına göre, 10 yıl ve daha fazla kıdemi olan işçilerin toplam işçiler içindeki payı bugün sadece yüzde 11,4’tür. İsçilerin yüzde 89’u 10 yılın altında kıdeme sahiptir ve dolayısıyla 10 yıl sonra işsiz kalmaları halinde bir miktar para çekme hakkına sahip işçi oldukça sınırlı sayıda olacaktır.
Kıdem Ödeme Miktarı Düşürülüyor
Kıdem tazminatı miktarı üç değişik yöntem kullanılarak azaltılmak istenmektedir. Birincisi, aylık kıdem tazminatının bugünkü karşılığı yüzde 8,3’tür. Oysa yeni sistemde şirketlerden sadece yüzde 3’lük prim kesintisi yapılması düşünülmektedir. Bu durum, işçinin alacağı tazminatın yüzde 64 oranında azalması anlamına geliyor.
İkincisi, tazminat hesaplamasına esas kıstaslar da değiştiriliyor. Halen, kıdem tazminatı hesabında, ücret ve ücrete ilaveten işçiye sağlanmış olan para ve para ile ölçülmesi mümkün menfaatler de göz önünde tutulmakta. Tasarıyla, kıdem tazminatı hesaplanırken işçinin giydirilmiş ücret üzerinden değil, çıplak-net ücret üzerinden hesaplanış olacak.
Üçüncüsü, halen işçi son ücreti üzerinden kıdem tazminatı alırken, fonla birlikte hesaplama son ücret üzerinden değil, son takvim yılının ortalaması esas alınarak yapılacak. İşçiler emekli olmak istediklerinde zam dönemini beklerler, çünkü tazminata esas ücret son aldığı ücrettir. Yeni düzenlemede, son ücreti değil de son 1 yıllık ücret ortalaması esas alınacak, böylece tazminata esas ücreti son ücrete göre düşük olacağından daha az tazminat alacak.
İşten Çıkarma Daha Da Kolaylaştırılıyor
Kıdem tazminatı patronların işçiyi işten atmasını frenleyen, zorlaştıran önemli faktörlerden biridir. Tasarıyla, 10 yıldan önce tazminat ödeme yükümlülüğünün kaldırılması ve kıdem miktarının düşürülmüş olması nedeniyle, patronlar kıdem tazminatı baskısından kurtulacak, istediği anda, istediği sayıda işçiyi kolayca işten çıkarabilecek, çıkarttığı işçinin yerine de daha düşük ücretle yeni işçi alacaktır. Çünkü artık işten çıkartırken tazminat ödemesi söz konusu olmayacaktır.
Patronun işyerindeki baskıları nedeniyle işçi tek taraflı olarak işten çıktığında kıdem tazminatı hakkına sahip oluyordu. Fonla birlikte işçinin bu hakkı ortadan kalkacak; patronlar işçiye istediği gibi davranabilecek; her an işten çıkarılma kaygısı, işçinin patrona olan bağımlılığını ve sermayenin egemenliğini artıracaktır.
Diğer yandan işçinin ücretinin ödenmemesi, eksik ödenmesi ya da geç ödenmesi işçinin iş sözleşmesini derhal fesih hakkına yol açar ve işçi kıdem tazminatına hak kazanırken, fon uygulamasıyla birlikte, patronlar üzerindeki bu baskı da ortadan kalkacak, patron, ücret ödemeleri konusunda tam bir keyfiliğe kavuşacaktır. Bu durum, burjuvaların, işçilere istediği gibi davranmasını kolaylaştıracak, işçilerin çalışma koşulları daha da kötüleşecektir.
Sermayenin emekçilerin bilincini teslim almak için ileri sürdüğü gerekçelerden biri işçilerin önemli bir kesiminin kıdem tazminatı hakkını alamaması yönünde yaptığı propagandadır. Esnek çalışma koşulları ve fon nedeniyle işçilerin bu haktan yararlanmasının koşulları zaten ortadan kaldırılıyor. Bugün bu hakkı kullanamayan işçilerin büyük çoğunluğu kayıt dışı çalışanlardır. Bu oran ise, yüzde 43,5’tir. Fon kurulması halinde kayıt dışı çalışanların fondan zaten yararlanmasının koşulları yoktur.
Patronların fona ödeme yapmaması durumunda bir yaptırım da söz konusu değil. Bu durumda işçi fon yönetimine dava açmak durumunda kalırsa, bugünkü koşullarda 617 lira dava açma parası ödeyecektir.
Avusturya Modeli Gaspın Başka Bir Modelidir
AKP iktidarının fon kurulması konusunda ikinci alternatifi Avusturya modelidir. Bir süredir dillendirilen bu model de işçinin kıdem tazminatının gaspı üzerine kurulmuştur. Avusturya’da patronlar fona yüzde 1.53 oranında prim yatırıyor. Ülkede, 1.000 euro ücret alan 3 yıllık bir işçi fon öncesi 2.333 euro kıdem tazminatı alırken, fon sonrasında bu, 565 euro’ya düşüyor. Yani, işçinin kıdem tazminatı fonla birlikte yüzde 66 azalmış oluyor. 1.000 Euro ücret alan 20 yıllık bir işçi 10.500 euro kıdem tazminatı alırken, fonla birlikte, miktar 3.768 euro’ya geriliyor. 20 yıllık işçinin kaybı yüzde 64 oluyor. Ayrıca, tazminat alınırken, fon şirketleri bir de “paranı yönetiyorum” diye işlem ücreti, bir tür komisyon alıyorlar. Böylece Avusturyalı işçiler sadece kıdem tazminatlarının yüzde 65’ini kaybetmekle kalmıyor; yanı sıra hem fonda biriken paralarını borsa bankerlerine kaptırmış, hem de üstüne bir de komisyon ödemiş oluyorlar. Kapitalist ülkelerin pek çoğunda işçiler adına belli hesaplarda toplanan tazminatlar işçilerin çalıştığı şirketlerin kurduğu özel finans şirketleri tarafından yönetiliyor. Eğer söz konusu şirketin hisseleri borsada alınıp satılıyorsa, biriken fonların büyük bölümü bu şirketin hisselerine yatırılıyor. Fakat bu durum, işçilerin ve örgütlerinin kendi çıkarları üzerinde pazarlık etmekten korkmasına, grev ya da direniş örgütlemekten kaçınmasına yol açıyor.
Çünkü işçiler greve gitmeleri halinde şirketin borsadaki değerinin düşeceği, bunun da kendi birikimlerinin erimesi anlamına geleceği kaygısı taşıyorlar.
Avusturya’da da fon öncesi ve sonrası, işçiler kendi isteği ile işten ayrılırsa, ya da patron haklı bir sebep göstererek işçiyi işten çıkarırsa, işçinin kıdem tazminatı alma hakkı yok. Fonun biçimi ne olursa olsun işçinin kıdem tazminatı hakkı ortadan kaldırılmış olacaktır.
Sendikalı çalışan veya nispi olarak daha yüksek ücret alan işçilerin ücretlerini aşağıya çekmenin, kapitalisti kıdem tazminatı, iş ve iş güvencesi yükümlülüklerinden kurtarmanın, işçi sınıfını her türlü haktan mahrum bırakarak örgütsüzleştirmenin araçlarından biri olacaktır.
Özel İstihdam Büroları
Esnek-kuralsız çalışma biçiminin temel çalışma biçimi haline gelmesiyle birlikte, sermaye, buna uygun kurumlaşmaları da yerleştiriyor. 4857 sayılı İş Kanunun da, tıpkı kıdem tazminatı gibi ek bir madde konularak ayrı bir yasa olarak düzenlenmesi öngörülmüştü.
AKP, şimdi bunu temel bir yasa olarak çıkarmaya çalışıyor. İş-Kur’un yerine sermayenin esnek çalışma ihtiyaçlarına göre özel işçi kiralama büroları geçirilmek isteniyor. İŞ-KUR bütünüyle tasfiye edilmiyor, ancak patronlar, ihtiyaç duydukları iş gücünü bu bürolar aracılığı ile karşılamak istiyorlar. Eğer özel istihdam büroları yasallaşırsa işçi herhangi bir makine gibi kiralanacak. İşçinin sadece işgücünü değil, aynı zamanda köle gibi kendisini de kiralamış olacaklar. Burada esas amacın geçici, kısmi, süreli çalışma sistemi ile birlikte ucuz işgücü sağlamak olduğu açıktır. Buna işçi simsarlık büroları adı da verilebilir. Daha bugünden fiili olarak faaliyet sürdüren bu büroların tek amacı kapitalistin ihtiyaç duyduğu iş gücünü hazır tutmak ve işçi çıkarmasının koşullarını en kolay hale getirmektir. Kiraya verilen işçi, iş yaptığı işyeri değil de, işçi kiralama büroları üzerinden sigortalı yapılacağı için kaçak çalıştırılmış olacaktır. “Şu işyerinde iş bitti” denerek özel işçi bürosu tarafından çıkarılabilecek veya büronun bulacağı daha ağır veya daha düşük ücretli işe boyun eğecektir. Aynı zamanda her türlü sosyal güvenlik haklarından ve iş güvencesinden yoksun olarak çalıştırılacaktır.
Bölgesel Asgari Ücret: Köleliğin Bölgeselleşmesi
Bugün tek tip asgari ücret uygulanıyor. O da açlık sınırının altında ve adaletsiz bir biçimde hükümet tarafından belirleniyor. Kapitalistler tek tip asgari ücret uygulamasının işsizliğe neden olduğunu ileri sürüyorlar ve bu nedenle asgari ücretin bölgeler düzeyinde ayrı ayrı saptanmasını istiyorlar. Buna göre; Örneğin, İstanbul’da asgari ücret 750 lira ise İç Anadolu bölgesinde 700, Kürdistan’da 550, Akdeniz’de 600, Ege’de 650 lira olmasını istiyorlar. Aynı sürede, aynı işi yapan iki işçiden biri diğerinden daha az ücret alacak. Bu durum emekli aylıklarında ve kıdem tazminatında da böyle olacaktır.
DİSK Ve KESK’e Tasfiye, Başrol TÜRK-İŞ Ve MEMUR-SEN’e Veriliyor
Sermayenin saldırı yasaları öncelikle TÜRK-İŞ ve MEMUR-SEN’in doğrudan desteği ile çıkarılmaktadır. Sermaye TÜRK-İŞ üzerinden işçi hareketini ve sendikaları bölmüştür. Erdoğan “Toplu İş İlişkileri Yasa Tasarısı”nı meclise sevk etmeden önce, Kumlu ile görüşmüş, rüşvet verip güvence ve onay almıştır. TÜRK-İŞ, AKP’nin “Ulusal İstihdam Stratejisi”nin doğrudan destekçisidir. AKP’nin çıkardığı saldırı yasalarına hiçbir itirazı yoktur. Hükümetten daha kralcıdır. “Toplu İş İlişkileri Yasa Tasarısı” Meclis’e sevk edilmeden önce işkolu barajı binde 5 iken, barajın yüzde 3’e yükselmesini isteyen de Kumlu’dan başkası değildi.
Sermaye, sınıf işbirlikçisi sendikacılara imtiyaz tanıyarak, sendikal hareketi bölmeye, zayıf düşürmeye yöneliyor. İşçi sendikaları arasında TÜRK-İŞ’i tek yetkili sendika kılıyor. HAK-İŞ’i, “seni büyüteceğim zaman gelecek, acele etme” diyerek yedekte tutma politikası izliyor. Benzer bir politikayı emekçi memur sendikaları arasında yapıyor. AKP çizgisinde ve politik islamın temsilcisi MEMUR-SEN’i tek yetkili sendika olarak geliştiriyor.
Sermaye ile uyumlu ve işbirlikçi sendikalar eliyle işçi-emekçi kitleleri kontrol ve denetim altına almaya çalışıyor. Harekette genel bir bölünme yaratarak teslim alma politikası izliyor.
Toplu İş Yasası ve 4688 sayılı yasalarda ortaya çıkan mantık, DİSK ve KESK’in tasfiye edilmesi, güçten düşürülerek etkisiz hale getirilmesidir. Yüzde 3 barajı ile ilerici, devrimci ve mücadeleci sendikaları etkisiz hale getirerek işçi hareketinin dışına itmektir. Bir diğer amaç, yeni bağımsız devrimci sendikaların kurulmasını engellemektir. Sendika ve grev özgürlüğü lafta bile yoktur. Sendikalaşmak da ve toplu sözleşme imzalamak da, sermaye ve devletle işbirliği yapamaya bağlı hale getiriliyor.
Sendikalar, toplu sözleşme ve grevlerle ilgili düzenlemeler, fiili-meşru mücadeleyi yasaklıyor ve işten atmakla sınırlı kalmayarak, para ve hapis cezalarıyla bastırmak istiyor. Devrimci, mücadeleci sendikalar bu yolla teslim alınmaya çalışılıyor. Bugün buna karşı fiili mücadele çizgisi izlemeyenler yarın daha büyük bedeller ödeyerek haklarını elde etmek zorunda kalacaktır.
Toplu İş Yasa tasarısı, kıdem tazminatı, özel istihdam büroları, bölgesel asgari ücret, esnek çalışma yasaları ile birlikte ele alındığında, egemenler ve AKP, örgütsüz, güvencesiz, temel haklarından yoksun, işsizliğin basıncı altında en ağır koşullarda çalışmaya zorlanan bir işçi sınıfı yaratmayı hedefliyorlar. Bunun adı yoğunlaştırılmış sömürü yoluyla aşırı kar elde etmektir. 4857 sayılı İş Kanunu bugün yapılan esnek çalışma sistemine uyumlu, esnek çalışmanın, kıdem tazminatı hakkının gasp edilmesinin önemli halkası olmuştu. O günkü koşullarda durumu kurtarma anlayışı ve nasıl olsa bana değil, benden sonrakine yönelik diyerek seyirci kalmışlardı. Yasa geçti ama cin şişede durduğu gibi durmadı. Saldırılar birbiri ardına geldi.
İşçilerin yaşamı, esnek çalışma sistemine göre düzenleniyor. İşçi patrona göre yaşayacak, onun karının gidebildiği sınıra kadar kendisini düzenleyecek. Daha uzun çalışma saatlerini ve hafta sonu tatillerinin bulunmadığı bir çalışma düzenini yasal biçime büründürüyorlar.
Tasfiye Ve Köleliğe Karşı Birleşik Bir İşçi Hareketi Geliştirmeliyiz
Mevcut saldırılara karşı sendikalar basın açıklamaları ve çok sınırlı öteki eylemlerle süreci yanıtlamaya çalışıyorlar. Saldırının kapsamı düşünüldüğünde yapılanlar yetersiz ve caydırıcı olmaktan uzaktır.
Öncelikle geniş işçi-emekçi kitlelerin saldırılar hakkında kapsamlı bir aydınlatılmaya ihtiyacı var. Böyle bir çalışma yürütülmezse, hareket, sınıfın öncü, mücadeleci bölükleriyle sınırlı kalacaktır. Bu ise saldırıyı püskürtmeye yetmeyebilir.
İşçi sınıfı tabanda dağınık ve örgütsüzdür. Sendikal bölünme ve parçalanma nedeniyle enerjisi zayıf kalıyor. Bu, tabanda ve sendikalarda ileri, mücadeleci bölüklerin birleşmesi görevini kaçınılmaz kılıyor.
Yeni saldırı yasaları ve esnek çalışma biçimleri bu durumu değiştirmeyi hedefleyen, fiili meşru mücadele üzerine şekillenen, militan bir işçi hareketinin geliştirilmesi perspektifi taşımalıdır. Sendikalar, örgütsüz, güvencesiz işçilerin örgütlenmesi stratejisi ile yeniden şekillenmek zorundadır.
DİSK ve KESK saldırıların hedefi olduğu için mücadeleye hazır kuvvetleri içinde barındırıyor. Fakat bu siyasi öznelere, mücadeleci kuvvetlere daha geniş bölükler oluşturarak sermayeye meydan okuma görevinin üzerinden atlamamak gerektiğini gösteriyor. TÜRK-İŞ ağaları hükümetle anlaştılar fakat bağlı sendikaların oluşturduğu Sendikal Güç birliği Platformu yasa saldırılarını kabul etmeyeceklerini ve TÜRK-İŞ’e rağmen mücadele edeceklerini ilan etti. Artık işçi ve emekçi memur sendikaları, işçi sınıfı ve emekçi memur tabanını aydınlatma ve harekete geçirmek için bir an bile duraksamamak, beklememelidirler. Beklemek, kararsız kalmak, şantaja boyun eğmek köleleştirilmeye seyirci kalmaktır. Fiili, meşru mücadele yolundan birleşik bir işçi-emekçi hareketi yaratmak, tüm ezilenleri sermaye ve AKP’nin karşısına dikmek için bahar süreci ve yaklaşmakta olan 1 Mayıs önemli bir olanaktır.
İşçilerin, işsizlerin, emekçi memurların, kadınların, gençlerin, sendikaların ve demokratik kitle örgütlerinin, grev, toplu sözleşme hakkı çerçevesinde, örgütlenme ve eylem hakkına; kıdem tazminatı örneğindeki gibi kazanılmış haklara yönelen bu saldırılara karşı birleşik mücadele hattında mevzilenmesi, tek yumruk tek barikat olmaları kazanmak için en iyi seçenektir.
Komünistler, saldırı ve tasfiye yasalarına karşı tüm kentlerde aydınlatma çalışmaları, özgüce dayalı eylemler ve birleşik mücadele için üzerlerine düşeni yerine getirmekle sorumludurlar.