15-16 Haziran 2009 tarihlerinde Taraf Gazetesi’nde uzun bir röportaj yayımlandı. Mülakatı veren kişi, Haziran başındaki kongre ile SHP Genel Başkanlığına seçilen Hüseyin Ergün'dü.
“Sol” diye ortaya çıkmış Hüseyin Ergün. ÖDP'den ayrılan Ufuk Uras ve çevresinin yanı sıra DİSK’in öncülük ettiği 10 Aralık Hareketi ile beraber ismi anılıyor. Yeni bir siyasi oluşumun hazırlıklarını yürütüyorlar birlikte.
Röportajda hayli kışkırtıcı ve hakaretamiz bir eda ile konuşuyor Ergün. Sol adına bütün değerlere küfrediyor. İlerici devrimci mücadeleye karşı burjuvazinin sınıf kinini ve düşmanlığını kusuyor. Yalan ve iftiralarının yanında çarpıtma ve demagojilerle malûl bir zihniyet fotoğrafı sunuyor.
Bu zihniyet sadece Ergün ün şahsına ait bir şey değildir. Ergün bugün birlikte hareket ettiği çevrelerin siyasi zeminini de ilan etmiş oluyor, hangi kesimlerin sözcüsü olduklarını da. Bugüne kadar “yol arkadaşları” olan Urasçı “Özgürlükçü Sol Hareket” ile 10 Aralık Hareketinin herhangi bir itirazı gelmediğine göre Ergün’ün bu “boyundan büyük” lafları daha geniş bir yelpazeyi tarif ediyor demektir.
Ergün’ün açıklamaları, öncelikle kendi partisi içinde bir deprem yarattı. Birçok MYK üyesi onu eleştirdi. Genel Sekreter Ahmet Abakay basın önünde bu açıklamaları mahküm etti. Ancak nihayetinde ‘birileri’ Ergün un arkasında durdu. H. Ergün önce istifa lafları ettiyse de sonra bunu geri aldı. İstifa eden, Genel Sekreter Ahmet Abakay oldu. Abakay, istifa mektubunda SHP’nin, “İşverenlerin öncülüğünde kurulan Yeni Demokrasi Hareketi ne dönüştürülmek istendiğini” söyledi. Bu gelişmeler de Ergün un çıkışının bireysel ya da rastlantısal olmadığının göstergesi olmaktadır.
Ergün ve şimdi üzerinde çalıştıkları projenin misyonu, eleştiri ve tartışmaların gölgesinde kalmasın diye, önce şu noktalara değinelim: Bu proje ne anlama geliyor? Ergün ve anlayışı neyi amaçlıyor? Hangi kesimleri temsil ediyor?
Bu soruların cevapların bir kısmı Ergün’ün siyasi- şeceresiyle örtüşmektedir. Hüseyin Ergün, kendisinin dahi hatırlamakta zorlandığı bir tarihi evvelde solculukla bağım koparmıştı. FKF'de boy göstermiş, TİP içerisinde çalışmıştı. Bu coğrafyadaki devrimci mücadelenin en önemli dönüm noktalarında gerici tutum almış, düzenin serin ve sığ sularını tercih etmişti. 71 devrimci çıkışı olduğunda onlar sınıf mücadelesini geriye çekmeye çalışan, pasifize eden, parlamentocu anlayışta kalmıştı. Devrimci hareketle hiçbir bağı yoktu, bu dönemden sonra da her tayin edici uğrakta daha fazla burjuvazinin kollarına atıldı.
12 Mart ve sonradan 12 Eylül faşist darbelerinden sonra esas mecrasını bulmuş, sol-sosyalizm söylemlerinden bütünüyle kopmuş bir burjuva liberal Hüseyin Ergün portesi vardır. 1993’te burjuvazinin liberal projelerinin sözcüsü olarak sermayeden ve emperyalist efendilerinden icazet almak için ortaya çıkan başını yine bir patron olan Cem Boyner’in çektiği Yem Demokrasi Hareketinin kuruluşunda yer alır. Artık aslına rücû etmiş, bütün yetenekleriyle liberal burjuvazinin çıkarları için mücadele etmeye başlamıştır. ‘96’ya kadar YDH Genel Başkan Yardımcılığı yapmış, ’96-’97 döneminde de YDH Genel Başkanı olmuştur. Bu proje uzun ömürlü olmadı. Bir dizi devşirme dönek takımı ile birlikte burjuva liberal aydınların ve patronların bu hareketi akamete uğradı. Köksüz kaldı ve tarihin çöp sepetini boyladı.
Ergün ise sonraki dönemde George Soros’un fonlarıyla ‘sosyal’ projeler yapan TESEV’in Başkanı oldu, böylece hem maddi hem de siyasi olarak yolunu buldu! 2002 yılında da kirli savaş partisi SHP’nin yemden kuruluşunda yer aldı. Nihayetinde Genel Başkanı oldu. Şimdi de burjuva liberalizminin sözcüsü olarak ve daha geniş bir liberal programın öncülüğüne soyunarak arz-ı endam eyledi.
Taraf Gazetesindeki röportajın anlamı da budur. Ergin ve anlayışı, kendi pozisyonunu, siyası zeminini ve hedeflerini/programını deklare ediyor. Yol arkadaşlarının da zeminini, sınırını çiziyor. Her söylemi bilinçli seçilmiş, özel biçimde öne çıkarılmış bir siyasi projenin ana esaslarının ilanı olarak kamuoyuna (siz burjuvazinin beğenisine okuyun) sunulmuştur. Burjuva liberalizminin son sezon şampiyonu olan Tarafta yayınlanması da tesadüf değildir.
Bugün Ortaya Çıkışının Zemini/Misyonu Nedir?
Bu sorunun, ilk cevabı yine Ergün ün ağzından veriliyor: "(YDH) bazı yönleriyle diriliyor. Daha doğrusu Yeni Demokrasi Hareketi burada bir yansıma buluyor.” Yanıt çok açık, burjuva liberal programı daha geniş bir zeminde güncellemek, “diriltmek”. Çünkü TÜSİAD’ın, AKP’yı dengeleyecek bir ‘sol AKP’ye ihtiyacı var. Çünkü kapitalizmin ekonomik ve ideolojik krizi yığınları sola yöneltiyor. Çünkü CHP artık sermaye oligarşisinin sol parti ihtiyacım karşılayamıyor.
YDH, rejimin yapısal ve güncel siyasal krizinin çakıştığı, derinleştiği, yığınların devrimci, anti-faşist, anti-sömürgeci, anti-emperyalist mücadelelerinin yükseldiği dönemde ortaya çıkmış bir harekettir. Kitle hareketinin düzenin dışına çıktığı ve radikalleştiği, Kürt ulusal hareketinin serhıldanlarla atılıma geçip rejimi siyasi ve ideolojik çözülmeye zorladığı bir siyasi iklimde yaratılmıştır. YDH; burjuva siyasetinin ve ekonominin neoliberal yapısal dönüşüme zorlandığı, Yeni Dünya Düzeni emperyalist projesine göre yeniden yapılandırma ihtiyacının olduğu bir süreçle sözde demokrasi söylemleriyle ortaya çıkmış bir sermaye hareketiydi. Soldan devşirmelerle ve burjuva liberal aydınların katılımıyla liberal bir program zemininde ortaya çıkmışlardı. Hem düzen dışılaşan toplumsal hareketi burjuva düzen sınırlarına çekmeyi, hem de burjuvazinin yapısal uyum ve değişim programını savunuyorlardı.
Bugün yine kitle hareketinin genişlediği, yayıldığı ve giderek radikalleşme eğilimi gösterdiği, Kürt ulusal sorununun çözümünü dayattığı koşullardayız. Yığınları düzen içinde tutacak ya da toplumsal hareketi burjuvaziye yedekleyecek bir burjuva hareket, bir sosyal demokrat yapı dahi yok. Burjuvazi bunun yakıcı eksikliğini duyuyor. Düzen solu sahası boşlukta ve Hüseyin Ergün’den Ufuk Uras’a uzanan yelpazedeki siyasal şahsiyetler, bu boşluğu doldurmaya oynuyorlar.
Keza işbirlikçi burjuvazinin küresel sermayeyle entegrasyonu ve yapısal dönüşümünü sağlayacak, başta ABD’nin bölgesel siyaseti ve AB üyeliği olmak üzere, emperyalist projelere hız verecek bir siyasi değişim hareketine de muhtaçtır. Bu uğurda burjuvazinin içinde statükocu kesimler de önemli oranda geriletilmişken, liberal programın düne göre daha etkin olacağı bir siyasi iklim oluşmuştur.
İşte bu koşullarda yeni ve daha geniş bir zeminde örgütlenmek istenen burjuva liberal bir hareketin öncüsü/sözcüsü olarak YDH ruhu/misyonu yeniden diriltiliyor. Ama bugün bazı farklılıkları da var. Bu kez liberal sağcı kesimlerle ve artık solla ilişkilerini kesmiş döneklerle sınırlı bir proje değildir. Bu “yeni”lik ‘liberal sol’ kesimi de kendi zemininde birleştirme hedefiyle ortaya çıkmıştır. Emek siyasetinin içine dek uzanmış, ilerici antifaşist yapıların ve bazı demokratik hareketlerin kendi çekim merkezlerine yakınlaşması sağlanmıştır. Bu anlamda daha geniş bir siyasi zemine kavuşmuştur.
Dolayısıyla Ergün’ün sözcülüğünü yapıp, röportaj yoluyla deklare ettiği hareket alan genişletmiş bir burjuva liberal siyaset prodüksiyonudur. Programı da bütünüyle işbirlikçi burjuvazinin liberal ‘değişim’ programıdır.
Kendisini “sol” olarak lanse etmesine bakmayınız, soldan fersah fersah uzak bir harekettir. Sola ve değerlerine yaklaşımı da malumun ilanından başka bir şey değildir. Özgürlükten anladığı da sermayenin sınırsız özgürlüğüdür.
Siyasi yelpazede kendilerini konumlandırdıkları yer de buna uygundur. Onlara göre günümüzün ilerici hareketi AKP’dir. AKP sağdır ama ilericidir. Kendilerinin dışında da ilerici sol yoktur. Böylece sermayenin sol ayağını oluşturmaktadırlar. Burjuvazinin liberal programının uygulanması için türetilmiş bir AKP kopyası harekettir.
Ergün ve zihniyeti burjuvazinin emniyet supabı olmaya, ona kan ve can taşımaya niyetli bir “cankurtaran” projesi olurken, Ufuk Uras ve 10 Aralık Hareketini de peşine takmaya, bu eksende bir kolunu da sendikalar ve sosyal hareketlerin içine uzatmaya çalışıyor.
Peki, bu durumda Ergün ve muhataplarının bu projesi ezilenleri yeniden burjuvazinin peşine takmak için türetilmiş bir tuzak değil de nedir? Kirli savaş partisi SHP ve şimdi oradan hortlatılmaya çalışılan YDH ruhu, kendi mecali yokken, ezilenlerin taleplerine ve mücadelelerine uzak ve düşmanken, ezilenlerin basıncıyla faşist diktatörlüğün saldırıları arasında boğulan (son kertede İkincisine eklemlenen) icazetli bir burjuva projesine can simidi atmak, onlara hayat öpücüğü vermek işçi sınıfının ve ezilenlerin çıkarma mıdır? Hele hele kendi sözleriyle de sabit olan sömürgeci kirli savaştaki rolleri ve tutumları, haklar ve özgürlüklere karşı durdukları zemin ortadayken, hangi saikler DİSK’ı ve Uras’ın ÖSH'sini burjuva siyasetin kene politikasına göz kırpmaya itiyor?
Şimdi “aranan kan bulunmuştur” edasıyla yeni bir Soros projesi ile arz-ı endam eyleyen liberal burjuvazinin, Demokratik Alevi Hareketinin. Kürtlerin, demokrat sendikacıların vb. eliyle daha geniş bir cephede hortlatılması için yürütülen bu vampir siyasetine alet olmak; en başta bütün bu kesimlerin diğerlerine hakaret eden bu anlayışla aynı fotoğraf karesinde görünmek nasıl bir anlayıştır? Bunun izahı kabil midir? Ergün’ün bu kadar hakaret etmesine, bu denli pervasız bir saldırganlık ve iftira faaliyeti içinde olmasına, bu cesareti gösterebilmesine dayanak olduklarının farkında mıdırlar?
Bu aymazlık hiçbirinin harcı değildir, haddi değildir. İşçi sınıfının değerlerine, ilerici insanlığın değerlerine ve mücadelelerine sahip çıkamayan, hareketi burjuvazinin kucağına oturtmaya çalışan anlayışlar, ezilenlerin kendilerini kuzu kuzu izleyeceklerini zannediyorlarsa fena halde yanılıyorlar. Bu ihanetçi siyasetin siyasi sorumluğunun altından kalkamazlar. Ya da yol yakınken silkineceklerdir. Ama her koşulda bu oyun sökmez! Bizden söylemesi.
Burjuva sol bir hareketin varlık imkânı bulabilmesi ve kendine alan açabilmesi için öncelikli olarak ilerici-devrimci harekete, emekçi soluna karşı bir saldırıda bulunması, sınıf refleksinin gereği olacaktı. Röportajda bu bütün yoğunluğuyla hissediliyor. Ana darbenin doğrultusunu devrimci antifaşist, antiemperyalist ilerici harekete yöneltmiştir. Burjuva solu, kendisini emekçi solundan koparacağı mevziler ve taban üzerinden inşa etmek istemektedir.
Bu amaçla Ergün, onyıllardır burjuva liberal saflarda biriktirdiği bütün ideolojik cephaneliği seferber ediyor. İlerici devrimci değerlere, işçi sınıfı ve ezilenlerin ilerici devrimci demokratik hareketlerine karşı hakaretlerle dolu demogojik ve iftiralarla malul bir söylem kullanıyor. Yol açtığı tartışmalara verdiği yanıtlarda da aynı zihniyetini ve amacını sürdürmüştür.
Bu anlayış solcu, ilerici değildir ama kendisini öyle lanse eder. Demokratik hiç değildir, düpedüz gericidir. Ergün’ün söylemleri de bunların birer kanıtıdır.
İşçi Sınıfı Düşmanlığı
Bu anlayış, her şeyden önce işçi sınıfı düşmanıdır. İşçi sınıfını gerici/tutucu bir sınıf olarak ilan ediyor bay Ergün. Ona göre “işçi sınıfı üretici güçleri geliştirmez”, “Sız hiç ilen teknoloji isteyen sendika gördünüz mü?” diye de ekliyor. Bu söylemin ekonomi-politik kapsamında itibar edilebilecek, ciddiye alınacak hiçbir yanı yoktur. Üretici güçlerin gelişmesinin önündeki engel burjuvazi ve onun düzeni kapitalizmdir. İleri teknolojinin üretime uygulanmasının önündeki engel yine burjuvazinin kar oranlarının düşmesinin baskısıdır. Sınai üretim artık eskisi kadar karlı olmadığı için, sermaye ‘işsiz’ kalmakta, borsa-faiz-spekülasyon gibi asalak alanlara akmaktadır. Bu durum insanlığın toplumsal kaynaklarının sermayenin elinde asalakça kullanımına yol açtığı gibi, büyük emekçi yığınlarının çalışma hakkından dahi yoksun bırakılmasına neden olmaktadır. İşsizlik kronik kitlesel bir karakter kazanmıştır. Bu koşullarda her yeni teknolojik ilerleme hem işsizliği artırmakta, hem de kâr oranlarında düşüşe yol açmaktadır. Dolayısıyla, üretici güçlerin engeli kapitalizmin kendisidir. İktidardaki işçi sınıfı (örneğin SSCB’de) en ileri tekniği kullanarak geri bir tarım ülkesini 20 yılda dünyanın en büyük sanayi devi haline getirmesini bilmişti. Uzaya ilk kimin çıktığını da hatırlamasında fayda var, bu burjuva solcusunun. Bugün de burjuvazi sınıf olarak yıkılıp kapitalist üretim ilişkileri dönüştürülmeden ne asalaklaşma aşılabilir, ne de teknik bir atılım mümkün olabilir. Tekeller ileri tekniği kullanmak yerme ucuz işgücü cennetleri yaratıp, bu ülkelerin işçi yığınlarını tüketmeyi yeğlerler. İşçi sınıfının en devrimci sınıf olduğunu, bu gerçeği, ona anlatmaya gerek yoktur. Ta ilk gençliğinden beri duya duya duymaz olmuştur bunu. Ama o işçi sınıfının modern tarihin yapıcısı ve ilerleticisi olarak görünmesini istemez. Yeteneklerini de bu işe hasretmiştir. Zira ona göre bu iş burjuvazinindir. İşçi sınıfı da ona destek olmalıdır; bütünüyle onun siyasi şemsiyesi ve önderliği altında olmalıdır; bağımsız bir hat izlememelidir.
“İşçi sınıfı demokratiktir” diyor bay Ergün “ama ilerici değildır”i de ekliyor peşine. “Demokratiktir” demesi bilinçlidir. Ona göre bu kimi haklar talep etmesinden ileri geliyor. Bu hakları elde etmek için harekete geçerse olmaz. Çünkü “ilerici değildir” işçi sınıfı. Peki, ne yapmalıdır? “Tek ilerici sınıf olan burjuvaziyi” desteklemelidir! Burjuvazi “ilerici” olunca demokratik hakların “en kararlı savunucusu” da o oluyor, işçi sınıfı da her koşulda onu desteklemelidir. O halde işçi sınıfı kimi haklarını elde etmek istiyorsa kaderini ve geleceğim burjuvaziye teslim etmelidir. Asla ve kat’a ayrı bir sınıf siyaseti yürütmemelidir, işçi sınıfı. 12 Eylül darbesinin arkasında hangi sınıfın çıkarları vardı ve bu darbe kime karşı yapıldı, diye sorası geliyor insanın!
Bu, buz gibi sınıf işbirlikçiliğidir, burjuva oportünizmidir. İşçi sınıfı-ve ezilenlerin ilerici devrimci mücadelelerini ve bir bütün olarak emekçileri gerici ilan etmek, onların mücadelelerini yok saymak, yığınları silahsızlandırmak ve burjuva siyasetin liberal projelerinin dayanağı yapmak çabasıdır. Burjuvazinin politikası, kendi ayrıcalıklarım güçlendirme ve sömürüsünü derinleştirme, sömürgeci yağmasını yaygınlaştırma politikasıdır. Hele de tekeller çağında! Bu politikanın ‘ilerici’ sayılması komedidir, ancak siyasi mizah konusu olabilir. İşçi sınıfı kendisi için ayrıcalık/imtiyaz istemez, ayrıcalıkları yıkmaya çalışır. İşçi sınıfı evrensel sınıftır, onun çıkarları topyekun kurtuluştadır; işçi sınıfının sosyalist devrimi, toplumun tüm ezilen sınıf ve kesimlerinin çıkarlarını yansıtır. Bütün bu ezilen kesimleri birleştirme yeteneğindeki yegane sınıf da işçi sınıfıdır. Bunu bildiği için işçi sınıfının önderliği fikrine saldırıyor Bay Ergün. O, TÜSIAD'ın. tek tek ezilen kesimleri kısmi reformlarla avlamasını ve kendi gerici politikasına yedeklemesini savunuyor, böyle bir politika kulvarını açmaya çalışıyor.
Sosyalizm Düşmanlığı
İşçi sınıfına düşman olan, onun dünya görüşü ve toplum düzeni olan sosyalizme de düşman olmaz mı? Bay Ergün bu konuda da hazırlık yapmış.
“İşçi sınıfının siyasetle özgürlükçü olamayacağı, özellikle sosyalist ülkelerde ortaya çıktı. Zaten Sovyet sistemi milliyetçiliği, devletçiliği pompalayan bir sistemdi” diyor ilk elden. Ona göre “ekonomide özgürlükçü olamayan işçi sınıfı, siyasette de özgürlükçü olamaz”mış, nitekim “sosyalizm de özgürlükçü değirmiş.
Peki bay Ergün’e göre özgürlükçü olan nedir?
Anlamak için bizi zahmete düşürmez, hemen cevap verir: Piyasa! Emperyalist kapitalist pazar ekonomisi yanı, Daha etraflıca söylemek gerekirse emperyalist küreselleşme... Yani burjuvazi için sınırsız sömürme özgürlüğü; tekelci sermayenin ‘serbest’ pazarlarda engelsiz dolaşma özgürlüğü, emperyalizmin, faşizmin işgal ve katliam özgürlüğü... “Özgürlükçü sol”un kime özgürlük istediği de böylece anlaşılmış oluyor.
Özgürlükçü hareketlere örnek verirken de bu tespitimizi doğruluyor. Mesela Avrupa’daki gerici faşist parti ve siyasetçileri özgürlükçü diye tanıtıyor. Fransa’da Sarkozy bunlardan biri. Diğeri emperyalist savaş partisi olan İngiltere’nin İşçi Partisi... Türkiye’de ise tereddütsüzce AKP’nin adını veriyor...
Bütün bu partiler, işçi-emekçi halk kitlelerini siyasetin dışına itmenin yanı sıra, ekonomiyi de siyasetin’ yani hükümetlerin etki alanının dışına iten neoliberal politikaları uyguluyorlar. Yani emekçi kitlelerin ekonomi üzerinde çok dolaylı dahi olsa etki yapabilecekleri hiçbir imkan kalmıyor. Ve bu partiler böyle yapmakla ‘özgürlük’ getiriyorlar! Sovyetler Birliğinde temel hizmetlerin ve kimi ihtiyaç mallarının (eğitim, sağlık, ulaşım, konut vb.) satılık olmaktan çıkarılması ve herkes için hak haline gelmesi, ekonominin politikanın yönetimi altına verilmesi, politikanın ise kentin ve kırın işçi-emekçi kitlelerince yönetilmesi ise ‘özgürlükçü değil'.
O eski ve güçlü Marksist soruyu sormakla yetinelim: Kimin için özgürlük? Kime özgürlük?
Emperyalist Küreselleşme=Özgürlük
İşçi sınıfını gericilikle itham eden bu zihniyet, sosyalizmi de kendince mahkûm ettikten sonra, tarihin ilerici sınıfı olarak burjuvaziyi işaret ediyor. Onun liberal programını da tek devrimci program ilan ederken, işçi sınıfı ve ezilenleri bu program için mücadele etmeye, burjuvaziye destek olmaya çağırıyor. Kendi misyonunu da böyle kurguluyor.
Bu durumda burjuvazinin “devrimci kimliğini” kurmanın zorunluluğunu duymuş Ergün. En azından “ya tutarsa” babında bir kendi kendine ikna söylemi tutturmuş. Ona göre özgürlükçü yegâne şey piyasadır, sermayedir. İşçi sınıfı ve sosyalizm piyasa ekonomisini reddettiği için gericidir. Burjuvazi ise piyasaya dayandığı için özgürlükçüdür.
Avrupa'da yayılan ırkçı-faşist hareketlerin büyük sermaye işi olmadığını savunur. Ona göre büyük sermaye ırkçı olamazmış, eskiden ırkçı-faşist politikaları olsa da bugün kesinlikle ırkçı olamazmış. Şimdiki ırkçılığın kaynağı çalışan kesimlermiş, küçük burjuvazinin ırkçılığıymış vb. vb.
Dolayısıyla ırkçı-faşist ideolojinin ve siyasetin yürütücüsü tekeller bu demogojik söylemle bir anda sütten çıkmış ak kaşık oldu; emekçiler ise yine gerici, üstelik ırkçı ve faşist!
Peki, “büyük sermaye” neden “ırkçı olamaz’mış? Çünkü “o küreselleşmeci olmak zorunda”, “çünkü ancak küresel davranarak, işim, pazarını büyütebilir ve kârların katlayabilir. Aksi halde daralır ve yok olur. Bu yüzden belli büyüklükteki bir burjuvazinin küreselci olması zorunludur” diyor bay Ergün.
Küreselleşme yanlısı olmak da çok önemli bir kriterdir Bay Ergün’e göre. Küreselleşme “insanlığın ileri götürülmesidir”. Zira kendi söylemiyle “bugünün dünyasında hakim olan akım küreselleşme. Bu sureci geri döndürmek, ancak insanlığın gelişmesini geri döndürmekle ve ileri teknolojiden vazgeçmekle mümkün olabilir”. Yani emperyalist küreselleşmeye karşı olanlar insanlığın gelişmesini geriye götürmek isteyenlerdir. Bunun temelde ileri teknolojiden vazgeçmektir vb. vb. tam bir zırva, ama arkasındaki söylem bilinçlidir. Böylece emperyalist küreselleşme bay Ergün un kılavuzluğuyla devrimci program diye yutturulmaya çalışılıyor. Emekçiler gerici, ırkçı, faşist, küreselleşme karşıtları da öyle. Bir tek "belli büyüklükteki sermaye”, küreselleşmeci sermaye ilerici, antifaşıstî... Kuşkusuz bu sınıf bilinçli söylem, Avrupa’da sinsice yayılan ırkçılığın, dün olduğu gibi bugün de büyük tekellerin politikası olduğunu gizliyor.
İşbirlikçi Sermaye Ve AKP'ye Övgü
Peki, bu “belli büyüklükteki sermaye”nin bu “ilerici” burjuvazinin bu coğrafyadaki temsilcileri kim? Ergün, TÜSİAD’m bir kısmının küreselleşmeye direnç gösterdiğini düşünüyor. Ona göre, gittikçe gelişen, büyüyen Anadolu sermayesi küreselleşmecidir asıl. Dünyayla bütünleşmek ister. Bu kesim, yeşil sermaye olarak biliniyor aynı zamanda; yani muhafazakâr... Ergün de bunu teslim ediyor ve AKP’nin küreselleşmenin yararını görmesini bu kesimlerin sözcüsü olmasına bağlıyor. AKP’yi ve bir grup sermayeyi ilerici gören, özgürlükçü sayan Ergün, elbette ki, programında bu kesimlerin taleplerine yer veriyor. Onun ruh ikizi olduğunu açıkça ilan etmekten çekinmiyor. Zira onların ruhu sermayedir. İkisi de sahibinin sesidir.
Liberal burjuvazinin sözcüsü olan bu zihniyetin öncelikleri arasında, işbirlikçi burjuvazinin küresel sermayeyle entegrasyonu ve yapısal dönüşüm sorunları bulunuyor. Keza AB üyeliği ve ABD’nin bölgesel siyasetine daha etkin katılım da bu önceliklerin arasındadır. İç ve dış siyasetteki pozisyonlarını belirleyen ana eksen de bunlardır.
Ezilenlerin temel hak ve özgürlükleri mücadelesi ise ancak bir programa uyduğu ölçüde kabul edilebilirdir. Yoksa terörizmdir, ezilmelidir. İşte özgürlükten anladıkları da bundan ibarettir.
Emperyalizme Övgü, Antiemperyalizme Sövgü
İlk adımda emperyalizmin övülmesi ve emperyalist siyasetin sömürgeciliğin yüceltilmesi vardır Ergün un söyleminde.. Bunu açıktan göstere göstere yapar hem de. Yoksa küreselleşmecilik nasıl ilericilik olurdu? Ya da emperyalist küreselleşmeci sermaye nasıl devrimci olurdu?
Ona göre “dünyada emperyalizm tarafından sömürüldüğü için geri kalan bir ülke yoktur. Ama sömürülmediği için geri kalan ülkeler vardır”. Buyurun buradan yakın! Emperyalist sömürünün "özgürleştiricilerine” en güzel övgü burada mevcut. Irak ve Afganistan'a girerken “özgürleştirdik” diyen ABD faşistlerinin söylemi ile bütün tarihi boyunca sömürücü/gerici savaş ve katliamların yıkımların mümessili emperyalizmin yüzü nasıl da nurlandı birden! Yani emperyalistler tarafından sömürülmek bulunmaz nimetmiş bay Ergün’e göre.. Vardığı sonuç şudur: “emperyalizm sloganlarının içi boştur, ‘emperyalizme hayır’ demek, aslında bir şey dememektir”.
Sonra bu coğrafyaya gelir ve der ki, "bir kere Türkiye'de emperyalist bir güç yok. Yani Türkiye’yi sömüren yabancı bir güç yok. Küreselleşme karşıtları aslında tamamen korkuyla analiz yapıyorlar”. Öyleyse Türkiye halkları, bırakın emperyalizme karşı mücadele etmeyi, ‘bizi sömür’ diye emperyalist devletlere çağrılar yapmalı...
Taraf Gazetesi’nin Deniz Gezmişlere karşı açtığı ideolojik savaş, ardından gelen “Tam bağımsızlık tam barbarlıktır” söylemleri H. Ergünun bu söylemleriyle örtüşmektedır. Onun hayran olduğu ‘Batı uygarlığının’ köklerinde Latin Amerika’nın, Asya’nın ve Afrika’nın yüzyıllar boyunca kılıç zoruyla yağmalanması vardır. Ardından kapitalist sanayi çağında bu kıtaların bir ucuz hammadde deposu ve açık Pazar olarak kullanılması vardır. Sömürgeciliğin asırlar süren hakimiyeti dünyamızın üçte ikisini kapsayan ezilen halkları inim inim inletmiş, korkunç kanlı bir egemenlik altında medeniyeti onlardan çalmıştır. Bu sömürgeci ilişki biçimi emperyalizmin özünde vardır ve klasik sömürgeciliğin tasfiye edildiği günümüzde de hala sürmektedir. Türkiye gibi ülkeler emperyalist tekellerce ekonomik- mali sömürge haline getirilmekte; bu ülkelerde üretilen değerlerin büyük kısmı sömürgeci tarzda yağmalanmaktadır. Avrupa’daki liberal atmosfer, tam da bu ülkelerdeki ağır ve vahşi sömürünün ürünüdür ve bu ülkeler tekeller için birer ucuz işgücü cenneti haline getirilmiştir. Tekeller, yeni tekniği kullanmak yerine, bu ülkelerin işçilerini vahşi bir sömürü içinde tüketmektedir. Hüseyin Ergün’ün bu gerçeği görmek ıçm Çin’de yılda iş ‘kazalarında’ kaç işçinin öldüğünü incelemesine, Vietnam’da ortalama işçi ömrünün kaç yıla düştüğüne bakmasına, Meksika'da maquıladoralardaki yaşam koşullarını incelemesine dahi gerek yok. Röportaj yaptığı Taraf Gazetesinden çıktığında bir Tuzla otobüsüne binip, buradaki çalışma koşullarını incelebilirdi. İşle emperyalizmin ‘uygarlığı’ budur!
Hayır, bay Ergün, tam tersine, Türkiye gibi emperyalizmin yeni sömürgesi olan bir ülkede, emperyalizmin ve işbirlikçi tekellerin egemenliğine itiraz etmeden ilerici olunamaz.
Devrimci Düşmanlığı: Küfür Ve İftiracılık
Bitti mi? Bilmedi tabii. En azından bay Ergün un projesinin eksiklikleri bitmedi. Şimdi sırada antiemperyalist antifaşist mücadeleler ve onlara önderlik eden devrimciler var. Onların da defterini dürdü müydü bay Ergün, projesi bir gediğini daha kapamış olacak. Böylece ideolojik olarak silahsızlandırmayı umduğu ezilenleri, siyasal bakımdan da öncüsüz bırakacak ve burjuvazinin siyasi hegemonyasına alacaktır.
Ona göre bu topraklardaki devrimci hareket hep darbeciydi. “Askerlerin darbesiyle iktidara gelmeyi umdu”... Daha da fazlasını söylüyor, ordunun darbe yapması için provokatif eylemler yaptı, orduyla işbirliği yaptı diyor Ergün. . Böylece 12 Mart ve 12 Eylül gibi faşist darbelerin tezgâhlanmasının suçunu devrimcilere, özellikle devrimci önderlere atıyor. Devrimci hareketi karalamaya çalışıyor. Devrimci yapılara ve Mahir Çayan’ın adını açıkta vererek ona ve diğer devrimci önderlere çamur atmaya girişiyor, şaibeli göstermeye çalışan bir iftira ve küfür dili kullanıyor. Öte yandan da faşist darbelerin, planlayıcısı ve yürütücüsü olan emperyalizmin işbirlikçi burjuvazinin ve faşist ordunun suçlarını örtüyor, onları da aklıyor.
Devrimci önderler şahsında antifaşist, antiemperyalist devrimci faaliyetin yığınlar nezdinde güvensizleştirilmesi, kirli siyaseti vardır bu sözlerinde. Bütünüyle kara propaganda mahsulüdür. Toplumun ilerici devrimci dinamiklerini şaibeli göstermekle, gittikçe gelişen ve radikalleşme düzen dişilik eğilimi gösteren yığın hareketinden yalıtma siyasetinin kara propaganda siyasetidir.
Sermayenin, özellikle burjuva liberal çevrelerin devrimci hareketi Ergenekon'la ilişkilendirme kirli ve iftiracı siyasetini yeniden üretmekle ve sözde solculuk adına yaymaktadırlar. Coğrafyanın ilerici, özgürlükçü devrimci hareketlerini kontrgerilla eylemleriyle ve faşist darbelerle ilişkilendirmeye çalışarak, daha da ileri gidip MİT, JİTEM işbirlikçi askerler/ordu maşası gibi göstererek bilinç bulandırıyor. Böylece bulanık suda ezilenlerin yollarını şaşırtmayı umuyor. Gerçek suçluları gizliyor ve suçları ise mücadele edenlerin üzerine yıkıyor. Bu yoldan yeni liberal bir resmi ideoloji yaratılmaya çalışılıyor. Bir yalanı 40 kere tekrarlarsanız, gerçek haline gelir diyen (Hitler’in propaganda bakanı) Göbbels’in yöntemi uygulanıyor.
Hacı Karay Cinayeti Ve Ergün'ün Tutumu
Azmettiricilerinin ABD ve işbirlikçi sermaye olduğu, tetikçiliğini faşist ordunun yaptığı faşist darbelerini ve yine bütünüyle emperyalist ABD ve faşist diktatörlüğün kurduğu ve her dönem uygulaya geldiği kontrgerilla katliamları gerçeğini de çarpıtıyor bu “özgürlükçü” bay. Darbeye karşı çıkıyor sözde ama arkasındaki kesimleri de gizliyor ya da açıktan savunuyor, sadece beş isme karşı çıkıyor, darbeci düzene, faşist diktatörlüğe tek bir itirazı yoktur. Hesap sorulmasını da istemez.
Ergün’ün ve anlayışının bu yüzü de röportajda görünüyor hemen. Kendilerini övmek için konuşuyor ama esasında suçlarını sayıyor. Kontrgerilla katliamlarının kirli ve imhacı savaşın devlet eliyle azgınlaştırıldığı dönemden bir olay anlatıyor bay Ergün. YDH çalışmaları zamanında Hacı Karay ve iki arkadaşının kontrgerilla tarafından katledilmesine tanık olmuşlar. Hacı Karay, kontrgerilla tarafından infaz edilmeden kısa süre önce telefonda kendileriyle konuşmuş ve çelik yelekli timler tarafından kuşatıldıklarını, muhtemelen öldürüleceklerini söylemiş, kaldıkları yeri bildirmiş, yardım istemiş. Ergün ve arkadaşları da içişleri bakanına ulaşmak için telefon trafiği yapmışlar ama başarılı olamamışlar. Bütün mücadeleleri de bu! Ama ertesi gün Hacı Karay ve iki arkadaşının cesedi Düzce Akyazı bölgesinde bulunmuş. Yıllarca PKK içi hesaplaşma diye suçu PKK’ye attılar. Kontrgerilla katliamının gerçek suçluları da gizlendi ve suçlarını işlemeye devam etliler. Peki, Ergün ve arkadaşları ne yaptılar? Hiç! Bay Ergün ve bugün darbe karşıtı görünen pek özgürlükçü o liberal baylar ve bayanlar neden sustular? Bugün dahi katliamın aydınlatılması için tek laf etmiyorlar.
Ama bu coğrafyada darbeler, katliamlar ve kontrgerilla suçları karşısında on yıllardır onurluca, kararlıca mücadele eden, hesap soran, adalet için ezilenleri seferber eden ilericilere, devrimcilere, sosyalistlere iftira atmaya, onların mücadelelerini karalamaya gelince sahtekârlığın en has örneklerini sunuyor. Aynı konuda kendi suçlarını ve burjuvazinin suçlarını gizlemeye, savunmaya gelince, cansiperane bir atılganlık gösteriyor. Gerçeği böylesine ters yüz edenlerin gerçekten özgürlükçü olabileceğine kim inanır? Ya da özgürlükler için kararlı bir mücadele yürütebileceğini ummak mümkün mü? Değil elbette! Ergenekon karşıtlığı da darbe karşıtlığın da kontrgerilladan hesap sorma mücadelesi de onlarda sanaldır, sahtedir, göstermeliktir; her kritik anda katliamcılarla darbecilerle anlaşmayı bilmişlerdir.
Kirli Savaş Suçluları
Bay Ergün, kontrgerilla katliamlarının sorumlularından biri olan kirli savaş partisi SHP’nin genel başkamdır. Sermayenin darbe ve kontrgerilla katliamlarındaki suçlarını aklarken kendi hareketinin suçlarını da böylece görünmez yapıyor. Ellerindeki kanı da yine Kürt yurtseverlerinin üzerine t silip “bak elim temiz” diyor. 2004 seçimlerindeki ittifakı işaret edip SHP'nin katliamcı suçlarından arındığını iddia ediyor. Oysa bu suçların hiçbirinin hesabı verilmedi daha. Ortaya çıkarılması için yürütülen mücadelelerde bu baylar faşist kontraların safında yer aldılar. Şimdi dahi sorumluların açığa çıkarılması yerme, suçların üzerini örtmeye, suçluları aklamaya soyunuyorlar. AKP Hükümetince, kirli savaş ve kontrgerilla suçlularının, tam da katlettikleriyle, yani devrimciler ve PKK’yle aynı torbaya konulup bu üçünden bir yeni şeytan yaratılması Ergün un de işine geliyor. Çünkü SHP’nin sorumluluğunu aklıyor. Ergün, kontrgerillayla hesaplaşmada zerre kadar samimi olsaydı, işe kendi partisinin 1993 konseptindeki sorumluluğunu açıklayarak, 2 Temmuz Sivas katliamındaki rolünü ortaya koyarak başlaması gerekirdi.
Elbette yurtsever dostlarımızın 2004 yerel seçimlerindeki anlık, faydacı siyasetlerinin sonuçları bakımından ibretlik bir durumdur bu. En başta da bugün bu liberallerin dümen suyuna giden kesimler için geçerlidir bu. İlerici demokrat çevrelerin bu bayların ikiyüzlü siyasetinin yanında görünmeleri demek, burjuvazinin kanlı kirli suçlarının temizlenmesine hizmet ediyor olmaları demektir. Bunun ötesi, berisi hep budur!
Emekçi Solunu Tasfiye Saldırısı
Bay Ergün bütün söylemleriyle yeni bir tasfiye hareketinin zeminin ilan ediyor. İlerici, devrimci hareketin ideolojik, siyasi ve örgütsel tasfiyesi için hazırlanmış bir planı açıklıyor. Liberal bir burjuva siyaset olarak geliştiriyorlar. Burjuvazinin bugün için yakıcı ihtiyacını hissettiği bir siyasi misyon için alan genişletiyorlar.
Bu amaçla ezilenleri silahsızlandırmaya çalışan, buna karşın egemen sınıfları öven ve onların suçlarını gizleyip aklayan bir sınıf bilinciyle ilerici devrimci değerlere mücadeleye saldırıyorlar. Bilinç bulandırıyorlar, hedef şaşırtıyorlar. Bütün yetenekleriyle burjuvazinin çıkarları için çalışıyorlar.
Onlarla aynı karede bulunmak, bu karşı devrimci Truva atını ezilenlerin arasına almak gafletinde bulunanlar daha başından itibaren ezilenlerin nefretini kazanacaklarını bilmelidirler.
Bu baylarla birlikte ismi anılan bugüne dek ilerici demokratik emekçi hareketin bileşeni olarak gördüğümüz kişi, kurum ve çevreler size soruyoruz: kimlerle birlikte yol yürüdüğünüzün farkında mısınız? Bu zihniyeti onaylıyor musunuz? Siz bu suçların, demokrasi ve özgürlük karşıtlığının bir parçası olmaya hala hevesli misiniz? Sınıfa ve ilerici değerlere bu denli pervasızca saldıran, hakaret eden bu zevatın sizden cesaret aldığının farkında mısınız? Sahte özgürlük söylemleriyle ezilenleri, burjuvazinin kirli, kanlı, ikiyüzlü siyasetine yedeklemek isterlerken onlara yardımcı olduğunuzu görmüyor musunuz? Bu zihniyete karşı tutumunuz nedir peki? Unutmayın ki susmak onaylamaktır!