-15. yıldönümünde, Sivas şehitlerinin anısına...-
Alevilik nedir? Aleviliğin felsefesi nedir? Aleviliğin tarihsel temeli nedir? Aleviliğin tarihsel evrimi nedir? Aleviliğin İslam’la ilişkisi nedir? İslam dini Aleviliği neden “sapıklık”, “küfür” olarak damgalar? Aleviliğin talepleri nelerdir? Aleviler homojen bir bütün müdür? İşbirlikçi Türk egemen sınıflarının ve faşist diktatörlüğün Alevilik karşısında duruşu nasıldır? Milli Güvenlik Siyaset Belgesi’ne (MGSB) Alevilikle ilgili eklenen maddeyle işbirlikçi devlet neyin peşinde? AB, neyin peşinde? Alevi yol düşkünlerinin hesapları ne?
Bu sorular çoğaltılabilir ve çoğaltılmalıdır da. Büyük Selçuklu Devleti, Anadolu Selçuklu Devleti ve Osmanlı Devleti’nden bu yana ezilen, sayısız katliamlara uğrayan, “katli vaciptir”, “Canları, malları, karıları, kızları, kanları helaldir” diye haklarında alçakça fetvalar yayınlanan Alevilik nasıl bir “hilkat garibesi”dir ki bu denli sınırsız zorbalığın hedefi oldu, olmaya ve hala Sivaslarda yakılmaya devam edilmektedir? Tüm bunlar rastlantı mı? Kuşkusuz ki tüm bunlar rastlantı eseri olarak ortaya çıkmamıştır ve çıkmamaktadır. Tüm bu saldırıların tarihsel, sınıfsal, ideolojik, politik nedenleri mevcuttur.
Tasavvuf ve Batınilik
Alevilik, tasavvufi bir karakter taşır.(1) Tasavvufun (mistisizm) tarihi oldukça eskidir ve her dinin kendi içerisinde kolları vardır. Hakim inanç içerisinde bir tepki hareketi olarak ortaya çıkan ya da hegemonik dinin ve egemen sınıfın baskısına boyun eğmek zorunda kalan ama gerçekte hegemonik dini benimsemeyen, biçimsel kabulünü egemen inanç biçimini yeniden yorumlayarak özünde yadsıyan bir akımdır. Tasavvuf, en az İslam’dan 1000 yıl öncesine uzayan bir tarihe sahiptir. Örneğin Kabalacılık Musevi mistisizmini ifade eder. Örneğin Almanya’da ortaya çıkan Anabaptistler, Fransa’da ortaya çıkan Katar mezhebi, Bulgaristan’da ortaya çıkan Bogomil mezhebi, Kapadokya’da ortaya çıkan Messalianizm vb. diğer örnekler olarak hatırlatılabilir.
Hıristiyan tasavvufun en büyük merkezi Kuzey Suriye (Antakya)ve Kapadokya’dır. Bektaşilik de mistisizmin eski bir merkezi olan Kapadokya’da XIII. yy’da kurulur. Alevi/Bektaşiliği kurumlaştıran Balım Sultan’dır. Ve Balım Sultan Osmanlı Sarayı’nın bir yetiştirmesidir.
Tarih boyunca, uygarlıklar ve inançlar birbiriyle etkileşim içerisinde olagelmiştir. İlk uygarlık merkezi olarak Sümer’le başlayan Mezopotamya uygarlıklarının Hint, Çin, Mısır, Anadolu ve Akdeniz uygarlıklarını etkilemesi, etkilenmesi; ticaretin yanı sıra “kavimler göçü” yoluyla da kültürel alış verişi taşıması anlaşılır bir tarihsel olgudur.
Alevilik tüm bu uygarlıkların inanç ve felsefesinden etkilenmesine karşın, özellikle de ortak mülkiyeti, eşitliği ve özgürlüğü savunmuş olan Mazdakçılık ve Manicilikten; İslam’a karşı muhalefetini asırlarca radikal bir yoldan geliştirmiş olan ilk dönem Şiiliğinden; özel mülkiyeti reddeden ve mülk ortaklığını, adalet ve eşitliği savunan Batıni hareketlerden daha çok etkilenmiştir.
Başkaldırı
Alevilik, sömürüye, zulme ve toplumsal adaletsizliğe karşı çıkan bir inanç biçimi, bir inanç hareketi, tarihsel ve politik bir akım olagelmiştir. Aleviliğin bu karakteristik niteliğini Baba İlyas’tan Şeyh Bedrettin’e, Pir Sultan Abdal’dan Kalender Çelebi’ye uzanan tarihsel çizgide, Aleviliğin direnme, başkaldırı, ayaklanma çizgisinde ve geleneğinde açıklıkla görmekteyiz. Selçuklu ve Osmanlı devletlerinin tarihinde yer alan sayısız ayaklanma Aleviliğin damgasını taşır ve bu ayaklanmalar baskı ve sömürüye maruz kalan değişik kavimlerden yoksulların destek ve katılımını da içerisine alarak gerçekleşmiştir. Anadolu Aleviliğinin “Ser Çeşme” kabul ettiği Hacı Bektaş Veli, Baba İlyas’ın mürididir. Bektaş Veli, Baba İlyas ve Baba İshak’ın önderliğinde Anadolu Selçuklu Devleti’ne karşı patlak veren Babai Ayaklanmasına katılır, kardeşi Menteş şehit düşer, kendisi kurtulur.(2)
1921 Koçgiri Ayaklanması, 1937-38 Dersim Ayaklanması Türk burjuva cumhuriyeti döneminde Alevi Kürtlerin damgasını taşır.
1960-1970 yıllarının anti-emperyalist, anti-faşist devrimci özgürlük mücadelesini yine en önde omuzlayanların arasında Alevi inancından emekçiler önemli yer tutmuştur. Sosyalizme sevgi ve sempatide, kitlesel olarak sosyalizm bayrağı altında toplanmada Alevi emekçiler bir kez daha ön saflarda yer almışlardır. Alevi emekçileri sayısız evladını, erkek ve kadın savaşçılarını devrimci-demokratik harekete, komünist harekete, yurtsever harekete sunmuştur ve sunmaya da fedakârca devam etmektedir.
Açık ki, Aleviliğin bu duruşu rastlantılarla izah edilemez. Bu, Aleviliğin mücadeleci ruhunun, mücadeleci geleneğinin ürünüdür. Alevilerin tarih boyu horlanmasının, ezilmesinin, vahşice kitlesel katledilmesinin, yakılmaya devam edilmesinin nedeni işte tam da bu direnişçi, isyancı, mazlumdan yana olma niteliğinden dolayıdır. Alevilik, sömürene karşı sömürülenden yana, zulmedene karşı mazlumdan yana, eşitsizliğe karşı eşitlikten yana, adaletsizliğe karşı adaletten yana, dinsel bağnazlığa karşı aydınlıktan yana olmuştur...
Alevilik, gerçekte, Tanrı değil insan merkezli bir inanç biçimidir. Alevi hümanizmi, Alevi felsefesinin ve inanç biçiminin ve yaşam tarzının temel taşlarından birisidir. Doğaya saygı ve sevgi, insana saygı ve sevgi Aleviliğin insanı ve doğayı kutsal sayan inançlarıyla dolaysız ilişki içerisindedir. Ama Aleviliği bozmak ve ehlileştirmek isteyen çevreler, bilinçli ve sistematik bir tarzda, Aleviliğin devrimci ve başkaldırıcı içeriğini ve tarihi geleneğini yok etmek için, tek yanlı bir şekilde, Aleviliğin sevgi dini, uzlaşma inancı olduğu propagandasını yaparak Türk egemen sınıflarıyla, faşist devletle, Alevi burjuvazisi ile işbirliğine itmeye çalışmaktadırlar. Oysa Alevi hümanizmi, bir avuç sömürücünün ve zalimin ezdiği, sömürdüğü, horladığı insanların çıkarlarını savunur. Mazlumun hakkını, hukukunu savunur. Zalimlere boyun eğmez. Zalimlerden hesap sorar. Zalimleri de insandan saymaz.
Alevilik ve İslam
Alevilik öğretisi Zahiri (görünürdeki) değil, Batıni (görünmeyen-içrek) bir karakter taşır. İslam dini ise Batıniliği “sapkınlık” olarak, “Allaha şirk koşmak” olarak görür ve kesinkes reddeder; Batınilerin katlini vacip görür. Aleviliğe göre, önemli olan Kuran-ı Kerim’in dışsal (zahiri) anlamı değil, içsel, gizli (Batıni) anlamlarıdır. Aleviliğe göre, “Okunacak en büyük kitap insandır.” (Hacı Bektaş Veli) “Tanrıya ibadetle değil, muhabbetle varılır.” Tanrı-doğa- insan özdeştir, bir ve aynı şeydir. İnsan tanrısal bir varlıktır. Tek tanrılı dinlerin ünlü “ilk günah” nedeniyle insanı doğuştan suçlu olduğu saçma tezini reddeder. İnsanın yaratılmadığını, sadece tanrısal bir görünüş olduğunu savunur. İnsanı, İslam’ın Tanrısından üstün tutar.
Şu deyişlere dikkat edin: “Her ne ararsan kendinde ara/ Mekke’de, Kudüs’te, hacda değil”; “Ellerin Kabesi var/ Benim Kabem insandır/ Kuran da kurtaran da/ insanoğlu insandır.” “Bilmeyenler bilsin beni/ Ben Aliyim Ali benim” (Pir Sultan Abdal) “Tuttum aynayı yüzüme/ Ali göründü gözüme.” (Hilmi Dedebaba) “Yücelerden yüce gördüm/Erbabsın sen koca Tanrı/Alem okur kelam ile/Sen okursun hece Tanrı/ Kıldan köprü yaratmışsın/ Gelsin kullar geçsin deyü/ Hele biz şöyle duralım/ Yiğit isen sen geç a Tanrı.” (Kaygusuz Abdal) “Daha Allah ile cihan yok iken/ Biz anı var edip ilan eyledik/Hakk’a hiçbir layık mekan yok iken/ Hanemize aldık mihman eyledik/ Kendisinin henüz ismi yok idi/ İsmi şöyle dursun cismi yok idi/ Hiçbir kıyafeti yok idi/ Şekil verip tıpkı insan eyledik.” (Edip Harabi) “Bir Şah olsam hükmeylesem cihana/ Kilise, mescidi yıkar giderdim/ Okullar yapardım bütün insana/ Cehaleti kökünden söker giderdim/ Gerçek insanları bilirdim Allah/ Ondan gayrisine tapmazdım billah/ Ne Kabe kalırdı ne de Beytullah/ Yerine arpa eker giderdim./ İnsanlıktan başka olamazdı cennet/ Yok olurdu İsa, Musa, Muhammet/ Kalkardı dünyada mezhep, tarikat/ Dinlerin bağını çözer giderdim.” (İbreti) Bu gibi sayısız deyişlerde söz konusu olguları görmekteyiz.
Alevilik, İslamın beş şartını tanımaz. “Bizim orucumuz tutulmuş, namazımız kılınmıştır” der. Müslümanların kutsal kitabı Kuran-ı Kerim’in zahiri anlamıyla ilgilenmez. İlk üç halifenin (Ebu Bekir, Ömer, Osman) halifeliğini tanımaz. Onları ve ardı sıra gelen Muaviye’yi ve Yezid’i Allah, Muhammed, Ali, Kuran-ı Kerim düşmanları ilan eder; teşhir ağacına çiviler ve durup dinlenmeksizin lanetler yağdırır. İslam uleması Alevileri “kafir”, “zındık”, “katli vacip”, “kanı helal” vb. ilan ederek geldiği halde, yine de “biz de Müslümanız” der. Çünkü Alevilik İslami gericiliğe, feodal egemenlere karşı mücadelesini görünüşte Müslümanlığı kabul ederek, “biz de Müslümanız” deyişi altında yürütür. Ali’nin “hakkının yenildiği”, “Ehli Beyt’in yok edildiği”, gerçek Kuran-ı Kerim’in bozulduğu, tahrif edildiği savunmasıyla mazlum ve mahrum edilenin arkasına geçerek muhalefetini sürdürür. Ehli Beyt içerisinde de Emevi halifesi Muaviye’ye boyun eğen (her ne kadar imam ilan ederek savunsa da) Hasan’ı değil, Yezid’e karşı kahramanca savaşarak ölen Hüseyin’i kendine örnek alır. Ölümüne dek Ebu Bekir’e biat etmeyen, boyun eğmeyen, hakkını helal etmeyen Hazreti Fatıma’yı ilahlaştırır ve başköşeye oturtur. (Ali Fatıma’nın ölümüyle Ebu Bekir’e biat eder.)
İslam’ın kanlı kılıcından bir türlü başını kurtaramayan Alevilik, görünüşte İslam’a boyun eğer, ama gerçekte bu boyun eğiş biçimseldir. Ama biçimsel de olsa ondan etkilenir; temelde inançlarını değiştirmez, ama “Allah-Muhammed-Ya Ali” der. Gerçekte Ali’ye ve Ehli Beyt’e her şeyin üzerinde değer biçer. Zor durumlarda kalındığında Allah’tan ziyade Ali’yi, Hızır’ı yardıma çağırır. Vahşice katledilen (ki çoğu zehirle yok edilmiştir) 12 İmam’ı bayraklaştırır. Emevi Devleti’ni (661-750) ve ardı sıra gelen Abbasi Devleti’ni (750-1258) lanetler. Arap, Selçuklu, Osmanlı İslami gericiliğine karşı kavgasını bu bayrağın ardına gizlenerek yürütür ve asla boyun eğmez. Gerçekte Ali’yi tanrısallaştırır (40’lar Cemi öyküsünü hatırlayalım),(3) hepimiz birimiz için, birimiz hepimiz için ve mülk ortaklığını, toplumsal ideallere adanmışlığı yine aynı öyküde kutsallık katına yükseltir.
İslam’ın Allah’ının peygamberini (Muhammedi) bu öyküde sıradanlaştırarak arasına (40’lar Cemi’ne) alır; O’na hiçbir ayrıcalık, üstünlük tanımaz. Arap İslam aristokrasisinin Ali’sini değil, kendi düşlerinde yarattığı Ali’yi, Anadolulu Ali’yi yüceltir; Ali arkasına gizlenmiş panteist bir tanrısallıkla “Tanrı Ali’yi” kendi ütopyasında yeniden yaratır. “Ali benem, ben Aliyem” diyerek insan-tanrı düşüncesini yüceltir. Sömürüye, zulme, toplumsal adaletsizliğe karşı savaşan, her daim mazlumun yanında Düldülü’yle, Zülfikar’ıyla hazır ve nazır bir Ali’dir onun Ali’si. İslam ve peygamberi Muhammed, resmi, heykeli yasaklar. Alevilik inatla Ali’yi, Düldülü, Zülfikar’ı resimleştirir, oturma odasının başköşesine asar. Gücü yetse belki de heykelini diker. İçkili, müzikli, rakslı tapınmayı Muhammed ve “kutsal” kitabı yasaklar. Ama Alevilik cemiyle, semahıyla, sazı ve deyişleriyle, içkiyi de kutsayarak ibadetini yapar. İslam ve peygamberi, kutsal kitabı; kadın ve erkeğin birlikte ibadet etmesini yasaklar ama Alevilikte ibadet kadınlı erkekli canlarla birlikte yapılır. İbadetini sazla, deyişle, semahla yapar. İslam’ın ve Kuran-ı Kerim’in Allah’ı, “Benden en çok korkan en iyi kulumdur” der. Ama Aleviliğin felsefesi, korkuya dayanan Tanrı anlayışını tümüyle reddeder. Korkunun yerine sevgiyi koyar. Sevgiyle inancını yerine getirir. İslami gericiliğe karşı savaşımını, “hakiki Müslüman biziz” iddiasının ardına geçerek, İslam’ı Alevi inancı biçiminde yorumlayarak gerçekleştirir.
İslam yasası, şeriattır. Şeriat, Allah’ın iradesidir. Ama Alevilik, şeriatı kesin kes reddeder. Sunni İslam’a göre kapı tektir, o da şeriattır. Şeriattan bir adım dışarı atan “külliyen kafirdir”. Oysa Alevilik 4 kapı (şeriat, tarikat, marifet, hakikat kapıları) öğretisini savunur. Dört kapı da onar onar açılır ve aşılır (40 makam öğretisi). Kuran-ı Kerim’in Batıni yorumunu bunun için geliştirir. İslam’ın şeriatından özgürleşmek için Batıni yoruma sığınır. Asıl Kuran-ı Kerim’in imha edildiği iddiasını bunun için ileri sürer. (Ki, Kuran-ı Kerim, ilk defa Osman’ın halifeliği döneminde tek kitap haline getirtilir ve bütün ayetler yakılarak yok edilir. Üç halife döneminde -Ebu Bekir, Ömer, Osman- hadislerin yazılması yasaklanır. Ebu Bekir ve Ömer kimde hadis varsa yakılıp yok edilmesini isterler. IX. yy’da Sünniler tarafından kabul edilen 6 hadis koleksiyonu ortaya çıkar. Bu hadislerden Muhammed İbn İsmail el Buhari’nin “Kitap el-Cem’i es-Sahih” ve Müslüm İbn el- Hacca’cın “Sahihi” kutsal kabul edilir.)
İslam, peygamberinin ölümüyle halifeliğin Ali’nin hakkı olduğu halde Ali’nin elinden zorbalıkla halifelik hakkının alındığını ileri sürer (“Veda Haccı” veya “Gadiri Hum” olayı). “Kır-tas Hadisesi” (Ölümüne yakın bir süreçte kağıt-kalem isteyen peygambere, Muhammed’in Ali’yi halife ilan edeceğini anlayan Ömer tarafından, kağıt-kalemin zor kullanarak engellenmesi olayı) bunun için anlatılır. Savaş ganimeti olarak peygambere verilen “Fed-ek Hurmalığı”nın ölümünden sonra Ali-Fatma çiftine verilmemesi ve el koyulması sorunu bu yorumu güçlendiren bir olay olarak ifade edilir. Sıffın Savaşı’nın ardından hile yoluyla Halifeliğin Ali’den alınıp Muaviye’ye verilmesi olayı olan, ünlü “Hakem Olayı” ve 661 yılında Ali’nin camide namaz kılarken zehirli kılıçla öldürülmesi bu anlatının parçalarıdır. Sözüm ona “hoşgörü” dini olduğu söylenen İslam Dini’nin Kuran’ında “kafirleri dost tutmayın” diye emreder, ama Alevilik bunu takmaz bile. İslam’ın Allah’ı, Kuran’da “müşrikleri bulduğunuz yerde öldürün” diye emreder, ama Alevilik bu emri de takmaz. 72 milletin bir olduğunu söyler, insanı kutsal sayar ve saygı gösterir. İslam’ın Allah’ı, peygamberi, kitabı çok eşliliği kutsar, erkeğin 4 kadınla evlenmesini helal sayar, kadını mal ve köle sayar, ama Alevilik buna inat, kadın erkek ilişkilerinde erkek egemenliği korunsa da, görece eşitliği ve tek eşliliği savunur. Yani Alevilik, İslam Arap aristokrasisi içerisinde yaşanan iktidar kavgasında “mazlum” saydığı ya da gerçekten mazlum düşenlerin savunulması yoluyla siyasal, toplumsal muhalefetini dinsel gerekçelerle perdeleyip direnmiş, kendini korumuş, korumaya çalışmıştır. Gerçekte biçimsel kabulün ötesinde Alevilik İslami bir inanç biçimi değildir; ama ondan yer yer ciddi bir şekilde etkilenmiştir (Kur’an ve Muhammed’e verilen değer, cennet cehennemin sonradan kabulü, Ali’ye, 12 imamlara verilen değer vb.)
İslamcılara göre, Aleviler kafirden de beterdir. Bir kafir, tövbe edip Müslüman olabilir, ama bir Alevi tövbe edip de Müslüman olamaz. Bir Alevinin Müslüman olabilmesi için, önce kafir olması (Yahudi, Hıristiyan) gerekir, ondan sonra ancak tövbe edip Müslüman olabilir.
Aleviliği asimile etme çabaları, Kemalizm, Şiilik
Alevilik, tarihi boyunca sürekli baskı ve zorbalıkla yok edilmek istenmiştir. Bu amaçla yüz binlerce Alevi katledilmiştir. Ama tüm yok etme çabasına karşın Alevilik daima mücadele ederek ayakta kalmaya, kendini var etmeye devam etmiştir. Despotik merkezi askeri feodal bir İslam devleti olan Osmanlı İmparatorluğu, esasen kılıçla yok etmeye çalıştığı Aleviliği yok edemeyeceğini görünce kılıcı elden bırakmadan, farklı yöntemler de kullanmıştır. Kullandığı yeni yöntemlerle Aleviliği yozlaştırıp denetim altına almaya çalışmıştır.
Anadolu Aleviliğinde “Ser Çeşme” kabul edilen Hacı Bektaş Veli’nin ölümünden 254 yıl sonra patlak veren “Kalender Çelebi Ayaklanması”nın (1525-26) vahşice ezilmesinden sonra, Osmanlı devleti, “Hacı Bektaş Veli’nin soyu yoktur.” diyerek dergahın başına “Dedebaba” yazar. (“Dedebaba”, Hacı Bektaş’ın vekili demektir.) “Dedebabalık” denen sözde Alevi kolu işte böyle ortaya çıkar. Boşuna dememişler, “Osmanlı’da oyun çok.” Dedebabalık koltuğunda oturan Noyanlar, o zalim ve kalleş Osmanlı tezgahının ürünü olarak ortaya çıkmış ve öz Aleviliği bitirme operasyonun aracıdırlar.
II. Mahmut, 1826 yılında Yeniçerilik kurumunu top ateşi ile dağıtırken, Bektaşi tekkelerini de yıktırır, yasaklar, mallarına da el koyar. Ama yıktırmaya cesaret edemediği Hacı Bektaş Dergahı’nın başına Nakşibendi şeyhlerini atar. Dergah’ın başına devlet tarafından atanan ilk Nakşi şeyhi Hacı Abdullah denen zattır. (Nakşilik, XIV yy. ortalarında Orta Asya’da kurulmuş gerici Sünni bir tarikattır.) Geçerken hatırlatmakta yarar vardır: En büyük Alevi kıyımları Osmanlı Sultanı olan Yavuz Sultan Selim denen cani tarafından işlenir. Bu caninin Mısır’ı işgal ederken getirdiği savaş ganimetleri içerisinde Halifelik kurumu da bulunmaktadır. Yapılan bir devlet töreni ile Yavuz Sultan Selim, “Halife-i Müslüm” ünvanını da alır ve bu unvan yıkılışına dek Osmanlı padişahlarının elinde kalır.
Özellikle İttihat ve Terakki döneminde, Aleviliği devletçi temelde ehlileştirme, Türkleştirme ve asimile etme politikası geliştirilir. Türk burjuva cumhuriyetinin kuruluşu sürecinde ve sonrasında Aleviliği asimile etme politikasına daha fazla önem verilir. Kürtleri ve Alevileri yok sayma, Kürtleri Türkleştirme, Alevileri devlet merkezli ıslah edilmiş çizgide şeriatçı gericiliğe karşı bir denge unsuru olacak tarzda Müslümanlaştırma faaliyetine özellikle de yeni dönemde, Kemalist burjuva diktatörlüğü döneminde temel bir önem verilir. Ama Aleviliğe hiçbir hak tanımadan, Aleviliği inkar ederek kullanma biçiminde bu gerici eylem ve saldırı örgütlenir.
Aleviliği yolundan saptırma ve yozlaştırma faaliyeti sayısız biçimlerde geliştirilir. Örneğin, Hacı Bektaşi Veli’nin Ahmet Yesevi’nin müridi olduğu yalanı ısrarla propaganda edilir. Oysa A. Yesevi’nin ölümü 1166’dır, Hacı Bektaşi Veli’nin doğumu 1209’dur. Yani arada 43 yıl vardır. Ayrıca Yesevilik Alevilikle bağdaşmaz. Ahmet Yesevi, Nakşibendi Tarikatı’nın önemli isimlerinden biridir ya da öyle kabul edilir. Yesevilik, koyu bir Sünni tarikatıdır. İslam şeriatına, Kur’an-ı Kerime, hadislere kesin kes itikatı emreder. Var oluşu da yoktan var etme, Allahın yaratma eylemi olarak anlar. Alevilikle de bir ilişkisi yoktur. Yeseviliği, Aleviliğin ve Bektaşiliğin önceli ya da Aleviliği Yeseviliğin bir kolu olarak gösterme hilesi bir Osmanlı oyunudur. Bu hile, cumhuriyet döneminde de sürmüş ve Kemalistler de bu hile yolunu kullanmaya devam etmişlerdir. Bu hile ve yalan, Aleviliği salt Türk göstermek ve Sünnileştirmek politikasıyla bağlıdır. Osmanlı tarafından düzenlenmiş “Bektaşi Kütüğü”nde A. Yesevi, 7. şeyh olarak gösterilir. Oysa bunun gerçeklerle bir ilgisi bulunmamaktadır. Örneğin, Hacı Bektaşi Veli’nin Osmanlıya “kılıç kuşandırdığı” yalanı ısrarla propaganda edilir. Oysa Osman Bey, boyunun başına 1281’de geçer; beyliğini 1299’da kurar. Hacı Bektaşi Veli’nin ölüm tarihi ise 1271’dir.
Israrla Aleviliğin, Orta Asya’da yaşarken Türklerin eski dini olan Şamanizm’in Anadolu’daki versiyonu olduğu ileri sürülür. Oysa Alevilik şu veya bu ölçüde Şamanizm’den etkilenmiş olmakla birlikte Şamanizm veya Şamanizm’in bir biçimi falan değildir. Şamanizm, ilkel bir dindir. Büyücülüğe ve sihire, ruhlar alemiyle bağlar kurmaya dayanır.
Örneğin Mustafa Kemal’in “Bektaşi olduğu” ileri sürülür; oysa Mustafa Kemal Bektaşi değildir. Türk ulusal kurtuluş savaşı yıllarında Türk ulusal burjuvazisinin liderliğini yapan M. Kemal, tümüyle burjuva politik amaçları için İngiliz emperyalizminin uşaklığını yapan Halifelik rejimine karşı Alevilerin desteğini kazanmak için 23 Aralık 1919 tarihinde Hacı Bektaş Dergahı’nı ziyaret etmiştir. Bizans ve Osmanlı saray entrikalarını da iyi bilen Mustafa Kemal, yetenekli bir burjuva siyasal lider olarak usta bir entrikacıydı da. Nitekim aynı oyunu ve iki yüzlülüğü farklı bir biçimde de olsa Kürtlere karşı da oynamış ama iktidarı ele geçirdikten sonra Kürtlerin varlığını dahi inkar ederek daha büyük soykırımlar yapmıştır... Kaldı ki eğer söylendiği gibi M. Kemal, Hacı Bektaş Dergahı’nı ziyaret ederken Aleviliği kabul etmişse, o zaman, o en büyük “yol düşkünü” de ilan edilmelidir değil mi? Çünkü 30 Kasım 1925 yılında Mustafa Kemal tarafından çıkartılan “Tekkeler ve Zaviyelerin Kapatılması Kanunu” ile Hacı Bektaş Veli Dergahı da kapatılır. Tarihi değeri olan eşyalar Etnografya Müzesi’ne hediye edilir. Kitapları Milli Kütüphaneye bağışlanır. Dergah’ın diğer eşyaları ise Ankara İtfaiye Meydanı’nda haraç-mezat satılır. Aynı yasayla “dedelik”, “seyitlik”, “çelebilik” yasaklanır. Alevi inancının taşıyıcısı olan dedelik kurumu, üfürükçülükle, falcılıkla vb. bir tutulur.
3 Mart 1924’te “Şeriat Vekaleti” kaldırılır ve yerine Sünni İslam’ın Hanefilik Mezhebi çizgisinde Diyanet İşleri Reisliği kurulur ve Sünni tarikatlar ya da bu tarikatların önemli bir kesimi bu kurumun içine yuvalanarak çalışmalarını yürütürler. Alevilik yok sayılır. Alevilik aşağılanmaya vb. devam edilir. Aslında çok açıktır ki, bu durumda M. Kemali Al evi-Bektaşi ilan edip sahiplenenler, Alevi inancına göre “Yol düşkünü” ilan edilmeli ve hesap sorulmalıdır değil mi? Tutarlılık bunu gerektirir.
Ayrıca vurgulamak gerekir ki, 18 Mart 1925’te çıkarılmış olan “Köy Kanunu”’nda, köyün tanımı yapılırken “...ve camisi olan yer” vurgusu yapılmıştır. Cami köyün ortak malı sayılmıştır. Öte yandan da cami yapımının zorunlu giderlerinin köylülerce karşılanması gerektiği de belirlenmiştir. Ve Köy İhtiyar Heyetine, cami için yer kamulaştırma yetkisi tanınmıştır. Yani Alevilik ve onun ibadet mekanı olan cemevi, bilakis Mustafa Kemal tarafından tümden yok sayılmıştır.
Koçgiri’de ve Dersim’de Alevi Kürtleri soy kırıma uğratan da bilakis Mustafa Kemal ve tek parti (CHP) tarafından yönetilen gerici Kemalist diktatörlüktür. Bunları unutmak mümkün mü? Hacı Bektaş Dergahı’nın 1964’e kadar kapalı olduğunu; 1964’te ise MEKB (Milli Eğitim Kültür Bakanlığı) bağlı “Müze” olarak açıldığını ve bugüne dek Alevilerin Dergaha ancak para vererek girebildiğini; resmi tatillerde kapalı tutulduğunu ve ayrıca, mesai saatleri dışında da kapalı tutulduğunu unutmak mümkün mü? Bunları unutmak bile Alevi inancına göre “yol düşkünlüğü”dür. Pir Sultan Abdal’ın dediği gibi, “Kadılar, müftüler fetva yazarsa/ İşte kemend, işte boynum asarsa/ İşte hançer, işte kellem keserse/ Dönen dönsün ben dönmezem yolumdan.” Gerçek Alevilik yani emekçi Aleviliği bu kararlılığı ve yolda yürümeyi gerektirir. Mustafa Kemal’i, Kemalizm’i, faşist diktatörlüğü, CHP gibi hilekar ve alçak politik ve ideolojik güçleri izlemek ve savunmak asla ve asla Alevi emekçilere yakışmaz. Aleviliğin ilerici, devrimci tarihsel geleneğiyle de, Alevi yolu ile de asla bağdaşmaz. Alevileri Maraşlarda, Çorumlarda, Sivaslarda, Gazilerde yakan, katleden, Alevileri sadece oy deposu olarak görüp kullanmış olan bu sömürü düzeninin ve sistem zorbalığının savunucularının topu birden Aleviliğin düşmanıdır. Ve bilinir ki, “Kötü köpek sürüye kurt getirir”. Tıpkı Muaviyelerle, Yezidlerle, Hızır Paşalarla işbirliği yapan Cem Vakfı gibi. Artık yeter demeli: Hem deveye binip, hem de çalı arkasına gizlenenleri, Osman olup Ali görünenleri artık daha kolay görmeliyiz değil mi?
Şeriatçı İran egemen sınıflarının “Aleviler ateistleşiyor, ya bırakın biz Alevileri Şiileştirelim ya da siz Sünnileştiriniz” haberini T.C. devletine göndermesi ilginç ve pek çok şeyi açıklar nitelikte bir tavırdır. Aleviliğin Sünnileştirilmesine karşı olduğu gibi Şiileştirilmesine karşı da devrimci konumda savaşılmalıdır. Alevilik Şia’lıktan ciddi bir şekilde etkilenmiş olmakla birlikte farklı ve Anadolulu bir inanç biçimidir. Şialık, başlangıçta Arap İslam aristokrasisine, Arap İslam devletinin işgal ve saldırısına karşı çıkan başta Farslar olmak üzere İrani halkların ( Fars, Kürt, Beluci, Afgan vb.) başkaldıran iken, günümüzün İran Şiiliği tümden gericileşmiştir. İran halkları üzerinde ortaçağcıl özellikler taşıyan Fars büyük burjuvazisinin ve büyük toprak sahibi sınıflarının koyu ve kanlı bir diktatörlüğü durumundadır. İran Şiiliği birkaç yy’dan beri “arınma”, “temizlenme” adı altında bir gelişme süreci yaşayarak İslam’ın Sunni yorumuna yaklaşmış bulunuyor. Humeynicilikle bu “arınma” harekatı doruk noktasına ulaşmış bulunuyor. İslam şeriatına kaskatı bağlı, esasen Sünni İslam’la arasında pek bir farkı kalmamış bir Müslümanlık anlayışıdır Şiilik. İslam’ın beş şartına da kaskatı bağlıdır ve Aleviliğe de düşmandır. Yukarıda dikkat çektiğimiz İran’ın TC’ye ilettiği öneri de İran egemen sınıfları ile Türk egemen sınıflarının Alevi düşmanlığında ortak olduklarını açıkça göstermektedir. İran dinsel gericiliğin kolu gibi çalışan Ehlibeyt Vakfı ve lideri Fermani Altun’un ne menem biri olduğu da böylece daha iyi görülmektedir.
Başkaldırının dinsel biçimi
Alevilik, dinsel bir inanç biçimi altında kendi siyasal ve toplumsal kimliğini korumaya çalışmıştır. Ama dinsel fanatizm Alevilikle bağdaşmaz. Örneğin İslam’da “içtihat kapısı” X. yy. kapanmıştır. Mutezile(4) olarak ifade edilen akım da sapkın ilan edilmiştir. Oysa Alevilik, “Zaman sana uymuyorsa sen zamana uy” sözünden, “Bilimden gidilmeyen yolun sonu karanlıktır” sözünden de görüleceği gibi bilimden ve bilimsel keşiflerden ölesiye korkan şeriatçı gericiliğin aksine gelişmeye, kendini yeni koşullarda üretmeye açıktır. Bilime sevgi ve saygı, eğitime, kültüre önem verme günümüz Aleviliğinin de tipik bir olgusudur. Alevilik, örümcek kafalıları sevmez.
Arap İslam egemen sınıflarının baskı ve sömürüsüne maruz kalan göçebe ve yoksul Araplar, kendisini “Kavm-i Necip” (seçilmiş millet) gören Arap egemen sınıflarının istilasına uğramış halklar, İrani halklar, Kürtler, Türkler vb; kendi halkına yabancılaşarak Arap egemen sınıflarının kültürünü ve debdebeli yaşamını kendine örnek alan zalim, sömürücü ve fetihçi Büyük Selçuklu ve Anadolu Selçuklu devletleri ve Osmanlı egemen sınıflarına karşı muhalefet eden Türkmen, Kürt kavimler bu muhalefet hareketlerini, direniş ve başkaldırılarını Alevilik inancı ve kanalı üzerinden de ortaya koymuşlardır. Özelde Anadolu’da göçebe feodalizmine denk düşen Türkmen halkı ve Kürtlerin önemli bir kesimi de Aleviliği benimseyip bayraklaştırmıştır. Anadolu topraklarında patlak veren Alevi isyanları, düzenli ordu ve düzenli vergi gereksinimi olan Osmanlı devletinin “oturtma” adı verilen operasyonlarına karşı, sürekli ağırlaştırılan vergilere karşı, kendi öz yaşam tarzı ve inanç ve kültürünün tasfiye edilmesine karşı, göçebe Türkmenlerin başkaldırısı olarak gelişmiştir. Osmanlı tarafından Türkmenler sürekli aşağılanmıştır, bunun açık kanıtı “Etrak-ı bi idrak” (“akılsız Türk”) resmi söylemidir. Aleviliği benimseyenler daima sistemin ve egemen sınıfların sömürü ve zulmüne karşı en mücadeleci ezilen kitleler ve halklar olmuştur. Toplumsal ve siyasal bir akım olarak Aleviliğin orta çağ koşullarında kendisini dinsel bir inanç biçimi olarak ifade etmesi anlaşılır bir durumdur. Çünkü feodal Arap ve Osmanlı toplumları İslami gericiliğin tahakkümüne dayanan toplumlardı. Orta çağ, dinin hegemonyasıyla belirlenen bir çağdı. Tüm bilimler teolojinin (Tanrıbilimi) alt kolları durumundaydı ve dinsel iktidarlar bilimi sıkı sıkıya denetlemekteydiler. Böylesine tarihsel koşullarda ortaya çıkan ve çıkabilecek politik ve toplumsal akımlar ya da hareketler, doğası gereği, o koşullarda ancak dinsel bir kisveye bürünerek ortaya çıkabilirdi. Çünkü toplumsal gelişmenin tarihsel evrimi henüz dinsel maskelerini bir tarafa atarak ya da dini yadsıyarak muhalefetlerini ortaya koymalarına müsaade edecek kadar olgunlaşmamıştı. Felsefe, orta çağ gericiliği koşullarında bilimlerin bilimi olarak ortaya çıkamazdı. Bilinir ki, insanları harekete geçiren her şey, hepsi zorunlu olarak insan aklından geçer ve geçmek zorundadır. Ama bunların alacağı biçimler doğrudan koşullarla bağlıdır. Alevilik de içerisinde doğduğu somut tarihsel koşulların ürünüdür. Yani Alevilik inancı, ne vahiyle oluşmuş ne de nesnel gerçeğin dışında ortaya çıkmış bir toplumsal muhalefet hareketidir. Aksine koşullarla sıkı sıkıya bağlıydı. Dolayısıyla o çağda, bağnazlıktan uzak bir dinsel inanç örtüsü altında materyalizme yaklaşan bir akım olmuştur.
Evrenin, doğanın ve insanın yaratıldığı fikrinin reddi Alevi felsefesinde tipik bir olgudur. Aleviliğe göre, zaten var olan ve sonsuz olan, yaratılmamış olan doğanın kendisi tanrıdır; yaratan zaten yaratılmış olandır. Yaratılmış olan zaten yaratandır. Yoktan bir var ediş yoktur. Kuşkusuz ki, her dinde olan felsefi idealizmi Alevilik inancında da görmekteyiz. Ama kaskatı bir idealizm olarak değil; tipik bir kadercilik olarak da değil. Aleviliğin, tasavvufun, mistisizmin, çileciliğin siyasal ve toplumsal yaşamdan kopmuş, dünyadan el eteğini çekmiş, dünya işlerine karışmayan biçimleriyle bir ilişkisi yoktur. Aksine Alevilik, son derece dünyevidir; yaşamla, sınıf mücadelesiyle bağlıdır. Yoksulların feodal zengin sınıflara ve feodal devletlere karşı, daha genel olarak, mazlumların zalimlere karşı mücadelesinin teori ve pratiği olmuştur.
Aleviliğin cennet ve cehennem yorumu farklıdır. Cennetin ve cehennemin bu dünyada da olduğuna inanır. Aleviliğe göre, zenginlerin yaşadığı hayat cennet, fakirlerin yaşadığı hayat ise cehennemdir. Ve bundan dolayıdır ki Alevilik, cennetin bu dünyada kurulmasını ister. Ve bu cenneti de en ileri yorumcularına göre mülkiyetin ortaklığına, insanların eşitliğine, kadın ve erkeğin eşitliğine dayanan bir dünya olarak tasarlar. Mistisizmden Aleviliğe sızmış olan çilecilik ise muhalefet ettiği toplumsal sisteme ve egemen sınıfın değerleriyle sert bir kopuşu göze alamamanın ürünüdür. Aleviliğin aşırı baskı ve zulümden dolayı gizli ve yasa dışı çalışma geleneği de işte bu sert mücadelenin doğasından kaynaklanmıştır.
Dinin kendisi de toplumsal bir üründür. Din, maddi yaşamdan en uzak ve maddi yaşama en yabancılaşmış ideolojik biçimdir. Nesnel maddi gerçekliğin ters yüz edilmiş, çarpıtılmış, insana yabancılaşmış ve insanı hükmü altına almış biçimidir. Ve orta çağda din, feodalizmin ideolojisi olarak ortaya çıkmıştır. Orta çağda, egemen sınıfa ve toplumsal sisteme karşı mücadele eden her dinsel öğreti, kendi çağının ve içerisinde hareket ettiği toplumsal koşulların, sınıfların, toplumsal yaşamın tarihsel koşullarının zorunlu sonuçlarıdır. Alevilik öğretisi panteist felsefe dayanıyor(du). Ve bu haliyle kaskatı felsefi metafizik idealizme dayanan İslam ideolojisinin felsefi temeliyle sert bir çelişki ve çatışma içerisindeydi. “En-el hak” (“Tanrı benim”) dediği için diri diri derisi yüzülerek zalimce katledilen ünlü Şii mistik Hallac-ı Mansur’un ve Ozan Nesimi’nin duruşları bizlere çok şey anlatır ve anlatmalıdır. Alevilik Hareketi, belirli dönemlerde feodal zengin sınıflara, feodal devlete, Arap ve Osmanlı İslam aristokrasisine karşı köylülerin özellikle de yoksul köylülerin dinsel giysiler içerisinde ortaya çıkan devrimci hareketiydi ve ilkel bir sosyalist hareketti. Burada açığa çıkan şey, gerçekte toplumda süren sınıf mücadelesidir: Köylü sınıfın, feodal sınıfa karşı sınıf mücadelesi. Kimi zaman mülk ortaklığının savunulması, eşitlik talebi ve derin hümanizma olguları bu gerçekleri çarpıcı bir şekilde dışa vurur. Her fırsatta ayaklanma geleneği de bunun kanıtıdır. Gerçekten de Alevilik İslam’la, İslam’ın Sünni yorumlarıyla tam bir karşıtlık içerisindedir. Bilim sevgisi, politik özgürlük istemi de bu karakterinin yansımalarıdır. Alevilik her zaman mazlumdan yana olmuştur; çünkü zaten kendisi daima horlanmış ve vahşice yok edilmeye çalışılmıştır ve hala da çalışılmaktadır. Mazlumların birlikte kurtuluşu olmadan Alevilik de kurtulamaz. Alevilerin Alevi olmaktan kaynaklanan sorunlarının yanı sıra, emekçi olmaktan kaynaklanan sınıfsal sorunu da vardır. Dolayısıyla bu iki sorunu birleştirerek ele almak ve mücadele etmek Alevi işçi ve emekçi kadın ve erkek ve gençliğin de temel sorunudur.
MGK diktatörlüğünün politikaları
Yakın dönemde yapılan MGK toplantısında Milli Güvenlik Siyaset Belgesi (MGSB) gözden geçirildi ve yeniden şekillendirildi. MGSB yapılan bir ekle (maddeyle), Aleviliğin radikalleşmesini önleme, materyalistlerin, komünistlerin saflarına kaymasını önleme, şeriatçılığa karşı kullanma, Aleviliği Türkçüleştirme ve Sünnileştirme çizgisine çekme ve Kemalizm’in hegemonyasını pekiştirme kararı alındı. Alınan kararda, Alevilik içerisindeki uzlaşıcı ve işbirlikçi kanadı maddi ve manevi olarak güçlendirme ve Alevi emekçileri bu yol düşkünleri aracılığıyla kontrol etme ve kullanmanın önemi de ısrarla vurgulanmıştır. Nitekim Amerikancı faşist diktatörlüğün beyni olan MGK’nın bu kararları almasından hemen sonra, işbirlikçi medya, yol düşkünleri hemen işe koyuldular. Örneğin kendi güdümlerindeki Cem Vakfı aracılığıyla, Aleviliği İslamlaştırma ve sunnileştirme, Türkçü, şoven, gerici ve işbirlikçi bir Alevilik geliştirmek için CEM TV yayına başladı. Örneğin Ali Kırca aracılığıyla Alevilik sorunu Siyaset Meydanı programında hemen işlendi. Bu programda Alevilik adına Kemalizm yüceltildi, Aleviliğin “öz be öz Müslümanlık ve Türklük” olduğu demagojisi yapıldı. İlerici, demokratik Alevi kitle örgütleri karalandı, gözden düşürülmeye çalışıldı vb.
Faşist diktatörlüğün Aleviliği asimile etme politikası ile demokratik Alevi hareketinin hiçbir demokratik talebini kabul etmeme tavrı el ele gitmektedir. Aleviliği sadece Türklükle sınırlı bir inanç biçimi olarak lanse etme, Aleviliği Türkçü faşist emellere alet etme, Aleviliği politik İslama karşı bir denge unsuru olarak kullanma, gerici laik/anti-laik kutuplaşmasını kışkırtmak için Aleviliği kullanma, mazlum ve haksızlığa karşı olan Alevi emekçilerin mazlum ve soy kırıma uğratılan Kürt halkının yanında yer almasını önlemek için Türk şovenizmiyle zehirlemek, ilerici-devrimci halk hareketiyle besleyen damarı kesmek için asimile ederek onu bir “kültürel olgu” derekesine indirgemek ve ‘’islamlaştırmak’’ Alevilerin tarihsel olarak oluşmuş şeriata karşı haklı korkularını kullanarak yedeklemek Alevi düşmanı devletin özellikle 90’lı yıllardan bu yana tipik politikalarıdır. Oysa Alevi ve Sünni işçi ve emekçiler kardeştir. Türk ve Kürt halkları kardeş halklardır. Kürt Alevileri Kürt ulusal direnişinin yanındadır ve yanında olmak zorundadır. Türk ulusundan Alevi emekçiler Kürt Alevileriyle ve Kürt halkıyla dosttur. Bütün bu kesimlerin çıkarları ortaktır ve emperyalizmi, sömürgeci faşist diktatörlüğü yıkmak, politik özgürlükleri kazanmak ortak sınıfsal ve politik çıkarlarının bir gereğidir.
Aleviler biliyor ki, kendilerini hep katleden ve yakanlar bu katliam ve yok etme politikasını elden bırakmadan daima Alevileri kullanmak istemişlerdir ve hile yolu daima Türk egemen sınıflarının sürekli bir politikası olagelmiştir... Örneğin, askeri faşist cephenin Meclisteki sesi olan CHP, Alevilerin demokratik hak ve özgürlükleri için kılını bile kıpırdatmazken, IMF’nin, rantiyecilerin, Koçların, uluslararası emperyalist tekellerin, polisin, ordunun istediği yasaların çıkması için daima can siperane çalışır. Alevilere daima yalan söylemekten başka, oylarını avlamaktan başka hiçbir şey yapmamıştır ve yapmamaktadır. CHP, Alevi oylarını daima çantada keklik olarak görmüş, Alevilere dönük başlıca kaygısı ve çabası Alevilerin ekmek, özgürlük ve sosyalizm mücadelesine katılmaması için onları aldatmak olmuştur. Ve en büyük Alevi kırımları da CHP hükümetleri döneminde gerçekleşmiştir. Aynı CHP, bugün Alevileri, 12 Eylülcü faşist generallere yedeklemeye çalışıyor. Alevileri İslamcı AKP ile korkutarak yapıyor bunu. Oysa, politik İslamcı hareketi geliştiren, Alevi köylerine cami yaptıran vb. aynı 12 Eylülcü generallerdi.
Alevilerin bir diğer sinsi bir düşmanı da AB’dir. AB’nin, Alevilerin bir kısım haklarının tanınmasından yana tavrı oldu. Alevi emekçiler, AB’nin oyununa gelmemelidir. AB, sayısı 20 milyonun üstünde olan Alevi emekçileri kendi emperyalist politikalarına payanda yapmak, Türkiye’de kitlesel ve toplumsal desteğini güçlendirmek için bu oyunu oynuyor. AB, Alevilerin devrimci tarihsel geleneğinden koparmak, ehlileşmiş, düzene karşı mücadele etmeyen, devrimcilere, komünistlere düşman bir Alevilik yaratmak için bu kartı pazarlık masasına sürüyor. Gerçekte Türk burjuva devletiyle AB emperyalizmi bu noktada birleşmektedirler. AKP’nin Alevilere yönelik son hamleleri de bu doğrultuda değerlendirilmelidir. AKP hem “tek din-tek mezhep” esasını korumaya çalışıyor, hem de Alevileri asimile ederek onları bu “tek”liğe entegre etmeyi hedefliyor. Reha Çamuroğlu gibi düşkünleri kullanarak kurduğu Hızır Paşa Sofrası, bunun son örneği oldu.
Sınıfsal farklılaşma
Alevilik, homojen bir birlik oluşturmaz. Aleviliğin de çeşitli eğilimleri vardır. Kapitalizmin gelişmesiyle, Alevilerin kentlere kitlesel göçüyle birlikte ticaretle, müteahhitlikle vb. uğraşan kesimleri içerisinde zenginleşen, burjuvalaşan bir sınıf da gelişmiştir. İşte bu kesim, Aleviliği işbirlikçi Türk burjuva devletiyle uzlaşma ve işbirliği içerisine sokarak yolundan saptırmaya, bozmaya çalışmaktadır. Alevilik bunları yol düşkünü ilan etmeli, Baba İlyasların, Şeyh Bedreddinlerin, Pir Sultanların, Şahkuluların, Kalender Çelebilerin yolunu izlemelidir.
Alevilik bir ulus değildir. Alevilik bir inanç biçimidir. Öncesi bir yana, kapitalizm koşullarında her ulus da olduğu gibi her inanç biçimi de kendi içerisinde ezen ve ezilen, sömüren ve sömürülen olarak bölünmüştür. Dolayısıyla Aleviliği benimseyen kesimler de kendi içerisinde zengin ve fakir, sömüren ve sömürülen olarak bölünmüştür. Yani sınıfsal bölünme Alevilerin de sosyolojik bir gerçeğidir. Dolayısıyla Aleviliğin emekçi yolu ile burjuva yolu arasında temel bir fark vardır. Aleviliğin emekçi yolu devrimci yoldur. Politik özgürlük ve sosyalizm için mücadele yoludur. Bu yol, devletle, devletin Sünni İslami (Hanefi) yoluyla uzlaşmayı, anlaşmayı, boyun eğmeyi, kul köle olmayı reddeder. İşçi sınıfı ve komünist hareket Aleviliğin en yakın dostu ve ittifak gücüdür.
Alevi zenginlerin, Alevi burjuvazisinin yolu ise, sınıfsal doğası gereği, işbirlikçisi Türk burjuva devletiyle işbirliği, uzlaşma ve yol düşkünlüğü yoludur. Bu ihanet yolunun en çirkin örneğini Cem Vakfı (Cumhuriyetçi Eğitim Merkezi) ve Cem TV oluşturmaktadır. Bu hareketin başını çeken İzzetin Doğan’dır. Yani askeri faşist cuntanın kurdurduğu parti olan MDP’yi ünlü işkenceci ve kontrgerillacı Turgut Sunalp’la birlikte askeri faşist cuntanın emri ve güdümünde örgütleyen şu İzzetin Doğan. Faşizan bir parti olan Ecevit’in DSP’ni destekleyen İzzettin Doğan. Yani, Erbakan’la ve RP ile görüşmeler yapıp milletvekili olmak isteyen şu İzzet Doğan. Hani şu Firavun-Muaviyye işbirlikçi devletin “örtülü ödenek”le beslediği İzzet Doğan. Son olarak, faşist katil Mehmet Ağar’la ve partisiyle işbirliği yapmış, televizyonunun bir kısmını da onlara satmıştır. Ama yol düşkünü İzzet Doğan bu yolda yalnız değildir; Ehli-Beyt Vakfı da özünde bu işte onunla omuz omuzadır. Fermani Altun, sağ burjuva partiler arasında dolandıktan sonra kapağı Fazilet Partisine atarak Mersin’de milletvekili listesine girmiştir. Yani Alevileri “sapık” diye niteleme küstahlığını gösteren Recai Kutan’ın ve Alevilerin kanını içmeye doyamayan şeriatçı gericiliğin partisi FP!... Alevilik, ezilen, horlanan, faşist baskı altında tutulan, varlığı yok sayılan bir inanç biçimidir. Oysa Alevilik Türk ve Kürt coğrafyasının bir zenginliğidir ve bir olgudur. Aleviliği ne Selçuklu devletleri ne “Cihan İmparatorluğu” Osmanlı devleti ne de T.C. devleti, ülkücü faşist hareket, İslami gerici hareketler de dahil yok edebildi ne de edebilirler. 1000 yıldır bu topraklarda Alevilik vardır ve onurluca direnerek kendini var etmiştir. Dolayısıyla Aleviliğin varlığı ve tüm hakları anayasal düzeyde de kabul edilmeli ve Alevilik üzerindeki her türlü baskı ve aşağılanmaya son verilmelidir. Aleviler, demokratik hak ve özgürlüklerini özgürce kullanmalı ve kendi yaşam tarzlarını, inanç ve kültürlerini özgürce geliştirmelidirler.
Mustafa Kemal döneminde kurulmuş olan ve devletçi İslamın aracı olan Diyanet İşleri Başkanlığı kesinkes dağıtılmalıdır. Bu kurumun varlığı, korunması ve üstüne üslük Alevilerin de temsil edilmesi istemi de gericidir ve asla kabul edilmemelidir. Aleviler, Kemalistlerin, şeriatçıların, burjuva liberallerinin, faşist generaller çetesinin, yol düşkünü işbirlikçi Alevilerin bu tehlikeli tuzağına düşmemelidirler.
Eğitim-öğretim sisteminde zorunlu din dersleri kaldırılmalıdır. Bir bilim kolu olarak, bilimsel çalışma bağlamında İlahiyat Fakülteleri dışında dinsel eğitim tüm eğitim sisteminden tasfiye edilmelidir. İmam Hatip Okulları derhal kapatılmalıdır. Politik özgürlüklerin bir parçası olarak inanç ve vicdan özgürlüğü kapsamında, farklı inançlar kendi inançlarını kendi olanaklarıyla gerçekleştirilmelidirler. Devletin bir dini olmamalı ve devlet dinler, mezhepler arasında tarafgir olmamalıdır.
Cemevleri, Alevilerin ibadet yeri olarak kabul edilmelidir. Alevilerin inanç özgürlüğüne ve ibadet hakkına hiçbir biçimde karışılmamalıdır. Cemevleri devletin hiçbir maddi-mali yardımını kabul etmemelidir. İmar planlarında Cemevleri için tümüyle parasız yer gösterilmelidir; dahası yer seçimini Alevilerin kendileri belirlemelidir.
Resmi belgelerin hiç birinde insanların dinsel ve mezhepsel kimliğine dair zorunlu olabilecek hiçbir ibare vs. olmamalıdır.
Hacı Bektaş Veli dergahına monte edilmiş cami derhal yıkılmalıdır. Alevi köylerine cami yapılmasına derhal son verilmelidir..
Aleviliği Sünnileştirme ve Şiileştirme baskısına karşı en geniş kitlesel politik devrimci mücadele yolundan bu saldırıların püskürtülmesi için ısrarlı bir mücadele yürütülmelidir. Yürütülecek etkin bir mücadeleyle (kampanyalarla) gerek Osmanlı, gerekse de T.C. döneminde Alevileri yok etme, katletme, aşağılama, asimile etme vb. politikalarından dolayı insanlık suçu işlendiği devlete kabul ettirilmeli ve devletin Alevilerden özür dilemesi sağlanmalıdır.
Cumhuriyet dönemi boyunca yapılmış olan Alevi katliamlarının sorumlularının açığa çıkarılıp yargılanmasını ısrarla ileri sürmelidir. Özelde de, 15. yıldönümünü acı ve öfkeyle andığımız faşist Sivas katliamının sorumlusu olan kontrgerilla şefleri açığa çıkarılmalı ve dönemin hükümet yetkilileriyle birlikte sanık sandalyesine oturtulmalıdır. Madımak Oteli, CHP’ye vb. satılmamalı, devletleştirilerek müze yapılmalıdır.
Alevi emekçiler ve demokratik Alevi hareketi, Kemalizm ile Türk burjuva şovenizmi ile yol düşkünleri ile köklü bir hesaplaşma ve kopuşma sürecini yaşamak göreviyle yüz yüzedir. Kuşkusuz ki, bunu nasıl yapacağını en iyi Aleviler bilir. Alevilerin ilerici tarihi birikim ve mücadele geleneği, devrimci ve komünist hareketin tarihsel ve güncel birikimi bu alanda nasıl yürümeleri gerektiğine ışık tutmaktadır. Selçuklulardan, Osmanlıdan, Maraşları, Sivasları yaratan T.C. devletinden neler çektiklerini yine en iyi bilen Alevi emekçilerdir. Bu köklü kopuşu gerçekleştirmenin ışığı Baba İlyaslardır, Şeyh Bedrettinlerdir, Pir Sultan Abdallardır, Kalender Çelebilerdir, Aşık Mahsuni Şeriflerdir...
Dipnotlar:
1 - Alevilik, kökleri tarihin derinliklerine dek giden inançsal, felsefi, siyasal ve toplumsal bir öğreti ve akımdır. Her inanç biçimi, öğreti ve hareket gibi, her siyasal ve toplumsal akım gibi, kendine özgü bir tarihi, bir inanç biçimi ve kültürü vardır. Alevilik, içerisinden çıktığı Mezopotamya’nın, Anadolu’nun zenginliğini içerisinde taşır. Animizmden, Paganizmden; Eski Hint-İran inançlarından (Zerdüştlük, Vedacılık, Budacılık); eski Yunan- Anadolu felsefe ve inanç biçimlerinden (Pythagorascılık, Platonculuk, Stoacılık-giderek yeni Platonculuk); Mazdesizm’den, Manizm’den: tek tanrıcı dinler olan Musevilik’ten, Hıristiyanlık’tan, İslam’dan, Şiilikten; Hürremilikten, Kalendirilikten, İsmaililikten, Karmatilikten, Babekilikten, Hasan Sabahçılıktan; Vasıl bin Ata’nın önderlik ettiği Mutezile akımından, İranlı filozof Ravendi’nin önderlik ettiği Dehriyyun (maddecilik) akımından değişik düzeyde ve değişik yönleriyle etkilenmiş, kendine bir şeyler katmış, ama özgünleşmiş, özgün bir çehreye bürünmüş Batıni bir öğreti, Anadolulu bir inanç biçimidir. Tam da burada, Anadolu Aleviliğinin Sebebiye hareketinden, Rafizilikten, Haricilikten (“Şurat” hareketi), Ezidilikten, Muhtar el Sakafi hareketinden, Ebu Müslim Horasani hareketinden derince etkilendiğini de vurgulamakta yarar vardır.
2 - Hacı Bektaş’ın, ayaklanmadan sonra egemenlerle belli düzeyde bir uzlaşı içine girdiği ve O’nun ölümünün ardından bu uzlaşmanın nispeten uzun sayılacak bir müddet devam ettiği söylenebilir. Bu bakımdan Aleviliğin Baba İshak ve Hacı Bektaş Veli’de karşılık bulan iki eğiliminin, isyan ve uzlaşma çizgileri olarak ortaya çıktığı, bazen birinin bazen diğerinin etkin olmasına karşın, çoğunlukla aynı anda iki eğilimin de birarada varolabildiği belirtilmelidir.
3 - 40’lar Cemi: Cem’in inançsal kaynağı, Kırklar Cemi’dir. Özet olarak Kırklar Ceminde: Hz. Muhammed’in Tanrı’yı ziyareti ve sonra 40’lar meclisi denilen bir toplantıya katıldığından söz edilmektedir. Muhammed toplantıya girmek için kapıyı çalar, Peygamber olduğunu söyler fakat içeriye alınmaz, bir kaç defa dener sonra, “Ben de fakir bir kulum sizden biriyim” deyince içeri alınır. Yani bu meclise isteyen herkes giremez, oraya girenin rütbesini, malını mülkünü defterden silmesi gerekir ve oraya girmek için gönülden istekli ve ısrarlı olmak gerekir.
4 - Mutezile, ‘Ayrılanlar’ anlamında bir İslami akımdır. Ehl-i Sünnet’ten kaza ve kader, suç ve günah konusundaki rasyonalist (akılcı) yorumlarıyla ayrılan Mutezile akımının kurucusu Vasıl bin Ata’dır. Bu akım ‘din dışı’ ve sapkınlık sayılmıştır.
Yararlanılan kaynaklar:
Köylüler Savaşı, F. Engels
Alisiz Alevilik, Faik Bulut
Alevi Öğretisi, Ali Yıldırım
Alevi Felsefesi, Esat Korkmaz
Okunacak En Büyük Kitap İnsandır, R. Yürükoğlu
Sovyet Rusya’da İslam Tarihi İncelemeleri, N. A. Smirnov
İslam İnançları Sözlüğü, O. Hançerlioğlu