Marksizmin politika ve tarih tezlerinin yanı sıra, felsefi tezleri de Marksizmi aşma arayışında olan kesimlerin eleştirilerinin hedefi durumunda.
Kürt özgürlük hareketi, anlamlı bir politik kuvvet olması ve “Demokratik ekolojik toplum paradigması” iddiasıyla Marksizmi aşma iddiasında olan diğer tüm kesimlerin malûl olduğu yanılgıları paylaşıyor.
Marksist felsefe eleştirisine girişenlerin, temel dayanağı, yeni fiziğin ortaya çıkardığı olgulardır. Yeni fiziğin neyi yanlışladığına ayrıca değineceğiz. Ancak öncelikle ve özellikle Marksizmin obskürantist anlatımına dayanan, kötü bir Marksizm yorumu üzerinden yapılan eleştiriye açıklık getirmekle başlayalım.
Kürt özgürlük hareketi saflarından, Abdullah Öcalan’ın tezleriyle “Marksist paradigma”ya yöneltilen eleştiri, Marksizmin “kaba determinist” olduğu savıdır ve Marksizm öncelikle bu noktadan aşılmalıdır. Buna göre, Marksizm kaba deterministtir çünkü, Newton mekaniğine dayanmaktadır.
Öncelikle bu eleştiriyi içerdiği bilgi bakımından düzletmek zorundayız. 18.yy. materyalizmi mekanikti; Marks ve Engels, 18. yy'ın Newton mekaniğine dayanan tüm materyalizm akımlarıyla hesaplaşır ve koparlar.
“Geçtiğimiz yüzyılın materyalizmi her şeyden çok mekanikçiydi. Çünkü bu çağda bütün bilimler arasında, yalnız mekanik ve ancak yeryüzünde ve gökyüzündeki katı cisimlerin mekaniği, kısaca yer çekimi mekaniği belli bir olgunlaşma durumuna ulaşmıştı. Kimya henüz çocuksu filojistik biçimde vardı. Biyoloji henüz kundaktan çıkmamıştı, bitkisel ve hayvansal organizmalar ancak açıklanıyordu. Descartes için hayvan nasıl bir makine ise, 18 yy. Materyalistlerine göre de insan öyle bir makineydi. Mekanik yasaların elbette işlediği, etkili olduğu ama daha üst sıradan yasalarca daha geri plana atıldıkları kimyasal ve organik yapıdaki olaylarda yalnız, tek başına mekaniğin uygulanması klasik Fransız materyalizminin özgün ama o dönem için kaçınılmaz darlıklarından biridir.” (Engels, Feuerbach Üz. Tez)
İddianın aksine Marksist materyalizm tam da eleştiri konusu edilen, ona atfedilen noktada, eski (mekanik) materyalizme karşıt olarak doğar. Üzerinde hiçbir spekülasyona yer vermeyecek açıklıkta olan olgu budur. Ama yalnız bu olgu değil, Marksizmin kaba belirlenimci olmadığını kanıtlayan onun diyalektiğidir. 18.yy materyalizminin kaba determinizmi, maddenin hareketinin diyalektik olduğu kabulü ile aşılır. Hegel diyalektiği ve materyalizmin eski biçimleri, bilimdeki yeni gelişmelerin sağladığı yeni kanıtlarla, diyalektik materyalist bir içeriğe kavuşur.
Bilimdeki üç buluş; evrim kuramı, hücrenin bulunması ve enerjinin sakınımı yasası diyalektik materyalizmin esas dayanakları olur.
Bu üç bilimsel buluşun sunduğu kanıtlar da basit biçimde felsefeye indirgenmez. Örneğin evrim kuramının; türlerin evrimini salt birbirini basit biçimde izleyen tedrici süreçler olarak felsefeye indirgendiğinde, sıçramalı gelişimi reddetmek gerekir. Oysa Marksist diyalektiğin temel yasalarından biri, gelişimin sıçramalı olduğudur. Bilimsel gelişmelerin olduğu gibi indirgenmemesinin yanı sıra; diyalektik materyalist felsefeyle bilimin yorumlanmasının, bilim için ufuk açıcı olduğunu kanıtlayan örneklerden biridir. Bugün evrim sürecinin sıçramaları da içerdiği biliniyor. “Kayıp halka” olarak tanımlanan türlerin bir kısmının gerçekte “kayıp” olmadığı, sıçramalı gelişim nedeniyle aslında hiçbir zaman var olmadığı, bilim dünyasında kabul gören kanılardan biridir.
Akıllardan geçen soruyu soralım. Newton mekaniğinden köklü kopuşa rağmen Marksizmde determinizm var mıdır? Ya da Marksizm determinizmi tümden reddeder mi?
Determinizm ya da nedensellik, ilk kez Newton ile bilinen, kabul gören bir düşünce değildir. İlk çağdan başlayarak, doğadaki düzen ve uyum, aynı nedenlerin, aynı sonuçları ortaya çıkarması ilk insanlarca da sezilmiştir. Bilim, nedenler ve sonuçlar arasındaki bağlantıları açıklayarak kimi sezgileri doğrulamıştır. Ancak nedensellik fikri, bilim dışı açıklamalara, düşünüşlere yol açmıştır. Açıklanamayan olayların, gizli ve ilahi güçlerce önceden planlandığı, değiştirilemez birer yazgı olduğu fikri, hemen her çağda yaygın olarak kabul görmüştür. Dinsel yazgıcılık bunun bir biçimidir. Ama yalnız dinsel inançlarda değil, felsefi fikirler içinde de etkili olmuştur.
Newton mekaniği ile makro düzeyde maddenin hareketi, neden ve sonuç ilişkisi bilimsel kanıtlarını bulur. Maddenin basit doğrusal hareketini açıklaması nedeniyle hareketin ancak sınırlı bir bilgisidir bu. Newton mekaniği basit süreçlerle ve katı bir cismin diğerleri üzerindeki basit dışsal etkisi olarak, kaldıraç, denge, kütle, eylemsizlik, itme, basınç uygulama olarak anlaşılan neden ve sonuç ile ilgilenir. Bu mekaniğin ve belirlenimciliğin kusuru, katı cisimlerin en basit hareket biçimlerinin doğadaki tüm harekete indirgenmesidir. Organik maddenin çok daha karmaşık ya da esnek süreçlerini açıklamada Newton mekaniği geçersiz sayılmaz, ancak oldukça yetersiz kalır. Maddenin yalıtılmış ve en az değişkenin etkisi altında olduğu düzeylerde, hareketin kesin sonuçlarını önceden öngörmek mümkün olmaktadır. Ancak doğadaki hareket mekanik birkaç biçimden ibaret değildir. Onlarca, yüzlerce değişkenin sürece katıldığı düzeylerde kesin sonuçları öngörmek, dinsel yazgıcılığa başka bir yoldan, bilim yolundan varmaktan başka bir anlam taşımaz. Newton mekaniğini esas alan 18. yüzyıl materyalistlerinin nihayetinde ulaştığı nokta bu olmuştur.
Engels, 'Doğanın Diyalektiği'nde Laplack'ın mekanik determinizminin kaçınılmaz olarak kaderciliğe ve mistik bir doğa kavrayışına yol açtığını söyler.
“... Ve sonra zorunluluğun bilimsel uğraşın yegâne konusu ve tesadüfün de bilim ile ilgili olmayan bir konu olduğu ilan edilir. Yani yasalar altına sokulamayan, bu nedenle de bilinmeyen şey konu dışıdır ve ihmal edilebilir. Bu şu demektir; genel yasalar kapsamında ele alınabilecek şeyler zorunluluk olarak ve ele alınamayacak olanlar da tesadüf olarak addedilir. Herkes görebilir ki, açıklayabildiklerini doğal ilan eden ve açıklayamadıklarına da doğaüstü nedenler atfeden bilim türüyle aynı şeydir; anlaşılmaz nedenlere, tesadüf adını mı, tanrı adını mı taktığım sorusu, söz konusu olan şeyin bizzat kendisi olduğu sürece, iki farksız şeydir.”
Determinizmin tümden reddi, Hegel'de doruğuna ulaşır. Hegel idealizmi, nedenselliği tümden reddeder. Nedensellik yerine 'Ereksellik' konur. Buna göre dünyanın ilkesi bir neden değil, bir sebeptir. Ereksellik bir plancıyı, sonuçları önceden belli bir doğanın planlayıcısını varsayar.
İdealizme göre sonuç nedenden çıkarılamaz. Donma, soğuğu izler ama bu zorunlu değildir. Soğuğu donmadan başka bir şey de izleyebilir.
Engels gerekli bağlantının olmadığı yerde bilimin son bulacağını belirtir. Kaba mekanikçi determinizm de determinizmin tümden reddine dayanan bu gerekli bağlantıları kuramadıkları için, hareketi bütünlüklü ele almaktan uzaktır. Marksist felsefe yöntemi ise tam da bu bağlantıları kurduğu için bilimsel bir kavrayışı mümkün kılar.
Marksist materyalizm determinizmi kabul eder. Çünkü doğada, harekette determinizm vardır. Belli nedenler önceden öngörebileceğimiz ve zorunlu sonuçlara yol açar. Boşlukta bırakılan cisim, önceden öngörebileceğimiz biçimde ve zorunlu olarak yere düşer. Isının belli bir dereceye kadar düşmesini zorunlu olarak donma izler vs. ancak bu yasallık, maddenin tüm düzeylerindeki hareketine basit biçimde indirgenemez. Çünkü “doğadaki tüm hareketler, evrensel çekim yasası kadar zorunlu ve aynı önemde değildir.” Hareketin en yalın biçimleriyle tezahür etmesi, ardındaki sayısız olasılık, tesadüf, çatışma, birleşme ve ayrışmaları, gelişim ve sıçramaları dışlamaz. Tersten rastlantı gibi görünenin ardında, incelendiğinde nedensellikler olduğu görülür. Nedenselliği reddeden idealist görüşlerin ve kaba belirlenimci tüm eğilimlerin ötesine geçen Marksist diyalektik materyalizm; doğanın, toplumun, düşüncenin hareketinin olasılık ve tesadüfleri, nedensellikleri, zorunluluğu da içeren diyalektik bağlantı içinde kavrar. Marksist materyalizmi, kaba determinizmden olduğu kadar tüm agnostik felsefelerden ayıran da bu diyalektiktir.
Yeni Fizik'te Marksizmle Çatışan Ne?
20. yüzyıl başlarına kadar, maddenin ancak makro düzeydeki hareketi biliniyordu. Max Planck “Işığın yalnız dalga değil, parçacık (kuant) ya da paketler olarak geldiğini” ileri sürdü ve bu kanıtlandı. Kuantum fiziğinin başlangıcı sayılan bu dönemden sonra yeni fizik, başta Einstein olmak üzere, başka fizikçilerin katkılarıyla gelişmeye devam etti. Kuantum, görelilik (izafiyet) ve kaos yeni fiziğin üç temel buluşudur... Yeni Fiziğin gelişimi, fizikteki yeni devrim olarak kabul görür. Ancak bir aşamadan sonra kuantum fiziğinin girdiği yol, Einstein başta olmak üzere Max Planck'ında içinde olduğu fizikçilerin itirazlarıyla karşılaştı. Yeni Fizik'te fizikçileri iki farklı kampa ayıran tartışmanın kaynağı, ünlü “Belirsizlik ilkesi” oldu.
Mikro düzeyde maddenin hareketinin, makro düzeydeki maddenin hareketinden farklı olduğu anlaşıldı. Makro düzeydeki düzen, parçacıkların hareketinde yoktu.
Parçacıklar hem dalga, hem parçacık özelliği gösteriyordu. Konum ve hız aynı anda ölçülemiyordu. O günün koşullarında yapılan tüm deneylere rağmen elementer parçacıkların tam bilgisine ulaşılamadı. Heissenberg başta olmak üzere bir kısım fizikçi mikro madde düzeyindeki bu belirsizliği “Şeyleri hiçbir zaman bilemeyiz.” biçimde yorumladı. Aynı ekolü temsil eden Niels Bohr'a göre, “Fiziğin görevi doğanın nasıl bir şey olduğunu anlamaktır diye düşünmek yanlıştır, fizik doğa hakkında söylediklerinizle ilgilidir.” Bu maddi dünyanın öznel bir kavranışıdır. Belirsizlik ilkesinden hareketle yasallık, nedensellik, zorunluluk tümden reddedilir. Einstein, belirsizlik ilkesinin bu şekilde yorumlanmasına karşı çıkar. “Zar atan bir tanrıya inanmıyorum” sözünü bu tartışmanın ardından söyler.
“Belirsizlik ilkesini” bilinemezcilik olarak bilimin öznel bir yorumuna indirgeyen Heissenberg ve Bohr'un temsil ettiği fizikçiler, kuantum fiziğinin “Kopenhag yorumcuları” olarak anılmaya başlanır.
Einstein'ın, Kopenhag yorumcularına son yanıtı EPR paradoksudur. Einstein/Padolsky/Rosen'in teorik deney belirsizlik ilkesinin bilinemezci yorumuna karşı etkili bir yanıt olsa da, o günün deney koşullarını pratik olarak sınamasını engelledi. Buna rağmen Einstein, “Belirsizlik ilkesinin”; “İlerideki bir tarihte, daha tam ve doğrudan bir tanım ile değiştirilecek olan tam olmayan ve dolaylı bir tanım” olduğunu savunmayı ısrarla sürdürdü.
1997'de Cenevre'de EPR deneyi gerçekleştirildi. Sonuç; paradoksu doğrulayacak durumdadır. Fotonların ikiz olma durumundan yararlanılarak konum ve enerjilerinin hesaplanması başarılmıştır.
Diğer taraftan, çokluk araçlarıyla, çok sayıdaki parçacıkların hareketi konusunda açık bilgi edinilebilmektedir. Tek tek parçacıkların hareketi belirsiz görünmesine rağmen aynı biçimde davrandığının gözlemlenmesi, atom altı parçacık dünyasında da nedenselliğin işlediğine dair önemli kanıt sunmaktadır.
Kuantların, hem parçacık hem de dalga olarak davranmasının diyalektik materyalizmle çelişen bir yanı yoktur. Bilakis parçacıkların bu durumu Marksist yöntemi doğrulayan bir kanıttır. Ancak bu ikiliğin ayrı düşünülmesi, farklı iki öz olarak ele alınması ve politikaya da bu biçimiyle indirgenmesi kaba bir indirgemedir. Dalga ve parçacık, esasta bir bütündür ve aynı özü ifade eder. Toplumda ve politikada iki farklı kutbun, bir arada olabilirliğini kanıtlayan bir olgu olarak göstermek, zorlama bir kanıt icat etmektir. Dalga ve parçacık arasındaki özsel bağı, aralarındaki enerji geçişleri de kanıtlamaktadır. Tek bir organizmadaki iki farklı durumun (görünmenin) ifadesi olarak kabul edilmelidir. Bu yanıyla bir şeyin “Hem bu hem o” olması olarak kabul edilebilir.
Marksizm eleştirileri içinde; Marksizmin şeyleri “Ya o ya bu” ikilemi içinde değerlendirdiğine dair iddialar da var. Bilmeyen ve yeni keşfedilmiş bir olgu olduğunu düşünenler için Engels'in 150 yıl önce söylediklerini aktaralım. “Doğa görünüşünde bütün ayrımların ara basamaklarda bir araya geldiği, bütün karşıtların ara halkalar yoluyla birbirine geçtiği böyle bir aşama için, eski metafizik düşünce yöntemi artık yetersizdir. Hard and fat lines (katı ve değişmez çizgiler) kayıtsız şartsız evrensel geçerlilikte ‘Ya bu ya o’ diye bir şey tanımayan, değişmez metafizik farklılıklar arasında köprü kuran ‘Ya bu ya o’nun yanında ‘Hem bu hem o’ kuralını da yerine koymasını bilen ve karşıtlıkları uzlaştıran diyalektik, bu aşamaya uygun düşen tek düşünce yöntemidir. Kuşkusuz günlük kullanımda, bilimdeki küçük bilim alışverişlerinde metafizik kategoriler geçerliliğini korur.” (Engels, Doğanın Diyalektiği)
Olasılıklar, özgün bağlantılar, çelişik birliktelikler, kuantum dünyasının temel karakteristiğidir. Kopenhag yorumcularının bunlardan çıkardığı sonuç; sonsuz olasılıktan ve öngörülemez, bilinemez hareketten oluşan bir evrende yaşadığımızdır. Biz ise bu tablodan, doğanın diyalektiğinin en küçük parçalarda nasıl işlediğini görürüz.
Yeni Fiziğin keşfettiklerinde, Marksizmin yöntemini olumsuzlayan tek bir sonuç dahi yoktur. Bilmemek kanıt sayılmaz, bugün belirsiz olanı yarın bilim açığa çıkarır.
İzafiyet Kuramı Neyi Kanıtlıyor?
Belirsizlik ilkesinden hiçbir şey bilemeyiz, sonucunu çıkaranların, görelilik kuramından, “Her şey görelidir” sonucuna varmaları doğaldır. Yine de belirsizlik ilkesinden çıkarılan sonuçlara oranla izafiyet kuramının “Her şey görelidir” olarak anlaşılmasının oldukça güçsüz bir indirgeme olduğunu belirtmeliyiz. (Einstein görelilik kuramının bu biçimde adlandırılmasına dahi karşı çıkmıştır.) İzafiyet iki büyük kuramdan oluşur. Özel görelilik ve genel görelilik.
Özel görelilik yüksek hızlarla ilgilidir. Işığın boşluktaki hızının ışık kaynağının gözlemciye göre hız ne olursa olsun (her şey görelidir'in aksine), her zaman aynı sabit değerde ölçüleceğinin kabulünden hareket eder. Bundan, ışığın hızının evrendeki her şey için sınırlayıcı bir hızı temsil ettiği sonucu çıkar. Diğer taraftan, özel görelilik enerji ve kütlenin eşdeğerde olduğunu ifade eder. E= mc2 biçiminde formüle edilir.
Özel göreliliğin iki sonucunu vurgulayalım: Işık hızının evrendeki her şey için sınırlayıcı hız olması bir mutlaklığı ifade eder. İkincisi; kütle ve enerjinin birbirine dönüşebileceğini Engels öngörmüştü. Bu sonuç, diyalektik materyalizmin çarpıcı biçimde kanıtlanışıdır.
Gezegenlerin, yıldızların hareketinin olduğu daha yüksek düzeydeki büyüklükler için özel görelilik yetersiz kalır. “Kütle çekiminin etkili olduğu bu gibi büyüklüklerin hareketinde genel görelilik geçerlidir. Genel görelilik kuramının genel ilkesi; ağır cisimlerin yakınlarında “Uzay eğrilir.” Einstein, genel görelilik kuramından hareketle kütle çekim alanının ışık ışınlarını bükeceğini öngörmüştü. Bu nedenle güneş yüzeyine yakın geçen ışık ışınlarının düz bir doğrudan, 1.75 sn'lik açıyla büküleceğini iddia etti. 1919'daki bir güneş tutulması gözlemi sırasında yapılan astronomik hesaplar öngörünün doğruluğunu kanıtladı. Genel göreliliğin iki sonucunu vurgulayalım. Kütle çekim alanında uzayın eğrileceği ilkesi bir mutlak'ı işaret eder. İkincisi; gözlemin kanıtladığı gibi önceden öngörülen “Zorunlu olarak gerçekleşmiştir.”
Görelilik kuramının hareketi, hareketin yasalarına ilişkin açığa çıkardığı olguların hiçbirinde “Her şey görelidir”e denk düşen bir kanıtlama söz konusu değildir. Görelilik kuramına atfedilen bilimin öznel yorumlarından biridir.
İzafiyet kuramında görelilik atfedilen mefhumlardan biri zamandır. Zaman, madde ve hareketten ayrı düşünülmeye açık kavramlardandır. Ve madde ve hareketten ayrı düşünülen zamanı göreli kavramak kaçınılmazdır. Çünkü salt bir kavramdan hareketle duyularımız ve düşüncelerimiz dışında bir varlık durumu yüklenmediğinde soyut ve algılarımızın tanımladığı kadar bir kavramdan söz ederiz. Oysa zaman da maddeden ayrı düşünülemez. Zaman, maddenin değişen durumunu ve gerçek hareketini ifade etme tarzıdır. Zamanın göreli kavranışı ise yine maddenin hareketinin belli bir düzeyine denk düşer. Kütle çekim alanında ve yüksek hızların olduğu alanda zaman uzar ve kısalır. Kütle çekim alanına göre yüksek hızlar alanındaki zaman daha hızlı geçer. Burada görelilik olarak ifade edilebilecek izafete, öznel duyumlarımızla, zaman hakkında ne düşündüğümüzle değil maddenin nesnel hareketiyle ilgilidir.
Her şey görelidir'le, zamanın maddenin iki farklı düzeyinde ki hareketinin yansıması olan izafiyet, özü bakımından tamamen karşıttır. Her şey görelidir'de, gerçek nesnellikten değil, öznel algılarımızdan çıkarılır. Diğerinde ise maddenin gerçek hareketinden çıkarılır.
Diyalektik materyalizmde, görelilik ve mutlaklık madde ve hareketten bağımsız düşünülmez. Her mutlaktaki geçici olan (bu yanıyla göreli olan) ve her göreli alandaki mutlaklık, diyalektik birlik içinde kavranır. Hiçbir mutlaklığın olmadığı varlıklar dünyasında bilim gereksizdir ve her şeyin salt mutlak olduğu kabul edildiğinde, bilimi farklı biçimde doldurmuş oluruz. Görelilik kuramı, bize bunun yeni bir kanıtını sunmuştur ama asla “her şey görelidir'in” değil.
Kaotik Süreçler Düzeni Dışlar Mı?
Yeni Fiziğin, parçacık hareketinin kaotik yapısını keşfetmesini agnostiklerce (bilinemezcilerce) doğada, toplumda hareketin tüm süreçlerini sürekli kaos durumunda olduğu biçiminde yorumlanıyor. Agnostizmin çeşitli varyasyonlarına kaynaklık eden, parçacık düzeyinde hareketin kaotik süreçlerin -indeterminizm, salt rastlansallık, başlangıç durumuna hassas bağlılık- hakkında, Yeni Fiziğin bugün ulaştığı sonuçlar bu bilinemezci fikirleri kanıtlamaktan uzaktır. Kaotik süreç atomaltı hareketin özelliklerinden olması bakımından bir nesnelliği ifade ediyor. Söz konusu nesnelliğin genelleştirilmesi, evrenin tüm hareketine indirgenmesi ve atomaltı düzeyde hiçbir yasallığın olmadığı fikri bilimin agnostik bir yorumudur.
Kaos süreci üzerine çalışan fizikçilerin ulaştığı sonuçlar, bilimsel yorumları güçlendiren nitelikte verilerdir. Tüm kaotik süreçler kendine özgü bir düzenle son bulmaktadır. Nonlineer (doğrusal olmayan) süreçlerde, rastlantılara ve başlangıç durumuna hassas bağlılık pozisyonunda olan tüm kaotik süreçler için girişilen pratik tüm deneyler bunu doğrulamaktadır. “Daha önce rastlansal ve kaotik olduğu düşünülen süreçlerin şimdi bilimsel anlamda yasalara uygun oldukları ortaya çıkmıştır. Bir metal çubuk mıknatıslandığında tüm parçacıkların aynı yönü gösterdiği 'düzenli bir duruma' geçer. Bu çubuk, şu ya da bu yöne yönlendirilebilir. Teorik olarak herhangi bir yöne dönmekte özgürdür. Pratikte ise metalin her küçük parçası aynı kararı vermektedir.” (Alan Woods, Aklın İsyanı)
Maddenin parçacık düzeyi ile makro düzeyinin birbirinden yalıtılmış süreçler olarak ele alınması, bilinemezci yorumların ortak yanılgısıdır. Kaotik süreç ve düzen, makro düzeyde olduğu kadar, mikro düzeyde de harekete içkindir. Ancak her iki düzeyde kendine özgü biçimlerde işlemektedir.
Kaos süreçlerinin ortaya çıkardığı olgular, Marksist diyalektik materyalizmin, niceliğin niteliğe dönüşmesi yasası ile uyumlu olması, Yeni Fiziğin, Marksizmin yöntemini geçersizleştiği iddiasını çürütmektedir. Kaos kitabının yazarı Gleck, Sovyetler Birliği'ndeki bilimcilerin kaos hakkında bilgi sahibi olmasından şaşkınlık duyduğunu söyler; “Birleşik Devletler'de ve Avrupa'da kaos'un filizlenmesi, bir taraftan SB'de buna paralel yürütülen çalışmalar için ilham kaynağı olurken, diğer yandan da büyük çapta şaşkınlığa sebebiyet veriyordu. Çünkü bu yeni bilim, oldukça büyük bir bölümü itibariyle Moskova için pek o kadar da yeni sayılmazdı.” Sovyet bilimcilerinin kaos süreçleri bilgisi şaşırtıcı değil, dinsel mistisizmin, bilinemezci eğilimlerin etkisinden uzak, objektif bilimle uğraşıyor olmalarının yanı sıra, Marksist materyalizmin yasalarıyla uyuşmanın, kaos süreçlerinden haberdar olmalarının, asıl kaynağı olduğunu söyleyebiliriz.
Einstein, “gerçek bir süreçtir, subjektif düşünceden insan objektif gerçeğe doğru pratikten ve teknikten gidiyor” derken bilgi kuramına dair önemli bir belirlemede bulunuyordu. Yeni Fizik bilgi süreçlerinin, bu doğrultuda ilerlediğini gösteren örneklerden biridir. Gelişen insan pratiği ve teknik, dün belirsiz olanı, bilinmeyeni bugün biliniyor kılıyor. Yarın daha fazlasını bilir durumda olacağız.
Marksizm yöntemiyle, gelişimi tüm süreçleriyle kavramamızın yanı sıra, değiştirme olanağımızın olduğuna dair, tüm bilimsel gelişmeler yeni güçlü kanıtlar sunuyor. Kopenhag yorumuna dayanan felsefi fikirler, politik toplumsal projeler, bilimin öznel ve geri bir yorumuna dayandıkları için gelecek vadetmekten uzaklar. Yeni fizikteki her gelişme Kopenhag yorumunun altını oyuyor. Kopenhag yorumuna dayanarak, Marksizm eleştirisine girişen “Yeni paradigma” kurma çabasında olan Kürt özgürlük hareketi de, Avrupa'nın Kopenhag yorumuna dayanan tüm felsefi politik paradigma arayışındaki akımları gibi, fizik ve felsefedeki agnostik eğilimlere erken yüz veriyor. İdeolojik kriz dönemlerinin belirgin tüm özellikleriyle malûl bu eğilimler, konjonktüreldir. Geçicidir.
Marksist hareketler bakımından ise; her türlü agnostik fikirlerin, Marksizmin pozitivist, kaba determinist yorumlarının politik felsefi alanları kuşattığı bir dönemde kendini dar pratikle sınırlaması, komünist hareketlerin ideolojik ve örgütsel krizini derinleştirmektedir. Engels, her yeni bilimsel buluşun, materyalizmin biçimini değiştireceğini söylüyordu, Feuerbach Üzerine Tezlerde. Sözlerinin üzerinden yaklaşık olarak 150 yıl geçti. Yeni Fizik başta olmak üzere, biyolojide, kimyada devrim düzeyinde gelişmeler yaşandı. Diyalektik materyalizm biçim olarak, 150 yıl öncesinden daha ileri olmak durumundadır. Daha önemlisi Marksizmin pozitivist, kaba determinist yorumları yer yer, Marksizm adına savunulabilmektedir. Marksizmin bu yorumlarıyla hesaplaşmayı da bilmeliyiz.
Kaynaklar
Feuerbach Üzerine Tezler - F. Engels.
Materyalizm ve Ampriokritisizm - V. I. Lenin
Aklın İsyanı - Alan Woods
Kapitalizmin Geleceksizliği ve Belirsizlik Felsefesi - Diy. Mat. Yayınları
Doğanın Diyalektiği - F. Engels
Tüm Zamanların Dahisi Einstein - Bilim ve Ütopya Dergisi - ilgili sayılar
Lügatçe
Agnostizm: Bilenemezcilik
Lineer: Doğrusal
Nonlineer: Doğrusal olmayan
Obskürantizm: Gerçekleri karartıp anlaşılmaz kılmak
Determinizm: Belirlenimcilik
Başlangıç durumuna hassas bağlılık: Hassas sistemlerde başlangıçta sisteme dahil olan en küçük girdilerin sonucu etkilemesi durumu. Kuantum fiziğinde Kelebek etkisi olarak geçer.