İşçiler Arasında Çalışma, Sendikal Mücadele, Politika Ve Devrim

I-Ekonomik Ve Politik Mücadele. Reformizm Ve Devrim

Ekonomik mücadele; işçilerin onları çalıştıran patronlara karşı hak elde etmek ya da haklarını savunmak için giriştikleri savaşımı ifade eder. Ücretlerin artırılmasından, iş saatlerinin azaltılmasına kadar patronlarla yapılan anlaşmalar bu kapsamdadır.

Demokratik hak ve özgürlükler için mücadele; tek tek patronlara ya da patron örgütlerine değil, onların temsilcisi devlete karşı burjuva düzen sınırları içinde demokratik hak ve özgürlüklerin elde edilmesi ve genişletilmesi amacını güder. Söz, basın, örgütlenme ve eylem özgürlüğü, sendikal hak ve özgürlüklerin önündeki engellerin kaldırılması, grev hakkının yasal güvenceye kavuşturulması vb. için verilen politik mücadele bu eksende tanımlanır.

Sendikalar; patronlar ve onların devletine karşı işçi sınıfının ekonomik ve demokratik hak ve çıkarlarını korumak ve geliştirmek için kurulurlar. Politik rejim ve iktisadi düzen içinde işçi sınıfının yaşam alanını sürekli genişletmek; iktisadi, politik, kültürel düzeyini yükseltmek sendikaların başlıca amaçlarındandır.

Burjuva sınıfın bütün gayreti; işçi sınıfından daha çok artı-değer sızdırmaktır. Çünkü ancak bu sayede zenginliklerini büyütebilir ve rakipleri ile yarışta avantajlı konuma geçebilirler. Onlar durmaksızın ücretleri daha çok düşürmek, çalışma saatlerini artırmak, sigortasız ve güvencesiz çalıştırmak ve bunlara karşı mücadeleyi engellemek için demokratik hak ve özgürlükleri mümkün olduğu kadar azaltmak, kuşa çevirmek, böylece işçi sınıfı ve ezilenlerin elini kolunu bağlamak isteyeceklerdir.

Kapitalist düzen sınırları içinde işçi sınıfının gayreti de; patrona bedava çalıştığı zamanı azaltmak ve kendisi için çalışma zamanını yükseltmektir. Daha az zamanda daha yüksek ücretle, güvenceli çalışmak, kendisi ve ailesi için daha iyi bir yaşam uğruna yürütülen mücadele, bu amacın ifadesidir. Ve elbette demokratik hak ve özgürlükler için mücadeleye bağlanmadıkça bu amacın gerçekleşmesi olanaklı olmayacaktır.

Bu, burjuva düzen sınırları dahilinde bir sınıf mücadelesidir. Patronlar küçük bir azınlıktır. Onları işçi sınıfı karşısında güçlü kılan, üretim araçlarının mülkiyetine ve bunu güvenceleyecek bir devlet örgütüne sahip olmalarıdır. Bu devlet eliyle işçi sınıfı üzerinde ekonomik-politik-ideolojik zorbalık yoluyla hakimiyet kurmaktadırlar.

İşçi sınıfı çoğunluktur. Onları patronlar karşısında güçsüz kılan, politik bilinç ve örgütlülükten yoksun olmalarıdır. Patronların devletine karşı mücadele, ancak işçi sınıfının partisiyle verilebilir. Çünkü ancak böyle bir parti yoluyla, burjuva devletin çok yönlü saldırıları püskürtülebilir.

Ekonomik-demokratik hak ve çıkarlar ne denli genişletilirse genişletilsin, işçi sınıfı güçlü bir politik örgütlülükten yoksunsa, burjuvazi ilk fırsata kazanılmış hakları gasp etmeye yönelecektir. O nedenle en ileri halde bile, salt sendikal örgütlenmeler yoluyla işçi sınıfı burjuvaziyle girdiği sınıf mücadelesinde kalıcı başarılar elde edemez.

Bunun tersi de doğrudur. İşçi sınıfı partisi sendikalar vb. örgütlenmeler yoluyla geniş emekçi birliklerini harekete geçiremezse, politik gücünü büyütemez. O halde, işçi sınıfının ekonomik-demokratik örgütü sendikalarla işçi sınıfı partisi arasında birbirlerini tamamlayan diyalektik bir ilişki vardır. Her ikisi de burjuvaziye karşı verilen sınıf mücadelesinde, işçi sınıfının başlıca silahlarındandır. Birincisi düzen içinde en ileri konumları elde etmeyi, İkincisi düzeni değiştirmeyi amaçlar.

Düzeni değiştirme çabasının başlıca iki biçimi vardır: Reformizm ve devrim. Sınıf uzlaşmacılığı yoluyla düzenin içeriden dönüştürülmesi ya da devrimci sınıf savaşımı yoluyla düzenin yıkılarak kökten değiştirilmesi. Kendini salt reformcu mücadeleyle sınırlayarak da kimi kazanımlar elde edilebilir. Fakat kapitalist üretim biçiminin içsel yasaları gereği, bu kazanımlar korunamaz. Kapitalizm ancak sömürü oranını sürekli yükselterek varlığını koruyabilir. O nedenle işçi sınıfı ile burjuvazi arsındaki çelişki uzlaşmazdır. Çünkü işçi sınıfı ancak sömürüye son verdiğinde kurtuluşunu gerçekleştirebilir. Hem kapitalistlerin kârlarının sürekli artması hem de sömürünün giderek daha çok azaltılması olanaksızdır. Biri arttığında diğeri azalacaktır.

Ekonomik-demokratik mücadele (sendikal mücadele) işçi sınıfının ekonomik haklarının ve demokratik özgürlüklerinin genişletilmesine hizmet eder. Ancak, bu kazanımlar devrimci bir perspektifle ele alınırsa burjuvaziye karşı bir mevzi haline dönüştürülebilir. Devrimci mücadele, gerici burjuva rejimin ve kapitalist düzenin yıkılması için verilir. Bu yeni toplumsal düzen; üretim araçları üzerindeki özel mülkiyete son verilen, sömürünün ortadan kalktığı sosyalizmdir.

Patronların devletine karşı işçi sınıfı, partisi aracılığıyla bütün ezilenlerin çıkarlarını savunur. Çünkü ancak bu yoldan burjuvaziye karşı öfke içinde olan bütün emekçi sınıf ve tabakaların işçi sınıfı ile ittifakı kurulabilir. Ezilen ulusların özgürlük mücadelesinden, kadın haklarının savunusuna, emekçi köylülerin çıkarlarının sözcüsü olmaktan, doğanın yıkımına cephe almaya kadar işçi sınıfı burjuvaziye karşı politik bir irade olarak ortaya çıkmalıdır. Bütün bu konular sendikaların da gündeminde olmalıdır. Sendikalar ancak bu yoldan, işçiler arasında ulusal, mezhepsel, cinsel, ulusal bölünmeyi engelleyebilir, işçi sınıfının burjuvazi karşısında çıkarlarını savunabilir. İşçi sınıfı toplumsal sorunlara gözlerini kapayarak birliğini koruyamaz, tam aksine bu sorunları gündemine alarak, ezilenlerin sorunlarını sahiplenerek birliğini güçlendirebilir.

Sendikalar işçi sınıfının çıkarları doğrultusunda politik mücadeleye ne denli ilgililerse, işçi sınıfının politik öncüsü ile bağları ne denli sıkı ise, o denli güçlenirler.

Sendikalar ilk ortaya çıktıklarında, kendilerini burjuva düzen sınırları içinde işçi haklarının genişletilmesiyle sınırlamışlardı. Bu sendikaların doğuş çağıydı ve mücadele deneyimi onlara yeni bir düzen için savaşımın zorunluluğunu gösterdi. Sendikaların sosyalizm mücadelesinin bir manivelası, devrimin kitlesel hazırlık okulu haline gelmeleri sonucudur ki, işçi sınıfının burjuvaziye karşı mevzileri güçlendi. Bu dönemde sendikalara ağırlıklı olarak devrimci mücadele çizgisi yön veriyordu.

İkinci Emperyalist Paylaşım Savaşı’ndan sonra; Nazi faşizminin Sovyet orduları ve devrimci direniş örgütlerince yerle bir edilmesi, sömürgeciliğe karşı bütün sömürgeleri kapsayan başkaldırı rüzgârı, Doğu Avrupa ülkelerinde ve Çin’de gelişen halk devrimleri, gelişmiş kapitalist ülkelerde işçi sınıfının kendi partisinde ve sendikalarda güçlü örgütlülüğü, burjuvaziyi işçi sınıfına tavizler vermek zorunda bıraktı. Fakat bu aynı zamanda, gelişmiş kapitalist ülkelerde devrimci mücadelelerin sönümlendiği; işçi sınıfının düzeni değiştirme amacından uzaklaştığı; kapitalist düzen içinde hak ve çıkarlarını genişletmeyi her şey haline getirdiği, sınıf uzlaşmacılığı ve reformizmin işçi sınıfı hareketi üzerinde hegemonya kurduğu dönemdi.

1980’lerde kapitalistlerin giderek şiddetlenen saldırıları sınıf uzlaşmacılığına dayanan çizginin çıkmazını ortaya koysa da krizin şiddeti, 1991’de SSCB’nin çökmesiyle doruğa çıktı. Sınıf uzlaşmacılığı iflas etti. Buna karşın bir başka mücadele çizgisi de onun bıraktığı boşluğu doldurmadı. Çünkü burjuvazi SSCB’nin çöküşünü, kapitalizmin sosyalizme karşı ideolojik bir zaferine dönüştürmeyi başarmış, işçi sınıfının yeni bir düzen kurma umudunu kırmıştı. Onlarca yıllık reformist-sınıf uzlaşmacılığı politikaları sınıfı silahsızlandırmış, sınıf örgütlerini burjuvazinin pespaye kurumlarına dönüştürmüştü. O halde sorun, işçi sınıfının yeni bir düzen (sosyalizm) için ideolojik donanıma sahip, bu düzene ulaşma hedefine bağlanmış devrimci militan bir işçi hareketi geliştirerek, işçi sınıfının demokratik ekonomik hak ve çıkarlarını savunmaya ve genişletmeye kendini adamış sendikal örgütlerle; işçi sınıfının devlete karşı mücadelesinde ona rehberlik edecek, diğer ezilen tabakalarla işçi sınıfı arasında ittifakı sağlayacak, burjuvaziye karşı işçi sınıfını sevk ve idare edecek işçi sınıfının öncü kurmayının güçlenmesi ile çözülebilir. Bu üç mücadele ekonomik, politik, ideolojik mücadele iç içe geçmiş, aynı bütünün parçası olarak ele alındığında işçi sınıfı güç toplar, umudunu kuşanır. Her sendika, devrimci mücadelenin bir unsuru ve parti, sendikalarda varlık haline geldiğinde her iki örgüt, kendi kulvarlarında burjuvaziye karşı ideolojik seferberliğe giriştiklerinde ilerleme sağlanabilir.

II-Ekonomik Mücadele Konularının Politik Mücadele Konusu Haline Gelmesi

Dünün sıradan ekonomik mücadele konularının birçoğu, bugün politik mücadele konusu haline geldi. Özelleştirme, taşeronlaştırma, iş güvencesi, sosyal haklar, esnek çalışma vb. işçi ile patron arasında çözümlenebilecek sorunlar olmaktan çıktı. Bu sorunların her biri işçi örgütleri ile patronların devleti arasındaki güç ilişkilerinin konusuna dönüştü. Öyle ki; hatta bu ve benzeri konularda burjuvazinin işçi sınıfına saldırıları, uluslararası bir nitelik kazandı. Ekonomik mücadelenin alanı daralırken, politik mücadelenin alanı alabildiğine genişledi. Sıradan bir ekonomik hak mücadelesi dahi, işçi sınıfını burjuva devlet ve kapitalizmin uluslararası kurumlarıyla karşı karşıya getiriyor. Sağlık harcamalarının kapsamından asgari ücret düzeyine; işsizlik ödeneklerinden kıdem tazminatlarına kadar birçok konu bu kapsamda örnek verilebilir. Sermayenin çıkarlarını koruyan birçok yasa ile işçi sınıfının kazanılmış hakları gasp edildi. Bu yasaların değiştirilmesi için mücadele verilmeden en sıradan ekonomik haklar bile korunamaz.

Sınıf uzlaşmacılığını rehber edinen sendikal ve politik mücadelenin sonucudur ki; işçi sınıfı içinde dün az çok iyi konumda olan tabakalar dahi eski konumlarını kaybetmektedir. Henüz pozisyonlarını az çok koruyabilenlerin de çocukları onlar gibi olma şansını çoktan yitirdi. Bu da sınıf uzlaşmacılığının, reformizmin sosyal zemininin işçi sınıfı saflarında nesnel olarak giderek daha büyük hızla zayıflamakta olduğunu gösteriyor.

Her geçen gün daha da azgınlaşan kapitalist saldırganlık, yalnızca işçi sınıfını değil, bütün emekçi tabakaların alışılagelen sosyal dokusunu darmadağın etti. Küçük mülk sahiplerinin mülksüzleşmesi hızlandı, serbest meslek sahipleri eski konumlarını kaybetti. Bunlar işçileşti ya da işsizliğe sürüklendi. Burjuvazi ile orta sınıflar arasındaki uzlaşı köprüleri büyük burjuvazi tarafından bir bir yıkıldı. Bu süreç, işçi sınıfının tabanını nicel olarak genişlettiği gibi nitel olarak da yükseltti. Yalnızca aynı ülke içinde değil, kapitalizmin ulaştığı uluslararasılaşma düzeyi nedeniyle, yoksul ülkelerden yaşam düzeyi nispeten daha yüksek ülkelere doğru da göç dalgaları oluştu. Dün de göçler vardı ama gelişmiş kapitalist ekonomilerin emek-gücü ihtiyacını karşılamaya dönük olduğu kadar, kırdan kente ülke içi işgücü hareketleri biçimindeydi. Bugün ise gelişmiş kapitalist ülkelerdeki kronik işsizlik koşullarında bu göç dalgaları meydana gelmektedir. Göç dalgaları gelişmiş kapitalist devletlerin kıyılarını döverken, kapitalistler fabrikaları daha ucuz işgücü bulabilecekleri ülkelere taşımakla meşguldürler.

Bütün bunlar bir yana; kapitalistler sermayelerinin giderek daha büyük bölümünü spekülatif araçlara yatırmaktadırlar. Bu da işsizliğin daha da büyümesine yol açmakta, burjuvazi ile işçi sınıfı arasındaki çelişkileri keskinleştirmekte, kapitalist düzen sınırları içinde burjuvazi ile emekçilerin “Barış içinde bir arada yaşaması”nın geçici bir dönem için bile olanaklarını tüketmektedir.

Burjuvazi ile işçi sınıfı arasında ve genel olarak bütün emekçi tabakalarla kapitalistler arasında çelişkiler keskinleşti. Emperyalist saldırganlık gözü dönmüş boyutlara ulaştı. Burjuva devletler dünyaya hâkim birkaç yüz tekelin çıplak zor aygıtı haline geldi. Bunların sonucudur ki, dünyanın her yanında demokratik hak ve özgürlüklere dönük burjuva saldırılar yoğunlaştı. Terörle mücadele yasaları adı altında faşist yasalar burjuva devletlerin koruyucu çitleri olarak kullanılmaya başlandı. Göçmenlere yönelik ırkçı yasalar, grev yasaklanmaları, gösterilere şiddetli müdahaleler giderek daha çok arttı.

Böyle bir zeminde ‘Hangi yoldan’ sorusu, dünyanın her yanında nesnel olarak işçi sınıfının gündeminden kalkmıştır. Açıktır ki, kendini salt ekonomik mücadeleyle sınırlayan bir sendikal mücadele ya da kendisini sırf düzen içi reformlarla sınırlayan bir politik mücadele yolu bizzat burjuvazi tarafından kapatılmıştır. Bu bir yönelim ya da tercih sorunu değil; nesnel bir gerçekliktir. Çünkü en sıradan ekonomik hak mücadelesi dahi sınıf içi dayanışmayı, burjuva devlete karşı sağlam mevziler açmayı zorunlu kılmaktadır. Tekellerle devlet arasındaki ilişki her zamankinden daha sıkı, burjuvazinin ideolojik aygıtlar üzerindeki hâkimiyeti her zamankinden daha yüksektir.

Burjuvazinin saldırıları sistemden kaynaklanıyorsa sendikalar tek tek patronlara karşı mücadeleyle yetinemezler, işçi sınıfı sistemle karşı karşıya gelmek zorundadır. Kuşkusuz ki, sendika kendi başına kapitalist sistemi değiştiremez. İşçi sınıfı ve diğer emekçi tabakaları, kapitalist sisteme karşı mücadelelerinde ancak sınıfın öncü kurmayı olan parti sevk ve idare edebilir. Bu öylesine hayati bir ihtiyaç haline gelmiştir ki, militan mücadele, devrimci politik örgütlenme gerçekleşmezse, işçi sınıfı elinde kalanları dahi koruyamayacaktır.

İşçi sınıfının nicel olarak genişlediği ve nitel seviyesinin yükseldiğini belirttik. Bunlardan daha önemli olarak, işçi sınıfına asıl gücünü veren üretim sürecindeki konumlanışıdır. Buradan bakınca, işçi sınıfı dünden çok daha avantajlı, üretim ilişkileri içindeki yeri çok daha önemli hale gelmiştir. Bunun en büyük nedeni; kapitalist üretim biçiminde meydana gelen kimi değişimlerdir. Dünyada mal ve hizmetlerin üçte birinden fazlası birkaç yüz tekel tarafından üretilmektedir. Birçok ürünün üretimi, dünyanın değişik ülkelerine yayılmış fabrikalarda imal edilmektedir, bir “dünya fabrikası” oluşmuştur. Dünyanın bir ucundaki grevin yaratacağı üretim kesintisi, dünyanın onlarca ülkesindeki fabrikaların durma noktasına gelmesine neden olacaktır. Dünden ayrı olarak, dünya çapında üretim süreci için kritik sektörler ortaya çıkmıştır. Ulaşım, iletişim, bankacılık, enerji bunlardan başlıcalarıdır. Bu sektörlerdeki geniş çaplı bir grev: para, mal, hammadde dolaşımında yaratacağı kesintiler nedeniyle kapitalist üretimi felce uğratabilecektir. Keza, esnek üretim de kapitalistlerin işçileri daha çok sömürmesinin bir biçimi olsa da, örgütlü bir direniş sürecinde kapitalistin ayakbağı haline de dönüşebilir. Esnek üretim aynı zamanda en az stokla üretim anlamına da gelir. Bu da kritik bir sektörde bir grev olması halinde patronların üretimsizliğe dayanma sürelerinin geçmişe göre azalması anlamına gelir. Başka örnekler de verilebilir. İşçi sınıfı nicel olarak büyümekte, nitel olarak gelişmekte, üretim içindeki konumu çok daha kritik hale gelmektedir. Kapitalistlerin buna verdikleri yanıt ise iş süreçlerini küçük birimlere bölerek, işçi sınıfının nesnel birliğinin önüne geçmek; sendikal ve politik örgütlenmelerini ideolojik-politik kuşatma altında tutarak öznel birliğini engellemek olmuştur.

III-İşçi Sınıfı Saflarında Politik Çalışma

İşçi sınıfının devrimci politik mücadele arenasına çekilmesi, sorunun ana eksenini oluşturur. Her şeyden önce bu, işçi sınıfının öncüsü olma iddiasındaki politik kurmayı olan işçi sınıfı partisinin etkin bir politik özne olarak, işçi sınıfını etkileyecek düzeyde politik aktivite içinde olmasıyla mümkündür. Burjuvaziye karşı ekonomik-politik-ideolojik savaşımın iç içe geçtiği ve bir bütün oluşturduğu bir politik aktivitedir söz konusu edilen. Bu da ancak, işçi sınıfı öncüsünün temel bütün sorunlara işçi sınıfının çıkarları doğrultusunda müdahale etme yeteneğini geliştirmesi ile olanaklıdır. Bunun pratikteki anlamı, sınıf mücadelesinin o dönem için kavranması gereken temel halkasına uygun olarak, güncel politikaya müdahale etmek, politik mücadele -ajitasyon, propaganda, eylem- düzeyini durmaksızın genişletmek ve yoğunlaştırmaktır. Yeni devrimci kadroların kazanılmasının, işçi sınıfına devrimci enerji ve bilinç taşımanın ve işçi sınıfı saflarında partiye taze kan ve savaşma azmi taşımanın yegâne güvencesi budur.

Yüksek politik aktivite kendiliğinden safları çoğaltmaz. Politik aktivitenin örgütsel çalışmayla doğrudan birleştirilmesi gerekir. İnatçı, sabırlı, birebir ilişkiyi de kapsayacak biçimde örgütsel çalışma yürütülmeden ilerleme sağlanamaz. Fabrika ya da mahallelerde, ancak sağlamlaştırılmış ve sistemli hale getirilmiş ilişkiler yoluyla işçilerin politik ve ideolojik dönüşümü ete kemiğe büründürülebilir. İlişkilerde sistem yoksa, devamlılık da yoktur, bu da nicel ve nitel birikimin ‘başarı’lamaması anlamına gelir. Politik aktivite ne denli “genel” kavramı içinde ele alınabilirse, ilişki yaratmak, örgütlenmek o denli “özerdir. Biri kitlelere yayıldıkça genelleşir, diğeri ilişkiler geliştikçe özelleşir.

Yukarıdaki iki temel ilkesel yaklaşım, gerçekte tek bir ana ilkenin farklı iki yönden görünümüdür. İşçiler arasında, sendikalı olsun olmasın, ekonomik olsun olmasın çalışmanın birincil amacı, işçilere sınıf bilinci taşımak ve işçileri devrimci mücadelenin özneleri haline getirmektir. Geriye kalan her şey, bu temel amacın araçlarıdır. Sendikalar devrimin kaldıraçlarındandır, ama bu kaldıraç sınıf bilinçli, bilimsel sosyalizmi kuşanmış, işçi sınıfının kurtuluşuna kendini adamış kadrolar olmadan nasıl harekete geçirilebilir?

İşçi sınıfına devrimci bilinç taşımadan, bundan kaçınarak işçi sınıfı kazanılmaz. Sendikalar burjuva cephelerden birinin yanında saf tutarken ya da “tarafsız” kalırken öncü duruma müdahale yeteneği göstermezse, işçi sınıfını devrimci saflarda örgütlemek çok daha zorlaşacaktır. Çünkü işçi sınıfı şu ya da bu burjuva cephenin peşinden sürüklenecektir. Şovenizm zehri ile dolu bir işçi, bu zehir akıtılmadan, asgari demokratik bir tutum dahi takınmadan, ileri bir bilince kavuşturulamaz. Ya da örneğin, AB’yi kurtuluş gören bir işçi yeni bir düzen için mücadeleye neden girsin?

Faşizme karşı özgürlük mücadelesi bugünkü sınıf mücadelesinin ana eksenini oluşturur. Her türlü taktiksel girişimle sendikaları faşizme karşı saflaştırmak ya da bu doğrultuda oluşturulacak her türden saflaştırmayı derinleştirmek, dikkat merkezinde olmalıdır. 2007 1 Mayıs’ı bunun ne denli önemli olduğuna dair, yakın dönemin bir örneğidir.

Bir kez daha belirtmeliyiz ki, bütün işçi örgütlerinde, sendikalarda çalışma politik çalışmadır. Bulunulan her yerde işçileri devrimcileştirmek ve onlara sınıf bilinci taşımak temel amaçtır. Ekonomik-demokratik mücadele bu amacı gerçekleştirmenin araçlarından biridir. Ekonomik mücadeleyi devrimci politik çalışmanın engeli haline getiren gerici sendikalist anlayışlara prim verilmemelidir.

Çok bilinen bir gerçekliktir ki, devrimci politik çalışmada ikna edicilik bulunulan alanın sorunlarına hâkim olmaktan, işçi sınıfının en sıradan ekonomik-demokratik talebine sahip çıkmaktan, bu talepler uğruna militanca ve en önde mücadele etmekten geçer.

IV-Nasıl Bir Sendika?

Sendikalar çoğunlukla sınıf uzlaşmacı, teslimiyetçi, burjuvalaşmış sendika bürokratlarının denetimindedir. İlerici, antifaşist sendikacıların etkin olduğu sendikaların önemli bölümü de politik reformcu bir çizginin ötesine geçemiyorlar ve bu halleriyle militan bir işçi hareketine öncülük edecek devrimci enerjiden yoksundurlar. Sendikalaşma oranı yüzde 10’lara geriledi, işçi sınıfının ezici çoğunluğu sendikasız. Bütün bu olumsuzluklara karşı işçi sınıfının patronlara karşı ekonomik-demokratik mücadelesinde sendikaların yerini alacak yeni bir örgüt biçimi ortaya çıkmadı. O halde sendikaları bir örgüt biçimi olarak savunmak ve yaygınlaştırmak, sendikalar içinde çalışmak ve yeni sendikalar kurmak dün olduğu gibi bugün de yakıcı bir görev olmaya devam ediyor.

Bu noktada, emperyalist küreselleşmenin beraberinde getirdiği yeni iş ve çalışma koşulları, “nasıl bir sendika” sorusunu da doğurmaktadır. Türkiye’de iş yasaları değiştirilirken, sendika yasaları tümüyle eski dönemin çalışma ilişkilerine denk düşmektedir. Ancak sendikalar yeni tipte iş ve çalışma koşullarıyla karşı karşıya bulunmaktadırlar. Diğer şeylerin yanı sıra bu durum, yasalcı-bürokratik sendikal anlayışı büyük bir krizle yüz yüze bırakmıştır. Yasaların öngördüğü sendika ‘model’i geçmiş dönemin iş örgütlenmesi zemininde kurulan modeldir. Burjuvazi hileli oynamaktadır. Esnek çalışma, özelleştirme ve üretimin parçalanması yoluyla çalışma ilişkilerini değiştirdiği halde sendikalara, dünün koşullarına göre örgütlenme yapmayı dayatmaktadır. Bunun da, sınıf savaşının bir biçimi olduğu açıktır. Burjuvazinin bu fiili dayatmasına karşı esasen sendika yasaları zemininde kalarak bir yanıt verilmesi mümkün değildir.

Her birisi kendi içinde birçok taşerona bölünmüş tek tek işyerlerinde yüzde 50 örgütlenme barajını aşmak; ülke çapında yüzde 10 barajını aşmak; toplu sözleşme için gerekli yasal koşulları oluşturmak; toplu sözleşme süreçlerinde binbir engeli aşarak grev silahını kullanabilmek; greve çıkıldığında hükümetin erteleme saldırılarından sakınılabilirse bu kez taşeronlaşmanın ve grev kırıcılığında bulunan sayısız ‘yasal’ kılıfı boşa çıkartmak... Sayılanlar, sendikal örgütlenmeyi kuşatan burjuva zincirlerin sadece bir kısmıdır. Sermayenin dayattığı bu yasaların zemininde kalarak, bugünkü sınıf mücadelesinin ihtiyacı olan yeni tipte sendikaların yaratılamayacağı açıktır.

Çalışma sürecindeki dönüşümleri de yanıtlayan, taşeronlaşmaya, esnek çalışmaya rağmen işçileri örgütleyip savaştırabilecek bir sendikanın ancak, yasalara rağmen geliştirilebileceği ortadadır. Mevcut yasaların tanımladığı sınırlarla çizilmiş sendika ‘modelini’ hedef almak yanlış ve yanılgılı olur. Öncelikli hedef; işçileri acil, yakıcı sorunları temelinde örgütleyecek ve savaştıracak yeni biçimleri bulmaktır. İşçilerin kitlesel mücadelelerini ve birliklerini geliştirecek araçları bulup açığa çıkarmaktır. Yeni tipte sendikal örgütlülükler, ister mevcut sendikaların içsel dönüşümü yolundan ister yeni sendikaların kurulması yolundan olsun, her iki durumda da yasalara rağmen geliştirilecek ve kendi yasallığını sınıf savaşımıyla burjuvaziden söküp alacaktır. İşçi sınıfının meşru direniş hakkı, o anlamda meşruluk, yasalardan önce gelecektir. Bu sınıf mücadelesi tarihinin her döneminde böyle olmuştur.

Latin Amerika, Güneydoğu Asya, Hindistan gibi bölgelerde sınıf mücadelesinin açığa çıkardığı deneyimler de bunu doğrulamaktadır. Arjantin’de İşsizler Hareketi, Brezilya’da Topraksız Köylüler Hareketi ve Konut Hakkı için Mücadele Hareketi, Kore’de yeni-militan sendika konfederasyonu KCTU, vb. ezilenlere ve işçi sınıfına ait bu ekonomik-demokratik mücadele organlarının tümü önce fiilen varolmuş, sonra burjuvaziye meşruluğunu (giderek yasallığını) dayatmıştır. Bu kez örgütlülüğün sosyal gücü karşısında durumu kabullenmekten başka çaresi kalmayan burjuvazi, bu tipte örgütleri yasalarla tanımak zorunda kalmıştır.

İşçi havzalarının binlerce mikro-işletmeye bölünmüş devasa birer fabrikayı andırdığı, tüm temel işkollarında üretimin parçalandığı, ancak tüm üretim faaliyetinin giderek daha da az sayıda yerli ve uluslararası tekelin ellerinde toplandığı Türkiye’de burjuvazi yasaları keyfi biçimde kullanmaktadır. Tek bir fabrika dahi sahtekârca kağıt üzerinde üç-dört ayrı işletmeymiş gibi gösterilmektedir. İşçi sınıfının yarısına yakın kısmı sigortasız olduğu için zaten sendikalara üye olma hakkı bulunmamaktadır.

Havzalar, bölgeler, sektörler çapında işçilerin fiili-meşru örgütlenmesi ve direnişleri olmaksızın sendikaların örgütlenme atakları yapması mümkün değildir. Kılcal damarlar gibi bölünmüş binlerce işletmede, tek tek yasal örgütlenme hakkını elde etmeye çalışmak, kendini salt bununla sınırlamak, çıkmaz bir sokaktır. Bu, varolan yasal bir hak olarak tabii ki yadsınmaz, kullanılır. Hatta tekil işletmelerde “Takım sözleşmesi” gibi, yeni iş yasasının getirdiği imkânlar da kullanılır. Ama hareketin önünü açacak büyük örgütlenme atakları, işçilerin “Artık Yeter” diyerek ayağa kalktığı havza-bölge-sektör çapındaki kolektif direnişlerle kazanılacaktır. Burjuvazinin yasal cenderesi, işçilerin yasaları delen fiili-meşru direnişiyle boşa çıkartılacaktır.

Emekçi memurların mücadelesinin ‘80’lerin sonu ve ‘90’ların başındaki gürbüz gelişimi, söylediklerimizi dolaysız olarak, ‘90’ların sonundan bugüne uzanan yasalcı bürokratik tıkanma ise tersten doğrulamaktadır.

Bazı örneklerle somutlamak gerekirse; hastanelerde, belediyelerde taşeron işçileri yasal engellere rağmen örgütlemeden, tersane-deri vb. kollarda havza çapında fiili grev ve direnişi örgütlemeden, serbest bölgelerde işkolu ayrımı olmaksızın toplu direnişi başarmadan sendikal örgütlenme zaferleri sağlanamaz.

Çorum’da kiremit işçilerinin kent çapındaki sektörel direnişi ve sendikayı kazanmaları, Tuzla tersanelerinde DESAN direnişinin bölgeye mal edilmeye çalışılması, yol kesme, gemi işgali gibi fiili biçimlerle güçlendirilmesi, Telekom patronlarının polis destekli grev kırıcılığına karşı işçilerin fiili sabotaj eylemleri, bu yönde gerçekleşmiş pozitif örneklerdir.

Tuzla tersaneleri gibi, tersane başına 10-15 taşeronun düştüğü, büyükçe taşeronların dahi mikro-taşeronlar tuttuğu bir bölgede, yasal toplu sözleşme hakkının kazanılması eksenindeki mücadele, 1999’da Yonca Tersanesi’ndeki yasal grevin dahi tümüyle yasadışı biçimde engellenmesi sonrasında tıkanmıştır. Sendika önderliği bu tarihten itibaren yasal imkan ve olanakları dışlamaksızın, fiili meşru mücadelenin yöntemlerine ağırlık vermiştir. Tuzla tersanelerindeki örgütlenme deneyimleri tüm sınıf bakımından anlamlı kazanımlar ortaya koymuştur.

Dev Sağlık İş, Çukurova Üniversitesi Ballıca işletmesinde taşeron işçileri örgütleme yönünde anlamlı bir deneyim açığa çıkardı. Bu direniş, ticarileşme süreci içinde artı değer üreten birer işletme haline dönüştürülen hastanelerdeki taşeron işçileri bir mücadele damarı olarak ortaya çıkardı. Belediye İş, Şişli Belediyesi’nde Kentyol taşeronunda kitlesel bir örgütlenme deneyimi açığa çıkardı. Genel İş, İzmir 9 Eylül Hastanesi’nde Güzel İzmir taşeronunda bir örgütlenme deneyimi yarattı.

Tekstil-Sen, kaç işçinin atıldığına, ücretini alamadığına bakmaksızın, direniş geliştirme tutumunu ortaya koymuş ve onlarca işçinin hak mücadelesine giriştiği örnekler yaratmıştır. Bu mücadeleler sendikayı havzalarda tanınan, özü-sözü bir ve güvenilir bir sendika haline getirmiştir.

Tüm bu ve adını sayamadığımız deneyimler, pratik mevzi kazanımlarıyla sonuçlanıp sonuçlanmadıklarından bağımsız olarak, yeni tipte sendikal örgütlenme arayışlarına güç ve itilim kazandıran deneyimler olarak işçi sınıfının kazanım hanesine yazılmıştır.

Bürokratik sendikalar ise, bir yandan esasen KİT’lere ve özel sektörde az sayıda büyük fabrikaya sıkışmış varlıklarını idame ettirmeye kilitlenirken, diğer yandan toplu sözleşme yetkilerini yitirmemek için işbirlikçilik çukurunda derinleşmeyi yegâne çıkar yol olarak görmüşlerdir. Bu çizgide (şu an sahip olduğu tüm güce karşın) gelecek yoktur. Gelecek (şu an güçsüz olmasına karşın) fiili-meşru militan mücadele hattında ısrar eden, işçi sınıfının hak ve çıkarları için savaşımı yükselten, mevcut sendikal örgütlenmeleri militan mücadele hattından geliştirdiği gibi, güvencesiz işçileri örgütlemenin stratejik önemini kavrayan; işkolu ayrımı gözetmeksizin havza, bölge, sanayi siteleri çapında işçilerin birleşik mücadelesini ören militan sendikalarındır.

Mevcut sendikalarda örgütlü işçi sınıfının militan mücadele hattına çekilmesi ve üretimin parçalanma sürecinin ortaya çıkardığı devasa (sigortalı ve sigortasız) güvencesiz işçi kitlesi ile işsizler, yeni tipte sendikaların temelini/itici gücünü oluşturacaktır.

İşçi kitlesinin dinamizmini açığa çıkarmak için, sendikal bürokrasiyi parçalayarak işçi komite ve konseyleri üzerinden yükselen sınıf sendikacılığı esas alınmalıdır.

Yeni sürecin yeni tipte militan sendikaları, henüz olmakta olan, şekillenen bir gerçekliktir. Sayısız direniş ve eylem içinde işçi sınıfının bu militan kesimleri, deneyim biriktirmekte, tüm sınıf adına bir kanal açmanın heyecanını ve coşkusunu yaşamaktadırlar.

V-Sendikalarla Devrimci İlişkileniş

Sendikalara devrimci program doğrultusunda müdahale, devrimci öznenin genel politik aktivitesini yükseltmesi bir yana, iki biçimde gerçekleştirilebilir. Birincisi mevcut sendikalarla ilişki, o sendikalara bağlı işçilerle yakın temas, eylem ve etkinliklerine katılım, sendika içi örgütlenme ve sendika yönetimlerinin devrimci işçilere geçmesi için çalışma. Her grev, direniş, işçi gösterisi işçi sınıfı partisinin dikkat merkezinde olmalıdır. Bu ve benzeri her mücadele biçimi ortaya çıktığında, salt destekleyen konumda kalmamak, mücadelenin aktif unsuru haline gelmek başta gelen hedef olmalıdır. SEKA’nın özelleştirilmesine karşı işçilerin fabrika direnişine komünistlerin katılımı buna örnektir.

Ziyaret edip dönmek yerine direniş çadırı açmak; işçilerle birlikte grev nöbeti tutmak, işçi ailelerini sürece katmak için harekete geçirmek; emekçi semtlere ajitasyon grupları göndererek halkı bilgilendirmek ve direnişi desteklemeye çağırmak; diğer sendika ve kitle örgütlerini bir araya getirmek, direnişi destekleme platformları oluşturmak; bir anda hareketi bütün mücadele alanlarına yaymak; işçilerle dayanışma geceleri örgütlemek, direnişe saldırı olduğunda aktif karşı duruş ve direniş örgütlemek, bildiri, afiş, duvar gazetesi, pankart ve bunun gibi araçlarla direnişin sesini dört bir yana ulaştırmak vb. mücadele, örgüt ve propaganda, ajitasyon biçimleriyle öncünün sürece müdahalesi pekala mümkündür.

Örneğin Telekom grevi sürecinde emekçi semtlere grev çadırları kurulabilir, kitlelerin katılımıyla kimi Telekom kurumları işlemez hale getirilebilirdi. Burada önemli olan sorunla hangi bakış açısıyla ve hangi düzeyde ilişkilenildiğidir. Politik öncünün ilgi düzeyi ortaya çıkan sorunu, genel amaca ve kavranması gereken temel güncel politik halkaya ne derece bağlanabileceğine ilişkindir. Telekom grevine etkin müdahaleyle faşist-şoven etkinin kırılması yolunda daha iyi bir performans sergilenebilir ve genel grev-genel direniş propagandası daha yüksek sesle dile getirilebilirdi.

Sendikal sürece dışardan müdahale biçimlerinden biri de; sendikalar arasında ilerici bir ayrışmaya yol açması muhtemel politik gündemler söz konusu olduğunda, öncünün taktik kabiliyetini ortaya koyarak ayrışmayı derinleştirme yolunda adım atmasıdır. 2004 ve 2007 1 Mayıs’ları buna örnektir. 2004 1 Mayıs’ının Abide-i Hürriyet’ten kurtarılması ve 2007’de Taksim’in kazanılmasında komünist öncünün sürece doğru taktiklerle müdahalesinin önemli payı vardır.

Sendikal bürokrasiyi aşarak, değişik sendikalara bağlı işçileri bir araya getirecek yöntemler geliştirmek de öncünün daha geniş işçi yığınları ile temas kurmasına hizmet edecektir. Bir dönem geliştirilen şube platformları az çok bu tür bir işlev görüyordu. Bunlar militan mücadelede yürütmediklerinden zamanla işlevsizleştiler. Fakat görüldü ki, bu tip oluşumların en geri biçimleri bile harekete az çok ivme kazandırmakta, devrimcilerle sınıfın temas noktalarını artırmaktadır. Özellikle ilerici, anti-faşist devrimci sendikaların bu tip birliklerde bir araya gelmeleri kimi süreçlerde hareketi sıçratıcı bir rol oynayabilir. Bu platformların daha işlevli hale getirilmesi, yöneticilerin bir araya geldiği birlikler olmaktan çıkarılarak, işyeri temsilcilerinin buluştuğu, ortak sendikal meclislerin kurulduğu ve bu meclislerin kararlarının katılan sendikalar için bağlayıcı olduğu bir biçime kavuşturulması ile mümkündür.

Konfederasyonlardan bağımsız, yeni devrimci sendikalar kurmak, devrimci öncünün sendikal harekete müdahalelerin ikinci temel biçimidir. Bu birçok açıdan ele alınabilir. En önemlisi militan bir işçi hareketinde ateşleyici rol oynayabilmektir. Öyle bir an olur ki, küçük bir alanda çakılan bir kıvılcım büyük bir yangına dönüşebilir. Bugünkü halleriyle bile mevcut birkaç sendikanın işçi hareketini ileri taşımada bir rol oynadıkları kabul edilmelidir. Hava- İş’in (THY) ve Haber-İş’in (Telekom) grevleri buna örnektir. Her eylem aynı etkiyi yaratmaz. Önemli olan militan mücadelede ısrarlı olmak, bu yönüyle buzkıran rolü oynamaktır. Hareketin genel atmosferini canlı tutmak, mücadele bilinci için küçük küçük nefes boruları açmak kendi başına büyük öneme sahiptir.

Devrimci sendikalar, devrimci öncünün işçi sınıfına sendika-işyeri-semt üzerinden ulaşma taktiğinin hayat bulduğu örgütler olması bakımından da büyük bir öneme sahiptir. O kendi başına bir sendika değildir, bütünün bir parçasıdır. İşyeri-sendika ve semt işçi komiteleri tek bir örgütlenmenin ayrı ayrı unsurlarıdır. Elbette bu diğer sendikalara yönelik yürütülen çalışmalarda da geçerlidir. Fakat devrimci sendikalar bu iradenin geciktirilmeksizin gösterilmesine olanak verir. Bu iradeyi göstermemek, var olan araçları doğru ve yerinde değerlendirmemek demektir. Elbette bu, emekçi semtlerin işçi sınıfı çalışmasının yan-yedek alanlarından birisi değil, kimi zaman fabrikadan da önemli temel örgütlenme alanlarından birisi olduğunu; bu yoldan örgütlü ve örgütsüz farklı alanlarda birçok işçiye ulaşma olanağı yakalanacağı; yine emekçi semtlerde politik bilinci çok daha dolaysız ulaştırma olanaklarının bulunabileceğini kavramakla ilgilidir.

Devrimci sendikalar, öncünün temel taktiklerini işçi sınıfı hareketi içinde pratikleştirmesinin sinir uçlarından biridir. Sonuçta bütün amaç, genel grev ve genel direniş yoluyla ezilenlerin mücadelesini başarıya ulaştırmaktır. O nedenle atılan her adım, buna ulaşmanın yollarından biridir. Bu sendikaların güçlendirilmesi, onlara gerektiğinde yenilerinin katılması sürece daha etkin müdahale anlamına gelir. Yerel genel grev-direnişler örgütlemek, bu sendikaların grev ve direnişlerine öncünün bütün kuvvetleriyle katkıda bulunması, sahiplenilmesi bu açıdan büyük bir öneme sahiptir.

Devrimci sendikalar her direnişi bir okula çevirerek işçi sınıfının sınıf bilincini yükseltmek, sistemli devrimci eğitimle işçi kitlelerini bilimsel sosyalizm doğrultusunda uyandırmak görevleriyle karşı karşıyadırlar. Bu sendikalar iç işleyişleriyle de bütün sendikalara örnek olmalı, işçilerin dikkat merkezine oturmalıdır. Bürokratik sendikal yöneticilik anlayışının tuzla buz edildiği buralarda, devrimci sendika yöneticileri kendilerini bununla sınırlayamaz. Ulaştıkları her işçiyi karar alma süreçlerine katma, her yerde işyeri komiteleri kurma, periyotlara bağlanmış halde, düzenli, işyeri komite meclisleri toplama, temel bütün kararları bu tip meclislerde almak gibi bir amaçla hareket etmelidirler. Öyle ki; bu sendikalar kitlelerin devrimci inisiyatifi ile örgüt disiplini bütününün olmazsa olmaz iki parçasının birliğinin ifadesi olmalıdır.

Bir başka önemli husus; işçiyi yaşamının bütünlüğü içinde kavramaktır. Devrimci sendikalar çoğunlukla güvencesiz, sigortasız, sendikasız işçiler arasında yoğunlaşmaktadır. Bu işçiler arasında, işçilerin katkısıyla oluşturulmuş sosyal dayanışma ağları örmek, zor durumda kalanlara diğerlerinin yardımını sağlamak, üzüntü ve sevinçlerinde diğer işçilerin dayanışma ve paylaşımını örgütlemek, işçiler arasında, işçilerle sendika arasında bağları güçlendirmek bakımından büyük öneme sahiptir.

İşçileri hayatın her alanında kapsamanın bir diğer unsuru devrimci sendikaların yürütecekleri kültürel etkinliklerdir. Ne denli zor olursa olsun bu yönde adım atmanın sayısız faydası vardır. İşçi koroları, işçi folklor ekipleri, işçi tiyatro grupları kurmak hem sendikalara işçilerin ilgisini artıracak hem de sendikaya ve işçilere kültürel zenginlik katacaktır. Bu tip her etkinlik zamanla sosyalist kültürün işçilerle buluşmanın vesilesi yapılmalı ve bu yönde değerlendirilmelidir. Emekçi semtlerde bu yönde atılan adımlar aynı amacın parçasıdır. İşçi sınıfı ve emekçi bölüklerin kültürel ve sportif etkinlikler yoluyla ideolojik ve moral seviyelerinin yükseltilmesi, büyük öneme sahiptir. Kaldı ki bu araçlar, yeni ilişkilere ulaşmanın, onları devrimci doğrultuda dönüştürmenin başlıca unsurlarındandır. Bu işçi ve emekçilerin hayatına nüfuz etmenin bir başka biçimidir ve aynı zamanda bir örgütlenme yöntemidir.

Devrimci sendikalar işkollarının el verdiği ölçüde kadın inisiyatifinin önünün açılması, işçi kadınların özel olarak örgütlenmesi için de bir tür özel örnek haline getirilmelidir. Bunu başarmanın dahi kendi başına büyük önemi vardır. Patron karşısında hayatın her alanında birbiriyle eşitlenmiş, dayanışma içinde kadın ve erkek işçiler yetiştirmek kadar onları aileleriyle kavramak, oradaki ilişkilere de devrimci müdahalede bulunmak yürütüle gelen çalışmanın bir unsuru olarak ele alınmalıdır.

VI-İşçi Sınıfına Ulaşmanın Ve İşçi İradesi Oluşturmanın Farklı Biçimlerini Geliştirmek

Kuşkusuz işçilerin ekonomik-demokratik hareketine müdahalenin başka biçimleri de geliştirilmek zorundadır. Zira işçilerin büyük bölümü sigortasız ve sendikasızdır. Birbirinden kopuk, dağınık işçilerin bir araya gelmesi salt sendika aracılığıyla mümkün olmayabilir. Farklı işkollarındaki bu örgütsüz işçileri örgütlemek için işçi birliklerine ihtiyaç vardır. Kaldı ki, bir işsizler ordusu vardır. Onlar da bu işçi birliklerinde bir araya getirilmeli ve bu birlikler sendikalı-sendikasız-işsiz işçilerin biraradalığını sağlayacak bir araç olarak değerlendirilmelidir. Doğaldır ki, o bölge-semtteki bütün işçilere ulaşmayı kendine görev olarak koymalıdır.

İşçi birlikleri bulundukları alanlarda doğrudan temsil esasına göre ve konsey biçiminde örgütlenmeli, üç ya da altı ayda bir şehir çapında işçi birlikleri kitlesel toplantıları düzenlenmeli, işçilerin kendilerini ifade etmesinin, görev almasının önü açılmalıdır. Hangi görüşten olursa olsun ekonomik-demokratik mücadeleye katılmak isteyen her işçi, işçi birliklerine katılmaya teşvik edilmelidir. Komünist öncü yönlendirici olmalı, fakat salt kendi sempatizanlarıyla sınırlı bir örgüt yaratma perspektifinden uzak durmalıdır.

İşçi hareketine müdahalenin bir diğer aracı komünist basının işçiler arasında yaygınca dağıtımın örgütlenmesidir. Gazete ulaştırılan herkesin çalıştığı yer tespit edilmeli; gazetenin işyerlerine ulaşması sağlanmalı, bu işçiler doğal dağıtıcı olarak örgütlenmeli; belli adresler tespit edilip buralara özel olarak gitme ve gazete ulaştırmak da bir dağıtım biçimi olarak gerçekleştirilmelidir. Haftalık komünist basınının yanı sıra aylık işçi basını, işçi sınıfına doğrudan sosyalist bakış açısıyla yaklaşmalı ve işçilerin ekonomik demokratik mücadelesine bu bakış açısıyla müdahale edilmelidir. Bu yayın bir propaganda aracı olduğu kadar bir örgütlenme aracı olarak da düşünülmelidir. İstanbul dışında yerel işçi bültenleri aynı amaç doğrultusunda değerlendirilmelidir.

İşçilerin eğitimine hizmet etmek üzere her üç ayda bir, en geri bilinçli işçinin dahi anlayabileceği bir biçimde yazılmış bir broşür yayımlamak ve yaygınca dağıtmak, broşürde ele alınan konulara dair kitlesel eğitim-tartışma toplantıları düzenlemek, broşürlerde aynı zamanda (yeri ve zamanı belirlenmiş) bu toplantılara çağrı yapmak propaganda ve örgütlenmeyi birleştirmenin unsurlarından biri olarak kullanılabilir.

İşçilere ulaşmak için semt bazında işçi geceleri, bölgesel işçi festivalleri ve etkinlikleri de başvurulması gereken kimi araçlardandır.

Önceki yıllarda yararlı olduğu birçok deneyde açığa çıkan işçi kurultayları toplamak, bunları kitle çalışmasının konusu haline getirmek ve belli bir sisteme kavuşturarak gelenekselleştirmek, çalışmanın ilerletilmesinde bir ihtiyaçtır. Kurultayları örgütlemek için önceden örgütleme kurulları oluşturmak, bir çalışma planına göre hareket etmek, tartışma konularını ve gündemi her yere ulaştırmak ve her kurultayı bir basamak haline getirmek, önceki yıllarda çıkarılan dersleri gözden geçirerek hareket etmek, dikkat edilmesi gereken diğer unsurlardır. Kimi kez özel gündemlerle kurultaylar toplanabilir. Kadın işçileri kurultayı, genç işçiler kurultayı, sigortasız işçiler kurultayı, iş cinayetlerine karşı kurultay vb. bu tip somut konuların daha hedefli çalışmaya neden olması bakımından faydası tartışılmaz.

VII-Örnekler Yaratarak İlerlemek

Sonuç olarak örnekler yaratılarak ilerlenebilir. Bu hem eylemsel, hem de örgütsel açıdan böyledir. İşçi sınıfının başarabileceğine inandırılması gerekir. Komünistlerin de, işçi sınıfının en geri bölüklerini dahi örgütleyebileceklerine inanmaları gerekir.

Bir grevi zaferle taçlandırmak, işten atılanları işe geri aldırmak, bir iş cinayetinde dünyayı patronun başına yıkmak; zor duruma düşen işçiyle diğer işçiler arasında dayanışma örgütlemek; işçileri kurultaylarda, toplantılarda konuşturmak, karar almada özne haline getirmek; işçilerden müzik, tiyatro grupları kurmak; onlardan propagandacılar yetiştirmek; sendikalara yönetici olmaları için yüreklendirmek vb. onlarca yoldan işçilerin kendilerine güvenlerini büyütmek, onları birer devrimci, komünist olarak dönüştürmek vb: İşte ilerletici olan, bu hedefleri başarıya ulaştırmaktır.

Sendikal krizin ilacı devrimci militan bir işçi hareketi yaratmaktır. Bu görev, herkesten çok komünist öncünün omzundadır. İşçilerin biriktiği yaşam alanlarında devrimci çalışmayı ve etkinliği yoğunlaştırmak, sendikalarda mevziler kazanarak yeni devrimci sendikal mevziler yaratmak, örgütsüz işçilerin birliğine hizmet edecek araçlar geliştirmek; ortaya çıkmış işçi mücadelelerine etkin mücadelede bulunarak onları daha ileri mevzilere taşımak, sürece yön verecek öncü çıkışlar ve müdahaleler yapmak; etkin politik taktiklerle işçi yığınlarını faşizme karşı saflaştırmak; diğer ezilen toplumsal kesimlerle işçi sınıfı arasında politik mücadele birliğini sağlayacak adımlar atmak vb. yollardan işçi hareketine öncü müdahalede bulunulabilir. İşçi hareketinin canlanma emareleri gösterdiği şu günlerde, bunun önemi ve kazanımları her zamankinden fazla olacaktır.

Marksist Teori

Yaygın Süreli Yayın
Varyos Gazete Dergi adına Yazı İşleri Müdürü: Tülin Gür
Posta Çeki Hesap No: Varyos Gazete Dergi 17629956
Türkiye İş Bankası IBAN: TR 83 0006 0011 1220 4668 71

Bize Ulaşın

Yönetim Yeri: Aksaray Mah. Müezzin Sok. İlhan Apt. No: 12/1 D:7 Fatih/İSTANBUL
Tel: (0212) 529 15 94  Faks: (0212) 529 06 75
Web Sitesi: www.marksistteori5.org
E-posta: info@marksistteori.org
Twitter: @mt_dergi