8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günü, geride kaldı. Yine büyük bir çoğunlukla siyasi örgüt ve partiler kadınları hatırladılar. Ve yine birkaç günlük etkinliklerin ardından kadın sorunu, kadının özgürlük mücadelesi büyük çoğunluk bakımından “nadasa” bırakılacak. Çünkü onların pratiklerine, “Devrim olmadan kadınlar kurtulamaz!” şiarı yön veriyor. Şiarın, “kadınlar katılmadan devrim olmaz” bölümü ise çoktan unutulmuş... Böyle bir tabloda '92 yılında “Her gün 8 Mart” şiarıyla yola çıkan ve pratik faaliyetlerinde her günü 8 Mart eyleyen bir çaba/örnek, kadınların özgürlük yürüyüşünde özel bir yerde durmayı hak ediyor.
Emekçi Kadınlar Kurultayı ve EKB'den, EKD'ye uzanan 13 yıllık tarihin özel anlarını, yaratılan araçları, atılan adımları EKB kurucularından Füsun Erdoğan ve EKD İstanbul Şube Başkanı Çiçek Otlu'yla yaptığımız bu röportajda siz okurlarımıza sunuyoruz... Röportaj, geçen sayımızda Ayşe Yumli röportajında olduğu gibi, yine Gebze Hapishanesi'nde yapıldı. Dergimizin hazırlıkları sürdüğü esnada Çiçek Otlu tahliye oldu. Ancak Özgür Radyo Genel Yayın Koordinatörü Füsun Erdoğan hala tutsak.
* Emekçi Kadınlar Kurultayı (EKK) fikri nasıl ortaya çıktı ve oluşum sürecini kısaca anlatır mısınız?
Füsun Erdoğan: Kadın sorunu ve özgürleşmesine dair ezilenler cephesinde yer alan ya da yer aldıklarını iddia eden siyasal grup ve partilerin genel yaklaşımlarında değişik düzeylerde zaaflı/yanlış bakış açısının pratiklerine damgasını vurduğunu söyleyebiliriz. Bu gerçeği, şablonları kazıdığımızda tüm çıplaklığıyla değişik düzeylerde görebiliriz. Coğrafyamız bakımından ise belli iki tarihsel sürece ayırarak tartışmak daha kolay anlaşmamızı sağlayacaktır. 1980 öncesi mücadeleye dair çok şey söylendi, yazıldı. '80 öncesi kadınların mücadeledeki yeri ve konumu yıllar sonra sorgulandı. Gerçek bir hesaplaşma yaşandı mı diye soracak olursanız, maalesef bu soruya hayır yanıtını vereceğim. 1980 öncesinde mücadelenin yükseldiği koşullarda elbette çok geniş kadın kitleleri bu savaşım içerisinde yer aldılar, büyük bedeller ödediler. Kadınların mücadeleye böylesine kitlesel katılımı gerçeği, maalesef onların mücadele içerisindeki konumlarıyla, erkeklerle aralarında sürekli var olan uçurumu ortadan kaldıramadı. Ve ne yazık ki bu kadınlar o yıllarda hep birinin eşi, kardeşi ya da annesi olma sıfatını aşamadılar. Elbette istisnalar oldu. Ama bu istisnaları denizdeki damlalara benzetebilirsiniz. Yıllarca bu kadınlar eş, kız kardeş ve anne sıfatıyla devrimci mücadelede var oldular. Ve bu büyük kitle açısından, kadın sorunu ve özgürleşmesi, bunun ihtiyaçları ya da kendisi için mücadelede var olmaları gibi bir süreç yaşanmadı. Siyasal gruplar, partiler bakımından ise her şey çok açıktı. Ortada tartışılacak bir sorun yoktu. Kapitalizm koşullarında (bazıları için bu tespitin farklı olduğunu belirtmeliyim) kadın sorunu çözülmeyeceğine göre, sabırla sosyalizm için mücadele etmekten başka çıkar yol yoktu. Bunun için bazı temel sloganlar da vardı nasıl olsa. Erkek devrimciler durumlarından memnundu. Kadınlar da yaşadıklarını sorgulama düzeyine gelmemişlerdi henüz. Çıtayı aşan bazı kadınlar bakımından kadın sorunu kapsamındaki tartışılması gereken yaklaşımlar konusunda gerçekte bir bilinç oluştuğu söylenemezdi.
1980 askeri faşist darbesiyle birlikte adeta bir cezaevine çevrilen coğrafyada önemli bir kesim mücadelenin dışına çıkarken büyük bir kitle de aylarca süren işkencelerin ardından cezaevlerine kapatıldı. Dışarda kalan azınlığın çok küçük parçasını da kadınlar oluşturdu. Mücadeleye anne, bacı, eş olarak katılanların statüleri bu daralmış yaşamların içinde de devam etti. Daralan pratik faaliyet, içerisinde yer alan kadınların yaşamlarını da, dünyalarını da daha fazla daralttı. '80'lerin ikinci yarısından sonra 12 Eylül'ün yarattığı baskı atmosferinden çıkma sürecinde bazı feminist topluluklar da yer aldı. Feminist kadınların örgütledikleri bazı kampanyaların ve bu alandaki gelişimin genel olarak demokratik kadın hareketinin gelişiminde etkili olduğu gibi, siyasal örgütlülükler içerisinde de bazı soruların sorulması, bazı tartışmaların yapılmasına kaynaklık etti ya da etkiledi diyebilirim.
'87 Netaş grevi, '89 bahar atılımı, Zonguldak direnişi, 3 Ocak eylemi ve o günlerde işçi emekçi cephesindeki genel canlanma, kadınlar bakımından da pozitif bir etki yarattı. Bütün eylemlerde irili ufaklı direnişlerde kadın işçilerin ve işçi eşlerinin en ön saflarda yer tutması, her kesimin dikkatini çekti. Aynı süreçlerde, bir yanda mücadelenin ihtiyaçlarına yetememe gerçeği politik örgütlerde tartışmalara kaynaklık ederken; bu yapıların içesindeki kadınların da hem kendilerini, hem de içinde bulundukları örgütlülüklerini de sorgulamasını sağladı. İşçi ve emekçilerin mücadelesinde öne çıkan kadınların hem kendi örgütlülükleri, hem de genel olarak özgürlük mücadelesinin saflarına çekilmesi ihtiyaç/gerekliliği; özgürleşmesi ve örgütlenmesinin araçları da tartışmalarda özel bir yere oturdu. İşte tam da bu noktada hem işçi ve emekçi kadınlara gitmek, sorunlarını ve çözüm önerilerini gündemleştirmek ve onlarla sürekli bir bağ kurmak için Emekçi Kadınlar Kurultayı (EKK) projesi ortaya çıktı. EKK projesini bir merdiven gibi düşündük. İlk adım: Projenin hedef ve amaçları, projenin nasıl örgütleneceği ve Kurultay'ın gündeminin netleştirilmesi oldu.
İkinci adım: Bu projenin anlatıldığı ve Kurultay'ın örgütlenmesinde kullanacağımız bir Bülten'in çıkarılmasıydı. '92 Aralık ayında “Her Gün 8 Mart” şiarıyla Bülten'in ilk sayısını çıkardık.
Üçüncü adım: Projeyi oluşturan bir grup kadınla birlikte, farklı düşüncelerden kadınlara ulaşıp, projeyi anlatmak ve örgütlediğimiz toplantılarda aynı zamanda Kurultay'ın gerektirdiği ortak faaliyeti örgütlemek oldu. Tam da bu noktada, karşımıza şöyle bir sorun çıktı: Biz projeyi oluştururken farklı kadın gruplarının içerisinde yer alacağı ya da onlardan oluşan bir girişim öngörmemiştik. Ancak yapılan toplantılarda oluşturduğumuz EKK Girişimi Komisyonları, bazı küçük örnekler dışında farklı kadın gruplarından kadınlardan oluştu. O dönem temas ettiğimiz bazı kadın grupları ya da siyasi çevrelerden kadınlar, bahar eylemlerinden de, bir dizi eylem ve direnişten de geri kaldığını, kadın kitlelerinde bir canlılık olmadığını ifade ederek, projeyi hayata geçirmenin koşularının oluşmadığını söyleyerek fiilen ortak çalışmanın dışında kaldılar. Ama biz yolumuza devam ettik. Biraz önce ifade ettiğim gibi, farklı kadın gruplarıyla ortak faaliyeti örgütledik. Bunları örgütlerken, birkaç arkadaşımız da Hak-İş ve Türk-İş ile görüşüp konfederasyonları katmak üzerine bazı tartışmalar yaptık. Konfederasyon olarak projeyi iyi bulduklarını belirtmelerine rağmen, kurumsal olarak yer almaları noktasında kaygılarını bizimle paylaştılar. Daha sonraki yıllarda Türk-İş aynı projeyi kendi bünyesinde gerçekleştirdi ve bir kadın kurultayı topladı. İstanbul'da yer alan sendika genel merkezleri ve şubeler bazında da (kadın işçilerin ağırlıklı çalıştıkları sektörler üzerinden) görüşmeler gerçekleştirdik. Yine benzer bir faaliyeti emekçi memur sendikalarında da yürüttük. 1993 8 Mart'ını işçi, emekçi, ev emekçisi ve genç kadınların katıldığı iki günlük kurultayla kutlayacaktık.
Aynı süreçte, EKK çalışanları olarak komisyonlar kurduk. Bunlar; işçi ve emekçi memur komisyonları, semt komisyonları, kültür komisyonlarıydı. Komisyonlar her hafta toplantı yapıyordu. Toplantıda bütün komisyonlar, bir önceki hafta içinde neler yaptıklarının bilgisini veriyordu. Daha sonra komisyonlar kendi özel toplantılarını yapıp bir sonraki haftanın iş planlamasını çıkarıyorlardı. Sadece Avrupa Yakasında en az 40 kadın her hafta yaptığımız toplantılara katılıyordu ve görev alıyordu.
Yürütmenin haftalık toplantısında (hiç aksatmaksızın yürütme haftalık toplantılarını gerçekleştiriyordu) faaliyetimizi değerlendirip kaç işyerinde, semtte toplantılar yapıldığı ve buralarda yapılan tartışmaların sonuçlarını değerlendiriyorduk. Sonuçlar üzerinden görevlerimizi, gideceğimiz yerleri belirliyorduk. Bu faaliyet, değişik düzeylerde İstanbul Anadolu Yakasında ve bir dizi kentte benzer biçimde kendi güçleri oranında örgütlendi.
Kurultay tarihi, 7-8 Mart 1993'tü. Kurultay öncesinde 5 bin adet afiş bastırdık. Sembolik rakamlarda afişi diğer illere gönderdik, geri kalanı İstanbul'da yaptık. Büyük gruplar halinde merkezlerde afiş yapıştırıyor ve bu işin kendisini de başlı başına bir eyleme dönüştürüyorduk. Bütün belediye otobüslerine afişlerimizin asılması, büyük bir propaganda değeri taşıyordu. Kurultaya bir gün kala İstanbul Valiliği kurultayı yasakladığını açıkladı! Biz de Valiliğin yasaklamasını, kitlesel bir açıklamayla protesto etme kararı aldık. Aksaray'daki 19 Mayıs Düğün Salonu'nun önünde yurt dışından, illerden gelen katılımcılarla toplandık. İstanbul Valiliği önünde basın açıklamasıyla protesto edecektik. Kortej halinde yürüyüşe geçtik. Yürüyüşümüz, Aksaray'dan Çemberlitaş'a kadar sürdü. Çemberlitaş'ta polis saldırdı ve çok sayıda kadın arkadaşımız gözaltına alındı. 8 Mart günü; günlük gazetelerin tümü manşetlerini ya da sürmanşetlerini polisin saldırısına direnen kadınlara ayırmış, “8 Mart'ta kadına dayak” başlığıyla bu saldırıyı vermişlerdi.
Polis saldırısının ardından İHD İstanbul Şubesi'nde toplandık. Saldırıyı protesto eden bir basın açıklaması düzenledik. Ardından CHP İstanbul İl binasında mini bir kurultay gerçekleştirdik. '93 7-8 Mart'ında İstanbul Valiliği'nin gerekçe göstermeksizin kurultayımızı gerçekleştirmemize engel olmasına boyun eğmeyip, yola devam etme kararı aldık.
Temmuz'da kurultayı toplamayı kararlaştırdığımız için, zaman kaybetmeden kaldığımız noktadan işlerimizi hızlı biçimde planlayıp harekete geçtik. Sürecin bahar ve yaz dönemine gelmesi çalışmamıza yeni araçları/etkinlikleri de ekledi. Semtlerde sokak tiyatroları, piknikler örgütledik. O tarihlerde semtlerde yaşanan su kesintilerine karşı protesto eylemleri gerçekleştirdik. Bu süreçte kurultayın bütün giderlerini biz karşıladık. Örneğin, Bostancı- Kartal arasında koca tepsilerin içinde sandviçlerimizi satıp, propaganda faaliyeti yürüttük. Bu süreçte yapılan bütün büyük gece etkinliklerinde, eylemlerde sandviç, kuruyemiş satıp kurultayı anlattık, geniş kitlelere. Tabii, bülten satışlarımızı özel olarak örgütlediğimizin altını çizmeliyim. Kendimize ait küçücük bir bülten bürosu dışında hiçbir mekanımız olmasa da, haftalık toplantılarımızı örgütlemede çeşitli etkinlikler düzenlemede hiçbir sorun yaşamadık.
Semtlerde, işyerlerinde EKK Girişim Komisyonları oluşturduk. Komisyonlarda yer alan kadınların birçoğu geri düzeydeydi. Ama buna rağmen hem nicelik, hem de nitelik olarak faaliyet içinde hem kendimizi geliştiriyorduk, hem de ilişki kurduğumuz kadınları. Mesela: İzmir Sümerbank'ta kadınların türbanlı olması kurultayın gündemini tartışmalarına da, kurultaya katılmalarına da engel olmamıştı. Aslında bir dizi örnek oldu faaliyet içinde ve bunların tümünü şu an hazırlayıp sıralamam doğrusu çok zor.
Nihayetinde, 11-12 Temmuz'da Caferağa Spor Salonu'nda iki gün boyunca gerçekleştirdiğimiz kurultaya çoğunluğu kadın olmak üzere 2 bin kişi katıldı. Tartışmalar çok canlıydı. En önemlisi de tebliğ sunanların işçi ve emekçi kadınlar olmasıydı. Toplam altmışın üzerinde tebliğ sunuldu. EKK yürütmesinin sunduğu örgütlenme tebliği, kurultay sonrasında ne yapacağız sorusunun da yanıtı oldu. Kurultay iradesi 'yola devam' dedi. EKK girişim komisyonları, Emekçi Kadınlar Birliği (EKB) komisyonlarına dönüştürüldü. Aylık olarak yayımlanan Bültenimiz kadınlar arasında birçok faaliyetin önemli bir aracı olarak çıkmaya devam etti.
1994 8 Mart'ında, İstanbul'da ilk kez işçi ve emekçi memur sendikalarının da içinde yer aldığı geniş bir platform oluşturuldu. '94 8 Mart'ına da yine EKB damgasını vurdu. Miting kitleseldi ve demokratik kadın hareketinin gelişimi bakımından özel bir yere sahipti. Bu miting daha sonraki yıllarda 8 Mart'ın mitinglerle kutlanması geleneğinin de başlangıcı oldu.
'94 yazında gerçekleşen bir iller toplantısında, EKB içindeki sonradan kendilerini EMEP'li kadınlar olarak tanımlayan kadın arkadaşlar bir öneriyle geldiler. Öneri özetle şöyleydi: Önümüze bir zaman dilimi koyalım. Bu süreçte yürüteceğimiz faaliyetin sonunda, dernekleşmeye gidelim, artık yönetim organları seçimle işbaşına gelsinler. Yalnız başına öneri doğruydu. Ancak o günün koşullarında bu öneriyi uygulamak; kendini EKB içinde ifade eden bazı kadın gruplarının faaliyetin dışına itilmesi demekti. Bu nedenle öneri iller toplantısında kabul görmedi. Kabul görseydi: EMEP'li kadınlarla projeyi başlatan Yeni Kadınlar, yani biz kalacaktık. Bu tartışma bizi bir yol ayrımına götürdü. Bülten'in sahipliği ve yazıişleri müdürlüğü işi sırayla yapılıyordu ve o süreçte bu görev EMEP'li kadın arkadaşlardaydı. Sadece bu fiili durumdan hareketle, bu arkadaşlar Bülten'e el koydular. Biz de yeni bir şirket kurarak Emekçi Kadınlar Birliği Bülteni'ni (EKBB) çıkardık. Çıkardığımız özel sayıyla bütün bu süreci kamuoyuna duyurduk. Faaliyetimiz eskiden olduğu gibi devam etti. '94'ün sonlarına doğru bir kültür merkezi açma fikrini tartıştık. Bir süre sonra Taksim'de Emekçi Kadınlar Kültür ve Sanat Merkezi'ni açtık.
O yıllarda Çiller'in başbakanlığındaki hükümette kaybetme politikaları, faili belli cinayetler son hızıyla uygulamadaydı. Devletin kaybetme politikalarına karşı yürütülen genel mücadelenin bir parçası olmakla kalmadık, anaların örgütlenmesi noktasında da adımlar attık. Analar Kurultayı, bu adımların önemli köşe taşlarından biri oldu. Birçok etkinliğimizde olduğu gibi, Analar Kurultayı da hiçbir gerekçe gösterilmeden İstanbul Valiliği tarafından yasaklandı. Biz de başka bir salonda kurultayı gerçekleştirdik. Polis ancak dışarıdan seyretmekle yetindi. Salona girme cesareti gösteremedi. Çünkü, İstanbul ve İstanbul dışından evlatlarını infazlarda, çatışmalarda ve beyaz ölümlerde yitiren analar, kendi kürsülerine sahip çıkmışlardı ve kitlesel bir katılım sağlamışlardı. Aslında kayıplara karşı mücadelenin kadınların omuzlarında yükseldiğini ifade etmek hiç de abartılı bir tespit olmaz kesinlikle.
Altını özel olarak çizmek istediğim bir diğer kazanım, 2000 Haziran'ında EKB'nin örgütlediği Gözaltında Taciz ve Tecavüze Karşı Kurultay'dır. Kurultay, o süreçte devletin kadınlara karşı uyguladığı gözaltında cinsel taciz ve tecavüz saldırısını kamuoyunda teşhir etmekle kalmamış, aynı zamanda kadınlar cephesinden önemli bir politik kazanım ve bir güç kaynağı olmuştur. Kurultay salonunda toplanan kadınların yalnız olmadıklarını görmeleri, buradan büyük güç ve enerji almaları birçok kadın bakımından tecavüz işkencesini geçersiz hale getirmiştir.
Tarihimizdeki bütün gelişmeleri ya da kampanyaları özel olarak burada sıralamam gerçekten mümkün değil. Burada önemli olan bir bakış açısına/pratik duruşa sahip olmaktır. Bizim bakımımızdan ise, kadınların tarihlerindeki tarihsel günler, anlamlar, özel kampanyalar biçiminde yürütülmüştür. Ancak, hiçbir zaman kadınlar arasında faaliyetin özel olarak örgütlenmesinde kendimizi bu tarihlere; 8 Martlara ya da 25 Kasımlara hapsetmek gibi bir perspektifimiz olmadı.
* Genç kadınlara yönelik bir çalışmanız oldu mu?
Genç kadınlar arasında özel olarak faaliyet yürütmedik. Kurultay hazırlık döneminde bazı üniversiteli genç kadınlar faaliyeti kendi alanlarına taşıdılar. Kurultayda tebliğ sundular. Yani oldukça sınırlı bir çalışma oldu. Genç kadınların ilgisizliğinde yanlış bakış açılarının önemli bir etkisi vardı. Birçoğu “Benim kadın sorunum yok. Bunun için de bu sorunla ilgili, bu alanda çalışmaya sıcak bakmıyorum” şeklinde yaklaşıyordu. Dolayısıyla, kendi sorununun farkında olmayan “bilinçli” kadınları bu çalışmaya çekmek zorlaşıyordu. Onlar için de sorun 8 Mart'tan 8 Mart'a üniversitede şenlikler yapmakla, mitinge katılmakla sınırlıyordu.
* Bu faaliyetin önemli özellikleri nelerdi?
Her şeyden evvel Türkiye devrimci-komünist hareketinin tarihi bakımından bir ilkti. Evet ilk kez farklı gruplardan kadınlar bir araya geldiler ve sistemli/sürekli bir faaliyeti birlikte ördüler. Ne EKK, ne de EKB bir platform değildi. Bir örgüttü ve birlikte kadınları EKB'de örgütlemek için emek harcadılar, bir dizi başarının altına imza attılar. Hiç kuşkusuz her biri kendi katılım gücü ve kapasitesi oranında kendisini o çalışmaya kattı. Genel olarak kadınlar arasında faaliyeti sürekli örgütlenmesi noktasında siyasi örgüt ve partilerde var olan ertelemeci, erkek egemen yaklaşımlara karşı da EKB'li kadınların ortak bir yanıtıydı bu. Dolayısıyla EKB'de kadınların ortak yürüttükleri çalışma sürdüğü oranda her bir grup bakımından kadın sorunu ve kadınlar arasında faaliyetin özel olarak örgütlenmesinde “Her Gün 8 Mart” şiarı yön verdi. Tabii bugün o günleri hatırlarken, birlikte çok güzel şeyler yaptığımızı, aynı yürek çarpıntılarını paylaştığımız duygusunu yeniden yaşıyorum/hissediyorum.
* EKB, o dönemin özgünlüklerini göz önüne alarak ihtiyaçlara yanıt oldu mu?
Bu proje ortaya çıktığında bırakalım kadın hareketini, işçi ve emekçiler açısından önemli bir durgunluk söz konusuydu. Ne '89 bahar eylemleri, ne de '90-'91'deki irili ufaklı direnişler vardı. Kürdistan'da yükselen ulusal mücadeleyi dışta tutarsak, koşullar böyleydi. EKK girişimi de esas olarak Batı illerinde ve birkaç Kürdistan ilinde (Malatya, Adıyaman ve Antep) hayata geçirildi.
İşte böyle bir ortamda başladık. Ancak kurultay projesi de, gündemi de bizi her gün işçi, emekçi ve ev emekçisi kadınlara gitmeye zorladığı gibi, araçlarımızın içeriği de tümüyle onların sorun ve ihtiyaçları üzerinden şekilleniyordu. Mücadelenin yükseldiği, kitlelerin canlı/duyarlı olduğu koşullarda kitlelere gidişin ortaya çıkardığı sonuç ile durgun zamanlardaki sonuç, elbette aynı düzeyde olmaz. İkinci durumda daha ısrarcı, daha yaratıcı, daha iradeli olmanız gerekir önemli başarılar için. Sanırım EKB'den EKD'ye paylaştığımız tarih de kendi içinde inişleri çıkışları taşısa da, “Her Gün 8 Mart” şiarını bu topraklara yerleştiren asıl güç olmuştur. Kadın cephesinden yaratılan ilklerin altına imzayı genellikle EKB atmıştır.
* EKB Bülteni kadınların sesini yansıtıyor muydu ve nasıl yansıtıyordu?
Bülten, işçi ve emekçi kadınların ortak sesiydi. Bunun anlamı şuydu: Bülten, pratik faaliyetin yazılara dökülmesiydi. EKB komisyonları, kurultay gündemini işçi ve emekçi kadınlara tartıştırıp, yaptıkları toplantıların sonuçlarını birleştiriyorlardı. Hiç abartısız, her sayının çıkarılma aşamasında 30-40 mektubu derlemek, başlı başına zor bir iş olmasına rağmen, kadınların Bülten'e katkılarının düzeyini gösteren bir örnekti aynı zamanda. Sadece yazı yazma katkısında bulunmadılar, aynı zamanda bülten dağıtım ekipleri kurdular. Herhangi bir işyeriyle ilgili bültende yazı ya da haber çıktığında, hemen o iş yerine gidiyorduk. Bültenin satışını örgütlüyorduk. Emekçi kadınlarla sürekli bir ilişki kurulduğunda faaliyetin bütününü sahiplendiklerine, hatta yerellerinde bu faaliyeti ilerletmek için öncülük ettiklerine tanık olduk. İlişkide olduğumuz kadınlar, aynı zamanda bizim eylem kitlemizdi. Bunu sürekli, istikrarlı bir faaliyetin sonucunda kazandık.
* EKB olarak kadınlara giderken, örgütlerken nasıl bir dil kullandınız ve sosyalizm fikrini nasıl tartışıyordunuz?
Burada asıl olan kime, nasıl bir kitleye gittiğinizdir. Özellikleri, sorunları ve ihtiyaçları konusunda onlarla aynı dili konuşma başarısını göstermenizdir. Buradan baktığımızda soyut bir kadın sorunu anlatımı açlıkla, yoksullukla, işsizlikle boğuşan bir kadın bakımından çok fazla anlam ifade etmez. İşte tam da o noktada kadının yakıcı sorunlarından yakalamak, yaşadığı sorunları ve çözümlerini ezilen kadınlara kavratmaya çalışmak önemlidir. Kitabi sosyalizm fikrinin ya da kadın sorununun anlatılmasıyla o kadınla ilişkiye geçemezsiniz. '90'lı yılların başında feministlerin bazı eylemleri olmuştu. İşçi ve emekçi kadınlar bakımından bir anlam ifade etmemişti. Soyut bir sosyalizm kurtuluş söylemi de benzer etki yaratacaktır. Ayrıca bununla kalmayıp, baskılar ve kara propaganda nedeniyle araya bir set de çekecektir.
* EKB'den EKD'ye giden yoldan bugüne geldik. Geçmişe bir kıyasla EKD'yi nasıl değerlendiriyorsunuz ?
Bu konuda çok detaylı, derinlikli bir tartışma yapmayacağım. Ama temel bir nokta var ki; EKK girişimi olarak yola çıkan kadınlar, bir dizi geriliklerine rağmen işyerlerini, semtleri, sokakları ve sendikaları kendilerine mesken eylemişlerdi. '94 yılında Emekçi Kadınlar Birliği Kültür ve Sanat Merkezi dışında bir mekanımız yoktu. Toplantılarımızı sendikalarda, yöre derneklerinde vb. yapıyorduk. Bülten az çok mürekkep yalamış kadınlara değil, işçi, emekçi kadınlara hitap ediyordu. Bültenin 5 bin tirajı, kendini ve bazı etkinliklerimizi finanse etmesi bir şeyler anlatır herhalde.
Bir başka sorun da EKK'dan EKB'ye, EKB'den EKD'ye bir hafıza sorunu olduğunu söyleyebilirim.
* En azından bu değerlendirmeleriniz ışığında EKD, ezilen kadın kitlelerinin kalbine ve beynine daha fazla nüfuz edebilir mi?
Aslında bu sorunun yanıtı, ilk kurultay çalışmalarının başlamasında şiar edindiğimiz, “Her Gün 8 Mart” perspektifinde yatmaktadır. Tabii bu yaklaşımdan, şiardan farklı sonuçlar da çıkarmak mümkün. Burada soruna nereden baktığınız önemli. Ancak bilince çıkarılması gereken bir noktanın altını çizmeliyim. Kaç kişi olduğunuz önemli değil bence. Kendinize hedefler koymanız ve bu doğrultuda sağa sola savrulmadan istikrarlı, iradi bir çabayla hedeflerinize kilitlenmeniz, yönelmeniz gerekir. Kurultay ve sonrası pratiğe ilişkin anlattığım bir dizi deneyden öğrenmek, yenilerini eklemek hepsi pratiğin sorunu. Yeter ki bu konuda inat etmeyi bilelim.
*Emekçi Kadınlar Birliği sürecinden, onun birikim ve deneyimlerini alarak EKD'nin kuruluş sürecinde yer aldınız. Dernek kurma ihtiyacını neden duydunuz?
Çiçek Otlu: EKB'nin 13 yıllık birikim ve deneyiminden aldığımız güç olmasaydı, dernek kurma tartışmalarına belki soğuk, biraz çekinerek bakabilirdik. 2005 Temmuz'unda EKB'nin 3. Genel Kongresi, örgütlenme sorunlarına ve perspektifine ayrılmıştı. İllerden gelen EKB çalışanları ve üyeleriyle iki gün boyunca bu alanda yaşadığımız sorunları derinlikli tartıştık, öneriler sunduk. Örgütlediğimiz bu kongrede anlatılan deneyimlerde emekçi kadınlar arasında aidiyet bilinci geliştiremediğimizi, EKB bülteni okuru veya abonesi olmanın bir yükümlülüğü olmadığını, kendi kitlemizin nicel ve nitel gücünü bilmediğimizi fark ettik.
“Doğal üyelik” üzerinden EKB'ye üye yapıyorduk. EKB bülteni alan, çalışmalara katılan her kadın EKB'nin doğal üyesidir diye bir üyelik tanımımız vardı. Emekçi kadınlar, bu doğal üyelik kavramını pratikte bilince çıkaramadıkları için üyelik görevlerini ve sorumluluklarını yerine getiremiyorlardı. Dernek kurduğumuzda kendi kitlemizin nicel gücünü görecektik. Üye olan her bir kadının dernek tarafından belirlenmiş yükümlülükleri ve görevleri olacaktı. Her ay bülten satmak veya satışını birlikte örgütlemek için gittiğimiz okurlarımız aynı zamanda üyemiz olacaktı. Hem bülten aracılığıyla giderken, hem de üyelik aidatının ödenmesi, toplantılara katılması gerekliliğini hatırlatmanın avantajını yaşayacaktık.
Dernekleşmeyi, emekçi kadınlar arasındaki çalışmada yaşadığımız belli tıkanma noktalarını aşmada bir adım olarak gördük. Ama demokratik kadın hareketinde yaşanan bütün sorunları çözecek bir panzehir olarak da görmediğimizi belirteyim.
Aracın oynadığı rolün farkında olarak burada şunu belirtmek istiyorum. Emekçi kadınlar arasındaki çalışmanın sorunlarının panzehri, hiç yorulmadan, bıkmadan, yılmadan “kadın kitlelerine hücum” şiarını pratikte örgütlemekten geçiyor. Kadının kurtuluş mücadelesine inanmakla, bu çalışmanın büyüyeceğini, gelişeceğini düşünmüyorduk. Bu hareketin kırılgan bir yanı olduğunu görmek gerekiyor. Emekçi kadın kitlelerine sürekli gidilmediğinde geri dönüşlerin hemen yaşandığı bir örgütlenme alanı olduğunu pratik deneyimlerimizden öğrenmiştik.
* Derneğiniz kurulduktan sonra hangi çalışmaları örgütlediniz?
İlk önce dernek bürolarını hangi semtlerde açarsak, kadın kitleleriyle daha rahat buluşabiliriz tartışmaları yaptık. İki yakada EKB bürolarının bulunduğu iki semti; yani Bağcılar ve Kartal'ı pilot bölgeler olarak seçtik.
Önümüz, 8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günü'ydü. Bu sürecin örgütlenmesinin hareket planı ne olmalı diye il yönetim kurulumuzda tartıştık. Yerelleşme faaliyeti, kendi kitlemizi yaratmada, örgütlemede kilit bir noktaydı. Bu nedenle EKB komisyonlarının olduğu bölgelerde yerel kadın kurultayları örgütleme kararı aldık. 2003 yılından beri tartışılan birkaç örnek dışında yerel faaliyet konusunda pratiğimiz yeterince şekillenmemişti.
8 Mart hazırlık sürecinde kitle faaliyet ayağının örülmesinde önemli bir araç oldu, yerel kadın kurultayları... İlk defa merkezi belirlenmiş politikalar yerel sorunlarla bütünleştirildi. Emekçi kadın kitleleriyle buluştukça, isteklerinin hangi yönde olduğunu öğrendik. Kimi yerde kooperatif kurma eğilimi, kimi yerde parasız kreş açılması, kimi yerde aile içi şiddetin durdurulması, kimi yerde haklarını öğrenmek isteyen kadınlar çıktı karşımıza.
Bağımsız örgütlediğimiz, 'Kadına yönelik şiddeti durduralım, örgütlenelim' 8 Mart Kadıköy mitingine, yerel kadın kurultaylarına da katılan yüzlerce işçi-emekçi kadın katıldı. Dernek olarak ilk defa alanlara çıktığımız 8 Mart mitingimiz kitleselliğiyle, görselliğiyle EKD olarak gücümüzü gösterdi.
Diyarbakır serhıldanı sonrasında, Nisan ayında Tayyip Erdoğan yaptığı konuşmada, “Kadınlara, çocuklara gerekeni yaparız” sözleri üzerine, çocuklar katledildi, analar tutuklandı. Sadece Kürt kadınlarına yönelik bir tehdit değildi bu. Tüm ezilen kadınlara bir gözdağıydı.
Türk-Kürt kadınlarının, halkların kardeşliğini savunduk. EKD olmadan önce EKB olarak Kandil Dağı'na, “canlı kalkan” heyetinin parçası olarak Türk emekçi kadınlarının sesini taşıdık. 1 Eylül Dünya Barış Günü etkinlikleri kapsamında EKB olarak Silopi'ye heyet olarak gittik. Uzatılan kardeşlik eline, elimizi uzattık.
1 Mayıs işçi-emekçi bayramı öncesi kitle faaliyeti yürüterek bildirilerimizi dağıttık, bültenimizi dağıttık. “Kapitalizm kadınları öldürüyor” pankartıyla alanda yerimizi aldık.
Uluslararası Gözaltında Kayıplar Kurultayı'ndan ASF'ye, TSF'ye kadar birçok etkinlikte yer aldık.
Terörle Mücadele Yasası'na karşı kadın örgütleriyle birlikte 4 hafta boyunca Taksim'de basın açıklamaları örgütledik. Türkiye ve Kürdistan'dan kadınların katılımıyla Ankara'ya bir yürüyüş gerçekleştirdik.
“Namus” adı altında katledilen, kadın istihdam politikaları adı altında düşük ücrete maruz bırakılan kadınların yanında olduk. GSS politikalarına karşı gerçekleşen eylemlere katılmakla kalmadık, bağımsız eylemler organize ettik.
AKP hükümetinin işyerlerindeki kreşleri kapatma kararı üzerine bir aylık hareket planı oluşturduk. basın açıklamalarından stand açmaya, imza kampanyası örgütleme tarzında (kadın emekçiler için ev köleliği anlamına geldiği için) “Eve geri dönüş yasasını” teşhir eden bir kitle faaliyeti örgütledik.
Üyelik kampanyası kapsamında yerel kadın kurultayları örgütlediğimiz bölgelerde üyelik formlarımızı dağıttık. Derneğimizi tanıtan bildirilerle kadınlara gittik. Üyelik kampanyamızı yaz pikniğiyle noktaladık. Bu kampanya, yoğunlaştırılmış bir çalışmaydı. Üye yapma politikası, kendi doğası gereği bizim günlük pratik çalışmamızın bir parçası olarak devam ediyor.
Kadına Yönelik Şiddete Karşı Uluslararası Mücadele Günü 25 Kasım'ın içinde bulunduğu haftada, birçok etkinliğin yanı sıra EKD'nin düzenlediği Kadın Adalet Meclisleri kuruldu. Bu meclislerde emekçi kadınlar yaşadıkları şiddeti anlattılar. Sadece emekçi kadın arkadaşlarımızın konuşmasını değil, aynı zamanda bilinçlenmesini sağlayan bir etkinlikti.
Demokratik kadın hareketinin belli sorunlar yaşadığını, bazı tıkanma noktaları olduğunu tartıştığınızı belirttiniz. bu yaşanan sorunlar nelerdir ve çözüm olarak neler söylenebilir?
Kesinlikle bu harekette kırılgan bir yan bulunuyor. Dikkat ediyorsanız size sürekli politikaya müdahalede gerçekleştirdiğimiz örnekleri belirttim. Şuna inanıyoruz; demokratik kadın hareketinin önemli politik güçlerinden ve en eski kurumlarından birisiyiz. Kadın alanına dair politika oluşturmada, ona yön vermede ve hatta etkilemede belirleyici bir merkez olduğumuzu görüyoruz.
Politik bir merkez olmamıza rağmen kendi kitlemizi yaratmada, güçlü ve kitlesel bir dernek olmada henüz yolun başındayız. Politik gündemlere gösterdiğimiz refleksi, kadın kitlelerini örgütlemekte gösterdiğimizi söyleyemeyiz.
Asıl sorunu, yaşadığım bir örnek üzerinden anlatayım. Geçen yaz örgütlediğimiz piknikten dönerken bir kadın arkadaşın; “Derneğin üyesiyiz ama piknikte misafir gibiydik. Üzüldüm, küçük bir iş de olsa bana verebilirdiniz” sözleri, bizim yaşadığımız sorunun kilit noktasıydı. Üyelerimizle birlikte iş örgütlemede bir sıkıntımız bulunuyor. Bir eylemin örgütlenmesinde görev vermek, bir ev toplantısını örgütlemesini istemek, derneğin herhangi bir ihtiyacının karşılanmasını istemek noktalarında atıl kalıyoruz. Kadınları pratik mücadelenin okulunda aktifleştirip özgürleştirme politikasını esas almakta hala tutukluklarımız bulunuyor.
Bu örnekten yola çıkarak bir işçi-emekçi kadının dünyasını çözümleyebiliriz. Bir kadının evinde söz hakkı yoktur. Yüzyıllardır öğretilmiş kadınlığının baskısı altında susar, ezilir.
Hatta değersizlik duygusu yaşar. Evde 'öteki' olan kadın, dernek çalışmasında 'öteki' olmaktan çıkıp bizleştiğinde, özgürlük mücadelesinin bir militanı, savunucusu olacaktır.
Emekçi kadın kitlelerine hücum ettiğimizde, onların isteklerini ve taleplerini daha iyi anladığımızı fark ettik. En zor örgütlenen şey; korkuları fazla olan kadınlara gitmede, bu pratikte ısrarcı ve iradeci olmanın kazanımlarını yaşayarak gördük. Demek ki, emekçi kadınlarla buluşmayı istemek kadar, bu isteğin gerçekleşmesi için yolları keşfetmek de önemli. Kadınlar sorunlarının çözüm merkezi olarak sizi gördüğünde, kendi kitlemizi yaratmada önemli bir aşamaya geldiğimiz anlaşılır. Kadın dayanışmasının pratik yansıması ancak karşılıklı güven ve sıkı bağlardan geçiyor.
* “Her gün 8 Mart” şiarını açıklayabilir misiniz?
1980 öncesi devrimci hareket için 8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günü, yalnızca tarihsel bir gün olarak algılanmış. Bu anlayış, kadın sorununa bakış açısındaki gerilikleri yansıtıyor. Politik ve örgütsel faaliyeti belirleyen de bu anlayış olmuş.
Dikkat edersek, genelde Mart öncesi birçok yayında kadın örgütlenmesinin gerekliliğini, ihtiyaçlarını, sorunlarını anlatan makaleler yayınlanır, kadın komisyonları kurulur. 8 Mart mitinginden sonra kadın sorunu üzerine pek tartışma yürütülmez. Kadın kurtuluş mücadelesini toplumsal mücadeleden ayrı görmüyoruz ama bu sorunun devrim sonrasına ertelenmesini de doğru görmüyoruz.
“Her gün 8 Mart", günlük çalışmamızın parolası olmalıdır. Çünkü kadının özgürlüğü 8 Mart'tan 8 Mart'a anımsanacak bir takvimden ibaret değildir.
Mücadelenin her anı ve alanını kadının özgürlüğü mücadelesinin olanak ve olasılıkları bakımından örgütlemek, 13 yıllık deneyimimizi, niteliksel olarak çalışmamızın her anına yaymak ve kadın kitleleri ile birlikte politika yapmayı doğallaştırıp rutinleştirmektir; “Her gün 8 Mart”...
Ayrıca 8 Mart öncesi çalışmaların, tartışmaların, kampanyaların 8 Mart sonrası bıçak gibi kesilmesi, tam da burjuvazinin bize dayattığı tarz aslında. 8 Mart öncesinde kadın sorununa duyarlılaşan toplumun, emekçi kadınların 9 Mart'ta örgütlenmesi, kurumsal kimliğini kazanması için her günü 8 Martlaştırmak hedefini taşıyoruz.