Sivil Toplum Kuruluşları (STK)/ ya da aynı anlamda olmak üzere Sivil Toplum Örgütleri (STÖ) gerçekliği ve kavramı, burjuvazinin yükselen değerleri arasında. 1970’lerde beliren, 1980’li yıllarda piyasaya sürülen STK’lar kavramı, özellikle 1990’lar sonrasında yerleşti ve hatta burjuva ideolojisinin hegemonya mücadelesinin önemli unsurlarından biri oldu. Güya devletten ve hükümetlerden bağımsız kuruluşlar; Kızılay’dan tutalım da TÜSİAD’a, futbol kulüplerinden tutalım da Helsinki Yurttaşlar Derneğine, yöre derneklerinden envai çeşit Atatürkçü derneklere insan hakları örgütleri, çevreci örgütler, dini vakıflar, İslamcıların MÜSİAD’ı, MİT güdümlü ASAM (Avrasya Stratejik Araştırmalar Merkezi), Genelkurmay güdümlü SAREM (Stratejik Araştırma ve Etüt Merkezi), TESEV, Soros’un ATE’si (Açık Toplum Enstitüsü), AB güdümlü İKV (İktisadi Kalkınma Vakfı) vb. Burjuvaziye göre bütün bunlar, sivil toplum kuruluşlarıydı. Burjuva devletler ve hükümetler de böyle kabul ediyorlardı. STK’larm alanı bir kez belirginleştirildikten sonra, işçi sendikalarını da bu alana sokmak zor değildi. Zaten işbirlikçi sendikacılar, burjuvazinin işaretini bekliyordu. İşçi sendikalarının STK’lara dahil edilmesi ise burjuvazinin açık ideolojik saldırısından başka bir şey değildi. İdeolojilerin öldüğü, sona erdiği iddiasıyla aynı şeydi; işçi sendikalarının STK ilan edilmesi. İdeolojilerin öldüğünün, tarihin sonunun ilanı işçi sınıfının sosyalist sınıf bilincini hedefliyorduysa, sendikaların STK ilan edilmesi de işçi sınıfının sendikal bilincini dumura uğratmaya yönelikti ve birinciler sonradan gelse de, bu ikisi birbirini tamamlıyordu.
Burjuva toplumun uzlaşmaz karşıt sınıflara bölünmüş olduğu gerçekliği, sınıf düşüncesi, sınıf çıkarları ve sınıf bilinci; bütün bunlar burjuvazinin saldırı hedefleriydi. Uzlaşmaz karşıt sınıflar gerçekliğini gizleyen, sınıflar üstü ve sınıflar dışı yaklaşımlar durmaksızın geliştirildi, yayıldı. “Sivil toplum alanının genişletilmesi”, “devletin küçültülmesi”, “sivil demokrasinin genişletilmesi”, “devletin demokratikleştirilmesi için sivil toplum örgütlerinin etkinleştirilmesi” vb. burjuva düşünceler, sistematik bir tarzda propaganda edildi. Bu sivil toplum örgütleri “ekonomik ve sosyal gelişme için”, burjuva devletin “demokratikleşmesi, bireysel özgürlük alanının genişletilmesi için” birlikte çalışmalı; “toplumsal barış” için “topluma” önderlik etmelidir. Bu söylem sayısız biçimler alabilmekte, bazen görünüşte önemli aykırı sesler ve söylemler olarak da ortaya çıkabilmektedir. Ama bu olgu, belirleyici değildir. Son tahlilde her biri, kendi özgün konumundan sivil toplumculuk akımında buluşabilmektedir. Burjuva ideologlar, burjuva politikacılar, burjuvazinin satılık kalemşorları, burjuva devletin asker, polis, istihbarat şefleri el birliği yapmış; “toplumun iyiliği” için STK’lara övgü düzüyor.
Peki, neden acaba?
Bir yandan sınıfsal ve ulusal kitle mücadelesinin yarattığı ilerici, devrimci, sosyalist kitle örgütlerine azgınca saldırıp yozlaştırmaya, beyaz terörle sindirmeye, tasfiye etmeye çalışırken, öte yandan STK’lara bu hayranlık nereden geliyor? Neden kutsanıyor bu STK’lar acaba? Nedir bu STK aşkı, neden bu denli özgürlük tanınıyor STK’lara?
1970’ler sonrasında, özellikle de '89/'91 sonrası süreçte emperyalist küreselleşme daha güçlü bir gelişme yaşadı. Emperyalist küreselleşmenin (uluslararasılaşmanın) temelinde yatan olgu, üretimin ve sermayenin daha hızlı yoğunlaşarak merkezileşmesi olgusudur. Bu olgu, uluslararası tekellerin emperyalizmin temel yönetici gücü haline gelmesini sağlamıştır. Günümüz emperyalist tekelci kapitalizmin öncü gücü, temel yönetici dinamiği uluslararası tekellerdir (ÇUŞ’lar). Emperyalist küreselleşme sürecinin bu yeni düzeyinde kapitalist dünya ekonomisi yapısal bir değişiklik geçirmiş; uluslararası kapitalist iş bölüşümü, kapitalist metropol ve bağımlı periferi yeniden yapılanmıştır. Bu gelişmenin özü, özeti şudur: Dünya ekonomileri, uluslararası kapitalist pazar için üretmektedir. Emperyalist tekeller, uluslararası pazarı temel almaktadır. Artı değerin üretimi, karın, faizin, rantın bölüşümü dünya pazarı ekseni temel alınarak gerçekleşmektedir.
Bu yeniden yapılanma sürecinde başta burjuva devlet olmak üzere tüm üst yapı kurumlan, yeni dönemin gereksinmelerine yanıt verecek tarzda yeniden yapılanarak yenilenmiştir; bu süreç devam etmektedir.
İşte merkezinde emperyalist uluslararası tekellerin bulunduğu bu ekonomik, politik, toplumsal yeniden yapılanmanın gereksinmelerini karşılamanın bir ürünü, bir aracı olarak STK’lar öne sürülmüş, etkinleştirilmeye çalışılmıştır. Uluslararası emperyalist burjuvazinin ve yerel işbirlikçi burjuvazilerin genel, bölgesel ve yerel çıkarlarına bağımlı bir sivil toplumcu burjuva akım ve STK’lar anlayışı ve örgütlenmesi teşvik edilerek küresel çapta etkin ve yaygın bir STK’lar ahtapotu yaratılmıştır. STK’lar, burjuvazinin ve burjuva devletin yeni tipte ideolojik aygıtlarıdır. Emekçi sınıf ve tabakaları denetleme ve yönetmenin araçlarından birisidir. Sistemin yeni koruganlarından birisidir. Burjuvazinin yeni tipte mücadele aracıdır. “Toplumsal rıza” üretiminin çok etkili bir aracıdır. Yenilmiş emekçi sınıfları ve öncülerini yeni bir araçla asimile etme yöntemidir. Ayılmadan sarhoş tutma, sahte liberal ve reforumcu burjuva iksirle gönüllü itikadı üretme aracıdır. Emperyalist burjuvaların, burjuva devletlerin, ÇUŞ’larm kendi hedef ve amaçlarına bağlı olarak yeni türde “kamuoyunu” oluşturma, kendi halklarını bu temelde hazırlama ve yönlendirme aracıdır. Beyinleri sömürgeleştirmenin, psikolojik savaşı geliştirmenin araçlarıdır. Neo-faşist “tehlike her yerde ve hiçbir yerde”, “terörizme karşı her yerde ve kuralsız savaş” doktrininin ve stratejisinin örtük bir aracı ve tamamlayıcısıdır. Bu stratejiye bağlanmış bir tarzda “her an tetikte olma”, “her an kriz yönetimi” politikası ile emekçi kitleleri yönetme ve denetleme politikasının bir bütünleyicisidir. Kapitalist sistemi ve burjuva egemenlik ilişkilerini burjuva liberal ve reforumcu söylemle koruma aracıdır. Bu, öyle bir çekici politika haline getirilmiştir ki, Türkiye’de askeri faşist klik bile konuyla ilgili incelemeler yapmakta, yayınlamakta, işin örgütleyici merkezlerinden biri olabilmektedir. Açıktır ki, Amerikancılığın ve faşizmin bu en katı ve saldırgan, en dar kafalı merkezi bile bunun sistem için ne denli faydalı olduğunu görebilmektedir.
Vurgulanması gerekir ki, STK’lar, dünya burjuvazisinin ve kapitalizmin, emperyalist küreselleşmenin gereksindiği ideolojik meşruiyeti yeniden ve yeniden üretmenin önemli bir aracıdır. Sermaye, devlet, medya, üniversiteler organize bir tarzda STK’ları, STK’ların bir kolu olan stratejik vb. düşünce üretimi kurumlarını geliştirmektedir. “Sivil” ve sözüm ona “devletten bağımsız” görünüm STK’ların yüklendikleri tarihsel, toplumsal ve politik misyonu oynamalarına oldukça elverişli bir zırh oluşturmaktadır.
Hiçbir sistem uzun vadede sadece terörle ayakta kalamaz. Egemen sınıf terörünün egemen sınıfın ideolojik, kültürel, entelektüel hegemonyası ile mutlaka birleşmesi gerekir ve birleşir. Tarihin gördüğü sömürücü sınıflardan bunu en yetkin biçimde başaran, burjuvazi olmuştur. Burjuvazi, yalnızca bin yılların sınıflı toplumların tarihi tecrübesine değil, bununla birlikte 500 yıllık kapitalist tarihi deneyimlere de dayanmaktadır. Zaten ekonomik ve politik iktidarı elde tutma üstünlüğü ona entelektüel ve kültürel üstünlüğü elde tutma olanağını da sunmaktadır. İşte burjuvazi, son çeyrek yüzyıllık zamanda özellikle de revizyonist bloğun çöküşünden sonra içerisine girilen yenilgi ve gericilik yıllarının olağanüstü avantajını da kullanarak ideolojik-kültürel meşruiyetini dayatma ve kabullendirme/nza üretiminde başarılı olmuştur. Tam da burada, STK’lar çok önemli bir rol oynamıştır. Ama artık bu meşruiyetin tüm ülkelerde, kıtalarda, küresel çapta sorgulanmaya başlandığını ve bunun silahların eleştirisi ve devrimci ayaklanmalar yoluyla da kendisini ortaya koyduğunu biliyoruz. Yani, büyük avantajlarına karşın emperyalist kapitalizmin üretmeyi başardığı ideolojik meşruiyet hegemonyası, daha şimdiden sarsılmıştır.
Dünya devrim dalgasının geçici olması kaçınılmaz yenilgisi koşullarında burjuvazi, “sol cepheden” sayısız eski militanı ve aydını teslim ve satın aldı. Yenilgi ve gericilik yıllarının ürettiği, burjuvazinin devrime, sosyalizme karşı yönelttiği ideolojik, siyasi, fiziki azgın baskı ve saldırısının ürünü olan, devrimden, devrimci olan ne varsa ondan kopuşla belirlenen tasfiyeci oportünist dalganın dizginlerini burjuvazi ele geçirdi; umutsuzluğun, yenilginin, teslimiyetin cenderesine aldığı aydınları, eski lideri devşirdi, örgütledi; kendi gereksinmeleri temelinde “neo-liberal” emperyalist saldırı dalgasının ideolojik, kültürel vurucu gücü, saldırı gücü olarak tepe tepe kullandı. Sınıf mücadelesinin, devrimin, sosyalizmin reddi, insanlık tarihinin biriktirdiği ilerici olan ne varsa bunların inkarı ve çarpıtılması temeline dayanan bu saldırı dalgası, liberal sol, sosyal reformist ve açık reformist cephelerden güçlü bir destek aldı, yeni bağlaşıklar buldu.
İşte bu olgu, söz konusu yeni emperyalist ve kapitalist saldırı dalgasının küresel çapta ezilenler, sömürülenler, işçiler cephesinde daha etkili olmasına, derin bir yıkım ve tahribata yol açtı. Özellikle de “sol” maskeyle ortaya çıkan ve kendilerini STK olarak tanımlayan burjuva örgütler ve sosyal reformist örgütler, ilerici kitleler nezdinde ve ilerici aydınlar kuşağı üzerinde daha yıkıcı ve gerici bir rol oynadılar, oynamaktadırlar.
Burjuva terörle yok edilemeyen işçi sendikaları, insan hakları örgütleri, çevreci örgütler ve aydınlar; antifaşist, antiemperyalist kuruluşlar “demokratikleşme”, “sivilleşme”, “devletin küçültülüp sivil toplum alanının genişletilmesi” demagojisi ve baskısıyla STK’lara dahil edildi, edilmeye çalışıldı. Bu çevrelerin kendilerini STK olarak tarif etmesine, STK’lara özgü pasifist, apolitik, teslimiyetçi, emperyalist küreselleşmeci ideolojik hegemonyanın üretilmesine aracılık yapacak bir rıza üretimine çekilmesine özel bir önem verildi. Bunda da bir hayli yol alındı. Örneğin DİSK, bunun iyi bilinen bir örneğidir. Eskiden DSF’nin (Dünya Sendikalar Federasyonu) bünyesinde yer alan pek çok ilerici sendika, buna kanıttır. Yeni emperyalist saldırı dalgasının bu tür noktalardaki başarısı da ilerici kitleler ve aydınlar nezdinde kafa karışıklığının geliştirilmesinde ve yedeklemede bir hayli etkili olduğunu belirtmekte bir sakınca bulunmamaktadır. Birikim Dergisini, Radikal Gazetesi’nin eki olan “Radikal 2”yi, ÖDP’yi, İmralı çizgisini burada hatırlamamızda yarar var sanırız. Birincisi ve ikincisi “sol” liberal çevrelerin sesidir; üçüncüsü “sol” liberal çizgiye biraz daha soldan eklenmiş sosyal reformizmin sesidir; dördüncüsü, “sol” liberalizme yedeklenmiş olan ezilen ulus milliyetçiliğinin sosyal reformizminin sesine örnektir.
STK’lar, uluslararası tekeller, emperyalist devletler ve birlikler ve işbirlikçi devletler, BM, DB, Soroslar vs. tarafından geniş çaplı finanse edilmektedir. STK’ların Dolarla, Avroyla, Yenle; trilyonluk fonlarla finanse edilmesi kimin hizmetinde olduklarını göstermektedir. Bunlar kimi zaman araştırma-inceleme kurumlan, kamuoyu yoklamaları yapan kurumlar, kimi zaman “insani yardım” kuruluşları ve “insan hakları” ve “yoksullukla mücadele” kurumlan, kimi zaman bilimsel, akademik, politik kurum ve kuruluşlar olarak ortaya çıkabilmektedir. Ama hangi kamuflaj giysisiyle ortaya çıkarsa çıksın, doğrudan ya da dolaylı olarak bir veya birkaç uluslararası tekelin, emperyalist devletin, kapitalist rekabet odaklarının, istihbarat örgütlerinin hizmetindedirler. Kimi kurumlar, aydınlar işin bilincinde olmayarak ya da bilincinde oldukları halde rahat çalışma koşulları elde edebildikleri için bu çarkın içerisine girebilmektedir. Ama burada da belirleyici olan iyi niyetler değil, aksine nesnel duruşlardır; eylemin içeriğidir; eylemleriyle kime hizmet ettikleridir. Ne de olsa, “at sahibine göre kişner.”
The NewYork Times’in, Newsweek’in, DB rakamlarına dayanarak yaptıkları açıklamalara göre, 1994 yılında “gelişmekte olan ülkelere yapılan yabancı yardımlarının % 12’si STK’lar aracılığıyla” dağıtılmıştır. Sözde “Kar Amaçlı Olmayan Sektörler Projesi”ni yaşama geçirmekle mükellef olan STK’lann 37 ülkede 2002 yılındaki toplam giderleri “1,6 trilyon dolarmış. Üstelik bu örgütleri denetleyecek herhangi ciddi bir mekanizma da bulunmamaktadır. Newsweek’in saptamasına göre, eğer bu kurumlar bir devlet örgütü olsaydı, dünyanın beşinci büyük ekonomik gücünü oluşturacaktı. The New York Times’in bu örgütlerin, STK’lann rüşvet ve yolsuzluğun, yozlaşmanın batağına saplanmış olduğunu, paraların ne kadarının yoksullara gittiğinin belli olmadığı açıklaması, “Yoksa Afrika’daki STÖ’ler, yeni sömürgeciler mi olma yolunda?” sorusu dikkat çekicidir.
Amerikan emperyalizminin Rusya’nın “arka bahçesi” olarak gördüğü bölgede gerçekleştirdiği turuncu, gül vs. renkli sözde “sivil devrimler”, “demokratik devrimler”, “özgürleştirme” operasyonları, bu “sivil devrim”de Soros'un Açık Toplum Fonu’nun ve Açık Toplum Enstitüsü’nün oynadığı özel rol, fonlarla finanse edilen, satın alınan, kullanılan sözde sivil toplum örgütlerinin oynadığı gerici rol, STK’lar denen örgütlerin ne menem bir şey olduğunu çıplak bir biçimde ortaya koyuyor. STK politikasının kökleri çok eskilere uzansa da, gerçekte aynı zamanda modern emperyalist sömürgeciliğin yeni araçları olduğunu da kanıtlıyor.
Kapitalizmin çürümesi ve kokuşması, kapitalizmin uzantıları olan STK’lan da belirleyip biçimlendirmektedir. Vurgulamak gerekir ki, STK’lar, emperyalist sömürgeciliğin, yeni sömürgeciliğin; dünyayı ÇUŞ’larm açık sömürgesine çevirme eyleminin, giderek daha fazla öne çıkarılan gerici misyonerlik araçlarından birisidir. İstihbarat örgütlerinin içinde cirit attığı, Batılı Hristiyan emperyalist sömürgeci devletlerin kendi politikalarının uzantıları olan ajan örgütlenmelerdir çoklukla. Küresel çapta süren emperyalist hegemonya ve rekabet mücadelesinde STK’lar yerel, bölgesel, kıtasal düzeylerde de süre giden bu kapışmanın ve çatışmanın da araçlarıdır aynı zamanda.
Emperyalist küreselleşmenin gereksinmelerine bağlı olarak ekonomik alt yapının yeniden yapılanmasının gereksinmelerine yanıt vermek üzere politik üst yapının ve toplumsal yaşamın yeniden yapılanmasının yönetimine verilen ad, “yönetişim”dir. Yönetişim modeli, bu yenilenmenin aracı olmuştur. Bu yenilenme toplumsal yaşamın, başta da işçi sınıfı ve emekçi kitlelerin sayısız biçimde denetim altına alınmasını güvencelemeyi hedeflemektedir. Tam da burada “toplumsal uzlaşmayı”, “sınıflar arası barışı” temel alan politikalar baş köşeye oturtulmuştur. Bu amaçla STK’lar, sivil toplumcu “sol” liberal, reforumcu akımlar desteklenip teşvik edilmiştir, edilmektedir. Burada da “serbest piyasa ekonomisinin liberal özgürlükleri getireceği ve geliştireceği” vb. savlarıyla, “ceberrut devleti tasfiye etme”, “demokratik devleti kurma ve geliştirme” vb. demagojilerle, “liberal küreselleşmeye karşı sosyal küreselleşme”, “sosyal Avrupa” yalanları ile sömürülenlerin ve ezilenlerin aldatılması, rıza üretimi yoluyla sisteme ve emperyalist küreselleşmeye yedeklenerek kontrol edilmesi hedeflenmiştir, hedeflenmektedir.
Emperyalist burjuvazi, uluslararası tekeller, burjuva devlet, 21.yüzyılın büyük devrimci alt üst oluşlara, büyük ayaklanmalara, yeni Ekim Devrimi fırtınasına tanık olacağını saptadığı ve iyi bildiği için, bu “sosyal tehlike ve patlamaya” karşı hazırlıklı olmaya, bu süreci alabildiğince geciktirmeye vb. çalışmaktadır. Neo-faşist “önleyici saldırı”, “terörizme karşı sınırsız ve sonsuz savaş” doktrini ve emperyalist saldırı stratejisi ile bu hazırlık geliştirilip yetkinleştiriliyor. Geride kalan tarihi mücadeleleri her bakımdan aşacak, daha enternasyonal, daha derin ve geniş, daha sert ve kanlı patlak vermesi kaçınılmaz uluslararası proleter devrime karşı, yer küreyi bir ahtapot gibi saran STK’ları yeni tipte bir dalga kıran ve asimilatör olarak güçlendirmektedir. STK’ların oynadığı, en kabadayısından “majestelerin muhalefeti” rolünden ibarettir. Kapitalizmin temellerine yönelecek devrimleri önleme görevidir. Tüm toplumsal kötülüklerin kaynağının kapitalizm ve emperyalizm olduğunu gizlemek, şu veya bu burjuva partiyi, şu veya bu burjuva hükümeti ve politikasını kötüleyerek asıl vurulması ve yok edilmesi gerekenin kapitalizm olduğu gerçeğini gözden gizleyerek hedef saptırmak, kapitalizmin toplumsal kötülüklerinin sivri uçlarını törpüleyerek devamını sağlamak, kitlelerin mücadelesini düzen sınırları içerisinde boğmaktır.
Emperyalist küreselleşmenin yeni dalgasıyla artık bir engele dönüştüğü için “sosyal devlet” ve “ulusal kalkınmacı” birikim tarzı ve gelişme stratejisinin, politikaların tasfiyesi; sosyal demokrasinin emperyalist küreselleşmenin programını benimsemesi ile gözden düşüp eski rolünü, egemen sınıflarla işçi sınıfı ve emekçiler, ezilenler arasında reformist bir köprü, başlıca uzlaştırıcı toplumsal güç olma rolünü oynayamaması, bu işlevi üstlenmiş olan STK’ların öne çıkarılmasını da zorunlu ve gerekli kılmıştır.
Bütün bunlardan, STK gerçekliğinin geniş işçi ve ezilen kitlelere açıklanmasının, devrimci hazırlığın hayati görevleri arasında yer aldığı sonucu çıkar. Doğal olarak yürütülecek ideolojik mücadele ve siyasal teşhir bir bütün oluşturacaktır. İşçi sınıfı ve ezilen kitlelerin kazanılması devrimci hazırlığı, burjuvazinin yaratmak istediği ideolojik belirsizliği, bulanıklığı bertaraf etmeyi, işçi sınıfı ve ezilen milyonların sınıf bilincini berraklaştırmayı, STK’ları teşhir ve tecrit etmeye hedefleyecektir.