Anadolu Halk Gerçekliğinin Bir Öğesi: Efeler Ve Zeybekler

“Efe ve zeybek, hakkını arayan adamdır. Saltanat devrinin o karmaşık, halkı adam yerine koymayan, herkesi hiçe sayan idaresinde, zulme boyun eğmeyen adamdır. Köylerde, kasabalarda insanlar arasında yaşarken hükümet denen kuvvete, haklı derdini anlatamayınca silahını kapar, dağlara çıkar. Orada hürriyetine kavuşur, kendi hükümetini kurardı.

Bir de çalıkakıcı vardı. Bu düpedüz çapulcu hırsızdır. Çalar, çırpar, merhamet, hak, namus bilmez. Soyar durur. Sonra ormanlarda saklanır. Elindeki avucundaki bitince tekrar yol keser, köy basar, soygunculuk yapardı.

Efeyi, zeybeği bu serseri ile karıştırmayınız. Zeybekler efenin yardımcısıdır. Çalmaz, soymaz. Çalanın, çırpanın düşmanıdır. O; yalnız zulme, hak tanımayan hükümet kuvvetine meydan okur. Dağda jandarma ile karşılaşınca kaçmaz, çarpışır. Güpegündüz şehirlere, kasabalara iner. Halkın sırtından kasalarını doldurmuş zenginleri haraca keser, imana getirir. Fakat bunları gizli kapaklı değil, dobra dobra apaçık yapar. İsmini, hüviyetini bildirir. ‘Ben filan efeyim. Hükümet bilsin, gelsin, arasın bulsun beni’ diye haber bırakır. Efe intikam bilmez, kin tutmaz. Öyle yapsaydı zaman zaman sürü sürü insanları öldürmesi, ortalığı kana bulaması icap ederdi.” (Yörük Ali Efe)

Bu yazımızda, genel tanımı Yörük Ali Efe tarafından yapılan efelik ve zeybeklik olgusunu kısaca tanıtmaya çalışacağız.

Zeybeklik, Osmanlı saltanatına karşı Ege bölgesi ezilen köylülüğünün isyan çığlığıdır. Zeybeklik, yerel despotlardan, tefecilerden, toprak ağalarından hesap soran, ezilen halkı kollayan bir paralel iktidar kurumudur. Kökü halkın içindedir. Osmanlı’nın sayısız kanlı yıldırma takipleri, zeybeklik geleneğini halk arasında sadece daha köklü hale getirmiştir.

Efe ve zeybek, Osmanlı döneminde Anadolu’nun her köşesinde kendine özgü biçimlere bürünen sosyal isyancılığın Batı Anadolu’da/Ege’de büründüğü kültürel biçimdir. İç Anadolu’da Çöllo, Çukurova’da ince Memed neyse, Ege’de de efeler odur. Ancak zeybeklik, sosyal isyancılığı bir kurallar ve davranış modelleri dizisi içine sokmuş, kurumlaştırmıştır. Zeybek kültürünün temel öğeleri, tüm sosyal isyancı eşkıyalar da görülür.

Zeybeklik bunu ezilen köylü sınıfının direniş kültürü şeklinde kurumlaştırmıştır. Zeybeklik, Ege köylüsünün feodal baskıya karşı bir savunma ve dayanışma sistemidir.

Osmanlıya göre zeybekler, “eşkıya”, “eşirra” (azgınlar), “kutta-i tarik” (yol kesiciler), bozguncu ve “haydut”turlar.

Dinleri imanları yoktur. “Haşarattırlar. Tıpkı bugün ezilmişliğe isyan eden Kürt yurtseverlerinin, devrimcilerin ve komünistlerin rejimin resmi dili tarafından aşağılanması, karalanması ve lanetlenmesi gibi, efeler ve zeybekler de Osmanlı tarafından sınırsızca aşağılanmıştır. Hatta Abdülhamid döneminde zeybek haberlerine, özellikle de Çakırcalı Mehmet Efe ile ilgili haberlere resmi sansür konulmuştur. Halka göre ise onlar birer kahraman, “halkın hak arayan kılıcı”dırlar. Batı Anadolu’dan Çukurova’ya uzanan şeritte efeler ve zeybekler için yakılmış sayısız halk türküsünde, ağıdında bu hayranlığın, övgünün ve saygının açıkça ortaya konduğunu tespit etmek mümkündür.

Zeybeklik olgusu, bizzat Osmanlı’nın köylünün sömürüsüne ve Avrupa’nın sömürgeci fetihlerle istila edilmesine dayalı sosyo-ekonomik koşullarından doğmuştur. Padişahın vergi tahsildarlarından yerel toprak beylerine, yerel idarecilere, tefecilere kadar köylü sınıfını cendereye alan tüm bir siyasi ve ekonomik baskı aygıtı karşısında köylülüğün özsavunma aracıdır, zeybeklik. Barış dönemlerinde baskı ve zorbalıkla inletilen, ürünlerine el konan köylülük, savaş dönemlerinde de yıllar süren askerlik angaryasına ve ek savaş verilerine maruz kalır. Ağa soyu, yerel despotların aileleri askere gitmezken, ezilen köylü beş yıla varan askerliğin ardından, köyüne ya tabut içinde döner, ya da sağ dönerse ailesinin dağıldığını görür.

Tüm efe hikâyelerinin başlangıcı benzerdir. Ya bizzat uğradığı ya da tanık olduğu bir haksızlığı düzeltmek için “kanunu çiğner” bir köylü. Ve o güne kadar adım adım biriken kinin ve öfkenin bu biçimde patlak vermesi, köylüyü dağlara götürür. “Kurt bunalırsa düze iner, kul bunalırsa dağa çıkar”... Zeybeklik olgusu, 16. yüzyıla, yani resmi tarihe göre Osmanlının “yükseliş dönemine” kadar uzanır. Zira bu “yükseliş”in temelini oluşturan sömürgeci seferler için gerekli mali kaynaklar, Anadolu köylülüğünün acımasızca soyulmasıyla elde edilir. Tarih kitaplarında ballandırılarak anlatılan “şanlı” seferlerden önce, yoksul Ege köylüsünün üzerine tahsildar “seferleri” düzenlenmiştir.

Zeybeklik olgusu, Osmanlı’nın “duraklama” döneminden “gerilemeye”, oradan Abdülhamid istibdatla, 1908 devrimine ve nihayet Kurtuluş Savaşına kadar uzanır.

İzmir’in işgaliyle açılan dönemde, zeybek çeteleri, hızla ulusal kurtuluş savaşı yürüten gerilla çetelerine dönüşür. Emperyalistlere ve onların aleti olan Yunan ordusuna karşı ilk direniş zeybek çeteleri tarafından yürütülür. Kurtuluş Savaşının ilerleyen aşamalarında ise Batı cephesinin asli gücünü oluşturan gerilla çeteleri, ezilen köylülüğün iradesini yansıtan bir kendine has bir önderlik, bir program ve bir ordulaşmaya sıçrayamadılar. TKP ve Halk İştirakiyyun Fırkasıyla kurdukları ilişkiler de bu düzeye varamadı. Nihayetinde, Ankara’da kurduğu önderlik ile ulusal mücadelede hegemonya kuran burjuvazi, düzenli ordunun kurulması aşamasında, bu adımı aynı zamanda zeybek çetelerinin de tasfiyesine vesile yaptı. Düzenli orduyu burjuvazi kurduğu için, bunu kendi amaç ve programına bağladı. Zeybek güçlerine, ya düzenli orduya katılma ya da ezilme ikilemi dayatıldı. Böylece zeybek çeteleri, düzenli ordu disiplini içinde, burjuvazinin siyasal egemenliği içinde eritildi.

Cumhuriyetin kuruluşundan bu yana zeybeklik olgusu ortadan kalktı. Ancak zeybeklik, Türk halk geleneğinde isyancılığın, başkaldırının, haksızlığa karşı adalet arayışının bir sembolü olarak tarihte yerini aldı. Kemalizm ise kendisi Osmanlı’nın soyundan geldiği ve bizzat zeybekliği zor yoluyla tasfiye ettiği halde ikiyüzlü biçimde zeybekliğin mirasını sahiplendi. Bu mirası, Türk milliyetçiliğinin bir öğesi haline getirdi. Köylülüğü Osmanlı’dan daha ağır yöntemlerle soymaya devam ettiği halde, ezilen köylülüğün isyancılarını kendi ideolojilerinin içine çekip zeybekliğin özünü boşalttı. Zeybeklik; tarihsel mirasına uygun bir öze, ancak devrimciler, komünistler tarafından kapitalizme, emperyalizme ve faşizme karşı mücadelenin bir imgesine dönüştürülürse bulabilir. Bu yazının bir amacı da budur.

Zeybeklik geleneğinin kimi unsurları...

Zeybek, bir haydut değildir. Kuşkusuz o da soygun yapar. Ama o zenginleri soyar. Aldıklarının bir kısmını kendi çetesinin geçimine harcar, bir kısmını ise köylülüğe dağıtır. Köylünün sırtından geçinen asalaklardan aldığı parayı yoksul köylülere dağıtarak sömürüyü bir parça da olsa sınırlandırır. Elindeki gücü ezilen köylü sınıfının çıkarları için kullanır. Bunun karşılığında köylü kitleleri de onu korur ve yaşatır.

“Çalıkakıcı”lar gibi halka saldırmaz. Ağaların, despotların hizmetine girmez. Yoksullara zulmetmez. Bunu yapanlar ise, diğer efeler tarafından cezalandırılır.

Zeybekliğin kurallarına dair genel bir fikir vermesi bakımından, 20. yüzyıldan bir örneği, zeybeklik geleneğinin yüzyıllardan süzülüp gelen en yetkin temsilcilerinden birini, Çakırcalı Mehmet Efe’yi ele alalım. Çakırcalı’nın zeybekleri uymakla yükümlü kıldığı temel kurallar şunlardı:

“1. Fakir-fukarayı ezmeyeceksin, yetim hakkı yemeyeceksin, elinden geldiğince onlara yardım edeceksin.

Kadına-kıza kötü gözle bakmayacaksın, saldırgan olmayacaksın. Her koşulda onları koruyacaksın. (Bu kuralın çiğnenmesinin cezası genellikle ölüm olmuştur, bn.)

Zorunlu olarak görev yapan, tamamına yakını fakir köylü çocuğu olan askere zorda kalmadıkça silah çekmeyeceksin, çatışmaya girmeyeceksin. (Paralı asker olan ve özel işi zeybekleri izlemek olan zaptiyelere ise hiçbir acıma yoktur, bn)

Nerede ve nasıl olursan ol, adil olacaksın, doğruluktan ayrılmayacaksın.”

Burada sözü geçen “adalet” kuşkusuz ki, feodal Osmanlı düzeninde ezilen, emekçi köylülüğün adaletidir. Adalet kavramı, onu dile getiren sınıfın toplumsal çıkarlarında ifadesini bulur. Zeybekliğin karşısında direnişe geçtiği “adaletsizlik”, feodal baskı ve sömürü koşullarından başka bir şey değildi. Bu bakımdan zeybekliğin adalet kavramı da köylünün sırtından asalak biçimde zenginleşen beylerin soyulması, gelirin yoksul köylülere aktarılması, Osmanlı’nın Aydın İhtilalinde Atçalı’nın ele geçirdiği bölge vergi tahsildarlarının halkı soymasına izin verilmemesi, yıllarca süren askerlik angaryasına tabi olmak istemeyen gençlerin korunması ve çeteye alınması idi.

Efeler, köylere köprü yaptırmak, yoksul gençleri evlendirmek gibi ‘hayır işleri’ yaparak bir tür sosyal güvence kurumu olarak da işlev görürlerdi. Bu tür yardımlar, hem dayanışma ruhunu geliştirir hem de halkı efeyi korumaya kollamaya daha fazla sevk ederdi.

Bir zeybek deyişinde söylendiği gibi: “Halkın uzağına düşen, düşmanın tuzağına düşer.”

Efe, baskıdan bunalan köylüleri çetesine zeybek olarak kabul eder. Sayısız köyde pek çok “yatak” ona yardımcı olur, barındırır, istihbarat taşır. Yatak örgütü, efeliği toplumsallaştırır. Çünkü efe, kendisine yataklık yapanları korur, kollar. Yataklar da efeyi. Böylece efe, yüzlerce, giderek binlerce, hatta onbinlerce köylünün çıkarlarını temsil eden bir odak durumuna gelir. Bazı efelerin kendi çetelerinin dışında, hakimiyeti altında çalışan “muavin çete”leri de vardır.

Zeybek çetesinin unsurları; tüm çeteyi mutlak bir otoriteyle yöneten efe, onun sağ kolu ve yardımcısı baş zeybek, çetenin savaş gücünü oluşturan zeybekler ve zeybekliğe yetişmekte olan kızanlardır.

Yoldaşlık olgusu, zeybek kültüründe yer alan bir diğer unsurdur. Efe’nin yönetimindeki tüm çete, birbiriyle “yoldaş” idi. Bunun anlamı, en zor anlarda dahi kader birliği halinde olmaktır. Çatışmada ölüm pahasına birbirini kollamaktır. Zeybeklikte yoldaşlık kavramı, yiğitlikle iç içe geçmiştir.

Zeybekliğin eleştirisi

Ancak diğer yandan zeybeklik, “adaletsizliğe isyanını iktidarı almaya yöneltmemiştir. Bunun yegâne istisnası, aşağıda ele alacağımız Aydın İhtilalidir. “Ovalan beyler, dağları efeler yönetir” deyişinde de ifade edildiği üzere efeler dağda, Osmanlı iktidarına paralel ikinci bir iktidar yaratmayı tercih etmişlerdir. Efe, bu ikinci iktidar aracılığıyla sömürüye ve baskıya müdahale eder, bunları bir ölçüde sınırlar, ancak alternatif bir iktidar yaratmaya yönelmez.

Bu olgu, kısmen feodalizmde köylü sınıfının dağınık ve yalıtık konumundan kaynaklanır. Köylülük ortak bir sınıf olarak hareket etme, iktidarı ele geçirmek için örgütlenme olanaklarına sahip değildi. Bedrettin, Celali isyanlarında ve Aydın İhtilalinde olduğu gibi, ayaklanmalar gerçekleştirdiğinde de Osmanlının yıldırma seferleri ve kanlı kıyımlarla eziliyordu.

Diğer yandan, köylülüğün içinden gelen efeler, alternatif bir düzen tasarlayacak bir kültürel birikime dayanmıyorlardı. Atçalı Kel Mehmed bu bakımdan da bir istisnayı oluşturur. Efeler, yeni bir düzen alternatifi oluşturmada, ne işçi sınıfı gibi merkezileşmiş ve belli kentlerde yoğunlaşmış bir sınıfa dayanabiliyorlardı, ne de aydınların desteğini alabiliyorlardı.

Zeybek kültürü bu bakımdan protestocu bir kültürdür. Devrim yapma ve iktidarı alma yoktur bu kültürde. Atçalı gibi, fiilen yerel iktidarı ele geçirenleri bile, Osmanlı Sultanına bağlılıklarını bildirmişler, sorunlarının kötü yerel yöneticilerle olduğunu ilan etmişlerdir.

Ezilenler, örgütlenirken, onların birinci öğretmeni daima egemenler olmuştur. Zeybek örgütü de feodalizmin ataerkil ve despotik kültürünün izlerini taşır.

Efenin mutlak otoritesi bunun bir göstergesidir. Zeybekler efenin sözünü tartışamazlar, karşı çıkamazlar, başka bir yol öneremezler. Efe, zeybek çetesinin yegâne söz söyleyenidir. Zeybekler, tüm kaderlerini efeye bağlamakla birlikte alınacak kararlar konusunda hemen hiçbir söz sahibi değillerdir. Bu mutlak otorite, kısmen dağın zor yaşam koşullan ve disiplin gereğinin; ancak büyük oranda da feodal toplumsal geleneklerin ürünüdür.

Aynı geleneklerin izini, kadının konumunda da görürüz. Kadınlar zeybek olamazlar. Efe ve zeybekler evlenebilirler, ancak eşleri daima pasif ve ikincil bir konumdadır. Çakırcalı Mehmet Efe’nin eşi Iraz, kimi görüşmeleri yürütmek gibi işler üstlense de esasta pasiftir. Atçalı Kel Mehmet’in eşi Fatma’nın ise, ayaklanmadaki rolü, Atçalı Aydına girdiğinde yapılan görkemli düğünden ibarettir.

Aydın İhtilali

Aydın İhtilali, 19. yüzyılda yaşanmış büyük bir köylü hareketidir. Atçalı Kel Mehmet, Aydın bölgesindeki Atça köyünde doğmuş yoksul bir ırgattır. Yetimdir. Köyün muhtarı ve ağası Hüseyin ağanın kızı Fatma’ya sevdalanır. Bu yüzden aşağılanır, hor görür, şiddete uğrar. Bir onur patlaması yaşar ve dağlara çıkar.

Atçalı, önce kişisel intikam peşinde koşar. Amacı Hüseyin ağayı cezalandırmak, Fatma’ya kavuşmaktır! Ancak efelik geleneğiyle buluşur ve giderek eylemlerinin içeriği toplumsal bir karakter kazanmaya başlar. Hüseyin ağadan fidye alıp halka dağıtır. Bir müddet düze indiyse de tekrar dağa çıkar.

Giderek bölgedeki tüm ağaların ve Osmanlı yöneticilerinin kabusu olur. Atçalı’nın eylemleri, Aydın Cezaevini basıp, idama mahkum arkadaşlarını kurtarmasıyla doruk noktasına çıkar. Binlerce yörük ve Türkmen aşireti Atçalı’nın etrafında kenetlenmeye başlar. Zaten Padişahın savaş dönemine özgü “Avânz” vergisini barış dönemi olmasına rağmen halktan kesmeye devam etmesi halkı barut fıçısı haline getirmiştir. Bu büyük öfke, Atçalı’da kendisine bir dayanak bulur. Halk, yıllarca dağlardan sökülemeyen bir adalet simgesi olarak Atçalı’yı umut görür. Kendi kentine, adaleti sağlamak, zorba yöneticileri değiştirmek üzere Atçalı’yı çağırır.

Aydın İhtilali, Ekim 1829’da başlar. Etrafında zeybeklerden ve yörüklerden oluşan 78 bin kişilik bir ordu oluşturan Atçalı, önce Kuyucak’a girer. Buradan Nazilli halkının çağrısına uyarak bu kasabayı ele geçirir. Ardından ise Aydın-Güzelhisar’a girer. Aydında Fatma’yla görkemli bir düğün yapar.

Bugünkü İzmir’in Tire, Ödemiş ve Bayındır ilçeleri, bugünkü Manisa’nın Salihli, Turgutlu ve Alaşehir ilçeleri, Kütahya’nın Kula ve Uşak’ın Eşme ilçeleri ile Denizli’nin Buldan ilçesini ele geçirir. Toplam 24 yerleşim biriminde Atçalı’nın hakimiyeti kurulur. Atçalı, girdiği bütün kentlerde yerel yöneticileri değiştirir. Çoğu kente zeybek başlarını ve efeleri yönetici olarak atar. Halkın şikayetçi olmadığı yöneticileri ise değiştirmez.

Atçalı, hakim olduğu bölgede vergileri kendisi toplar. Halktan aldığı vergi, eskisine nazaran çok cüzi orandadır. Atçalı, topladığı bu vergileri merkezi yönetime yollamaya devam eder. Bununla bir denge siyaseti izler. Ancak bu tavrı, Osmanlı’nın hışmına uğramasını engellemeyecektir.

Bu oldukça geniş coğrafyada, ezilen köylü sınıfının damgasını taşıyan yeni türde bir iktidar kurulur. Atçalı, kendi mührünü bastırır, bölgede iktidar gücü olarak hareket eder. Yol güvenliğini sağlar, kentlerde yağmayı önler.

Atçalı, köylülüğün vergilerle sömürülmesine son verir. Bu vergiler, gerçekte feodal sömürünün pararant biçimindeki araçlarıdır ve gerçekten bitmek tükenmek bilmemektedir. Öşür, ağnam, salâriye ve avârız gibi merkezi yönetimin aldığı vergilere, ağanın payı olarak alman vergi, ve tüm bunlara da ağaların keyfi olarak aldığı “salgın” vergisi ekleniyordu. Ki bu sonuncusu, ağanın adamlarıyla birlikte bir köye gelip, köylünün nesi var nesi yoksa alması anlamına geliyordu.

Atçalı, merkezi iktidara yönelik kaleme aldığı bir belgede ayaklanmanın taleplerini şöyle formüle eder: Tüm emeği ve tarlaları, bahçeleri ile hayvanları çeşitli yollarla ele geçirilen köylülerin üzerindeki baskının dizginlenmesi. Ağa, bey ve tefeci kapılarında karın tokluğuna ırgat, yarıcı haline getirilen halkın durumunun düzeltilmesi. Serbest ticaretin ve tarımın korunması. Toplumsal güvenlik ortamının ve gezi özgürlüğünün sağlanması. Adaletsizliğe yol açan kanunların değiştirilerek daha eşitlikçi kanunların yapılması. Yıllarca sürerek insanları bitirip tüketen, ocakları söndüren askerlik yeni esaslara bağlanması.

Osmanlı Vak’anüvislerinden Ahmet Lütfi Efendinin Atçalı için söylediği: “Yanında okur yazar, söz anlar ademler varmış” sözü, Atçalı’nın dönemin kimi aydınlarıyla da ilişki kurmuş olabileceğini düşündürmektedir.

Keza Atçalı’nın isyanı, 1821’de başlayan Mora isyanından da etkilenmiş olabilir. Türkmen ve Rum köylülerini birlikte ezen Osmanlı düzenine karşı Mora köylülerinin isyanı adalar üzerinden Batı Anadolu’ya da etkilemiştir. Bu isyanın önder kadrolarından Dimitrios Ypisilantis, Türk halkına gönderdiği mektupta, Osmanlı’nın zulüm ve adaletsizliğinin sadece Hristiyan değil, Müslüman halkı da ezdiğini belirterek, “Bizler; eşitsizliğe, adaletsizliğe, baskı ve zulme karşı savaşıyoruz” demektedir. Mektupta, “Haksız ve zorba yönetime son vermek ve adil kanunların koruması altında kardeşçe ve yurttaşça bir arada yaşamak için” destek talep edilmektedir.

Osmanlı’nın Aydın İhtilaline yanıtı tanıdıktır. Büyük bir ordu derlenerek İhtilal bölgesine yollanır. Aralık 1829’da Osmanlı ordusu Aydına girerek hakimiyeti ele geçirir. Atçalı yenilginin kaçınılmaz olduğunu görüp binlerce zeybekle birlikte dağlara geri çekilir. Osmanlıya en güçlü direniş Turgutlu’da olur. Aydın İhtilalinin ömrü iki ay sürer.

Atçalı, kış koşullarında zeybeklerine küçük gruplar halinde dağılma emrini verir. Mayıs’ta zeybek gruplan yeniden birleşmeye başlar. Atçalı, zeybekleriyle birlikte Nazilli üzerine yürür. Nazilli’yi ve ardından Atça’yı alır. Arpaz ve Karahayıt’ı alarak yeniden Aydın üzerine yürür.

Aydın’a iki saat mesafedeki Tepecik köyünde Osmanlı ordusuyla zeybek ordusu karşı karşıya gelir. Atçalı ve zeybekbaşları Turnalı Ali ile Palabıyıkoğlu burada öldürülür. Başsız kalan zeybek ordusu dağılır.

“Benim amacım fukarayı korumaktır, voyvodaların zulmüne karşı memleketi kollamaktır” diyen devrimci Atçalı, Tepecik’te şehit düşer. (Voyvoda, iltizama verilen yerlerin kirasını toplayan devlet görevlisidir)

İsyanın bastırılmasının ardından, Osmanlı, zararlarını bölgedeki Türkmen köylülerine fatura etti. Halktan, savaş tazminatı niyetine çok ağır vergiler aldı. Ayrıca sarp noktalardaki ve dağlardaki köylüleri zorunlu sürgüne tabi tuttu.

"Osmanlı'ya güven olmaz"... Çakırcalı Mehmet Efe

“İzmir’in kavakları, /Dökülür yaprakları, /Bize de derler Çakıcı, /Yakarız konakları”

Çakırcalı, ya da Çakıcı, Efelik geleneğinin en ileri temsilcilerinden biridir. Onun kurduğu zeybek örgütü, zeybekliğin tüm mirasını en üst düzeyde içerir.

Çakırcalı Mehmet Efe, 1880’lerde “düze inerek”, yani Osmanlı’yla anlaşma yaparak dağdan inen bir efenin oğludur. Babası Çakırcalı Ahmet Efe, düze inen birçok efe gibi Osmanlı tarafından katledilmiştir. Babasını yitirdiğinde 8 yaşında olan Çakırcalı Mehmet, 15 yaşında dağlara çıkar ve kısa sürede Efe olur. 1897’den 1912’ye kadar Ege dağlarının efendisi olur. Çakıcı, onlarca silahlı adamı, binlerce hatta onbinlerce yatağı ve kendisine bağlı 33 tane “muavin çete”siyle neredeyse tüm Ege bölgesini denetimine alır. Çakıcının hakimiyeti, Ege’yi kendisinden yana olanlar ve karşı olanlar biçiminde saflaştırır.

Çakıcının gücü öylesine büyük, hakkında anlatılan efsaneler o kadar yaygındır ki, Abdülhamid’in başkatibi Kara Tahsin Paşa, Çakıcının İstanbul Yıldız Sarayım basacağına dair bir ‘istihbarat’a hem kendisinin hem de Abdülhamid’in inandığını ve korktuklarını itiraf eder: “Çünkü bu haydudun yapamayacağı bir şey yoktu.”

“Osmanlı’ya güven olmaz” sözünü sıkça yineleyen Çakıcı, Osmanlı’yla düze inme anlaşması yapmak için çok ağır koşullar öne sürmüştür. Babasının katilinin acı hatıralarını taşıyan Çakıcı, Osmanlıya şu koşullan dayatmıştır: Çakıcı ve çetesi tüm kişisel haklardan yararlanacak ve silahlarını muhafaza edecek. Çete, Çine’nin Akçaova köyünde oturacak; bu köye hiçbir sebeple jandarma, asker, tahsildar ve herhangi bir hükümet mensubu girmeyecek. Haklarında geçmişe dönük hiçbir takibat yapılmayacak. Akçaova’da vergileri Çakıcı toplayıp hükümete verecek.

Osmanlı’nın bu koşullan kabul etmesiyle Çakıcı, 1904 Mayısında yüze inmiştir. Ancak Osmanlı’nın şartlan ihlal etmesi sonucunda tekrar dağa çıkan Çakıcı, 1906 Nisanında daha iyi koşullarla tekrar yüze inmiştir:

Bazı yerel jandarma komutanlarının sürgün edilmesi, Çakıcının köyüne hiçbir jandarma vb.nin girmemesi, Çakıcı çetesine mensuplar hakkında yeni kovuşturma yapılacaksa, bu kişilerin Çakıcıdan talep edilmesi vb.

Çakıcı, ovaya indiği bu dönemde geniş bir bölgenin yerel yöneticisi olarak davranmış, ağaların haksızlıklarını düzeltmiş, bölgedeki atamalara kadar bir dizi devlet işine karışmıştır.

Zaten zeybeklik töresine göre, bir zeybek, düze inse de zeybekliği sürer. O, zeybek töresini düze indiğinde de uygulamaya devam eder. Ve her an yeniden dağa çekilebilir.

O dönem Ege bölgesine gelen iki Avrupalı gözlemci, Çakırcalı’ya dair şunları anlatıyor:

“Çakıcı Mehmet, kimilerince kendisinden korkulan, nefret edilen, kimilerince de sevilen ve hayran olunan birisiydi.

İzmir ve dolaylarında adı korkuyla anılırdı. O bir eşkıya başı (efe), belki de daha iyi bir deyimle Anadolu halkının yüreğine seslenen bir tür isyancı başı idi. Sanki O, Anadolu halkı için Köroğlu’nun bir yansıması idi. ... Güvenilir ve korkusuz, asaletli ve cesur olarak, ama yönetimin ve tefecilerin en büyük düşmanı ve başkesici, ancak ezilenlerin ve yoksulların dostu olarak biliniyordu.” (Prof. Enno Littmann)

“Çakıcı Mehmet Efe, babasının öcünü almak için isyancılık yapıyor. Aldığı paraları halka bağışlıyor, fakirlere veriyor. Köprüler, yollar yaptırıyor. Böylece kendisini halkın sevgilisi haline getirmiş durumda. Halk da kendisini böylece hem koruyor, hem de tehlikelere karşı uyarıyor. Çakıcı akıllı, bilinçli, cesur bir adamdır. Zira kanlı işlerden hiç çekinmez, ama kalbinin asil ve yiğit eğilimini de her zaman gösterir.” (Alman gezgin Carl Hopf)

Çakıcı tekrar dağa çıktıktan sonra, 1912’de bir çatışmada vurularak ölür.

Kurtuluş Savaşı'nda zeybekler

1. Emperyalist Paylaşım Savaşına “Turan imparatorluğu” hayalleriyle katılan Osmanlı, çürümüş yapısının her yandan çatırdayıp çöküşünü yaşadı. Uzayıp giden savaş yıllan boyunca Ege dağlarında asker kaçaklarıyla dolup taştı. Efeler ve zeybeklerin dağlarda hüküm sürdüğü bir dönemdi bu. Savaşın bitiminde emperyalistler Osmanlıya teslimiyeti kabul ettirdiklerinde ve Yunan ordusu, emperyalizmin aleti olarak Batı Anadolu’ya çıktığında, zeybekler bu kez ulusalcı bir direniş gücüne dönüştüler.

İzmir’in işgalinin ardından, Aydın ve Manisa üzerine, oradan daha da içerilere doğru ilerleyen Yunan ordusunu durduran zeybekler olmuştur. Bu olguyu, “Efeler yolumuzu kesmeselerdi, Ankara toparlanmaya vakit bulamazdı” tespitini yapan Yunan işgal Kuvvetleri Komutanlığı da doğrulamaktadır.

“Biz yürüyelim, millet arkamızdan gelir” (Yörük Ali Efe) diyen efeler ve zeybekler, işgalcilere karşı gerilla savaşı vermişlerdir.

Ege’de Kurtuluş Savaşının ilk fitili, 16 Haziran 1919’da, Malgaç baskınıyla çakılmıştır. Yörük Ali Efe ve 100 adamı, Malgaç bölgesinde bir köprüyü tutan Yunan birliğini tamamen imha etmişlerdir. Keza, Ahmetli ilçesindeki Yunan birlikleri de baskına uğratılmıştır.

Yunan ordusuna karşı ilk geniş çaplı direniş ise, Aydının ele geçirilmesidir. 29 Haziran 1919’da Aydının üzerine yürüyen, Yörük Ali Efe’nin ve Osmanlı ordusundan gelme Albay Şefik’in komitasındaki zeybekler beş bin askerle korunan kenti ele geçirmeyi başardılar. Bu arada, Osmanlı birliğinin toplarının da kullanıldığı bu çarpışma, Kurtuluş Savaşı’nda topların kullanıldığı ilk muharebe unvanını da taşır.

Yörük Ali Efe, Demirci Mehmet Efe, Gökçen Efe, Sökeli Cafer Efe, Tuzcu Efe, Danişmendli İsmail Efe, Postlu Mestan Efe gibi birçok efe, 1919’un o karanlık günlerinde Anadolu’da direnme fikrini, umudunu yayan ilk gerilla savaşını verdiler. işgalcilere karşı direnişi örgütlemek isteyen eski ittihatçılar ve subaylar, bu hazır savaş gücünü karşılarında buldular. Ege’nin Osmanlıya karşı yüzyıllardır birikmiş isyan geleneği, bu kez işgalcilerin karşısına dikildi.

Resmi tarihin Samsun’dan başlattığı Kurtuluş Savaşı, gerçekte zeybekler tarafından ve Ege’de başlatılmıştır. Tabii, Güney’de Fransızlara karşı yerel halk tarafından verilen savaşımı da buna eklemeliyiz.

Osmanlı döneminin efeleri, işgal döneminde gerilla komutanları olmuşlardır. Ankara’da oluşan burjuva önderlik, öncelikle bu gerilla hareketini tanımış, efelerine ve komutanlarına resmi payeler vermiştir. Örneğin, Demirci Mehmet Efe önce Aydın bölgesi Kumandanı, sonra tüm Batı Cephesi Kumandanı olmuştur.

Ancak daha sonra, Kemalistler, ezilen köylülüğün iradesini yansıtan bu güçleri kendi boyunduruğunun altına almaya yönelmiştir. Düşmanın yenilmesi için düzenli bir ordunun kurulması gerekliliğini, Çerkez Ethem, Demirci Mehmet, Yörük Ali ve diğer köylü isyancılığı önderlerini egemenliği altına almak için kullanmıştır. Mustafa Kemal sadece işgalcileri kovmak için değil, kendi sınıfının egemenliğini kurmak için de savaştığından, henüz Yunan işgali sürerken gerilla çetelerine askeri gücünü dayatmıştır. Ya Ankara’yla çatışmak, ya da düzenli ordunun saflarına katılmak... Bu seçenek karşısında Yörük Ali Efe orduya katılmış, Demirci Mehmet önceleri direndiyse de sonuçta orduya katılmış, Çerkez Ethem ise bu dayatmayı kabul etmemiş, ancak kendisini işgalcilere teslim olmaya kadar götüren bir trajedi yaşamıştır.

Gökçen Efe ise 21 Kasım 1919’da, Tire’nin Fata bucağında işgalcilerle bir çatışmada şehit düşmüştür. Onun anısına Kemalistler sonradan Fata’nın adını Gökçen bucağı olarak değiştirdiler. Rejimin ideologlarından Halide Edip Adıvar’ın “Efe’nin Yemini” öyküsü, Gökçen Efe’yi anlatır.

Kemalist burjuvaziyle Ege’deki gerilla çeteleri arasında yaşanan bu gerilim ve çatışma durumu, her ulusal kurtuluş savaşının, aynı zamanda bu savaşa katılan sınıflar arasında bir hegemonya savaşı olduğu gerçeğini bize bir kez daha göstermektedir. Aynı olgu, TKP önderliğinin Karadeniz’de boğdurtulmasında ve Meclis’teki Halk İştirakiyyun Fırkasının tasfiyesinde de kendini gösterir.

Osmanlı’dan egemenlik mirasını devralan Türk burjuvazisiyle zeybeklik arasındaki ittifak, işgal karşıtı savaş sürerken mümkündü. Ama bu savaşın sona ermeye, zaferin kazanılmaya yüz tuttuğu dönemde, gelecekte kurulacak düzen sorunu bu iki sınıfsal gücü karşı karşıya getirdi. Türk burjuvazisi, zeybekliği ve Ege’de oluşan Kuvva-i Seyyare birliklerini dağıtarak, gelecekteki iktidarının temellerini güçlendirmiştir.

Kurtuluş Savaşının bitiminin ardından, efelik ve zeybeklik geleneği pratikte son buldu. Kemalistler, zeybeklik geleneğini, tam da ezilen köylülükle ittifaklarının sınırına, yani işgalcilere karşı vatan savunmasına doğru daraltarak sahiplendiler.

Sonuç... Zeybekler ve devrimimiz

Özü ve ruhu itibariyle evrensel bir ideoloji olan Marksizmin bayrağını bu topraklarda dalgalandıran Marksist Leninist komünistler, bunu, ezilenlerin bu topraklardaki mücadelelerin biriktirdiği ve taşıdığı tarihsel-toplumsal, ulusal-kültürel değerler sistemine de dayandırmalıdır. ML komünistler, halklarımızın isyan tarihinin değerlerini, egemenlerin küllendirmelerinden arındırıp yeniden soylulaştırmalı, devrimci kavganın kaldıracına dönüştürmelidir.

Köroğlu, Şeyh Bedrettin, Celali isyanları, Pir Sultan Abdal, vb. gibi zeybekler de Türk halkının tarihinde, halkın kolektif bilinçaltına yer etmiş bir direniş ve isyan imgesidir. Batı’da, Türk halk yığınları arasında Marksizmin toplumsallaşmasında zeybekler taşıyıcı bir imge olabilir. Marksizmin sınıfsal başkaldırı ve devrim çağrısı, zeybeklerin direniş kültürüyle sentezlenebilir.

Komünistler, Osmanlı döneminin ve Kurtuluş Savaşının bu halkçı imgesine dayanarak, Türkiye’de halka kendilerini ve amaçlarını daha güçlü biçimde anlatabilirler.

Tıpkı Kürdistan devrimcilerinin Kawa’yı, Nikaragua devrimcilerinin Sandino’yu, Küba devrimcilerinin Jose Marti’yi simgeleştirmeleri ve bayraklaştırmaları gibi. Bu tür imgeler, devrimci proletaryanın halkı kendi siyasi programı etrafında örgütlemesini kolaylaştırır.

Zeybekler, Türk emekçi yurtseverliğinin, Türk halk onurunun bir unsurudur. Emperyalizme ve işbirlikçilerine karşı savaşan devrimciler, tarihsel bir dayanaklarını ve referanslarını Anadolu’yu işgalden kurtarmak için vuruşan zeybeklerde bulurlar.

Aynı zamanda zeybekler, ezilen köylülüğün direniş kültürüdür. IMF’nin emekçi köylülüğü yıkıma uğratan tarım politikalarına karşı mücadeleyi örgütlerken devrimciler, tarihsel dayanaklarını, yine köylülüğün sömürülmesine isyan eden zeybeklerde bulurlar.

Devrimci hareketin zeybek olgusunu güncel mücadelenin hizmetine sokmada gösterdiği belleksizlik, ulusal nihilizmin bir biçimini oluşturuyor. Zeybekliği Kemalizmin resmi yorumuna terk ediyor. Zeybekliğe sahip çıkmak, Osmanlı’da ezilen köylülüğün isyanına ve Kurtuluş Savaşının halkçı yönüne sahip çıkmaktır. Türk burjuva devleti, zeybeklerin üzerine takip kolları yollayan Kuyucu Murat Paşa’ların, Abdülhamid Sultanın mirasçısıdır, bizse dağlara hükmeden efelerin.

Türk burjuva egemenlerinin Osmanlıya sahip çıkmada gösterdiği yüksek tarih bilincine rağmen, devrimci ve komünist hareket Osmanlı ezilenlerinin direniş tarihine sahip çıkmada, güncelleştirmede ve bayraklaştırmada tutuk, edilgen ve pasiftir. Güçlü bir tarih bilinci, iktidar bilincinin mayalandığı zemini oluşturur. Kendi sınıfına ait bir tarih bilinci olmayanın iktidar bilinci de zayıf kalır.

Zeybek Yemini

Kızanlığa kabul töreni, zeybekliğin ‘ideoloji’sini formüle eden bir zeybek yeminiyle yapılır. Bu yeminin içeriği, zeybekliğin çerçevesini formüle eder. Bu yemini içen köylü, artık çetenin bir üyesi ve efenin emirlerine bağlı bir savaşçıdır. Yemin, efenin sorduğu sorulara kızanların yanıt vermesi biçiminde bir ritüeldir. Zeybek yeminini kısaltarak aktarıyoruz:

-Bu koca dağların sahibi kim? Erimiz.

-Yiğidi kim? Efemiz!

-Yiğit kime derler? Sözünde durup, efesiyle ölene...

-Korkak kime derler? Sözünden dönüp aman diyene...

-Dağ başından duman eksik olur mu? Olmaz.

-Yiğit başından güman eksik olur mu? Olmaz.

-Kara gün kararıp kalır mı? Kalmaz.

-Duvarı ne yıkar? Nem yıkar.

-Yiğidi ne yıkar? Gam yıkar.

-İnsan dünyaya ne için gelir? Gülmek için...

-İnsana gülmeyi haram edenler?.. Dertlenip gün görmeye...

-Yiğide öğüdünüz nedir? Zalimden korkmaya...

-Kurt bunalırsa nereye iner? Köye iner.

-Kul bunalırsa nereye gider? Dağa gider.

-Cömertlik ne ile olur? Vermekle olur.

-Yiğitlik ne ile olur? Vurmakla olur.

-İstemeden hak alınır mı? Alınmaz.

-Yürümeden yol tükenir mi? Tükenmez.

-Şeytana bel bağlanır mı? Yardımcımızdır, bağlanır.

-Adem uşağına bel bağlanır mı? Bağlanırsa ağlanır.

(Yeminin en ilginç kısımlarından birisi budur. Osmanlı’ya isyan eden zeybekler, Tanrı’ya isyan eden şeytanla aralarında bir özdeşlik görüyorlar. Tanrı şeytana, insana secde etmesini söylemiş, şeytan ise bunu kabul etmeyip isyan etmiştir. Dolayısıyla zeybeklikteki bu kültürel öğe, “kula kulluk etmeme” anlayışının bir yansıması olsa gerekir. Ancak tıpkı Kızılbaşlar gibi, zeybekler de Osmanlı tarafından sürekli “dinsizlik ve sapkınlık ”la itham edilmişlerdir.)

-Dirlik nedir? Yiyip yedirmek, donatıp giydirmek.

-Cömertlik nedir? Düşkünün elinden tutmak, kırık gönülleri onarmak.

-Yiğitlik nedir? Kimsesizi, arkasızı korumak, zalime karşı koymak.

-Varyemezlere acımak mı haktır, dayak mı? Dayak haktır.

-Korkunun ecele faydası var mıdır? Yoktur.

-Zalime karşı yiğitlerde ne olmaz? Merhamet...

-Korkaklar zeytini nerede döverler? Ağaç dibekte.

-Yiğitler yağı nerede kavururlar? Zalim göbeğinde...

-Eğer sözünden dönersen boynuna Ali’nin kılıcı uğrasın mı? Uğrasın.

-Yedilerin, kırkların gazabı seni çarpsın mı? Çarpsın.

(Yeminde Ali’nin kılıcına, yedilere, kırklara yapılan gönderme, İslam’da Ali’nin mazlumu temsil etmesine olduğu kadar, Batı Anadolu Türkmen köylülüğünün Alevi inancına da bir göndermedir.)

-Bu sözden dönersen yiğitler huzurunda yüzün kara olsun mu? Olsun.

-Dar günde, zor günde yolumuzdan dönmeyeceğine söz olsun mu? Olsun.

-Sır verenin seri gitsin mi? Gitsin.

(Türkiye devrimci hareketi üzerinde zeybekliğin etkilerinden birisi de sanırız bu kavramdır. “Ser verip sır vermeme”, İbrahim Kaypakkaya’da somutlaşan işkencede direniş geleneğinin bu ilkesi, tarihsel olarak zeybek töresinden gelmektedir.)

Marksist Teori

Yaygın Süreli Yayın
Varyos Yay. San ve Tic. Ltd. Şti. İmtiyaz Sahibi: Şengül Güneş Bali
Sorumlu Yazıişleri Müdürü: Şengül Güneş Bali

Bize Ulaşın

Çakırağa Mah. Çakırağa Cami Sokak Birlik Apt.
No: 8/10 Aksaray/İstanbul (0212) 529 15 94
E-posta: info@marksistteori.org Twitter: @mt_dergi