“Kaplumbağaya dikkat et! Ancak kafasını çıkarıp risk aldığında ilerleyebilir”
James B. Conant
“Devrimci politikanın bugüne kadar bilinen en büyük üstadı Danton’un dediği gibi, Atılganlık, atılganlık ve yine atılganlık”
F. Engels
Oportünistler telaşlanmışa benziyor. Parti binalarının ve gazete bürolarının sıcak köşelerinde “huzur bozucu bomba”lara karşı atıp tutuyorlar. Başta, Birgün ve Evrensel Özgürlük Dünyası yazarları olmak üzere küçük burjuva baylar, Latin Amerika’da ya da Asya’nın derinliklerinde grup ve kitlelerin devrimci şiddeti söz konusu olunca büyük puntolar ve iri harflerle bu mücadele biçimini selamlıyor, coğrafyamızda gerçekleştiğinde ise “silahların gömülmesi”nden söz ediyor, devlet şiddetini azdırdığı için devrimcileri, yurtseverleri kınıyorlar.
Paris’te sokakları tutuşturan ezilenleri destekliyorlar ama çok daha küçük çaplı bir eylem bu coğrafyada gerçekleşti mi “Vandallar şehri bastı” diye canhıraş feryat ediyorlar. Bombaların sesi uzaktan hoş geliyor, tutuşan arabaların, binaların TV’deki görüntüleri pek de heyecan verici anlaşılan. Onlar; “bizden uzak olan” devrimciliği ve kitle şiddetini pek seviyorlar, yanı başlarındaki ise anlaşılan pek “sıcak”, çok “gürültülü”!
Onlar; devrimci şiddetten duydukları derin korkuyu her defasında “bireysel terörü” “daha şiddetle” kınıyor ve tam bir utanmaz adam edasıyla Lenin’e başvurarak pespaye fikirlerini teorize etmeye kalkışıyorlar.
Bu yazının amacı, küçük burjuva oportünizminin devrimci teröre karşı takındığı tutumu eleştirmek değil, bunların emperyalist-faşist-siyonist terör karşısında ezilenlerin terörünü kınarken, Lenin’i dayanak yapmalarının ne denli büyük bir sahtekârlık olduğunu ortaya koymaktır. O nedenle, şu ya da bu yazarın şu ya da bu yazısı ele alınmamıştır. Çünkü konuyla ilgili yayınladıkları onlarca yazıda neredeyse aynı şeyleri tekrarlayıp durmaktadırlar. Her defasında Lenin’i ağızlarında pelesenk etmektedirler. Gerçekte Lenin’in konuyla ilgili düşünceleri nelerdir?
Lenin devrimci teröre karşı mı?
Lenin, 1901 Mayısında Nereden Başlamalı adlı makalesinde şunları yazıyordu.
“Biz, ilke olarak, terörü hiçbir zaman reddetmedik ve edemeyiz de. Terör savaşın belli bir anında, birliklerin belli bir durumunda ve belli şartlarda son derece uygun ve hatta zorunlu olabilecek askeri eylem biçimlerinden biridir.”
Lenin’in bu ilkesel koyuşu açık seçikken küçük burjuva reformcularımız kılını bile kıpırdatmaz. Onlar hemen şunu söyleyeceklerdir: “evet, Lenin’in sorunu ilkesel koyuşuna katılıyoruz ama” (işte bütün tılsım bu “ama”da yatıyor) “ şartların olgunlaşmasını beklemek gerekir”... Aynen böyle!
Elbette, kendilerinden pek emin olarak, Lenin’i karşımıza çıkaracaklardır. Aynı makalenin devamında Lenin şöyle der:
“Mevcut şartlarda bu mücadele aracının vakitsiz ve elverişsiz olduğunu, en faal savaşçıların gerçek görevlerinden, bir bütün olarak hareketin çıkarları açısından en önemli olan görevden saptıracağını ve hükümetin değil, devrimin güçlerini dağıtacağını, üzerine basa basa belirtiyoruz.”
Lenin’in üzerine basa basa belirttiği şeyi pek maharetli küçük burjuvalarımız çiğneye çiğneye bitiremediler.
Lenin bunları hangi tarihsel koşullarda yazıyor? Bir oportünist bu soruyla asla ilgilenmez. Onu ilgilendiren tek şey teslimiyetçi fikirlerine kanıt bulmaktır.
Lenin bu iki fikrin arasında bağlantıyı şu biçimde kurar.
“Asıl önemli olan, bugün için terörün asla savaş meydanındaki ordu için bir harekât değil, tüm mücadele sistemiyle sıkı sıkıya bağlantılı ve bütünleştirilmiş bir harekât olarak değil, hiçbir orduyla bağlantısı olmayan zaman zaman yapılacak bağımsız bir saldın biçimi olarak önerilmiş olmasıdır.”
Mesele açıklığa kavuşmuş oldu. Lenin, oportünist yasalcıların iddia ettiği gibi, devrimci şiddeti, ayaklanma anına kadar reddetmiyor, aksine onu devrimci çalışmanın her aşamasında başvurulacak bir araç olarak görüyor. Onun karşı çıktığı silahlı mücadelenin iktidar bilincinden kopuk, hareketin genel birliğinin dışında kendi başına ele alınmasıdır.
Lenin, hiçbir dönemde terörün bir mücadele biçimi olarak kullanılmasına karşı olmamıştır. Onun karşı çıktığı “terörü esas ve temel mücadele aracı olarak görmek”tir. Lenin “gözüpek bireysel darbelerin önemini inkâr edecek değiliz” diyor.
Lenin’in muhataplarıyla giriştiği polemikte karşı çıktığı temel olgu, terörün düzenli bir askeri harekât olarak düşünülmesidir. “Terör hiçbir zaman düzenli bir askeri harekât olamaz, olsa olsa tayin edici bir saldırıda kullanılan metotlardan biri olarak hizmet edebilir.” İşte, oportünistlerin bitmez tükenmez kaynaklarından biri. Onlar, diğer her şeyi bir kenara bırakarak, iki kelimenin ve bir cümlenin üzerine demir atarlar. “Olsa olsa” ve “ tayin edici bir saldırıda kullanılan bir metot.” Lenin’in ne söylemek istediği açık. Ama bir oportünist bir kez demir atacak bir liman buldu mu, onu oradan kımıldatana aşk olsun. Bu tayin edici saldırı ne zaman gelecek ve bu saldırıya nasıl hazırlanılacak?!!
Lenin bu cümlenin hemen altında şu tespiti yapar “Biz sadece birkaç düzenli birliğe sahibiz, üstelik bunlar harekete geçirilmiş bile değildir; bunların hem birbiriyle bağlantıları yoktur, hem de saldın birliğini bir yana bırakalım, herhangi bir birlik şeklinde bile eğitilmiş değildirler. Bütün bunlar göz önüne alındığında mücadelemizin genel şartlarını değerlendirebilen ve olayların tarihi akışı içindeki her ‘dönemeç’te bu şartlan hesaba katabilen bir kimse için, şu anda sloganımızın ‘saldırıya geçin’ olamayacağı, ‘düşman kalesini kuşatın’ olması gerektiği açıktır.”
Tartışma, devrimci teröre başvurulmasının doğru olup olmadığına dair değildir; tartışma, saldın taktiği için koşulların oluşup oluşmadığına dairdir. Sosyal demokratlar (komünistler) henüz bir örgüt haline dahi gelmemişken, birbirinden kopuk ve dağınıkken saldırıya geçmeyi savunanlara karşı “bütün güçleri birleştirebilecek ve harekete fiiliyatta rehberlik edebilecek bir devrimci örgütün kurulmasını” kavranılacak temel halka olarak ortaya koymak tek doğru tutumdu. Çünkü ancak böyle bir “örgüt lafta değil, fiiliyatta her protesto hareketini ve her patlayışı her zaman desteklemeye hazır ve bunu, tayin edici mücadele için uygun savaş kuvvetlerinin inşasında ve sağlamlaşmasında” kullanılabilir.
Demek ki, Lenin, saldın için önce saldırıya geçecek bir örgüt kurmak gerektiği, saldırı için “savaş kuvvetlerinin” hazırlanması gerektiği üzerinde durur.
Devrimci maceracılıktan ne anlaşılmalıdır?
Devrimci şiddete karşı “yasal dayanak” arayanların en çok başvurdukları makalelerden biri de, Lenin’in sosyalist devrimcilerle giriştiği polemiği içeren “Devrimci Maceracılık” adlı yazısıdır.
Lenin, maceracılıkla sıkı bir ideolojik hesaplaşmaya girişir. Sosyalist devrimciler, eski dönem teröristlerin hatalarını tekrarlamadıklarını ve dikkatleri kitleler arasında çalışmadan saptırmadıklarını iddia eder. Lenin, bunun geçersizliğini, sosyalist devrimcilerin yayınladıkları bir bildiriye dayanarak ispatlar.
İlgili bildiride sosyalist devrimciler, “biz terörizmi, kitleler arasında çalışmanın yerine değil, aksine sırf bu çalışma için ve onunla birlikte savunuyoruz” demelerine karşın, yine aynı bildiride emekçi halk hareketine duyulan inançsızlığın bir sonucu olarak terörizme başvurmak gerektiği oraya konmaktadır.
Lenin’in altına basa basa karşı çıktığı ana fikir budur. Ne Yapmalı makalesinde de belirttiği gibi; “İnançlarını yitirmiş olanların ya da bunun mümkün olduğuna hiçbir zaman inanmamış olanların öfkeleri ve devrimci enerjileri için, terör dışında bir çıkış yolu bulmaları gerçekten zordur.”
“Emekçi halk olmadan bütün bombalar güçsüzdür” diyor Lenin. Bunu nasıl yorumlamak gerekir? Devrimi süslü bir kavuk gibi başında taşımak dışında ona bir anlam yüklemeyen bir oportünist, bu cümleden şu sonucu çıkarır: “Bombalar gereksizdir.” Çünkü o, gerçekte devrime hiçbir zaman inanmaz. O nedenle ayaklanma anında kullanılmak üzere silahlanma ve silahlı devrime hazırlanmayı düşünmez. O, silahlanma fikrini reddetmez ama o da bilinmez bir geleceğin ürünü olduğu için, bu fikri toprağın derinliklerine gömer. Oportünistin silahı olmazsa bile, silahlanma fikri toprak altında çürümeye bırakılır. Onun için bunun bir önemi yoktur. Çünkü hiçbir zaman o fikri toprağın altından almayı aklından geçirmez.
Lenin’in yaklaşımından ise bir devrimci tam tersi bir sonuç çıkarır: “İktidar için emekçi halkın silahlandırılması.” Ya da bu cümle şöyle de okunabilir: “Bombalar yoksa, emekçi halk güçsüzdür.” “Bombaların gücü ile emekçi halkın gücünü birleştirmek gerekir.” Lenin’i böyle okumak, oportünistlerin tüylerini diken diken eder. Ama gerçekte Lenin budur. Bu cümle bombalar ve emekçi halk arasında sıkı bir ilişkiye işaret eder. İktidar zor yoluyla elde edilecekse en başta zor araçlarına, bu zor araçlarını kullanacak insanlara ve son olarak zor yöntemlerine ihtiyaç vardır. Bunlar olmadan, bunlarla ilgili tecrübe birikimi olmadan, yeterli teknik, taktik ve pratik hazırlık yapılmadan nasıl olur da işçi sınıfı savaşmayı öğrenir. Savaşmayı öğrenmeden nihai bir çarpışmaya giren bir işçi sınıfı, yenilgiyle karşılaşacaktır.
Lenin, maceracılık eleştirisini halktan, kitlelerden kopukluk, onların eylemine inançsızlık üzerine bina eder. Bir avuç kararlı devrimcinin birbirinden kopuk eyleminin kitle mücadelesinin yerine geçirilmesine karşı çıkar. Bireysel terörizmi, tek tek bireylerin yüksek devlet görevlilerini öldürme eylemleri olarak açıklar.
Oportünistler, kavramların içeriği ile istedikleri gibi oynuyorlar. Onlara kalırsa devrimci grupların her türden devrimci şiddet eylemi maceracılıktır ve yine bu devrimci grupların devlet görevlilerini cezalandırmaları bireysel terörizm kapsamına girer; bu nedenledir ki, her ikisi de lanetlenmelidir. Çünkü maceracılık ve bireysel terörizm işçi hareketini baltalar.
Bütün bu kirli fikirler Lenin’e dayandırılarak ispat edilmek isteniyor.
Oysa Lenin, yasalcıların öne sürdüğü görüşlerin aksine, sonraki bütün Rus devrim tarihi boyunca devrimci terörün her dönem uygulanmasını savunmuş ve buna karşı gelenlerle apansız mücadele etmiştir. Bunun anlamı, Lenin’in düşüncelerinin süreç için de değişmesi değil, mücadelede ideolojik önceliklerle ilgilidir. Henüz Rusya çapında bir örgüt haline gelememiş bir partinin, sosyalist devrimcilerin kitlelerin devrimci başkaldırısına karşı duydukları umutsuzluğun ürünü olan devrimci terör eylemlerine karşı örgütlenme ve kitlelere güveni öne çıkarması kaçınılmazdı. Gerçekte, Lenin’in tartıştığı, şiddetin kullanılması değil, onun her şey haline getirilmesiydi. Oportünistlerin iddialarının aksine “savaş, şiddet, terör” kavramları, Leninizm’in bütün ruhuna sinmiştir.
“Gösteriler güçlendiğinde, gösterilerin örgütlendirilmesi ve kitlelerin silahlandırılması için çağrıda bulunmaya başladık ve bir halk ayaklanmasını hazırlama görevini öne sürdük. Şiddet ve terörizmi ilke olarak asla reddetmeksizin, kitlelerin doğrudan katılışım sağlayabilecek ve bu katılışı teminat altına alabilecek şiddet biçimlerinin hazırlanması için çalışılmasını istedik.”
Görülüyor ki, “silahlanma, şiddet, terör” Lenin tarafından açık ve seçik olarak savunulmaktadır. Ve bu savunu hep aynı noktada olmaktadır: Sosyalist devrimciler şiddeti kitle hareketinin geriliği ile ve birkaç devrimci kahramanın ateşli eylemleri ile kutsarken, Lenin; şiddeti kitle hareketinin yardımcı bir unsuru, onu güçlendiren, önünü açan bir unsuru olarak benimser ve uygular.
Lenin, Sosyalist Devrimcilerin terör savunusunu üç temel noktadan eleştirir.
Birincisi, şiddetin kitlelere güvensizlik üzerine bina edilmesi,
İkincisi, “kıvrak bireylerin” şiddet hareketinin mücadelenin temel biçimi olarak benimsenmesi,
Üçüncüsü, terör eylemlerinin “kitleleri kızıştıracağı” fikridir.
Yukarıda da ifade edildiği gibi, devrimci terör devrimci mücadelenin vazgeçilmez biçimlerinden biridir. Ama sadece biridir ve her kim devrimci terörü mücadelenin herhangi bir anında siyasal mücadelenin ihtiyaçlarına bağlı ele almaz ve onu kendi başına her şeyi halleden bir tılsıma çevirirse, buna maceracılık diyoruz. Maceracılık; tanımı gereği, bir nicelik değil, bir yönelim sorunudur. Kişi sayısı ya da eylem biçimi değil bunlara biçilen roldür esas olan. Lenin’in karşı çıktığı üç temel unsur da, devrimci terörü kitle mücadelesinden kopuk ve devrime yürüyüşün bir aracı olarak görülmemesini içerir. Yoksa ne grup ve birey şiddetine, ne suikastlara, ne de devrimci eylemin bilinçlerde oynayacağı role karşı değildir.
Moskova ayaklanmasından çıkarılan dersler
Silahlı eylem tahrik nedeni olabilir mi?
“Ona göre (Plehanaov), grev zamansızdı, başlatılmamalıydı ve ‘silaha sarılmamalıydılar.’ Oysa, tam tersine, daha kararlı, daha saldırgan ve daha canlı olarak silaha sarılmalıydık; sorunları sakin bir grev sınırı içinde çözmenin imkansız olduğunu, korkusuz ve amansız bir silahlı çarpışma gerektiğini kitlelere anlatmalıydık. Şimdi artık siyasal grevlerin yetersiz olduğunu açıktan açığa kabul etmeliyiz; silahlı çarpışmadan yana kitleler arasında yaygın bir tahrike girişmeli ve ‘hazırlık aşamaları’ yaveleriyle ya da herhangi bir yolla bu sorunu bulandırmaya kalkışmamalıyız. Gelecek devrimci hareketin baş ödevi olarak korkunç, kanlı bir yok etme savaşı gerektiğini kitlelerden gizleseydik hem kendimizi, hem halkı aldatmış olacaktık.”
Lenin, “silahlı çarpışmalardan yana tahrike girişmeli” derken, Plehanov’un bugünkü çömezleri bunu provokasyon olarak niteliyorlar. Kitleleri kışkırtmak, tahrik etmek için öncü hangi metotları kullanacak?! Hiçbir silahı yokken, herhangi bir çarpışmaya girişmemişken, silahlı birliklerini eğitmemişken yalnızca sözle bu tahrik gerçekleşebilir mi?
Tahrik etme “ kızıştırma ”nın bir biçimi değil mi?
Marksistler eylem biçimine değil, eylemin hangi tarihsel koşullarda ortaya çıktığına bakarlar. Demek ki, “silahlı mücadeleye tahrik etme, kızıştırma” belirli tarihsel koşullar altında pekâlâ devrimci bir rol oynayabilir.
Devrim “korkunç, kanlı bir yok etme savaşı”dır. Leninizm’in devrim perspektifi budur. Bunu anlayamayan, buna uygun konumlanmayanlar, bırakalım bu gerçeği kitlelere anlatmayı, bunu tam da bu biçimde açıklayanları kitleleri ürkütmekle itham ediyorlar. Aslında ürken kitle değil, çünkü yoksul kitleler “korkunç, kanlı” bir yaşamı zaten sürdürüyorlar, gerçekte ürkenler küçük burjuva reformcularıdır. Onlar için durumu kurtarmak, gıdım gıdım ilerleyerek burjuvalardan birkaç lokma koparmak temel mücadele biçimidir. Bunun dışına çıktınız mı “aşırılık’la eleştirilmekten kendinizi alamazsınız.
Devlet yöneticilerinin yok edilmesi doğru mu?
“Bir ayaklanmada sivil ve askeri şeflerin amansızca yok edilmesi, ödevimizdir.
Atak, yıkıcı, silahlı bir saldırı gerektiğini, böyle zamanlarda düşmana komuta eden kişilerin yok edilmesi gerektiğini, kararsız askerleri elde etmek için daha canlı bir savaş gerektiğini, evlerin damlarından bağırmalıyız.” Bunları yazan Lenin daha önce yazdıklarıyla çelişiyor mu? Hayır. Lenin, bir avuç devrimci kahramanın kitle hareketine güvensizliğin sonucu Çar’a ve bakanlarına saldırıyı her şey haline getirenlere karşı gelmiştir. Bu doğaldır. Çünkü, Rusya devrim tarihinde, suikastlarla kitleleri aydınlatmak çok önemli bir yer tutar. Aydın küçük burjuvazinin işçi sınıfı ve emekçilere tepeden bakmasının, onlar mücadelenin asli unsurları haline geleceğine dair güvensizliklerinin bir sonucu olarak ortaya çıkan bu devrimci eylem biçimi Rus devrimcilerinde derin etki bırakmıştır. Öyle ki, 19. yüzyılın son çeyreği boyunca küçük burjuva devrimcileri, Çar’a ve bakanlarına suikast yapmayı siyasal mücadelenin odağına koymuştu. Sosyalist Devrimciler onların geleneğini sürdürüyorlardı. Mücadelenin bu biçimi Rus aydınları arasında köklü bir yer edinmişti. Lenin’in bir komünist parti inşa etme sürecinde Sosyalist Devrimcilerle ideolojik ve politik ayrımları ortaya koyma gayreti bu gerçekten kaynaklanır.
Bu nedenledir ki, devrimci maceracılığı mahkûm etmek o günlerin temel önemdeki sorunlarından biriydi. Çünkü kitle hareketi gelişiyordu ve Çar’a karşı yoksulların öfkesi büyüyordu. Böyle bir anda komünistlerin ve Rus aydınların dikkatini disiplinli bir örgüte çekmek ve bu örgüt aracılığıyla kitleleri harekete geçirmek başlıca sorundu. O nedenledir ki, Narodniklere ve Sosyalist Devrimcilere karşı ideolojik mücadele esasen şiddet biçimlerinin kullanılmasına ilişkin değildi. Narodnikler ya da Sosyalist Devrimciler, kitle mücadelesinden kopuk, birbirini tanımayan kişi ya da grupların devrimci terör eylemini her şey haline getiriyordu. Oysa devrimi yakınlaştırmak için kitleler içinde çalışacak disiplinli bir örgüt gerekiyordu. Tartışmanın tam da komünistlerin partileşme sürecine denk gelmesi bu nedenle bir tesadüf değildi.
Patlayan Moskova ayaklanması, komünistlerin hem ne denli haklı olduğunu ortaya koydu hem de şiddet ve terör hakkında düşüncelerini pratikte sınama ve öğrenme olanağı sundu.
Halka karşı suç işleyenlere düzenlenen siyasi suikastlara, ilkede bir karşı çıkış olmadığı hatta bunun yeterince yerine getirilmediğini Lenin Moskova ayaklanması vesilesiyle bir kez daha göstermiş oldu.
Barikat savaşı kitle şiddet biçimi mi, küçük grupların şiddet eksenli eylemi mi?
Sorunun bu biçimde konulması belki tuhaf gelebilir. Ama “utanmaz” oportünist, sözde ilkesel olarak şiddete karşı olmadığım ama küçük grupların şiddetine karşı kitlelerin şiddetini benimsediğini öne sürer.
1800’lü yıllarda ezilenler ezenlere karşı barikat savaşı yürütüyordu. Fakat yüzyılın sonunda toplara karşı insan kalabalıklarıyla yürümek, barikatları tabancalarla savunmak imkânsız hale geldi. O nedenledir ki, Engels, barikat savaşının yeni koşullar oluşuncaya kadar gündemden kalktığını yazdı. Moskova ayaklanması bu “yeni koşulları yarattı. Moskova’da yeni barikat taktikleri ortaya çıktı.
“Bu taktikler, gerilla savaşı taktikleridir. Böyle bir taktik için gereken örgüt, çok küçük ve hareketli birliklerdir; on kişilik, üç kişilik, hatta iki kişilik birlikler. Şimdilerde beş ya da üç kişilik birliklerden söz edilince, burun kıvıran Sosyal Demokratlara rastlıyoruz. Alay etmek, çağdaş askeri tekniğin getirdiği koşullar altındaki sokak çarpışmasının ortaya çıkardığı yeni taktik ve örgüt sorununu bilmezlikten gelişin ucuz bir yoludur. Moskova ayaklanmasının hikâyesini iyice bir inceleyin beyler, “beş kişilik birlikler” ile “yeni barikat taktiği” sorunu arasında nasıl bir bağlantı olduğunu göreceksiniz.”
Açık ki, küçük grupların eylemini örgütlemek öyle bir an gelir ki, devrimin kaderini tayin eder. Moskova’da eksik olan budur. Gönüllü savaş birliklerinin sayısı azdır. Bunlar, donanımsız ve eğitimsizdir. O günün acil görevi, bu gönüllü birliklerin sayısını artırmak ve bu küçük grupların savaşını organize etmektir.
Bir kez daha anlaşılıyor ki, neyin bireysel terör ya da grup şiddeti olduğu, neyin olmadığını belirleyen nicelik değil, politik durumdan çıkan görevlerdir.
Silahlı mücadele ne zaman verilir
“Silahlı mücadele, bireyler ve küçük gruplar tarafından yürütülmektedir... Silahlı mücadele, birbirlerinden kesenkes olarak ayrılması gereken, farklı iki amaca yöneliktir; önce, bu mücadele kişilere, liderlere ve ordu ve polisteki görevlilere suikast yapmayı amaçlar; ikinci olarak, hem hükümete ait, hem de özel kişilere ait para kaynaklarına el koyar. El konulan paralar kısmen parti kasasına, kısmen özel silahlanma amacına ve ayaklanma hazırlığına ve kısmen de tanımlamakta olduğumuz mücadeleye katılan kişilerin geçimine gider.”
Lenin, “Gerilla Savaşı” adlı makalesinde silahlı mücadeleyi böyle tanımlar. Konuyla ilgili tartışma tanıdıktır. Silahlı mücadele 1906 Aralık Ayaklanmasından sonra gelişip yaygınlaşır. İşsizlik, yoksulluk ve açlığın yaygınlaşması, halk kitlelerinin bu mücadele biçimini benimsemesinin temel nedenlerinden biridir. Komünistlerin bir kesimi bu eylemleri şiddetle eleştirir.
“Sözünü etmekte olduğumuz mücadelenin alışılagelen değerlendirilmesi, bunun, işçilerin moralini bozan, halkın geniş tabakalarını geri iten, hareketin örgütlenmesini dağıtan ve devrimi yaralayan anarşizm, blankicilik, eski terörizm, yığınlardan kopmuş bireylerin hareketi olduğu yolundadır. Bu değerlendirmeyi destekleyen örnekler, her gün gazetelerde verilmekte olan olaylar arasında kolayca bulunabilir.”
iktisadi ve siyasi bunalımın şiddetlenmesi, silahlı mücadele biçimlerini kaçınılmaz biçimde öne çıkarıyordu, “gerilla savaşı” yaygınlaşıyordu. Her zaman olduğu gibi şiddetin bu biçimde yayılmasından rahatsız olanlar vardı. Onlar, bildik ezberi tekrarlıyorlardı. Halkın devrimci şiddeti karşı devrimin kara şiddetine bir yanıttı. Ama oportünizm, dikkatini kara şiddete yanıtı büyütmeye değil, halkın devrimci şiddetini eleştirmeye veriyordu. Onlara inanacak olursak, bu devrimci şiddet, yığınlardan kopmuş bireylerin hareketiydi ve hareketin örgütlenmesini dağıtıp devrimi yaralıyordu. Ne kadar da tanıdık ifadeler!!!
Lenin, bu düşüncede olanları şiddetle eleştirir. Bu fikri savunanları Blankicilik ve anarşizmle ilgili “klişecilik zaafı” olmakla itham eder. Bu zaafa sahip olanların olayları kolaylıkla kafalarındaki klişelere uydurduklarını belirtir. Lenin’in görüş açısından durum tam da şudur:
“Aralıktan sonra ‘gerilla’ savaşlarının belirgin bir biçimde yaygınlaşması gerçeği ve onun yalnızca iktisadi bunalımın değil, aynı zamanda da siyasal bunalımın şiddetlenmesi ile de bağıntısı tartışma götürmez. Eski Rus terörizmi, aydın komplocunun işi idi; bugün, genel bir kural olarak gerilla savaşı, işçi savaşçılarsa ya da doğrudan doğruya işsiz işçilerce verilmektedir.”
Lenin’in gerilla savaşının hareketi örgütsüzleştirdiğini iddia edenlere de yanıtı vardır. “Böyle bir dönemde hareketi daha çok ne dağıtmaktadır: Direnmenin bulunmayışı mı, yoksa örgütlü gerilla savaşı mı?” sorunun yanıtını şu karşılaştırmayla verir. Gerilla savaşının yoğunlaştığı batı sınır bölgelerinde bu hareket içindeki komünist partiler ve kitle hareketi çok daha canlı ve örgütlüdür. Buna karşın merkezi Rusya’da bir gerilla savaşı verilmemektedir ama hem parti, hem de hareket çok daha dağınıktır. “Hareketi dağıtan, gerilla eylemleri değildir, ama böylesine eylemleri denetimi altına alma yeteneğinde olmayan partinin zayıflığıdır.”
Silahlı mücadelenin hangi tarihsel koşullarda ortaya çıktığına bakmaksızın onu her koşulda bildik nakaratla mahkûm etmek kolaydır. Zor olan, durumu anlamak ve yeni sürece yön vermektir. O günkü koşullarda silahlı mücadeleye şiddetle karşı çıkanlar, silahlı mücadelenin gerilla savaşı biçiminde ancak ulusal baskı koşullarında çıkabileceğini ileri sürüyorlardı. Onlara göre ulusal baskı ve karşıtlık silahlı mücadelenin bu yeni biçimine kaynaklık edebilirdi. Gerisi çapulculuk, serserilik; en iyi tanımla bireysel terörist hareketlerdi. Lenin, onları, “somut”u incelemeye davet etti.
“Somut olarak inceleyin baylar! O zaman göreceksiniz ki, ulusal baskı ya da karşıtlık bir şey açıklamaz, çünkü bunlar batı sınır bölgesinde her zaman var olmuştur, oysa gerilla savaşı, ancak bugünün tarihsel döneminde ortaya çıkmaktadır. Ulusal baskının ve karşıtlığın bulunduğu çok yer vardır, ama kimi zaman ulusal baskı ve benzeri şeylerin olmadığı yerlerde olan gerilla savaşı, burada yoktur. Sorunun somut bir tahlili, bunun bir ulusal baskı sorunu olmadığını, ama ayaklanma koşullarının bir sorunu olduğunu gösterecektir. Gerilla savaşı, yığın hareketinin bir ayaklanma noktasına gerçekten ulaştığı ve iç savaşın ‘büyük girişimleri’ arasında oldukça geniş bir aralık olduğu bir sıradaki kaçınılmaz bir mücadele biçimidir.”
Buraya kadar belirtilenler, Marksist Leninist yöntemin, olguları somut koşullan içinde diğer olgularla ilişkili ve tarihsel olarak incelemenin, bizi gerçeğe yaklaştıracağını göstermiştir. Ezberci ve şabloncu bir bakış açısının durumu anlamayı ne denli zorlaştırdığı ve bu tarzın tam da oportünistlerin başvuru kaynağı olduğu açıktır. Yukarıda Lenin’in “bireysel terörizm” ve silahlı mücadeleyle ilgili 1906’ya kadar yazdıklarını ele aldık. Konuyu 1916’da İrlanda Ayaklanması üzerine yazdığı makale ile kapatıyoruz.
1916’da İrlanda’da İngiliz sömürgeciliğine karşı ayaklanma patlak verdiğinde bazı Marksistler, bunu “putsch” hareketi olarak nitelerler. Lenin’in açıklamasıyla ifade edersek, “Bilimsel anlamda ‘putsch’ terimi birtakım gizli işler çevirenlerin ya da budala manyakların giriştikleri ve kitleler arasında duygudaşlık uyandırmayan başkaldırma için kullanılabilir.” Bu tanımı yaptıktan sonra Lenin şöyle der: “Böyle bir ayaklanmaya ‘putsch’ diyen, ya azılı bir gerici ya da toplumsal bir devrimi canlı bir olgu olarak görme umudunu yitirmiş bir doktrinerdir.
Toplumsal devrimin, sömürgelerdeki ve Avrupa’daki küçük uluslar ayaklanmadan, bütün önyargılarıyla küçük burjuvaların bir bölümünün devrimci parlamaları olmadan, mutlakıyetin, kilisenin, toprak ağalarının vb. baskısına karşı siyasal bilince varmamış işçilerin ve yan işçilerin hareketi olmadan yapılabileceğini hayal etmek, toplumsal devrimi reddetmektir. Demek bir yerde bir ordu dizilecek ve ‘biz sosyalizmden yanayız’ diyecek, başka bir yerde bir başkası da ‘biz emperyalizmden yanayız’ diyecek ve bunun adı toplumsal devrim olacak! Ancak böyle gülünç, bilgiççe düşünceleri olanlar İrlanda Ayaklanmasını ‘putsch’ diyerek küçültürler.
‘Salt’ bir toplumsal devrim bekleyenlerin ömrü, bunu görmeye yetmeyecektir. Böyle biri, devrimin ne olduğunu anlamadan devrime sözle bağlı demektir.”
Başvurulan makaleler:
Nereden Başlanmalı
Ne Yapılmalı
Devrimci Maceracılık
1905 Devriminde Silahlı Mücadele
Marksizm ve Ayaklanma
Moskova Ayaklanmasından Alınacak Dersler
Gerilla Savaşı
1916 İrlanda Ayaklanması