Kuzey Kürdistan’dan başlayan ve Güney Kürdistan’ın büyük bir bölümünü içine alan bir yolculuğun izlenimlerini aktarmak istiyoruz. Bunu; Kürt ulusal sorununun demokratik ve adil çözümünün yakıcı güncel ihtiyaçlarının altını çizmek; bu konuda tutarlı ideolojik ve politik duruşun güçlendirilmesine katkıda bulunmak ve yolculuğun bileşenleri olarak yüklenilen sorumlulukların bir gereği olduğu için yapmak istiyoruz.
Kürt halkının temel ulusal demokratik taleplerinin kabul edilmesi için Kandil Dağı’na, Medya Savunma Alanlarına giden ve bedenlerini gerillaya siper eden yüzlerce Kürt gencinin sesi olmak için gerçekleştirilen bu dayanışma eyleminin, geçmişine, bugününe ve geleceğine dönük tartışmalar için de ayrıntısı ile incelenmesi gerekiyor. Canlı kalkanlarla dayanışma heyetinin 11 Eylül’de Amed’de başlayan ve 24 Eylül’de Amed’e dönülmesiyle sonlanan yolculukları/eylemleri, heyetin bileşenlerinden biri olarak, ama aynı zamanda Türkiyeli ve Kuzey Kürdistanlı sosyalistler olarak, ayrı bir değerlendirmeden geçirmek gerektiğini düşünüyoruz.
Silopi'den Kandil'e bakmak
Heyetin yapısı, misyonu ve yolculuğun seyri, hem Kuzey Kürdistan’daki sömürgecilik gerçeğini ve uygulamalarını resmetmesi, hem de Kürt halkının örgütlülük düzeyini, demokratik ulusal taleplerine bağlılığını ve mücadele azminin her aşamada tazelenen gücünü göstermesi bakımından oldukça zengin veriler açığa çıkardı.
Kuzey Kürdistan halkının, devletin saldırılan karşısında yılgınlık ve umutsuzlukla değil, örgütlülük ve özgürlük temelinde hareket ettiği ve aktif kitle eylemleri ile kendi gücünü gösterdiği açıktır. Alınmış bir eylem karan olmamasına rağmen Silopi halkının, canlı kalkanlarla dayanışma heyetini karşılamak için saatlerce beklemesi ve yüzlerce kişinin karşılamayı coşkulu bir eyleme dönüştürmesi, serhildan sokaklarının Kürt halkı tarafından boş bırakılmadığım/bırakılmayacağını gösteriyordu.
‘Kandil’de olmak’ aslında Silopi’de başlamıştır.
Kürt halkının karşılamaları ile ‘Kandil’de olmanın’ ne anlama geldiği daha iyi anlaşılıyordu. Kandil’in ve Medya Savunma Alanlarının, özgürlük alanları olarak yalnızca gerilla mücadelesinin bir parçası olarak değil, aynı zamanda özgür Kürdistan talebinin de Kürt halkının bilincinde somutlaştığı bir alan olarak tanımlanması gerekiyor. Yolculuğumuzun sınırlı çerçevesi içinde yaşananların bile işaret ettiği gibi, Kürt halkının gözüyle Kuzey Kürdistan sınırından Medya Savunma Alanlarına bakmak, özgür Kürdistan talebinin ne kadar canlı, ne kadar köklü olduğunu görmek demektir. Amed’den Silopi’ye uzanan yolda bile defalarca ve saatler süren tümüyle keyfi aramalarda, pasaport kontrollerinde karşımıza çıkan gerçek, farklı bir ülkenin topraklarında olduğumuzdu.
Güney'deki işbirlikçilikle yüzleşme
Heyette bulunan canlı kalkan ailelerinin, annelerin, gerillaya duydukları sevginin ve manevi bağlılıklarının özel görünümlerine sık sık tanık olmak sıradan bir gözlemdi. Ancak, sömürgeciliğin insanlık dışı muameleleri karşısında yıllar boyunca biriktirilen öfkeye rağmen, ailelerin kendileriyle muhatap olan 20 yaşındaki Türk askerlerine acımaları, onların küçümseyici “Yurttaş değil vatandaş!” uyarılarını, masum bir şaşkınlıkla karşılamaları hiç de sıradan bir durum değildi. Beşyüz metrede bir gerçekleştirilen keyfi bekletmelerin yarattığı sıkıntı, Kandil’e gidecek olmanın ve ‘ülke’ye ‘kavuşacak’ olmanın heyecan ve coşku dolu beklentisi yanında önemsizleşiyordu. Mağrur duruşları bundandı.
İzlenimlerimizin dikkat çekici unsurlarından biri de, ‘sınır’ın aşılmasıyla birlikte pasaportlara resmi olarak Irak Kürdistan’ı damgası vurulmasının ailelerde yarattığı pozitif heyecandı. Ancak bu heyecan kısa süre içinde sönmek zorunda kaldı, çünkü somut durum devamına izin vermedi. Heyet, Güney Kürdistan’da da bekletmeler, geçişe izin vermemeler, yol kesmelerle yüz yüze kaldı. Bu durum, işbirlikçi Barzani ve Talabani kuvvetlerinin demokratik Kürt ulusal hareketine karşı aldığı tavrı ortaya koyuyordu. Bunu; teorik ve politik düzeyde anlatmak, Barzani ve Talabani kuvvetlerinin ABD işbirlikçisi konumlarının Kürt halkının ulusal özgürlük talepleri ile örtüşmediğini açıklamak, somut uygulamalarla karşılaşmak kadar çarpıcı ve inandırıcı olamıyordu. Güney Kürdistan’ın gerçekleri ile karşılaşmanın ailelerde yarattığı şaşkınlık ve öfke, emperyalizme yedeklenen güçlerin ulusal özgürlük taleplerinden uzaklaşmasının yarattığı etkinin tartışılması bakımından da önemli bir yerde duruyor.
Güney Kürdistan halkına ve oradaki yaşama dair söylenebilecek ilk şeylerden biri, acıların ve savaşların “yok”laştırdığı topraklarda ölüm-kalım mücadelesini her boyutuyla veren bir halk gerçekliği olduğudur. Ancak; savaşlardan, katliamlardan ve göçlerden geniş halk kitlelerine düşen yalnızca yoksulluk değildir. Geleceğe dair umutsuzluk, yoksulluk koşullarını daha da dayanılmaz hale getirmektedir. Güney Kürdistan halkının toplumsal ve ekonomik düzenini yeniden kurmaya dönük her çabasının ardından gelişen savaş ve katliam süreçleri, geleceksizlik duygusunu, yersizlik ile derinleştirerek yoksulluğa, sömürüye, ulusal taleplere karşı da tam anlamıyla bir yabancılaşma yaratmış.
Güney Kürdistan’ın ve Güney Kürdistan halkının bu somut durumunu değiştiren, mücadeleyle başka bir düzeye taşıyan iki bölgeden bahsetmek, örgütlü halkın dönüştürücülüğünü görmek açısından da önem taşıyor.
Medya Savunma Alanları
PKK-HPG güçlerinin denetiminde bulunan ve Medya Savunma Alanları(MSA) olarak adlandırılan bölge, 330 km uzunluğa ve 30 km genişliğe sahip bir coğrafya. Güney Kürdistan sınırları içindeki bu alan içinde 150 köy bulunuyor. Bu köylerin denetimi ve yönetimi tamamen PKK-HPG güçlerine ait ve köylülerin temel talebi bunun sürekliliğinin sağlanması. Köylüler bunu gerillalara, bizi savunacaksanız ve burada kalacaksanız, biz köylerimizi terk etmeyeceğiz diyerek ifade ediyorlar. MSA içinde yaşayan köylülerin, Güney Kürdistan’ın diğer köylerine göre daha örgütlü ve umutlu bir yaşamın içerisinde olmaları, onların bu kararlılığını pekiştiren önemli bir gerçekliktir. MSA içindeki kimi bölgelerde kurulan barajlarla, sağlık ve eğitim olanakları ile gerilla kadar, köylülere de olanaklarını açan ve Medya Savunma Alanları’nda bir iktidar alanı yaratan Kongra-Gel güçlerinin örgütlülük düzeyi ile köylülerin ekonomik ve sosyal gelişimleri de birebir ilintilidir. Bu bakımdan, peşmergelerin ulusal özgürlükten ve Kürt halkının yaşam mücadelesinden uzak-yabancı duruşları nedeniyle Güney Kürtlerinin köylü kesimlerinin yaşamları yoksulluk ve yersizlikle somutlanırken; MSA’larda yaşamın her alanda yeniden yeşerdiğini söylemek mümkün.
Canlı kalkanların MSA’larda yarattıkları enerji ve yaşamı örgütleme gücü ise elbette iradesini burada kurulan düzenin etkisinden almaktadır. Medya Savunma Alanları içerisinde konumlanan canlı kalkanların, operasyon alanı olabilecek tüm mevzilerde örgütlü bir yaşamın içerisinde bulundukları belirtilmelidir.
MSA’ların yerleşik ama askeri-politik düzeyde örgütlü işleyiş tarzı, canlı kalkanların yaşamlarının örgütlenmesinde de kendini ortaya koymaktadır. Özgürlük taleplerinin somutluğu ve yakıcılığı, Kuzey Kürdistan ile Medya Savunma Alanları arasındaki yaşamsal örgütlenmenin farklılığında da belirginleşmektedir. Silopi halkının Medya Savunma Alanlarına duyduğu özlem ve bağlılık da Kürdistan gerçekliğinin bir parçası ve özgürlük alanlarının yarattığı kitle bilincinin yansımasıdır aynı zamanda.
Mahmur Kampı: özgürlüğe inanmak
Mahmur Kampı, Güney Kürdistan’da bulunan bir başka yaşam alanı. Ama daha da ötesi, kendini sürekli geliştiren bir mücadele ve özgürlük alanı. ‘92-’93 sürecinde kirli savaşın baskısı altındaki Kuzey Kürdistan’dan göç etmek zorunda bırakılan ve çoğu birebir Kürt ulusal devriminin içerisinde yer almış ailelerden gelenlerce oluşturulan Mahmur Kampı, deyim yerindeyse Güney Kürdistan’ın yaşamak için en elverişsiz alanlarından birinde kurulmak zorunda kalmış. Su, ulaşım, beslenme olanaklarının yetersizliği, hatta yokluğu kadar, hiçbir barınma olanağının da olmadığı kamp alanında Kürt halkı, yaşamı yeniden üretme iradesini ortaya koymuştur. Bugün 12 bin kişinin yaşadığı kampta, 70 kadar su kuyusuyla, sağladığı iş olanaklarıyla, anaokulundan başlayıp liseyle sonlanan eğitim sistemiyle, demokratik halk meclisi ve Iştar Kadın Meclisiyle, Kürt halkının sürgünde mücadeleyi ve yaşamı sürdürme iradesinin çok çarpıcı bir örneğidir.
Mahmur halkı, özgürlük mücadelesine sonuna kadar inanan ve bunun için bedel ödemiş bir halktır. Özgürlüğü ve yarattığı değerleri korumak için gerektiğinde KDP ile yürütülen savaşın da içerisinde olmaktan çekinmemiştir.
Barış ve özgürlük tugayları
Barış ve Özgürlük Tugayları ve Canlı Kalkanlarla Dayanışma Heyeti, sessiz gelişen eylemler değildi bunlar. Kardeşleşme ve özgürlük çağrılarını zılgıtlara çevirerek büyüdüler. Kürt ulusal hareketinin ve devrimci hareketin hedefte olduğu, Genelkurmay merkezli yönlendirilen örgütlü şovenist kışkırtmalara, histerik linççi saldırılara karşı taraf olma iradesi ile gerçekleştirilen eylemlerdi. Kendi içlerinde barındırdıkları potansiyelle mücadelenin önünde yeni kanallar açan ve süreci kitle hareketlerinden yana çevirmeye çalışan bir düzlemde duruyordu.
Buradan hareketle canlı kalkanlar üzerinden geliştirilen iki ayrı ve bir eylemi değerlendirmek önem kazanıyor.
Birincisi, kendilerini sivil itaatsizler olarak tanımlayan ve şu an Kandil Dağı’nda Kürt halkının talepleri için gerillaya canlı kalkan olan Barış ve Özgürlük Tugayları.(BÖT)
İkincisi, Barış ve Özgürlük Tugaylarının eylemlerini desteklemek ve seslerini kamuoyuna duyurabilmek amacıyla yola çıkan Canlı Kalkanlarla Dayanışma Heyeti.
Barış ve Özgürlük Tugayları, örgütlenişi gizli tutulmuş bir oluşum ve eylem. Katılanların bir kısmı resmi yollarla, bir kısmı Kürdistan’ın dağlarını başkaca olanaklarla aşarak Kandil Dağı’na ulaşmış. Şu anki durumda açıklanan sayıları 370’i geçen Barış ve Özgürlük Tugayları, Kürt gençlerinin son dönemde geliştirilen topyekün imha saldırılarına karşı gerçekleştirdikleri bir eylem biçimi. Eylem, fikir olarak Irak Savaşında geliştirilen canlı kalkan eylemlerinden feyz alıyor. Pratik köken olarak başlangıcı ise, 2004 yılında aralarında SGD(Sosyalist Gençlik Derneği), ESP(Ezilenlerin Sosyalist Platformu) gibi kuramlardan katılımcıların da bulunduğu canlı kalkan eylemlerine dayanıyor. Ancak BÖT, her iki eylemin rolünü de içeren ama onları aşan bir pratik misyonla ortaya koyuyor kendini. Medya Savunma Alanlarına giderek, gerillaya yönelik bir saldırı durumunda bedenlerini siper edecek gençlerin ideolojik ve politik duruşu, Kürt halkına da mücadelenin geliştirilmesi gereken yönünü, düğümün çözüleceği adresi daha da net bir biçimde gösteriyor. Kürt gençlerinin, Barış ve Özgürlük Tugaylarının çağrıları ile Kandil’e doğru başlattıkları eylemlilik hattı ise mücadelenin sahipleniliş düzeyini ortaya koyuyor.
Canlı kalkan eylemlerinin tarihsel gelişim sürecine baktığımızda, pasif destek konumundan etkin koruma ve feda ruhunun gerektirdiği eylem düzlemine doğru geliştiğini belirtmek gerekiyor.
2004 yılı içerisinde geliştirilen canlı kalkan eylemleri, Türk ve Kürt gençlerinin askeri operasyonların durdurulması için bedenlerini gerçek anlamıyla siper ettiği, bunun için saldırılara maruz kaldığı, gözaltına alındıkları, tutuklandıkları bir süreç olarak yaşandı. Ancak daha sonrasında karakollara, askeri karargahlara da canlı kalkan olmak tartışmalarının başlaması ile bu eylemlerin ideolojik özünde bir kararma/yön sapması baş göstermişti. Bu bakımdan, bugün de aynı sorun kendini çeşitli biçimlerde ortaya koysa da, pratik durum ve canlı kalkanların taraflılıklarını Kandil dağına giderek belirtmiş olmaları, tutumun netleşmesi bakımından önemli olmuştur.
Canlı kalkan eylemleri, halkın bilincinde en somut karşılığı, devletin Batman Beşiri’de gerçekleştirdiği katliama karşı Batman halkının kitlesel bir biçimde operasyon alanına yürümesi ile buldu. Bir sürece yayılan hatta ilerleyen canlı kalkan eylemliliklerinin bu somut karşılığı aynı zamanda geçmişte yürütülen, karakollara, askeri karargahlara da canlı kalkan olma tartışmalarının da aşılmasının zorunluluğunu ortaya koyuyordu. Katliamcı devletin karakollarına, operasyonların planlanıp yürütüldüğü karargahlara canlı kalkan olmak fikri en iyimserinden düşmana manevra alanı yaratmak hatası iken, kitlelerde yarattığı/yaratacağı bilinç ve eylem kayması çok daha ileri boyutta olacaktı. Canlı kalkan eylemlerinde yaşanan bu gerilemenin bir zorunluluk olarak Barış ve Özgürlük Tugayları ile Batman Halkının eylemliliğinde somutta aşıldığı görülmektedir. Aynı zamanda tırmandırılan şovenist dalgaya karşı, Türkiye’de de DEHAP binaları, yurtsever örgütlere dönük kalkan olma eylemleri de tartışılabilecek ve şovenizme karşı halkların kardeşliği bayrağını yükseltecek bir yerde durabilir.
Canlı kalkanların eylemleri ve değişimleri bir halkın mücadelesi ile gençliğin nasıl özdeşleşebildiğim de çok açık biçimde ortaya koyuyor. Çoğunluğu üniversite öğrencisi olan bu gençlerin ideolojik ve pratik olarak Kürt halkının ve gerillanın mücadelesi ile bütünleşmeleri, tartışılması ve derinleştirilmesi gereken bir noktada duruyor.
Canlı kalkan eylemleri aynı zamanda, gençliğin gelişen halk hareketlerinde tutmuş olduğu ve tutacağı rolü görmek ve değerlendirmek açısından yeni bir dinamiği oluşturuyor.
Kirli savaş döneminde kitleler halinde gerillaya katılan ve ulusal mücadelenin bütün bedellerini ödeyerek devrim sürecinde rol oynayan Kürt gençlerinin, ateşkes döneminde girdikleri ideolojik durağanlık ve reformizmin pasını silecek bir eylemlilik hattı olarak tanımlanabilir canlı kalkan eylemleri. Kuzey Kürdistan’da askeri operasyonların yoğunlaştığı, Güney Kürdistan’da ise ABD destekli KDP-YNK takviyeli operasyon olasılığının yükseldiği bir dönemde Kürt gençlerinin bu çıkışı, gerillanın sahiplenilmesinin ve gerillaya katılımın meşrulaştırılmasının da bir aracı olabilir.
Bu noktalardan hareketle, süreçte canlı kalkan eylemlerinin ve bu eylemlerin desteklenmesinin Türkiye’de oynayabileceği rolü, Türk halkının şovenizme yedeklenmesini kıracak bir hattın parçası olarak belirlemek yerinde olur. Özelde Türk kökenli devrimci ve ilerici güçlerin canlı kalkan eylemlerinin içerisinde yer alması, geçtiğimiz dönemden çok daha değerli bir katkı olacaktır.
Askere gitmeme çağrısı canlı kalkanların bileşiminde de aralarında HPG gerillaları ile çatışmaya girmek zorunda bırakılanların da olduğu “asker kaçakları” vardır üzerinde durulması gereken bir çağrıdır. Özellikle son dönemde operasyon bölgelerine Kürt gençlerinin gönderildiği bilinen bir gerçektir. Devlet açısından imha ve asimilasyon politikalarının en çarpıcı taktiklerinden biri olan bu gerçeklik, ancak başta Kürt gençleri olmak üzere gençlerin askere gitmeme eylemleri gerçekleştirmeleri ile boşa çıkarılabilir. Bu açıdan canlı kalkanların bu çağrısı değerlendirilmelidir.
Amed'den öteye geçmek
Barış ve Özgürlük Tugaylarının eylemlerini sahiplenmek ve seslerini yükseltmek amacıyla 7 Kurum ve canlı kalkan ailelerinden oluşan bir heyetle Amed’de yapılan bir açıklamanın ardından gerçekleştirilen ziyaret, kendi başına bir eylemlilik sürecidir. Bir heyet olarak örgütlenen ziyaretin başlangıcı Amed, dönüş noktası yeniden Amed’dir. İki haftaya yakın süren yolculuğun başlangıcı ve tetikleyici noktası, kamuoyuna açıklayarak canlı kalkanlara destek amacıyla Kandil’e gidileceğinin belirtilmesi idi. Devlet ile açıktan yürütülen bu irade çarpışmasında öne çıkan yan, gerek canlı kalkan eylemlerinin meşruluğunun savunulmasında gerekse de onları desteklemenin gerekliliğini ve zorunluluğunu ortaya koymakta gösterilen kararlılıktı. Ancak Barış ve Özgürlük Tugaylarının eylemlerini açıkladıkları günden itibaren gösterilmeyen kurumsal duyarlılıklar ve eyleme destek çabalarının yetersizliği, heyetin oluşumu ve yola çıkmasında da kendini gösteriyordu. Bu durum, gerillayı hiçbir biçimde sahiplenmeyen ya da sahiplenmekten korkan parti ve örgütlerin ve keza aydınların süreçte oynadıkları gerici yanla doğrudan bağlantılı olduğu kadar aynı zamanda yurtsever kurum ve örgütlerin de açıkça ifade ettikleri gibi gerillayı ikincil görmelerinin bir yansıması idi. Canlı kalkan eylemi ve heyetin oluşumu/yola çıkışı süreci de turnusol kağıdı işlevini görüyordu.
Amed’den öteye geçmek yalnızca, askeri saldırıların, arama işkencelerinin, saatlerce sürdürülen yolculukların özeti, yani Kürt halkına on yıllardır uygulanan işkencelerin yumuşatılmış hali değildi. Amed’den öteye geçebilmek; Kürdistanileşebilmenin nesnel ve ideolojik zeminini de daha net görebilmek anlamına geliyordu. Kürt halkının ulusal taleplerinin her türlü örgütsel ve politik durum ve belirlemeden bağımsız ne kadar güçlü bir irade ile Kürdistan topraklarına bağlı olduğunu görmek anlamına geliyordu bu. Aynı zamanda eylemliliğimiz boyunca halkın kendini nasıl dayattığının zılgıtlarla pratikleşmesi olarak da konulabilir gerçeklik. Serhildan sokaklarının hiç boşalmadığı mesajının bir yankı halinde dağlara taşınması idi, Amed’in ötesine geçebilmek.
Kürt halkının Bozüyük saldırılarına yanıt olarak geliştirdiği İstanbul serhildanını “taşkınlık” olarak nitelendirenlerden ve varoluş gerçekliklerini unutarak kendini amaçlaştırmış kitle örgütü yöneticilerinden uzaklaşarak, kitlelerin devrimcileştirdiği topraklara, halkın mayaladığı özgürlüğe doğru yol almaktı belki bu.
Halklaşan bir devrimin yenilgisinin ardından Kürdistan’a inanabilmek ve Kürt halkı ile duygusal düzeyde bütünleşmeyi sağlayabilmek için dinamikleri algılamak, sosyalist yurtsever ideolojinin yedirildiği bilinçleri Kürt halkı için(de) eyleme dökebilmek gerekiyor.
Kürdistan’a gerçekleştirilen Kardeşlik Yürüyüşünü, Kürdistan’dan Türkiye’ye gerçekleştirilen Özgürlük yürüyüşünün, 2004 yılında gerçekleştirilen canlı kalkan eylemlerinde yer alışın bir devamı olarak canlı kalkanlarla dayanışma heyetinin bileşiminde yer almak, aynı zamanda Kürt halkının mücadelesi ve gerillanın meşruluğu zemininde tutulan yeri de ortaya çıkarmaktadır. Özellikle Türk kökenli devrimciler olarak, kardeşleşme zemininin özgürlük mücadelesinden geçtiğini somut olarak vurgulamak önemlidir. Bu mesaj heyetin temas ettiği/görüştüğü her alanda net bir biçimde algılanmış ve büyük bir sempati ile karşılanmıştır.
Muhatap kim?
Canlı kalkan eylemlerinin ve desteklenmesinin de tarz ve yöntem olarak kitle bilincini geliştirme, kardeşlik ve özgürlük çağrılarını yükseltme/örgütleme perspektifi ile hareket etme zorunluluğu vardır. Kürt halkına dönük saldırıların, sokak ortasında katletmelerin, sınırsız askeri operasyonların yoğunlaştığı, şovenist histerinin Türk halkının geri bilinci haline getirilmeye çalışıldığı bu dönemde, tamamı örgütlü bu saldırılara karşı alınacak tavrın, Kürt halkı cephesinden direnişin/serhildanın dilinden olması gerekirken, Türk halkı için ise kardeşlik bayrağının her düzeyde yükseltildiği eylemlilikler üzerinden olması gerekir.
Canlı kalkan ve canlı kalkanlarla dayanışma eylemliliklerinin de kardeşlik ve özgürlük çağrılarına daha örgütlü tarzda müdahale etmesinin yol ve yöntemleri tartışılmalıdır. PKK’siz, Öcalan’ız çözüm yaygaralarına karşı, Kürt halkının örgütlü duruşu kadar, Türk halkının kardeşlik kalkanı da adil, onurlu ve demokratik barış talebini gerçekliğe yakınlaştıracaktır. Kitle mücadelesinin her kanalının kullanılması gereken bu mücadelede, muhatabın da Kürt ve Türk halkları olması zorunludur.