Ocak 2004’te Avrupa’nın 17 ülkesinden 19 parti Berlin’de bir araya gelerek, “Avrupa Sol Partisi”ni (Party of the Europen LeftEL) oluşturma kararını verdiler. Bu partilerin bir kısmının yer almadığı 8-9 Mayıs 2004’te Roma’da yapılan kongreyle, 15 kurucu partinin katılımıyla AS (EL) ilan edildi, kongrede AS’nin tüzüğü de oluşturuldu. Kongre ile “Avrupa Solu” (AS) kurucu üyeleri kendilerini, “Avrupa Birliği’ne üye ve aday ülkelerin... sosyalist, komünist, kızıl-yeşil ve diğer demokratik partileri” olarak sundular.
Berlin toplantısının yapıldığı bina, 1918 yılında Karl Liebknecht ve Rosa Luksemburg’un önderliğinde, Kautskist Alman Sosyal Demokrat Partisi içindeki Spartakistler grubunun buradan koparak Almanya Komünist Partisi’ni kurdukları tarihi Prusya Meclis binasıydı. AS’nin kuruluş kararının alındığı toplantının “tarihi konferans” olarak nitelenmesi, mekanın tarihsel sembolik anlamı ile birlikte ele alındığında bir “kaygı ve tereddüt” havası da yaymıştı. “Hayır, hayır; yeni bir Komintern, yeni bir otoriterya da merkezci bir kadro örgütü kurulmuyor burada” açıklaması ve Mayıs ayında Roma’daki kongrede hazırlanan tüzükle birlikte “gönüller rahatladı.” AS “açık bir projedir”, Avrupa sol partilerinin bir birliği değil, “esnek, merkezi olmayan ortaklığıdır.” “Her AS üyesinin veya siyasi örgütünün kendi ülkesiyle ilgili alacağı kararlar, yapacağı tercihler, kesinlikle ulusal partilerin tasarrufundadır.”
AS kurucuları; bazıları iktidarda, bazıları koalisyon ortağı, bazıları parlamento dışı siyaseti temel alıyor; AB’yi onaylamayanlardan, “Avrupai Enternasyonale” önem veren; adları sol, sosyalist, komünist, sol yeşiller vb. olan; siyaset tarzı, çizgisi, programı, amaç-ilke-hedefleri birbirinden farklı partilerden oluşuyor. Bir o kadar daha farklı çizgide partiler gözlemci; yine bir o kadarı da davetli durumda, çağrıya icabet etmeleri bekleniyor. Bunca farklı eğilim, siyasal mevzi ve anlayış sahibi “ortaklar”dan oluşan AS, irade ve eylem birliğini nasıl sağlayacak? Bağlayıcı mekanizmaları reddeden, gevşek ve merkezi iradesi olmayan yapılanma Avrupai “çok renkliliği”, heterojen bileşimi nasıl bir arada tutacak? Bu soruların yanıtı yoktur. “Farklılıkları ve ayrılıkları inkar etmeyeceğiz, aksine bunları verimli bir yönde değerlendireceğiz” açıklaması ve “tüm dönüşümcü sol güçlerle işbirliğini” amaçlamak, en iyimser ifadeyle temenni olarak bile bir anlam ve değer taşımaz.
‘Avrupa Solu’ (AS), “neoliberal politikalarıyla birlikte mali egemenlik gruplarının kesin reddi ve kapitalizme alternatif geliştirme”, “neoliberal politikalara, savaşa ve askerileşmeye karşı” durma, “insanlara dünyanın bir eşya olmadığı, barışın, demokrasinin, sürdürülebilirliğin ve dayanışmanın mümkün olduğu bir dünyanın cesareti ve güveni”nin verilmesi temelinde bir araya gelme kararı almış. Siyasal program da denilebilecek bu önermelerin en ileri noktasının, kapitalizmin “insancıllaştırılması” ile sınırlı olduğu açıktır herhalde?!
“Kapitalizme alternatif geliştirme” söyleminin kelimenin gerçek anlamında iktisadi, siyasi ve toplumsal açıdan bir alternatif olarak kullanılmadığı, bileşenlerinin birkaçının yalnızca adlarında geçen sosyalizm talep ve hedefine program ve tüzükte kavramsal olarak dahi yer verilmeyişinden anlaşılmaktadır.
AS’nin amaçlarının bazılarına gelince...
“Partilerin, üyelerinin ve sempatizanlarının toplumculuk, özgürlükçülük, çevrecilik, barışçılık gibi demokratik ve ilerici düşüncelerini ve eylemlerini geliştirmeyi ve bu nedenle günümüz kapitalizmine üstün gelmek ve toplumları dönüştürmek için gerekli olan, partilerin özgürlükçü, demokratik, barışçı, toplumsal, çevreci ve sürdürülebilir politikaları geliştirici eylemlerini desteklemek;
“Var olan kapitalist ilişkilerin üstesinden gelebilme mücadelesinde demokratik yolları kullanmak;
“Her seviyede partilerin ve örgütlerin işbirliğini sağlamlaştırmak;
“Bizim değerlerimize ve amaçlarımıza uygun bir Avrupalı Kimliği geliştirmeyi aktif bir şekilde destekleyecek ‘Avrupa halkla ilişkiler çalışması’ yapmak” vb. biçiminde özetlenebilir. Bu tablodan ortaya çıkan, AS’nin uluslararası tarzda örgütlenen bir parti değil, dernek ya da sendika konfederasyonu benzeri ağırlıklı olarak koordinasyona dayalı bir yapılanma olduğudur. “Toplumun dönüştürülmesi” (nasıl bir topluma dönüştürülecek?), “kapitalizme üstün gelmek” (kim ve ne adına, hangi alternatif sistemle üstün gelinecek?) bunlar boş kubbede hoş sedadır. “Avrupalı kimliği geliştirmek”: AS’nin üstlendiği rol budur! Klasik sömürgeci Avrupa döneminden kapitalist-emperyalist Avrupa’ya uzanan, “uygarlığı”, “medeniyeti”, “çağdaşlığı”, “refahı”, “bilimsel-teknolojik gelişmeyi”, “evrensel değerleri”, “evrensel hukuku”, “entegrasyonu”, “modernizmi” vb. vb. temsil eden bir Avrupacılık!
Homojen bir kültüre, gelenek yapısına, toplumsal-siyasal yapıya sahip olmayan bir Avrupa gerçeği karşısında AS bugün, AB aracılığıyla 18-19. yüzyıl Avrupa burjuva devrimleri, aydınlanma ve modernizm sonucu ortaya çıkan kavramlar etrafında, Avrupa işçi ve emekçilerini Avrupa burjuvazisine; periferideki halkları Avrupa emperyalizmine yedekleme hedefiyle hareket ediyor.
(ÖDP’nin özellikle Ocak 2005’te gerçekleştirdiği 4. Kongresi’nde almış olduğu kararların, AS’nin program, ilke, amaç ve hedefleriyle benzerliği tesadüf değildir. Henüz AS’de gözlemci statüsünde olan ÖDP, söylem ve formülasyon düzeyinde dahi tek yumurta ikizi benzerliğinde olduğunu göstermekte ve bu çerçevede AS’ye katılma kararlılığını ortaya koymaktadır. Bundan böyle AS için söylenecekler, eksiksiz olarak ÖDP için de geçerlidir.)
AS’nin bir araya geliş gerekçeleri ve amaç ortaklığının (buna program demekte zorlanıyoruz) hareket sahası ve siyasi muhatabı kim ve neresidir?
“Avrupa Solu’nun merkezi Brüksel’dir!”...
Tek başına bu adresin açıklayıcı olduğu yanıtlara bir kaçını daha ekleyelim: AS, “Avrupa çapında referanduma ve seçimlere hazırlanmada işbirliğini” amaçlar, “diğer Avrupa organlarındaki ve ağlarındaki Sol’un parlamenter gruplarıyla yakın işbirliği için çabalar”, “Avrupa Parlamentosu seçimleri için dikkatli bir şekilde yol gösterir...” Açıkça ifade edildiği gibi AS, Avrupa Parlamentosu ve Avrupa Birliği paralelinde bir siyaset çizgisi izleyecektir. AS bir “Avrupa Birliği Partisi” ve Avrupa Birlikçi bir partidir!
Ocak 2004’teki kuruluş kararlarının en önemli maddesi de, Haziran 2004’teki Avrupa Parlamentosu seçimlerinden önce kuruluş kongresinin yapılarak, seçime katılma koşulunun yerine getirilmesiydi. 8-9 Mayıs’ta alelacele kongrenin yapılmasının nedeni buydu. Nitekim AS, “kongre bir sonraki Avrupa Parlamentosu seçimlerinden en az altı ay önce toplanmalıdır” kararını tüzük hükmü haline getirerek, hangi platformda siyaset yürüteceğini belirginleştirmiştir.
AS, finansman sorununu nasıl çözecektir? “AS, kendisini üyelik aidatları, katkılar, kamu yardımlarıyla finanse eder!” Kamu yardımlarının, katkıların kaynağı az çok bilinmektedir. Türkiye’de de heveslilerinin giderek yayıldığı “proje siyasetçiliği ve fon avcılığı’nın fikir babalan, Avrupa’nın çürümüş-yozlaşmış siyaset esnafıdır. Bir tür rüşvet ve satın alma yöntemi, siyasetin paraya bağımlı hale getirilerek her tür muhalif çizginin merkeze çekilerek terbiye edilmesinin aracıdır fon karşılığı siyaset ve projelerin finanse edilmesi. Soros’a bağlı vakıflar aracılığıyla bu sözde “kamu yardımlarının” ve “katkılarının” en ileri örneklerinin önce Yugoslavya’nın parçalanmasında, sonra Gürcistan-Ukrayna-Kırgızistan karşı devrimci sivil darbelerinin finansmanında ne düzeyde rol oynadıklarını dünya kamuoyu izledi. Bilinen ve ortaya çıkan finans kaynaklarının, bilinmeyen-gizli tutulanların buzdağının yalnızca görünen kısmı olduğunu tahmin etmek zor değildir. AS’nin de tüzükte görünmeyen ama Avrupa Birliği bütçesinde yer verilen bir kaynağı daha vardır. Barajı geçerek Avrupa Parlamentosuna girebilen, en az altı ülkede temsil edilen “Avrupa Partileri”ne toplam 8.2 milyon euro dağıtılacak. Bu da, AS bileşeni partiler açısından parti başına düşecek 200 bin euro anlamına geliyor. AS’nin Avrupa Parlamentosu’nda merkeze oynaması karşısında boş durmayan bir grup daha vardır: “Avrupa Anti-Kapitalist Sol” (EAL). Geçmişi 2000’lerin başına kadar uzanan, Avrupalı troçkist partilerin ağırlıkta olduğu bir oluşumdur. Avrupa Birliği projesine mesafeli olmakla birlikte, AS’yi dikkatle izlemekte, Avrupa Parlamento macerasındaki akıbetine göre hazırlık yapmaktadır. Aşağıda ele alacağımız gibi EAL’in siyaset sahnesine çıkış koşullan da AS ile esasta çakışmaktadır.
Avrupa sol hareketi; ilerici toplumsal hareketler ve AS'nın rolü
Son yılların kitlesel hareketlerinin dinamikleri, küreselleşme ve savaş karşıtı hareket biçiminde gelişti. Avrupa’da neoliberal saldırılara karşı tek tek ülkelerden gelişen muhalefet hareketleri, ulusal ölçekte gerçekleşen saldırılara karşı çıkarken, bu politikaların Avrupa emperyalizminin uluslararası nitelikte saldırılarının parçalan olduğu bilinciyle enternasyonal kitle hareketlerine aynı duyarlılıkla katıldılar. Yer yer militan-radikal öğelerle de birleşen bu hareketler lokal bazı kazanımlar elde ederken, saldın dalgasını komple geriletmeyi başaramadı. Fransa’da küçük ve orta ölçekli çiftçilerin direnişi, Yunanistan’da kısa aralıklarla gerçekleşen genel grevler, İtalya’da yüz binleri aşan emekçilerin protesto eylemleri kısmi bazı kazanımlarla sonuçlanırken, Almanya’da Ajanda 2010 ve Hartz IV saldırılarına karşı geliştirilen mücadeleler Schröder hükümetine geri adım attırmaya yetmedi. (Ama Schröder ve partisi SPD’yi hızla yıprattı, eyaletlerdeki geleneksel oy çoğunluklarının altını oydu, üst üste alınan eyalet seçim yenilgileriyle erken genel seçim kararı almak zorunda kalan Schröder ve SPD’nin sonbaharda gerçekleşmesi muhtemel. Seçimlerde tekrar seçilmesine ise ihtimal verilmiyor.) Fransa’da orta dereceli okulların paralı hale getirilmesine karşı onbinlerce öğrencinin günler süren direnişi de iktidara geri adım attırmıştı. Savaş karşıtı hareketin Avrupa çapında yer yer yüzbinleri aşan katılımlarla mücadeleleri İtalya ve İngiltere’nin ABD’nin yanında savaşa dahil olarak Irak işgaline ortak olmasını engelleyemedi, ama hareketin İspanya bölüğünün en anlamlı kazanımı, Irak işgalinin suç ortağı Amerikancı Aznar’ı sandıkta cezalandırması ve işgale suç ortaklığına son vereceği propagandası yapan sosyal demokrat Zapatero’nun seçilmesini sağlamasıydı.
Küreselleşme karşıtlarının giderek radikalleşen muhalefeti ise uluslararası sermaye kuruluşları ve başta NATO olmak üzere savaş organizasyonlarına karşı yürüttüğü mücadelelerle toplantı organizasyonlarını kent merkezlerinden dağ tesislerine sürmüş, adeta tecrit etmiştir. Önemli bir kararlılık, militanlık, kitlesellik ve kendine güvenle hareket eden söz konusu heterojen toplumsal hareketler, DSF ve ASF tarzı organizasyonlarla da bir tür yön arayışı sürecine girmişlerdir. Porto Allegre ile başlayan Dünya Sosyal Forumu (DSF), Mumbai direnişi ve sonuncusu 2004’te yine Porto Allegre’de gerçekleştirilen forumdaki tartışmalar, yön arayışlarının adresini giderek somutlamakta ve “Başka bir dünya mümkün” arayış ve hedefinin sosyalizme doğru eğilim göstermekte olduğunu ortaya koymaktadır. Henüz belki girişim düzeyinde ve dar bir kesimle sınırlı olmakla birlikte rüşeym halinde somutluğunun Avrupa Sosyal Forumu’na (ASF) da yansıması kaçınılmazdı.
Avrupa Solu, gelişmekte olan yeni dalga hareketle birlikte kendisini yeniden tanımlama ve siyasal-ideolojik-örgütsel açıdan yeniden konumlanma zorunluluğu ile yüz yüzedir. Avrupa genelinde yabancı düşmanlığı temelinde görünüyor olsa bile, temelinin işsizliğe, yoksullaşmaya, neoliberal saldırı politikalarına dayalı derin bir hoşnutsuzluk ve öfkeden beslenen ırkçı partilerin güçleniyor oluşu, genel toplumsal hareketin çift yönlü ilerleyişinin bütünleşmiş Avrupa propagandalarının sonuna gelinmiştir. Kendisini sol, sosyalist, komünist, yeşil, demokrat vb. olarak tanımlayan parti, grup ve siyasal örgütlerin Avrupa Sol Parti ve Avrupa Anti-Kapitalist Sol biçiminde yan yana gelişleri, yeni dönemde kendilerini yeniden konumlandırma zorunluluğunun getirmiş oldukları çözümdür.
“Feminizm ve cinsiyet demokrasisini” temel ilkeleri olarak kabul etme kararı ve “çevrecilik”, AS’nin hedef kitlesini genişletme ve dönemin “çok renkliliklerini” de kapsama niyetini göstermektedir. Politik iddia manasında bir hegemonya amacından başka bir şey olmayan bu “genişlik”, kıta Avrupa’sında kendinden söz ettiren bütün toplumsal gündemlerin muhatabı ve geniş bileşimiyle her akım, grup, eğilim, talep vb.nin yegane sözcüsü olduğu mesajı vermektedir.
Avrupa sosyal demokrasisi ve AS
1995-2005 arası dönemde Avrupa ülkelerinde sosyal demokrat partiler daha fazla söz sahibiydiler. Bu ise onlara avantajdan çok dezavantaj getirdi. Zira emperyalist sermayenin uluslararası düzeyde neoliberal saldırganlıklarının yürütücüleri ağırlıklı olarak sosyal demokrat partiler olduğu için işçi, emekçi, çiftçi milyonlar nezdinde büyük bir itibar kaybettiler. İşsizliğin, yoksullaşmanın sorumlusu olarak kabul edildiler. Öyle ki Avrupalı emekçilerin yüz yıllık kazanımları, son on yılda önemli ölçüde ellerinden alındı. Avrupalı emperyalist sermaye sosyal demokratların başta sendikalar olmak üzere kitlelerle olan yaygın bağlarını tepe tepe kullandı. Avrupa sosyal demokrasisi bu süreci, sonuçları yeni yeni ortaya çıkmaya başlayan ağır tahribatlar pahasına sürdürdü.
Sadece vurgulayarak geçelim, sosyal demokrasinin başka seçeneği yoktu zaten, çünkü günümüz emperyalist küreselleşme koşullan, burjuva partilerin programlarını tekleştirmektedir. Hükümette hangi parti olursa olsun, uluslararası sermayenin neoliberal programını uygulamak zorundadır. Geçmişin, sosyal devletin genişletilmesi zemininde kitlelerin bilincini uyuşturan sosyal demokrat politikasının bugün zemini kalmamıştır.
Sonuç olarak bu süreç, geleneksel sosyal demokrat partilerin dışındaki her renkten sol partilere nesnel olarak yeni fırsatlar getiriyor. AS bu olguyu, “21. yüzyılın başında kapitalist toplumlardaki siyasal ve ekonomik gelişmeler sol partilere, demokratik hareketlere ve alternatif toplumsal güçlere ihtiyaç ve olanaklar yarattı” diyerek tespit ediyordu. “Sosyal demokrasinin ‘Üçüncü Yol’ konsepti Avrupa’da iflas etmiştir, çünkü bu gelişmenin karşısına dikilememiş ve böylelikle de aslında teşvik etmiştir. Bu durum, yeni olanaklar sağlamaktadır ve aynı zamanda günümüz dünyasını değiştirmek isteyen solun da sorumluluklarını artırmıştır.”
Komintern tarzı bir örgüt kurmadıkları açıklamasını yapan PDS (Demokratik Sosyalizm Partisi-Almanya) yöneticilerinden W. Gehrcke, “İkinci bir Sosyalist Enternasyonal de kurulmuyor” diye ekleme ihtiyacı duyuyordu. Türkiye’den CHP’nin de içinde yer aldığı sosyal demokrat partilerin işlevsiz, ruhsuz, içeriksiz Sosyalist Enternasyonalle aralarına kalın bir çizgi çekmek isteyen Gehrcke, “Sosyalist Enternasyonal, Willy Brandt ya da Olof Palme’nin geleneklerinden uzaklaşmış ve artık neoliberalizmin bir projesine dönüşmüştür” diyordu. Siyaset boşluk tanımayacağına göre, sosyal demokrasinin iflası ile boşalan politik alanı elbette AS dolduracaktı.
“Neoliberalizmin bir projesine” dönüşen Sosyalist Enternasyonal bileşenleri Avrupa sosyal demokrat partilerinin itibar kaybı, yıpranma ve saygınlık ve inandırıcılıklarım yitirmeleriyle doğan büyük boşluk, iştah kabartıcıdır. AS’nin bütün söylem, kapsayıcılık ve konumlanma siyaseti, uluslararası sosyal demokrasiye alternatif bir kuvvet olarak öne çıkma amacına odaklanmıştır.
“Yeni sosyal hareketler” biçiminde tanımladıkları küreselleşme ve savaş karşıtı hareket, neoliberal saldırılara karşı direnen her renkten siyasal-toplumsal, ekonomik-demokratik muhtevalı kitlesel hareketlerden çevreci, feminist, antimilitarist vb. hareketlerin “kapitalist toplumların zorunlu dönüşüm politikasına yeni güç” kattığından hareketle AS, oynaması gereken/oynayacağı rolü de tarif ediyor. Görev şimdi “alternatif, radikal, ekolojik ve feminist bir solun yaratılmasıdır.” AS ile “yeni bir politik öznenin yaratılmasına çabalıyorlar.
Tarihte kök arayışı
Avrupa sosyal demokrasisinin tarihi Marksizm’e dayanıyor. Kautsky ile birlikte 2. Enternasyonal oportünizmi, uluslararası komünist hareket içinde sosyal demokratlaşma yönünde ilk ve en büyük sapmayı ifade eder. Sosyal demokrasinin Sosyalist Enternasyonal üzerinden uluslararası komünist harekete uzanan tarihi bağı ve tek tek sosyal demokrat partilerin Marksist geçmişleri, AS’yi de Avrupa’nın antifaşist mücadele ve devrimci tarihi ile illiyet bağı kurmaya zorluyor. “Tarihsiz bir mekanda durmuyoruz”, “Saflarımızda; faşizme karşı mücadelenin, Resistance’nin, partizan hareketlerinin canlı tecrübesi var. Düşünce tarihimizde; aydınlanma, işçi hareketi, Marks ve Engels, Antonio Gramsci; İspanya Cumhuriyeti; Yunanistan’da darbeci albayların, Portekiz’de Salazar’m, İspanya’da Franko’nun alaşağı edilmesi bulunmaktadır.” PDS Başkam Bisky’nin Berlin Konferansında yaptığı bu konuşma, toplumsal tarih ve düşünce tarihi ile organik bir bağ kurma niyeti taşımıyor, sözünü ettiği şeyler ona göre çoktan “tarih” olmuştur. Bu yüzden “yeni bir alana adım atıyoruz ve eski düşünce tarzlarını yıkmak durumundayız” diye de ekliyor.
Bisky, ne yapmak istediğini biliyor; düşünce tarihine ve toplumsal tarihe en az katkısının olduğu, ama en onurlu kesitleri sosyal demokrasi ile boy ölçüşmek kastıyla seçiyor. Ama tarih başka şeyler de yazıyor: Örneğin Bisky’nin başında olduğu PDS’nin tarihinde sosyalizme ihanet yazıyor. Kapitalizme teslim olma, Demokratik Alman Cumhuriyetinin birikim ve kazanımlarını emperyalist Batı Almanya’ya altın bir tepsi içinde sunmuş olmak da Bisky’nin “siyasi tarihinde” kayıtlıdır. Fransa Komünist Partisinin tarihinde de devrime ihanet yazıyor. 2. Emperyalist Paylaşım Savaşının en büyük yükünü taşıyan, Hitler ordusuna karşı direnişin yanında Fransız, İtalyan, Yunan burjuvazisinin Alman işbirlikçiliğine karşı da büyük yurtsever direniş savaşları veren bu KP’ler, savaş sonunda iktidarı alma cüreti gösteremeyerek, kendi burjuvalarıyla koalisyon işbirliğine gittiler. Bu işbirliği ile yalnızca İtalya, Fransa, Yunanistan devrimlerine değil, belki de tüm Avrupa’yı kuşatacak kıta devrimine ihanet ettiler. Evet, Bay Bisky, “tarihsiz bir mekanda durmuyoruz” ve tarih ihanetleri de yazıyor.
Tarihe yapılan göndermelerin Avrupa burjuvazisini kaygılandırabileceğinin de farkında olan Bisky, bizim tarihi anlayışımızla, kendi tarih anlayışları arasına kalın bir çizgi çizmeyi ihmal etmiyor. “Komünizm adına yapılan hatalar, yanlışlıklar ve işlenen suçlar” vardır ve asla bunları tekrar etmeyeceklerdir! Konferansın sonunda yayınlanan “manifesto”da “Avrupa’da alternatif, radikal, çevreci ve feminist bir sol inşa etmeyi”, ama bunu, “20. yüzyıldaki geleneksel yolu izlemeden” yapmayı esas aldıklarını yazıyor. 20. yüzyıldaki izlemeyecekleri geleneksel yol, “günümüz kapitalizminin alt edilmesi ve toplumların dönüşümü” için de geçerlidir.
İdeolojik kimliksizlik
‘Program olmayan program’ olarak kabul edilebilecek “manifesto”da (Avrupa Solu Partisi’nin Kuruluşu için Berlin Çağrısı), “Dünyada ve Avrupa’da savaşlara, yıkımlara, sosyal devletin tahrip edilmesine, silahlanmaya ve pazar radikalliğine karşı direniş güçleniyor. Avrupa solu başka bir politikayı hedefleyen hareketlerin parçasıdır. Demokratik, sosyal, çevreci, feminist, barışçı; başka bir dünyayı, başka bir Avrupa’yı, dayanışmanın Avrupa’sını kurmak mümkündür” deniyor. “Kârın belirleyiciliğini sorgulayacak ve kapitalizmin egemenliğini aşacağız. Başka bir yaşam, çalışma, üretim ve paylaşım kültürü istiyoruz.” isteyen bu ifadelerin örtük olarak sosyalizmi çağrıştırdığını düşünsün, gerçekte ise AS’yi oluşturan yapıların en temel sorunu ve zaafını oportünist ve demagojik yoldan örtme yöntemidir.
13 Avrupa ülkesinden 15 partinin katılımıyla oluşan AS içinde 15 ayrı çizgi vardır. Parti, irade ve eylem birliği demektir. Bu da belli bazı temel-ilkesel konularda uyum, örtüşme ve program ortaklığı anlamına gelir. Genel olarak Avrupa solunda sosyalist ideolojiden kaçış-ideolojiden uzak durma; ideolojik parti fikrinden uzaklaşma olarak kabul ediliyor, savunuluyor. Ideolojisizlik savunusunun da bir ideoloji olduğunun bilincinde olan bu yapılar, esasında sosyalist ideoloji ile aralarına mesafe koyarken, liberal burjuva ideolojilerine kapılanmakta sakınca görmüyorlar. “Manifesto”daki örtük ifadelerin nedeni ise ideolojisizlik ideolojisinin her partide vücuda gelişinin farklılığı nedeniyle; her tür burjuva, liberal burjuva, reformist, revizyonist, antimarksist çizgiyi en genel tanım ve çerçevede buluşturma gayretidir. Bu çizginin kitlelere yansıması ise çok renklilik adına kimliksizleşme, kapsama alanını genişletme adına liberalizme eklemlenme, mücadele ve direnme adına uzlaşma ve teslim olma, sonal anlamda kendine yabancılaşma ve silahsızlanmadır.
Uluslararası devrimci ve komünist hareket ve AS ile ilişkiler
“Başka bir dünya, başka bir Avrupa” arayışı ve mücadelesi 89-91 yıkımının ardından, kalan molozun temizlenmesiyle giderek netleşen ve artan biçimde kendisini sosyalizm talep ve hedefinde somutlamaktadır. Avrupa’da da yaygınlaşan, kitlesel karakterli direniş ve protestolar, uluslararası nitelikli konferans, sempozyum vb. etkinlikler ve DSF, ASF toplantıları sosyalizm çağrılarının yükselmesiyle bir yol ayrımına da yaklaşmaktadır.
Uluslararası devrimci ve komünist hareketteki toparlanma, politik bir güç olarak (total olarak ele alındığında) bu ayrışmanın bir tarafını oluşturacaktır. Henüz bir ideolojik basınç unsuru haline gelememiş olmakla birlikte politik alanda konumlanışıyla sol, sosyal demokrat, reformist, troçkist, revizyonist akımları, yan yana geldikleri uluslararası organizasyonlarda baskı altına alabilmektedir. Davet etmeme, dışlama, söz hakkı vermeme, temsiliyetini kabul etmeme vb. tutumlar, bu devrimci baskılanmanın sonucudur. Sözünü ettiğimiz sosyalizm ve sosyalizan hareket dışı bu akımların ‘aynılar aynı yerde’ anlayışına göre uluslararası ittifak ve birliklere gitmelerine paralel olarak, uluslararası devrimci ve komünist harekette de bu yönlü arayış ve girişimler başlamıştır. 2004’te İtalya’da yapılan Anti-Emperyalist Kamp toplantısı, 2005’te Yunanistan’daki Balkan ülkeleri komünist ve işçi partileri konferansı, Lübnan’da Arap ülkelerinden ilerici, devrimci partilerin bölgesel toplantısı vb. ile bir yandan uluslararası ve bölgesel politik gelişmeler karşısında ortak tutum geliştirme ve inisiyatif alma adımları atılırken, bir yandan bölgesel koordinasyonlar, uluslararası birlikler oluşturma girişimleri sürmektedir. Bu süreci, arınma süreci olarak kabul etmek de mümkündür.
AB’ye girme propagandalarının yalancı rüyası işsizlik, yoksulluk girdabındaki ve geleceksizlik kaygısıyla umutsuzlaşan ezilenlerde bir kurtuluş umudu doğurmaktadır. Siyasal özgürlük, demokrasi ve ulusal tam hak eşitliği özlemi de keza bir AB yanlılığı yaratmaktadır. Bu koşullar altında AB ve AP içerisinde, üstelik kendilerini emekten yana, “dönüşümcü”, sol gösteren parti ve birleşik organizasyonlar çekim gücü oluşturabilirler. Ancak bunun abartılmaması gerektiği de ÖDP örneğine bakılarak anlaşılır. Nesnel bir olgu olarak göz önünde bulundurulması gereken bu durum, siyasetin ve yaşamın kurallarını belirleyen siyasal-ekonomik-toplumsal ilişkilerle yüz yüze geldiğinde gerçeğin devrimci gücü karşısında çözümsüzdür.
“Dayanışmanın Avrupa’sı”, “Emeğin Avrupa’sı” söylemleriyle Avrupa kapitalizminin liberal burjuvalar eliyle adil, insancıl vb. gösterilmesine karşı, Avrupa Birliği ve Avrupa Parlamentosu’nun Avrupa emperyalist sermayesinin kurumsal çatısı olduğunu anlatmaya devam edeceğiz.
Avrupa Sol Partisi, Avrupa Anti-Kapitalist Solu, Yeşiller’in Avrupa Partisinden (henüz kurulmadı, ön toplantılar ve konferans aşamasmdalar); Türkiye’den TKP (EAL üyesi) ve ÖDP’ye yaymakta oldukları liberal reformculuk siyaseti ve her türlü burjuva, küçük burjuva ve liberal tez ve ideolojilerine karşı, devrim ve sosyalizm zemininde yükselerek karşı koyacağız.
Kaynaklar:
Avrupa Sol Partisi Tüzüğü
Avrupa Solu Partisi’nin Kuruluşu İçin Berlin Çağrısı
Avrupa Sosyal Forumu ve Komünist Hareketteki Gelişmeler- Salih Can
“Başka Bir Avrupa” İçin Avrupa Sol Partisi- Gürsel Köksal
Özgürlük Dünyası- Mart 2004 s. 143