* Ezilenlerin Sosyalist Alternatifi Atılım gazetesi Genel Yayın Yönetmeni İbrahim Çiçek’in Bilinç ve Eylem dergisinin sorularını yanıtladığı bu yazı, derginin 4. sayısından alınmıştır.
Bilinç ve Eylem: Dergimiz, Türkiye devrimci hareketinin uzun bir geçmişe dayanan, devrimci hareketin tümünü kapsayan köklü ve ağır sorunlarla karşı karşıya olduğuna inanıyor. Bu konuda sizin görüşleriniz nelerdir?
Gazetemiz Ezilenlerin Sosyalist Alternatifi ATILIM da, “devrimci hareketin uzun bir geçmişe dayanan, devrimci hareketin tümünü kapsayan köklü ve ağır sorunlarla karşı karşıya olduğuna inanıyor.” Kuşkusuz ben de aynı düşüncedeyim. Bununla birlikte “sorun”u doğru tarif etmek gerektiğini vurgulayarak başlamak istiyorum. Çünkü zaten “köklü ve ağır sorunlar” belirlemesi, devrimci hareketin sorununu/sorunlarını tarihsel-güncel özgün bağıntısı içinde tanımlayamıyor. Bize bunların yalnızca “köklü ve ağır” olduğunu genel geçer bir dille söylemenin ötesinde bir fikir, müdahale için bir kalkış noktası vb. sağlama yeteneğinden de yoksun. Hatta “köklü ve ağır” vurgusu, sorun/sorunlarla pratik düzeyde bir biçimde ilgili olan ve çözüm üzerine bir biçimde kafa yoran özneler için korkutucu, yıldırıcı bir düşünsel-pratik etki bile yapabilir.
“Devrimci hareketin durumu nedir?” Sorunu böyle koymak da bazı önemli mahsurlar taşıyor. “Devrimci hareket” genellemesi hem sosyalist Marksist hareketi ve hem de antiemperyalist devrimci hareketi kapsıyor. Öte yandan “sosyalist hareket” veya “Marksist hareket” gibi bir tanımla başlamak da TKP, ÖDP ve İP dahil, onların solundaki akımların hemen hepsi kendini sosyalist vb. tanımladığı için, devrimci ve reformist ayrımının üzerini örtücü oluyor. Böyle bir tartışmada bunlara en azından geçerken değinme ve işaret etme gereksinimi var. Mahsurlarının ayırdında olarak, burada tartışmayı “devrimci hareketin durumu” tanımı çerçevesinde yürütebiliriz.
Bilinç ve Eylem: Genel olarak devrimci özneler kriz tespiti yapmakta, fakat bunu daha çok kendi dışındaki güçlerden kaynaklandığını düşünmektedir. Siz krizin boyutları ve nedenleri konusunda ne düşünüyorsunuz?
Devrimci hareketin durumu, üst üste binmiş “yapısal kriz” ve “güncel kriz” gerçeklikleri tarafından belirleniyor. Bu nedenle devrimci hareketi bugün bir “çifte kriz” tamamıyla çözümlemeye çalışmak, oldukça verimli olabilir. Bu bağlamda devrimci hareketin “güncel kriz”i üzerinde durulabilir. Ama ilkin 1990’larda devrimci hareketin içerisinde hareket ettiği genel durumla ilgili bazı verileri hatırlamakta yarar var.
“Soğuk savaş”ın, sosyal emperyalizmin ABD emperyalizmi önünde diz çöküşü ve SSCB’nin dağılmasıyla noktalanması, en nihayetinde dünya çapında sosyalizmin prestijinin dibe vurmasını ve dünya gericiliğinin gemi azıya almasını da beraberinde getirdi. Galipler, dünya haritasını yeniden çizmeye ve dünyayı yeniden paylaşmaya giriştiler... Burada devrimci harekete ilişkin yapısal kriz tanım ve çözümlemesi bakımından 20. yüzyıl sosyalizminin yenilgisinin kesinleşmesi ve tabi sosyalizm mücadelesinin bir döneminin kapanmasının önemini vurgulamakla yetiniyorum. Yapısal krize aşağıda zaten döneceğiz.
12 Eylül darbesinin kurumsallaştırdığı ordu güdümlü, yarı askeri faşist rejim altında işçi hareketi 1985’lerden başlayarak gelişme çizgisine girdi. '87 NETAŞ grevini izleyen '89 bahar atılımından sonra işçi kitle hareketi Zonguldak madencilerinin merkezinde durduğu '90/'91 hamlesinin uzantısı olan 3 Ocak genel grev denemesi ile tepe noktasına ulaştı. 1. emperyalist Körfez savaşıyla birlikte sermaye ve hükümet, işçi hareketine karşı kapsamlı bir tasfiye hareketine girişti. İşçi hareketi günümüze değin uluslararası sermayenin neoliberal programına karşı direnerek, dövüşerek uzayıp gelen/giden dalgalı bir geri çekiliş süreci yaşadı, yaşıyor. '90'ların başı, emekçi memur hareketinin taze, diri yükselişine tanıklık etti. '90'ların ortalarına değin fiilen sendikalaşma hakkını da elde ederek süren yükselişten sonra, emekçi memur hareketi '90'ların ikinci yarısında tıkandı. Öte yandan gerilla hareketi ve kentlerdeki serhıldanların birleşmesiyle ulusal devrimin başlangıcı niteliğini kazanan Kürt ulusal hareketi, '92/'93'lere gelindiğinde tepe noktasına ulaşmıştı. Buradan itibaren Öcalan’ın '99'da Suriye’den çıkartılmasına değin süren, uzayan giden bir denge sürecine/dönemine girmişti. Demokratik alevi hareketi, öğrenci gençlik hareketi, kadın hareketi genel panoramayı değiştirmese de diri ve gelişen bir çizgide duruyorlardı. Antifaşist harekette daha sonra Gazi başkaldırısında çarpıcı biçimde açığa çıktığı gibi, radikalleşme eğilimi vardı.
Bu genel tablo içerisinde devrimci hareket, 12 Eylül darbesinden sonra 1990’ların ilk yarısında bir yükseliş, bir ilerleme süreci yaşadı. Bu, siyasi bakımdan 1996 1 Mayıs'ına kadar devam etti. '96 1 Mayıs’ı, siyasi bakımdan devrimci hareketin ilerleyişinin tepe noktası oldu. Ama aynı zamanda bunun, devrimci hareketin siyasal bakımdan düşüş dönemecini oluşturduğunu da rahatlıkla söyleyebiliriz. Antifaşist hareket kırıldı, ılımlı bir çizgiye yöneldi. Devrimci hareketin örgütsel durumu, siyasal durumundan biraz daha farklıydı. Faşist rejim, '90'ların ortalarında devrimci örgütlere ağır kayıplar verdiren bir tasfiye saldırısı geliştirdi. Büyük ölçüde başarılı da oldu. 90'ların ortalarına değin devrimci hareket halihazırda siyasi bakımdan ilerlemesini sürdürüyor olmasına karşın, örgütsel bakımdan çok zor bir duruma itilmişti. Devrimci hareketin “güncel kriz”i dediğimiz durum, bu örgütsel durumun üzerine '96 1 Mayısında antifaşist hareketin kırılarak ılımlı bir çizgiye yönelmesiyle birlikte '90'lı yılların ortalarında oluştu. '96 ölüm orucu, gerçekte oluşan bu durumu bir tersine çevirme hamlesidir, bu hamle başarılı olmuş, ama durumu tersine çevirecek kadar güçlü politik sonuçlara yol açamamıştır.
Devrimci örgütlerin siyasi çalışmalarının daralıp git gide sınırlanması, kitlelerden uzaklaşma/yabancılaşma, kendine dönme, içine kapanma eğilimi, politik refleks körelmesi, politik kararlılık erozyonu vb. “güncel kriz”in politik alandaki en önemli yansımalarıdır. Devrimci hareket giderek politik gelişmeleri belirleyen anlamlı bir politik etken olmaktan çıkar.
Devrimci örgütlerin güçlerinde belirgin bir örgütsel daralma ve dağılma yaşanır. İlerleme ve devrimci örgütlerin yükselişleri sürecinde saflarına katılanların önemli bir kesiminin devrimci hareketin saflarını terk etmiş olmaları çarpıcıdır. Devrimci örgütlerin kuvvetlerine hakimiyet, önderlik ve yönetme gücü düşer. Örgütlerin çeperinde, yer yer de içinde dejenerasyon ve çeteleşme eğilimleri baş gösterir. Örgütlerin saflarında kendi çizgisine güvensizlik, irade ve eylem birliğinin sarsılışı, bir çeşit ideolojik çözülmenin içten içe gelişmesine neden olur. Demek ki güncel kriz, politik, örgütsel ve ideolojik/teorik bakımdan, yani üç boyutlu olarak bir kendini yeniden üretememe durumudur.
Kuşkusuz güncel kriz ile yapısal kriz, bir Çin Seddi ile bir birinden kopartılmış, yalıtılmış değiller. Gerçeklikte böyle bir şey yok, Marksist analiz de gerçeği aslına uygun biçimde aydınlatmakla yükümlü. Asıl olan, her iki durumun birbiri üzerindeki karşılıklı etkilerini çözümlemektir. Ama yine de her ikisinin analizini ayrı ayrı yapmak, hem mümkün ve hem de gereklidir. Şuraya geliyoruz, '90'ların ortalarında oluşan “güncel kriz” ne oldu?
19 Aralık zindan katliamı ve onu izleyen 2001’in devrimci hareketin güncel krizinin en şiddetli anına/sürecine tekabul ettiğini saptayabiliriz. Devrimci hareket ancak 2002/2003'ten başlayarak güncel krizden çıkış sürecine girmiştir. Devrimci örgütlerin genel tablosunda, örgütlerin politik çalışmalarını, örgütsel ve ideolojik durumlarını yansıtan gösterge ve veriler bu belirlemenin doğruluğunu teyit etmektedir.
Biz, Marksist Leninist komünistleri güncel ve yapısal krizin dışında görmüyoruz. Herşeyden önce devrimci gelişmenin eşitsizliği nedeniyledir ki, güncel ve yapısal kriz çözümlemelerinin her parti ve örgüt bakımından somut olarak, özgün biçimde ayrı ayrı da ele alınması gerekir. Ancak bunu burada yapmaya çalışmak gerekli olmadığı gibi, doğru da olmaz. Marksist leninist komünist partisi “güncel krizi” '99/2001 sürecinde parti krizi biçiminde yaşamıştır. 2001/2002 3. Kongre sürecinde parti krizini aşmış, “güncel kriz”den hakikaten çelikleşerek çıkmıştır. Devrimci hareket güncel krizden çıkış sürecine girmiştir, peki “yapısal kriz” bakımından durum nedir? Belki de ilkin “yapısal kriz” tanım ve kavramı üzerinde durmamız daha doğru olur. Evet, “yapısal kriz” nedir?
Eğer çok genel bir şekilde söylemek gerekirse, bugünkü devrimci yapılar ve genel olarak sosyalizm iddialı örgüt ve partiler, 1960/1980 döneminde oluşmuş ya da TKP örneğinde olduğu gibi bu dönem içerisinde yeniden yapılanmış örgütlenmelerdir. Modern revizyonizmin emperyalizm önünde diz çöküşü ve SSCB’nin dağılması, sosyalist Arnavutluk’un yıkılışı vb. ile sosyalist iddialı örgütlenmelerin ve devrimci yapıların içerisinde oluştukları tarihsel koşullar aşılmıştır. En genelde “emperyalist küreselleşme” diye tarif edilen durumun da değişen tarihsel koşulların oluşturucu temel bir öğesi olduğunu, keza yapısal krizin koşullayıcı temel etmenleri arasında yer aldığını da eklemeliyiz. Oysa sosyalizm iddialı parti ve örgütler, devrimci yapılar, '90'larda (ve büyük ölçüde günümüzde) hala içerisinde oluştukları eski, aşılan tarihsel koşullarda şekillenen teori, program, strateji, taktik ve örgüt anlayışlarıyla, politik mücadele ve önderlik zihniyetiyle hareket etmektedirler. Yapısal kriz dediğimiz durum tam da budur. Kimi parti ve örgütler yapısal krizin ağırlığı altında '90'ların sonunda ya da '90'larda dağılmışlardır. TKP bunun en çarpıcı örneğidir. Oluşan yeni koşullarda varlık hakkını yitirip dağılmıştır. Bu, şiddetli bir ideolojik kriz biçiminde kendini göstermiş, derin ve tümüyle düzen içine çekici siyasi tasfiyecilik, politik teslimiyetçilik biçiminde dibe vurmuş, tam bir örgütsel atomizasyonla noktalanmıştır. Ama TKEP vb. akımlar da yapısal kriz altında çökmüşlerdir. Sanırım TKP/B'yi, eski Kurtuluş grubunu, Dev-Yol’u, TDP’yi de yapısal kriz altında ideolojik ve örgütsel olarak çöken yapılara dahil etmek yanlış olmaz... Burada bir sonuç olarak, “yapısal krizin” teorinin krizi, “Marksizmin” ya da aynı anlamda olmak üzere “Marksist teorinin krizi” olmadığını, böyle algılanamayacağını özellikle vurgulamalıyız. Çünkü krize konu olan teori değil, siyasal harekettir.
Demek ki, 2005 Haziranında biz onu tartışırken, yapısal kriz yeni oluşmuş bir durum değildir. Esasen yapısal kriz tartışması da yeni değildir zaten. '90'ların başında sosyalizm iddialı parti ve örgütlerin, devrimci yapıların içerisinde oluştukları tarihsel koşulların değişmesiyle yapısal kriz oluşmuştur. Sosyalizm iddialı parti ve örgütler, keza devrimci yapılar, '90’larda oluşan yeni tarihsel koşullar nedeniyle yapısal krizin muhatabıdırlar. Yani hiç kimse bu sorunun dışında değildir. Tüm yapılar, bilincinde olsunlar ya da olmasınlar yapısal krizin manyetik alını içerisindedirler. Keza, bunlara sosyalizm iddialı parti ve örgütlerin ve devrimci yapıların yapısal krizden etkilenişlerinin, onunla ilişkilenişlerinin ve ona müdahalelerinin de eşit olmadığını ya da daha doğrusu tamamen eşitsiz olduğunu kuvvetle vurgulayarak eklemeliyiz.
İster devrimci olsun ister reformist, ister hakikaten sosyalist olsun isterse sözde sosyalist, az ya da çok sosyalizm iddialı bütün parti ve örgütler, çevreler yapısal krizin girdabı içerisindedirler. Demek ki, her biri yapısal krizin parçası ve konusu/nesnesi durumundadır. Bu durumda yapısal kriz tarihsel bir durumdur, tarihin atını ve ışığını arayışıdır. Ama aynı zamanda her biri, yapısal krizin bilincine erebildikleri ve onu yanıtlayabildikleri ölçüde birer öznesidirler de.
Şimdi yapısal krizi biraz da yeniden yapılanma bağlamında tartışabiliriz. Bu bakımdan uluslararası komünist hareketin tarihinden öğrenebiliriz.
Uluslararası komünist hareket, Komünist Manifesto ve Komünistler Birliği'nden günümüze bir çok kez yapısal krizler yaşamış ve keza yeniden yapılanmıştır. Her bir enternasyonal, uluslararası komünist hareketin belirli tarihsel dönemlerdeki yapılanmaları olarak kavranabilir ve kavranmalıdır da. Her bir tarihsel dönem aşıldığında, geride kalan dönemin yapıları çözülüp dağılmakta, yıkılmakta, ama aynı zamanda bunların kimileri yeni tarihsel-politik koşullara denk düşen, dönemin ihtiyaçlarını yanıtlayacak yapılara dönüşürken, yeni yapılar da oluşmakta ya da doğabilmektedir. Hatta Bolşevik Parti örneğinde gördüğümüz gibi, kimi zaman geleceğin yapıları, bir önceki dönem henüz sürüyorken, bir önceki dönemin içerisinde oluşabilmektedir.
“Yapı” kavramı ilk anda örgüt kavramını çağrıştırıyor. Yeniden yapılanma derken, salt örgütsel bir durumdan/sorundan bahsetmiyoruz. Yeniden yapılanma; “devrimci hareketin” teori, program, strateji, taktik ve örgüt anlayışını yani, bütün düzeylerini kapsar, içerisinden geçmekte olduğu tarihsel koşullar altında ve bu koşulların devrimci ihtiyaçlarını yanıtlayacak tarzda bütün düzeylerde yapılanmasını kapsar. Yani geneldir. Yeniden yapılanmanın salt “ulusal sınırlar içerisinde” ele alınması, düşünülmesi ve çözüm aranması da doğru olmaz. Çünkü yapısal kriz ve yeniden yapılanma sorunu, uluslararası bir sorundur, ideolojik ve örgütsel kriz içerisindeki “uluslararası komünist hareketin” sorunudur. Bu bir dönemin devrimci önderliğinin yapılandırılması sorunudur. Bir dönemin devrimci önderliğinin bir hamlede yaratılamayacağı ve yapısal krizin sorunlarının daha baştan bütün unsurlarının belirgin olmadığı vb. açık gerçeklerdir. Kaldı ki, yapısal krizin, aynı anlamda olmak üzere, devrimci önderliğin yapılanmasının kimi sorunlarını bizzat devrimci pratik açığa çıkaracaktır. Ancak, devrimci önderliğin yeniden yapılanması görevinin bir teoripratik birliği sorunundan başka bir şekilde anlaşılamayacağını en baştan bilinmesi gerekir.
Devrimci önderliğin yeniden yapılanmasının geçmiş gelecek bağıntısının diyalektiği açısından şunlann altını çizmek istiyorum:
İlkin, bu bir sürekliliği kapsamalıdır. Sosyalizmin ve sosyalizm mücadelesinin tarihsel devrimci kazanımların ve Marksizm-Leninizmin temel düşünce ve ilkelerin kararlılıkla savunulmasından başka bir şekilde süreklilik sağlanamaz. Bu bakımdan Marksist teoriye ve devrimci kazanımlarına tasfiyeci-inkarcı yaklaşımlara karşı uyanık olmak gerekir. Çünkü, sürekliliğin sağlanması devrimci görevi sözkonusu oldu mu, tasfiyecilik ve inkarcılık daima asıl tehlikedir. Biz, Lenin’in Marksist hareketin kriz anlarında ilkelerin sürekliliği için mücadeleyi birinci sorun kabul eden devrimci pratiğinden ve bu yoldaki uyarılarından esinleniyoruz.
İkinci olarak, kopuşlar ve sıçramalar kaçınılmazdır. Bu, devrimci yenilenme demektir. Bir yapısal kriz ve onun koşullandırdığı bir yeniden yapılanma döneminde kopuşlar gibi, devrimci sıçramaların yaşanması da kaçınılmazdır.
“Kopuş” ve “sıçrama”, bir diyalektik bütündür aslında. “Kopup” da devrimci yeniye sıçrayamamak, kaba inkarcılık biçiminde zuhur eden bir tasfiyeci durumdur, bir ideolojik çözülmedir aslında. “Kopuş”, en başta bir önceki dönemin Marksizm kavrayış ve uygulama yeteneğinden, esasen önceki dönemin politik önderlik anlayış ve zihniyetinden kopuştur. Kuşkusuz, bunu devrimci bakımdan anlamlı kılacak olan, yeni dönemin devrimci önderliğinin oluşumuna ne kadar yanıt olabileceği ya da olabildiğidir. Kopuşun neleri kapsayacağının bir listesini yapmaya, bir reçete hazırlamaya kalkışmak doğru ve olanaklı olmadığı gibi, tamamen zararlıdır da. Çünkü, toptancılık ve reçetecilik, tıpkı ikamecilik gibi, bir önceki dönemin ayırt edici özellikleri arasındadır. Tam da bu bağlamda doktrinerizm ve dogmatizm tehlikesine karşı tetikte olmanın önemi büyüktür. Dogmatizm, Marksizm'in dönemin sorunlarına uygulanarak geliştirilmesinin önündeki esas engeldir. Fakat yalnızca “dönemin sorunları”yla da karşı karşıya değiliz. Bir yandan dönemin sorunları belirginleşirken, aynı zamanda bir önceki dönemin sarkan sorunları değişime uğramakta “eski yaklaşımlar” ve “eski sorular” anlam kaybına uğramakta, devrimci önderlik iddiasında olanlardan yeni soruların sorulmasını ve yeni yanıtların oluşturulmasını talep etmektedir. Burada dogmatizm için zemin bereketlidir ve devrimci yenilenme söz konusu olduğunda dogmatizmin asıl tehlike olduğunun da altı çizilmelidir.
Son olarak, geçmiş gelecek bağıntısı açısından “içerip aşma’ya özel bir anlam verebiliriz. Bir önceki dönemin devrimci kazanımlarının sıklıkla savunulmasının gerekliliği kadar, dönemin devrimci ihtiyaçlarının yanıtlanması için aşılması da bir o kadar elzemdir. O halde, içerip aşmak hem sürekliliği ve hem de devrimci yenilenmeyi kapsar, süreklilikle devrimci yenilenmenin yeniden yapılanma problemine çözüm oluşturan bileşkesidir.
Bilinç ve Eylem: 20. yüzyıl sosyalizm ve sosyalist mücadele deneyimlerinin eleştirel değerlendirilmesine krizden çıkış için özel bir anlam atfediyorsunuz. Bu konuda sizin çıkardığınız sonuçlar nelerdir? Kendiniz ve Türkiye devrimci hareketi açısından bu kapsamda ne tür sonuçlar çıkarıyorsunuz?
“20. yüzyıl sosyalizm ve sosyalist mücadele deneyimlerinin eleştirel değerlendirilmesine krizden çıkış için özel bir anlam atfediyor” oluşumuz, her şeyden önce burada vurguladığımız devrimci sürekliliğin sağlanması amacını gütmektedir. Devrimci önderlik devrimci kazanımlara dayanmayacaksa, neye dayanabilir ki? 20. yüzyıl devrimleri ve sosyalist inşa deneyimlerinin eleştirel analizinden ulaşılacak sonuçlar (ki, bunlar yeni ya da ilk defa tartışılıyor değildir) yalnızca tarihsel köklerimizin aydınlatılmasıyla ilgili değildir. Kuşkusuz burada aynı zamanda gelecektir/ geleceğimizdir söz konusu olan. Devrimci hareketin varoluşunun bütün düzeyleri bakımından önemlidir.
20. yüzyılın deneyimlerinden çıkarsadığımız sonuçları burada vermeye kalkışmak, özetleyerek bile olsa çok anlamlı olmayacaktır. Ancak bir parentez açarak belirtmeliyiz ki, bugün içerisinde bulunduğumuz yapısal krizin kapsam ve içeriği, uluslararası komünist hareketin daha önce yaşamış olduklarından çok daha yüklü bir dünya-tarihsel arka plana sahiptir. Teorik, siyasal ve örgütsel bütünlüğü bakımından bu arka planın, Ekim sosyalist devriminden günümüze, sosyalizmin ve sosyalizm mücadelelerinin 20. yüzyıla ait deneyimini kapsayan bir tarihsel dönemi kucakladığı unutulmamalıdır. Haliyle kapanan dönem, sosyalizmin yenilgisiyle sonuçlanmış olması nedeniyle geriye çekici, insanlığın devrimci ilerleyişinin en zengin deneyimlerini içermesi bakımından ise ileriye itici bir çelişkili birliği barındıran tarihsel-teorik bir kuvvete sahiptir. O nedenle, bugünkü yapısal krizin çözümü ya da aynı anlama gelmek üzere yeniden yapılanmanın kurucu çalışması bakımından, iz üstünde olduklarını iddia edenlerin adımlarını nereden atmaya başladıkları son derece önemli olmaktadır. Pusulalar nereye konmuştur? ‘Teorinin üstüne mi?, ‘yaşamın yeşil ağacı’nın üstüne mi? Birincisine ‘sarılan’ların başlattıklarını iddia ettikleri yürüyüşün, yeniden yapılanmanın ve devrimci önderlik inşasının gerçek hiçbir sorununu çözme iradesini geliştirebilme şansları yoktur. Çünkü o pusulanın ibresi, tarihsel bakımdan ‘yenilgi’ dışında bir yere odaklanamaz. Bizim, “yenilgiye yenilmek” diye tarif ettiğimiz şeydir bu. Pusulalarını ikincisine koymayı başaranlar için yeniden yapılanmanın kuruculuğunda ve devrimci önderliğinin inşasında tarihsel bir rol oynamalarının önü ise açıktır. Ne kadar yol alabilecekleri onların tutarlıklarına, kararlılıklarına, iradelerine ve yeteneklerine bağlı olacaktır kuşkusuz. Ancak o pusulanın, sosyalizmin devrimci deneyimlerini geçmişten geleceğe taşıyacak olan bugünkü yolu işaretlediği kesindir. Düşünce, eylemin önünü açmak içindir. Evet bu doğru. Ama düşünceye yol gösteren de eylemdir.
Bilinç ve Eylem: Devrimci hareketin büyük bölümü krizden çıkış için "kitlelere gitme”yi ve "eylem birlikleri”ni öneriyor. Yıllardır bu öneriler tekrar edilir, ancak her hangi bir başarı ortada yoktur. Bu durum neyin göstergesidir? Siz bunların ötesinde krizden çıkış için neler öneriyorsunuz?
Kitlelere gitmek ve eylem birliği iki ayrı sorundur. Kitlelerden yalıtılmışlık, temsil etmek iddiasında olunan işçi ve emekçilerden kopukluk, onlara yabancılaşma, hatta onlara tepeden bakış, bürokrat, buyurgan önderlik tarz ve anlayışı çok ciddi sorunlardır. Kitlelere gitmek, yapısal kriz ve güncel krizin temel kesişme momentlerinden birisidir. Kitlelere gitmek sorunu hiç bir şekilde hafife alınamaz. Her durumda gerçek bir devrimci önderlik iddiası, kitlelere gitmeyi kesin kes içermelidir. Şunu tam bir güvenle vurgulayabiliriz; kitlelere gitmek, “kitlesini aramak”, devrimci önderlik iddiasının tutarlılık ve inandırıcılığının temel bir ölçütü ve bir denek taşıdır. Demek ki, kitlelere gitmek sözkonusu oldu mu, gerçek bir sorunla karşı karşıyayız. Ve tabii ki, kitlelere gitme sorunu aynı zamanda hem yapısal ve hem de güncel krize müdahalenin temel bir boyutudur. Devrimci önderliğin yapılanışı sorununun bir ayağı burada çözülecektir.
Eylem birliği, kitlelere gitmekten daha farklı bir sorun ve durumdur. “Eylem birliği”, mücadelenin gerçek seyrinden, kapışan kuvvetlerin karşılıklı durumundan, eylem birliğinin özneleri olan tarafların kuvvetlerinin durumundan vb. ayrı düşünülemez. Devrimci yapılar arasında ortak çalışmaya ve işbirliğine, eylem birliğine her zaman bir anlam biçilebilir. Ama devrimci işbirliklerinin, eylem birliklerinin her bir durumda nasıl bir rol oynayabileceği somut bir sorundur ve muhakkak somut koşullar içerisinde değerlendirilmelidir. Eylem birliklerini ‘her derde deva’ limon gibi, aspirin gibi gören yaklaşımlar kuşkusuz yüzeysel, üstün körü ve apolitiktir. Devrimci eylem birlikleri politik gerçekçilik ve kitlelere gitme zemininde tarafların kuvvet seferberliğine dayandığı ölçüde güncel krizin aşılmasında pozitif bir rol oynayabilir.
Bilinç ve Eylem: Türkiye devrimci hareketinde çok görülmeyen başarılı bir birlik gerçekleştirdiniz. Komünist hareketin birliği, sorunu çözülmüş müdür? Çözülmemişse bu konuda görüş ve önerileriniz nelerdir?
Yukarıda işaret ettiğimiz gibi, '90’larm başında sosyalizm iddialı parti ve örgütlerin, devrimci yapıların içerisinde oluştukları tarihsel koşulların değişmesiyle yapısal kriz oluşmuştur. Bir tarihsel eşiği saptadığımıza göre artık, bu eşikten sonra yeniden yapılanma sorununa konu olan yapıların her birinde, tamamında ya da karşılıklı ilişkilere girenler arasındaki ilişkilerde meydana gelen her yeni durumun, her değişimin, dağılma ya da birleşmenin, gerileme ya da ilerlemenin aynı zamanda yeniden yapılanma nesnelliği ile ilişkisi bakımından ele alınması ve bu bağlam içinde de çözümlenmesi, neyi ifade ettiğinin değerlendirilmesi, aydınlatılması gerekir. Yeniden yapılanma tarihsel momentinden sonraki zaman içerisinde yaşanmış olan iki büyük birlik deneyiminin yeniden yapılanma sorunsalı bakımından neyi ifade ettiği üzerinde durulmalıdır.
Bilindiği gibi 1990’lı yıllarda biri MLKP’ye, diğeri de ÖDP’ye -2002’de bölünen ÖDP açılan iki büyük birlik deneyimi yaşanmıştır. Her ikisi de “sol hareket”in tarihinde iz bırakmıştır. Her iki deneyim, gerek nesnel olarak barındırdıkları içsel eğilim ve gerekse de şu ya da bu ölçüde öznel bakımdan yeniden yapılanma ile ilişkilidir, bağıntılıdır.
İlkin bu iki birlik deneyiminin, hem nesnel ve hem de öznel olarak dünden bir kopuşu, “sol hareket”in tarihsel gelişim çizgisinden bir ayrılışı, yeni yol arayışlarını içeriyor oldukları içindir ki, her iki birlik deneyiminin de esasen aynı dönemde -neredeyse eşzamanlı biçimde yeniden yapılanma sorunsalını ayrı ayrı yanıtlama yönelimleri olduğu gerçekliğinin altının kalınca çizilmesi gerekir. Bu iki deneyim, tarihsel yeniden yapılanma ihtiyacına verilmiş iki ayrı yanıttır. İlgi duyanlar için,
MLKP deneyiminin Varyos Yayınları tarafından yayımlanan “Kitlesini Arayan Parti”/Tuncay Kayacı adlı çalışmada bütün yönleriyle incelendiğini hatırlatmak isteriz.
Bilinç ve Eylem: Özsel bakımdan MLKP deneyimi nedir, ÖDP deneyimi nedir?
ÖDP deneyimi, yeniden yapılanma ihtiyacına verilmiş tasfiyeci bir yanıttır. Çünkü bir önceki dönemin devrimci kazanımlarının özsel bakımdan reddini içermektedir. Keza, gelecek yönelimi sözkonusu olduğunda, esasen yeni dönemin her hangi bir sorununu devrimci biçimde yanıtlama iddia ve yönelimine sahip değildir. Kapitalist düzen içerisinde, onun düzen içi muhalefeti olarak bir yer arama, onunla barış içerisinde birlikte yaşama girişimidir. Böyle olduğu içindir ki; yasaladır, reformisttir. Marksizm'in ve uluslararası komünist hareketin devrimci kazanımlarının ve tabi teorik birikiminin de bütünsel, genel reddi yönelimini içsel olarak barındırmaktadır.
Tekelci güçler tarafından sol için adres gösterilmesine karşın “bir birlik deneyimi” olarak da, yeniden yapılanmayı yanıtlama girişimi olarak da tutmamış, başarısızlıkla sonuçlanmıştır. Çünkü, doğası gereği “yapısal kriz” devrimci bir durumdur! Tasfiyeci ve reformist bir duruş, ona tarihsel bir yanıt olamaz, böyle bir çizgi olsa olsa kriz çöplüğünden nemalanabilir ancak.
MLKP deneyimi ise yeniden yapılanma ihtiyacına verilmiş devrimci bir yanıttır. Çünkü MLKP deneyimi bir önceki dönemin, yani genel olarak 20. yüzyıl sosyalizminin devrimci kazanımlarına ve fakat özel olarak da 20. yüzyılın hemen bütün ikinci yarısına yayılan modern revizyonizmle mücadelenin devrimci kazanımlarına sarsılmaz bağlılık temeline yükselir. O ille de proletarya diktatörlüğü, ille de sosyalizm, barış içerisinde birlikte yaşama değil, sonuna kadar sınıf mücadelesi, şiddete dayanan devrim der vb... Keza bu deneyim aynı zamanda '80 darbesinin koşulladığı tasfiyecilikle mücadelenin birikimine dayanır. İllegal temelin korunması, silahlı mücadele, ayaklanma... Bunların aşılan döneme, eskiye ait olduğu itirazı getirilebilir tabi. Doğru, bir önceki “döneme” aittir, ama o dönemin devrimci kazanımlarıdır ve bu kazanımlar oluşum halindeki MLKP gerçekliği içerisinde dogmatik kireçlenmenin değil, devrimci yenilenme içerisinde sürekliliğin dayanakları ve çizgileri olarak devrimci rolünü oynar.
MLKP'nin kurucu aklı, henüz gelişmemiş de olsa yeni döneme ilişkin yaklaşımlara sahiptir. Bu bakımdan MLKP’nin yaşamakta olduğu birlik deneyimini daha baştan uluslararası komünist harekette yarım yüzyıldır süregelen bölünme-parçalanma eğilimine karşı bir yanıt, bu eğilimi tersine çevirme girişimi olarak görmesi, gerçekten kendi durumunun ve rolünün bilincinde olmanın çarpıcı bir yansımasıdır. Burada MLKP’nin içerisinden köklendiği döneme, kendi geçmişine getirdiği itiraz, eleştiri ve o dönemin mezhepçi parçalanma zihniyetinden kopuş kadar, gelecek yönelimi de belirgindir... Kaldı ki daha kuruluş aşamasında MLKP, henüz gelişmemiş, işlenmemiş olarak yeniden yapılanma kavramına da sahiptir.
MLKP’yi vareden, MLKP’de cisimleşen birlik deneyiminin başarısını mayalayan ve güvenceleyen birlik devrimi gerçekliği, MLKP’nin yeni tarih dönemine girişini, yeniden yapılanma ihtiyacına verilmiş başlangıç halinde bir yanıt yapar. MLKP’ye dair yapılan eskiye ait bir yapı olduğu varsayımı ya da analizi, tamamen gerçek dışıdır, onun hiç anlaşılmadığı anlamına gelir. Yeniden yapılandırmayı tarihsel bir ihtiyaç olarak dayatan yeni tarihsel koşullar altında oluşmuş yeni bir yapıdır MLKP. Kuşkusuz devrimci bir sürekliliği ifade eden yanlar dışında eskiye ait olduğu iddia edilebilecek, bu minvalde tartışılabilir yanları da olabilir ya da vardır. Fakat eskiye ait şeyler onda asla eski halleriyle değil, değişmiş olarak vardır. Eskiye ait olanlar yeni koşullara uyum sağlamaya çalışıp dönüşmekte, dönüşerek tarihten yaşama hakkı elde etmeye çalışmakta ya da devrimci aklın sorgulamasına konu olmaktadır.
Birlik mücadelesi, bir zihniyet yenilenmesinin girişi, kalkış noktası olur, MLKP gerçekliğinde. '89/'94 birlik mücadelesi ve onun amacına ulaşması anlamına gelen Birlik Kongresi’ni izleyen 1995 siyasal pratiği içinde çiçeklenen Birlik Devrimi, MLKP önceli örgütleri yalnızca örgütsel bakımdan atomize edip, örgütsel bakımdan yeniden yapılandırmaz. Aynı zamanda ve daha da önemlisi, Birlik Devrimi, “devrimci hareketin” bir önceki döneme ait politik önderlik anlayışını ve politik mücadele tarzını politika zihniyetini parçalayıp yıkar, ondan “kopar”. “Devrimci kendiliğindencilik”, MLKP’nin devrimci aklının ve devrimci eyleminin ateşine tutulur. “Devrimci kendiliğindenciliğin” karşısına konan devrimci iradedir, devrimin bilinçli iradi tarzda örgütlenmesidir.
Birlik mücadelesi ve birlik devrimi, MLKP öncellerinin Marksizm kavrayışı ve uygulama yeteneğinin aşılmasını mayalamıştır. MLKP, ilkin kendi öncellerinin özgülünde, akabinde “devrimci hareket” genelinde ve en nihayetinde bir önceki dönem için Marksizm'in kavranışnı ve uygulama yeteneğini sorgulamış, bu zeminde kendi Marksizm kavrayışını ve uygulama yeteneğini yapılandırma hattında yürümüştür.
MLKP yeni tarihsel koşullar altında devrimci teori ve programın yaşamsal sorunlarına yanıtlar oluşturmaktadır. En başta, Kürt ulusal sorunu karşısında geliştirdiği/geliştirmekte olduğu teorik/pratik yaklaşım belirtilmelidir. Günümüz koşullan altında dünya analizlerinden bölgesel devrim olanaklarının arttığı devrimci çıkarsaması ve “bölgesel federasyonlar” oluşturmayı programına koyması, devrimci teori ve program bakımından olduğu gibi, aynı zamanda devrimci strateji bakımından da önemli bir açılımdır. Keza, devrimin emperyalist zincirin zayıf halkalarından kırılmasıyla gerçekleşebileceği görüşüne bağlı kalırken ve keza 20. yüzyıl sosyalizm deneyimlerinin doğruladığı, tek ülkede sosyalizmin kurulabilirliği görüşüne ve gerçeğine bağlılığını korurken, dünya devrimi vurgusunu öne çıkartması da oldukça anlamlıdır. Açık gizli, yasal yasadışı, barışçı olmayan mücadele biçimlerini kullanma pratiği de, yeniden yapılanmanın bazı sorunlarını belirginleştirebilecek yönelimler taşımaktadır.
“Devrimci hareket” içerisinde bugün MLKP dışında, dostu da düşmanı da şaşırtan bir başka devrimci yapı var mıdır? sorusunu olumlu biçimde yanıtlamak hakikaten çok zordur!
Nesnelliğini koruyan her gözlemci, MLKP’nin yeniden yapılanmanın sorunlarını belirginleştirmeye çalıştığını ve bunların devrimci yanıtlarını teori pratik bütünselliğinde aramakta olduğunu kolaylıkla tespit edebilir. MLKP deneyimi, yeniden yapılanma sorununun gelişen bir devrimci ve Marksist yanıtıdır. Tamamlanmış, olmuş bitmiş bir yanıtı değil, oluşum halinde bir yanıttır. MLKP, yeni döneme, Türkiye ve Kuzey Kürdistan devrimci ve sosyalist hareketinin en ileri girişidir, yeniden yapılanma yolundaki en ileri devrimci hamlesidir. Bütün bunlar nedeniyledir ki, MLKP, devrimci ve sosyalist hareketin rönesansıdır.
MLKP’nin devrimci harekette öne çıkışı, diğer devrimci yapılardan daha enerjik ve yaratıcı oluşu nasıl açıklanabilir? Kimileri bu durumun her an sona erebilecek bir durum, bir tesadüf olduğunu düşünme eğiliminde görünüyorlar. Olabilir, herkes istediği gibi düşünmekte özgür... MLKP’nin “üstün yani”/farkı, her şeyden önce güncel krize ve yapısal krize müdahalesinin üst üste binmesi ve iç içe geçmiş olmasındadır. Güncel krizi/parti krizini anlama, çözümleme ve aşma, güç ve yeteneği ile yapısal krizi anlama ve yanıtlama güç ve yeteneğinin pozitif buluşması hem büyük bir enerji ve hem de büyük bir esneklik ve yaratıcılık açığa çıkartmaktadır.
Güncel krizin aşılması çizgisi, yapısal krize müdahale olanaklarını biriktirirken, yapısal krizin aşılması yönündeki dikkate değer her ilerleme, sağladığı açılımla güncel devrimci pratiğin önünü açmaktadır. Diğer yandan, yapısal kriz, “eski” yapılar üzerinde tasfiyeci/çözücü ya da reaksiyoner tutucu, dogmatik, taşlaştırıcı etkilere, tepkilere neden olabilmektedir. Çifte kriz koşullarında güncel krizin çözümsüzlüğü, süreğenleşmesi durumu ise tarihsel varlık hakkının kazanılması, elde edilmesi iddiası şurada kalsın, ortaya dolaysız biçimde bir varlık yokluk sorununu çıkartmakta ve yaşatmaktadır.
“Devrimci hareketin” “güncel krizi” ve “yapısal krizi”nin karşılıklı etkileri nelerdir? Yapısal kriz gerçekliği, güncel krizi önemsiz kılar mı? Genel olarak devrimci parti ve örgütler, devrimci hareketin içerisinde bulunduğu yapısal krizi anlamaktan ve hatta kabullenmekten uzak görünüyorlar. Yapısal krizin bu bilincinde olmama durumu, kuşkusuz yapısal krize kendiliğindenci bir tarzda müdahaleyi/bilinçli olmayan bir müdahaleyi kapsıyor, koşullandırıyor. Tarihin yeni koşullarının ve devrimci hareketin diyalektik materyalist analizinin yapılanmayışı kuşkusuz sosyalizm, Marksizm iddialı yapıların Marksizm'le ilişkilenişleri, Marksizm kavrayışları ve uygulama yetenekleri konusunda bir fikir vermektedir.
Yapısal kriz, bütün sosyalizm iddialı parti ve örgütleri ve devrimci yapıları tarihin sınavına sokmuş bulunuyor. Yapısal kriz karşısında her bir yapı -varoluş formunun ne olacağından ayrı olarak tarihsel varlık hakkını elde etmek gibi bir sınavla karşı karşıyadır.
Güncel kriz bir kendini üretememe durumu ise, yapısal krizin de yukarıda tarif edildiği şekilde bir tarihsel olarak kendini yeniden üretme/üretememe durumu olduğu söylenebilir. Haliyle sürecin bu ikili karakterinin kimi gruplar bakımından bir varlık yokluk sorunu yaratacağını/yarattığını görmek gerekiyor. Evet, devrimci hareket krizden çıkış yolunda ilerliyor, ama bu aynı zamanda kimi grupların varlık haklarını kaybetmeleri durumunu daha da çok belirginleştiren bir süreç olarak yaşanıyor. Niçin varlık hakkı kaybı oluyor? Bu, bir önceki dönemin koşullan ve şekillenişi içinde kendi varlığını devam ettirebilmenin dayanağı olan somut olanakların, devrim ve sosyalizm mücadelesinin tarihsel bakımdan köklü değişimlerle oluşan yeni koşullan tarafından önemli ölçüde boşa çıkarılmış olmasıyla ilgilidir. Demek ki, tarihsel varlık hakkı yeniden kazanılmalıdır. Öyleyse, önce yaman bir soru: Ben gerekli miyim? Bu soruyu tutarlı materyalist zeminde yanıtlama cesaretini yüklenen her kolektif özne, varlığını devrimci temelde yenileyen, dönüşüme uğratan ve geliştiren, süreci de örgütleyip yönetebilme fırsatını yakalayabilecektir. Tarihsel varlık hakkının bu soruya olumlu yanıt verenler bakımından işçi sınıfı ve ezilen kitleler için de gerekli hale gelme dışında bir pratik somut bir ölçütü yoktur. Devrimci hareketin krizden çıkış yolunun da başka bir anlamı yoktur çünkü. Sorudan kaçanların/kaçamayanların ‘varlığı’, tarihin ihmal edilebilir ölçeği tarafından bir kenara koyulacaktır zaten.
Demek ki, güncel kriz ve yapısal kriz, “devrimci hareketin” varoluşunun iki ayrı durumu ve görüngüsüdür. Bir biri ile diyalektik ilişkiler içerisindedir, ama her birinin nedenleri ve koşullan farklılıklar göstermektedir. Kriz bağlamlarından genel olarak birinin diğerine üstün olduğu ya da diğerinin önemsiz olduğu iddia edilemez.
Yapısal kriz ve yeniden yapılanma döneminin doğası gereği gündeme soktuğu sorunlardan biri de komünistlerin birliğinin sağlanması meselesidir. Devrimci hareketin krizden çıkış yönündeki pratik ilerleyiş hamlelerinin ve sürecinin, sorunun çözümünün potansiyel olanaklarını güçlendireceği de söylenebilir. Bu anlamda, Maksist Leninist komünistlerin sürecin olgunlaşması doğrultusundaki mevcut çabalarının önemi kendiliğinden anlaşılır. Ancak komünistlerin birliği meselesi, bugünkü koşullar altında pratik-siyasal bir sorun olarak mevcut değildir. Örneğin şu komünist örgüt ya da partiler arasında birlik sorunu olarak tarif edilmiş bir durum yoktur.