‘Düzen Solu’nun Krizi Ve Yeni Sol Arayışları

K. Derviş’in İdeolojik Simyacılığı: Sosyal-Liberal Sentez Mümkün Mü?

Son yılların siyasi modası/klasiği oldu; her genel ve yerel seçimin ardından, bir “sol geleceğini arıyor”, “sol geleceğini tartışıyor”, “sol nereye?” vb. başlıklarla sol tartışması yapılıyor. ‘Ne olacak bu memleketin hali?’ avam sorusu, biraz ‘ne olacak bu sol’un hali?’ tartışmasına dönüşmüş/dönüştürülmüş gibi... Açık ki, memlekete bir ‘sol’ aranıyor ve aranan ‘sol’ bir türlü bulunamıyor. Hatırlanacağı üzere, 28 Mart yerel seçimleri sırasında ve sonrasında bir kez daha sol arayışlarına ve tartışmalarına tanık olmuştuk. Radikal, Gündem ve Cumhuriyet gazeteleri dizi yazı ve uzun röportaj serileriyle enine-boyuna ‘sol’u tartışmıştı. Yeni sol arayışları tekelci medya ve tv tartışmalarında da geniş boyutlarıyla yer almıştı.

Mevcut tüm veçheleri ve varoluş formlarıyla iflas eden düzen sol’u süreğen bir kriz içindedir ve yeni bir varoluş formu bularak varlığını idame ettirmek istemektedir. ‘Düzen sol’unun krizi evrensel çaptadır ve esasen sosyal demokrasi ve onun siyasal sefaleti yaşayan gerçeği bunu anlatmaktadır.

Bu kriz, doğal olarak en çok ve en başta kurulu düzenin egemenlerini ırgalıyor. Kriz, burjuvaziyi gün geçtikçe daha çok kaygılandırıyor ve arayışlara itiyor. Onlar da biliyor: doğa gibi siyaset de boşluk tanımaz. Bu nedenle, yeni bir ‘düzen sol’u yaratmak/yapılandırmak için canhıraş bir faaliyet ve arayış içindedirler. İşbirlikçi Türk egemen sınırlarının yeni sol arayışlarının merkezinde ise, hali hazırda CHP durmaktadır. İç ve uluslararası dinamikler, ‘yeni düzen sol’u seçeneğinde CHP’nin dönüşümüne bağlanmış/kilitlenmiş görünüyorlar.

2004 yerel seçimleri CHP’nin dövülerek tava getirilmesi ve liberal (esaslı) dönüşüme uğratılmasının özel konaklarından biri oldu. Tekelci medya ve sermaye oligarşisi CHP’yi neoliberal programı bayrak edinen sermayenin değişim partisi durumuna getirmek için var gücüyle yüklendi. İşbirlikçi sermaye oligarşisinin CHP operasyonu 2004 yerel seçimlerini karakterize eden ana çizgilerden biri olarak kayda geçti.

CHP’nin dönüşüme tabi tutulması stratejisi yeni değildir. 2002 Genel Seçimleri öncesinde başlayan bir süreçtir. İşbirlikçi egemen sınıfların ‘sağ ve sol merkezi toparlama’ stratejisinin temel ayaklarından biridir. Sermaye oligarşisinin CHP’yi revizyona uğratıp, onu mevcut kurumsal milliyetçi) devlet partisinden sermayenin neoliberal değişim partisi durumuna getirme çabası, bugün de sistematik bir faaliyet konusudur ve sürmektedir.

2004 yerel seçim sonuçları, CHP’nin dönüşüm sürecine yeni bir ivme kazandırmış görünüyor. CHP içeriden ve dışarıdan zorlanıyor. CHP içinde büyüyen hoşnutsuzluk ve arayışlar söz konusu olgu ve sürecin yalınkat ifadesidir. CHP kazanı kaynıyor, iç muhalefet büyüyor, hizipler cirit atıyor. Muhaliflerin olağanüstü kurultayı toplama çabası karşısında CHP Genel Başkanı Deniz Baykal, olağanüstü kurultay kararı almak zorunda kaldı. Ve bütün bu tablo içinde K. Derviş figürü özel olarak öne çıkıyor. CHP’yi dönüşüme uğratma siyasetinde K. Derviş bir başrol oyuncusu olarak sahneye çıktığı açık ve tartışmasız bir gerçektir.

K. Derviş'in 'Sosyal Demokrasi Raporu'nun Esbab-ı Mucibesi

Gelinen aşamada, K. Derviş CHP’yi reforme etme hareketini açıktan başlatmıştır. Sermaye oligarşisi ve tekelci medya, belli uluslararası güçler ve tekeller K. Derviş’in arkasındadır. Ve Derviş adım adım ilerlemektedir. Bilindiği gibi K. Derviş, stratejik amacı doğrultusunda yakın zaman önce esaslı bir hamle daha yaptı. Yönetici görevlerinden istifa eden K. Derviş, yeni CHP’yi yaratmak için açık ideolojik ve pratik mücadeleyi boyutlandırdı. Tekelci medya ve TÜSİAD’ın gücünü arkalayan K. Derviş ‘çağdaş sosyal demokrasinin’ yenilenmesi ve bunun reçetesi olarak öne sürdüğü fikirler manzumesiyle ortaya çıktı. Liberal Radikal Gazetesi bunu K. Derviş’in ‘Sosyal demokrasi raporu’ adıyla beş gün boyunca tefrika etti. Raporun giriş bölümüne düşülen dipnotta bunun bir ‘taslak metin’ olduğu, ‘CHP Bilim Yönetim Kültür Platformu’, ‘bazı milletvekilleri ve aydınlar’ tarafından yapılan tartışmalar sonucu kaleme alındığı belirtiliyordu. Dolayısıyla Derviş Raporu öncelikle bir iç ideolojik mücadele metnidir/manifestosudur. Esbab-ı mucibesi, CHP’yi dönüşüme uğratma ve yeni tipte sosyal demokrasiyi inşa etmektir. Kurulu düzenin ihtiyaç duyduğu ‘yeni sol’u yapılandırarak işbirlikçi egemenlere armağan etmektir. K. Derviş, parti içi ideolojik/siyasi mücadeleyi tekelci medya marifetiyle kamuoyu düzlemine de taşıyarak güç kazanmak ve emekçi sınıfları da etkilemek istiyor. Bunun yanı sıra, ‘liberal sol’un diğer bileşenlerini de kendi potasında birleştirmek gibi bir amacı ve yan anlamı da düşünülmelidir.

K. Derviş'in 'Sosyal Demokrasi Raporu' Ne Anlatıyor?

Kemal Derviş’in ‘sosyal demokrasi raporu’ başlığıyla yayınlanan metninin esasında iki yazarı var: Kemal Derviş-Yusuf Işık. İkisi de London School of Economics’ten mezun. K. Derviş ABD’de Princeton Üniversitesi’nde doktora yapıyor. 19731976’da Ecevit’in ekonomi ve uluslararası ilişkiler danışmanlığı, 1978’de Dünya Bankası’nda memurluğa başlıyor ve üst düzeyde görev alan ekonomistliğine kadar yükselen bir kariyer yapıyor.

Yusuf Işık, İngiltere’de Birmingham Üniversitesi’nde yüksek lisansını tamamlıyor. Petrol-İş Sendikası’nda Eğitim Araştırma Müdürü oluyor. DPT’de uzman ve stratejik araştırmalar dairesi başkanlığı ve en son olarak K. Derviş’in bakanlığı sırasında, onun danışmanlığını yapıyor. Yusuf Işık aynı zamanda 1991’de kurulan SBP(Sosyalist Birlik Partisi)’nin kurucularındandır.

Biri DB’nin, diğeri DPT’nin has bürokratlığını/teknokratlığını yapmış bu ikili, kurulu düzeni iyi biliyor. Bu iki burjuva iktisatçısı, bugün ‘yeni sol’un, sosyal demokrasinin ideolojik ve programatik inşası hareketiyle karşımıza çıkıyor. Ölü sosyal demokrasiyi yeniden ihya etmeye girişiyor.

Peki ne diyor Derviş? Derviş’in fikri ve zikri ne? Malum rapor, ‘Çağdaş Sosyal Demokrasi ve Türkiye’ ana başlığını taşıyor ve iki bölümden oluşuyor. Birinci bölüm, kısa tarihçesiyle sosyal demokrasinin tanımını, tarihsel işlevini ve parlak sözlerle başarı öykülerini anlatıyor. Sosyal demokrasinin krizi ve sorunları sıralanarak, bunları aşmak için ‘hücum zamanı’ çağrısı ve vurgusu yapıyor.

‘Türkiye Açısından Çağdaş Sosyal Demokrasi’ başlıklı ikinci bölüm ise, CHP’nin evrimsel analizi ve günümüzde nasıl bir parti olması gerektiğini tartışıyor. İkinci bölüm aynı zamanda raporun asıl söylemek istediğini, Derviş’in CHP için önerdiklerini kapsıyor. ‘Sosyal-liberal sentez’ denilen ‘çözüm’ün tezlerini açımlıyor. Başka bir anlatımla yeni sosyal demokrasinin tarifini yapıyor, programatik fikirler manzumesi ve siyasal kimliğini oluşturmaya çalışıyor.

Esasında Radikal’de yayınlanan raporun sayfa manşetleri Derviş’in fikrini ve zikrini çok iyi özetliyordu: “Reform dalgası kendini dayatıyor”, “ulus-devlet alanı yeni siyasete dar”, “vahşi piyasayı dizginlemek lazım”, “Atatürkçü sosyal demokrat sentez”, “Ana hedef sürdürülebilir büyüme”, “varoşlar cemaatlere bırakılamaz”... Denebilir ki, bu fikir tümceleri Derviş’in ‘yeni sol’unun genel ilkeleridir. Ve onun neoliberal programının içeriğini ve özünü anlatmaktadır.

Derviş’in raporundaki ‘fikirler demeti’ başta Kürt ulusal sorunu olmak üzere, siyasal sorunların üzerinden atlıyor. Dolayısıyla ‘çağdaş sosyal demokrasinin yenilenmesi’, sadece neoliberal ekonomi politika programının kabul edilmesiyle sınırlı bir olgu oluyor.

Derviş-Işık İkilisi, Tarihi Ve Gerçekleri Çarpıtıyor

Derviş-Işık ikilisi ‘yeni sol’un varlık gerekçelerini teorik söylemde kurmak ve sosyal-liberal sentez safsatasının arka planını oluşturmak için, ilkin tarihi ve gerçekleri alt üst ediyor, çarpıtıyor ve keyfince kullanıyor. “Marksist köken-sosyalist düşünce” laflarıyla sosyal demokrasinin kökenine atıfta bulunurken, Marksizme ve sosyalizme ihanet ederek soysuzlaşan sosyal demokrasiyi, sosyalizmle özdeşleştiriyor. Sosyal demokrasiyi sosyalizmlerin en hası gibi savunuyor ve yüceltiyor. Keynesyen politikaları ve onun bir modeli olan ‘sosyal refah devleti’ni sosyalizmle eşitliyor; aynı amaç ve programın iki farklı modeli/uygulaması gibi gösteriyor. Farkları silerek sosyalizmi bayağılaştırıyor, özünü boşaltıyor. Ve tersinden sosyal demokrasiyi sosyalizm mertebesine yükseltiyor. Kuşkusuz Derviş bunu bilinçli ve politik bir tercihle yapıyor. Derviş-Işık ikilisi, öldü denilen “sosyalizmin ölüsü”nden bile siyaset devşirmeye çalışıyor. Marksizmle, sosyalizmle soy bağı kurmaya çalışması, sosyalizm mirasına hücum etmesi hem sahtekarca bir bayağılıktır, çarpıtmadır hem de ‘yeni bir dünya mümkündür’ şiarıyla sosyalizm arayışını sürdüren ezilen sınıfları demagoji ve yalanla avlamak içindir. Sosyal demokrasinin hala sosyalizmle ilişkili olduğunun gösterilmeye çalışılmasının anlamı bundan ibarettir.

Derviş-Işık Berlin duvarını, yani “sosyalizmi”, sosyal demokrasinin yıktığını söylüyor ve bir tarihsel başarı öyküsü gibi övgüyle anlatıyor. Hatta hızını alamıyor, ‘vahşi kapitalizmi’ de, merkeziyetçi sosyalizmi de sosyal demokrasinin yıktığını söylüyor. Ve tabii ki, taammüden yalan söylüyor ve üstelik ağzına yüzüne bulaştırıyor. Gerçekler çarpıtılınca çelişkiler kötü sırıtır, yalanlar yüksek sesle güler. Fakat gerçek devrimcidir, yeniden ve yeniden karşımıza çıkar, sorusunu sorar. Birinci paradoks ve birinci soru: ‘vahşi kapitalizm’ yenildiyse, yaşadığımız dünyada bu neoliberal egemenlik, bu neoliberal kapitalist vahşet neyin nesi? İkinci paradoks ve ikinci soru: sosyal demokrasi kazandıysa, “vahşi piyasayı dizginlemek” demek ne demek? ‘Yeni sosyal devlet’ önermek niye? Sosyal demokrasinin yenilenmesi demek, sosyal-liberal sentez demek ne demek? Behey yalancılar bu nasıl halt yemek? Üçüncü paradoks ve üçüncü soru, ya da paradoksun paradoksu: sosyal demokrasi ve sosyal devlet sosyalizmle bir ve aynı şey ise, kendi kendini nasıl dizginleyebilir? Sosyal devletin varlık gerekçesi sosyalizmin varlık koşullarının bir ürünü ve sonucu değil miydi?

Sosyalizmin yenilgisi ve yokluğu sosyal devletin de sonu olduğuna göre, sosyal demokrasi kendi kendini mi yendi? Yoksa sosyalizme ve devrim tehlikesine karşı emperyalist-kapitalist bir önlem, taviz ve tampon olan sosyal devlet/sosyal demokrasi gereksizleşti mi? “Burjuva sağduyusunun sakat beygiri, varlığı olaydan, nedeni sonuçtan ayıran çukur önünde elbette ki, ne yapacağını bilmeyerek durur kalır ama insan soyut düşüncenin engebelerle dolu alanında dörtnala at sürüp avlanmaya çıktığı zaman kötü bir beygire binmemeye dikkat etmelidir.” (Ekonomi Politiğin Eleştirisine Katkı, K. Marks, s. 35)

Sosyal demokrasi/sosyal devlet sosyalizm diye yutturulmaya çalışılınca, böyle oluyor. Elma ile armut aynı sepete konuluyor, sapla saman birbirine karıştırılıyor. Bu karıştırma bilinçlidir. Derviş-Işık ikilisinin sentezleme ve liberal melezleştirme yöntemidir. Derviş-Işık ikilisi sosyalizm ve tarihini çarpıttığı gibi, sosyal demokrasi gerçeğini ve tarihini de çarpıtıyor.

1. Emperyalist Paylaşım Savaşı döneminde sosyalizme, devrime ihanet ederek marksizmden kopan sosyal demokrasi, anayurt savunması adı altında kendi burjuvazisiyle/emperyalizmle işbirliğine gitti ve karşı devrimci bir akım haline geldi. Bu tarihsel kopuş ve ihanet kıta Avrupa’sında pek çok büyük devrimin boğulmasına, sosyalizmin önlenmesine yardım etti. Dahası pek çok ülkede faşizme koltuk değnekliği yaptı.

Dünya kapitalizminin 1929 büyük bunalımı, emperyalist-kapitalist sistem ve sahipleri için yeni bir dönemeç oldu. Bu aynı zamanda sosyal demokrasinin de yeni bir dönemeciydi. Sosyalist Ekim Devrimi ve SSCB varlığında gerçeklik kazanan sosyalizm, kapitalist-emperyalist sistemin kriz koşullarında, dünya ezilenleri ve tüm insanlık için tek ve gerçek kurtuluş seçeneğiydi. Dünya kapitalist sistemi hayat-memat meselesiyle karşı karşıyaydı. Sosyalizm ve devrim korkusu karşısında, emperyalist-kapitalist sistem bir yandan Keynesyen politikalarla savunmaya çekilirken diğer yandan Hitler faşizminin saldırganlığıyla onu ortadan kaldırmaya çalıştı. Sosyal demokrasinin mitleştirip kutsallaştırdığı ‘sosyal refah devleti’ tam da bu amansız ve evrensel sınıf mücadelesi koşullarında gündeme geldi ve şekillendi. Sosyal devlet, Keynesyen iktisat, emperyalist-kapitalist sistemin devrim ve sosyalizm varlığı ve korkusu karşısında ezilen sınıfları devrim ve sosyalizmden alıkoymak için verdiği büyük tarihsel tavizi. Ve tersinden sosyalizmin, kapitalizmin bağrında açtığı büyük gedikti. Derviş-Işık ikilisinin çarpıtarak söylediği gibi vahşi kapitalizmi ve faşizmi sosyal demokrasi değil, sosyalizm/SSCB dizginledi ve durdurdu. Sosyal demokrasi ise, sosyalizmin kazandığı reform ve kazanımların üstüne oturdu, burjuvazi adına bekçiliğini yaptı. Sosyal demokrasinin ‘üçüncü yol’ teorisi ve sosyal devlet programıyla kimi İskandinav ülkelerinde hükmünü konuşturması ve bir model olarak kendini sunması da bu dönemin bir gerçekliğidir. Ve yine sosyalizmin yüzü suyu hürmetinedir.

2. Emperyalist Paylaşım Savaşı’nın ardından sosyalizmin kazandığı prestij ve büyüme, Doğu Avrupa’daki sosyalizm ve halk demokrasileri, iki kutuplu dünya gerçeği ve dengesi kapitalizmin ve savaşın yarattığı yıkım ve bunun imar edilmesi vb. gerçeklikler dünyasında emperyalist-kapitalist sistem ‘refah devleti’ modelini kabul etti. Burada refah devletinin kapitalist anayurtlarda uygulanan kapitalist paradigma olduğunu, yeni sömürge ve bağımlı ülkelerde ise, sadece ‘sosyal devlet’in uygulanabildiğini özellikle vurgulamak gerekir. Kapitalist anayurtlardaki gelişme, büyüme ve birikim refah devletinin realize edilmesine elveriyordu. ‘Refah’, ‘sosyal devlet’ marifetiyle paylaşılabiliyordu. Yeni-sömürge ve bağımlı ülkelerde paylaşacak bir refah yoktu! Bu dönemde, sosyal demokrat partiler sosyal/ refah devletini savunuyor. Özellikle Batı Avrupa’da onun keyfini sürüyorlardı. Tam da bu koşullar/dönem sosyal demokrasinin yeni bir dönemeci, başkalaşım ve gerici rafineleşme süreci oldu. Marksizm ve sosyalizmden kopuşarak karşı devrimci bir politik-ideolojik akım haline gelen sosyal demokrasi, 2. paylaşım savaşından sonra da teorik söylemde bir süs ve retorik biçiminde de olsa, evrimci bir sosyalizmi savunuyordu. Evrimci yoldan sosyalizme varmak gibi ütopik bir amaç taşıyordu. 1959’da uluslararası sosyal demokrasi bu amacından da bütünüyle ve kesin bir biçimde vazgeçti. Başka bir deyişle, kapitalizmi dönüştür

me amacı ve iddiasından vazgeçerek, kapitalizmi ehlileştirme ve iyileştirme amacına sarıldı. Ufkunu ve amacını ‘sosyal refah devleti’yle sınırladı. ‘Sosyal refah devleti’ gerçeğinin büyüsüyle çığırından çıkan sosyal demokrasinin gerici ve karşı devrimci niteliği daha bir derinleşti, koyulaştı.

Günümüzde Sosyal Demokrasinin Niteliği Ve Hal-i Pür Melali

SB ve Doğu Avrupa’daki sistemin çözülüşü/yıkılışı sosyal demokrasi için de yeni bir milattır. Sosyal demokrasinin krizi tam da bu milatla başlar. İki kutuplu dünya gerçekliğinin ve evrensel sınıf mücadelesi dengesinin ana çıktılarından biri olarak altın çağını yaşayan sosyal demokrasi, “sosyalizmin” sahneden çekilişiyle, varlık zeminini yitirdi. ‘70’lerin ortalarında tökezleyen ve krizi boyutlanarak süren dünya kapitalist sistemi için sosyal devlet giderek daha ağır bir yük ve kambur haline gelmişti. SB ve Doğu Avrupa’nın dünya sahnesinden çekilmesi neoliberal kapitalist dalganın/emperyalist küreselleşmenin önünü açtı, düzledi ve kendini realize etmenin fırsatlarını sundu. Bu koşullarda emperyalist sistem, sosyal devlet kamburundan kurtulmak için duraksamadı, onu kaldırıp bir kenara attı. Artık ona ihtiyaç yoktu. Dahası sosyal devlet azgın neoliberal hırs ve gelişimin önünde ayak bağıydı. Devasa uluslararası tekeller, dünyadaki devletlere ve burjuva siyasete yeni bir şekil, çeki düzen veriyordu.

Sosyal devletin tasfiyesi, aynı anlama gelmek üzere sosyal demokrasinin tasfiyesiydi. Sosyal devlet paradigması, sosyal demokrasinin siyasal varoluşunun dayanağı, toplumsal programı ve bayrağıydı. Oysa emperyalist küreselleşme dalgası, sosyal demokrasinin elinden sosyal devlet bayrağını alıyor, ona neoliberal programın bayrağını veriyordu. Artık ‘sağ-sol’ program yoktu. Emperyalist küreselleşmenin tekelci neoliberal programı vardı. ‘Tek program, iki parti’li bir siyasal düzenek dayatıyordu kurulu düzen. Bu durumda sosyal demokrasi, kapitalizmin süzgecinden tarihsel olarak üçüncü kez rafine oluyor, gerici/karşıdevrimci niteliği doruğuna çıkıyordu. Evrimci sosyalizmden sosyal devlete, sosyal devletten sosyal-liberal senteze uzanan sosyal demokrasinin evrimi aynı zamanda onun karşıdevrimci niteliğinin gelişme grafiğidir.

Günümüzde sosyal demokrasi tarihinin en gerici niteliğine ulaşmış, açıktan kapitalizm ve tekelci liberalizm savunusuyla ve neoliberal politikaları destekler pozisyonuyla, yeni bir tarihsel misyon oynamaktadır. Emperyalist küreselleşme döneminin neoliberal iktisadıyla uyumlu sosyal demokrasi, aynı zamanda ‘yeni sosyal demokrasi’ olarak adlandırılmaktadır. Sosyal demokrasinin krizini aşmak için bulduğu yol, tekellerin neoliberal programını kabul etmek olmuştur. Yeni sosyal demokrasi tam da budur. ‘Yeni sol’, ‘üçüncü yol’ gibi sıfatlar/adlar ise, yeni sosyal demokrasinin gerici özünü ve niteliğini gizleyen ideolojik argümanlardır. Bugün adı/sıfatı ‘sosyal demokrat’, ‘demokratik sosyalist’, ‘işçi partisi’, ‘sosyalist parti’ olan geniş bir sosyal demokrat partiler yelpazesi ‘yeni sol’,

‘üçüncü yol’ teorisiyle emperyalist küreselleşmeyle uyumlu ve onun hizmetindeki siyasal varlıklar durumuna gelmiştir. İngiltere’de Tony Blair, Brezilya’da Lula, İspanya’da Zapatero yeni sosyal demokrasinin yükselen yıldızlarıdır. K. Derviş de aynı yıldızlar kervanına katılmak ve yaşadığımız coğrafyada emperyalist küreselleşme uyumlu/güdümlü yeni sosyal demokrasiyi yaratmak istiyor. Ortaya attığı ‘sosyal-liberal sentez’ faraziyesinin amacı da budur.

'Sosyal-Liberal Sentez' Mümkün Mü?

Derviş-Işık ikilisi modern zamanların ideolojik simyacıları ve siyaset dolandırıcıları olarak karşımıza çıkıyorlar. DB, DPT kafalı ve sentez meraklısı ikilinin söylediklerine inanacak olursak, ‘feylosof taşını’ bulduklarını, büyük tarihsel sırrın bilgisine eriştiklerini, sosyal demokrasinin pis cürufunu altına dönüştürdüklerini ve bunun formülünün de sosyal liberal sentez zırvasında saklı olduğunu kabul etmemizi istiyorlar. Sosyal-liberal sentezle yeni bir altın çağ yaratabileceklerine inanmamızı istiyorlar. Siyaseten ölmüş ve kokuşmaya başlamış sosyal demokrasiyi, sol ve sosyalist sözlerle parlatarak, altın yaldızlı sosyal liberal sentez ambalajıyla kitlelere sunuyorlar. Böylece yeni bir dünya arayışında, eşitlik, toplumsal adalet, özgürlük düşünün peşinde olan ezilenleri ideolojik simyacılık numaralarıyla aldatmaya çalışıyorlar.

Fakat biliyoruz ki, görünen her şey gerçek, parlayan her şey altın değildir. Tıpkı Derviş-Işık ikilisinin bize ezilenlere altın diye göstermeye çalıştıkları sosyal liberal sentez gibi... O halde sosyal-liberal sentez safsatasına biraz daha yakından bakalım.

Derviş-Işık ikilisi CHP’yi emperyalist küreselleşmenin icaplarına uygun ve Batı tipi bir yeni sosyal demokrat parti formuna sokmak için, iki senteze melezleştirmeye tabi tutuyorlar. Sentezlerden ilki ‘Atatürkçü sosyal demokrat sentez’ formülünde ifade buluyor. Bu sentezin arka plan fikriyatı ‘ulus-devlet alanı yeni siyasete dar’ tespitine dayanıyor. Atatürkçü sosyal demokrat sentez, kemalist paradigmanın aşıldığını, küreselleşme koşullarında geçersiz kaldığını anlatmaya çalışıyor ve “küreselleşelim” diyor. Milliyetçi ve kurumsal devlet partisi CHP’den ‘ulus-devlet’ merkezli varlığını ve ufkunu, ideolojik-siyasal kimliğini değiştirmesini talep ediyor. Atatürkçü sosyal demokrat sentez, dolaylı ve zımnen ulus-devlet gerçeğinin aşıldığı fikrine dayanıyor.

Derviş-Işık ikilisinin sentezlerinin iki ana sahası var: sosyal devlet ve ulus devlet. Sosyal-liberal sentez teorisi her iki sahayı da revizyondan geçiriyor ve uluslararası tekellerin ihtiyaçları doğrultusunda şekillendirmeyi amaçlıyor. Ulus-devletin tekellerin neoliberal ihtiyaçlarına uyumlu hale getirilmesi süreci esasen tamamlanmıştır. ‘Uluslararası tahkim’, MAI, MİGA, yönetişim gibi uluslararası tekellerin uzuvları ulus-devlete monte edilmiş ve ‘yeni ulus-devlet’ yaratılmıştır.

Gelelim sosyal devlete... Biliniyor, sosyal demokrasinin püf noktası ve programının amentüsü sosyal devlettir. Bugün sosyal demokrasi, kelimenin gerçek anlamıyla sosyal devletten vazgeçmiştir. Sosyal devletin neoliberal kapitalist dalgayla süpürülüp tarihten atılması koşullarında, sosyal demokrasi ‘Yeni sosyal devlet’, ‘Yeni refah devleti’ gibi tümüyle yapay, içi boş ideolojik kavramlarla ortaya çıkıyor. Sosyal-liberal sentez teorisinin ayırt edici yanı tam da bu ‘yeni’ sözcüğünde saklıdır. ‘Yeni’ sözcüğü sosyal devletten vazgeçişin ideolojik örtüsünden ve dolayımlı kabulünden başka bir şey değildir. ‘Yeni sosyal devlet’, ‘Yeni sosyal demokrasi’nin izdüşümüdür ve her ikisi de yapaydır. ‘Yeni sosyal devlet’ gerçekte sosyal olmayan devlettir. Derviş-Işık ikilisinin sosyal devlet argümanı, sosyal-liberal sentez faraziyesinde sadece bir retoriktir. Onlar, uluslararası tekellerin emrine, denetimine ve yönetimine sunulan her şeyi, sosyal-liberal sentez filesine dolduruyor ve olumlayarak savunuyor. ‘Yeni kamu yönetimi’ denilen kapsamlı reform ‘yeni refah devleti’nin etkinlik potansiyelini artıracaktır’ deniliyor ve alkışlanıyor.

Halihazırda uluslararası tekeller oligarşisi tarafından yukarıdan dayatılan ve uygulanan ‘kamu reformu’ modellerinin ve yönetim biçimlerinin ne büyük sosyal sorunlara yol açtığı, ezilen, sömürülen kitleleri daha fazla mağdur ettiği ve dışladığı tartışma götürmez bir gerçektir.

Devletin şirketleştirilmesi ya da şirket gibi işletilmesi mantığı, yeni sosyal devletin asli niteliklerindendir. Ne var ki, devlet eski devlet değildir. Ekonomik sektörleri, hatta kamu hizmetlerinin belli kalemleri/sektörleri bile ellerinden alınan ve küçültülen devletin, sosyal devlet rolü oynama koşulları/imkanları yoktur. Mevcut devlet elinde kalan kamu hizmet sektörlerini de bir kapitalist şirket/işletme gibi ve tekelci rekabet sistemi içinde işleteceğine göre, yeni sosyal devlet boş kubbede hoş bir yalandır. Önce devletin ekonomik olarak küçültülmesi ve sosyal yükümlülüklerinin atılması, ardından da kamu hizmetlerinin paralı hale getirilmesiyle, sosyal devlet tümüyle bitirilmiştir.

Sosyal demokrasi, devleti elinde tuttuğu oranda kapitalizmin vahşi sonuçlarına karşı sosyal devlet modelini uygulayarak düşük gelirli kesimlere nefeslenme imkanı sağlıyordu. Bunu yaparken özel kapitalist sektörden hiçbir katkı almıyordu. Sosyal devletin “sosyal” politikalarının bütün finansmanını kolektif kapitalist olarak kendisi karşılıyordu. Devlet kapitalizmi buna fazlasıyla imkan veriyordu; sendikaların yüzde 70’i KİT’lerde örgütlüydü. Eğitim-sağlık resmi, yarı-resmi kurumlarca finanse ediliyordu. Sosyal güvenlik devlet güvencesindeydi. İşsizliğin yol açabileceği toplumsal hoşnutsuzluklara karşı KİT’ler istihdam yaratıcı tedbirlerle buradaki basıncı azaltıyordu. Sonuç olarak sosyal devletin üstlendiği yükümlülüklerin hiçbir aşamasında özel kapitalist işletmelerin ve finans sektörünün katkısı yoktu. Oysa yeni sosyal devlet palavrasında Derviş-Işık ikilisi özel sektöre/tekellere böyle bir rol veriyor. Tekellerin yeni sosyal devlet ve sosyal politikaların bir ucundan tutacağını, yükün yarısını omuzlayacağını söylüyor. Sosyal-liberal sentez safsatası bir kez daha olmayacak duaya amin dememizi, bile bile yalana inanmamızı istiyor.

Kapitalizmin gerçeğine/doğasına, günümüz liberal kapitalist vahşiliğine ve ilerleyişine tümüyle aykırı olarak ona atfedilen ‘sosyal karakter’ boş ve idealistçe bir saçmalıktır. İdeolojik büyücülük/simyacılıktır. Bilimsel bakımdan beş paralık bir değeri olmayan kapitalizm güzellemeleridir. DB’nin yoksulluğu azaltma, yoksullukla mücadele programlarından esinlenen bu kapitalizm güzellemelerinin ne aslı ne de ondan esinlenerek türetilmiş versiyonlarının vahşi kapitalizmi dizginleme amacı ve gücü vardır. Bu tür “program”, fikir ve uygulamalar, kapitalizmin en uç açlık, yoksulluk, dışlanmışlık görünümlerinin ve sonuçlarının üstünü örtmek için öteden beri kullanılmaktadır. Amaç, kurulu kapitalist düzenin, varlığıyla nedeni olduğu ve ürettiği bu sorunlara sistem içinde çözüm bulacağı yönünde umut vermek, ezilenlerin öfkelerini ve devrimci arayışlarını maniple etmek ve düzen içinde tutabilmektir. Sadece DB gibi uluslararası finans tekelinin değil, pek çok büyük ve uluslararası tekelin paralel “sosyal” gösteri ve programları var. Reklam ve ihsan dağıtmanın iç içe geçtiği, yoksullara, açlara, sokak çocuklarına, AIDS’lilere, kadınlara vb. sözüm ona yardım programları, günümüz kapitalizminin yeni orta sınıfının bir bölümünün istihdam edildiği ve adına STK, vakıf denilen çok çeşitli örgütlerin marifetiyle daha örgütlü yapılıyor. Söz konusu örgütler, tekeller düzeninin emrinde ezilenleri yatıştırmanın ve kontrol etmenin araçları işlevi görüyor.

Bu örgütler kapitalizmin en iğrenç, en kirli yüzünün makyajını yaparak kapitalizme “sosyal”, “insancıl” bir yüz vermeye çalışıyor. Tekeller, düzeni, sosyal politika ve hizmetini böyle yapıyor. Vahşice sömürüyor, eziyor. Fakat insancıl, iyiliksever, yardımsever ve ebeveyn görünmeyi de ihmal etmiyor. Derviş-Işık ikilisinin yoksulluğa bulduğu çare budur: DB’nin ve tekellerin STK’lar, vakıflar, Soros’lar eliyle yapılan ihsan programları... DB’nin “sosyal politika” reçetelerinden alınmış aspirin ve sakinleştirici çözümleri, yeni sosyal demokrasinin programı olarak ezilenlere pazarlanıyor.

Derviş-Işık ikilisinin eğitim, sağlık, istihdam, tarım, kadın, varoşlar konusunda önerdikleri yoksullukla mücadele programıyla uyumlu ve aynı mantık çerçevesindedir. Eğitim ve sağlığın özelleştirilmesi, paralı hale getirilmesine karşı değiller, bilakis böyle olması gerektiğini döne döne vurguluyorlar; bunu ‘sosyal piyasa’ için zorunlu koşul görüyorlar.

Eğitimin ana amacını sanayiinin teknoloji kullanımına bağlı gelişmesine, BİT (Bilişim ve İletişim Teknolojileri) alanındaki beceri düzeyi ve sürekli öğrenme kapasitesine ve kalifiye işgücü ihtiyacının karşılanmasına göre düzenlenmesini öngörüyorlar. “Eğitimin XXI. yüzyılın dünya ile rekabet ve uluslararası işgücü piyasasında yer alabilmek için gerekli donanımı sağlaması”nı istiyorlar. Liberalizmin burjuva fırsat eşitliği ilkesiyle işe başlıyorlar. Bütün ‘sosyal politikalarının’ ana halkası, fırsat eşitliği ilkesidir. Fırsat eşitliğinin her şeyi çözeceğine en az Özal ve Tayyip kadar iman ediyorlar. Özal’ın tekrarlaya tekrarlaya memleketin ve ezilenlerin anasını ağlattığı, hayatlarını berhava ettiği neoliberal programın fırsat eşitliği ilkesi, şimdilerde Derviş-Işık ikilisinin dilinde bitmez bir yalan şarkısına dönüşmüştür. Toplumsal adaletsizliğin doruğa çıktığı, sınıflar arası uçurumun ve eşitsizliğin sürekli büyüdüğü neoliberal kapitalizm koşullarında, fırsat eşitliğinin tek bir anlamı vardır: Altta kalanın canı çıksın... Onlar da bunu söylüyor zaten: “Sosyal demokrasi yalnızca hakça gelir dağılımı aracı değildir ve aynı zamanda sağlıklı sürdürülebilir. Ülkeyi krize sokmadan gerçekleştirilen yeterince yüksek ve düzenli bir büyümenin güvencesi olmalıdır.” Derviş’in derdi/amacı bellidir. Sürdürülebilir kapitalizm, istikrarlı büyüme. Yani tekelci neoliberal programın eksiksiz uygulanması, tekellerin azgın sömürü ihtiyacının güvencelenmesidir.

Sağlık konusundaki ‘sosyal’ çözümleri eğitim konusundaki yaklaşımlarından farklı değil. Eğitime ulaşmada fırsat eşitliği nakaratı sağlıkta da yineleniyor. Tüm nüfusun sağlık güvencesine alınması gibi iddialı sözlere karşın, sağlık alanında önerdikleri özetle ‘paran kadar sağlık’tır. Sağlığın kamu ve özel sektör biçiminde örgütlenmesi, kamu-özel sektör rekabetinin tam bir fırsat eşitliği sağlayacağı, sosyal hizmet kalitesini artıracağı söyleniyor. Fakat tüm nüfusun nasıl sağlık güvencesine kavuşacağı, bunun hangi ve nasıl bir programla yapılacağı söylenmiyor.

İşsizliğin kronik işsizliğe dönüştüğü günümüz kapitalizm gerçekliğinde Derviş-Işık ikilisi ‘tam istihdam’ yalanları üfürüyorlar. Kapitalizm koşullarında ‘tam istihdam’ ya da herkese iş imkanı olabilir mi? Yalanın sınırı yok. Ve bizim de bu bayağılığa, yalanlara cevap vermek içimizden gelmiyor.

Sözü gerçek hayata bırakıyoruz. Gerçek hayat bu burjuva yalancılara yeterince cevap ve ders veriyor. Dahası Derviş-Işık ikilisinin bir yalanı diğerini yalanlıyor, bir söylediği diğeriyle çelişiyor. Örneğin bir yandan ‘tam istihdam’ lafları ediliyor, diğer taraftan tarımda yüzde 35 istihdamın çok yüksek olduğunu ve bunun merkez Avrupa ülkelerindeki gibi yüzde 5’lere çekilmesini savunuyor. Tarımın tasfiyesini istiyor: “Tarımda ise, her türlü ürüne sübvansiyon ödenmesi politikasına geri dönülmeyecek, tarımın rekabet gücünü ve kapasitesini artıracak, böylece bu kesimde çalışanların gelirlerini kalıcı şekilde yükseltecek ve tarımda modernleşmeyi teşvik edecek destekler sağlanacaktır.” deniliyor. Tarımın tasfiyesi aynı zamanda modernleşmenin gerçekleşmesi/gelişmesi olarak görülüyor.

İşgücünün feminizasyonu ve kadın-erkek fırsat eşitliğini önermesi, Derviş-Işık ikilisinin kadın sorununa getirdikleri çözüm programıdır. Bunca laf yığını arasında kadınlara biçtikleri rol, kadınların daha fazla ve bilhassa kalifiye işgücü olarak kapitalist üretime katılmasıdır. Kadınların bu amaç doğrultusunda eğitilmesi, eğitime vurgu yapılması, bununla ilgilidir. Evrensel ve toplumsal bir sorun olarak kadın sorununun diğer veçheleri Dervişgilleri ilgilendirmemektedir.

Derviş-Işık ikilisi, ‘sosyal adalet’, sosyal denge, sosyal devlet kavramlarını bozuk para gibi kullanıp duruyorlar. ‘Sosyal piyasa’ kavramıyla kapitalizmi sosyalleştirmeye girişiyorlar. ‘Sosyal adalet’ olmadan, sosyal denge olmadan, sosyal piyasanın başarılı olamayacağını söylüyorlar ve tabii ki saçmalıyorlar.

Esasen bütün bu savunu ve saçmalıklar piyasa ekonomisi, neoliberal ekonomi programını sosyal demokrasi lisanıyla kitlelere benimsetmek içindir. Bu bağlamda, Derviş-Işık ikilisinin sosyal-liberal sentez/sosyal piyasa safsatasında betimledikleri sosyal demokrasi programının, AKP’nin hali hazırda uygulayageldiği ekonomi politika programından esasta bir farkı yoktur. Bizim gördüğümüzü Derviş-Işık ikilisi de görüyor ve ayrım koymaya çalışıyor:   “Gerçekte parti programlarının çoğu belki yüzeysel olarak birbirine benzemektedir, ama temelde biraz derinlere inildiğinde önemli farklar vardır” deniliyor. İster yüzeyden ister derinden bakalım, Derviş-Işık ikilisinin ayrım koymak için söyledikleri gerçeği yansıtmıyor. Sosyal-liberal sentezin özel olarak burjuva sağ, yeni sağ ya da muhafazakar partilerinin liberal programından temelde bir farkı bulunmuyor. Spesifik bir çalışmayla tespit edeceğimiz önemsiz farklar, tek bir programın sol ve sağ lisana tercümesinden ibarettir. Ve esasen burjuva sağ ve sol’un siyasal kimliklerinin ihtiyaçları ve kendilerini siyasal bakımdan idame ettirmeyle sınırlı düzeydedir.

Dolayısıyla Derviş-Işık ikilisinin yoksulluk, eğitim, sağlık, kadın, varoşlar başlıklı toplumsal sorun ve konulara getirdikleri yaklaşımların, AKP’nin uygulamakta olduğu programın bir versiyonu olmak dışında farkı yoktur.

Derviş-Işık ikilisinin varoşlara özel önem vermeleri konuyu programatik bir başlık haline getirmeleri dikkat çekicidir. ‘Varoşlar cemaatlere bırakılamaz’ derken, Derviş-Işık ikilisinin konuyu iki noktadan önemsediklerini görebiliyoruz. İlki, varoşlardan kaynaklanan devrimcilik korkusudur. Varoşlardaki açlık, yoksulluk, işsizlik, itilmişlik, dışlanmışlık, kapitalizmin kutuplaştırıcı toplumsal yıkımının çıplak yüzü olduğu kadar, onun mezar kazıcı ordularının da büyük bir bölüğünü oluşturan ‘asi’lerin ve ‘barbarların toplaştığı sosyal coğrafyadır. Kurulu düzenin efendileri, devrimci patlamaların varoşlardan geleceğini görüyor ve seziyorlar. İkinci önemli boyut ise, burjuva siyaseti bakımından varoşların taşıdığı belirleyici durumdur. AKP’nin esasen varoşları oy deposu haline getirerek hükümet koltuğuna tırmanması, varoşların kilit siyasal rolünü ve önemini bir kez daha göstermiştir. ‘Sosyal devlet’in tasfiye edildiği günümüz koşullarında, varoşların siyaseten elde tutulması yaşamsal oluyor. AKP bunu ‘sosyal devlet’i ikame edecek tarikat-cemaat enstrümanları ağıyla postmodern tarzda yapıyor ve siyasal-sosyal tabanını yaratıyor, elde tutuyor. Başka bir anlatımla, varoşları neoliberal program ve siyasetin kuyruğuna takabiliyor. Cemaat siyaseti yoluyla bunu başarıyor. Cemaatçi dayanışma ve işbirliği karşılıklı bir alışverişi interaktif siyasal-sosyal-iktisadi ilişkiyi kapsıyor. Yeni burjuva siyaset, cemaatçi ilişki kimlik ve siyaseti öne çıkarıyor, teşvik ediyor, işlevli kılıyor. Derviş-Işık ikilisinin varoşlar ve cemaatler kaygısı anlamsız ve yersiz değildir. İktidara giden yollar biraz da bu mekanlardan ve duraklardan geçmektedir.

Sonuç Olarak

Günümüz kapitalizmi burjuva siyasete tek bir programın pratikleştirilmesini dayatıyor ve uygulatıyor. Tüm renkleri ve tonlarıyla burjuva sağ da, sol da uluslararası tekellerin neoliberal programını bayrak olarak taşıyor. Sosyal-liberal sentez, neoliberal programın sol yüzüdür. ‘Tek program iki partili siyasi sistem’in zorunlu aktörüdür.

Sosyal-liberal sentez ‘üçüncü yol’un bir versiyonu ve kötü bir kopyasıdır. Derviş-Işık ikilisinin kılavuzu ve yeni sol’un modern zaman peygamberi Anthony Giddens’tir. Zira neoliberal programı, düzen sol’u ve yeni sosyal demokrasi için teori haline getirmiştir. Derviş-Işık Anthony Giddens, Tony Blair ve onun partisini, ‘yeni sol’u izleyerek ilerliyor.

Sosyal-liberal sentez mümkün müdür? Tek sözcükle hayır! Sosyal devlet ya da sosyal refah devleti olgusu kapitalist sistemin zorunlu bir seçeneği olarak gündeme gelmiştir. Sosyal devlet kapitalizmin sosyalizm karşısında devrim tehlikelerini bertaraf etmek için başvurduğu bir tavizdir. Asla bir sentez değildir. Önünde sorunda kapitalizm bağlamında, kapitalizmin kendini savunma ve yaşatma modelidir. Liberal/neoliberal kapitalist ekonomi ile sosyal devlet birbirini dışlayan olgulardır. Sosyalliberal sentez’in teorik, pratik ve bilimsel bakımdan bir tutarlılığı ve gerçekleşme imkanı yoktur. Sosyal-liberal sentez, koskoca liberal bir masaldır.

Vahşi kapitalizmi ancak ve yalnızca sosyalizm durdurabilir ve alt edebilir. Kapitalizm insanileştirilemez. İnsani veya sosyal kapitalizm teorileri, bayağı burjuva yalandan başka bir şey değildir. Ezilen insanlığın tek ve gerçek kurtuluşu sosyalizmdir. Yeni bir dünya mümkündür. Yeni bir dünya sosyalizmdedir.

Marksist Teori

Yaygın Süreli Yayın
Varyos Gazete Dergi adına Yazı İşleri Müdürü: Tülin Gür
Posta Çeki Hesap No: Varyos Gazete Dergi 17629956
Türkiye İş Bankası IBAN: TR 83 0006 0011 1220 4668 71

Bize Ulaşın

Yönetim Yeri: Aksaray Mah. Müezzin Sok. İlhan Apt. No: 12/1 D:7 Fatih/İSTANBUL
Tel: (0212) 529 15 94  Faks: (0212) 529 06 75
Web Sitesi: www.marksistteori5.org
E-posta: info@marksistteori.org
Twitter: @mt_dergi