Marksist Leninist Komünist Parti’nin 3. Kongresi bazı çevrelerde anlaşılır bir huzursuzluk yaratmıştı. Anlaşılırdı çünkü, 3. Kongre, “devrimci kendiliğindencilikle”, “bürokratizm ve idare-i maslahatçılıkla” hesaplaşmakla, sosyalizm ve devrim adına benzer hastalıklardan mustarip herkesi vuruş alanının hedefine yerleştirmişti. Örgütlenme sorunlarında altından kalkamadığı ideolojik mücadelenin kanayan yarasının acısıyla da canı yanan Devrimci Proletarya(DP), inanılmaz bir sığlıkla saldırdı 3. Kongreye. Şimdi yeri gelmişken bu konuya değinmemiz gerekiyor. Çünkü, söz konusu bayağı tavrın üzerine yükseldiği bilgiçlik burada kobay olarak göreli bir role sahip.
DP, “Emperyalist işgal ve ulusal reformizmin ‘3.yol’u” başlıklı yazıda KADEK’i eleştirirken o arada şunları da yazıyordu:
“Irak’ta oluşacak federal sistem, Demokratik Ortadoğu Federasyonu’nun çekirdeği olacaktır.” Hava kurşinileşti”
Ve dipnotta şunları ekliyordu DP yazarı: “MLKP’nin 3. Kongresi’nin “Program Değişiklikleri” bölümünde şu karar yer alıyor: “3. Kongre; Partimizin Balkan, Kafkas ve Ortadoğu halklarıyla demokratik ya da sosyalist federasyonlar oluşturma anlayışını karar altına almıştır.” (Politik Rapor, s. 101). Ulusal reformizmden ulusal sorun programının devralındığını iddia edecek değiliz elbette; ne var ki, MLKP’nin Balkan ve Kafkas halklarına doğru genişlettiği bu federasyon fikri, tamamen güncel gereklere göre oluşturulmuş -mevcut koşullarda bunu anlamak da mümkün- ama politik içerik itibarıyla onları dahi karşılamayan bir kongre açısından hangi pratik ihtiyaca yanıt veriyor ve “halkların kardeşliği” temasının ötesinde hangi siyasal temele oturuyor, Kürt ulusal reformizminin federasyon anlayışından hangi noktada ayrılıyor.” (s. 25)
“Ulusal reformizmden ulusal sorun programının devralındığını iddia edecek değiliz elbette” deniyor, ama aslında DP yazarlarından bu da beklenirdi. Zaten aşağı yukarı biraz utangaçça yapılan da başka bir şey değil. Fakat daha düşündürücü olanı DP’nin sorunu zerre kadar anlamadığı gerçeğinin sırıtmasıdır. Hiç değilse bu vesile ile “Kuzey Kürdistan ve Türkiye birleşik devriminin uluslararası perspektifleri” sorunu üzerine düşünmeye başlamaları beklenirdi. Ama olmuyor işte, eleştiri sevdası, kendini beğenmişlik ve kibir, bütün bunlar birleşince sonuç böyle oluyor.
Evet, sorun Kuzey Kürdistan ve Türkiye birleşik devriminin uluslararası perspektifleriyle ilgili olduğu kadar devrim teorisiyle de ilgilidir. 3 Kongre, ekonomik, sosyal ve politik bakımdan günümüz dünyasını analiz ederek MLKP’nin devrim teorisini yenileyen ve zenginleştiren sonuçlara ulaşmıştır. Örneğin, “Emperyalistler arası çelişki ve mücadeleler, kapitalizmin eşit olmayan gelişme yasası, Ekim Devrimi’nden başlayarak emperyalist zincirin tek tek halkalarında, diğer bir ifadeyle tek bir ülkede devrimi olanaklı kıldı. Kılmaya da devam edecek. Gelinen aşamada ise, kapitalizmin genişliğine ve derinliğine, sermaye, ticaret ve teknolojinin uluslararasılaşmasında ulaştığı boyutlara bağlı olarak, tek tek ülke devrimlerinin yanı sıra bölgesel devrim olasılığı da güçlenmiştir.”(s. 42, Politik Rapor)
“Kapitalist emperyalizm vurgulanan özellikleri, proleter devrimlerle, antiemperyalist devrimlerin tek bir dünya devrimi cephesinde daha fazla kaynaşmasını koşulluyor. Günümüzde, emperyalist devletlerin, askeri teknolojik imtiyazı ve ulaşımdaki teknik gelişme, onların dünyadaki her devrimci gelişmeye doğrudan müdahalelerine olanak yaratıyor. Bu durum, tek tek ülke devrimlerinin zaferi için, doğrudan yedek güç olan uluslararası ve bölgesel devrimci koşulların rolünü de, muzaffer devrimlerin bölgesel ve uluslararası devrimci etkisini de artırmaktadır. Proletaryanın, burjuvaziye karşı mücadelesi bu bakımdan da daha çok uluslararasılaşmıştır. Ülke devrimlerinde ulusal etkenlerin rolü, önemini korumakla birlikte, uluslararası devrimci koşulların ve tek tek ülke devrimlerinin bölgesel ve uluslararası rolü artmıştır.” (Age, s. 40)
“Bütün bunlar, enternasyonal proletaryanın emperyalizme karşı dünya proletarya diktatörlüğü temel ve programatik hedefine bağlanmasının maddi koşullarını daha elverişli hale getirmiştir. Proletaryanın, halkların emperyalizme karşı mücadelelerine önderlik ederek, antiemperyalist bir dalga ile dünya devrimi içerisinde birleştirebilmesinin ekonomik-toplumsal koşulları da daha elverişli hale getirmiştir. Öte yandan günümüz gerçekleri, devrimin zaferi için, devrimci proletaryaya, halklar ve komünist öncülerin enternasyonal eylemlerini ve birliğini çok daha gerekli hale getirmektedir. Gerek bu nedenlerle ve gerekse emperyalistlerin ve yerel burjuvazilerin, halkları şovenist çatışmalara sürüklemeleri karşısında, halkların kardeşliğinin bir biçimi olarak, bölgesel federasyonlar özel bir önem kazanmıştır. Bu, bugün emperyalist saldırganlık ve savaşların en çok yoğunlaştığı Ortadoğu, Balkanlar-Kafkaslar bölgesi için çok daha geçerlidir. Partimiz, bölgemizde halklarımızın devrimci federasyonunu savunmaktadır. Birleşik ve enternasyonal eylemin koşulları artmasına rağmen, devrimler dengesiz gelişecektir. Ama zamandaş ve eş zamanlı olmayan biçimde zafere ulaşacak bölge halklarının devrimlerinin önüne, partimiz, halkların federatif birliğini program olarak koymaktadır ve olanaklı olan bu hedefi gerçekleştirmeye çalışacaktır.” (s. 41)
“Kapitalist emperyalizmin şiddetlenen temel çelişkileri, enternasyonal proletaryanın, dünya proletarya diktatörlüğü programına bağlanmış, emperyalizme karşı dünya devriminin, ekonomik toplumsal maddi koşullarını eksiksizce olgunlaştırıyor.” (s. 43)
Son olarak Rapor’un, “Gerek komünist, gerekse de antifaşist, antiemperyalist birlik ve cephe için, yalnızca dünya ölçeğinde veya genel değil, fakat bölgesel örgütlenmeler de gerekli, değerli ve önemlidir” (s. 52) vurgusunu da hatırlatalım.
20.yüzyılın hemen tüm devrimleri emperyalist zincirin en zayıf halkalardan kırılmasına tanıklık etti. Emperyalist küreselleşme bu durumu geçersiz kılmıyor. Kuşkusuz tek ülkede devrim ve emperyalist zincirin en zayıf halkadan kırılması günümüzde de geçerliliğini bütünüyle koruyor. Bununla birlikte gerek emperyalist küreselleşmeye eşlik eden bölgeselleşme eğilimi ve gerekse emperyalist küreselleşme koşulları “bölgesel devrim olasılığı”nı, “bölgesel devrim” imkanlarını büyütmüştür. Dünya devriminin ekonomik, toplumsal, maddi koşulları eksiksizce olgunlaşırken özetle;
a) Emperyalist zincirin zayıf halkalardan kırılacağı, “tek ülkede devrim” teorisi geçerliliğini korumaktadır. Bununla birlikte;
b) Ülke devrimlerinde uluslararası etkenlerin rolü artmıştır.
c) Tek tek ülke devrimlerinin bölgesel ve uluslararası rolü artmıştır.
d) Bölgesel devrim olasılığı güçlenmiştir.
Devrimci program ve devrimci strateji, devrimci teorinin açığa çıkardığı bu gerçekleri hesaba katmalı ve yanıtlamalıdır.
Zaten birleşik devrimin uluslararası perspektifleri, marksizm ve sosyalizm iddialı akımların teorik çabalarının çok da fazla yoğunlaşmadığı sorunlardan birisi olagelmiştir. Bu durum bir çeşit “ulusal dar görüşlülük”ün sonucu olduğu kadar, aynı zamanda tersinden aynı şeyi ürettiği de “peşinen” saptanabilir. Bu bir çeşit “ulusal dar görüşlülük”, devrim sorununu içinde yaşadığımız siyasi coğrafyanın sınırları ile sınırlama biçimindeki darlık ya da diğer bir anlatımla, dünya devrimi perspektifinin gelişmemiş oluşudur. Öyle ki, yaşadığımız siyasi coğrafyada devrim adeta daha baştan kendi başına yeterli bir amaç gibi görülmüştür. Ama 3. Kongre’nin, “birleşik Türkiye devriminin uluslararası perspektifleri” sorununu ele alması ve kararlaştırması nedeniyledir ki artık marksizm ve sosyalizm iddialı akımlar bu eski pozisyonlarını sürdüremezler.
DP ve ilgi duyan başkalarının merakını gidermek bakımından söyleyelim ki, Marksist-Leninist Komünist Parti’nin programında federasyon fikri baştan itibaren vardır. Programda ulusal sorunun çözümü şöyle formüle edilmiştir:
“13- Kürtlerle Türkler arasında, her alanda tam hak eşitliği sağlanacak, tüm dil ve kültürler üzerindeki baskılara son verilecek, Türk milliyetçiliğine karşı sistemli bir savaşım sürdürülecek, Kürt ve Türk halklarının; Laz, Çingene, Abhaz, Gürcü, Çerkes, Arap, Ermeni, Rum ve diğer ulusal toplulukların tam hak eşitliği temelinde özgür iradeleriyle İşçi-Emekçi Sovyet Cumhuriyetler Birliğinde birlikte yaşaması için çaba harcanacaktır.”
Program, Kürt ulusal sorununun çözümü için, birleşik devrimimizin zaferinin Kuzey Kürdistan ve Türkiye’de kurulacak iki eşit, işçi-emekçi sovyetik cumhuriyetin birliğini öngörür. İki cumhuriyetin birliğinden oluşacak bir devlet biçimi öngören program, birleşme biçimi olarak federasyon fikrini de içeriyor. Her şeyden önce bu nedenle Marksist-Leninist Komünist Parti’nin bölge halklarıyla demokratik ya da sosyalist federasyonlar oluşturmaya açık olduğunun altını çizmeliyiz. Ve bir kez, özel olarak birleşik devrimimizin uluslararası perspektifleri nedir sorusunun yanıtını aramaya başlayınca, gelişen dünya devrimi bakışıyla birlikte bölge halkları ile federasyonlar kurma sonucuna gitmek zor olmamıştır. Zor olmamıştır çünkü, bölgesel federasyonlar düşüncesi komünist hareketin birikimi içerisinde zaten vardır. Komünist hareketin unutulmuş/ unutturulmuş federasyon düşüncesini açığa çıkartmak, güncelleştirmek onuru kendi tarihinin döllediği devrimci bir görev olarak Marksist-Leninist Komünist Parti’ye düşmüştür. Anlama yeteneği kaybı, ne olduğunu anlamadan, anlayamadan yüksek perdeden yapılan bilgiç itirazcılığı ve teorik tutuculuk rolünün geride kalanlara düşmüş olması da anlamlı ve tutarlıdır.
Kürt ulusal devriminin yenilgisinden birleşik devrimin uluslararası perspektifleri bakımından hangi sonuçlar çıkartılabilir. Birleşik Türkiye devriminin uluslararası perspektifleri nedir?
Bu soru, Türkiye ve Kuzey Kürdistan birleşik devriminin uluslararası düzeyde yaratabileceği devrimci etki nedir? Şeklinde de formüle edilebilir. Emperyalist müdahale, yani dünya karşı devriminin tecrit, boğma ve açık karşı devrimci şiddete başvurarak ezme tehdit ve tehlikesi karşısında devrimimizin kendisini savunma olanakları nelerdir ya da devrimimiz kendisini nasıl “savunabilir”? Birleşik devrimimizin uluslararası etkisinin güç ve çapı ne olabilir? Bu soruların ve yanıtlarının devrimci teori, program ve strateji -yani bir tüm olarak devrimci eylem ve hazırlık bakımından tayin edici önemi her tür kuşkunun ötesindedir. Ama bu sorulara yanıt aramayanların devrimci önderlik iddiasının olamayacağı da bir o kadar açıktır.
En başta Türk proletaryası ve halkı gelmek üzere, bölge ülkelerinin işçi sınıflarını ve halklarını harekete geçiremediği, ayağa kaldıramadığı için tecrit edilen Kürt ulusal devrimi, emperyalist müdahale ile boğulmuş, çürütücü bir yenilgi dayatılmıştır. Ulusal devrimin önderliğinin stratejisinin ulusal sınırlılığı, ulusal dar görüşlülüğü bir gerçektir. Fakat tabi ki, ulusal devrimin nesnel olarak yarattığı devrimci etkinin göreli sınırlılığı da gözden kaçırılmaması gereken bir diğer gerçektir. Bununla birlikte ulusal devrim Kürdistan’ın diğer parçalarına yayılma eğilimi göstermiş ve önderliğin izlediği strateji de bunu yanıtlamaya yönelmiştir.
Ulusal devrimin yenilgisinin bu temel dersinden, birleşik Türkiye ve Kuzey Kürdistan devrimi için çıkartılacak sonuç, eğer Türk ve Kürt proletaryası, “ulusal sınırlar” -Türkiye siyasi coğrafyası- içinde, kendi kendine yeten bir devrim perspektifi ile yürürse, çok büyük olasılıkla aynı sona ulaşmaktan kaçınamayacaktır. Yani emperyalizm ve bölge gericiliği, egemen karşı devrimci güçler tarafından tecrit edilerek ezilmek istenecek ve ezilecektir. Örneğin Yunanistan ve Kıbrıs’ın emperyalizmin müdahale üstleri haline getirilmeye çalışılarak çok sıkı bir tecrit ve abluka uygulanacağını kestirmek güç değildir.
Bilindiği gibi işbirlikçi Türkiye kapitalizmi emperyalist dünya ekonomisine sıkı sıkıya bağlıdır. ABD’nin yanı sıra Avrupalı emperyalistler ile ekonomik ilişkileri yaşamsaldır. Fakat onların da Türkiye’de yaşamsal çıkarları vardır. Son çeyrek yüzyıllık dönemde işbirlikçi kapitalizm emperyalist dünya ekonomisinin yeniden yapılanmasına eklemlenmek, entegre olmak için elinden geleni yapmakta, emperyalist dünya ekonomisi ile daha derin ilişkiler geliştirmektedir. Özellikle 90’lar sonrası oluşan koşullar işbirlikçi kapitalizmin bölge için bir ekonomik aktör olarak da ileri çıkmasına Rusya Federasyonu ve Balkan ülkeleri ile ekonomik ilişkilerde açılım yapmasına olanak yaratmıştır.
Devrimin Avrupa ve dünya ekonomisi üzerinde yaratacağı etkinin çap ve boyutları için kehanette bulunulamaz. Ama zafere yürüyen birleşik devrimimizin Avrupa başta gelmek üzere dünya ekonomisi üzerinde krizsel etkiler yaratacağı da bellidir. Bu krizsel etkinin Balkanlar’da daha sarsıcı biçimde patlak vermesi de şaşırtıcı olmaz.
Kuzey Kürdistan’da patlak veren ulusal devriminin devrimci etki alanı, birleşik Türkiye ve Kuzey Kürdistan devrimin etki alanıyla kıyaslanamaz. Birleşik devrim, Türk burjuva devletinin emperyalizm, İsrail, İran, Irak, Suriye egemen sınıfları ile karşı devrimci ilişkilerini süpürüp atacağı, bütün bu emperyalist ve gerici ittifakları dağıtıp tasfiye edeceği için, ama aynı zamanda Kürt ulusal devrimi gibi bir temel bileşeni olduğu için de (İran, Suriye ve “Irak” başta gelmek üzere) Ortadoğu’da devrimci depremlere yol açabilecektir.
Diğer yandan, Balkanlar önde gelmek üzere bölgede 700 yıllık Osmanlı egemenliğinin bıraktığı tarihsel ve kültürel miras nedeniyle Türk halkı ile bölge halkları arasındaki etkileşim ve ilişkiler, 20. yüzyılın sonunda oluşan uluslararası durum nedeniyle, Türk burjuva devletinin bölge üzerindeki etkileri ve daha da önemlisi bölge halklarına karşı diğer ülkelerin egemen sınıfları ile girdiği ittifak ilişkileri, Türk kapitalizminin söz konusu alanlara açılmakta ve dikkate değer ilişkiler geliştirmekte oluşu vb. bütün bu etkenler, birleşik devrimin Balkanlar, Kafkaslar ve Hazar Havzası proletarya ve halklarını derinden etkileyip sarsarak harekete geçirmesinin tamamen olanaklı ve hatta bir ölçüde kaçınılmaz olduğunu açığa çıkartmaktadır. Türk burjuva devleti, Balkanlar, Kafkaslar, Hazar Havzası ve Ortadoğu için emperyalist işbirlikçisi burjuva, gerici vb. rejimlerin ayakta durmasında önemli bir etken ve dayanaktır. Birleşik devrimimiz, Türk egemen sınıfları ve mirasçısı oldukları Osmanlı despotluğundan yüzyıllar boyunca çok çekmiş bölge halklarında büyük bir sempati yaratacak, hem bölge halklarını ayağa kalkmaya kışkırtacak, hem de bölge ülkelerinin egemen sınıflarını zayıf düşürerek yıkılmasını kolaylaştıracaktır.
Bütün bunlardan çıkan sonuç, birleşik devrim amacı etrafında birleşerek sosyalist hedeflerine yürüyen Kürt ve Türk devrimci proletaryasının, devrim perspektifini “Türkiye siyasi coğrafyası” ile yani “ulusal sınırlar” ile sınırlandıramayacağıdır. Türkiye ve Kuzey Kürdistan birleşik devrimi, Balkanlar, Kafkaslar-Hazar Havzası ve Ortadoğu’da yaratacağı devrimci etkiyi realize etme, söz konusu bölgeler ve ülkelerde proletarya ve emekçileri, halkları harekete geçirme, ayaklandırma, bütün bu yönlerde “yayılma” devrimci perspektifine sahip olmalıdır. Kesintisiz “birleşik devrimin” uluslararası yönü veya dünya devrimiyle bağıntısı burada açığa çıkmaktadır.
Birleşik devrimin yaratacağı etkiyi realize etmeye yönelmiş bir devrimci stratejinin programatik hedefi ne olabilir? Bu soru bizi federasyon sorununa getiriyor.
Bölgesel federasyon düşüncesinin tarihi en azından 20.yüzyılın derinliklerine uzanır. Öyle öngörülmediği halde Sovyetler Birliği federasyon biçiminde kurulmuş ve daha sonra SSCB biçiminde örgütlenmiştir. Öyle ki, SSCB’yi oluşturan cumhuriyetler içerisinde federasyonlar da vardır. Örneğin Rusya Federasyonu gibi.
Burjuvazinin ve emperyalistlerin “Balkanlaştırma”; halkları ulusal, dinsel en küçük parçalara bölerek bir birine kırdırtıp güçsüz düşürerek boyunduruk, tahakküm altına alma stratejisine karşı komünistlerin yanıtı olarak da geliştirilmiştir, “Balkan Federasyonu” stratejisi. Ama “Balkan Federasyonu” düşüncesinin derin kökleri kuşkusuz ki, 3. Enternasyonal’in dünya devrimi teori ve programındadır.
III. Enternasyonal programı komünizmi “dünya sistemi” olarak düşünür:
“Komünist Enternasyonal’in ulaşmaya çabaladığı nihai hedef, kapitalist dünya ekonomisinin yerine komünizmin dünya sisteminin geçirilmesidir. Tarihi gelişimin bütün akışı boyunca hazırlanan komünist toplum düzeni insanlığın biricik çıkış yoludur. Çünkü ancak bu toplum, insanlığı yozlaşma ve çökmeyle tehdit eden kapitalist sistemin temel çelişkilerini ortadan kaldırabilir.” (III. Enternasyonal 1919-1943 Belgeler; Belge Yayınları, s. 147)
Programda, “Komünist Enternasyonal’in Nihai Hedefi: Dünya Komünizmi” bölümünde, hedeflenen “komünist dünya sistemi”, “komünist dünya toplumu” açıklandıktan sonra, “Kapitalizmden Sosyalizme Geçiş Dönemi ve Proletarya Diktatörlüğü” üzerinde durulur. “Kapitalist toplumla komünist toplum arasında, birinden ötekine devrimci dönüşüm dönemi yer alır. Bu döneme tekabül eden siyasal geçiş döneminde devlet, proletaryanın devrimci diktatörlüğünden başka bir şey olamaz. Emperyalizmin dünya diktatörlüğünden proletaryanın dünya diktatörlüğüne geçiş, proletaryanın mücadeleleri, yenilgileri ve zaferleriyle dolu uzun bir dönemi; kapitalist sistemin genel bunalımının sürdüğü ve sosyalist devrimlerin, yani proletaryanın burjuvaziye karşı giriştiği iç savaşların olgunlaştığı bir dönemi; devrimci proletaryanın sosyalist hareketleri niteliğinde olmadıkları halde emperyalizmin egemenliğini sarstıkları sürece nesnel olarak dünya proletarya devriminin bir öğesi haline gelen ulusal savaşlar ve sömürge ayaklanmalarıyla dolan bir dönemi; kapitalist ve sosyalist sosyo-ekonomik sistemlerin, dünya ekonomisi içinde, hem silahlı mücadelelere girişerek, hem de ‘barışçıl’ ilişkiler kurarak yan yana var oldukları bir dönemi; Sosyalist Sovyet Devletleri Birliği’nin oluşturduğu, emperyalist devletlerin onlara karşı savaşlar açtığı, bu savaşta devletlerinin sömürge halklarla gitgide sıkılaşan bağlar kurduğu bir dönemi vb. kapsar.” (Age. s. 150)
“Dünya proletaryasının diktatörlüğü, bu nedenle kapitalist dünya ekonomisinden sosyalist dünya ekonomisine geçişin en zorunlu ve belirleyici önkoşuludur. Ancak bu diktatörlük sadece, sosyalizmin tek tek ülke ya da ülke gruplarındaki zaferiyle gerçekleştirilebilir. O, yeni oluşan proleter cumhuriyetlerin daha önceden var olanlarla birleşmesini, bu federasyonlar ağının -ki bu emperyalist boyunduruğu parçalayan sömürgeleri de içine alır- sürekli büyümesini ve bu federasyonların nihayet insanlığın devlet olarak örgütlenmiş dünya proletaryasının hegemonyası altında bir araya gelmesini gerçekleştirecek olan Dünya Sosyalist Cumhuriyetleri Birliği haline gelmelerini gerektirir.” (Age. s. 152)
Bütün ülkelerin komünistlerinin 20. yüzyıl boyunca 3.Enternasyonal programına ne kadar bağlı kaldıkları ayrıca incelenecek ve tartışılacak bir konu ve sorundur. Ama demek ki, dünya devrimi perspektifinden bakıldığında, uluslar arası komünist hareketin birikimine de hakimseniz, “Balkan, Kafkas ve Ortadoğu halklarıyla demokratik ya da sosyalist federasyonlar oluşturma”nın birleşik devrimimizin uluslararası perspektifleri kapsamında olduğu sonucuna ulaşmanız “zor olmuyor”.
Federasyonu yalnızca ulusal sorun ile ilişkili düşünmek ve ulusal hareketlerin programı gibi görmek bir tek cümlede bu kadar çok hata yapmak DP’nin başarısıdır.