İşçi Partisi-MHP-ADD’nin; 2003 Şubatı’nda Kıbrıs’ta “Denktaş’la Omuz Omuza” mitinginden sonra, Eylül ayında ortak düzenledikleri “Kerkük Türktür” Taksim mitingi de fiyaskoyla sonuçlandı.
Bu şovenist birliğin, kitle eyleminde güçsüz kalması, dayandığı politikaların -burjuvazi açısından gerileyen politikalar olmalarına rağmen- etkisiz ve mücadele açısından ihmal edilebilir olduğunu göstermez. Çünkü, sahipleri gerici faşist bir kitle hareketi geliştirmekte zayıf kalsalar bile, gerçekte bu politikalar, Türk burjuvazisinin on yıllar boyunca benimsediği, işlediği ve geniş emekçi yığınları zehirlediği politikalardır.
Bu eğilim, güncelde de önemlidir. Çünkü özellikle Türk emekçilerinde oluşmakta ve hızlı gelişmekte olan ABD karşıtı antiemperyalist duygu ve öfkeyi devrimci kanala akıtmak bakımından da mücadele edilmesi gereken bir politik eğilimdir. Bu ittifak, ABD karşıtı öfkeyi arkalayarak egemen sınıfların özgün gerici çıkarları açısından daha statükocu olan kesime yedeklemeyi amaçlamakta, bu yolla hem dalgakıran rolü oynamakta hem de gericiliğe yeniden kitle temeli sağlamaya çalışmaktadır.
Esasen, Perinçek tarafından ’90’ların ortalarına doğru teorisi yapılan ve pratikte de komünist ve devrimci gençlere fiziki ve fiili saldırılarla (Perinçek yetiştirmesi Türk Solu çetesi daha kanlı saldırılarla işe girişti) geliştirilmeye çalışılan bu çizgi, geçmiş Üç Dünyacı çizginin günümüze uyarlanmış biçimiydi. Bu biçimiyle İP, önce ülkücü faşistlerin Yeni Hayat kliğiyle ittifakı ve işbirliğini savundu ve MHP’lilerle ittifak için geçmişteki katliamların mahkum edilmesini istedi. Bunun bir formalite olduğu belliydi. Bir süre sonra “aynılar aynı yerde toplanmaya” başladılar: İP-ADD-MHP...
Komünistlerin sistematik ideolojik mücadele yürüttüğü İP gericiliğiyle ırkçı MHP’nin ittifakı burjuva tekelci medya tarafından popüler hale getirilerek, yeniden politika sahnesinin ışıkları altına alındı.
Irkçısıyla Kemalistiyle Şovenizm Birleşince
Egemen sınıflar, özgün gerici çıkarları üzerine bölünmüş durumda ve bu giderek daha çok kriz etkeni haline geliyor.
Başını bazı generallerin çektiği ve burjuvazinin bazı kesimlerince de desteklenen bir grup; Kıbrıs sorununda ilhakçı, Kürt ulusal sorununda inkarcı, Güney Kürdistan’a askeri müdahaleci politikalarda ısrar ediyor. Bu nedenle AB’yle çeliştiği gibi, TÜSİAD’la da çelişmekte; ABD’nin Güney Kürdistan ve Kıbrıs sorunundaki politikalarıyla, tam çakışmamaktadır. Bu kesim esasen, Türk burjuvazisinin özgün yerel gerici çıkarlarının politikalarında ısrar ediyor, var olan statüyü revizyona tabi tutmadan sürdürmek istiyor. Dün 28 Şubat’ta TÜSİAD’la ittifak içindeyken bugün TÜSİAD’dan da farklı bir rotada tutunmaya, gücünü korumaya hatta gelişmeye çalışmaktadır.
Bu kesime, muhalefete düşen MHP ve DSP gibi partiler daha keskince katıldıkları gibi, başından bu yana Mümtaz Soysal, Yekta Güngör Özden, Vural Savaş gibi sosyal demokrat, sağcı kemalistler, YÖK yöneticileri, bazı emekli generaller de katıldılar.
Ama kabul etmek gerekir ki bu kesime, “sol” argümanlarla “teori” hazırlamada, ideolojik ve politik silahlar hazırlamada, Perinçek ve Cumhuriyet gazetesi ön planda rol oynadılar, oynamaya da devam ediyorlar.
Hangi Politikalar?
Değişik nedenler ve güncel dönemeçlerden geçip gelerek, burjuvazinin ırkçısından, sağ ve “sol” kemalistine değin uzanan değişik kesimleri, birleştiren ana politikalar ve nedenler şöyle sıralanabilir:
*Kürt ulusal hareketi, taviz verilmeksizin bastırılmak, KADEK/KONGRA-GEL’in yasallaştırılmasına izin verilmemeli, barış söylemi bile bölücülüktür, “tek dil, tek bayrak, tek millet” şiarı temel paradigmamızdır. Güney Kürdistan’ın (medyadaki söylemiyle Kuzey Irak) federe devlet olması, Türk burjuvazisinin devleti için casus belli (savaş ilanı nedeni)dir; izin verilemez, ordu Kuzey Irak’ı işgal etmelidir.
*Kıbrıs’ta, KKTC’den ve Türkiye’nin askeri gücünün varlığından vazgeçilemez.
*AB’ye girilecekse, bu politikalarla girilmeli.
*ABD’yle ittifak sürdürülmeli.
Bu gerici-faşist politikalar üzerine birleşen bu kesim, özellikle ordu kurmayının, ABD’yle giderek daha uyumlu hale gelmesi karşısında ve MHP’nin de muhalefette gelişme ihtiyacı koşullarında, İP-MHP ittifakına varacak denli yeniden kenetlenmeye, ağırlığını duyurmaya çalışıyor.
İP’in Üç Dünyacı İpi MHP’ye Götürüyor
Perinçek liderliğinde İP’i, egemen sınıfların emperyalizme bağımlı devletini savunmaya götüren esasen teorisi değilse de, onu bu sonuçlara götürmede, kuşkusuz teorisinin de önemli bir rolü var.
1980 öncesi, Perinçek, gerici Üç Dünya Teorisi (ÜDT) üzerine temellendirerek, dünya ve ülkede, emperyalizm ve yerli gericilikle sınıf işbirliği stratejisini ileri sürüyor ve halkı bununla zehirlemeye çalışıyordu.
’90’larm ortasında, ÜDT’ye benzer bir gerici teoriyi Kuzey-Güney teorisi biçiminde inşa etti. Bugün, Türk burjuvazisinin özgün çıkarlarını da formüle ederek sözde geliştirdiği bu pespaye gerici teori kısaca şöyledir:
*Dünyada temel çelişki Kuzey’in gelişmiş ülkeleriyle, Güney’in geri bırakılmış ülkeleri arasındadır.
*Baş çelişki ABD emperyalizmi ile Güney’in (devletleri ve egemen sınıfları dahil) ülkeleri arasındadır. Dünya tarihinin itici gücü, Güney’in devletlerinin ABD’ye karşı sözde mücadelesidir.
Bugün Güney ülkeleri artık “Ezilen Dünya”dır Perinçek’in teorisinde. Ve emperyalist küreselleşme birincil hedef olarak ulusal devletleri tasfiye etmeyi hedeflediğine göre, bu sözde milli devletleri korumak en antiemperyalist ve en devrimci görevdir.
“Dünya ölçeğindeki mücadele, günümüzde ABD emperyalizminin başım çektiği kuvvetler ile yok olma tehdidi altındaki millî devletler arasındadır”. “Millî devletlerin bağımsızlık mücadelesi, birinci önemdedir ve bugün dünya tarihinin en büyük itici gücüdür.” (Perinçek, Küreselleşme ve Güvenlik, Teori dergisi)
*“Güney’in devletleri içinde işçi sınıfının ve halkların devrimci ve ilerici mücadelelerini geliştirme çabası, süper NATO’nun yönlendirdiği provokatif mücadelelerdir.” “Çünkü ABD emperyalizmi, bazı dağınık ve başıbozuk güçleri ‘küreselleşmeye karşı küresel direniş’ gibi sloganlarla millî devletlere karşı kışkırtmakta ve piyon olarak kullanmaktadır.” (Perinçek, agy)
*Fransa ve Almanya’dan Çin ve Rusya’ya değin pek çok gelişmiş kapitalist ülke de, ABD’nin sömürgeci imparatorluk saldırısı karşısında savunma durumundadır. “Çin, Rusya, Fransa, Almanya, Japonya gibi gelişmiş ekonomiler üzerine kurulmuş devletler de, varlıklarını ABD emperyalizmine karşı savunma sorunuyla yüz yüze bulunmaktadırlar.” (Perinçek, agy)
Perinçek’in bu karşıdevrimci teorik kurgusuna göre, esasen bu devletlerle de ittifak içinde olmak gerekir; sözde milli devletlerin mücadelesi ve bu ittifak yoluyla ABD, sözde yenilgiye uğratılacaktır.
Ancak, Perinçek, Türk burjuvazisinin sözde milli devletinin çıkarını özel olarak gözettiği için, Fransa ve Almanya’nın AB’sine girme sorununda, şiddetli muhalefete geçmekte, AB’nin Türk burjuvazisinin devletini tasfiye edeceğini ileri sürerek AB’ye girmeye karşı çıkmaktadır.
Ama Başta Çin gelmek üzere, Rusya, Hindistan ve diğer Asya ülkeleriyle Avrasya İttifakının kurulmasını, ABD’ye karşı güncel mücadele taktiği olarak vaaz etmektedir.
*Perinçek, gerici teorisine, her zaman olduğu gibi, Türk burjuvazisinin özgün gerici çıkarlarını savunma pervasızlığıyla, biçim vermekte, pratik politikaları bu çıkara göre oluşturmaktadır. Dünyada Çin revizyonist burjuvazisinin, Türkiye’de Türk burjuvazisinin çıkarlarını gütmek, Perinçek’in dün de bugün de gerici teorisindeki paradigmalarının, temelini oluşturuyor.
Buna göre, Perinçek’in gerici teorisi, genelkurmayın liderliğinde, MHP’den İP’e değin uzanan geniş bir burjuva yelpazenin birliğini kıskançlıkla öne sürer. Ve bunu da sözde ABD’ye karşı mücadele adına yutturmaya çalışır.
*Bu gerici teori, Türk burjuvazisinin özgün gerici çıkarlarının milliyetçiliğini güden politikalarını, antiemperyalist söylemle soslayarak piyasaya sürüyor.
Böyle olduğu için komşu ülkeler burjuvazisine karşı da, Türk burjuvazisinin sömürgeci boyunduruğundaki Kürt ulusuna karşı da, ulusal azınlıklara karşı da, şovenist milliyetçiliği kışkırtmakta, Türk halkını ve aydınları, burjuvazinin en şoven kesimleri arkasına bağlamaya, şovenist gerici bir kitle hareketi yaratmaya çalışıyor.
Bugünün koşullarında burjuvazinin özgün gerici çıkarlarının savunusunu formüle ettiği söz konusu başlıca politikalar şunlardır:
-“Kıbrıs sorununda Denktaş’ı desteklemek, emperyalizme karşı durmaktır”. “Kıbrıs’ı veren Türkiye’yi de verir”. İP’in günceldeki başlıca politikalarından biri budur. Kıbrıs’ın işgalini, işgalden öte ilhakını savunmak, 12 Eylül öncesi karşıdevrimciliği döneminde bile Perinçek’in yapmadığı bir işti.
-Kürt ulusal mücadelesi, taviz verilmeden bastırılmak, Güney Kürdistan’da (Kuzey Irak’ta) federasyon oluşturulması casus belli sayılmalı, ordu Güney Kürdistan’a müdahale etmelidir. Kürt sorununda reform ancak ondan sonra düşünülmelidir. Aksi bir durum, Türk burjuvazisinin devletinin zayıflatılması demektir. Bu nedenle barış talepli mücadele dahi Sevr’in yeniden hortlatılmasıdır. Zaten günümüzde ulusal kurtuluş hareketlerinin ilericiliği miadını doldurmuş, emperyalizmin (ABD ve AB’nin) milli devletleri tasfiye etmesinin araçlarına dönüşmüştür. Ama Türk burjuvazisinin ve yeni sömürge burjuva devletlerin milliyetçiliği, ilericidir, antiemperyalisttir. “Burjuva demokratik devrimlerin yol açtığı ekonomik gelişme ve özgürlük, hele bugün ancak millî devletlerle olur” (Perinçek, agy).
-AB’ye girmek, milli devleti tasfiye etmeye başlamaktır. Türkiye, Çin’in ve Rusya’nın başını çektiği Avrasya ittifakı içinde yer almalıdır. AB’yle dostça ilişkiler içinde ittifaka gitmelidir.
-Ordu devrimcidir, ordu liderliğinde milli hükümet kurulmalıdır.
Bu politikalar, açık ki Türk burjuvazisinin özgün gerici çıkarlarının politikalarıdır. Kıbrıs sorununda elbette AB’yle, Güney Kürdistan sorununda ABD’yle çelişmektedir. Bu çelişki nedeniyle ne antiemperyalisttir, hatta ne de ABD karşıtıdır. Örneğin, Endonezya gericiliği Doğu Timor’u ilhak etmek amacını taşıdığı için Batı emperyalist devletleriyle, hatta son zamanlarda ABD’yle çelişti. Ama bu çelişme ne onu antiemperyalist yaptı ve ne de Doğu Timor’u ilhak etme politikası gerici olmaktan çıktı. Ya da Malezya işbirlikçi tekelci burjuvazisinin lideri Mahatir Muhammet, ’97 ekonomik krizden sonra, IMF’nin öngördüğünden farklı politikalar izlediği için, emperyalizmin işbirlikçisi olmaktan çıktı.
Öte yandan, emperyalist küreselleşme ve kapitalist emperyalist ekonominin krizi, devletin ekonomiden uzaklaştırılmasını, mali sermayenin akışı önündeki yasal engellerin kaldırılmasını, yanı sıra, bölgesel emperyalist bloklaşma, yenisömürge devletleri, belirli emperyalistlerin dünya hegemonyası mücadelesinin yedeği haline getiriyor. Ancak bunlar yenisömürge devletleri tasfiye etmek anlamına asla gelmediği gibi, ABD emperyalizmi ve diğer emperyalist güçler, kapitalist emperyalist sistemi sürdürmenin siyasi-askeri aracı olarak yenisömürge devletleri güçlendirmeye önem veriyorlar. Ekonomik faaliyetten arındırılmış, silah ve vuruş gücü yüksek, hatta profesyonel orduya geçecek askeri-polis devletleri olarak yeniden yapılandırılmalarını öngörüyorlar.
Devletin asıl işlevi, emperyalist ve işbirlikçi burjuvazilerin egemenliğinin, siyasi-askeri aracı olmak değil mi?
ABD, dünya hegemonyasını pekiştirirken, hegemonya boşluğundaki devletleri eğer kendi egemenliğine engel oluyorsa yıkıyor, kendi işbirlikçisi devletlerini ise kendisine daha bağımlı kılıyor; ama onları yıkmak bir yana güçlendiriyor. Perinçek, işbirlikçi Türk ve diğer burjuva devletlerin, ABD’ye bağımlı tarzda siyasi ve askeri bakımdan güçlendirildikleri gerçeğini gizlemek için, Irak, Yugoslavya ve süreçte Kuzey Kore, Küba gibi, ABD işbirlikçisi olmayan devletlerle bilinçli tarzda karıştırarak, onları da ABD’nin savaş hedefi içinde gösteriyor. Böylece, emperyalizm işbirlikçisi devletleri korumanın ulusal ve antiemperyalist olduğu yalanını yayarak halkların bilincini bulandırmaya, devrimler yerine bu devletleri savunmak bilincini halklara, ama özellikle halklarımıza ve aydınlara yaymaya çalışıyor. Bu strateji, milliyetçi işbirliği olmasının yanı sıra, Perinçek’i, anti-ABD’cilik adına ABD işbirlikçisi devleti savunmaya götürüyor. Özgün gerici çıkarları savunan güçlerle, bunlar içinde en ABD’ci olan, ama ırkçı milliyetçi ideolojiyle ortaya çıkan MHP’yle ittifaka götürüyor.
Özgün gerici politikalarda ısrar eden bütün burjuva kesimler ve onların siyasi askeri temsilcileri dün olduğu gibi bugün de ABD’cidirler. Perinçek’in bir kısım generalleri mi ABD’ci değil? İkna etmeye çalıştığı Büyükanıt mı ABD’ci değil? MHP mi ABD’ci değil? Denktaş mı ABD’ci değil? Açık ki hepsi de ABD’ci. General Tuncer Kılıç, Türkiye’nin Rusya ve İran’la ittifak araması gerektiğini söylediği konuşmasında AB’ye çatarken, ABD’yle ittifakı gözetmekte ısrar ediyordu, bunda şaşılacak bir şey de yok.
Evet Perinçek ve İP’i, generaller ve MHP’yle birleştiren etkenlerden biri elbette gerici teorisidir. Ama, bundan daha da önemli diğer bir etken kemalist burjuva aydınların milliyetçi çizgisinin, “kendi” burjuvazisinin çıkarlarına kölece bağlılığı ve boyun eğişidir. Olağan koşullarda, antifaşist, antiemperyalist yönde kısmi, sınırlı da olsa ilerici rol oynayan bu aydınlar, olağanüstü koşullarda, şoven milliyetçiliğin ideolojik baskısı altında ve kendilerinin de sahiplendiği kemalistlerin mirası devleti koruma güdüsüyle, karşıdevrimci roller oynamaktadırlar. Son 15 yıllık Kürt ulusal kurtuluş mücadelesi karşısında, bu rol sürekli ve kalıcı hale geldiği gibi, Perinçek (zaten 12 Eylül öncesinden karşıdevrimci bir çizgideydi) başta gelmek üzere, bu tür aydınların reformcu özellikleri de tamamen silinip gitti. Sosyal demokrasi faşizmle işbirliğine kayarken, kemalist ve modernist aydınlar ise, bir bölümü güncel dünya koşullarında emperyalist burjuvazilerin güçlülüğü karşısında secdeye vararak emperyalizm yanlılığında karar kıldılar. Din değiştirenin efendisine yaranmak için fanatikleşmesi benzerini bunlar da gösterdi, emperyalist ideologlardan daha çok emperyalizm yanlısı kesildiler. Bunlar faşist, gerici, burjuva demokrasisi yanlısı bütün eğilimleriyle (ABD’ci ve AB’ci) özellikle ABD’ci oldular. ABD’den daha çok ABD’ci kesildiler. Diğer bölümü, aralarındaki nüanslar bir yana, Türk burjuvazisinin özgün gerici çıkarlarını savunan kanatla sıkı ve kıskançça bir birliğe girdiler. Kürt ulusal kurtuluş mücadelesi karşısında, saldırgan bir milliyetçilikle, bölücülük korkuluğunu sürekli sallayan bir tarzda, kirli savaşı desteklediler, faşizmle işbirliği yaptılar. Bugün de yapmaya devam ediyorlar. Perinçek bu kesimin ideologlarından başta gelenidir ve sosyalizm sosunu kullanmayı bir yana bırakmayan en arsızıdır.
Boynuz Kulağı Geçince
Perinçek’in bu süreçte yetiştirip, devrimci ve komünist gençlere saldırttığı “Öncü Gençlik” liderleri, Perinçek grubunun dar kalışını aşmaya çalışarak ve Marksizm biçiminde ısrar etmenin, bu milliyetçi şoven eğilim için gereksiz görerek Kemalist milliyetçi çizgiyle ortaya çıktılar: Türk Solu, İeri ve ADKF etrafında toplanan bu gerici milliyetçi gençleri, Perinçek MİT ajanı ilan etmekten bile geri durmadı. Onun için grup çıkarı çok önemliydi, kendi liderliğinden çıkanları ajan ilan etmekten çekinmez. Oysa teorisini yaptığı gerici Kemalist milliyetçiliğin kaçınılmaz kıldığı bir gelişmeydi bu. Burjuvazinin özgün gerici çıkarlarının politikalarını, antiemperyalist göstererek, gerici bir kitle hareketi örgütlüyor ve komünist ve devrimci gençlere faşist fiziki saldırılar düzenliyorlar. Perinçek’in çömezlerini komünist gençlere saldırtması, komünist ve devrimci kadroları imha etmesiyle, yetiştirmesi Gökçe Fırat’ın çetesini üniversitelerde devrimci gençlere saldırtması arasında hiçbir fark yoktur. İP ve Kemalist gerici çete, MHP ve generallerle işbirliğini derinleştirdikçe (hatta birbirleriyle bu işbirliği üzerine rekabete girdikçe) devrimcilere daha çok saldırıyorlar.
Bu Kemalist-gerici Türk Solu çetesi, milliyetçi politikaları daha çıplak formüle ediyor ve yine sosyalizm sosuna batırarak piyasaya sürüyor.
Türk Solu çetesinin daimi yazarlarından E. Yurdakul, milliyetçiliği koşulsuz ve bütün sonuçlarıyla savunmak gerektiğini tam bir pervasızlıkla açıklıyor:
“Asil kanımızdan başka kaybedecek bir şeyimiz yok.
“İşte bu noktada yüksek Türk kültür ve uygarlığından başka bir şeyde dayanak aramayan Türk milliyetçiliğinin bulandırılmadan uygulanması gerekiyor. Elbette tam bağımsızlık politikası bu milliyetçiliğin temelidir; fakat, milliyetçilik tam bağımsızlık anlayışını da içine alan geniş bir çerçevedir. Tam bağımsızlık kalsın milliyetçilik gitsin demek olmaz.
(... )
Atatürk’ün “asil kan” uyarısı dikkate alınmalı, küçümsenmemelidir. Türk milliyetçiliği, ulusal sol programın olmazsa olmaz koşuludur.” (Ulusal Sol’un Programı Altı Oktur, İeri dergisi)
Milliyetçiliği bütünlüklü olarak savunan bu çete, bunun doğal bir parçası olarak da Türkiye’de yaşayan herkesi Türk ulusu içinde kaynaştırma ve hiçbir ulusal topluluğa izin vermemek ırkçılığına değin ilerliyor. Belki de Kürt ulusal kurtuluş mücadelesi karşısında, şovenizme sarıldıkça, ırkçılık uçurumuna değin kaçınılmaz olarak ilerledi. Ki esasen olan da budur. Irkçılığı kendi cümlelerinden okuyalım:
“Bölücülük konusunda, demokrasi doğru tanımlama değildir. Türkiye Cumhuriyeti bölünmez bütündür. Türk milletinden ayrı etnik nüfus kabul edilemez, (abç) bunlara ayrıcalık verilemez. PKK ve teröristbaşı konusunda, ‘kafaların kopma ihtimali’ göze alınmalıdır.” (E.Yurdakul, agy)
Kürt ulusu ve Laz, Çerkez, Gürcü, Arap vb. ulusal toplulukların hiçbirinin varlığı, bu çetenin milliyetçi gözlüğüyle kabullenilemiyor, tümü Türk ulusunun içinde zor yoluyla asimile edilmeye çalışılıyor. Yalnızca bu konuda değil, Apo’nun idamı konusunda da MHP’yle yarışılıyor.
Irak’a asker gönderme sorununda, ABD tetikçiliğini lafta da olsa reddeden bu çete, Güney Kürdistan’ın işgalini ve son Türkmen-Kürt provokatif çatışmasında ordunun Türkmenleri korumaya gönderilmesini savunmuş, bu konuda da MHP’yle yarışmaktan geri durmamıştır. Atatürk milliyetçiliğinin, büyüyen Türk burjuvazisinin varlığı ve ABD işbirlikçiliği koşullarında, Enverist yayılmacı milliyetçiliğe, varmasından daha doğal ne olabilir.
Bu çete Kıbrıs sorununda da, diğer özgün gericiliklerde de MHP’yle yarışacak denli gerici faşizan bir milliyetçiliğe batmıştır. Ve işin tuhaf tarafı yine de sol lafızlarını kullanmaktan, hatta Gökçe Fırat gibi çete reisi, devrimci ve komünist hareketi Marksizm’le alakasızlıkla suçlamaktan geri durmamaktadır. Fakat Türk Solu çetesinin, şoven milliyetçiliğin diğer akımlarından farksız olduğunu kendi ideologlarının dilinden vermek daha aydınlatıcı olacak:
“Bu milliyetçi uyanış solcu, Atatürkçü, Türkçü ayrımının da nasıl emperyalistler tarafından yapay olarak üretildiğini ortaya koymuştur. Çünkü sayılan bu üç akım da aynı kaynaktan çıkmıştır. Türkiye’de solculuk milliyetçiliktir, Atatürkçülüktür. Şimdi hepsi aynı çizgi içinde birleşmektedir.” (Güneş Ayas, Atatürk’ten Bu Yana Komprador Sol-Ulusal Sol Mücadelesi, Heri dergisi)
Böylece, Perinçek karşıdevrimciliğinin yetiştirdiği Türk Solu çetesi, milliyetçi gericilikte Perinçek’i geride bıraktı, boynuz kulağı geçti. Bunun doğal sonucu olarak, devrimci ve komünist gençlere saldırıda da, Perinçek’i geride bıraktı. Ama bu çetenin günahlarının babası elbette karşıdevrimci Perinçek’tir.
Sonuç Yerine
Şimdilik söylenmesi gereken şudur: Kürt ulusal kurtuluş mücadelesi karşısında, şoven bir milliyetçiliğe batan, işçi sınıfı ve halkların devrim mücadelelerinin gerilediği ’90’lı yılların dünya koşullarında, dayanacak güç olarak “milli devlet”e ve orduya, diğer bir ifadeyle burjuvazinin kuramlarına daha çok bağlanan, Kemalist sol aydınlar ve Perinçek, Türk burjuvazisinin özgün gerici çıkarlarının politikalarına daha çok sarılmışlar, karşıdevrimin gericiliğine daha çok batmışlardır. Bunun kaçınılmaz sonucu olarak, bu politikaların başından beri en iyi temsilcisi olan MHP’yle çok yakınlaşmışlardır. Doğal olarak da stratejik bir ittifak ve birliğe gidiyorlar. Türk Solu çetesinden Güneş Ayas’ın deyimiyle, Türk milleti aslına dönüyor, solcusu, Kemalist ve türkçüsü, esasen yapay olan ayrımı ortadan kaldırarak birleşiyor. Sınıfsız bir kütle olarak kızıl elma birliği içinde birleşiyor! Ama elbette bu koalisyonun asıl hegemonik güçleri, örneğin generaller, MHP ve DSP yöneticileri, gerçekte ABD emperyalizmine bağımlıdırlar. Nitekim bunlar iktidarda oldukları geçmiş dönemde ABD politikalarını pervasızca uygulamışlardır. ABD’ye köpeksi bir sadakatle bağlı kesimle aralarında bazı farklar vardır. Bugünün emperyalist dünyasının koşullarında, bu farklar ABD’ye bağımlılıkta görece farklılıktan öte bir şey yaratmıyor.
Türk ve Kürt ulusundan, bütün ulusal topluluklardan işçi sınıfının komünist öncüsü, proleter enternasyonalizmi temeli üzerinde Türk proletaryası ve emekçilerini eğitecek, sosyalizm için mücadeleye hazırlayacaktır.
Aynı bakış açısıyla proletaryanın antiemperyalist demokratik devrime önderlik etmesine öncülük edecektir. ABD emperyalizmine ve emperyalist köleliğe karşı, burjuvazinin tüm kesimlerinden bağımsız, işçi emekçi hareketini geliştirme çizgisini kararlılıkla izleyecek, işbirlikçi tekelci burjuvazinin faşist diktatörlüğünü yıkacak ve kesintisiz biçimde sosyalizme ilerleyecek, devrimi örgütleyecektir. Bugün Türk halkı ve emekçilerinde gelişen ABD ve emperyalizme karşı öfkeyi, emekçi yurtseverliği yönünde geliştirecek, Türk halkının ilerici değerlerini sahiplenecektir. Bu çizgiyle burjuva milliyetçi çizgi arasında antagonist bir karşıtlık vardır.
Kürt ulusunun özgürlüğünü ve ulusal toplulukların hak eşitliği temelinde ulusal haklarını gerçekleştirecektir. İşçi sınıfının ve halkların kurtuluşunun tek yolu, devrim ve sosyalizmin yoludur. Bu, aynı zamanda, dünya işçi sınıfı ve halklarının dünya proletarya diktatörlüğü için mücadelesinin Türkiye ve Kuzey Kürdistan’daki görevidir. Milliyetçilik, yalnızca, işçi ve emekçilerin kendi ulusundan burjuvaziye köleliğidir.