Yerel seçimler bütün toplumsal sınıfların gündeminde olduğu içindir ki, tüm siyasal güçler, parti ve örgütler az ya da çok bu konuya eğiliyorlar. 28 Mart yerel seçimleri için hazırlık çalışmaları başlıca siyasal parti ve örgütlerin gündeminin ağırlık merkezine yerleşti. Burjuva partiler bakımından başka türlü olması da beklenemez zaten. Onlar varlıklarının gereğini yapıyorlar. İşçi sınıfı ve emekçilerden, ezilenlerden, halklarımızdan yana olma iddiasındaki yasalcı, reformist parti ve örgütler de yerel seçim gündemine kilitlenmiş bulunuyorlar. Diğer yandan işçi sınıfı ve emekçilerden, ezilenlerden yana olma iddiası taşıyan devrimci parti ve örgütlerin konunun gerektirdiği ilgi ve çabayı göstermedikleri ve gösteremedikleri de bu tablo içerisinde ayan beyan gözler önüne seriliyor.
Sistemde Seçimlerin Kurumsal Rolü
Genel oy ile ister yerel yönetimler isterse milletvekilliği olsun, burjuvazi, egemenliğin bu tali kuramlarının görevlilerinin seçiminden her şeyden önce kendi sınıf hegemonyasının yeniden üretilmesi için yararlanıyor. Biçimsel demokrasi, işçi sınıfı ve emekçilerde yönetime katıldıkları yanılsaması yaratarak onları baştan çıkartıyor. Yığınlar oy vererek sorumluluğa ortak oluyor, burjuva partiler kendilerine oy veren emekçilerin yalnızca oylarını değil, rızasını da alıyor. Böylece seçimler, egemen sınıfların emekçileri yedeklemesinin bir aracı olarak da rol oynuyor. Burjuvazi, yıpranan kadrolarını değiştirerek kuramlarının itibarını korumaya, ayakta tutmaya çalışıyor.
Egemen sınıfın iç ilişkileri bakımından ise seçimler, bir dönemliğine hangi kesimin ve kimin emekçilerin çıkarlarını ayaklar altına alacağına, bir dönemliğine hangi kesimin ve kimin belediye/kent rantı ve belediye arpalıklarının dağıtımını düzenleyeceğinin kararlaştırılması anlamına geliyor. Zaten burjuva demokrasisi denen şeyin bütün özü de burada saklıdır. Diğer bir anlatımla bizzat kendileri de genel oy ile ortak edilerek, emekçileri, egemen sınıflar adına kimin ayaklar altına alacağının kararlaştırılması! Genel oy oyununun oynanabilmesi için yığınların desteği gerekir. Boyun eğdirilmiş, atomize edilerek örgütsüzleştirilmiş, başarılabildiği ölçüde depolitize edilerek kendi çıkarlarını anlayamayacak ve savunamayacak denli alıklaştırılmış bir halk desteği olmaksızın burjuva egemenlik, bir gün bile ayakta kalamaz. Örgütsüz ve devrimci bir önderlikten yoksun ise zayıftır, güçsüzdür emekçiler, ezilenler!
Burjuva, Küçük Burjuva Partiler İş Başında
Yerel ya da genel olsun, seçimlerde emekçilerin, politikaya ilgi ve duyarlılığının artığını iyi bilen burjuva partiler, AKP’sinden CHP’sine, GP’sinden BBP’sine, DYP’sinden ANAP’ına İP’inden MHP’sine, emekçi milyonları avlamak için aylar öncesinden tam gaz harekete geçtiler. Emekçileri düzene sıkıca bağlamak, sınıf bilincini bu düzeyde dondurmak istiyorlar.
Keza burjuva reformizminin partileri de onlardan geri kalmıyorlar. Özellikle burjuvazinin SHP/Karayalçın sosyal demokrat kliği, aylardır ve hatta birkaç yıldır ip cambazı kıvraklığı ile yürüttüğü ittifak çalışmalardan cürmünü aşan sonuçlar elde ediyor. Burjuva ve küçük burjuva reformizminin partileri, kurulu düzenden ve burjuva partilerden kopacak emekçileri tutmak için “Demokratik Güçbirliği” (DG) barajını hazırlamış bulunuyorlar. DEHAP, ÖDP, EMEP yasalcı küçük burjuva reformist sol ve SDP aylardır yerel seçimler için mesai tüketiyorlar. Tabii ki, her birinin çabalarının içerik ve tarzı kendi meşreplerine uygun düşüyor.
Küçük burjuva reformist solun yerel seçimlere böylesine kilitlenmesi tabii ki, parlamentarist eğilimin de bir yansıması. Parlamentarizm temel olunca seçimler, her şey haline geliyor. Doğası gereği reformizm burada da duramıyor. Merkezi iktidarın parlamentoda olduğu ve belediyelerin yerel iktidar organları olduğu yanılsamasına kadar varıyor. İşte bu politik zihniyeti apaçık yansıtan muhataplarına ait iki örnek:
“28 Mart seçimlerinde halk AKP’ye karşı Demokratik Güçbirliği’ni iktidar seçeneği yapacaktır.
“Tüm halkımızı, emek, demokrasi ve barış güçlerini Türkiye’nin her yerinde ve hayatın her alanında demokratik güç birliklerini geliştirmeye, güçlendirmeye ve bugün için yerellerde, yarın ise genelde iktidar olmak için çalışmaya çağırıyoruz. Demokratik Güçbirliği, yeni bir Türkiye için halkın gerçek iktidarını kurma doğrultusunda yeni bir umut olacaktır.” (“Demokratik Güçbirliği”, Deklarasyon’dan) DG, “bugün için yerellerde, yarın ise genelde iktidar olmak için çalışmaya çağırıyor”. Burada ister istemez kılavuzu Karayalçın/SHP olanın durumunu görüyoruz. DG, seçimlerle önce yerel iktidara tutunmak, sonra da eğer ömrü vefa ederse “genelde iktidar” olmak istiyor. “Genelde iktidar” olmak, hatta iktidar olmak ne demek? Seçimler ile ne olunabilir? DB’nin “genelde iktidar” dediği şey herhalde hükümettir! DG’yi oluşturan partiler hükümet ve iktidarın aynı şeyler olmadığını pekala bilirler. Keza iktidarın seçimlerle filan alınamayacağını da. Halkımızı seçimlerde, seçimler vasıtasıyla iktidarın alınması için çalışmaya çağırmak, halkımızı yanıltmak, işçi sınıfı ve emekçilerin devrimci sınıf bilincini bulandırmaktır. Bunlar kuşkusuz ki, parlamenter avanaklığın dik alasıdır. Böylece görüyoruz ki, kör ile yatanın şaşı kalkması misali Karayalçın/SHP kliği ile ‘Güçbirliği’ yapanlar, parlamentarist bir deklarasyona imza koyarak halklarımızın karşısına çıkıyorlar.
Eğer ona inanacak olursak, DG bize, belediyeleri yerel iktidar organları olarak sunuyor. Belediyelerin “yerel iktidar” organları olduğu ve seçimlerle yerel iktidarların alınabileceği su katılmamış sivil toplumcu görüşlerdir. Bu düşüncelerin sahipleri Türkiye gerçeğinden bihaber oldukları kadar, geride kalan dönemin belediye yönetimi deneyimlerinden de bir şey anlamamışlardır. Türkiye’de kentlerin “yönetimi” ikiye bölünmüştür. Ama yerel iktidar söz götürmez biçimde vilayete/valiliğe aittir. Yerel siyasal otorite ona aittir. Kentsel hizmetler ise belediyenin “yönetim” alanına girer. Anayasa’da yerel yönetimlerin alanı şöyle tarif ediliyor:
“Madde 127 - Mahalli idareler; il, belediye veya köy halkının mahalli müşterek ihtiyaçlarını karşılamak üzere kuruluş esasları kanunla belirtilen ve karar organları, gene kanunda gösterilen, seçmenler tarafından seçilerek oluşturulan kamu tüzel kişileridir.” Yerel yönetimleri “yerel iktidar” olarak görmek, göstermek şaşkınlık, aymazlık değilse düpedüz kendini kandırmaktır. Tabii daha kötüsü de emekçilerin yanıltılmasıdır. Eğer bir yerel iktidardan söz edilecekse bu siyasi otoritedir. Yerel siyasal otorite de bilindiği gibi devlete aittir, devletin tekelindedir. Ve devlet bunu (vali- kaymakam gibi) memurları/bürokrasisi aracılığı ile kullanır. Burjuva, küçük burjuva reformizminin el ele vererek yaydığı yerel yönetimlerin yerel iktidarlar olduğu ve yerel iktidarların seçimlerle alınabileceği reformist, parlamentarist düşüncesiyle savaşım, anın özel görevi olarak büyük bir önem taşımaktadır.
Emekçilerin Burjuva İlinç Düzeyi Ve Devrimci Taktik
Genel olsun yerel olsun seçimlerde, işçi sınıfı ve emekçilerin, ezilenlerin politikaya ilgisi yükseliyor, politik duyarlılığı artıyor. Seçim dönemlerinin bu gerçeği bir tesadüf sayılmamalıdır. Burada büyük halk kitlelerinin burjuva düzen içerisinde kendiliğinden elde edebildiği bir bilinç biçimi, bir bilinç düzeyiyle karşı karşıyayız. Emekçilerin burjuva sınıf bilincinin bir türevidir bu. Milyonlarca ve on milyonlarca işçi ve emekçi, ezilen, belediye başkanlığı, belediye meclisi üyeliği (ya da milletvekilliği vb.) burjuva egemenliğin genel oy ile belirlenen bu tali kuramlarının kararlarının kendileri ile kendi çıkarları ile ilgili olduğunu ve keza bu kurumlara getirilecek görevlilerin belirlenmesinde oylarının bir değerinin olduğunu düşünüyorlar. Burjuva sınıf bilinci düzeyinde, yani kurulu düzen koşulları altında burjuva egemenliğin bu tali kurumlan içerisinde, seçtiği temsilcilerin kendi çıkarlarını korumasını, savunmasını istiyor. Tabii bu kurumlar üzerine sınıf mücadelesi, daha sonra da farklı biçimlerde sürüyor. Emekçiler, sınıf mücadelesinin bu düzeyini kendiliğinden kavrıyor.
Kitle bilincinin bu düzeyi dikkate alınmaksızın denilebilir ki, devrimci politika adına hiçbir şey yapılamaz. Çünkü esasen zaten devrimci taktiğin konusu da, milyonlarca emekçinin bu burjuva bilinç düzeyinin devrimci dönüşümüdür.
İşçi sınıfı ve emekçilerden, ezilenlerden yana olma iddiası taşıyan devrimci parti ve örgütlerin, emekçilerin politikaya ilgilerinin yükseldiği bu anın gerektirdiği ilgiyi göstermemeleri dikkat çekici olduğu kadar düşündürücüdür de. Seçimler politik savaşımın bir anı olduğuna göre bu her şeyden önce sınıf savaşımında bir geride kalma durumudur. Politik bir zaaftır.
Bu zaafın esasen yaşamsal olduğu muhakkak vurgulanmalıdır. Yaşamsaldır çünkü, burada söz konusu olan devrimci parti ve örgütlerin varlık hakkıdır. Han edilmiş devrimci önderlik iddiaları ile esasen bunun inkarından başka bir şey olmayan kendine dönüklük ya da emekçilere, büyük halk kitlelerine kapalılık, yabancılık pek çoğu için, artık bir kronik hastalık hali almıştır.
Devrimci parti ve örgütlerin seçimlerde sürecek politik savaşıma gerekli ilgi ve duyarlılığı gösterememeleri her şeyden önce kitlelere yabancılaşmanın bir yansıması kabul edilmelidir. Çünkü kitlelerle bağları olan hiçbir parti ya da örgüt kitlelerin ilgi duyduğu hiçbir sorunda kolay kolay seyirci durumuna düşemez. Kitlelerden kopukluktan rahatsızlık duyulması, bu durumu aşmak için kitlelerin politik duyarlılığının yükseldiği böyle ‘an’ları değerlendirmek için olanaklı en fazla çabanın harcanmasını getirmesi gerekmez mi? Bunu da göremiyoruz. Demek ki, daha kötüsü kitlelerden kopukluk durumundan çok da rahatsizlik duyulmamasıdır ki, bu da durumun şu veya bu ölçüde alışkanlığa dönüştüğünü gösterir.
Tabii ki, nesnel güç sınırlılığı da bu duyarlılık zafiyetinde rol oynuyor. Fakat güç sınırlılığını aşmanın kitlelere gitmekten, politik duyarlılığı yükseltmekten başka yolu var mı?
Parlamenter hayallerle ideolojik savaşımın, devrimci harekette seçimler dahil parlamentodan devrimci amaçlarla yararlanma taktiğini küçümseyici sonuçlara yol açması da bir diğer etken olarak belirtilebilir.
Devrimci hareketin kitlelerle ilişkilenişi sorunu üzerinde önemle duruyoruz.
Mücadele için nesnel durumun uygunluğu ve asıl sorunun kitlelerin devrimci önderlikten yoksunluğu olduğu hemen her devrimci parti ya da örgütün tespit ve görüşüdür. Şu iki veriyi en yalın biçimde sunmak gerekiyor.
Kitleler devrimci önderlikten yoksun ve devrimci önderlik arayışı içindeler, bu bir. Ve iki, devrimci parti ve örgütler kitlelerden kopuklar. Artık bu tablo da kitlelerden kopuk olanların devrimci önderlik iddialarının lafta kalacağını ve bir sözde kalan devrimci önderlik iddiasının devrimci lafazanlıktan öte bir şey üretmeyeceğini söylemek bile fazladır. Bu iki temel etkenden devrimci gelişmenin ilerletilebilmesi için nasıl bir taktik sonuç çıkarılabilir? Devrimci bir taktik hareket planı bugün hangi amaca bağlanmalıdır? Diğer bir ifadeyle 2004 yerel seçimlerinde yürütülecek politik savaşımda taktik amaç nedir ya da ne olabilir?
2004 yerel seçimlerinde amaç, kitlelere bağlanmak ya da kitlelerden kopukluğa son vermektir. Amaç açıklığı devrimci taktiğin birinci sorunudur. Zaten taktik hareket planı da işte bu amacı gerçekleştirmeye kilitlenmelidir; ama kuşkusuz dönemin veya anın içerisinde barındırdığı devrimci olanakları realize etmek de devrimci taktiğin görevidir. Bu bakımdan olası birçok hareket planı tasarlanabilir tabii. Ama bu olası hareket planlarının bazı ortak temel özellikleri/değişmezleri olacaktır. Emekçilere açık devrimci bir programla gitmek gibi; keza, seçimlerde sınıf mücadelesinin adaylar etrafında örgütlenmesi ve olanaklı en geniş alanda yürütülmesi gibi.
Yerel seçimlerde politik savaşımı olanaklı en geniş alanda bağımsız devrimci sosyalist adaylarla yürütme Marksist Leninist komünistlerin tercihi olduğu kadar, devrimci ve ilerici güçlerin durumu ve tutumu tarafından da koşullandırılmıştır. Tarih, kitlesini arayan öncü partiyi önder parti olma yolunda birbirini tamamlayan hamlelerle ileri fırlama hattından sapmadan yürümeye çağırıyor. “Kitlelere hücum” parolası yol gösterici önemini bütünüyle koruyor.