R.T. Erdoğan'ın Washington 'ziyaret'inde ABD-Türkiye ilişkilerinin bundan sonraki seyri üzerinde etkide bulunacak bir dizi temel sorunun masaya yatırıldığı ve ele alındığı anlaşılıyor. Irak ve Kürt sorunu, Kıbrıs'ın yeni statüsü, Türkiye'deki Amerikan üslerinin yeni konumu bu faktörlerin ilk sıralarında yer alıyor.
Kıbrıs meselesiyle ilgili peşpeşe yaşanan sıcak gelişmeler, Washington görüşmelerinin perde arkasındaki havayı yansıtması bakımından ilk elden taze ipuçları sunuyor. Erdoğan'ın ABD'den Kıbrıs'ta açıkça arabuluculuk yapmasını talep etmesi -bunu kendi çapında bir siyasi rüşvet olarak kabul etmek gerekir- dikkat çekici bir durumdu. Bu, ABD emperyalizminin Kıbrıs meselesinde doğrudan bir inisiyatif kullanmasını istemek demektir ki, açıkça AB emperyalistlerinin adadaki stratejik planlarına çomak sokmak anlamına geliyor. Nitekim birkaç gün içinde ABD'nin Kıbrıs'ta üs talep ettiği ve garantörlük yetkisi istediği haberleri ortalığı kaplayıverdi.
Anlaşılan o ki AKP hükümeti, AB'yle yürüttüğü üyelik pazarlıklarında elini güçlendirmek için Kıbrıs'ta arkasına ABD'yi almaya çalışmaktadır. Buna bağlı olarak aynı zamanda, 'iç'te ki statükocu direnişi -ordu, faşist sivil bürokrasi ve Kemalist çevreler vb.- kırmak için de ABD'nin siyasi kuvvetinden daha doğrudan destek sağlamak istemektedir. Ancak bunların da ötesinde, Erdoğan'ın sergilediği Kıbrıs bonkörlüğünün gerisinde uzun vadeli ve çok yönlü çıkar hesaplarının yattığı bellidir. Her şeyden önce Erdoğan, savaş tezkeresinin reddedilmesiyle birlikte ABD-Türkiye ilişkilerinde baş gösteren 'güven krizi'ndeki AKP hükümetinin parmak izlerinin silinmesini istemektedir. Bir adım daha ileri gidip, Türk-Amerikan ilişkilerinde birinci dereceden güvenilir muhatap olarak artık generallerin değil, sivil hükümetin, yani şimdi AKP hükümetinin kabul edilmesini talep etmektedir. Erdoğan'ın, Bush'un görüşmelerde dile getirdiği 'Büyük Ortadoğu Projesi'nin üzerine balıklama atlayıp, Orta Asya ve Kafkasya'da da üzerimize düşeni yaparız diye kraldan çok kralcılığa soyunmasını bunun önünü açmak isteyen 'cesur' girişimler olarak değerlendirebiliriz. Bu hamleler, Erdoğan'ın Amerikan emperyalizminin geliştirmek istediği bölge stratejisinde Türkiye'ye biçtiği yeni rolün 'lider'liğine oynamak isteğiyle doğrudan ilişkilidir. Hatırlanacağı üzere tezkere fiyaskosu sonrasına Washington faturanın çoğunu orduya kesmiş, generallere açık açık 'liderlik' yeteneği gösteremediniz diye köpürmüştü.
Güney Kürdistan'ın siyasi yapılanması ve HPG güçlerinin silahsızlandırılması sorununun ise Washington görüşmelerinin en sıcak gündemi olduğuna şüphe yok. Tayyip Erdoğan'ın Kıbrıs bonkörlüğünün tam karşısına sömürgeci Kürt inkarcılığı katılığını yerleştirdiği, yapılan açıklamalardan açıkça anlaşılmaktadır. ABD'nin KONGRA-GEL'i 'terörist örgütler' listesine almasıyla yetinmeyeceklerini dile getiren sömürgeciliğin temsilcisi Erdoğan, Güneyde mevzilenen gerillaların askeri operasyonla imha edilmesi dayatmasını ABD'nin önüne koyarak kesin sonuca gitmek istediği görülmektedir. Washington'dan bu yönlü resmi bir 'olur' elde edememiş de olsalar, Türk sömürgeciliğinin temsilcileri, işi olmuş bitmiş gibi göstererek 'büyük iş bitirdikleri' propagandası yürütmektedirler. Güney'deki Kürt Federasyonu tartışmaları ise esasen Türk sömürgeciliğinin, artık çoktan silinmiş olan 'kırmızı çizgiler'inin ötesinde kalmış bir sorun olması nedeniyle, görüşmelerin rica minnet safhasında kendine bir yer bulmuş olmalı.
Ancak, Erbil'de patlayan bombalar, Kürt federasyonu sorununun Irak'ın işgal altındaki siyasi yeniden yapılandırılmasında en zorlu halkalardan biri olmaya devam ettiğini göstermektedir. YNK ve KDP'yi hedef alan ve yüzü aşkın Kürdün ölümüne yüzlercesinin de yaralanmasına yol açan bu saldırının bir yüzü işgal işbirlikçisi Barzani ve Talabani önderliğine dönükse, bir yüzü de Kürt halkının kendi kaderini tayin etme ve devlet kurma hakkına dönüktür. Amerika'da kapalı kapılar altında yapılan görüşmelerde gerek Kürt sorununun genel demokratik çözümü karşısında gerekse de Güneydeki somut federasyon talebi karşısında en şovenist ve inkarcı sömürgeci görüşlerini yinelediğinden şüphe duymadığımız Türk egemen sınıflarının Erbil'deki bombaların ardından 'üzüntü' duyma havasına girmeleri ve yarım ağız istikrar çağrıları yapmaya yeltenmeleri ise tam bir ikiyüzlülük örneği oluşturuyor.
Sonuç itibariyle, Erdoğan'ı kapısına çağıran, gündemleri belirleyen, inisiyatifi başından sonuna elinde tutan, kararlara ruhunu veren, talimatlarını tek tek sıralayan her zamanki gibi yine Washington'daki emperyalist efendiler olmuştur. Bu bir 'uşak makamı' klasiğidir. Dönüşte Ankara'da düzenlenen davul zurna eğlencesi ise, AKP'nin züğürt tesellisidir.