Özelleştirme Terörüne Karşı Mücadelenin Güncel Sorunları

Dünyada neoliberalizmin saldırı fırtınası henüz dinmedi. Uluslararası tekelci burjuvazi işçi sınıfına, emekçilere ve ezilen insanlığa karşı saldırı politikasını program düzeyine çıkardı. Sosyalizmin geçici yenilgisi 20. yy. devrimlerinin kazanımlarının ortadan kaldırılması burjuvazi bakımından uygun koşulları oluşturdu. Uluslararası burjuvazi 20. yy. devrimlerinin intikamını almak için bütün güçlerini örgütledi ve seferber etti. Dünya devriminin gerileyişi, devrimci işçi kitle hareketinin geriye çekilişi, devrim partilerinde dağılma, parçalanma ve reformizm, emperyalizmin işini kolaylaştırdı. 1990’lı yıllarda emperyalist “Yeni Dünya Düzeni” ilan edildi. Başını ABD emperyalizminin çektiği haydutlar çetesi, dünyada “yeniden yapılandırmayı” pazar alanlarının yeniden paylaşımını gündeme getirdi. Artık “işçi sınıfı yok”, “devrim ve sosyalizmce yoktu! Sınıflar çatışması, emek-sermaye çelişkisi ortadan kaldırmış yerine “birleşme” “çıkarların ortaklaşması”, “emek ve sermayenin bütünleşmesi” gibi ideolojik argümanlar geçirilmişti.

Özelleştirme, neoliberal programın temel saldırı aracı, mızrağın sivri ucu olarak öne çıktı. Özelleştirmeyle devlet işletmeleri özel tekellere satılıyor. İşçi sınıfının yüzyılı aşkın sürede elde ettiği haklar ve kazanımlar ortadan kaldırılıyor.

1917’de Sovyet devrimi ve ardından bir dizi ülkede gelişen işçi-emekçi ayaklanmaları, II. emperyalist paylaşım savaşını izleyen yıllarda bir dizi ülkede halk demokrasilerinin kuruluşu, ulusal ve toplumsal kurtuluş hareketlerinin gelişmesi, sosyalizm albenisinin ezilen halkların gözünde kamaştırıcı etki yaratması emperyalist burjuvaziyi, sosyalizme karşı tedbirler almaya itti. Bu tedbirlerin bütünü kapitalizmin yıkılışını engelleme, ömrünü uzatmaya yönelikti. “Sosyal devlet” olgusu bu bütünlüklü tedbirler paketi ve programıdır. İşçi sınıfının yürüttüğü mücadeleler sonucu parasız sağlık, eğitim, sosyal hizmetler, kamu hizmetlerinin parasız olması, ücretlerde nispi yükseliş, çalışma saatlerinin düşürülmesi gibi tedbirler devreye sokuldu. Bütün bunlar Sosyalist Sovyetler Birliği’nden aktarılan, kopya edilen uygulamalardı. Bu kazanımlar burjuvazinin işçi sınıfına bir lütfu değildi. Her ülkede sınıf mücadelesinin düzeyine, örgütlenme, deneyim ve tecrübesine bağlı olarak özgünlükler az ya da çok farklılıklar taşıdı.

1970’li yıllarda ekonomik krizin baş göstermesi uluslararası burjuvaziyi işçi sınıfı ve emekçilere karşı “yeni tedbirler” almaya itti. Özelleştirme politikası, esnek çalışma sisteminin geliştirilmesi, taşeronlaştırma, sosyal kazanımların gasp edilmesi, üretim süreçlerinin parçalanarak sömürünün kolaylaştırılması, örgütsüzleştirme programı bu süreçte geliştirilmeye çalışıldı.

Devlet işletmelerinin, kamuya ait taşınır- taşınmazların tekellere peşkeş çekilmesi yani özelleştirmeler yoluyla sermayenin dolaşımının önündeki engellerin kaldırılması hedeflendi. “Sosyal devlet” olgusuna karşı savaş açıldı. Ezilenlerin ve sömürülenlerin lehine olan her şey, en küçük hak kırıntısı bile saldırı menziline alındı. Tüm bunlar, sermayenin özgürce dolaşımının, rekabetin önünde duran hantallıklar olarak sunuldu. Emperyalist-kapitalist sistemin bütününde, 1990’lı yıllarda da modern revizyonist sistemin ve iktidarların çöküşünden sonra ki sosyalist ülkelerde de uygulamaya sokuldu.

1990’lı yıllarda ABD, emperyalist “Yeni Dünya Düzeni”ni ilan etti. Özelleştirme politikası ile devlet işletmelerini özel tekellere devrederek yeniden yapılandırmayı, esnek üretim ve esnek çalışma, taşeronlaştırma, işten atma terörü ücretlerin düşürülmesi yoluyla “rekabet edebilirlik düzeyinin yükseltilmesi”, “uluslararası rekabete” açılması yeni sömürge ülkelerin yerüstü ve yeraltı zenginliklerinin yağmalanması ve himayeci sömürgecilik sisteminin geliştirilmesi hedeflendi.

Uluslararası tekelci burjuvazi aralarında bloklaşmalar ve IMF, DB, WTO (Dünya Ticaret Örgütü) gibi örgütler aracılığı ile bu programı dayattı. Yeni sömürge ülkelere krediler, borçlar, teknoloji bu programa uyup uymamaya bağlı olarak verildi.

Yeni sömürge ülkelerde özelleştirme politikasını işbirlikçi tekelci burjuvazi aracılığı ile yerine getirdi. Bu programa uymayanlara ekonomik ve siyasi yaptırımlar, darbeler ve hükümet değişimlerine zorlama yöntemleri devreye sokuldu.

Özelleştirmeye Karşı Ortaya Çıkan Mücadele Biçimleri

Özelleştirme politikası uygulandığı her yerde emekçi sınıflar üzerinde yıkıcı sonuçlar doğurdu. Özelleştirmeye başta işçi kıyımı, esnek çalışma, sendikasızlaştırma, hak gaspları ve düşük ücretler ve zamlar eşlik etti. 1973 Şili’de faşist darbe ile kamu işletmeleri özelleştirildi. Bu politika faşist darbe eşliğinde devreye sokuldu. Katliamlar, işkenceler, tutuklamalar, özelleştirme politikasına eşlik etti. Uluslararası ölçekte İngiltere, ABD, Venezüella, Brezilya, Arjantin, Endonezya, Nijerya, Peru, El Salvador, Paraguay, Fransa, İsviçre, Yunanistan ve birçok ülkede işçi sınıfı ve emekçiler direnç gösterdi. Uygulamaya sokulan birçok ülkede sokak gösterileri, yürüyüşler genel grev ve genel direnişler, fabrika işgalleri, yol kesme eylemleri, çatışmalar biçimini aldı. Bu mücadele biçimlerinin zamanı, sertlik derecesi ülkeden ülkeye değiştiği gibi ülkeler içinde de farklılıklar gösterdi. Eylemlerin lokal biçimlerden genelleşmeye uzanması; o ülkenin işçi sınıfının sınıf bilincine, örgütlenme düzeyine göre değişmektedir.

Burjuvazi, her ülkede özelleştirmeyi sürece yayarak, öncelikler sıralaması yaparak gerçekleştirdi. Öncelikli olanlar en fazla kar getiren kuruluşlardı. Bu yolla saldırı mücadeleye atılacak güçleri yalıtma, mücadelenin parçalı ve eşitsiz gelişmesini getirdi.

İşçi sınıfı ve ezilen halklar özelleştirmenin tüm toplumu, toplumsal dokuyu tahrip eden sonuçlarını yaşadıkça daha örgütlü, kitlesel ve birleşik karşı koyuşlara yöneldi.

Şili’de, El Salvador’da, Arjantin’de, Ekvator’da, Hindistan’da, G. Kore’de tek bir işyerinde, işkolunda yürütülen özelleştirme saldırısına karşı birleşik, örgütlü karşı çıkışları gerçekleştirdiler. Başat mücadele biçimi iş bırakmalar, fabrika ve işyerlerini savunma, işgal, genel grev ve genel direniş oldu. Şili, G. Kore, Nijerya’da, daha belirgin olarak dayanışma grevlerine başvuruldu. Özelleştirmenin durdurulması, uluslararası işçi hareketinde başat taleplerden biridir.

Özelleştirmenin yıkıcı sonuçları sadece işçileri değil, emekçi memurları, üretici köylülüğü, öğrencileri, işsizleri, esnafları, mühendis, doktor ve şoförleri toplumun ezilen kesimlerini hedefledi. Bu durum işçi sınıfını ezilen ve sömürülen kesimleri kucaklamaya, ortak hareket etmeye zorladı. Özelleştirmeye karşı mücadelenin kapsamı genişlemeye ve yaygınlık kazanmaya başladı. El Salvador, fiili, Uruguay, Pakistan, Yunanistan, Fransa ve birçok ülkede özelleştirme politikasının genel grev ve genel direnişle püskürtüleceğine tanık olundu. Özelleştirmeye karşı mücadelenin başarısı hareketin örgütlülük, bilinç ve eylem yeteneğine iç kararlılığa bağlı olarak elde edilebilmiştir. İngiltere’de özelleştirmeye karşı Liverpool liman işçileri uluslararası dayanışmayı örnekleştirdi. 500 liman işçisinin eylemi başkaca ülkelerdeki liman işçileri tarafından etkin olarak desteklendi. Eylemin uzun süre devam etmesinde dayanışmanın etkisi oldu. Uluslararası işçi hareketi içerisinde özelleştirmeye karşı mücadele “küresel” bir boyut kazanamadı. Bunda sendikalarda etkili olan sınıf işbirliği politikası, reformizm ve emperyalist tekellerle birlikte çalışan sendika patronlarının önemli bir payı oldu. Saldırının uluslararası boyutu ile mücadelenin ulusal sınırlılığı arasında yaşanan çelişkiye dikkat çekmek gerekiyor. Saldırı her ülkede farklı zamanlarda ve farklı düzeylerde gündemleştirildi. Her ülkede mücadelenin lokal düzeyde kalmasının nedenlerinden biri bu oldu. Sınıf dayanışması bilincinin zayıflığı bir diğer nedeni oluşturuyordu. Fakat Avrupa ülkeleri başta olmak üzere hain sendika yöneticilerinin işçi sınıfına ihaneti temel bir neden olarak sayılmalıdır. Özelleştirmeye karşı mücadelenin başarı kazandığı ülkelerde, özelleştirme saldırısına uğrayan işçiler güçlü iç örgütlülüklerine ve sınıf dayanışmasının gelişkinliğine dayanarak sendika önderlerinin uzlaşıcı tutumlarını aşıyorlar. Birleşik mücadele adımları ve güçlü mücadele tutarlı bir görüş açısıyla yürütülüyor, politik bir talep olarak ileri sürülüyor.

İngiltere’de 1984-1985 yıllarında yaşanan madenci grevlerinin başarısızlığa uğraması buna somut bir örnektir. İşçiler arasında birlik ve dayanışma yoksunluğu, diğer sektörlerde çalışan işçilerle yeterli bağlar kurulamaması, grevlerin desteksiz kalması, grevin tecrit edilerek yalıtılması mücadelenin yenilgiyle sonuçlanmasını getirmiştir. Sendikal bürokrasinin hükümete destek vermesi, hükümetin bazı sendikalara tavizler vererek sınıf dayanışmasını engellemesi grevlerin kolayca ezilmesini sağlayan en önemli neden olmuştur.

Özelleştirmeye karşı başarılı hareketlerden biri, 2003 yılında Uruguaylı sağlık emekçilerinin yürüttüğü grev mücadelesidir. 9 ay süren grev, başka iş kollarındaki işçilerin dayanışması, sokak gösterileri, kararlılık ve birleşik mücadele ile kazanılıyor. Özelleştirme terörüne karşı başarı kazanılan ülkelerin başında El Salvadorlu emekçiler geliyor. Özelleştirmeyi genel grev genel direnişle durdurdular. 2002 yılında doktorlar, hemşireler ve yardımcı sağlık görevlileri El Salvador hükümetinin sağlık hizmetlerinin özelleştirilmesine karşı greve çıktı. Greve destek amaçlı katılanların beyazlar giydiği “beyaz yürüyüş”lere 200 bin kişi katıldı. “Beyaz yürüyüş”e sağlık emekçileri dışında hastalar, emekliler, otobüs şoförleri, kamu işçileri, ev kadınları, işportacılar, şeker ve kahve üreticileri, yoksul köylüler, öğrenciler, öğretmenler, kilise temsilcileri ve mahalle örgütleri katıldı.

Öğrenciler ulusal üniversite binalarını işgal etti. Diğer iş kollarında çalışan doktorlar, belirli günlerde iş bıraktı. Grevi destekleyen diğer sendikalar ana yollara, köprülere ve hudut geçitlerine barikatlar kurarak birer gün kapattılar. Elektrik işletmeleri işçileri, elektrik işletmelerinin özelleştirilmesine karşı greve çıkınca hareket genişledi ve güç kazandı. Bunun üzerine hükümet, özelleştirmeyi yasakladı. Özel şirketlerle imzaladığı bazı anlaşmaları iptal etti. İşçiler geçici olarak zafer kazandı. Fakat hükümet, daha sonra bu kararından vazgeçerek tekrar özelleştirme politikasını sürdürdü.

G. Kore’de özelleştirmeye, işçi kıyımına karşı ve çalışma saatlerinin düşürülmesi için on binlerce işçi yürüdü ve greve çıktılar. Greve enerji, gaz ve demiryolu işçileri katıldı. Grev hareketi dayanışma grevleri ile birlikte ülke çapında genel grev genel direnişe dönüştü. 22 şehirde yürüyüşler düzenlendi. Dayanışma için üniversitede 8 bin işçi oturma eylemi yaptı. 130 bin işçi dayanışma grevine katıldı. Hükümet işçi önderlerine ve sendika yöneticilerine yönelik yoğun tutuklama kampanyası geliştirdi. Fakat bu terör sinyalleri, işçilerin grevini ve sınıf dayanışmasını kırmaya yetmedi. Hükümet geri adım attı. Ama bir süre sonra anlaşmaya uymayarak özelleştirmeyi sürdüreceğini açıkladı.

Bu örnekler şunu gösterdi: Uluslararası sermaye özelleştirmeyi temel bir saldırı politikası olarak sürece yayarak, mücadele düzeyine göre esneklik gösteriyor, geri adım atıyor fakat özelleştirme programından vazgeçmiyor. Fakat bu, özelleştirmenin kadri mutlak olduğu anlamına gelmiyor. Özelleştirmeye karşı mücadele dinamikleri zayıfladığı veya geriye çekildiği koşullarda burjuvazi ve hükümetleri yeniden gündeme getiriyor. Buradan çıkarılması gereken sonuçlardan biri özelleştirmenin topyekûn bir sermaye saldırısı olduğudur. Dolayısıyla mücadele biçimi olarak genel grev genel direniş en etkili karşı silahtır. Özelleştirme mücadeleyle durdurulabilir. Özelleştirmenin durdurulması bir kazanımdır, fakat kapitalist sömürü koşullarında işçi sınıfına bir saldırı politikası olarak yeniden gündeme getirileceğini görmek gerekiyor. Dolayısıyla özelleştirmeye karşı kazanılan başarılar ve geri adımların özelleştirme politikasına kesin bir son vermeyeceği de açıktır. Özelleştirmenin geri alınması ve durdurulması, düzen içi bir reform talebidir. Her reform talebi gibi bu talep için mücadele de iki sınıf, emekle sermaye arasındaki mücadeledir. Mücadele sınıf çıkarları görüş açısına göre yürütülürse başarı kazanılabilir. Marksist Leninist komünistler reform taleplerini ve reformlar için mücadeleyi küçümsemezler. Reform talepleri için mücadeleyi işçi sınıfının devrimcileşmesi, devrimci bir işçi hareketinin yaratılması, bilinç, örgütlülük ve eylem düzeyinin yükseltilmesi, mücadele içinde eğitilmesi görüş açısına göre yürütürler. İşçi sınıfının kapitalist sistemi yıkma, devrimci hazırlığı için bir kaldıraç olarak değerlendirirler. Özelleştirmeye karşı mücadeleyi kapitalizme ve emperyalizme ve neoliberal politikalara karşı mücadeleye yöneltirler.

Türkiye’de Özelleştirmeye Karşı Mücadele Biçimleri

Özelleştirme uygulamaları Türkiye’de yeni değil. Özellikle 1980’den sonra geliştirilen özelleştirme politikası 1990’larda yaygınlık kazandı. Her mitingde, işçi eyleminde gündeme alman taleplerden biri olmuştur. Özelleştirmeye karşı yürüyüşler basın açıklamaları, mitingler, yemek boykotları, iş yavaşlatma, iş durdurma, işyerini terk etmeme, işgal, özelleştirmecileri işyerine sokmama, oturma eylemleri gerçekleşmiştir. 1997’den 1999’a kadar, 1997’de 387 bin, 1998’de toplam 194 bin, 1999’da 27 bin işçi ve emekçi memur özelleştirme karşıtı çeşitli eylem biçimlerine katılmıştır. (Bkz. 1997-99 Petrol-İş yıllığı)

Yine aynı yıllarda özelleştirme uygulamaları sonucu işten atılma oranı %68, sendikasızlaştırma oranı %72’dir. Aynı yıllarda 7 bin 935 işçi işten atıldı. (Petrol-İş yıllığı) 1999-2003 arasında bu oranlar ve rakamların daha fazla arttığını eklemek gerekiyor. Özelleştirme, yıkıcı sonuçlara yol açmakta, işsizliği, yoksulluğu arttırmakta ve toplumsal zenginliğin yağmalanmasını hızlandırmaktadır.

İşçi sınıfı, basın açıklaması gibi protestocu biçimlerin sonuç alıcı olmadığını kendi deneyimleriyle görmekte, Malatya, Antep, Adana TEKEL Urfa Suma ve PETKİM gibi işyerlerinde özelleştirmeyi engellemeye yönelik daha kararlı harekete katılmakta taban inisiyatifini geliştirerek işyerlerini savunma, işyerlerini terk etmeme ve özelleştirmeye gelen tekelci burjuvazinin temsilcilerini fabrikalarına sokmamak gibi eylem biçimlerine başvuruyor.

Özelleştirmeye Karşı Gelişen Örgüt Biçimleri

Emperyalist küreselleşme saldırısına karşı ne kadar örgütlü olunursa o kadar etkili sonuç elde edildiğini görebiliyoruz. İngiltere işçi sınıfının yenilgisinin nedenlerinden biri yeterince örgütlü olmaması ve hareketin örgütsel bakımdan da lokal düzeyde kalmasıydı. Güney Kore, El Salvador işçi sınıfının kazanımlarının arkasında da örgütlü bir duruş yatmaktadır.

Özelleştirmede esas hedeflerden biri işçi sınıfını örgütsüzleştirme, sendikasızlaştırma saldırısıdır. Bu bakımdan da sadece politik değil ideolojik bir içerik de taşımaktadır. Uluslararası sermayenin uluslararası işçi hareketini ideolojisizleştirme, yani burjuva ideolojisinin etki alanında tutma saldırısıdır.

Öyleyse özelleştirmeye karşı örgüt bilinci, örgütlü duruş, örgütlü mücadele ve sınıf dayanışması da ideolojik bir içerik taşımaktadır. Özelleştirme, işçi sınıfının tarihsel kazanımlarına yönelik, bir saldırı olduğu kadar kölelik koşullarına boyun eğdirmenin, bölmenin, parçalamanın, bireyselleştirmenin de bir aracıdır. Burjuvazinin sınıf bilinci özel mülkiyetin kutsanması, bireycilik, proletaryanın sınıf bilinci ise mülkiyetin toplumsallaşması ve toplumsal mülkiyeti içerir. Kamu mülkiyetinin tasfiyesi bunun bir parçasıdır. Burjuvazi açık sınıf bilinciyle işçi sınıfına saldırıyor. Burjuvazin özelleştirmede kararlı oluşunun altında yatan en önemli nedenlerden birisidir.

Özelleştirmeye karşı uluslararası işçi hareketinde en etkili örgüt biçimi işçi inisiyatifini yansıtan işyeri direniş komiteleridir. Bir fabrikada, bir işkolunda veya birkaç işkolunda ortak direniş komiteleri, genel grev genel direniş komiteleri, özelleştirmeye karşı koordinasyonlar, platformlar, dayanışma komiteleri sayılabilecek örgüt biçimleridir. Türkiye’de özelleştirmeye karşı mücadele komiteleri, işçi ailelerinin oluşturduğu komiteler, dayanışma komiteleri bu biçimlerden bazılarıdır. Türkiye’de ayrıca burjuva grupların, partilerin, bazı sermaye çevrelerinin hareketi denetim altına almak için işçilerin örgütlerine nüfuz etme çabalarına dikkat çekmek gerekiyor. Karabük Demir Çelik Fabrikasının özelleştirmesinde olduğu gibi Şehir Meclisi bu biçimlerden biridir. İşçilerin mücadelesi karşısında sendikanın geri tutum ve eğilimleri, özelleştirmeyi daha baştan kabullenmesi nedeniyle de Ticaret Odası, Sanayi Odası, Esnaf Odaları bu meclis içerisinde yer aldı. İşçiler mücadele etti, burjuvazi bu hareketi kendi amaçlarına başka bir yoldan, başkaca biçimler altında ulaşmak için basamak olarak kullandı.

Aynı şey Dalaman Kağıt Fabrikası’nın özelleştirmesine karşı mücadelede başka bir örgüt biçimiyle işçilerin karşısına çıkarıldı. Burada da iş güvencesi için işçilerin, sendikanın fabrikayı satın alması durumunda işten atılmayacakları, iş garantisi olacağı propagandası geliştirildi. Özelleştirmeye karşı hem birlik olan, komite etrafında birleşen işçiler bölündü, hem de işçilerin iç kararlılığı zayıflatılarak özelleştirme saldırısına ortak edildi. Şehir küçük burjuvazisi, esnaf odaları, sendika ve sermaye grupları bir araya gelerek “Ortak Girişim Grubu” oluşturdu. İşçiler inisiyatifi kaybetti, örgütlü işçi ailelerin çabaları etkili sonuç vermedi, hain sendika bürokratları Dalaman Kağıt Fabrikasının özelleştirmesini ve MOPAK’a satılmasını kolaylaştırdı.

Özelleştirmelere Karşı Neden İşyerlerimizi Savunmalıyız?

İlk bakışta bazılarına şaşırtıcı geliyor. İşyeri ile burjuva mülkiyet ve mülkiyetin biçimi savunuluyormuş gibi algılanıyor. İşçi sınıfının sınıf çıkarları, ister özel isterse kamu olsun, burjuva mülkiyetin her biçimine karşıdır. Ve işçi sınıfının çıkarı, burjuva mülkiyetin ortadan kaldırılarak mülkiyetin toplumsallaşması için mücadeleyi gerektiriyor. Zaten “mülkiyetin özel niteliği ile üretimin toplumsal niteliği arasındaki çelişki”ye son vermek değil midir toplumsal devrim?

Özelleştirmeye karşı genel olarak devrim, genel olarak sosyalizm ajitasyonu ile mücadelenin bir milim ilerletilmesi söz konusu olmayacağı gibi, işçi sınıfını politik mücadeleye çekmek örgütlemek, deneyim, tecrübe ve mücadele eğitimi almasını sağlamak da hayaldir. Bunun adına kitle hareketinin önünün açılması, ilerlemesi için bir şey yapmamak, yani politikasızlık denir.

“Özelleştirme terörüne karşı işyerlerimizi savunalım”, politik bir şiardır. Çünkü işçi sınıfını politika yapmaya, devlet ve ekonomik politikasını kendi çıkarlarına göre etkilemeye, politik taleplerle dövüşmeye hizmet ediyor.

İşyerini savunma politikası, “KİT’lerin halkın malı” olduğu şeklindeki ekonomist, sendikalist, reformcu, kendiliğinden işçi bilincini ifade eden bu şiarla bir ve aynı tutulamaz. “KİT’lerin halkın malı” olduğu şeklindeki slogan burjuva mülkiyetini kutsar. Burjuva milliyetçi bir slogandır. İşçilerin bilincini çarpıttığı için de pespaye sendika ağalarının, küçük burjuva reformist çevrelerin ileri sürdüğü bir şiardır. Oysa KİT’ler mevcut devletin mülkiyetindedir. Ve her devlette devlet mülkiyetinin karakterini belirleyen devletin sınıf karakteridir. KİT’lerin halkın malı olduğu gerçeğin çarpıtılmasıdır. Komünistler, bu şiar, burjuva düzeni, burjuva mülkiyeti savunma bilincini yansıttığı için de karşıdırlar. İşçi sınıfı için mülkiyetin burjuva sınıf karakteri önemlidir. Mülkiyetin devlete mi, özel sektöre mi ait olduğu daha az önemlidir. Her şeyden önce özelleştirmeye karşı mücadele proleter sınıf bilincini zorunlu kılar. İşçiler, sosyalist sınıf bilinci kazanırsa ve bu bilinçle ile dövüşürse muharebeyi kazanabilir. Özelleştirme terörüne karşı işyerlerinin savunulması için mücadele burjuvazinin sınıf bilincine karşı işçi sınıfının dövüştürülmesi, mücadele içinde çelikleşmesi, devrimci eğitiminin bir aracı olarak, bir politika tarzı olarak kavranmalıdır. İşçi sınıfının haklarını korumak, işletmelerin peşkeş çekilmesini engellemek, işten çıkarmaların önüne geçmek için “özelleştirme terörüne karşı işyerlerimizi savunalım” şiarını ileri sürüyoruz.

Bugün sendika ağaları, sendika bürokratları, küçük burjuva akımlar harekette bir sıçramayı teşkil edecek işyerlerinin savunulması mücadelesinden kaçınıyorlar. Sermaye ve devletle daha doğrudan karşı karşıya gelmek istemiyorlar. İşçiler, fabrika işgali veya savunması gibi mücadele yöntemlerine başvurduğu zaman bu yöntemin kırılması ve eylemlere son verilmesi için çaba gösteriyorlar. Çünkü sendika ağaları burjuvazinin sınıf çıkarlarına göre, burjuva sınıf bilincine göre hareket ediyorlar.

Özelleştirme terörüne karşı işyerlerinin savunulması politikası işçi sınıfını sermayeye karşı sınıf mücadelesi zeminine çeker. İşçilerin bu mücadele yöntemini devreye soktuklarında kazandıklarına, özelleştirme kararlarını durdurduklarına defalarca tanık olundu. SEKA işçilerine kazandıran neydi? Fabrikayı işgal edip aileleri ve diğer sınıf kardeşleriyle özelleştirmeye karşı barikat kurmak değil miydi? 35 gün süren bu hareket il düzeyinde, işkolundaki diğer fabrikalarda üretimin durdurulması, işyeri işgali gibi eylemlerin önünü açmadı mı? Sümerbank işçileri işyerini savunarak özelleştirmeyi fiilen uygulanamaz hale getirmedi mi? Beykoz Kundura Fabrikası işçileri Beykoz halkıyla birlikte fabrikalarını savunarak özelleştirme kararını geri aldırmadılar mı? Daha gerilere gitmeye gerek yok. PETKİM’de, TEKEL’de yaşananlara ne diyeceğiz? TEKEL işçilerinin işyerlerini terk etmeme, savunma eylemine ne ad vereceğiz? Yatağan işçileri özelleştirmeyi nasıl durdurmuştu? İşçiler bu eylem biçimine burjuva mülkiyeti savunmak için mi başvuruyorlar? Tam tersine işlerini, kazanılmış haklarını, sendikal örgütlülüklerini korumak için fabrikalara özelleştirmecileri sokmuyorlar, kapılara barikat kuruyorlar, mal giriş ve çıkışını engelliyorlar, üretimi durduruyorlar. İşçileri işyerini işgal eyleminin bir başka biçimi işyerlerinin savunulması değil mi? İşçilerin taşıdığı bilinçten bağımsız olarak eylemlerinin nesnel sonuçları itibariyle IMF’nin ve onun emperyalizmin uşağı hükümetin özelleştirme politikalarını boşa çıkarıyorlar.

Özelleştirme terörüne karşı işyerlerinin savunulması işçi sınıfının sermayeye karşı savaşma yeteneğini, kararlılığını, sınıf mücadelesinin sürekliliğini sağlama bakımından da ileri sürdüğümüz bir politikadır. Bu politika, sınıf hareketinin devrimcileştirilmesine, sermayeye ve devlete karşı sınıf hareketinin ileri sıçramasına, sınıf dayanışması, emekçi dayanışması birleşik topyekün bir mücadelenin ateşleyici gücü olarak mücadelenin en etkili ve sonuç alıcı biçimi olarak görülmelidir.

Genel Grev Genel Direniş İçin İleri

En çok sözü edilen fakat pratikte gerçekleşmesi işine dokunulmayan, elle tutulur adımlar atılmayan bir şiar. Yıllardan beri her kitle eyleminde, her gösteride ve direnişte yaygın olarak atılır ve sahiplenilir. Fakat gerçekleştirilmesi için adım atılmaz. Bazen bir ajitasyon sloganı bazen bir eylem sloganıdır. Her mücadele biçimi gibi, bu şiar da somut bir hazırlık gerektiriyor. Özelleştirmeye ve sermayenin topyekün saldırılarına karşı mücadeleyi geliştirmenin güvencesi bir politikanın, bir şiarı gerçekleştirmek için örgütlenmesidir. Dün de bugün de sorun öznel etkenlere bağlıdır. Önderliğin çözmesi gereken, çözümünü kolaylaştırmak ve hızlandırmak için atması gereken adımlarla ilgilidir.

Bugün bir genel grev genel direniş için öncelikli adım, olanaklı her yerde hazırlık komitelerini kurmak veya kurulmasına önayak olmaktır. Bir fabrikada, bir işkolunda, bir bölgede gelişmenin belli bir iller düzeyinde birleştirerek, ortak bir merkez yaratma perspektifine göre inşa edilmelidirler.

Özelleştirmenin yıkıcı toplumsal sonuçlarını yaşayanlar, şimdi sonuçlarına karşı mücadele etmeye hazırlanıyor ve kendi aralarında örgütleniyorlar. Özelleştirme sonucu işsiz bırakılan, çoğu Petrol-İş üyesi işsiz işçiler yeniden işe girebilmek için aralarında örgütleniyorlar. SEKA Dalaman, SEKA Bolu, Bartın Çimento, Deniz Nakliyat, Tunceli Pertek özelleştirme kurbanlarının bir araya gelerek örgütlenmelerinden sendika ağaları rahatsız oldu. 3000 işçi bir araya geldi. Mücadeleleri sonucu 1700 işsiz işçinin çeşitli kamu kuruluşlarında yeniden yatay geçişle işe girmelerini sağladılar. Bu örnek iki bakımdan ele alınmalıdır. Birincisi, önümüzdeki özelleştirme sonucu atılacak işçiler, daha güçlü örgütlenecektir. İşsiz işçilerin örgütleneceğine dair olumlu bir örnek teşkil ediyor. İkincisi, özelleştirmeye karşı mücadele eden işçiler daha dolaysız bir destek hareketi imkanlarına kavuşabilirler.

Malatya, Antep, Adana, Urfa Suma, İzmir PETKİM işçilerinin bugün işyerlerini savunma eylemleri ve özelleştirmeye karşı direniş komiteleri kurması dikkatle izlenmelidir. Antep TEKEL işçilerinin aralarında toplanarak genel merkez üzerinde baskı oluşturması ve genel grev kararı alması talebinin arkasında durması önemli bir çıkıştır. Bunu önümüzdeki günlerde başkaca işkollarındaki işçilerin girişimi izleyebilir. Bir başka olgu işçilerin sendika ağalarına güvensizliği dışa vurması, tabanda örgütlenmesi ve taban inisiyatifini harekete geçirmesidir. Bu, genel grev genel direnişin önünde engel teşkil eden sendika ağalığı barikatının nasıl aşılabileceğine bir örnektir. TEKEL, PETKİM, kağıt fabrikaları işçileri bugün için mevcut örgütlülük düzeyleriyle özelleştirmeyi erteleyebilirler, bazı haklarını geçici olarak koruyabilirler. Fakat bu sektörlerdeki hareketin kazanabilmesi, özelleştirmeyi püskürtmesi için daha güçlü bir örgütlülüğe ve sınıf dayanışmasına ihtiyaç olduğu açıktır. İşçilerin kararlı ve militan eylemlerinin diğer sınıf kardeşleri ve ezilenlerin ortak mücadelesi ile beslenmesi gerekiyor. Eğer Antep, Malatya, İzmir, Adana’daki sendikalar, partiler, kitle örgütleri, sınıftan yana güçler TEKEL’in, PETKİM’in yanında ve onunla birlikte mevzilenemezlerse, hareketin ileri sıçraması özelleştirmeyi püskürtmesi belli özel koşulların yardımı ile olanaklı olabilir ancak. Bugün özelleştirmeye karşı mücadele merkezlerini güçlendirmek için son derece elverişli nesnel koşullar mevcuttur. Özelleştirme yaşamın her alanına sokuluyor. Eğitimin, sağlığın, kamu hizmetlerin özelleştirilmesi gündemde. Hükümet özelleştirme yasaları çıkardı. Kamu Yönetim Reformu, Personel Rejimi, Yerel Yönetimler Tasarıları, özelleştirme emperyalist küreselleşme politikalarının bir parçası olarak yasallaştırılmak isteniyor. Birçok işletme işçisi kurbanlık koyun gibi boğazını kesmek için sıraya konuldu. Okullar, sağlık her şey paralı hale getirildi. Özelleştirme sonucu işten atılan atılmayı bekleyen işçiler yanında iş güvencesi elinden alınarak sözleşmeli personel yapılmak istenen 1,5 milyon emekçi memur var. Küçük üretici köylülük kent yoksulları yıkıma sürükleniyor. TEKEL’in özelleştirilmesiyle tütün, çay, üzüm üreticileri, şeker fabrikaların özelleştirilmesiyle pancar üreticileri, Sümerbank’ın özelleştirilmesiyle pamuk üreticileri yıkıma sürükleniyor. Bu nesnel durum “işçi köylü ittifakının imkanların arttırıyor. İşçiler özelleştirme saldırısına karşı mücadeleleriyle üretici köylülerin yıkıma karşı tepkileri ortak savaşımın zeminini güçlendirir”. (Öncü İşçinin rehberi, syf. 60)

Bugün bu ortak zemini yakalamak için daha elverişli koşullar mevcut. Urfa’da Suma üreticilerinin, Adıyaman tütün üreticilerinin, Antep’te üzüm üreticilerinin, TEKEL işçilerini destekleyen adımları önümüzdeki sürece dair önemli verilerdir. Şimdi birçok işkolunda, havzada, üretici köylülüğün yaşadığı alanlarda ortak genel grev genel direniş komiteleri, dayanışma komiteleri kurmak için ajitasyonu yükseltmek, hızla örgütlenmek için iradi çabaların atılmasına ihtiyaç var. Öğrenci gençliğin eğitimin özelleştirilmesine ve paralı hale getirilmesine, emekçi memurların özelleştirmeye ve sözleşmeli köleliğe, üreteci köylülerin IMF politikaları ve yıkıma karşı, işsizlerin iş talebi ile işsizliğe karşı mücadelesi giderek güç kazanma eğilimini taşıyor. Birbirinden yalıtık, tecrit, kesimsel ve zamandaş olmayan eylemlerindeki zayıflıklar giderilir; ortak bir zemine, ortak bir hedefe yöneltirlerse genel grev ve genel direnişin gerçekleşmesine daha bir döneme giriyoruz. Burjuvazi o zaman TEKEL ve PETKİM işçilerinin et duvarını geçecek cesareti kendinde bulamaz.

Bundan iki yıl önce Dalaman Kağıt Fabrikası direnişinin kadın komitesinde yer alan bir işçi, “özelleştirme karşıtı eylemlerimizi genele yaymazsak, işçilerin dayanışması, birliği olmazsa, genel grev olmazsa bunu püskürtemeyiz. Belki bir eylemlilikle satışı durdurabiliriz. Lokal kalır. Gelecek garantimiz olmaz” demişti. Aynı sözler bugün içinde geçerli.

Marksist Teori

Yaygın Süreli Yayın
Varyos Gazete Dergi adına Yazı İşleri Müdürü: Tülin Gür
Posta Çeki Hesap No: Varyos Gazete Dergi 17629956
Türkiye İş Bankası IBAN: TR 83 0006 0011 1220 4668 71

Bize Ulaşın

Yönetim Yeri: Aksaray Mah. Müezzin Sok. İlhan Apt. No: 12/1 D:7 Fatih/İSTANBUL
Tel: (0212) 529 15 94  Faks: (0212) 529 06 75
Web Sitesi: www.marksistteori5.org
E-posta: info@marksistteori.org
Twitter: @mt_dergi