Burjuva devrimlerin ardından 20. yüzyıla damgasını vuran Ekim Devrimi, “köleleşen ilk insan” kadın cinsinin kurtuluşunda yeni bir tarihsel aşamadır. Kadın cinsinin kurtuluşunda yarattığı değerler ve aşamadığı engelleriyle büyük bir birikim olan Ekim Devrimi, özel mülkiyete saldırı üzerine kurulduğu için, diğer tüm devrimlerden -72 gün yaşayan Paris Komünü dışında- farklılık taşır.
Yeni bir yaşam, yeni bir ahlak, yeni insani değerleri yaratmanın da başlangıcı olan devrim, özüne, niteliğine uygun olarak, ezilenler üzerindeki tüm baskıcı, zorba yasaları ortadan kaldırdı. Komünist partisinin programında varolan “herkes için değil, ezilen sınıf, ezilen cins için özgürlük” şiarı temelinde proletarya diktatörlüğü altında yeni bir tarih yazılmaya başlandı. Yüzyıllardır ezilen emekçiler için ilk kez özgürlük olan proletarya diktatörlüğü, mülkiyete sahip egemenler için diktatörlük oluyordu.
“Tarih hakkında bir şeyler bilen birisi, kadın mayası olmadan büyük toplumsal değişikliklerin gerçekleşmesinin olanaksız olduğunu bilir. Toplumsal ilerlemenin tam ölçüsünü ve ren, kadın cinsinin toplumsal konumudur.” der K. Marx. Ekim Devrimi’nin gerçekleşme koşullarına baktığımızda kadın yığınlarının devrimci enerjilerinin büyük oranda açığa çıktığını ve sınıf savaşımında önemli bir rol oynadığını görüyoruz. Petersburg’da bir fabrikada kadın işçilerin 8 Mart günü başlattığı grev Şubat devriminin başlangıcı olmuştu. Çarlık iktidarının yerine Menşeviklerin önderliğinde kurulan Kurucu Meclis’in ne işçilerin, ne köylülerin ne de kadınların taleplerine yanıt olacağı görülünce tecrit edilmeye çalışılan bolşevikler güçlenmeye başladılar. Toplumsal değişimin gücünü oluşturan kadın yığınları da komünistlerin yanında saf tuttu ve işçi iktidarının kurulmasında önemli rol oynadılar.
“Toplumsal ilerlemenin tam ölçüsünü veren” kadın cinsini erkeklerle eşit düzeye getirmedikçe, komünist toplumun inşa edilemeyeceğinin bilincinde olan komünistler, kadının ikincilliğine, ev köleliğine ve her türlü baskıya, aşağılanmaya karşı mücadeleye giriştiler.
Sovyet devrimi, kadın cinsinin kurtuluşunun ilk ve temel koşulunu yarattı. Kadının köleleşmesine neden olan özel mülkiyet devrimle birlikte yerini toplumsal mülkiyete bırakıyordu. Kadınların her açıdan erkeklerle eşit olduğunu kabul eden yasaların ardından, devrimin dördüncü günü çıkartılan “Eşit işe eşit ücret” ve 8 saatlik çalışma yasası kabul edildi.
Çarlık despotizmi altında adı bile olmayan kadınların ekonomik bağımsızlığını kazanması gerektiğine inanan komünistler, işletmelerde belli sayıda kadın gücünün çalıştırılmasını zorunlu kıldılar. Ayrıca “Çalışmayana ekmek yok” genel anlayışının hayat bulmasına dönük olarak sağlık sorunları olmayan 16 ile 40 yaş arasındaki her kadının çalışması zorunlu tutuluyordu. Sadece, beş kişiden fazla kişiye bakmak zorunda olan ya da 8 yaşın altında çocuğu olan kadınlar, bu yasanın dışında tutulmuşlardı.
Önemli diğer bir nokta ise, annelik ve ev kadınının ev içi faaliyetlerinin, toplumsal üretimdeki çalışmaya denk, toplumsal fonksiyonlar olarak tanınmasıydı.
Evlenme ve boşanma yasalarında yapılan yeni düzenlemede kadınların erkeğin kölesi olmadığı belirtiliyor ve erkek kadar kadının da istemi üzerine kurulan evliliklerde, çarlık despotizminde kadın için oldukça zor olan boşanma hakkı kolaylaştırılıyor, erkekle aynı düzeyde kadına da tanınıyordu.
Kadının yasalardaki bu haklardan yararlanabilmesinin yolu ise; onu aptallaştıran, acizleştiren, yıpratıcı mutfak ve çocuk odasından, yani evin dört duvarı arasından kurtarılmasıydı. Bunun için kreşlerin, çocuk yetiştirme yurtlarının, ortak mutfak, çamaşırhane vb. kuramların her alanda yeterli sayıda açılması zorunlu kılınıyordu.
1918 yılında Anayasa düzeyinde güvence altına alman bu hak ve ayrıcalıklar ne Rusya tarihinde ne de dünyanın başka bir ülkesinde görülmüştü. Lenin’in de belirttiği gibi yapılan bu düzenlemelerin hepsi, “yalnızca toprağın işlenmek için düzenlemesi olduğu ama henüz toprağı işlemenin kendisi olmadığı”nı açığa çıkardı. Yasalarda sağlanan eşitlikle yaşamda eşitliği sağlamak mümkün olmamıştı. Kadın, bütün özgürleşme yasalarına karşın eskisi gibi ev kölesi olarak kalıyordu. Binyıllardan beri kadına ait olarak görülen mutfak ve çocuk bakımı kadın için hala, öncelikli işlerdi. Yeterli sayıda kurulamayan ortak mutfaklar, çamaşırhaneler ve kreşler tarihsel olarak kadına biçilen ev işi, annelik görevlerinin kadın üzerinde kalmasına neden oluyordu. Bu durum kadına bakış açısındaki ataerkil anlayışların yeni düzende de köklü olarak devam ettiğini, hatta aşılması en zor anlayışlardan olduğunu gösterdi.
Öyle ki, kadın üzerindeki tüm tahakkümleri kaldırma yönüyle çıkartılan evlilik yasalarındaki yeni düzenlemeler kadını vuran bir rol oynamaya başladı. Kolaylaştırılan evlilik ve boşanma yasalarından “yararlanan” kadına cinsel ihtiyaçlarını giderecek meta gözüyle bakan erkekler oldu. Sadece kadınlarla birlikte olmak için yapılan bir gecelik evlilikler bile yaşandı. Çoğu zaman hamile iken terkedilen kadınlar çareyi kürtajda görüyorlardı. 1920 yılında serbest bırakılan ve devlet hastanelerinde ücretsiz olarak yapılan kürtaj, doğum kontrolünün bir biçimi gibi düşünülüyor ve öyle de uygulanıyordu. 15 kez kürtaj yaptıran kadınların sayısı hiç de az değildi.
Kurulmaya çalışılan sosyalist yaşamın engelleri büyüktü. Devrimin hemen ardından devam eden iç savaşın da yarattığı yıkımla toplumsal ekonomik üretimi kurmakta zorlanan komünistlerin uygulamak zorunda kaldığı Yeni Ekonomik Politika’dan (NEP) da en fazla etkilenen kadınlar oldu. NEP uygulamaları sonucu, öncelikle kadınlar işten çıkarıldı. Toplumsal kuramların oluşturulmasına ayrılan para miktarı azaldı. Ama bu politikaya son verilmesinin hemen ardından kadın işgücünün üretime çekilmesi ve kalifiyeleştirilmesi çabaları yoğunlaştı. Kadınları toplumsal faaliyete seferber etmenin aracı olarak delege toplantıları örgütlendi. Delege toplantıları, devrim mücadelesinde aktifleşmemiş, siyasetle hemen hemen hiçbir ilişkisi olmayan işçi ve köylü kadınları sovyetlerde örgütlemenin bir yöntemiydi. Okuma yazma dahi bilmeyen milyonlarca işçi ve köylü kadınla bağlar kurmanın, onları sovyetlerde, sendikalarda, kolhozlarda örgütlemenin yolunu açan delege toplantılarının oldukça önemli rol oynadığı söylenmelidir. Bu çalışma üzerine sendikalarda örgütlenen kadınların sendikal yönetimlere gelmesi teşvik edildi.
Sanayide kadın emeğinin girmediği alanlar kadın emeğine açıldı. Yeterli olmasa da kreşler, ortak çamaşırhaneler ve mutfakların sayısında artış sağlandı. Tüm bu çalışmalar yapılırken ideolojik, örgütsel ve pratik açıdan çalışmanın başında olan partinin kadın kolları JENOTYEL’ler, kadının emek gücünün büyütülmesinin yanı sıra daha da zor olan, yönetici kadınların yetişmesi için çabalarını yoğunlaştırdı.
Jenotyeller, Komünist parti içinde kadınların etkinliğinin büyümesini sağlama çabalarının yanı sıra diğer ülkelerin komünist partilerinin kadın sorununa duyarlı olması için de çaba harcadı. Kadınların kurtuluş mücadelesinde uluslararası komünist kadın dayanışmasını büyütmek için, uluslararası Komünist kadın kongreleri, konferansları düzenlenmesinin öncüsü oldu.
“Her aşçı kadın devleti yönetmelidir” diyen Lenin’in önderliğindeki Bolşevik Parti’nin yönetim kademelerinde komünist kadınların sayılarının azlığı bile kadınlar arasında yürütülen çalışmanın ne kadar gerekli olduğunu gösteriyordu. Sovyetler Birliği Komünist Partisi’nin en üst organı Merkez Komitesi ve Siyasi Büro’da tüm dönem boyunca kadınların sayısı oldukça azdı. 1934 yılında yapılan 17. Parti Kongresi’nin seçtiği merkez komitesinde kadın sayısı en yüksek seviyeye ulaşılmıştır ki, bu da 3 asil ve 4 aday üyeden ibarettir. Aynı dönem erkeklerin sayısı ise 68 asil ve 64 aday üyedir. Rakamlar oldukça çarpıcıdır. 1924 yılında gerçekleştirilen 13. Parti Kongresi’nde Zinovyev’in dikkat çektiği nokta da parti içerisindeki diğer çarpıcı bir yönü gösteriyor.
“Cinsiyetler itibariyle arabaşlığı altında Üyelik Teftiş Komisyonu şunu yazıyor: ‘Burada çok sevindirici bir görünümün altı çizilmelidir. 10. Parti Kongresi’nden beri durmadan düşen (%2.8) ve 12. Parti Kongresi’nde %1 olan kadın oranı 93’e ve mutlak olarak beş katına çıkmıştır. Geçen yıl oy hakkı olan 4 kadın vardı, bu yıl 20 kadın var; 13. Parti Kongremizde danışma oy hakkı olan delegelerin sayısı 31, yani bu Parti Kongresi’nde 51 kadın var ve bu tüm Parti Kongresi’nin %4.4’ünü oluşturuyor.’ Ve buna bizde ‘sevindirici görünüm’ deniyor! Bu şekilde çalışmaya devam edemeyiz! Hepimiz durmadan Lenin’in emirlerini yerine getirmek istediğimizi tekrarlıyoruz. Ama o işçi kadınların bizim tüm inşamızı gerçek katılımının (lafta değil, pratikte) büyük önemini güzel lafların hatırına defalarca tekrarlamamıştır. Biz şunu açıkça söylemeliyiz Parti örgütü örnek olmadığı sürece, tüm diğerleri eski pozisyonda çakılı kalacaklardır. Gelecek Parti Kongresi’nde, şaka olsun diye değil, cidden ‘sevindirici görünüm’den söz edilebilecek duruma gelmeyi başarmalıyız.”
Aynı kongrede kadınların yönetici organlara terfi ettirilme sorunu da ele alınmıştır. “Parti Kongresi, partinin işçi ve köylü kadınlar arasında çalışma alanındaki en ivedi görevleri olarak şunları görür: a)kadın işçilerin iş tezgahı başından parti için kazanılması doğrultuşundaki çalışmanın güçlendirilmesi...e) komünist kadınların parti ve sovyet organlarında yönetici konumlara terfi ettirilmeleri.” 1924 yılında yapılan tespite rağmen, yönetici organlarda az sayıda kadının yer almaya devam etmesinin iki nedeni vardı. Birincisi, kadınların yönetici olmasını istemeyen komünist erkeklerin varlığı. İkincisi ise, kadınların üst yönetici organlarda yer almak istememeleri, sorumluluğu büyük olan böylesi bir görevden uzak durmalarıydı. Jenotyeller 1930’da kapatılınca- ya kadar bu iki gerici anlayışla mücadele etti. Kadını küçük gören anlayışlara karşı mücadele, kadının kendine olan güvensizliğine karşı mücadeleyle birlikte sürüyordu.
1929 yılında parti içerisinde yapılan “temizlik” operasyonu bu anlayışla mücadelenin bütün parti kolektifine mal edildiğinin göstergesidir. Klaus Mehnert, büyük temizlikte atılan parti üyelerinin dörtte birinde atılma gerekçesinin “kadınlara karşı komünist olmayan tutum, uçarılık ve içkiye düşkünlük” olduğunu söylemektedir.
Erkekler kadını hala ikincil görüyor, kadına güvenmiyor, esasında kadına ev ortamını layık görüyordu. Olumlu kazanımlar ortaya konduktan sonra, 19. Parti Kongresi’nde partili kadınların Kongre’deki temsilindeki olumsuzlar da belirtiliyordu:
“Bazı Parti örgütlerinde kadınları yönetici faaliyetlere çekmeye görülen o ki yeterli dikkat sarf edilmediğini gözden kaçırmamalıyız. Bazı büyük delegasyonlarda kadınların çok az olması ancak böyle açıklanabilir. Örneğin 28 oy hakkı olan delegeye sahip Belo-Rusya delegasyonunda sadece 8 kadın yer almaktadır, halbuki Belo-Rusya’nın Parti üyelerinin 18 binden fazlası kadındır. Krasnodar Bölgesi Parti örgütünde 12 bin kadın üye vardır; ama Parti Kongresi’ne 17 delege içinde sadece bir kadın seçilmiştir. 20 delegeli Kiev delegasyonunda bir tek kadın vardır. Moldovya Komünist Partisi’nin oy hakkına sahip delegelerinin içinde ise bir tek kadın bile yoktur.”
Sorunlar büyüktü. Ve Engels’in ifadesi olan “Aile içinde erkek burjuvazidir, kadın ise proletaryayı temsil eder” sözü Sovyet yaşamında geçerliliğini koruyordu.
Sosyalist bir yaşamın kökleşebilmesi için ezilen kadın cinsinin ekonomik eşitsizliğini ortadan kaldırmaya dönük adımlar, kadının kendini bağımsız bir kişilik olarak ifade edebilmesini sağlamaya dönük olarak devam ediyordu. O zamana kadar dört duvar arasında yalnızlaştırılmış, örgütsüz kadın yığınlarını sovyetlerde örgütleme kampanyaları geliştirildi. Aydınlatmaya dönük çalışmalar, okuma-yazma ve meslek edindirme kurslarıyla birlikte yürütüldü. Devrimden önce okuma-yazma bilmeyen kadınların oranı yüzde 87.6 iken, 1930’lu yılların başında okur-yazar olmayan kadın neredeyse kalmamıştı.
Sovyetler Birliği’nde kadının kurtuluşu mücadelesinde atılan adımların daha iyi anlaşılabilmesi için verilecek çok örnek var. Örneğin 1933’de Ukrayna’da 16 bin 893 kolhoz- cu kadın yetiştirilmişti. Kuzey Kafkasya’da 4 bin kadın traktör sürücüsü, 2 bin 596 kadın tütün yetiştiricisi vardı. Kafkasya ve Doğu bölgelerinde devrim öncesi kadının sürdürdüğü yaşam göz önüne alınırsa oradaki kazanımların nasıl büyük alt-üstler anlamına geldiği daha iyi anlaşılır. Kafkasya ve Doğu bölgelerindeki dağlık bölgelerin kültür ve geleneklerindeki farklılıklar, dini gericiliğin etkileri, sanayinin girmediği bu bölgelerde üretime hiç katılmayan kadınların yaşam düzeyinin oldukça geri olması kadının kurtuluşunda büyük engelleri getiriyordu. Çarşaf ve peçeye karşı yürütülen mücadele bu açıdan oldukça önemlidir.
Kahrolsun Çadra Ve Parança
Sovyet yaşamının gelişip güçlenebilmesi için Müslüman Doğu bölgelerinde yürütülecek çalışma çok önemliydi. Kadının adının bile olmadığı bu bölgelerde kadına tanınan hakların, özgürlüklerin bir anlamı yoktu.
Müslüman halkların kadınlarında geleneksel bir anlamı ve değeri olan örtünme Doğu’da çok yaygındı. Kadınlar çarşaf ve peçe giyiyorlardı. Kadının evli olduğu ya da evleneceği erkeğe ait olduğunun simgesi olan çarşaf ve peçe kadınların yaşamdan tümüyle soyutlanmalarının göstergesiydi.
Kocası dışında hiçbir erkeğe görünmez, hiçbir erkekle konuşmazlardı.
Azerbaycan, Özbekistan, Kırgızistan, Türkmenistan vb. gibi Doğu Cumhuriyetlerinde eskinin izleri değil, kendisi yaşa-/i maya devam ediyordu. Okuma-yazma bilen tek bir kadının bile olmadığı bu bölgelerde, kadın başlık parasıyla alınıp satılan bir maldı. Hem namus hem de namussuzluğun nedeni olarak görülen kadın, erkeğin zevk aracına dönüştürülmüştü. Öyle ki, Parti’nin başlık parasını tümüyle kaldırma kararını uygulamaya koymasının “doğru olmayacağını” düşünen Dağıstanlı “Sovyet fonksiyoneri” aynı zamanda komünist partisi üyesi, başlık parasında “fahiş fiyatlarla mücadele etme” yolunu seçerek, aşağıdaki kararı açıklama yoluna gitmişti.
“1. Genç, güzel ve varlıklı bir ailenin kızı 300 ruble
2. Yoksul bir ailenin kızı veya yetim 150 ruble
3. Genç dul veya boşanmış kadın 100 ruble
4. Dul veya orta yaşlı boşanmış kadın 50 ruble”
Kadına biçilen “değer” böylelikle belirlenmiş oluyordu!
Gürcistan’da dağlarda yaşayan Şevsur halk topluluğunda kadına uygulanan aşağıdaki olay ürkütücü olduğu kadar düşündürücüdür de.
Doğum yapması yakınlaşan kadın, küçük ve karanlık bir kuytuluğa yapılan barakaya bırakılırdı. Geceleri bazen eksi 20 dereceye ulaşan soğuklarda, bir parça ot yığını üzerinde çocuğunu dünyaya getirecek olan kadın, tek başına doğurur ve çocuğuyla iki hafta orada kaldıktan sonra “temizlenerek” yeniden insanların yanına katılabilirdi. Bu süreçte kadınla kimse konuşmaz, yemeği tavandan açılan delikten verilirdi.
Daha birçok ilkel, gerici, toplumsal değer yargıları çeşitli biçimlerde kendini gösteriyordu. Örneğin, genç kızların tam yetişkinlik çağında göğüslerine takmak zorunda oldukları “kamsol” da bunlardan biriydi. Göğüslerin büyümesini engellemek için takılan kamsol, vücudun gelişimini engelleyici, sakat bırakıcı özelliklere sahipti. Komünist parti kamsol takılmasını hemen yasakladı. Ve bu alışkanlığın değişmesi için aydınlatma faaliyetlerine başladı. Bu alanlarda çalışma yürütmek kolay olmuyordu. Rus ve diğer uluslardan kadınlar eğitim ve aydınlatma çalışmasında bulunmak için gittikleri Doğu Cumhuriyetleri’nde karşılarında mollalar, yerli gericiler ve onların etkisi altındaki halk kitlelerini buluyorlardı. Öyle ki 1918-1919 yıllarında bu bölgeye eğitim ve aydınlatma faaliyeti için giden yüzlerce komünist kadın, çeşitli saldırılara uğramış, katledilmiştir. Müslüman kadınlara ulaşabilmek için yeni yol ve yöntem ara yan komünist kadınlar, sonunda karşı oldukları çarşaf ve peçeyi giyerek çalışma yürütmeye başlamışlardır.
Çarşaf ve peçe içinde, kırsal ve dağlık bölgelerde eğitim ve aydınlatma amacıyla oluşturulan “ajitasyon arabalarıyla” gezen komünist kadınlar çeşitli bölgelerde “kadın bakkalları” kurdular. Tezgahta sadece kadınlar çalışıyor, dışarıya “erkekler giremez” tabelası asılıyordu. Yabancı erkeklerle hiç konuşmadıkları için alış-verişe çıkmayan peçeli kadınların ‘kadın bakkallar’dan alış-veriş yapmaları olanağı yaratılıyordu.
Aydınlatma ve örgütleme çalışmasının ilk adımlarının atıldığı bakkalların duvarlarında çocukların sağlığı ile ilgili afişler asılıydı. Kucağında çocuğuyla bakkalla gelen kadınların yanına orada “tesadüfen” bulunan bir doktor yaklaşıyor ve çocuğun sağlığı ile ilgili sorular sorarak, bilgiler veriyordu. Orada kurulan diyaloglar üzerine ilişki geliştiriliyordu.
Sabırlı bir çalışmanın sonucunda ilişki kurulan kadınlar, -yine uzun süre sadece kadınların gidebildiği- kadın kulüplerinde örgütlenirlerdi.
Doğu bölgelerinde önemli örgütlenme aracı olan kadın kulüpleri, kültür kurumlan ve kızıl köşeler kentlerde ve şehirlerde daha fazla görülürken, kırsal bölgelerde ‘ajitasyon arabalarına’ başvuruluyordu. Çalışmalar belli bir aşamaya ulaşınca da kırsal alanlarda okuma kulüpleri kuruluyordu. Kulüplerde okuma akşamları düzenleniyor, kadınlara okuma yazma öğretiliyordu.
Çarşaf ve peçeye karşı komünistler oldukça dikkatli ve özel bir çalışma yürüttüler. Komünist kadınların 2. Uluslararası Konferansına Doğu’dan gelen 74 delegenin çarşaf ve peçeyle tamamen örtünmüş olmaları bile bu alanda yürütülecek mücadelenin önemini, hassasiyetini ve zorluklarını gösteriyordu.
Çarşaf ve peçeyi yasaklama yerine ideolojik mücadele ve aydınlatmayı esas alan komünistler, sabırlı çalışmaları sonucu başarıya ulaştılar. 8 Mart 1926 yılında “kahrolsun Çadra ve Parança” şiarı altında düzenlenen yürüyüşlere binlerce kadın katıldı. Doğu Cumhuriyetleri’nde, birçok kentte gerçekleştirilen bu eylemler sonucunda kadınlar miting meydanlarında çarşaf ve peçeleri yaktılar.
Sanayinin neredeyse hiç gelişmediği bu bölgelerde toplumsal üretime katılmayan kadınlara alanlar açmak için, kadın kulüplerinin komünlerinde kadın artellerin ve kadın atölyelerinin ortaya çıkardığı ürünler sergileniyor ve satışa sunuluyordu.
1930’lardan sonra yoğunlaştırılan tarım da kolektifleştirme faaliyeti ile kadın emeğinin toplumsal üretime katılması ve kalifiye emeğe dönüştürülmesi bu bölgelerde de hızlandı. Yetişen kolhoz yöneticisi, traktör sürücüsü kadınlar artık sadece evlerde değil, meydanlarda, toplantılarda rahat rahat konuşuyorlardı.
“6 bin kolhoz başkanı, 60 bin kolektif çiftlik başkanlık üyesi, 280 000 tugay yöneticisi, 100 bin şube örgütleyicisi, 9 bin kolektif hayvan çiftliği yöneticisi, 7 bin traktör sürücüsü kadın var.” Stalin’in 18. Parti Kongresi’ne sunduğu rapor, komünistlerin geri, okuma yazma bilmeyen, birçok gerici değeri taşıyan, kendine güvensiz köylü kadınları nasıl değiştirdiklerinin rakamlarda anlam bulmasıdır ve oldukça önemlidir.
Buraya aktarma şansına sahip olamadığımız daha birçok kazanıma rağmen, kadınların yaşamında annelik ve ev işleri önemli yer tutmaya devam ediyordu. Bunda 1936 yılında ilan edilen yeni Sovyet Anayasası’nın da etkisinin olduğu söylenmelidir. O zamana kadar hiçbir ülkenin anayasasında yer almayan demokratik hükümleri kapsayan bu yeni yasanın 1918 yılında ilan edilen anayasadan farklılığı, kolektifleştirmede alınan yol ve yaşamın kazandırdıkları üzerine kurulu olmasıydı. Devrimin hemen ardından kadın cinsine tanınan hak ve özgürlüklerde kısmi sınırlamalar getiren bu anayasayla boşanmalar zorlaştırılıyor, fiili evlilikler resmi evlilikler statüsünden çıkarılıyor, azalan doğum oranlarını yükseltmek için kürtaj yasaklanıyor, annelik özendirilen bir kuruma dönüştürülüyor, çok çocuklu aileler devletçe desteklenerek, güvence altına alınıyordu. Kadınların daha fazla çocuğa sahip olması özendiriliyordu. Yapılan yeni düzenlemelerin kadını ve çocuğu korumaya dönük düzenlemeler olduğu bir gerçekse de, anneliğin “kutsal”laştırılması, ailede kadının rolüne aşırı vurgu, kadının özgürleşme serüveninde bir geri adımı ifade ediyordu. Bu geri adımın yaklaşan savaş tehlikesi ile doğrudan bir ilişkisi olduğu biliniyor. Ama belli bir dönemden sonra kadının cinsel kimliği üzerinden geliştirilen politikaların sadece kadına değil, sosyalist sistemin gelişimine de zarar verdiği ortadadır.
Nedenleri farklı olsa da daha önce Jenotyellerin kapatılması da bir geri adım olarak değerlendirilmelidir. Jenotyellerin kapatılması isteğinin bizzat Jenotyeller tarafından dile getirilmesi ilginçtir. Jenotyel yöneticileri Jenotyellerin varlığının kadın çalışmasını daralttığı, çünkü partinin geri kalanının kadın çalışmasından uzaklaşarak bütün sorumluluğu yalnızca Jenotyellere bıraktığı, bu nedenle Jenotyellerin dağıtılarak, özel kadın kurumu yerine bütün parti örgütlerinin kadın komisyonlarının örgütlenmesi gerektiği bir yolla kadın çalışmasının bütün partiye mal edileceğini öne sürdüler. Bunun üzerine Jenotyeller kapatıldı. Fakat Jenotyellerin yerine ‘kadın örgütleyicileri’ adı altında kurulan örgütlenmeler söz konusu olsa da, iddia edildiği gibi kadın çalışması partinin tümüne mal edilememiştir.
Genel tablosunu çizmeye çalıştığımız Sovyetler Birliği’nde kadının yaşadığı gelişim hiçbir biçimde inkar edilemez. Fakat 1970’lerde yüzde 44’lük oranıyla en fazla mühendise sahip olan ülkenin Sovyetler Birliği olması ya da yükseköğretim veya orta öğretime sahip teknik elemanların yüzde 59’un kadın olması, her 100 erkeğe karşılık, 86 kadının ekonomist ve planlamacı olarak çalışması sosyalizmin kadına kazandırdıklarıdır.