Ulusal Sorun Ve Sovyetik Çözüm

Kürt ulusal sorunu, yaklaşık son yirmi yıldır ülkemiz sınıflar mücadelesinde öne çıkmış bir sorun. Ayrıca egemen ulus burjuvazisinin ilhakçı ve sömürgeci boyunduruğu altında yaşamaya devem eden ulusların önemli bir kısmı yakın bölgelerde yer alıyor. SB’nin dağılmasından sonra, ABD başta gelmek üzere Batılı emperyalistlerin, haklarından yoksun olan ulusların özlemlerini ve diğer ulusları -yönetici burjuva çevreleri eliyle- kullanarak yaygınlaştırdıkları milliyetçi çatışmalar da çoğunlukla yakın bölgelerde gerçekleşti. Halkların birbirlerine düşmanlıklarını kışkırtan bu politikalar, siyasal gericiliğin emekçi yığınlar üzerindeki etkisini geliştirdi. Bu gerici milliyetçi boğazlaşmalar, ülkemiz emekçi yığınları üzerinde gericiliğin daha çok etkili olmasına yol açtı.

Bu, ulusal soruna ilişkin proleter enternasyonalist çözümü bilince çıkarmayı, bu temel üzerinden, pro-emperyalist, şoven milliyetçi ideolojilere karşı mücadeleyi, dün olduğu gibi bugün de (ve giderek artan bir önemde) güncel ve vazgeçilmez kılıyor.

Öte yandan, geçtiğimiz yüzyılda, Ekim Devrimi’nin açtığı ve antifaşist devrimlerin büyük zaferinin ivmelendirdiği yoldan ilerleyen ulusal kurtuluşçu ve antiemperyalist demokratik devrimler bir çığ gibi büyüdü ve emperyalist sömürgeciliğe dünya çapında büyük darbeler vurdular. Emperyalizmin sömürgeci boyunduruğu altındaki uluslar, tarihi bayramlarını ilk kez yaşadılar. Tarihsel olarak en ileri çözümler bu devrimlerin yarattığı koşullarda tartışıldı, üretildi ve gerçekleştirildi.

‘90’lı yıllar, emperyalist hakimiyet ve saldırganlığın ve gericiliğin dünya halklarını boğan atmosferinde, proleter kurtuluş ve ulusal özgürlük açısından umut kırılmasının yaşandığı bir dönem oldu.

Gerçi, kapitalizmi tarihin sonu ilan eden emperyalistler, diğer şeyler yanı sıra özellikle ilhak altındaki uluslara “özerklik” gibi vaatlerde de bulunmaktan geri durmadılar. Ama on yıl gibi kısa bir zaman gösterdi ki, emperyalizmin bu uluslara vadettiği sözde ulusal özgürlük, gerçekte emperyalist himayeci sömürgecilikten başka bir şey değildir.

Öte yandan, sömürgecilik iflas edince, emperyalizm, yenisömürgeci sistemi geliştirerek sistemi ayakta tutmaya girişti. Kapitalist uluslararasılaşmanın yeni bir sıçrama gösterdiği koşullarda, bugün, ekonomik entegrasyonu geliştirerek yenisömürgeciliğin ileri bir evresine geçti. Bugün bu temel üzerinde, emperyalist süper devlet ABD başta olmak üzere, bir avuç emperyalist devlet, dünya halkları üzerinde, siyasal boyunduruğunu daha da sıkıyor, emperyalist şiddeti tırmandırıyor. Dünya nüfusunun büyük çoğunluğunu oluşturan ezilen halklar, ulusal bakımdan daha özgür olmak bir yana, emperyalizmin ekonomik ve siyasal köleliği altına daha çok giriyorlar.

Bu, kapitalizmin emperyalist döneminin karakteristik özelliklerinin kaçınılmaz sonucudur.

Kapitalizmin tekelci dönemi, “dünya pazarının gelişmesi, büyük deniz ve demiryollarının örgütlenmesi, sermaye ihracı vb. en çeşitli halkları uluslararası işbölümü ve bütün alanlardaki karşılıklı bağımlılık bağları içinde birleştirerek”, “üretim ve değişim araçlarının uluslararasılaşmasına, ulusal tecridin ortadan kalkmasına, halkların iktisadi yaklaşması ve engin toprakların tek bir tutarlı bütün biçiminde kerteli birleşmesine doğru bir eğilimi” daha da gelişti. Esasen bu, sosyalizmin maddi önkoşullarının gelişmesiydi.

“Ama bu eğilim, kendi iç tarihsel anlamına hiçbir zaman uygun düşmeyen kendine özgü biçimlerde gelişti. Halkların birbirine bağımlılığı ve bölgelerin iktisadi birleşmesi, kapitalizmin gelişme seyri içinde, eşit haklara sahip birimler olarak halkların işbirliği şeklinde değil, bazı halkların başka halklar tarafından boyunduruk altına alınması biçiminde, daha az gelişmiş halkların daha çok gelişmiş halklar tarafından ezilip sömürülmesi biçiminde gerçekleşti. Sömürgelerin yağmalanması ve ilhakı, ulusal baskı ve eşitsizlik, emperyalist keyfi yönetim ve despotizm, sömürgeci kölecilik ve ulusların haklardan yoksun bırakılması nihayet ‘uygar’ ulusların birbirlerine karşı, ‘uygar olmayan’ halklar üzerinde egemenlik uğruna savaşları -işte halkların iktisadi yakınlaşma sürecinin çerçevesi içinde cereyan ettiği biçimler bunlardır.” (Stalin, Marksizm, Ulusal Sorun ve Sömürge Sorunu, s. 170. Inter Yayınları)

Emperyalist burjuvazinin, sömürgecilik sistemi, emperyalist militarizm ve emperyalist paylaşım savaşları, halkları ulusal özgürlük ve haklardan yoksun bırakma siyaseti, onun ekonomik-mali çıkarlarının kaçınılmaz sonucu olduğu gibi, tarihsel eğilimin de engeliydi.

Nitekim, kapitalizme karşı proleter devrimler, emperyalizme karşı ulusal özgürlükçü devrimlerin yolunu da açtı, onları kendi önderliğinde, emperyalizme karşı dünya devrimi cephesinde birleştirdi. 20. yüzyıl boyunca sökün eden ulusal devrimler ezici çoğunlukla, proleter devrimler ve sosyalizm mücadelelerinin müttefiki oldular. Halkların iktisadi birliğini temel alan proletarya diktatörlüğü ve sosyalizm inşasının, siyasal koşullarına katkıda bulundular. (Ancak elbette, salt ulusal devletler kurmakla kaldıkları sürece, halkların iktisadi bütünleşmesi temeline denk düşen siyasal birleşmesi işlevini oyna- yamadılar, oynayamazlar.)

Bugün, emperyalistlerin, zor ve şiddetle, ulusal özgürlük gaspını tırmandırarak, halkları yeni paylaşım savaşlarına götürecek rekabeti artırarak “birleştirme” eğilimine karşı da, proletarya devriminin yanı sıra, ezilen halkların antikapitalist karakteri geçmişe oranla daha çok belirginleşen yeni bir devrimler dalgası mayalanıyor. Emperyalist saldırganlığa karşı Latin Amerika halklarından Müslüman inançtan halklara kadar uzanan yaygınlıkta öfke büyümesi bu devrimlerin habercisidir.

Gerek bu nedenle, gerekse, bu aynı dönemde, dünya burjuvazisinin SB ve Yugoslavya deneylerinden, demokratik ve sosyalist federasyonların kaçınılmaz olarak dağılacakları fikrini çıkarıp, propaganda bombardımanıyla halkların emekçi yığınlarının bilincini de zehirlemiş olması nedeniyle, ulusal sorunda Sovyetik Federasyon’u ele almak gerekiyor.

20. Yüzyıl: Ulusal Sorun "Çokuluslu" Devletlerle Sınırlı Bir Sorun Olmaktan Çıktı

Ulusal hareketlerin ikinci tarihsel döneminde, ulusal sorun Doğu Avrupa’daki “çok uluslu” devletlerle sınırlı bir sorun olmaktan çıktı. Kapitalizm tekelci gelişme evresine varmış, dünya çapında emperyalist ekonomik-politik-askeri bir sisteme dönüşmüştü. Sömürgecilik asıl karakterini ve temelini emperyalizmde buldu. Klasik sömürgecilik yerini dünya çapında egemen olan emperyalist sömürgeciliğe bıraktı. Emperyalizmin kaçınılmaz eğilimi sömürgecilikti. Bir avuç emperyalist devlet, dünya uluslarının büyük çoğunluğunu sömürgesi haline getirdi. Yarısömürgeler ise sömürge olma yolunda ülkelerdi.

Geçmişin ulusal sorunun güncel olduğu Avusturya-Macaristan, Osmanlı İmparatorluğu, Çarlık Rusya’sı gibi “çok uluslu” merkezi devletleri, emperyalist egemenlik ve yeniden paylaşım ilişkilerine bağlandılar, ona göre şekillendiler. Ulusal sorun bu ülkelerle sınırlı bir sorun olmaktan çıktı, buradaki ulusal sorunlar da emperyalizme karşı mücadele sorununa bağlı hale geldiği gibi, ulusal sorunun esası, egemen ve ezilen ulusların burjuvazilerinin pazar üzerine rakipsiz hakim olma sorunu olmaktan çıktı, emperyalist sömürgeciliğe karşı halkların ulusal özgürlüklerini kazanması mücadelesine dönüştü.

Sovyetik Federasyon: Proletarya Enternasyonalizmi Üzerine Temelleniyor

Emperyalizm ve proletarya devrimleri çağı olan bu koşullarda, 20. yy. başlarında, eski sömürge imparatorluğuna sahip emperyalistlere karşı, hızlı gelişen ve onlarla sömürgelerin yeniden paylaşımı mücadelesine girişen ABD emperyalizminin lideri Wilson, ABD’yi rakiplerine karşı avantajlı konuma geçirmek için ilan ettiği 14 prensip içinde ulusların kendi kaderlerini tayin hakkına da yer verdi. Ancak elbette Wilson sömürge tekeline sahip İngiltere, Fransa gibi rakiplerini zayıflatmak amacına bağlı olarak, bu prensibi, ulusların özgürlüğü olarak değil, inceltilmiş sömürgecilik biçimleri olarak anlıyor ve uyguluyor; ama bunu uluslara özgürlük vaadi olarak propaganda ediyordu. Nitekim o dönemdeki Türk ulusal kurtuluş savaşı sırasında, İngiliz ve Fransız emperyalistlerinin işgalci sömürgeciliğine karşı, ulusların kendi kaderini tayin hakkı kapsamında Türkiye için önerdiği bağımlılık biçimi ABD mandacılığı, diğer bir ifadeyle himayeci sömürgeciliğin bir biçimiydi.

Daha emperyalizm öncesi dönemde sömürgeciliğe karşı mücadelede, Marks ve Engels, dünya proletaryasının bu büyük öğretmenleri, İrlanda sorununda ortaya koydukları, “Daha sonra tekrar bir federasyon içinde birleşme gündeme gelse bile İngiliz işçi sınıfının kurtuluşu İrlanda’nın bağımsızlığından geçer” görüşüyle, proletarya enternasyonalizminin seçkin örneğini sunmuşlardı.

Proletaryanın büyük önderlerinin izinden giden Lenin, II. Enternasyonal oportünizminin inceltilmiş sömürgecilik savunusu biçimindeki sosyal şovenizmine karşı uzlaşmaz bir mücadele içinde, proletaryanın enternasyonalist bakış açısına uygun tarzda emperyalizm koşullarında ulusal sorunu ve çözümünü ortaya koydu, geliştirdi ve Ekim Devrimi’nde gerçekleştirdi.

Proletarya enternasyonalizminin soruna bakışı ve getirdiği çözüm özet olarak şuydu:

Ulusal sorun, demokratik bir sorun olarak, esasen emperyalist sömürgeciliğe ve sisteme karşı, ezilen halkların mücadelesi sorununa dönüşmüştür. Ancak bir dizi devrimlerle gerçekleştirilecek ulusal kurtuluş sorunu, sosyalist değil demokratik bir sorundur. Sömürge ve bağımlı ezilen ulusların, emperyalizme karşı mücadelesi, sosyalizm için mücadele eden dünya proletaryası tarafından desteklenmeli, proleter devrimlerin yedek gücü haline getirilmelidir. Ezilen ulusların kurtuluş mücadelesini proletaryanın desteklemesinin kıstası, gerçekten bu mücadelelerin emperyalizme darbe vurup vurmaması ve o ulusların yoksul köylü ve işçilerini proletaryanın bağımsızca örgütlemesine özgürlük tanıyıp tanımamasıdır.

Bu ölçütlerle, ulusal hareketlere yaklaşan, sosyalist proletarya, ulusların kendi kaderini tayin hakkının içeriğini, emperyalistlerin ve onlara bağlanan oportünistlerin aksine, ezilen ve sömürge ulusların bağımsız devlet kurma özgürlüğü olarak kavrar ve uygular. Ulusal topluluklara hak eşitliği temeli üzerinde, ulusal haklarını kullanma özgürlüğü tanır ve gerçekleştirir.

Proletaryanın, her devlet sınırı içindeki ezilen, sömürge ulus ve ulusal topluluklardan proleterlerin her düzeyde tek bir örgütlülüğünü savunur ve uygular, ulusal çitlerle proleterlerin birbirlerinden ayrılmasına karşı çıkar.

Lenin ve Stalin tarafından formüle edilen ve yalnızca gericiliğe değil küçükburjuva oportünizminin sosyal şovenizmine karşı da mücadele edilen proleter sosyalizminin bu enternasyonalist görüş ve çözüm önerileri, Ekim Devrimi’yle gerçeğe dönüştürüldü.

Sovyetik Federasyon: Ulusal Eşitlik Ve Özgür Katılma Temeli Üzerine Birlik

Ekim Devrimi’ne önderlik eden SBKP(B) ve sosyalist proletaryanın programının bu soruna ilişkin birinci temel çözümü; yukarıda belirttiğimiz gibi, büyük Rus burjuvazisi ve toprak ağalarının iktidarını yıkarak, ezildiği ve sömürgeci boyunduruğu altında tuttuğu ulusların özgürlüğünü gerçekleştirmekti. Bir başka ifadeyle ezilen ve sömürge ulusların bağımsız devlet kurma haklarını gerçekleştirmekti. Ulusal özgürlük gerçekleştikten sonraki koşullarda sosyalist proletarya, ulusal eşitlik ve özgür katılım temeli üzerinde bölgesel özerklik öneriyordu. Ezilen ulusal topluluklara da hak eşitliği temeli üzerinde, ulusal dillerini geliştirme ve ulusal nüfusun bileşimine göre yerel özerklik öngörüyordu.

Ekim Devrimi burjuvazi ve büyük toprak sahipleri ile Menşevikler ve Sosyalist Devrimciler’in ittifakına dayanan burjuva iktidarını yıktıktan sonra, bu alanda, ezilen ve sömürge uluslar üzerindeki büyük Rus burjuvazisinin Çarlık’tan devralarak sürdürdüğü ulusal boyunduruk zincirini bir vuruşta kırdı ve kararlı, kesin bir tarzda programını uygulamaya soktu: Ezilen ve sömürge uluslar bağımsızlıklarını kazandılar. Ama halkların nasıl birleşecekleri sorunu henüz çözüme ulaşmamıştı. Stalin yoldaşın belirttiği gibi bu Ekim Devrimi’nin sonraki süreci içinde biçimlenerek son şeklini aldı: “Gelişme seyri içinde Ekim Devrimi, halkların bu birleşmesinin biçimlerini de ortaya çıkardı ve halkların bir federal devlet halinde birleşmesinin temel hatlarını çizdi. Devrimin birinci döneminde, çeşitli milliyetlerin emekçi yığınları, kendilerini bağımsız bir ulusal büyüklük olarak hissetmeye başladıklarında; yabancı müdahalenin ise henüz gerçek bir tehlike oluşturmadığı bir sırada, halkların işbirliği henüz kesinlikle belirlenmiş, sıkı sıkıya saptanmış bir biçim almamıştı. İç savaş ve müdahale döneminde, ulusal cumhuriyetlerin askeri özsavunmasının çıkarları ön plana çıktığında, iktisadi inşanın sorunları ise henüz gündemde durmazken, işbirliği askeri bir ittifak biçimini aldı. Nihayet savaş sonrası dönemde, savaşın yıkıma uğrattığı üretici güçlerin yeniden inşası sorunları ön plana çıktığında, askeri ittifak iktisadi bir ittifak ile tamamladı. Ulusal cumhuriyetlerin, Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği halinde birleşmeleri, işbirliği biçimlerinin gelişmesinde, bu kez halkların yekpare çok-uluslu Sovyet devleti içinde askeri, iktisadi ve siyasi birleşmesi karakterine bürünen son evresini oluşturur.

“Böylece proletarya, ulusal sorunun doğru çözümünün anahtarını Sovyet düzeninde buldu, onda, ulusal hak eşitliği ve gönüllülük temeli üzerinde istikrarlı bir çok-uluslu devletin örgütlenmesine giden yolu buldu.” (age, s. 173)

Bu biçim Sovyet Sosyalist Cumhuriyetleri Birliği adını alan Sovyetik Federasyon’du. Sovyetik Federasyon proletarya diktatörlüğü sayesinde kuruldu; ancak özgür ulusların eşitlik temeli üzerinde bir birleşme olarak, demokratik devrimin iktidarı sayesinde de kurulabilecek bir rejim biçimidir. Tarihte, ulusal sorunun devrimci çözümünde, burjuvazinin devrimci olduğu dönemdeki ulusal devletlerin kuruluşuna yol açan çözümlerinden de çok daha ileri bir çözümü, halkların enternasyonalist birliğini temsil eden ilk biçimi, Ekim Devrimi gerçekleştirmiş oldu. Halkların iktisadi birliği üzerinde, esasen ulusal devletin tarihsel olarak aşılmasının maddi önkoşulları emperyalizmle birlikte doğmuştu. Ama tarihsel olarak ulusal devlet biçiminin aşılması, ancak bu maddi önkoşulların merkezinde duran proletaryanın devrimci eylemiyle gerçekleşe- bilirdi. Öyle de oldu: Rusya proletaryası ve eski ezilen ve sömürge ulusların emekçi yığınları, devrim sürecinde, önce Rus burjuvazisinin iktidarını yıkarak, ezilen ve sömürge ulusların bağımsızlığını gerçekleştirdiler. Ardından Ekim Devrimi’ni ezmek için İngiliz-Fransız emperyalistlerinin öncülüğünde ve Çarlık ordusu artıklarıyla toplam 14 gerici emperyalist devletin ittifakına dayanan uluslararası gerici birliğin askeri saldırısına karşı, askeri, iç savaş bittikten sonra iktisadi ve devamında siyasi ittifakı içeren bir birliğe yöneldiler. Bu birlik, ancak özgür ulusların eşitlik ve özgür katılımına dayanan bir birlik olmalı ve emperyalist sisteme karşı proletarya ve halkların geleceğini temsil etmeliydi! Böylece, proletarya ve eski ezilen ve sömürge ulusların emekçileri, Sovyetik Federasyon kurarak, tarihsel olarak ulusal devleti aştılar. Ulusal hareketin tarihsel gelişmesinin üçüncü dönemini, sosyalizm altında ulusların gelişmesi ve işbirliği dönemini başlattılar.

Ekim Devrimi’nden önce, Rusya komünistleri, ulusların özgürce birliği için, bölgesel siyasal özerklik öneriyordu ve federasyonu birleşmeye götürecek elverişli bir biçim olarak görmüyordu. Ancak Stalin’in de vurguladığı gibi, Ekim devriminden sonra bunu saptanmış mutlak bir biçim olarak görmediler, emperyalist saldırıya karşı devrimi savunma mücadelesi içinde, başlıca şu nedenlerle Sovyetik Federasyonun, birleşmenin en elverişli biçimi olduğuna karar verdiler ve halkların özgür iradesiyle gerçekleştirdiler: “5- Askeri işlerde ve ekonomide ortaklık üzerinde yükselen bir Sovyet Cumhuriyetleri Federasyonu, aşağıdaki noktalan olanaklı kılan devlet birliğinin genel biçimidir:

Gerek tek tek cumhuriyetlerin gerek tüm Federasyonun bütünlüğünü ve ekonomik gelişimini güvence altına almak;

Farklı gelişme aşamalarında bulunan çeşitli ulus ve halkların yaşam biçimlerinin, kültürlerinin ve ekonomik durumlarının tüm çeşitliliğini kapsayarak buna uygun federasyon türlerini uygulamak;

Kaderlerini şu ya da bu şekilde federasyonun kaderi ile düğümlemiş olan ulus ve halkların barış içinde bir arada yaşamasını ve kardeşçe işbirliğini örgütlemek.” (age, s. 115)

Sovyetik Federasyon; devrimin yol açtığı ve işçi sınıfı ve emekçilerin kurtuluşu mücadelesi etrafında halkların birliğini ifade ediyor olması nedeniyle, ulusal cumhuriyetler olmaksızın bir birlik değildir. Ulusal cumhuriyetlerin varlığını önkoşul alan bir birliktir. Çünkü, ancak uluslar özgür ve gönüllü olarak birliğe karar vermişlerse, -elbette bu devrimler içinde proleter enternasyonalizminin halklar arasında sağladığı güvenle verilebilecek bir karardır- kurulabilir. (Nitekim, komünistler ve sosyalist proletarya Finlandiya’nın ayrılmasını, sosyalizm mücadelesi açısından yararlı görmedikleri halde, Fin ulusunun kendi burjuvazisinin arkasına takılarak çoğunluk oyuyla ayrılma kararı vermesini saygıyla karşıladılar, müdahale etmediler.) Bu nedenle ulusal özgürlük içinde ulusların gelişmesini sağlayacak biçimler içinde en elverişli birlik biçimidir.

Sovyetik Federasyon, ulusların eşitliği ve özgür katılımına dayandığı için, federasyondan özgürce ayrılma hakkını korur, bu olmaksızın özgürce katılım tam olamaz. Burjuvazi, tarihte şu ya da bu dönemde ulusal soruna çözüm bulmak zorunda kalarak uyguladığı federasyon veya özerk cumhuriyetten ayrılma hakkını kağıt üzerinde bile tanımamış, halkları “birlik” içinde zorla tutmayı öngörmüş ve ayrılmaya karşı şiddet kullanmıştır. Güncel iki örnek verelim:

İspanyol burjuvazisinden, ezilen halklar mücadele yoluyla bölgesel siyasi özerklik kazandılar. Başta Avrupa ve İspanyol burjuvazileri olmak üzere, “Bask modeli” adıyla anılan bu özerkliği, burjuva ideolojinin hegemonyası için dünya çapında kullandılar. Ancak, bırakalım ayrılma hakkını, özerkliği bile fazla görüyorlar. Şoven İspanyol burjuvazisi, özerkliği bile kısıtlıyor, yurtsever Batasuna Partisi’ni kapatıyor yöneticilerini zindana atıyor ve burjuva demokrasisi şampiyonluğu yapan AB, bu durumu onaylamakta tereddüt bile etmiyor.

Diğer güncel bir örnek ise, on yılları bulan mücadele sonucunda elde edilen Özerk Filistin’dir. ABD’nin, yeni dünya düzeninin ulusal haklar alanında haklarından yoksun uluslara verdiği “özgürlük” olarak propaganda edilen Özerk Filistin’e, çok geçmeden, İsrail siyonist savaş makinasını sürdü ve bu güdük özerkliği bile “fazla demokratik” bularak geri aldı.

Demek ki, emperyalist ve işbirlikçi burjuvaziler, ezilen ve sömürge uluslara ilhakçı ve sömürgeci boyunduruktan başka bir şey vermezler. Halklar, mücadele yoluyla bağımsızlık ya da federasyon veya özerklik kazandıklarında, egemen ulus burjuvazisi, devasa militarist aygıtlarını olası bir ayrılma eğilimi karşısında hazır tutar ve var olan biçiminin kullanılmasını bile sınırlı ve güdük hale getirir. Buna, sürekli bir şovenizmle, halkları birbirine düşman hale getirmeyi ekler.

Sovyetik Federasyon, ulusların eşitliği temel ilkesi üzerinde yükseldiği için, halkların birliğini ifade eden Birlik Meclisi ile halkların ulusal eşitliğini ifade eden Milliyetler Meclisi’ne iktidarın yönetimini verir ve iki meclise yönetimde eşitlik tanır: “SSCB yüksek devlet iktidar organı, SSCB Yüksek Sovyeti’dir.

SSCB Yüksek Sovyeti iki meclisten kurulur: Birlik Sovyeti ve Milliyetler Sovyeti.

SSCB YS’nin, birlik Sovyeti ve Milliyetler Sovyeti, her iki meclisi de eşit haklara sahiptir.

Birlik Sovyeti ile Milliyetler Sovyeti arasında bir uzlaşmazlık durumunda, sorun eşitçi bir temel üzerinde bir uzlaştırma komisyonuna götürülür. Eğer komisyon uygun bir çözüme varmaz ya da karar meclislerden biri tarafından benimsenmezse, sorun her iki mecliste de bir ikinci kez incelenir. Her iki meclisin uygun bulduğu bir karar çıkmazsa, SSCB Yüksek Sovyeti Prezidyumu, SSCB Yüksek Sovyeti’ni fesheder ve yeni seçimlere gider.” (age, s. 392)

Milliyetler Meclisi, Birlik Meclisi’yle kararlarda eşit hakka sahiptir, ulusların zararına olabilecek karar önerilerinin kararlaştırılması olasılığını engelleyebilme yetkisiyle donatılmıştır. Ve Federe Cumhuriyetler, özerk cumhuriyetler, özerk bölgeler ve ulusal çevrelerden, her biri kendi arasında eşit sayıda milletvekilini (sırasıyla 25, 11, 5, 1) (age, s. 392) Milliyetler Meclisi’ne göndererek, şu ya da bu ulusun ulusal hakları aleyhine karar çıkması olasılığı böylesi bir iktidar örgütlenmesi sayesinde önlenir. Varsayalım, Milliyetler Meclisi’nin büyük çoğunluğu federe cumhuriyet sahibi bir ulus aleyhine karar alırlar ve bu devam ederse, o takdirde, federe cumhuriyet sahibi o ulusun ayrılma hakkı olduğu için bu hakkı kullanarak ayrılabilir, ulusal hakları ve gelişmesi aleyhine bir olasılığı bu hakkı kullanarak önleyebilir.

Sovyetik Federasyon, hiçbir ulusun dilinin resmi dil olmasına imtiyaz tanımaz ve bütün ulusal dillerin Sovyetik devletin işlerinde kullanılmasını zorunlu kılar. Ayrıca, federe ve özerk cumhuriyetlerde olduğu gibi, özerk küçük bölgelerde de, eğitimin ağırlıklı olarak o bölgenin ulusal dilinden yapılmasını güvenceye alarak ulusal dillerin gelişmesini sağlar. Burjuvazinin iktidarı altındaki en demokratik cumhuriyetlerde bile ulusal dillerin özgürlüğü, Sovyetik Cumhuriyetler’deki kadar değildir. İstisnai bir örnek olarak bu bakımdan burjuva demokrasisinin en ileri ülkesi İsviçre’de bile üç dil devlet işleri ve eğitimde kullanılabildiği halde, burada bile yerel bölgelerin ulusal dilleri eğitim dili değildir.

Özgür ulusların eşitlik ve özgürce katılım temeli üzerinde 1923 te kurulan ve son şeklini 1936’da alan Sovyetik Fedarasyon şu onbeş federe cumhuriyeti kapsamına alıyordu:

“Rusya Sovyet Sosyalist Cumhuriyeti (RSSFC) Ukrayna Sovyet Sosyalist Cumhuriyeti Beyaz-Rusya Sovyet Sosyalist Cumhuriyeti Özbekistan Sovyet Sosyalist Cumhuriyeti Kazakistan Sovyet Sosyalist Cumhuriyeti Gürcistan Sovyet Sosyalist Cumhuriyeti Azerbaycan Sovyet Sosyalist Cumhuriyeti Litvanya Sovyet Sosyalist Cumhuriyeti Moldavya Sovyet Sosyalist Cumhuriyeti Letonya Sovyet Sosyalist Cumhuriyeti Kırgızistan Sovyet Sosyalist Cumhuriyeti Tacikistan Sovyet Sosyalist Cumhuriyeti Ermenistan Sovyet Sosyalist Cumhuriyeti Türkmenistan Sovyet Sosyalist Cumhuriyeti Estonya Sovyet Sosyalist Cumhuriyeti Kareli-Fin Sovyet Sosyalist Cumhuriyeti” (age, s.387).

Her Federe Cumhuriyet, Sovyet Anayasası’yla uyumlu kendisinin yaptığı Federe Cumhuriyet Anayasası’na sahipti.

Nüfusu bir milyonu aşan ulusal bölgeler için Özerk Cumhuriyetler kuruldu. Özerk Cumhuriyetler de yaygındı. Örneğin nüfusu eski Çarlık rejiminin sürgünüyle birkaç yüz bine düşmüş olan Adigeler, özerk cumhuriyete kavuştular. Dahası “Her birlik cumhuriyeti, cumhuriyetin özelliklerini göz önüne alan ve SSCB anayasasına tam bir uyum içinde oluşturulmuş anayasaya sahiptir” (age, s. 389).

Bugün Güney Kürdistan’da federe bölge anayasası tartışılırken, hemen bütün burjuva çevreler şovenist bir histeri halinde, “anayasa olmaz” diye bağırıyorlar. Oysa Sovyetik Federasyon’da yalnızca Federe Cumhuriyetler’in değil, Özerk Cumhuriyetlerin de kendi anayasaları vardı.

Daha küçük ulusal bölgeler için, yerel ulusal özerklik vardır.

Konuşulan bütün dillerde, yayın ve eğitim söz konusudur.

Sovyetik Federasyon, tarihsel olarak ileriye doğru özgür ulusların eşitlik ve özgür katılım temelinde işbirliği olarak, sosyalizm altında, halkların birbirlerine güvenini geliştirdi; feodal-burjuva tarihin mirası olan, ekonomik-siyasi-kültürel fiili eşitsizliği gidermede önemli gelişmeler sağladı. Hitler faşizminin amansız işgaline karşı değişik halklar bu sayede kahramanca savaştılar ve dünya halklarına, faşizmi yenilgiye uğratmada önderlik edebildiler.

Ancak elbette, bu fiili eşitsizliğin giderilmesi görece uzun bir süreci gerektirir, ulusların enternasyonalist bir topluma dönüşmesi ise ancak dünya çapında proletarya iktidarı ve sosyalizmin kurulmasıyla başlayacak bir sürecin işlevi olabilirdi.

SB’de Sovyetik Federasyon, 1950’li yılların ortalarından başlayarak, revizyonistlerin parti ve devlet iktidarını gaspıyla, bürokratik devlet kapitalizminin inşasına paralel olarak, Büyük Rus şovenizminin egemenliği altına girdi. “Sovyet Yurtseverliği”, Büyük Rus şovenizminin aracına dönüştürüldü. Kruşçev-Brejnev’in sosyal emperyalist döneminde, federasyon biçimleri devam etmesine rağmen, özsel olarak, Büyük Rus şovenizmi egemendi.

Enternasyonal proletaryanın öncüsü Komintern ve onun Balkan Seksiyonu da, Balkanlar için halkların federasyonunu program edinmişti. Nitekim, faşizme karşı büyük devrimci zafer sonucunda, bu halklar halk demokrasisi rejimlerini kurdular. Devrimci Balkan ulusları arasında federasyon görüşmeleri yapıldı. Anca Titocu revizyonizmin, Balkanların daha güçsüz halklarını, Yugoslavya’nın egemenliği altına alma ve federasyonu bunun aracına dönüştürme çabası, bu çalışmayı sabote etti. Balkan halklarının federasyonunu engelledi.

Yugoslavya, faşist işgale karşı, devrimin zaferiyle, Yugoslavya’daki uluslar, federasyon biçiminde örgütlendiler. Kosova Arnavutları’nın, federe veya özerk cumhuriyet hakkından yoksun bırakılması gibi şovenist yanlara rağmen, Yugoslavya’daki federasyon demokratikti ve Yugoslavya halklarını barış içinde bir arada tutabildi. Titocu revizyonist yozlaşma koşullarında giderek, özsel olarak, milliyetçi burjuvazilerin ideolojik hegemonyasına dönüştü. Ancak proletarya diktatörlüğü altında, sosyalizm inşası ve devrimin sürdürülmesi koşullarında, şovenist ve dar ulusalcılığa karşı başarılı olunabileceğini tersinden ortaya koydu.

‘90’lı yıllarda, Batılı emperyalistlerin, Yugoslavya’yı parçalama savaşlarında, burjuva, dinci, faşizan milliyetçi çatışma ve boğazlaşmalar, halkların demokratik federasyonunun önemini acılı bir deneyimle sergiledi.

Emperyalist Gerici İdeolojik Saldırı: 'Sovyetik Federasyon Dağılmaya Götürür'

Sosyal emperyalizmin çöküşüyle birlikte, ‘90’lı yıllar, federe cumhuriyetlerin bürokratik burjuvazilerinin ve burjuva liberal, gerici çevrelerinin, kendi ulusal pazarlarına, ABD ve Avruplı emperyalistlerle işbirliği içinde hakimiyet mücadelesi ve sözde bağımsız, gerçekte Batılı emperyalistlere bağımlı devletlere dönüşmelerine sahne oldu. Rusya’da şoven emperyalist milliyetçilik ile diğer uluslarda gerici yerel milliyetçilik ve birlikte yaşamış pek çok ulus arasında ulusal boğazlaşmalar birbirini izledi. Sosyalizm döneminin, halkların ulusal özgürlüklerini koruyarak geliştirdiği kardeşliğin önemi, ‘90’lı yıllardaki gerici milliyetçi boğazlaşmaların, Yeltsin ve Putin’in emperyalist şovenizmi yaşanırken daha iyi anlaşılabildi. Emperyalist ideologlar ve kalemşorlar, onların uşakları, bunu, ‘Stalin döneminin gücünden halklar çekiniyor ve o nedenle milliyetçi çatışmalar ve ayrılıklara gidemiyorlardı’ biçiminde yorumlayarak, karalamaya ve büyük emperyalist güçlere teslimiyete dönüştürmeye çalıştılar, çalışıyorlar.

Bu, emperyalist dünyanın egemen süper devleti ABD’nin, dünyayı “ABD imparatorluğu”na dönüştürme stratejisi uyguladığı ve büyük emperyalist güçler arasında dünya hegemonyası için rekabetin gelişmekte olduğu koşullara paralellik gösteriyor.

Başta ABD olmak üzere, emperyalizm, devlet “bağımsızlığına sahip yenisömürge uluslar üzerinde mali ve siyasal köleleştirmeyi geliştirdiği bugünkü koşullarda, her çeşitten burjuva ideologlar, emperyalist orman kanununu empoze ediyorlar. Bunun iki öğesi de, ‘halkların büyük emperyalistlerin boyunduruğu altında yaşamak zorunda olduğu’; ‘halklar arası ulusal düşmanlıkların kaçınılmazlığı, eşitlik ve özgür katılım temelinde birleşmenin imkansız olduğu’ tezleridir. Oysa Ekim Devrimi, burjuvazinin iktidarını yıkarak, eski Çarlığın ezilen ve sömürge uluslarını bağımsızlıklarına kavuşturduğu gibi, halkların eşitlik ve özgür katılımı temelinde birliğe gidecek yolun en elverişli biçimi olarak Sovyetik Federasyonu da hayalden gerçeğe dönüştürdü. On yıllar boyunca yaşadı ve halkların birliği süreci ilerledi. Günümüzün, kapitalizmin uluslararasılaşma ve emeğin toplumsallaşması ve uluslararasılaşmasının vardığı düzeyde, özgür katılım ve eşitlik temelinde sovyetik federasyonun maddi önkoşulları daha güçlüdür. Yeni proleter devrimler, benzer biçimleri birliğe giden yolda, deneyimlerden yararlanarak daha işlevsel ve ilerletici biçimde değerlendirebileceklerdir.

Tam da bu nedenle, Marksist Leninist Komünist Parti, proletarya enternasyonalizmi programını, daha güçlüce haykıran biçimde ilerletiyor, emperyalist ve işbirlikçi şovenizme karşı, milliyetçi boğazlaşmalara karşı, Türkiye ve Kürdistan devri- minin bölge halklarının devrimleriyle enternasyonalist ittifakını, Balkanlar, Ortadoğu ve Kafkasya halklarıyla federasyon kurma hedefine bağladığını ilan ediyor.

Bir söz de ezilen ulus ulusalcılığına. PKK henüz bağımsızlık programını terk etmemişken, SB’nin dağılması sırasında ve sonrasındaki milliyetçi boğazlaşmaları, ‘demek ki sosyalizm ve sovyetik federasyon da ezilen ulusların ulusal özlemlerini karşılamada başarılı değil’ yorumuyla yanıtlıyordu. Bu, bağımsızlığını kazanan halkların, ulusal tecrit içinde yaşamasını mutlaklaştıran ve daha ileriye gitmeye çıkarları nedeniyle karşı çıkan küçük burjuvazinin dünya görüşüdür. Kürdistan ulusal devriminin toplumsal devrime ilerlemesini, bu temelde halkları proletarya iktidarı ve sosyalizm altında birbirlerine yakınlaştırmayı, uzlaştığı Kürt ulusal burjuvazisinin çıkarları için tehlikeli görme bakış açısının bir sonucudur. “Mutlak bağımsızlıkçılık”tan “sınırlı reform” programına geçerken de ittifak içinde olduğu Kürt ulusal burjuvazisinin çıkarlarına uygun davranıyor. Şimdi de Ekim Devrimi’nin getirdiği Sovyetik Federasyonu Kürt halkına propaganda etmekten kaçınıyor. Ama bu kez bunu geçmiştekinden farklı olarak ‘devrimler dönemi bitmiştir’ ideolojik teslimiyetçiliğiyle birlikte yapıyor.

Marksist Teori

Yaygın Süreli Yayın
Varyos Gazete Dergi adına Yazı İşleri Müdürü: Tülin Gür
Posta Çeki Hesap No: Varyos Gazete Dergi 17629956
Türkiye İş Bankası IBAN: TR 83 0006 0011 1220 4668 71

Bize Ulaşın

Yönetim Yeri: Aksaray Mah. Müezzin Sok. İlhan Apt. No: 12/1 D:7 Fatih/İSTANBUL
Tel: (0212) 529 15 94  Faks: (0212) 529 06 75
Web Sitesi: www.marksistteori5.org
E-posta: info@marksistteori.org
Twitter: @mt_dergi