On beş yıl süren silahlı direnişin, serhıldanların ve kitle mücadelesinin ardından PKK önderliğindeki Kürt ulusal kurtuluş devrimi yenilgiye uğradı. Bu yenilgi, bir tarafın diğerini ezmesi, direniş odaklarını dağıtması biçiminde olmadı. Öncü, emperyalistlerin desteğini alan faşist Türk burjuva devleti karşısında yenilgiye uğradı, bunun sonucu olarak devrimci stratejiden vazgeçerek küçükburjuva ulusal reformcu çizgiye yöneldi. Silahlı güçler savaş mevzilerinden çekilerek arka cephede konumlandırıldı.
Örgütlülük dağılmadı; ama örgüt yenilginin yol açtığı yeni stratejiye uygun düzenlendi. Devrimci strateji uygulanırken varolan örgütlülük, yeni stratejiye uygun yeni biçimler alsa da, yerinde duruyor. Kürt kitleleri ile öncüsü arasındaki bağlar için de aynı şeyler söylenebilir. Yenilgi yığınları örgütten koparmadı. Kürt ulusu temel taleplerinden vazgeçirilemedi. Yenilginin üzerinden üç yıldan fazla bir zaman geçmesine rağmen Kürt ezilenlerinin devrimci dinamikleri canlıdır. Ulusal talepler uğruna mücadele sınırlanmış fakat kırılamamıştır. Barışçıl mücadele biçimlerini esas alan bir kitle hareketi sürmektedir.
Faşist Türk burjuva devleti emperyalistlerin desteği ile PKK’yi yenilgiye uğrattı. Bundan dolayıdır ki emperyalist devletlerin soruna dair çözümlerini hesaba katmak zorunda kaldı. İdamın kaldırılması, sınırlı da olsa Kürtçe öğrenim ve yayın hakkının tanınması, OHAL’in resmi olarak kaldırılması 15 yıllık devrimci mücadelenin meyveleri olduğu kadar, yenilgiye rağmen, ulusal demokratik taleplerin barışçıl kitle eylemleriyle de olsa savunmaya devam edilmesinin ürünüdür. Sömürgeci devletin zaferi Kürt ulusal sorununun “zor”la gündemden kalkmasına yol açmadı. Sorun bütün canlılığıyla orta yerde duruyor. Elde edilen küçük tavizlerin Kürt ulusunu ulusal taleplerden vazgeçirmesi söz konusu değil.
İsmail Beşikçi, “Kürdistan sömürge bile değil” demişti. Bu doğru ve yerinde bir tespitti. Kürt ulusunun ulusal varlığı dahi reddediliyor, dili yok sayılıyordu. Silahlı eleştiri sömürgeci devlete “Kürt gerçeği”ni kabul ettirdi. Kürtlerin bir ulus olarak olmasa da bireysel varlığı tanındı. Ekonomik ve siyasi ilhak, yani sömürgecilik sürüyor. Kürt ulusunun kendi kaderini tayin etme hakkı kabul edilmiyor. Sömürgeci Türk burjuva devleti ordusu, polisi, mahkemeleri ve bilumum devlet kuramlarıyla Kuzey Kürdistan’ı siyasi ilhak altında tutmaya devam ediyor. Yeraltı ve yerüstü zenginliklerini yağmalıyor. Kürdistan pazarını işbirlikçi tekelci burjuvazinin çıkarlarına göre yeniden düzenliyor. Kürt işçi ve emekçilerini sömürgeci metotlarla azgın bir sömürü altında tutuyor.
Üzerinden atlanmaması gereken başka bir olgu daha var. Türk burjuva devleti emperyalizmle yeni tipte ekonomik entegrasyonu önemli ölçüde tamamladı. Bir önceki hükümet döneminde gerekli yasal altyapı oluşturuldu. 3 Kasım erken genel seçimleri emperyalizmle yeni tipte siyasi entegrasyon için bir basamak olarak düşünüldü. AKP hükümeti siyasi entegrasyonun aktörü yapılacak. Bu gelişmelerin Kürdistan’ın statüsünü ve durumunu etkilememesi düşünülemez. Emperyalizmin Türk devleti üzerindeki boyunduruğu sıkılaştıkça, emperyalist tekellerin coğrafyamız üzerindeki hakimiyeti derinleştikçe, işbirlikçi tekelci burjuvazinin emperyalist tekellere entegrasyonu hızlandıkça bütün bunların Türk devleti ile Kürdistan, emperyalist devletlerle Kürdistan ilişkilerinde kimi değişiklikler yaratması, ilişkilere yeni öğeler eklemesi kaçınılmaz olacaktır. Ekonomik ve siyasi ilhak devam ettikçe Kuzey Kürdistan’ın sömürge statüsü yürürlükte kalacaktır. Ama, Kuzey Kürdistan üzerindeki sömürgeci denetim Türk burjuva devleti eliyle sürse de, emperyalist devlet politikaları eskisinden daha önemli hale gelecektir. Nihayet bugün böyle bir sürecin içinden geçmekteyiz.
Yeni tipte ekonomik entegrasyon Türk coğrafyasını olduğu kadar Kürt coğrafyasını da derinden etkilemektedir. Sömürgeci kirli savaş tarım alanlarını kullanılmaz hale getirmiş, köylerin zorla boşaltılmasıyla Kürt yoksullarının belli başlı Kürt şehirlerinde yoğunlaşmasına neden olmuş ve Batı’ya Kürt yoksul göçünü hızlandırmıştı. PKK’nin yenilgisiyle sömürgeci savaş son bulsa da, Kürdistan köylüsünün savaş öncesi ekonomik ve toplumsal yaşama dönüşü olanaksızlaşmıştır. Küçük köylü tarımı ile geçinmek neredeyse olanaksızdır. Tarım ve hayvancılık belli büyüklükteki bir sermaye yatırımı gerektirmektedir. Kapitalist tarım işletmeciliği yaygınlaşmaktadır. GAP’la birlikte emperyalist ve yerli tekellerin toprak sahipliği büyümüştür. Sömürgecilik nedeniyle önceki dönemlerde yerel küçük sanayi ortadan kalkmıştı. Giderek tarım alanları için de aynı süreç dünden daha hızlı yaşanmaktadır. Bu gelişmelerin doğal sonucu olarak Kürdistan kentlerinde yoğunlaşma ve Batı’ya göç devam edecek, işsizlik ve yoksullaşma katmerleşecektir.
Kürdistan’ın sömürgeci boyunduruktan kurtularak özgürleşmesi yakıcı önemini korumaktadır. Bununla birlikte Kürt emekçilerinin ulusal kurtuluş özlemi her zamankinden daha çok toplumsal kurtuluşla iç içe geçmiştir. Kürt burjuvazisi için ise yön tam tersidir. Kürt burjuvazisinin üst tabakaları işbirlikçi tekelci burjuvaziyle daha sıkı bir entegrasyona girmektedir. Kürt burjuvazisinin diğer tabakaları da aynı yönde adım atmaya zorlanmaktadır. Bu durum, ulusal talepler söz konusu olduğunda Kürt emekçi sınıflarıyla Kürt burjuvazisinin tutum farklılığı arasındaki açıyı büyütecektir.
3 Kasım seçimleri Kürt ezilenlerinin sömürgeci faşist Türk burjuva devletinden kopuşma düzeyini gösterdi. Kürdistan’da yerleşik Kürt ezilenleri kendi partilerine desteğini sürdürdü. Newrozlarda olduğu gibi, seçimler döneminde de yüz binlerin yer aldığı gösteri ve eylemlerle ulusal demokratik taleplerini dile getirdiler. Kürtlerin Kürdistan coğrafyasında yerleşik bölükleri ağırlıklı olmak üzere ulusal talepler ekseninde hareket etmeye devam ediyor. Batı’ya göç edenler arasında desteğin zayıf kalması ulusal bilincin Kürdistan coğrafyasına göre daha az olmasıyla açıklanabilir. Ama bu izah yeterli olmaz. İşsizlik ve yoksulluk Batı’daki diğer emekçiler gibi Kürt emekçilerini de derinden etkilemektedir. Ulusal demokratik talepler kadar bu sorunların çözümünü de gündemine almamış bir partinin Batı’daki Kürt emekçi yığınların desteğini alması düşünülemez. Faşist rejimin sömürgeciliği tahkim ederek inkar ve asimilasyon politikasından kısmen geri adım atması, Kürt ezilenleri nezdinde, ulusal demokratik talepleri gündemin öncelikli sorununu olmaktan çıkarmaz. Ama bu, işsizliğe ve yoksulluğa karşı savaşım ve örgütlenmenin giderek önem kazandığı gerçeğini karartmaz. Sorun esasen bugün de gündemdedir. Fakat önümüzdeki dönem daha yakıcı hale gelecektir.
Marksist Leninist komünistlerin Kürt ulusal hareketine ve devrimine karşı sorumlulukları öneminden bir şey kaybetmemiştir. Tersine görev ve sorumluluklar daha da ağırlaşmıştır. Kürdistan çalışması buna uygun örgütlenmelidir. Politikalarında, Kürt ulusunun kendi devletini kurma hakkı başta olmak üzere, tüm ulusal demokratik taleplerini sahiplenme ve ulusal devrim mücadelesine önderlik etme çizgisi, proleter sınıf bakış açısına bağlanmalıdır. Marksist leninist komünistler ezilen ulus proletaryasının komünist öncüsüdür. Kürdistan’daki çalışmada bu gerçeğe göre hareket edilmelidir. PKK’nin ulusal reformist çizgisi karşısında ulusal demokratik taleplerin tutarlı ve devrimci tarzda savunulması görevi Marksist leninist komünistlerin omuzlarındadır.
Ulusal dar görüşlülükle olduğu kadar ekonomizmle de mücadele yürütülmelidir. Ulusal dar görüşlülük iki biçimde ortaya çıkıyor: Birincisi, ulusal demokratik talepleri her şey haline getirip, onun dışındaki bütün temel sorunları buna bağlı olarak ele almak. Bu görüş ulusal sorun merkezli mücadelenin coğrafyamızdaki doğal sınırlılıklarını göz ardı ediyor. Türk emekçi hareketiyle birleşmeyen bir mücadele çizgisinin başarıya ulaşmasının çok zor olduğu görüldü. Kaldı ki bugün Kürt emekçilerinin talepleri de ulusal mücadelenin sınırlarını zorlamaktadır. Kimi ulusal demokratik talepleri elde etmek uğruna reformizmi bayrak edinmek ve buradan derinleşmek ulusal dar görüşlülüğün çıkmaz sokaklarından biridir. Emekçilerin yaşamsal önemdeki taleplerine yüz çevirmek, sınırlı bazı ulusal demokratik kazanımlar uğruna rejimle uzlaşmak ve emperyalist devletlerin rejim üzerindeki baskısından medet ummak bu dar görüşlülüğün sonucudur. İkincisi, Kürt liberallerinin geldiği noktadır. Daha sıkı ulusalcılık adına, rejime daha sert eleştiriler yöneltme adına Kürt ulusal kurtuluşunu ABD ve AB emperyalistlerine havale etmektedirler. Türk sömürgeciliği yerine ABD ve AB himayesindeki bir sömürgeciliği savunur duruma düşüyorlar.
Komünistler ulusal soruna ekonomist bir pencereden bakanlara karşı da mücadele etmelidir. IMF politikaları ve genel ekonomik sorunlar nedeniyle artan yoksullaşma ve işsizlik, kırdaki mülksüzleşmenin hızlanması Kürdistan emekçilerini derinden etkilemektedir. Buradan hareketle Kürdistan emekçi sınıfları için ulusal demokratik taleplerin eski yakıcı önemini yitirdiği gibi bir sonuca ulaşmak yanıltıcıdır. Kürdistan sömürgeci boyunduruk altında tutulmaya devam ediliyor. Ulusal eşitlik reddediliyor. Anadilde eğitim ve kültürün özgürce gelişimi engelleniyor. Sınıf bakışı adı altında ulusal sorunun önemini yitirdiği sonucuna ulaşmak ekonomist bir yaklaşım olduğu kadar sosyal şovenist bir tutumdur. Kürdistan devri- minin yenilgisinden yola çıkarak sosyalizm mücadelesinin güçlendiğini düşünen sosyal- şoven görüş açısı ve yanılsama üzerinde de durmak gerekiyor. Türkiye’de devrimci sınıf hareketini geliştirmenin önündeki en büyük engel şovenizme karşı mücadele bugün de bütün güncelliğiyle önemini koruyor. Yenilginin şovenizmi zayıflattığı ve sosyalizmi güçlendirdiği gibi bir görüş tam bir dar kafalılık ürünüdür. İşçi sınıfı ve halk hareketi ancak antifaşist, antiemperyalist güncel mücadeleden geçerek şovenizmin etkisinden kurtulabilir ve devrimci yönde gelişme olanağı bulabilir. Bu yöndeki devrimci önderlik başarısı, Kürdistan’da da proletaryanın savaşımına katkıda bulunacaktır. PKK’nin ideolojik teslimiyet, politik tasfiye yoluna girerek küçük burjuva ulusal reformcu bir parti haline dönüşmesi, bunun bir sonucu olarak adını KADEK şeklinde değiştirmesi komünistlerin bu partiyle ilişkilerini kuşkusuz etkilemektedir. Fakat devrimcilikten reformculuğa savruluşu PKK’yi ve derhal ulusal demokratik bir hareket olmaktan çıkarmamıştır. Reformcu temelde de olsa Kürt ulusunun ulusal demokratik taleplerini sahiplendiği, bu doğrultuda mücadele yürüttüğü müddetçe komünistler bu talepler ekseninde onlarla ve ortaya çıkan mücadele biçimleriyle çekincesizce ilişkilenmelidir. Örneğin, barış talebi dün devrimci bir rol oynuyordu ve komünistler bu talebi sahipleniyordu. Bugün bu talep devrimci bir öz taşımıyor, buna karşın sınırlı da olsa ilericidir, Kürt halkının demokratik bir talebidir. Başka sorunlarla ilgili de aynı şeyler söylenebilir. Komünistler yerel kültürel özerkliğe denk düşen istemlerin ulusal sorunu çözmeye yetmeyeceğini bilir ve ulusal sorunun çözümünün bu sınırlar içine hapsedilmesine karşı çıkar. Ama bu, söz konusu istemlerin Kürt ulusunun demokratik özlemlerinin ifadesi olduğu gerçeğini karartmaz. Onların bu yöndeki taleplerini ortaya çıktığı her yerde sahiplenir ve savunur.
Sorun yalnızca bu biçimde ele alınırsa “destekçilik”ten öteye geçilmez. Oysa komünistlerin coğrafyamız devrimine önderlik etme iddiası vardır. Nerede bir ezilen varsa onun yanında olmak, taleplerini güncel mücadelenin parçası haline getirmek, ezilenleri bu uğurda örgütlemek ve mücadeleye sevk etmek komünistlerin görevidir. Hem komünistlerle proletarya arasında, hem de örgütlü proletaryayla diğer ezilenler arasında sağlam bağlar ancak bu biçimde örülebilir. Kürt ulusal sorunu bu bakış açısıyla ele alınırsa doğru bir temele oturtulur. Bu nedenledir ki komünistler, Kürt ezilenlerinin yaşamsal önemdeki demokratik talepleri başta gelmek üzere, Kürt ulusalcıları tarafından gündeme getirilmesini beklemeksizin bu talepler uğruna mücadeleye atılmalı ve Kürt ezilenlerine önderlik etmelidir. Örneğin, anadilde eğitim hakkı, sürgünlere son verilmesi, köye dönüş önündeki tüm engellerin kaldırılması, köyleri yakılan ve sürgün edilenlerin zararlarının ödenmesi, kirli savaş suçlularının yargılanması, genel af ilan edilmesi gibi demokratik istemleri sahiplenmek ve bu doğrultuda mücadele etmek için birilerinin bunları dile getirmesini beklemek gerekmez. Komünistler, Kürdistan coğrafyasında ve diğer bölgelerdeki Kürtler arasında yürüteceği çalışmada bu talepler etrafında mücadeleye önderlik etmekle kalmamalı, bu talepleri Türk işçi ve emekçilerin gündemine taşıyarak onları da aynı doğrultuda harekete geçirmelidir.
Kürt ulusal sorunuyla komünistlerin ilişkilenişi, demokratik taleplerin sahiplenilmesi ve bu talepler için mücadeleye önderlik edilmesiyle sınırlanamaz. Bütün bu çalışmanın Kürt ulusunun kendi kaderini tayin hakkının savunulmasıyla birlikte ele alınması gerekir. Ulusların kaderlerini tayin hakkı, hiçbir muğlaklığa yer bırakmayacak tarzda, bağımsız devlet kurma hakkı olarak ifade edilmelidir. Birleşik mücadele ve tek parti içinde örgütlenme gerekçesi ulusal devlet kurma hakkını belirsizleştirmemelidir. Sosyal şovenizmin dolaylı etkisi altındaki Türkiye devrimci hareketinin kimi bölükleri, birleşik mücadele adı altında bağımsız devlet hakkını muğlaklaştırmakta, ya da düpedüz hiçe saymaktadırlar. Komünistler propagandalarında bunlarla arasında kalın bir çizgi çekmeli, bunu ideolojik mücadelenin konusu haline getirmelidir. PKK-KADEK’in ulusal bağımsızlık stratejisinden vazgeçtiği bugünkü koşullarda devlet kurma hakkı savunusu her zamankinden daha önemli hale gelmiştir.
Komünistler Kürdistan’daki siyasal ajitasyonda “Kürdistan’a Azad” (Özgür Kürdistan) talep ve şiarını merkeze koyar. Özgür Kürdistan şiarı, Birleşik Devrim’le çelişmez. Tam aksine tarihsel tecrübeler de göstermiştir ki, Kürdistan’ın özgürlüğü Türk işçi-emekçi sınıflarıyla Kürt ezilenlerinin birleşik mücadelesinden geçer. Birleşik mücadele tek cumhuriyete değil, iki cumhuriyetli sovyetik birlik hedefine bağlanmıştır. Komünistlerin bunu program edinmesi Kürt ulusunun ayrı devlet kurma hakkını kesin ve net biçimde savundukları ve uygulayacakları anlamına gelir. İşçi-Emekçi Sovyet Cumhuriyeti yerine İşçi-Emekçi Sovyet Cumhuriyetler Birliği şiarını yükseltmeleri bunun kanıtıdır. Sovyet Cumhuriyeti ile Sovyet Cumhuriyetler Birliği arasında nüans gibi görülen şey, bir ulusun devlet kurma hakkının tanınıp tanınmaması gibi derin bir ayrımı ifade eder.
Bu gerçeklerden yola çıkan komünistler, Kürt ezilenlerinin demokratik muhteva taşıyan her talebine sahip çıkar, bu talepler uğruna mücadeleyi aktif olarak destekler ve hatta son mücadelelere önderlik eder. Ama kendisini bunlarla sınırlamaz. Coğrafyamız birleşik devriminin öncü gücü olarak, Kürt ulusunun demokratik taleplerini proletaryanın gündemine taşır; Kürdistan çalışmasında proleter, yarı proleter kadın ve gençlik kitleleri arasındaki faaliyete, kadrolaşmaya ve kurumlaşmaya öncelik vererek onların ulusal ve toplumsal kurtuluş talepleri arasında, programda ifade edildiği biçimde, doğru bağlantıyı kurar; bütün çalışmaları iki cumhuriyetli sovyetik birlik hedefine bağlar. Bu çerçevede şu talep ve şiarlara öncelik verir: Anadilde eğitim hakkı; Kirli savaş suçluları yargılansın; OHAL’in kaldırılması yetmez, OHAL’in tüm örtük biçimlerine son verilsin, OHAL bütün sonuçlarıyla ortadan kaldırılsın; Köye dönüşün önündeki tüm engeller kaldırılsın, Kürt köylülerinin zararı ödensin; Bijî Kürdistana azad; Yaşasın İşçi-Emekçi Sovyet Cumhuriyetler Birliği; Özgürlük, adalet, halklara eşitlik; Kahrolsun sömürgecilik, Yaşasın özgürlük; Bijî azadî, Bimre kolatî; Bijî bratîya gelan (Yaşasın halkların kardeşliği); Barış, eşitlik, özgürlük; Barış için özgürlük, kardeşlik için eşitlik.