Bir Kitabın Perspektifinden Bugünü Kavramak

Alman savaş uzmanı Clausewitz savaşı, politikanın başka araçlarla, şiddet araçlarıyla sürdürülmesi olarak tanımlar. Lenin, Clausewitz’in bu sözlerini bu konuda yapılmış en bilimsel tanım sayar. I. Paylaşım savaşının ilk işaretleri olan Balkanlar ve İran’daki çatışmaları bu görüş açısıyla analiz eder. Ufukta görünen savaş sinyallerinin hangi politikaların ürünü olduğunu, söz konusu politikaların kime/hangi sınıflara/hangi tekel gruplarına ve devlet gruplarına ait olduğunu açığa çıkarır. Yaklaşmakta olanın, şurada burada patlayan çatışmaların, emperyalist gruplaşmaların, hükümet politikaları ve kararlarıyla kendini ele vermekte olanın bir paylaşım savaşı olduğunu, dünya sosyalistlerine gösterir.

20. yüzyılın başında toplanan II. Enternasyonal Kongreleri, Avrupa’da yükselen militarizmi ve yaygınlaşan sömürgelerin ele geçirilme çabalarını yaklaşan bir paylaşım savaşının belirtileri sayar. Bu konularda alınan kararların oluşumunda Lenin ve Bolşevik Parti grubu oldukça etkili olur. Lenin’in kaleminden çıkan yazıların oluşturduğu Emperyalist Savaş Üzerine adlı derleme kitap, savaş ve barış sorunlarının marksist çözümlemesinin tarihsel belgesidir.

Kitapta yer alan yazılar olayların gelişim seyrine göre başlıca üç dönemi karakterize ediyor. Birinci dönem; emperyalist paylaşım savaşı öncesindeki durumun değerlendirmesi ve sosyal demokratların görevlerini açıklayan yazıları kapsar. Burada şu dikkat çeker: Durum değerlendirmesinde sosyalist hareketin bileşenleri arasında genel olarak fikir farklılıkları yoktur. Ama sosyal demokratların durumdan çıkaracağı görevlere gelince iş değişir. Lenin ve Bolşevikler, R. Luxemburg ve sınırlı sayıda gerçek marksist savaşa karşı mücadelenin, örneğin militarizme karşı mücadelenin güncel birer görev olduğunu, bu mücadelenin sosyalizm mücadelesine bağlanmasının ve savaşı önleyecek bir gelişme için proletarya hareketinin yükseltilmesinin gereğini dillendirirler. Keza, savaş çıktığı takdirde de yeni durumun gerektirdiği sınıf mücadelesi taktiklerinin devreye sokulmasını savunurlar. Buna karşılık bazıları burjuva parlamentarizminin kalıplarında hareket etmeyi erdem haline getirir. Başkaları, devrimci taktikleri somut duruma göre belirleme bilincinden uzaklıklarını sergiler. Yani emperyalist savaş ufukta belirirken Kaustky’ler, Wollmar’lar ve hatta Bebel’ler de sallanmaya başlamışlardır artık. Stuttgart Kongresi bu konularda hesaplaşma yeri olur. Lenin’den okuyalım:

“Kongrenin son günü herkesin en büyük ilgiyi gösterdiği militarizm sorununa ayrılmıştı. Dillere destan Herve, savunulması son derece imkansız olan bir pozisyonu savundu. Genel olarak savaşı kapitalizme ve antimilitarist çalışmayı bir bütün olarak sosyalizm çalışmasına bağlamaktan acizdi. Herve’nin her savaşa grev veya başkaldırıyla cevap verme planı, ...savaşın yarattığı ekonomik ve politik krizin objektif şartlarına göre belirlenebileceğini hiçbir şekilde kavramadığını ortaya koydu.” (s. 15, abç.) Herve yalnızca gerici, sömürgeci, işgal ve ilhaka dayalı emperyalist, haksız savaşlara değil, “her savaşa” karşı tutum alınmasından söz ediyordu. Oysa ezilenlerin ezenlere, proletaryanın burjuvaziye karşı gerekli ve haklı savaşlarını genel bir savaş karşıtlığı içinde, her savaşa karşı gelmek adı altında yok sayıyor ve bu haklı savaşları emperyalist haksız savaşla bir tutuyordu.

Herveizme karşı mücadeleye Bebel de katılır; ama parlamenter avanaklığın savunusu temelinde yapar bunu. Sonunda Herveizm mahkum edilir. Lenin bunu çok keskin bir eleştiriyle dile getirir:

“Herveizm reddedildi; ancak bu red oportünizmin yararına olan dogmatik ve pasifist açıdan red değildi. Bununla daha azimli ve yeni mücadele metotlarının acil bir ihtiyaç olduğu enternasyonal proletarya tarafından tamamıyla benimsenmiş ve kapitalizmin yarattığı şartlarla ekonomik krizin yoğunlaştırılması birbirine bağlanmıştır.

Boş Herveist tehdit değil, sosyal devrimin kaçınılmazlığının anlaşılması, sonuna kadar savaşmaya karar verilmesi ve en devrimci mücadele yöntemlerini kabul etmeye hazır olma- işte Stuttgart’taki ... kararın özellikleri.” (s. 16-17)

Bu pasajlarda, yaklaşan emperyalist savaşa karşı mücadelenin hem öncesi hem sonrası için kesin ve açık bir sınıf savaşı perspektifiyle ele alınmasının zorunluluğunu görüyoruz. Buradan bugünkü petrol savaşının son hazırlıkları karşısında savaş karşıtı mücadelenin zaafları ve sorunlarına yaklaşım için önemli bir deney aktarımı elde etmiş oluyoruz. Bugün savaş karşıtı cephede en zayıf yan, sınıf görüş açısı eksikliğidir; dolayısıyla savaşa karşı mücadeleyi, savaşın kaynaklarına karşı mücadeleye bağlamayan, savaşın ortaya çıkaracağı kriz ortamından devrimci sınıf savaşı taktikleriyle yararlanmak fikrinden uzaklığın arzettiği tehlikedir. Bugün de savaşa karşı mücadele bu savaşın kaynağı emperyalist sisteme karşı bir mücadele olarak, kapitalizme karşı sosyalizm için mücadele ile birleştirilmelidir. Silahlanmanın geliştirilmesine, Körfez’in silahların her çeşidinin kuşatmasına alınmasına, bölgelerin ve ülkelerin işgal girişimine, savaş kredilerinin açılmasına, operasyon için üs açmalara vb. karşı yükseltilecek her ses, geliştirilecek her eylem bugünkü konjonktürde büyük öneme sahiptir. Emperyalist ideolojik hegemonyanın parçalanması, ezilenler arasında dünya kardeşliği fikrinin yeşermesi, emperyalist haydutluğa karşı dünya ezilenlerinin ortak bir duygu ve davranış göstermesi, emperyalist saldırganlığı önleme gayreti ve kararlılığı tarihsel bir öneme sahiptir. Fakat bütün bu mücadele savaşa yol açan politikalara, politikaların sahipleri emperyalistlere ve yerli işbirlikçilerine, emperyalist savaşa kaynaklık eden nedenlerin ta kendisine, emperyalizme, kapitalizme, sömürü ve zorbalık düzeni ve rejimlerine yönelmezse, yöneltilmezse; mücadele, devrimci bir savaş planına, bir devrim projesine bağlanmazsa yeterince etkili ve kalıcı sonuçlara ulaşılamaz. Emperyalist Savaş Üzerine adlı bu kitap ve Stuttgard Kongresi’nde- ki hesaplaşma, emperyalist savaş güçlerine karşı mücadelenin bu en temel özelliğini anlamamızı sağlıyor.

Stuttgart Kongresi bir şeyi daha çok önemsiyor: Gençler arasında ajitasyon; gençlerin sosyalizm ruhuyla donatılmasını ve halkların kardeşliğini kavrayacak şekilde eğitilmesini. Çünkü savaş patladığında burjuva ordularının saflarını işçi, köylü, işsiz ya da öğrenci gençler dolduracak. Zorunlu askerlik yasaları burjuvaziye hazır ve ucuz yoldan asker edinmeyi olanaklı kılıyor. İdeolojik kılıf da hazırdır: vatan görevi. Gençlerin eğitiminin çok önemli olduğu bugün de söylenmeli. Sosyalist eğitim; vatan görevi diye orduya katacakları gençlerin, öne sürülen görevin emperyalist çıkarlarla, burjuvazinin sınıf egemenliği ihtiyaçlarıyla bağlantılı olduğunu öğrenmeleri, silahlarını kendileri gibi emekçi gençlere değil de savaş emri veren burjuvalara çevirmelerini sağlayacaktır. Bugün burjuvazi daha fazla demagoji yapıyor. Örneğin Bush, savaş bölgesine giderek askerleri ziyaret edip, “Irak halkının özgürlüğü için savaşacaksınız” gibi bir görevden söz ediyor. Bu demagojinin boşa çıkarılması için gençler arasında örgütlenen savaş hakkında ajitasyon çalışmasının önemini anlamakla birlikte kitapta, o günkü koşullarda bu işi gerçekleştirme yolları ve yöntemleri konusunda da aydınlanmak ve esinlenmek mümkün.

Bu bölümde sözü edilmesi gereken bir başka yön ise emperyalist savaşı örgütleyenlerin diplomatik cambazlıklar içinde barış olanaklarından söz ederek savaş planlarını gizleme çabaları için Lenin’in söyledikleridir:

“Diplomatlar telaş içinde. ‘Notlar’, ‘raporlar’, ‘açıklamalar’ sağnağı var; ellerinde şampanya kadehi, ‘barış için çalışan’ taçlı kuklaların arkasından bakanlar fısıldaşıyor. Fakat tebaları biliyor ki, taçların üşüştüğü yerde mutlaka bir leş vardır.”

Günümüze ne kadar benziyor değil mi? Elinde barış çubuğu, Suudi Arabistan’dan girip Mısır’dan çıkan Abdullah Gül; BM denetçilerinin raporlarını bekleyelim, diyen Almanya Başbakanı, notlar, BM, silah denetçi raporları, kararlar, kararlar; hepsi de savaş pazarlıklarını ve planlarını örtmek, halklardan savaş gerçeğini gizlemek için değil mi? Yine basında ırkçısından liberal ahmağına pek çok kalemin Pentagon’la MGK veya Türk Genelkurmayının birlik ve ayrılık noktalarını günler boyu tartışmalara konu etmeleri... Lenin bu çabaları, kirli pazarlıkların gizlenmesi için liberal ahmakların işi saymakta. Bugün de barış olanakları hala var gibi gevezelikler savaş yandaşlarının ve savaş planlarına dahil olanların gerçek rollerini gizlemek, kitlelerin savaşa karşı duyarlıklarını törpülemek yanında, beyinlerini işgal ederek gerçekleri gizleme girişimleri değil mi?

Stuttgart kararları üzerinde II. Enternasyonal’de yürütülmüş mücadeleler, tutarlı marksist görüş açısına ve burjuvaziye karşı sınıf mücadelesi çizgisine bağlı kalanlarla, savaş hazırlıkları karşısında tutarsız, anarşist fikirler ileri sürenler ya da teorik doğruları sayıp dökmeyle yetinenleri, nihayetinde emperyalist burjuvazinin savaş girişimi karşısında çözülen, dahası ihanet edenleri ayrıştıran ilk adım olmuştur.

Birinci bölümün yazılarının sonunda 1912 tarihli Basel Kongresi kararları yer almalı. Kongre, başlayacak bir savaşta “kapitalizmin çıkarı ve kan uğruna, hanedan şerefi ve diplomatik gizli anlaşmaların hatırı için vurmayı suç sayar” kararını alır ve elindeki silahı sınıf kardeşlerine doğrultmayı yasaklar.

Kitaptaki yazıların ikinci bölümü, 1914’te savaş başladığında kendi burjuvalarının bayrağı altında safa girenlerin, savaş kredilerine oy verenlerin ve emperyalist devlerin kapışmasını “yurt savunması” olarak sunup işçi sınıfını ihanete zorlayanların teşhis ve teşhir edilmesine dairdir. Bu bölüm yazıları Rus sosyal demokrasisinin “Avrupa savaşı” hakkında yaptığı özel toplantının benimsediği önergeyle başlıyor. Başlayan savaş için, “pazarlar ve yabancı ülkeleri yağma etmek için mücadele, ayrı ayrı ülkelerdeki proletaryanın ve demokrasinin devrimci hareketlerini bastırmak, burjuvazinin kazancı için çeşitli ülkelerdeki ücretli köleleri karşı karşıya getirip bütün ülkelerdeki proletaryayı aldatmak, parçalamak ve boğazlamak, işte savaşın gerçek özü ve nedenleri budur” demektedir. (age s. 56)

Eğer savaş karşısında böylesine tutarlı bir teorik ve pratik konum alınabilirse, emperyalist sistemin bugünkü en zayıf halkası Ortadoğu’da, emperyalistlerin ve işbirlikçilerin füzeleri ve fantomları çektiği (kılıçlar eskidi çoktan) petrol bölgesinde toplumsal alt üst oluşlar, toplumsal devrimler neden gerçekleşmesin ki? Neden dünyanın ezilenleri, ama özel olarak bölgenin tüm ezilenleri; Türk, Kürt, Arap ve diğer uluslardan işçiler, işsizler, emekçiler, ezilen halklar, faşizmin ve emperyalist saldırganlığın hedefi durumundaki aydınlar, çevreciler doğanın ve insan soyunun kırımı demek olacak bu savaştan, savaşı yaratanları, emperyalist kapitalizmi bütün kuramlarıyla tümden ortadan kaldıracak bir savaş örgütlemesinler? Ya da hiç olmazsa, insan soyunun sosyalizmin yenilgisiyle koma halinde yaşamakta olduğu kendine güvensizliği kıracak, Ortadoğu parçasından başlayarak devrimlere kapı açmayı niye denemesin? Emperyalist Savaş Üzerine adlı kitabın makaleleri arka arkaya okundukça bugünkü durumdan çıkarılacak tek vazifenin devrim için örgütlenmek olduğu daha net bir düşünce olarak öne çıkıyor.

Kitaptaki üçüncü bölüm dediğimiz yazılar, zaten yüzyılın ilk çeyreğinde, emperyalist savaşın yarattığı alt üst oluşlar içinde, savaşın yarattığı krizden yararlanmanın programatik ve taktik siyasetini, örgütsel planlarını ve yapıcılarını bir kez daha tanıtıyor. Yani, emperyalist cephe zincirini en zayıf halkasında (Rusya’da) kıran Ekim devrimini ve savaşa karşı mücadelede tek tutarlı, kararlı tavrın, burjuvaziye karşı sınıf savaşı çizgisini izleyenlerin ellerinde yükselen III. Enternasyonal’in kuruluşu ve ilk kongre kararlarını buluyoruz bu bölümde.

1915 yılında savaş patladıktan sonra emperyalizmi, kapitalizmin en yüksek aşaması, ama aynı zamanda çürüyen kapitalizm olarak tanımlarken Lenin yanılmamıştı. Aynı zamanda emperyalist tekel grupları ya da devletler arasında rekabet, hegemonya yarışı ve pazar paylaşımı kavgasının yeni dönemde daha şiddetli biçimler alacağını, emperyalist gruplar arasındaki dalaşın dünya çapında savaşlara yol açmasının kaçınılmazlığını, onun bütün çelişkilerinin keskinleşmesiyle devrimlerin bağını çözümlemişti. Daha tam bir ifadeyle, çağı emperyalizm ve proleter devrimler çağı olarak adlandırmıştı. Hem I. ve hem de Lenin’in görmediği II. Emperyalist paylaşım savaşı önlenemedikleri durumda devrimlere yol açmış ve Lenin’i doğrulamıştı.

Emperyalist tekel grupları/devletleri arasında Balkanlar, Kafkaslar ve Ortadoğu, tıpkı 20. yüzyılın başındaki gibi -tarihin ironisi belki de-, en keskin çıkar çatışmalarının yaşandığı yerler. Bu nedenle Doğu Bloku ve SB’nin dağılmasıyla başlayan çatışmalar (Orta Asya zenginlikleri üzerinde hegemonya dalaşı da eklendi) dönemi, tam da bu yeni durumu karakterize ediyor.

Ortadoğu çatışmalar zincirinin en kritik ve bugün son halkası. Lenin’in tezleri, günümüzü çözümlemekte, en çok, işte bu halkayı kavramaya yarıyor. Ortadoğu, emperyalist tekel grupları ve devletleri arasında; emperyalistlerle bölgenin ezilen halkları, ulusları arasında (hatta bağımlı devletlerin ve eski kimi işbirlikçi rejimlerin) çelişkilerinin en keskin olduğu yer. Bu nedenle de emperyalist cephe zincirinin en zayıf halkalarından birisidir; yani devrime en yakın, hatta devrime gebe dünya toprakları arasındadır. Ortadoğu’da emperyalist saldırganlığa, Irak operasyonu adı altında bölgenin yeniden emperyalistlerce işgaline karşı mücadele ne kadar önemliyse, bu saldırı önlenemediğinde savaşı bölgenin tümünde emperyalizmi ve yerli gerici/ işbirlikçi rejimleri hedefleyen devrimci savaşlara çevirmek de bir o kadar önemlidir.

Dahası nesnel durum, böyle bir devrimci savaşın gelişmesi için oldukça elverişli. Öznel durum hesaba katılmaksızın bir devrim stratejisi elbet çizilemez; ama devrim için nesnel koşulların elverişliliği strateji ve devrimin öncü/önder güçlerinin, savaş güçlerinin oluşturulması için görevler dizisi belirlemenin çıkış noktası olacaktır.

Bu hangi temel üzerinde yükselecektir? Emperyalist savaş karşısında günümüzün acil görevi, gözü dönmüş kan emici emperyalist canavarın, ABD emperyalizminin Irak’a saldırısını önlemektir. Diğer emperyalistlerin saldırıya karşı tutumlarının gerçek nedenlerini açığa çıkartmaktır. ABD’de somutlaşan emperyalist savaşın ABD’nin dünya egemenliği stratejisinin bir parçası, sermayenin egemenliği söz konusu olduğunda diğer emperyalistlerin ABD’nin suç ortağı olduğu, aralarındaki çelişkinin hangi emperyalist sermayenin daha egemen olması gerektiğinden kaynaklandığını göstermektir. Emperyalist saldırıyı önlemek için çok çeşitli mücadele ve örgüt biçimlerini devreye sokmak, Ortadoğu halkları arasında antiemperyalist mücadele birlikleri oluşturmak, dünya çapında gelişen emperyalist savaş karşıtı gösterileri coğrafyamızda da büyütmek, “canlı kalkan”larla savaşı önleme kararlılığını genelleştirmek vb. yöntemlerle Ortadoğu halkları arasında kardeşliği örmek, dünya halkları arasında antiemperyalist dayanışmayı geliştirmek ve en önemlisi de emperyalizmin kadr-i mutlak olmadığını kanıtlamaktır. ABD emperyalizmini saldırıdan vazgeçirmeye zorlamak yolunda atılacak her adım ABD saldırsa bile emperyalist savaşı önleme kararlılığını emperyalist işgale karşı mücadeleye dönüştürmede ve devrimci bir karşı savaş geliştirmede güçlü bir zemin oluşturacaktır. Halihazırda Filistin halkının İsrail siyonizmine karşı yürüttüğü mücadele Ortadoğu çapında ABD emperyalizmine karşı mücadeleye dönüşecektir. Konunun bu yanı, elbet bu yazının konusu değil. Ama Emperyalist Savaş Üzerine başlığı altında seçilmiş yazılarla Lenin bir kez daha devrimi iş edinenlerin, emperyalist haydutlara karşı yaşam hakkını savunanların, savaşın yaratmakta olduğu krizden, insanlığın büyük geleceği için yararlanmanın yaşamsal önemi ve bu ideale sıkı sıkıya bağlı kalarak çalışmanın ve yaşamanın ezilenlerin onurlu zaferlere taşıyacağının bilgisini, gözlemini, teorik ve pratik yönleriyle gösteriyor, ufuk açıyor.

Öğrenmek isteyenleri, zamanında öğrendiklerini unutanları, bugünkü savaş karşıtlığı potansiyelini nereye evrilteceğini henüz kestiremeyenleri derinden sarsacak, güncelin öne sürdüğü sorunları materyalist tarih anlayışına bağlı kalarak aydınlatmak isteyenlere, illa da devrim isteğini, kaygısını ve uğraşısını sürdürenlere söz konusu kitap üzerinde ufuk açıcı bir gezinti öneriyoruz.

Marksist Teori

Yaygın Süreli Yayın
Varyos Gazete Dergi adına Yazı İşleri Müdürü: Tülin Gür
Posta Çeki Hesap No: Varyos Gazete Dergi 17629956
Türkiye İş Bankası IBAN: TR 83 0006 0011 1220 4668 71

Bize Ulaşın

Yönetim Yeri: Aksaray Mah. Müezzin Sok. İlhan Apt. No: 12/1 D:7 Fatih/İSTANBUL
Tel: (0212) 529 15 94  Faks: (0212) 529 06 75
Web Sitesi: www.marksistteori5.org
E-posta: info@marksistteori.org
Twitter: @mt_dergi