ABD’nin yeni dünya düzeni saldırısı Irak’a odaklandı ve eğer halklar önleyemezse bir emperyalist savaşın eşiğindeyiz. Kuşkusuz Irak önceliği petrol zenginliği tarafından belirleniyor. Fakat ABD stratejisinin, odağında kendisinin durduğu, tek merkezli bir emperyalist-kapitalist dünya düzeni olduğu unutulmamalıdır. Devrimlerin ve devrimci savaşların boğulduğu bir dünyadır bu. Küçük devletlerin koşulsuz boyun eğdikleri; en irileri de dahil, emperyalist devletlerin ABD’nin dünya jandarmalığını kabul ettikleri bir dünya. Aslında ABD emperyalizmi bu işe ‘90’lı yılların başında girişti; “demokrasi”, “barış”, “temel insan hakları”, “uluslararası adaletli hukuk” üzerine demagojilerle ve ihtiyaç duyduğu anlarda emperyalist koalisyonun askeri kuvvetlerine dayanarak Pax Americana stratejisi temelinde bir yeni dünya düzeni kurmaya soyundu. Elbette beklediği gibi olmadı. Dünya ezilenlerinin özellikle 1995’ten itibaren yeniden canlanmaya başlayan mücadelesi, güçlenmeye yüz tutan devrimci savaşımlar, Filistin halkının direnişi, ABD’ye teslim olmayı reddeden Küba, Kuzey Kore gibi devletler gerçeği ve nihayet başta Almanya- Fransa merkezli AB olmak üzere yeni emperyalist güç merkezlerinin belirginleşmesi ABD’nin yeni dünya düzeni planını bozdu, işlemez hale getirdi. Bu durum ABD emperyalizmini amacına ulaşmak için yeni bir stratejiye yöneltti. Bu, yediği 11 Eylül darbesini vesile yaparak ilan ettiği, “terörizme karşı on yıllarca sürecek savaş”, “önleyici vuruş hakkı”, “haçlı seferi” gibi kavramlarla beslenen açık bir emperyalist terör stratejisiydi. Irak’a saldırı ve egemen olma planı bunun dışavurumlarından birisidir.
Güncel planda ele alındığında ABD emperyalizmi Irak önceliğiyle neyin peşindedir? Vurgulandığı gibi, en başta petrol kaynaklarına göz dikmiştir ABD. Ortadoğu’yu denetim altına almak ve yeniden şekillendirmek isteği onun ikinci hedefidir. Ve nihayet tüm dünyaya korku salmak istiyor.
Çok açıktır ki dünya proletaryası ve halklarının politik, askeri ve moral darbeleriyle durdurulamazsa, ABD emperyalizmi dünyanın dört bir yanında yeni dünya düzeni hedefine bağlı saldırılarına devam edecektir.
ABD'nin Irak İşgal Hazırlıkları Karsısında Halkların Tavrı
Bu açıdan en başta Irak ve Ortadoğu halklarının duruşuna bakılmalıdır. Irak Arap halkının ABD emperyalizmine karşı taşıdığı direniş eğilimini ortaya koyan değişik veriler mevcut. Seçimlerde Saddam’a verilen çok yüksek orandaki oyu “Yaşasın Saddam”dan çok “Kahrolsun ABD” diye okuyabiliriz. Keza seçim pusulalarına “evet”in kanla yazılmasındaki öfke de aynı mesajı taşıyor. Ortadoğu’nun bütününde de Amerikan emperyalizmine duyulan derin nefret çeşitli vesilelerle dışa vuruyor. Filistin direnişi bunu anlatıyor. Ürdün’ün Maan kentinde “savaş halinde durumun kontrolden çıkmaması” için sokağa çıkma yasağı koyarak saldırıya geçen ordu ve polis birliklerine karşı maskeli ve silahlı yüzlerce gencin sokak sokak çarpışarak direnişinde, yine Ürdün’de bir ABD’li diplomatın öldürülmesinde, Kuveyt’te ABD askerlerine saldırılarda, son olarak da Bahreyn’de ABD’lilerin kaldığı otellere saldırıda bunun sivrilmiş örneklerini gördük. Lübnan’daki öfkede yansıyan da budur. Ve nihayet değişik Arap ülkelerinde on binlerin ve yüz binlerin kitle gösterileri bunu gözler önüne seren parlak örnekler oldu.
Sorunu ABD’nin Irak işgali hazırlıklarına karşı halkların tavrı açısından ele aldığımızda da görüyoruz ki, dünyanın her kıtasından proletarya ve ezilenler binler, on binler ve yüz binler halinde öfke ve protestolarını yükseltiyor; emperyalist savaşı önlemeye çalışıyorlar. Bilincinde olunsun ya da olunmasın İspanya iç savaşında enternasyonal tugayların ve Sovyetler Birliği’nde faşist işgalcilere karşı halkların birleşik direnişinin yarattığı esinden beslenen “enternasyonal canlı kalkan” düşünce ve girişimi yalnızca ABD emperyalizmine direnişin değil, fakat aynı zamanda terör demagojilerini, dinsel ve ulusal tuzakları aşarak dünyayı ezenler ve ezilenler biçiminde saflaştırmaya dönük yüzü itibariyle de önem taşıyor. Hiç şüphe yok ki tarih, ezilenlerin yaratıcılığını yansıtan enternasyonal canlı kalkan girişimini başta Ortadoğulular olmak üzere, dünya halklarının Saddam rejimine desteği olarak değil, ABD emperyalizminin yeni dünya düzeni köleciliğine karşı kurdukları barikatlardan birinin adı olarak kaydedecektir.
ABD'nin Irak'a Saldırmasını Bir Yıldır Engelleyen Nedir?
ABD emperyalizmi bir süredir, Irak’a saldırıp saldırmayacağını BM denetçilerinin 26 Ocak’ta verecekleri rapora göre tayin edeceği ve aslında “uluslararası hukuk”a bağlı olduğu izlenimi vermeye çalışıyor. Hatta savaş kliğinin kimi sözcüleri Bush yönetiminin ve ABD’nin aslında “savaş istemediği”ni söyleme cesareti bile gösterdiler! Bu demagojilerin ve gerçekte ABD’nin Irak’a saldırıyı bir yıldır erteleyip durmasının nedeni nedir? Teknik hazırlık mı? Uygun iklim koşulları mı? “Uluslararası hukuk”un gerekleri mi? Yoksa başka sebepler mi? Gerçeği biraz daha yakından inceleyelim.
ABD emperyalizmi Irak’a saldırıyı, “onyıllarca sürecek savaş” stratejisinin ilk sırasına koyduğunu, Afganistan’a ölüm yağdırdığı günlerde açıklamıştı. Öyle ki yürüttüğü psikolojik savaş bombardımanıyla analistler ve tahmin yürütenler arasında daha geçtiğimiz bahar bir saldırı beklentisi oluşturabilmişti.
Oysa ne ABD, ne de diğer emperyalistler kadr-i mutlaktırlar. Bu dünyada proletarya ve halklarda ifadesini bulan bir irade daha vardır. Ve o iradenin hangi biçimlerde ve düzeyde ortaya çıkacağı bir yana, mevcudiyeti ve etkisi şüphe götürmez bir kesinliktir. İşte tam da bu çerçevede gelişmelere şahit oldu dünya.
ABD bir yıl boyunca bu iradenin yükselttiği barikatlar nedeniyle aşağılık planlarını uygulayamadı.
Oslo anlaşmasını yırtıp atan, İsrail’de bir antisiyonist mayalanmaya ve son olarak da hükümet krizine yol açan Filistin halkının kahraman direnişi aynı zamanda ABD’nin Irak’a saldırısının önünü kesen ilk barikattı.
Küçük bir savaş gücünün kınlamayan iradesinin yaratabileceği mucizelere iyi bir örnektir Filistin direnişi. ABD o günkü koşullarda Irak’a karşı girişeceği bir saldırının Ortadoğu’daki ateşe benzin dökmek olacağını gördü ve daha uygun koşullara değin beklemeyi tercih etti. Filistin halkının iradesinin kırılacağını umuyordu; ama tersi oldu. Üstüne üstlük bu süreç yeni engelleri hazırladı. Filistin’de söylenen marşın tüm dünyada ezilenlerin kulaklarını ve yüreklerini doldurduğu süreç, aynı zamanda ABD’nin 11 Eylül sonrası oluşturduğu toplumsal psikolojinin de dağıldığı süreç oldu. Dünyanın dört köşesinde milyonların Filistin halkıyla dayanışma gösterileri, emperyalist küreselleşme saldırısına karşı aynı tempoda süren görkemli eylemler, değişik ülkelerde yaptığı gezilerde Bush’u ve ABD’yi protesto gösterileri ve için için büyüyüp, yayılan ABD’nin Irak’a saldırısına hayır eylemleri, tüm dünya halklarının bu en azılı düşmanın önüne yeni setler dikti. Keza aynı dönem, beklendiği gibi 11 Eylül sonrası kurulan emperyalist koalisyonun bozulması, Almanya, Fransa ve Rusya’nın, ABD’nin Ortadoğu egemenliği planına hayır demelerine evrildi. Bu ABD’nin işini zorlaştıran bir faktör oldu.
BM’yi beklemeye ’ daha fazla tahammül edemeyeceği ve bir saldırı koalisyonu kurup liderliğini üstleneceği tehditlerini savurduğu Eylül 2002 sonrası dönemde, bizzat bu ülkeyi de kapsayacak tarzda büyüyen ve genişleyen protesto dalgası ve iyice belirginleşen emperyalistler arası çatlak, ABD’yi yeniden “uluslararası meşruiyet” arayışlarına itti. Son BM kararları biçimsel olarak ABD lehine görünse de, esasen savaş hazırlıklarına karşı gelişen hareket önünde onun bir geri adımıdır ve sonuçta da ABD’ye yeni zorluklar ve engeller hazırlayacaktır. Irak, “gelin denetleyin”, “çok istiyorsanız ABD istihbaratından elemanlar da gelebilir” türünden ödünlerle manevra yaparak ABD’yi “uluslararası kamuoyu” önünde daha da zor bir duruma soktu.
Tüm bunlar gösteriyor ki, bir yıl sonra gelinen yerde ABD emperyalizmi Irak’a saldırı için daha fazla bedeli göze almak zorundadır.
Irak'a Saldırı Ve Türk Burjuva Devleti
Burjuvazinin faşist devleti Türk halkı adına ve onun yüksek çıkarlarını temsilen kararlar aldığını ilan ediyor. Oysa gerçekler bunun zehirli bir yalan olduğunu gösteriyor.
Türk burjuvazisi ve büyük sermaye sınıfının ordusu, Irak’a saldırı konusunda efendisine zorluk çıkarmak istemiyor; fakat korkuları onu ihtiyatlı davranmaya, kimi çıkarları ise ABD’den koparabileceğinin en fazlasını koparmaya itiyor. Korkuları nedir?
Evet, en azından ABD’nin, işbirlikçi de olsa bir Kürt devletinden yana olmadığını çok iyi biliyorlar. Fakat Kürtler’in de eşit bileşeni olacakları bir federal Irak bile Türk burjuva devletinde korku yaratıyor. Kolektif Kürt kimliği ve kolektif Kürt hakları sömürgeciliğin kabusu oluyor. Hele hele de bu federal devlet içinde Kürtlerin Musul-Kerkük gelirlerinden pay alma ihtimali ona durumu daha da korkunç gösteriyor.
İkincisi, 15 yıllık savaşım boyunca tüm kirli savaş yöntemlerine rağmen Kürt gerillasını askeri yenilgiye uğratmayı başaramamış generaller, büyük bir asker gücüyle Irak’la savaşa atılmakta pek de arzulu görünmüyorlar.
Üçüncüsü, Arap halklarının düşmanlığını kazanmanın yaratacağı uzun vadeli sorunlar da (belirli bir Arap nüfusa da sahip olan ve halkın yüzde 99’unun Müslüman olduğunu yineleyip duran) Türk burjuvazisini ve generallerini endişelendiriyor.
Dördüncüsü, emperyalist savaşın ABD’nin kazanmasıyla, hem de kısa sürede biteceğinin tek geçerli ihtimal olmayışı, Türk burjuvazisini ve silahlı-silahsız yüksek devlet bürokrasisini korkutuyor.
Ve beşincisi, daha dönemsel bir endişeleri ise uğrayacakları ekonomik ve mali kayıpların ABD tarafından karşılanmayabileceği ve bunun yaratacağı sonuçlar.
Tüm bunlar Türk sermaye oligarşisinin ve generallerinin “barışçı çözüm imkanlarının sonuna kadar zorlanması” diğer bir ifadeyle Saddam’ın bir başka yoldan devrilmesi ve “Irak’ın üniter yapıya kavuşturulması” duasına yol açıyor. Elbette bu boş bir duadır. Aslında onlar da bunun ayırdında. O nedenle de son ana değin pazarlık yapma taktiği uyguluyorlar. “Savaş bize rağmen çıkarsa dışında kalamayız” demagojilerinin dile getirdiği budur.
Temel istekleri, himayeci sömürgecilik koşullarında Güney Kürdistan’da politik-askeri himayeciliğin kendilerine verilmesi, Musul ve Kerkük’ün, dolayısıyla petrolün Kürtler’e kapalı tutulması, Türk burjuvazisinin ise petrollerden doğrudan veya dolaylı yararlanması, ille de kurulacaksa Federe Irak devletinde Türkmen’lerin de eşit bir unsur olarak temsilinin sağlanması ve devlet olarak savaş sürecinde uğrayacakları çeşitli türden ekonomik ve mali zararların ABD tarafından tümüyle karşılanmasıdır. Elbette açıkça dillendirmeseler de gönüllerinde yatan temel arzulardan biri KADEK’in askeri kuvvetlerinin ezilip dağıtılması, hatta mümkün olursa tümüyle imhasıdır.
ABD’nin “petrol, merkezi Irak devletine ait olacaktır” tavrında olduğu ve dolayısıyla vanaları sıkıca elinde tutacağı; Güney Kürdistan’da politik-askeri hegemonyanın Türk burjuva devletine verilmesinin burjuva-feodal Kürt işbirlikçilerle sorun yaratacağı düşüncesi taşıdığı, bu yüzden de söz konusu isteğe ilgi göstermediği; Irak muhalefeti adına bir araya topladığı grupların Türkmen’leri kendileriyle eşit statüde görmeye yanaşmadıkları ve ABD’nin bunu gözettiği dikkate alınırsa faşist sömürgeciliğin son ana kadar pazarlığı zorlama tavrı daha iyi anlaşılabilir.
Türk sermaye oligarşisi ve generaller, eğer ABD ihtiyaç duyarsa “güvenlik satan devlet”, bir başka ifadeyle “paralı asker rejimi” olarak, üsler bir yana yalnızca havaalanlarını, limanlarını ve topraklarını emperyalist efendilerinin hizmetine sunmakla kalmayacaklar, aynı zamanda korku ve endişelerini sırtlanarak, askerleriyle de bu maceraya atılacaklardır. Bu hem Enverist eğilimlerinin, ama daha çok da Clinton’a danışmanlık yapmış şimdinin gazetecisi bir ABD’linin “IMF Türkiye’yi ABD için satın aldı” vurgusunda ifadesini bulan yeni sömürge mecburiyetleri nedeniyle olacaktır. Aralık ayı boyunca ABD ve Israil’in yetkili politik ve askeri temsilcileriyle süregiden görüşme trafiği emperyalist savaşta Türk burjuva devletinin ne yapacağını yeterince gözler önüne seriyor.
ABD Saldırısı Ve Kürt Ulusu
Kürt ulusunun değişik parçalarda alacağı tavır, kendi geleceği ve bölge halklarıyla ilişkileri bakımından büyük bir önem taşımaktadır. Kürt ulusu kaderini ya dünya ezilenleriyle birleştirecek ya da emperyalistler arası çelişkilerde, emperyalistlere bağımlı, yarı sömürge güçler arasındaki çelişkilerde “aradan sıyrılma” imkanını merkeze alarak, Abdullah Öcalan’ın sömürgeciliğe teslim edilmesinde olduğu gibi ağır bedeller ödeyecek, yıkıcı hayal kırıklıkları yaşayacaktır. Kaldı ki bu kez durum Arap halklarıyla ABD emperyalizmi ikileminde yattığı için, Kürt halkıyla Arap halkları arasındaki ilişkilerin geleceği bakımında da çok önemli bir yere sahip olacaktır. Bütün bunlardan ayrı olarak ABD emperyalizminin Irak’ta bir himayeci sömürgecilik rejimi kurması halinde, Kürt ulusu üzerindeki köleci baskı daha da ağırlaşacak, yalnızca ve yalnızca emperyalist sistemin dışında kurulabilecek olan özgür yaşam ve özgür vatan yeni bedeller gerektirecektir.
Bu konuda Kürt halkının bağrındaki tüm politik güçler içinde en etkini olan, dört parçayla değişik biçim ve düzeylerde bağı bulunan KADEK’in tutumu büyük bir öneme sahiptir. Keza Kuzey Kürdistan’da halkın ulusal varlığını cisimleştirdiği HADEP’in duruşu mutlaka hesaba katılması gereken bir durumdur. Dört parçanın genel çıkarlarını temsil etme ve ulusal birlik iddiaları taşıyan Kürdistan Ulusal Kongresi’nin (KNK) politik tavrı da gözetilmelidir. Bu açılardan son bir-iki aylık dönem hariç olumlu bir tablodan söz etmek mümkün değildi. O nedenle marksist leninist komünistlerin şu değerlendirme ve uyarılarını hatırlatmakta fayda var:
“Körfez Savaşı’nda, Güney Kürdistan’ın burjuva-feodal ulusal hareketini kendi amacı yönünde kullanan ABD’den, federal bir Kürt ulusal devleti bekleniyordu. Buna karşı çıkan Türk burjuvalarıyla, destekleyen Kürt reformcuları, kaygı ve beklentileriyle bunu dile getiriyorlardı. Ama ABD himayeci sömürgeciliği statüsündeki ‘Kürt özerk bölgesi’ egemenlerinin gerçekte birincil işlevi, Güney’de konumlanan Kuzey’in Kürt ulusal devrimci güçlerini ezip dağıtmaya çalışması oldu.
Bugün Irak’a karşı ikinci ve çok daha yıkıcı bir saldırıya hazırlanan, bu emperyalist küstahlık ve kan dökücülüğünü sözüm ona uluslararası destek ve rıza alarak meşrulaştırma peşinde koşan ABD, Güney Kürdistan’ın burjuva-feodal Kürt güçlerini, Afganistan’lı savaş ağalarını kullandığı gibi kullanmaya çalışıyor. Ne var ki ABD, Irak’ta, Karzai’sini bulamadığı gibi, emperyalist sistem güçlerinden beklediği desteği de güvencelemiş değil.
Güney Kürdistan’ın burjuva-feodal önderlikli Kürt partileri, Saddam rejiminin yıkılıp, ABD kuklası yeni bir rejim kurulmasının, Irak’a demokrasi, Kürtlere de özgürlük getireceğini vaaz ediyorlar. Bu boş hayali yaymaktan yorulmuyorlar. Keza, Güney Kürdistan’da önemli politik- askeri mevzilere ve güçlere sahip, küçük burjuva ulusal reformcu PKK’nin de, Irak’ta bir rejim değişikliğinin Kürtler ve kendileri için ‘iyi olacağı’ fikrini pompaladığı görülüyor. Emperyalist ABD’nin, bırakalım geçtiğimiz yüzyılın ‘50’lerinden sonraki süreci, salt son yirmi yıldır, Çad, Grenada, Libya, Fas, Panama, Afganistan, El Salvador, Haiti, Bulgaristan, Somali, Irak, Peru, Meksika, Sudan, Yugoslavya ve ikinci kez Afganistan’da; son olarak da Venezuella’da neler yaptığına ve İsrail’in Filistin işgali ve soykırımı karşısındaki tutumuna bakılması ve tüm bunların halklar bakımından hangi sonuçları doğurduğuna bir göz atılması bile durumu, gelişmelerin yol açacağı muhtemel sonuçlan kavramaya yetebilir. Tüm bunlardan ders alınamıyorsa, hiç değilse, Abdullah Öcalan’ın ABD tarafından uluslararası komployla tutsak edilip Kürdistan devriminin yenilgiye sürüklenmesinden öğrenilmelidir.
Güney’de Kürt ulusunun, emperyalist ABD’nin işgal saldırısının bir parçası haline gelmesi, diğer parçalarda Irak işgaline sessiz bir destek verilmesi ne özgürlük getirecektir ne de Kürt halkına onur kazandıracaktır. Ne kadar ayakta kalabileceği bir yana, ABD kuklası bir rejimin kurulacağı ve Güney Kürdistan’ın da federal bir parçası olarak kabul edileceği bir Irak asla özgür, bağımsız ve demokratik olmayacaktır. Tersine ABD’nin petrol vanalarını elinde tuttuğu ve tüm Ortadoğu’da egemenliğini pekiştirdiği bir üs çıkacaktır ortaya. Bu ‘üs’te, Arap- Kürt, Kürt-Türkmen, Sünni-Şii karşıtlıkları derinleştirilecek, halklar ve ezilenler arasına yeni düşmanlıklar sokulacaktır.
Güney Kürdistan halkı ve Kuzey’in küçükburjuva ulusal reformcu güçleri, emperyalist saldırı ve işgale var güçleriyle karşı çıkmazlar, ulusal taleplerini özgüçlerine ve kardeş halklarla dayanışma ve ortak savaşıma dayalı olarak savunmazlar; bunun yerine ABD’nin vaatlerine kanarlar, onun doğrudan veya dolaylı bir savaş müttefiki haline gelirlerse, savaş sürecinde maruz kalacakları bir yana, uzun vadede de çok ağır zararlara uğrayacak ve bölge halklarının zarar görmesine yol açacaklardır.” (Hüseyin Yeter, Politik Rapor, s. 37, Varyos Yayınları)
Son iki aydır, bu tabloda işaret edilen olgular bakımından üç önemli gelişme yaşandı. Birincisi, ABD’nin KADEK’i “terörist örgüt” olarak ilan etmesi; ikincisi KADEK’in Kürt ulusuna saldırı olarak nitelediği Abdullah Öcalan’ın tecrit koşullarının ağırlaştırılması; üçüncüsü KADEK ve HADEP’in ABD’nin Irak’a saldırı ve egemenliğinin kölelik, kan ve gözyaşı getireceği gerçeğini açıklayıp “emperyalist savaşa hayır” cephesine yönelmesi. Şüphesiz bu sonuncusu en başta Kürt, Türk, Arap ve Fars halklarının yararınadır.
Yenilen ABD Emperyalizmi Olacaktır
Dünyanın dört bir yanında halkların ABD’ye tepkileri büyüyor. 11 Eylül sonrası yaratılan toz duman dağılıyor. Tekelci medyanın savaş, kışkırtıcı bütün çığırtkanlığına rağmen ezilenlerin emperyalist haydutluğa karşı öfkesi çoğalıyor. ABD Vietnam’a saldırdığında ilk tepkiler ancak dört yıl sonra başlayabilmişti. Bugün daha saldırı başlamadan saldırıyı önlemek için giderek güçlenen yaygın bir muhalefet hareketi doğdu. Buna karşın biliyoruz ki bugün ABD’de savaşı önleyebilecek bir devrim yok. Yerkürenin değişik köşelerindeki engelleyici hareketlerin de bugünkü biçimleriyle gündemdeki emperyalist savaşı önlemeleri beklenmemelidir. Fakat eğer sokak gösterileri çok daha kitleselleşir, grev, boykot, işgal gibi eylemler devreye sokulabilirse; “enternasyonal canlı kalkan” tarzındaki yaratıcı biçimler çoğaltılırsa; örneğin ABD üssü bulunan tüm ülkelerde üsler işgal edilir, yine var oldukları tüm ülkeler ABD’ye ait unsurlar açısından tümüyle güvensiz hale getirilebilirse vb. hem ABD’deki iç muhalefetin gelişmesi, etkinleşmesi ateşlenecek hem de emperyalist elebaşını durumu yeniden gözden geçirmek zorunda bırakacaktır.
Gelişmelerin alacağı biçimler hangi yönde olursa olsun, ABD’nin Irak’a saldırı plan ve hazırlıkları Arap halkları kadar, Türk, Kürt ve Fars halklarını da somut, acil bir sorun olarak ilgilendirmektedir. Emperyalist savaşın anılan halkların yaşadığı bölgeyi tümüyle tehdit etmesi bir yana, Irak’m işgali kendini aşan sonuçlar doğuracak, Ortadoğu’da ABD eliyle yeni bir harita çizilmesine, Filistin halkının daha büyük acılara gömülmesine, değişik ülke halklarının ABD tehdidi ve saldırganlığına maruz kalmalarına yol açacaktır. Dolayısıyla Arap, Türk, Kürt ve Fars halklarının tüm komünist, devrimci ve ilerici kuvvetleri ABD emperyalizminin Irak’a saldırısını engellemek amacıyla dünya çapında süren hareketin merkezi haline gelmek göreviyle karşı karşıyadırlar. Fakat bunun için en başta kendilerini antiemperyalist bir merkez olarak örgütlemelidirler. Bu nedenle de, deklarasyon yayınlamak veya moral beyanlarda bulunmaktan öte, değişik türden politik eylem kararları alıp uygulamak ve halkların kardeşliği şiarını ete kemiğe büründürmek için konferans vb. araçlardan yararlanmaları gecikmiş ama yine de yerine getirilmeyi bekleyen bir görev olarak gündemdedir. Bunun dışında doğal olarak dünyadaki tüm antiemperyalist güçleri bir araya getirecek çabalar sergilenmelidir. Ve elbette emperyalist savaş borularının o iğrenç sesini susturmak için Türkiye ve Kuzey Kürdistan’da da gösteriler ve etkinlikler büyük bir kararlılıkla sürdürülmeli, büyütülüp geliştirilmelidir.
ABD Irak’a saldırsa ve bir askeri egemenlik kursa bile moral ve ahlaki olarak daha bugünden kaybetmiş bulunuyor. Dünya proletaryası ve halkları onu petrol için, emperyalist hakimiyet için saldıran, savaş çıkaran, kan döken bir devlet olarak meydanlarda mahkum ettiler. Kaldı ki, bu askeri üstünlük ABD’nin hanesine bir politik zafer olarak da yazılmayacaktır; o, bu zeminde de kaybedecektir. Çünkü böylesi bir savaş galibiyeti ve onunla sağlanacak egemenlik, başta Ortadoğu olmak üzere, tüm dünyada ABD’ye duyulan nefreti en geniş kitlelere yayacak, öfkenin pratikleşmesini hazırlayacak ve tüm bunlardan aynı zamanda ABD işbirlikçisi rejimler de paylarını alacaklardır.
ABD’nin Irak’ta kısa zamanda ve kolay bir askeri zafer elde edeceğini ve bu yolla kuracağı himayeci sömürgecilik rejimini egemen kılacağını sananlar fena halde yanılmaktadırlar. ABD’nin dev bir savaş makinesi olması biricik belirleyen gibi görülmemelidir. Unutulmasın ki Hitler Almanyası da tepeden tırnağa dev ve kural tanımaz bir savaş makinesiydi. Bugün İsrail devleti de Filistin karşısında dişinden tırnağına dek bir savaş makinesidir. Ne var ki son sözü proletarya ve halkların iradesi, inancı, savaşkanlığı söyledi ve yine o söyleyecek. Irak halkının, Filistinli kardeşlerinden esinlenerek, kırılmayan bir iradeyle işgalciye karşı koyması, direnişi sürece yayması ve bunun bölgesel bir direniş haline gelmesi gibi bir durum emperyalist ABD’nin büyük hayal kırıklığı yaşamasına, beklemediği ölçüde büyük bedeller ödemesine yetecektir.