Yaşadı*
Ahmet Metin Koyuncu yoldaşın yaşamının son dönem inceleme çalışmalarını, "Buluşma Notları" başlığı altında yayınlıyoruz. Yoldaş girişte amacını netlikle açıkladığı için ek izah ya da yorumlara yer bırakmıyor.
Fakat şunun altını muhakkak çizmeliyiz. Yoldaş, her zaman olduğu gibi yaşamının son döneminde de sınıf mücadelesinin en yaşamsal sorunlarına kafa yoruyor. Dikkatlerinin merkezinde duran ise parti sorunudur.
"Buluşma Notları"nı yayınlamayı, yaşamını devrim ve sosyalizm mücadelesine adamış ve devrimci olmayan bir yaşamı reddetmiş bir komüniste karşı yükümlü olduğumuz bir devrimci görev sayıyoruz. Açıktır ki, yayınlıyor olmamız, "Buluşma Notları" ile her noktada düşünce birliği içerisinde olduğumuz anlamına gelmez. İnceleme ve tartışmaya değer, anlamlı devrimci çaba ve arayışlar olarak, "Buluşma Notları"nı okurun bilgi ve eleştirisine sunuyoruz.
***
Notları çıkarmaya, bir yönüyle kendi felsefi ve siyasal geçmişimle hesaplaşmak ve bugün hâlâ çözümlenmemiş bir sorun olarak ortada duran Parti sorunundaki düşüncelerimi de açıklaması bakımından önemli konu olarak gördüğüm 8. konu başlığından başlamayı uygun buluyorum.
(Parti sorunu beni niçin ilgilendiriyor? Çünkü hâlâ ML’ye inanıyorum ve devrimin yolunun sağlam bir partinin kurulmasından geçtiğini biliyorum. Yeni ve farklı bir KP inşa etmek gerekir. Kendi sınırlı deneyimlerimden çıkardığım bazı düşüncelerin ileride bu yönlü bir çalışmaya girişebilecek olanlara küçük de olsa bir faydası olabilir diye düşünüyorum. Haddimi biliyorum. Nasıl bir parti sorusunun pratik -pratikte verilecek- cevaplarını değil, bugüne dek bu soruya verdiğimiz yanlış ve eksik cevapların teorik-felsefi, ideolojik-siyasi nedenleri üzerine kısmi, sınırlı bazı değerlendirmeler yapmaya çalışacağım.)
Not 1
POSTMODERNİZM ÜZERİNE
Modernizmin dayanağı olan felsefi akımların (pozitivizm) eleştirisi ML tarafından zaten yapılmıştır. Hatırlatmak gerekir.
Modernizmin bu eleştirisine karşın, onun eleştirisi adı altında ortaya çıkan postmo- dernizm tamamen gericidir. İlerlemenin kendisine karşıdır.
En başta bu tanım çok abartılı ve iddialı. Koskoca ve çok yönlü bir modernizm döneminin ardından gelen (dolayısıyla da onu her yönüyle aşan) yeni bir dönem olma iddiasını taşıyor ki, bu doğru değil. Modernizm olarak adlandırılan ve Rönesans’tan bu yana batı toplu- munun (kapitalist ve onun kaçınılmaz ürünü olan sosyalist) evrimini tanımlayan, her alanda büyük ölümsüzler ve buna tekabül eden düşünsel gelişimi ifade eden modernizmin antitezi olma iddiasını (kavramın doğal ve mantıksal sonucu gereği) taşıyan postmodernizm iddiası, iddiasını dayandırdığı dönem ve bu döneme dair veriler incelendiğinde bir devin yanında bir cüce bile olamaz.
*Aslında bu dönemin tümünü kapsayan ve hepsini kendinde toparlayan, bunlara temel teşkil edecek bir posmodernist felsefeden, teorik sistemden bahsedilemez, olsa olsa bu dönemin belirli bir fikri ve eylemlerinin bazı ortak yanlarından ve bu anlamda postmodernist bir eğilimden ve modadan bahsedilebilir. (İki moda gibi geçici.)
*Bu eğilimin temel karakteristiği bilinmezciliktir. Bu ise yakın tarih boyunca gericilik dönemlerinin en başat eğilimidir. (Bkz. Ampriyokritisizm-Lenin)
*Bilinmezcilik (yanı sıra, deneycilik ve aklın rolünün inkarı) bugün her alandan baskın bir eğilim (Örneğin Kuantum fiziği ve Kozmoloji konusunda bazı fikirler)
*Bunun yanı sıra, postmodernist eğilimin en önemli karakteristiği nedensellik ve ilerleme fikrinin inkarıdır. Tarih yerine antropolojinin, toplum yerine bireyin, toplumbilim yerine psikolojinin vb. vb. geçirilmesi, “ezeli ve ebedi kültürel toplulukların” yan yana (kesinlikle art arda değil) durması. Tarihin sonu fikri. (Bkz. 25 Nisan - Radikal M. Belge, utangaç postmodernist bilinmezci modernist)
*Bununla bağlantılı bir biçimde kapitalist gelişmenin bugünkü biçiminin kutsanması ve bunun liberal-demokrasi ile taçlandırılması önerisi -küçük burjuva aydınca bir dar kafalılık- YDD ile demokrasi bağdaşabilir mi?
*Modernizmin ML eleştirisi. Bu kapitalizmin yerel eleştirisi temelinde pozitivist-determinist ilerleme fikrinin (Türkiye’de kendisinin) eleştirisini içermeli -postmodernizmin ters yüz olmuş olma hali.
*Bu eğilimin ortaya çıkışı ile uluslararası tasfiyecilik ve gericilik dönemi arasındaki ilişki.
“Bilimi tarihsiz kılarak her bir alanı kendi sınırları içine hapseden, bir bütünlük bağlamında ele almayan bugünün belirleyici anlayışı” (Beno Kuryel) -postmodern anlayışın tipik bir özelliğini anlatıyor.
Önce, “postmodernist” anlayışlara genel olarak felsefi, özel olarak da siyasal (demokrasi) alanlardaki bilmemezci-şekilsiz anlayışa örnek bir alıntı:
“Bunun (Sami Selçuk’un ‘Demokrasinin bir özelliği bünyesinde her an risk taşımasıdır’ sözü) anlamı demokrasilere toplumsal değişimin ne yönde olacağının, taleplerinin nasıl şekilleneceğinin önceden bilinmemesi ve bu bilgisizliğe razı olunmasıdır. Çünkü demokrasiler toplumun müstakbel tercihleri konusuda nötr bir konum alırlar.” (Etyen Mahçupyan, 19 Eylül 1999)
*Postmodernizme ve toplum mühendisliğine karşı olma adı altında bir postmodernist yutturmaca -daha doğrusu Comte’cu pozitivizme karşı bilinemezci-relatmist bir yasa!
*Postmodernizm-modernizm tartışmasına ML bir bakışın bu pozitivist-determinist ve relatmist-agnostik karşıtlığın sahteliğini, ikiz kardeşliğini ortaya koyması gerekir.
*Varoluşçuluk.
*“Kötü bir insan için düşünebildiğim en ağır ceza, kendisiyle ilgili gerçeklikle yüz yüze gelmesidir.” Murat Belge 10-10-1999
POSTMODERNİST GİRİŞ DENEMESİ
Postmodernizm, son dönemin oldukça moda bir kavramı. Hiç kuşkusuz sadece bir kavram değil; başta felsefe olmak üzere oldukça geniş bir alanda, siyasi, kültürel, sanatsal, mimari vb. alanlarda belirli bir eğilimi ifade ediyor. Modernizm olarak tanımlanan belirli bir tarihsel dönemi aşmak, onun sonrasını temsil etmek gibi oldukça iddialı bir kavram ve eğilimi her yönüyle ele almak da çok yanlı bir incelemeyi gerektiriyor.
Bir marksist olarak modernizm-postmodernizm bağlamında son dönemin bazı (okunamadı) kültürel vb. tartışmalara katılmak için, ama kavramları doğru yerine oturtmak gerekiyor.
“İnsanlar kavramlarla düşünür”
Gelenek, modernizm ve postmodernizm kavramlarının bir moda halinde kullanılması; gerçekte bunların tekabül ettiği toplumsal ve düşünsel ilişkileri, bu ilişkileri gösteren kavramların, özellikle de son 100-150 yıllık entelektüel hayata önemli ölçüde egemen olan marksist kavramların (örneğin, köleci ve feodal ilişkiler, kapitalizmin, kapitalizmin son aşaması olarak emperyalizm vb.) unutturulmaya çalışılmasının, unsurların bu kavramlarla düşünmek yerine moda burjuva kavramlarla düşünmeye -burjuva ideolojisi boyunduruğunda düşünmeye- zorlamaların en açık ifadesidir.
*Postmodernist anlayışların temel görüşü ilerlemenin reddidir. Daha doğrusu toplumsal gelişmişlik ve ilerlemesi belirli sıralama ve düzen içinde ileriye (yukarıya) doğru gelişimi fikrini reddeder. Yeni toplumsal durumlar (biçimler, olgular, kültür vb. kurumlar) arasındaki ilişkinin belirli bir sıra, düzen vb. içinde dizilir, bunların birbirini izleyen sırası evrimin reddidir. Hiç kuşkusuz ki bunun gerici antropolist yaklaşımlarla (diğer şeylerin yanı sıra) çok yakından ilişkisi vardır. Toplumsal durumların (özellikle kültür) insani kaynaklarının köklerinin ilk başlardaki gibi (ya da çok değişerek) durdukları ve bunların birbirinden bağımsız olarak yan yana yer aldıkları fikri (bunun politik fikirlerin ve demokrasi anlayışıyla benzerliği) -dolayısıyla bunların oldukları gibi bir arada yaşaması fikri, liberalliğin- dolayısıyla sınıf savaşımının reddi.
Not 2
BÜYÜK PATLAMA VE KOZMOLOJİK TEZLER ÜZERİNE
*Büyük patlamanın öngördüğü “tekillik” ve “yaradılışın saçmalığı-Engels”in söyledikleri (s. 45-60)
*Kuantum ve parçacık fiziğinin temel amacı olarak maddenin hal, özdeş biçiminin bulma çabasının saçmalığı Engels (s. 266-270) (s. 257258) (s. 279)
*Kuvvet kavramının anlamsızlığı ve modern fiziğin “dayanan dört kuvveti” tanımlamasının yetersizliği Engels (s. 51 ve devamı) ve (s. 304-311)
*Parçacık ve dalga ve kitle ve kuvvetler nasıl ele alınmalıdır? - Madde ve onun temel varoluş biçimi hareket. Hareketin biçimleri -sonluluk-sonsuzluk
*Modern teorik fiziğin deneyci, kuşkucu ve bilinmezci karakteri -Engels (s. 263-264) *Varlık ve maddilik -“Dünyanın (bir’lik+bütünlük) birliği onun varlığından değil maddiliğinden gelir; zira, varlık belirli bir ufuk çizgisinden sonra tartışmalıdır.” (Anti- Dühring) Doğa yasaları maddilik ve bunların evrenin bilmediğimiz yerlerinde de geçerli olması - Engels (s. 259) FAKAT “her aşamada ayrı yasaların, yani aynı tarihsel hareketin başka görüngüsel biçimlerinin egemen olduğu... ” (s. 261) ÇOK ÖNEMLİ
*Engels’in fizikçilerin, doğa bilginlerinin tüm hareketi mekanik harekete indirgeme eğilimi üzerine söyledikleri: Bugün kuantum mekaniğinin durumu. Özellikle parçacığın hızı ve konumunu saptama (birlikte olanaksızlığı ve belirsizlik ilkesi, (okunamadı) Oysa Stephan Hawking’in bir tespiti (Zamanın Kısa Tarihi) (s. 80-181)... “Dalgayı daha önceleri kavradığımız konum ve hıza ilişkin düşünce kalıpları içine uydurmaya çalışıyor olabiliriz” itirafı—
Not 3
*“İran ve Afganistan gibi ülkelerdeki uygulamanın en can alıcı noktası da ‘İslam’a dayanan ve İslam’dan kaynaklanan yapısal çözümler’ getirmekten çok, bireylerin dini inançları sayesinde iyiyi ve doğruyu bulacakları, böylece hidayete ermiş kişilerin de sonunda toplumsal ve siyasi düzeni daha ileri bir aşamaya götürecektir varsayımına dayanan çözümler önermeleri olmuştur. Her zaman açıkça ifade etmese de, pek çok girişimin arkasında yatan varsayım buydu. Ülkeyi kurtaracak insan yetiştirmek için de dini eğitime, propagandaya, baskıya önem ve öncelik verildi. (Kısacası, ‘aydınlanmam’ ve ‘pozitivist’ olmakla eleştirdikleri kişilerin aynının kendi açılarından gerçekleştirmeye çalıştılar. Dincilerin derdi de aydınlanmacıları aydınlatmak, onlara ‘tebliğ’ götürmekti.” (Türker Alkan, 14 Temmuz 1999)
-AYNI ŞEY TÜRK SOLU İÇİN DE GEÇERLİ. Bu ML’nin aksine Toplumsal Devrimin, ekonomik temellerinin kavranmasından uzaktır. Devrimi ahlaki bir soruna, hatta ahlaklı insanların öncülüğüne indirgemektir. Öncülük, öncü parti ve onun çalışma tarzının yanlış kavranmasının temelidir. Seçkincidir.
-Kemalizmin ürünü. Kemalist eğilimle yetişmiş kuşakların ML’nin algılayışıyla ilgili...
Not 4
“Almanya ve Fransa gibi din-devlet ilişkileri alanındaki tecrübesi bizden yüzlerce yıl geriye giden ülkelerde, örneğin ‘Scientology’ gibi küçük bir tarikat yarattığı sarsıntıyı görünce bizde devletin tepkisini paranoya olarak nitelemek çok zor. Almanya’da sadece tüm devlet kurumları değil, halkın bizzat kendisi, bu tarikatın ülkeyi içten fethetmek üzere olduğu endişesiyle, sayıları en fazla 30 bin civarında olan mensuplarını işten atıyorlar, derneklerden çıkarıyorlar, işyerlerine kredi vermiyorlar, alışveriş yapmıyorlar, çocuklarını okullara almıyorlar, birçoğunu mahkemelerde süründürüyorlar. Fransa’da tepkiler biraz daha az olmakla birlikte, yargı yoluyla tarikatın büyümesi önlenmeye çalışılıyor. Bu baskıların din özgürlüğüne aykırı olmadığını ispat için de uluslararası kuruluşları bu tarikatın sahte olduğu yolunda karar almaya zorluyorlar. Oysa insan hakları belgelerinde, sadece dinlere değil, her türlü inanca saygı göstereceği yazılı.” (Gündüz Aktan, 14 Temmuz)
Yazarın yanıldığı nokta Scientology’nun bir tarikat olmaktan çok ABD-CIA etkinliğinin bir parçası olması.
Türkiye’de özellikle SABAH-ATV grubu!!
Not 5
GAZİ’DEN GÜNÜMÜZE SÜRECİN DEĞERLENDİRİLMESİ
*Tespit: 28 Şubat başarıya ulaştı. Sadece dini grupların ve partilerin gerilemesi değil, daha çok özellikle PKK ve solun gerilemesi, etkisizleşmesi.
*28 Şubat darbesinin içerik ve amacı.
28 Şubat’tan öncesi - 1991-92 Konsepti Ağar stratejisi ve taktikleri -Sivas-Gazi katliamları ve amacı -1995 seçimleri ve işin geldiği boyut -ABD ve Genel Kurmay’ın MHP-DYP ittifakını engellemesi ile oluşturulan konsept.
1996 1 Mayıs’ında ortaya konulan yeni konseptin özellikleri -Susurluk kazası ve bu konseptin taktiklerinde yapılan rötuşlar - Susurluk eylemleri generallerin yedeği haline geldi ve onların yelkenlerini şişirdi -Laik-antilaik söylemi ve siyasi özgürlük mücadelesinin ekseninin değişmesi.
*Ulusal hareketin bu süreçteki durumu. 1991’den başlayarak yapılan stratejik ve taktik hatalar bunların yeni konseptle birlikte başlaması.
*28 Şubat’ın önümüzdeki dönemde hedefleri
AYRICA - Türkiye-Avrupa ilişkilerinde meydana gelen yeni değişiklikler.
AYRICA - Susurluk sonrası ortaya çıkan ve son depremle yeniden gündemleşen burjuva- liberal muhalefet 28 Şubat sürecinin bir ürünü ve parçası olarak ele alınıp işlenmeli. Bu muhalefetin temel özelliği devlete karşı mücadeleyi onun militarist-faşist yapısına karşı olmaktan çıkarıp -iddialı sözlerle küçük parçalara-çetele- re ya da depreme vb.- yöneltmesi- Halkla hiçbir alakası yok, ondan kopuk bir alt-üst liberalizm - İşbirlikçi tekeller burjuvaziye göbekten bağlı ve medya yoluyla şişiriliyor - Bunun peşine takılanlar -1 dk. Karanlık eylemi- ve hayal kuranlar
Not 6
Bayındırlık ve İskan Bakanı Koray Aydın’ın 31 Ağustos tarihli konuşmasından: (Mealen) “Yapılacak prefabrik evlerin -daha sonra normal evler yapılınca- ziyan olmayacağı, bunların yeni afetlerde kullanılabileceği, özellikle de G. Doğu’da büyük göç hareketleri olduğu ve buradaki vatandaşların kötü barınma koşullarında olduğu, bu prefabrik evlerin daha sonra buraya gönderilebileceği”ni söylüyor: Yani G. Doğu’daki vatandaşların şu anki kötü koşullarda barındığını ve devletin hiçbir şey yapamadığını, bundan sonra ancak deprem zedelerin artıklarını -ziyan olmasın diye- sadaka diye vereceklerini vb. söylüyor. Bu MHP’nin iğrenç mantığı -Bu basit bir teşhir olarak değil genel mantığın ifadesi açısından önemli. YAKLAŞIM.
“insanın özü itibarıyla saçma olan evrenin doğasını ve anlamını, rasyonel ve bilimsel yöntemlerle açığa çıkarma, gayretinin sonuçsuzluğunu ve boşluğunu...” (Albert Camus - Sisyphos Şöleni) -Postmodernizm bakışı da anlatan bir ibare-
Not 7
SAMİ SELÇUK’UN KONUŞMASI
*“Weimer Almanyası Hitlerciler arttığı için değil, demokratlar azaldığı için yıkıldı.” HUKUK DEVLETİ-HUKUKUN ÜSTÜNLÜĞÜ
*Jakobenizme -bu arada Stalin’e-düşmanlık ve pespaye Amerikancı (Liberalizm yanlısı)
Bu konuşmaya yapılan siyasi ve atfedilen tarihsel önem -diğer şeylerin yanı sıra liberalizmin hakimiyetini sağlaması -TÜSİAD’ı Amerikancı liberalizmin devletin en tepesinden seslendirilmesi ve yeni bir cephe açıyor. (Özellikle ’82 Anayasası’nın değiştirilmesi)
*İlginç olan - laikçiliğe saldırısı, Laiklik-laikçilik ayrımı - doğrudan Genelkurmay ve 28 Şubat’ı hedefliyor - Dincilerin çok önem vermesi bundan - “laikçilik devletin yumuşak karnıdır ve bu din sorununa olanak veriyor” “Laikçiliği bırakıp laikliğe dönmenin tam sırasıdır.”
*“Meşruluk zemini sıfıra yaklaşmış ’82 Anayasası...” “82 Anayasası’nın biçimsel meşruluğu (bile) yoktur.” - “Göstermelik oylama” “Bugün Türkiye Anayasalı bir devlettir ama anayasal devlet değildir.”
*“Tarihe maruz kalan değil tarih yapan...”
*“Küresel tezgahlarda yerel iplikler dokunan... ”
*Dünyanın en zengin üç kişisinin serveti 48 yoksul ülkenin, en zengin 15 kişinin serveti ise tüm Afrika kıtasının gelirine eşit. En zengin 225 kişinin servetinin yüzde 4.5’i tüm dünyanın ihtiyaçlarına eşit.
Not 8
*19 Eylül 1999 Pazar Radikal 2’deki kitap ilanı -SUNİ TENEFFÜS-ten: “...çünkü edebiyat, tarihin boğucu havasında bir suni teneffüstür.” Aynı şekilde Serapcan’ın Riyaler IV.- Konya yazısının sonu: “Tarih kalbimi paramparça ediyor, acıtıyor.” Sözü. -Bunlar tarihe tek yanlı, kaba materyalist ve egemenlerin gücünden, onların tarihi olarak yaklaşımlara örnekler. Bu geneldir ve genel olarak tarihe nasıl yaklaşılmalı? başlığıyla ele alınmalı. ÖNEMLİ..!!
Not 9
19 Eylül Radikal 2’den kestiğim “Böyle taraftar olur mu?” başlıklı yazı ve düştüğüm Yeniçeri Kültürü ve Geleneği notu genişçe ele alınmalı. Çok önemli çünkü bu. Türk halkının temel bazı özelliklerini ve özellikle bugünkü ruhsal durumu ve kimliğini anlamada önemli bir ipucu veriyor.
Not 10
Şair-yazar İsmet Özel bir tv konuşmasında (STV-26 Eylül) (Naklen) her alanda olduğu gibi fikri planda da bu ‘Don Juan’lıktan ‘don juanlaşma’dan bahsediyor. Yani, “Don Juan bir kadını artık onu sevmediği için değil, yeni bir kadını sevdiği için terk eder” diyor ve ekliyor, “Bizde eski fikir vb.leri artık onların geçersizliği ortaya çıktığı için değil, yeni moda fikri akımların peşine takıldığımız için terk ediyoruz.” GÜZEL TARİF! (Markalara düşkünlük)
Not 11
SEATTLE AYNASINDA “KÜRESELLEŞEN DÜNYA”NIN GELECEĞİ
*WTO toplantısı ve buna karşı gösterilen tepki, küreselleşmeye ilişkin tüm masalları ve gerçekleri gözler önüne seriyor. -Her bakımdan Leninist emp. teorisinin kanıtı:
-Toplantının karar alamadan dağılması, en başta emperyalistler ve gericiler arası çelişkiyi ortaya koydu. Gerek Japonya-Avrupa ittifakı gerekse Fransa’nın MAİ’ye tutumu vb.
-Gösterilen tepkinin yaygınlığı ve gücü
-İşçi sınıfı ve müttefikleri
Not 12
AB’ye giriş
*Emperyalizme bağımlılığın bu yeni biçimi, küreselleşme ve yeni sömürgeciliğin bugünkü boyut ve biçimiyle birlikte ele alınmalı - NAFTA, AB, PASİFİK İ.B. vb.
*Fakat aynı zamanda bugünkü durumu olduğu gibi sorunu Kemalist devrim savunucularıyla (İP dahil) aynı konuma düşmemek.
Not 13
ÜÇÜNCÜ CEPHE SORUNU
*1. Cephe: Birinci Cumhuriyetçiler bugünkü faşist rejim savunucuları, kemalistler vb.
*2. Cephe: İkinci Cumhuriyetçiler, küreselleşme liberaller, (okunamadı) halktan umudunu kestiği için AB’ye girmektir. Emperyalistlere daha fazla bağlanmaktan medet umanlar vb.
* 3. Cephe: Her ikisine karşı meyl içinde tam bağımsız bir demokratik halk cumhuriyeti SLOGANI: BAĞIMSIZ DEMOKRATİK HALK CUMHURİYETİ olarak
Not 14
Dijital Kıyamet Sorunu
Bilgisayar tekellerinin bir oyunu mu? -Hiçbir şey olmadı- Oysa bu dijital kıyamet korkusuyla ABD’nin yaptığı yatırım 74.6 milyar dolar, Japonya’nın ise 42.1 milyar dolar -Türkiye’nin yatırımı 4 milyar dolar civarında- Almanya, Avrupa vb. diğer tüm ülkelerde hesaba katıldığında bu kıyamet söylentisinden kim karlı çıktı?
Not 15
Ş. Elekdağ
İ. Türkmen
Varşova Paktı’nın yıkılışı ve sonuçları -Türkiye’nin cephe ülkesi olması (kanat ülkesi yerine)- Türkiye’nin güvenlik ve strateji üreten ülke olması
Yeni potansiyel tehdit kavramı-Riskler: Belirsizlikler, etnik hareket, kitlesel göç, terörizm, uyuşturucu vb.
Avrupa’nın dar görüşlülüğü - Varşova Paktı’nın yıkılışı sonrası rekabet sınırların nerede başladığını bilememek -Avrupa’nın güvenliğini merkezi Avrupa’yla sınırlamak- dünya ve bölgede sorumluluk almaktan kaçınmak.
En büyük 500 firmanın yarattığı değer
1997 3.8 katrilyon
3.2 katrilyon
2.5 katrilyon
Not 16
Türev integralin tersidir. (Bu konu eksik anlaşılıyor) Türev ve integral alma hesaplarında birbirinin tersi işlemler yapılır. Değişken (ya da bilinmeyen) denilen ifadenin üstündeki sayının aynısını aşağıda bulunan değişkenin soluna getirip üste kalanı da bir eksilttiğimiz zaman, türev alınmış olur. İntegralde ise tersi işlem yapılır. Örnek: X3’ünün türevi 3X2’dir. d3X2 ise X3’tür vbz. Diferansiyel için bk. Doğanın Diyalektiği 282-298, Anti-Dühring 528-529; yadsınmanın yadsınması
Ek: işin tanımına cebirden, denklemin kurulması ve sıfıra eşitlemeden başlanmalı.
Not 17
TÜRKİYE’NİN KIBRIS’I NASIL SÖMÜRDÜĞÜ
KKTC 1991-98 yılları arasında Türkiye’den 1 milyar 423 milyon dolarlık ithalat yaparken, aynı dönemde sadece 145 milyon 900 bin dolarlık ihracat yaptı. Aynı dönemde Türkiye’nin KKTC’ye gönderdiği (altyapı ve maaş amaçlı) para yaklaşık 500 milyon dolar -yani Türkiye KKTC’ye gönderdiğinden 3 katını geri alıyor. (KKTC’nin toplam ithalâtı 2 milyar 802 milyon 700 bin dolar - Yani TC’den yaptığı ithalât bu toplamın %51’i -Buna karşılık toplam ihracatın sadece %31.4’ü Türkiye’ye) RADİKAL 9 Ağustos 2000
Not 18
9 Ağustos 2000 tarihli Radikal’den kestiğim Gündüz AKTAN’ın “AZ BİZ ÖZ BİZ” yazısına dair -Yazıda en özlü ifadesi bulduğu gibi günümüz gericilik döneminin (aslında 50’liler sonrası ABD merkezli gelişen) temel eğilimlerinden birisi olarak tarih, sosyoloji, ekonomi politik vb. gibi (aslında bunların ve toplumsal- tarihsel özünden koparılıp teknik bir bilim olayı haline getirilmesi eğilimi de ayrı bir gericiliktir) temel bilimlerin yerine psikanaliz, antropoloji gibi alt bilimlerin geçirilmeye çalışması -En temelde ML tarih ve toplum anlayışının artık her yerde egemen olması temel genişlemenin yok edilmesi çabası -DİPNOT- Sosyal-beşeri bilimlerin en temeli olarak TARİH bilimi nasıl ele alınmalı (NOT 8’le birlikte)- Psikoloji-psikanaliz günümüzdeki ve tarihteki genel içeriği üzerine -Bireylerin ve (hele hele) toplumların gelişme ve değişme yasalarını psikonevrotik süreçlerle açıklama çabası.
Not 19
Mücadele biçimleri konusunda -diğer şeylerin yanı sıra- söylenebileceklerin başında, bunların (ve taktiğin) dogmatik, kitabi, şabloncu ele alınışı gelmektedir. Belirli mücadele biçimlerinin -en başta silahlı mücadele- mutlaklaştırılması (ve bunların gelişeceği koşulların da mutlaklaştırılması- örneğin silahlı mücadelenin ancak şu şu koşullarda uygulanacağı tarzında bir mutlaklaştırma ve teorileştirmesi gibi) bu dogmatik, şabloncu yaklaşımın en açık örneğidir. Bu mutlaklaştırma, Türk solundaki sağcılığın, kuyrukçuluğun en somut neden ve -aynı zamanda- sonuçlarından birisidir. Fakat aynı zamanda solculuk eleştirilirken “sol”culuktan da kurtulamaz. Örneğin “silahlı öncü savaş” anlayışını sık sık eleştiren Türk solu bunun silahsız biçimlerini uygulamaktan geri durmaz. Öncünün güçleriyle korsan ya da dar gösteriler düzenlemeyi ve bunları faşizme ezdirmeyi de sistemli bir çizgi haline getirmiştir. 20 kişiyle yapılan bir gösteri ile 5 kişilik bir silahlı eylemin aynılığı.
Not 20
ML hareket aynı zamanda kültürel bir harekettir. Bu onun bütünsel bir sınıfsal ve ideolojik hareket olmasından gelir; yaşamın tüm alanlarında kendisini ortaya koyar. ML (proleter) kültür hareketinin kökleri ML ideolojiden, komünist hareketin deneyimlerinden ve uluslararası işçi sınıfını hareketinin geleneklerinden alır. Komünistlerin bu geleneğin ve kültürel hareketin ürünü olduklarını -tıpkı aynı zamanda kendi ulusal kültür ve geleneklerinin de ürünü olduklarını- unutmamaları gerekir. Dolayısıyla bugünkü durumun değerlendirilmesi doğrudan bu kültür ve geleneğin ürünü olacağı için, en başta bu kültürün kapsamlı bir değerlendirmesinin yapılması gerekir. Bu yapılmazsa, Marks’ın Feurbach Üzerine Tezleri’nin 1.’sinde değindiği gibi, bu değerlendirme idealistlerin tek yanlı değerlendirmelerine bırakılmış olur. Yine bu konunun -ML’nin bir kültürel hareket olması konusunun- bir sonucu olarak ML hareketi salt politik bir hareket olarak ele alan dar yaklaşımların sistemli bir eleştirisi yapılmalıdır. Oportünizm ve pragmatizmin, ilkesiz kuyrukçuluğun eleştirisi açısından bu çok önemlidir!!!
1- Modernizm-Postmodernizm Sorunu
* Dönemin postmodernizm başlığı altında toplanabilecek -çoğu da kendisini böyle tanımlayan- gerici eğiliminin eleştirisini; 10- Dönemin bir gericilik ve tasfiyecilik dönemi olarak ele alınması temelinde; -ki bunu modern revizyonist harekete dek götürmek gerekir- ve bu dönemin postmodernist eğilimlerinin felsefi kökleri ve renginin -bilinemezcilik (agnostizm) rölativizm, liberalizm vb. -incelenmesi biçiminde- Lenin’in Tasfiyecilik Üzerine - Ampriyokritizm vb. de yaptığı gibi- yapmalı; 20- Aynı zamanda postmodernizmin “eleştiri”sinin muhatabı olan modernizmin, onun burjuva felsefi kökleri ve içeriğinin; ML’yi modernizm başlığı altında toplanan diğer tüm burjuva felsefi-teorik eğilimlerden ayıran temellerin ve ML’nin bunlara yönelik bakış açısının ortaya konulması tarzında yapılmalı. Yani, hem postmodernizmi hem de modernizmi -özellikle determinizm, pozitivizm vb. postmodernistlerin üzerinde bolca demagoji yapabildikleri ve hatta, marksizmi de bunlara katarak ya da aynılaştırarak bir eklektizmi egemen kılmaya çalıştıkları burjuva akımlarla birlikte eleştirmeli.
* Bu başlık altında ele alınacak çok çeşitli burjuva felsefi-ideolojik akım ve eğilimin genel bir eleştirisi, tüm bu konularda zaten açık ML’nin söylediklerinin genel bir özeti yerine; sorunu bugün ortaya çıktığı somut biçimlerin eleştirisi temelinde yapmak daha doğru olur. (Fakat genel bir bilgilenme bakımından Türk soluna egemen olan kaba materyalist anlayışlar yüzünden yeterince anlaşılmayan ya da bilinmeyen pozitivizm ve determinizmin ML eleştirisini özel olarak ele almak lazımdır.) Fakat bunu kendisini postmodernist olarak tanımlayan bazı felsefi, politik, kültürel vb. akımların bir eleştirisi ile sınırlamak yerine -bunun yanı sıra- dönemin tasfiyeci-gerici ortamının genel bir eleştirisi temeline oturtmak ve her alandaki agnostik, rölativist vb. gerici eğilimlerinin (örneğin fizik bilimindeki gerici eğilimler gibi) somut eleştirisi ile tamamlamak gerekir.
* Postmodernist olarak tanımlanan eğilimlerin (ister felsefi, ister politik [liberal demokrasi] isterse kültürel-sanatsal olsun) ve günümüzün egemen bakış açısının bilinemezci (agnostik) ve görececi (rölativist) bir nitelik taşıdığı, pozitivizmin ve determinizmin eleştirisi adı altında ilerleme fikrinin ve her türlü mutlak gerçeğin varlığının inkarına dayandığı; nesnel gerçekliğin, maddenin ve hareketin yasalarının anlaşılması, keşfedilmesi yerine bu tip yasaların varolabileceğini inkar ve algıların donmuş (hareketsiz) ve birbiriyle ilişkisiz bir yığın olarak ele alındığı; dolayısıyla özellikle de insanlık tarihi ve toplumsal evrimin yasaları söz konusu olduğunda, tarih bilimi yerine antropoloji, arkeoloji, etnoloji ve dar anlamda sosyolojinin geçirildiği, bunların tarih bilimi temelinde ve bir- birleriyle ilişkisi içinde ele alınması yerine birbirlerinden kopartılarak soyutlandığı; bunun hem bir parçası hem de bir sonucu olarak, insanlığın ilerlediği fikrinin artık geçerli olmadığı, dolayısıyla onun daha iyi bir gelecek doğrultusundaki yönü ve amacının olamayacağı (yani bunun için mücadele etmesinin de gereksiz olduğu) vb. iddialara dayandığı ortaya konulmalıdır.
* Aynı şey bilim (ve kültür) alanında da geçerlidir. Özellikle de günümüz fizik biliminde revaçta olan bazı teoriler (big bang teorisi, Heisenberg ilkesi vb.) bu eğilimleri körüklemektedir. Maddenin öncesiz ve sonrasız olduğunun inkarı, hareketin mutlaklığının inkarı gibi eğilimler modadır. Oysa Engels’in 150 yıl önce ele alıp değindiği bu sorunlar modern fiziğin yeni bulguları tarafından çürütülmek bir yana tam aksine daha da güçlenmiştir. “Sonlunun sonsuz çevrimi”, “bir şeyin hem kendisi hem de bir başkası olabileceği” vb. gibi diyalektik yaklaşımlar bugün, kuantum fiziğinin çözülmüyor gibi birçok sorununa (örneğin Heisenberg ilkesinde ifadesini bulan en küçük parçacığın dalga mı parçacık mı olduğu” ya da “big bang başlayan evrenin öncesinde ne olduğu” vb. vb. gibi sorunlara) doğrudan cevap niteliği taşımaktadır. Fakat günümüz fiziğinde egemen olan postmodernist ve gerici eğilimlerin (tıpkı Lenin’in Ampriyokritisizm’i yazdığı dönemde olduğu gibi -ki, postmodernizm üzerine yazılacak bir yazıda aynı perspektifle ele alınmalıdır) görececi-bilinemezci karakteri, onun sorunları çözmesinin ve atılım yapmasının en büyük engelidir. Oysa, fizik bilimi -diğer tüm bilim dallarında olduğu gibi- çok önemli bir atılım eşiğindeki ve güçlü birikime sahiptir.
* Fakat ister bilim, ister felsefe alanında, siyaset, kültür vb. diğer alanlarda olsun postmodernist başlığı altında toplanabilecek olan bu görececi, bilinemezci (ve tasfiyeci-gerici) vb. eğilimlerin eleştirisi sağlam bir temele oturtabilmek için öncelikle bunların eleştiri konusu yaptığı (ve sözde aştığı) pozitivizm, determinizm, kaba ve mekanik materyalizmin eleştirisini yapmak ve ML’nin bunlarla farkını ortaya koymak gerekir. Postmodernistlerin ML’yi de modernizmin bir bileşeni ve bunların bir parçası ya da ML’nin de zaten pozitivist-determinist bir mantığa sahip olduğu iddialarının geçersizliğini göstermek lazım. (Ayrıca ML’nin kendilerine ML diyenler tarafından bu hale getirildiği olgucu, determinist bir karakter kazandırıldığı, her şeyin salt ekonomik etkenle izah edildiği ve iradenin, düşüncenin rolünün tamamen inkar edildiği kaba-mekanik materyalist bir felsefi ve kendiliğindenci-kuyrukçu, ekonomist bir politik içeriğine dönüştürüldüğü de doğrudur ve en başta eleştiriye buradan başlanmalıdır.)
* Modernizmin eleştirisi çerçevesinde akılcılık (rasyonalizm) sorununu da ele almalı, post modernizmin akılcılığın eleştirisi adı altında bilinemezciliği, ruhçuluğa (spiritüalizm) dek vardıran idealist karakterinin eleştirisi yapılmalı.
2- Genel Olarak Sınıf Savaşımı İrade Ve Parti Üzerine
{1}* Konuya doğrudan girmekte fayda var. Türkiye’de hâlâ gerçek bir sınıf ve devrim partisi inşa edilememesinin -ve kısa vadede de pek ufukta gözükmemesinin- pratik olduğu kadar teorik nedenleri de vardır. Bu neden ML’nin ML sınıf savaşımı teorisinin kavranamaması, kavranmasındaki yetersizliktir. Pratik hata ve eksikliklerin, yetersizliklerin, yeteneksizliklerin kökeni de buradadır. İrade sorununun hem teorik-felsefi hem de pratik bir boyut içermektedir. Sınıf savaşımında iradenin-düşüncenin kavranması (teorik) kadar, pratikte sınıf savaşımının gerektirdiği kararlılığı, iradeyi (pratik) göstermek birbirini tamamlayan iki yöndür.
{2} * ML sınıf savaşımı teorisinin kavranmasında yetersizlik, özü itibariyle ML’nin diyalektik materyalizmin, daha somut bir ifadeyle ML’yi diğer tüm küçük burjuva kaba materyalist anlayışlardan ayıran materyalizm kavrayışında yetersizliktir.
Türkiye ML’nin kavranması kaba-mekanik-materyalizmin ufkunu yeterince aşamamıştır. Marks’ın Feurbach Üzerine Tezleri’nde en başta 1. Tez, tam da Marks’ın eleştirdiği “bugüne kadar ki materyalizmler”in sınırlarını aşamamıştır. (1. Tez ve Gramsci’nin “Praxsis”i)
{3} * Bunun doğrudan sonucu olarak nesnel gerçekliğin değiştirilmesine ve sınıf mücadelelerinde iradenin, dolayısıyla partinin aktif rolü ya kavranamamış ya da eksik kavranmıştır.
Strateji ve taktik yokluğu, kendiliğindencilik ve kuyrukçuluk, devrimi hazırlamak yerine, oluşmasını beklemek vb. vb. bunların tümü sonuçtur. (Lenin’in “otokrasinin kuşatılması” konusundaki söyledikleri aksi yönde konunun en özlü anlatımıdır.) - (Stalin’in II. Enternasyonalin parti “olayları kaydetmekle yetinen parti” anlayışının eleştirisi)
{4} * Türkiye’de devrimci hareketin ML’nin özünü kavramadaki bu yetersizliğin sınıfsal-toplumsal vb. nedenleri yanı sıra ideolojik nedenlerin başında devrimci hareketin küçükburjuva eklektizmini aşamaması, bu eklektik ideolojik yapının Türkiye’deki burjuva ideolojisinin temel biçimi olarak kemalizmden yeterince kopamaması gelmektedir. Çok köklü bir kemalist eğilimin ürünü olan devrimci kadroların kemalizmle ideolojik hesaplaşması yetersiz kalmıştır. Parti inşasını, bunun ideolojik-siyasi temelinin oluşturulmasını, tüm burjuva, küçükburjuva ideolojilerle hesaplaşma olarak ele alıyorsak, bunu ancak somut biçimlerle yapabiliriz. Bu somut biçimlerin başında kemalizm gelmektedir ki, eklektik yapısıyla kemalizm doğurgan bir özelliğe sahiptir. (Sağ-sol kemalizm vb.) Özellikle de sol-cuntacı bir biçimde Türkiye sol hareketini önemli bir zemin olmuştur. Bunun ötesinde burjuva aydınlanmacı-pozitivist felsefenin bu topraklardaki ifadesidir. Bu yönüyle Türk eğitim sisteminin özünü oluşturur.
*Kemalizm ve ondan kopamamış ideolojilerle hesaplaşmak kemalizmin, eklektik kemalist ideolojinin çeşitli tez ve pratiklerinin eleştirisinden ibaret değildir, olmamalıdır. Kemalizmin eleştirisi, devrimci kadroların içinden geldikleri tüm toplumsal-tarihsel, eğitsel-kültürel, siyasal-ideolojik koşulların bütünlüklü bir eleştirisi, bunlarla çok yönlü hesaplaşma olmalıdır. (Örneğin, devrimci hareketin bugün partinin görevlerini önemli oranda propaganda-ajitasyonla, eğitimle sınırlayan anlayış ve pratiklerinin kemalist aydınlatmacılıkla solcu köy enstitücülüğüyle ilişkisi vardır) konunun odağında burjuva aydınlanma felsefesi ile somut hesaplaşma olmalıdır.
{5} * Amerika’nın yeniden keşfine ihtiyacı yoktur. ML’nin 150 yıl önce yaptığı burjuva aydınlanmacılığı pozitivizm, determinizm, idealizm, kaba materyalizm vb. vb. anlayışlarla yaptığı hesaplaşma kemalizmin eleştirisi bakımından aynen geçerlidir. Fakat bunu somutlaştırmak gerekir. Öte yandan da, bu eleştiriyi devrimci hareketin varlık ve ortaya çıkış koşullarının bu koşullarda faaliyet yürüten kadrolarının doğuştan bu yana edindikleri anlayışlarının eleştirisine dek götürmektir. Marksizm bir kez ortaya çıktıktan sonra, onun burjuva ideolojisi ile hesaplaşmasının sonuçlarından hareket edilir. Yoksa marksizmin burjuva ideolojisi ile hesaplaşması sürer, farklı bir zaman ve farklı bir mekanda yeniden yaşayarak bir kez daha keşfedilmez. Böyle olsaydı tarih tekerrür ederdi. Fakat öte yandan burjuva ideoloji ile hesaplaşmak her ülkede, o ülkenin somut tarihsel koşulları altında burjuva ideolojisinin somut biçimlerine karşı mücadele içinde ortaya konulur. İdeolojik-siyasi inşası, örgütsel-kadrosal inşa bu temelde ele alınmalı. Dahası, Türk solu kaba şabloncu-dogmatik anlayışının bir biçimi olarak ML’nin bu topraklara özgü, bu toplumsal-tarihsel temeller üzerinde geliştirmesinden çok uzaktır. Strateji-taktik yazısında değinilen bu konu, sadece, devrimci strateji ve ulusal özelliklerden öteye genişletilmeli, bizi var eden tarihsel-toplumsal, kültürel boyuta dek incelenmeli. Türk-İslam tarihinin incelenmesi.
{6} * Yeri gelmişken -konudan biraz uzaklaşmak pahasına- devrimci hareketin tarihsel varoluş koşulları ve evriminin bugün geldiği yeri saptamada yaşanılan yabancılaşmaya dikkat çekmek gerekir. Bugün devrimci hareket kendisini vareden zemine gittikçe daha çok kopuk hale gelmiştir. 30-40 yıllık tarihsel sürecin gelişimi incelendiğinde bugün gelinen noktanın trajik (bazen trajikomik) boyutu daha iyi anlaşılabilir. Ki, TKP’nin ne halkla ne devrimle hiçbir ilişkisi yoktu, tipik elitist-reformist bir örgüttü, küçükburjuva aydınlar kulübüydü. ‘60 sonrası gelişen hareket ise reformist (dahası küçükburjuva, maceracı) hareketlerine karşın gücünü halktan alıyordu. DDK ve TİP’in doğuşu ‘65-’71 arası yaşanan halk hareketi kadar; ‘71 devrimciliği de, tüm maceracı özelliklerine karşın halk arasında kökleri yankısı olan bir hareketti. ‘71 devrimciliği dışarıdan etkilendiği kadar, köklerini de Osmanlı’dan gelen halk isyancılığından, eşkıya geleneklerinden vb. de alıyordu. (Dolayısıyla halka bugünkü devrimci hareketten çok daha yakındı.) ‘74-’80 arası halk hareketi çok güçlü olduğu için (ki bu dönemin bir iç savaş olduğu tespiti yapılmalıdır) yabancılaşma unsurları oluşmasına ve giderek güçlenmesine karşın, devrimci hareket hâlâ güçlü kitlesel ve tarihsel köklere sahipti. ‘80 sonrası tasfiyecilikle ve ‘89 sonrası gelişen uluslararası tasfiyecilik ortamında yabancılaşma unsurları hızla güçlendi ve giderek -bugün- egemen oldu. ‘80 sonrasında PKK ve kısmen (‘89-92 arası) DS bunların etkisiyle, -ama diğer şeylerin yanı sıra ve kendi iç dinamiğiyle de- Türk solunun ‘96’ya değin yaşadığı kısmi yükseliş bugün tam anlamıyla bir köksüzlüğe, temsil ettiğini iddia ettiği tüm unsurlardan yabancılaşmaya ve bunun sonucu olan bir tecrite ve çürümeye dönüşmüştür. Bunun yukarıda değinilen ve değinilmeyen birçok nedeni vardır. (Örneğin bunlardan ilk akla geleni Türk solunun PKK’ye ve Kürt ulusal hareketine çok fazla angaje olmasıdır. Tüm mücadelenin ve demokrasi talebinin Kürt sorununa ve Kürt sorununun da PKK’ye endekslendiği gözlendi) (Bu konuya parti sorununun pratik konularında yeniden dönülmeli.) - Ayrıca devrimci bir strateji bakımından, devrimci hareketin gelişmesinin iki belirleyici evresinin, ‘71 ve ‘84 PKK çıkışında ifadesini bulması, bu toplumun tarihsel ve kültürel köklerinin anlaşılması bakımından çok önemli olduğunun ayrıca incelenmesi gerekir.)
{7} * Konunun ideolojik özünün daha iyi anlaşılması açısından {2} nolu nota yeniden dönmek ve bir daha genel bir biçimde ele almak gerekir. Bu noktada soruna yaklaşım bir açıdan tıpkı Gramsci’nin Hapishane Defterleri’nde ele aldığı temel sorunu ortaya koyuşu tarzında olmalıdır. Gramsci marksizmi (praksis) diğer tüm idealist ve kaba materyalist görüşlerden ayıran temel bakış açısını Marks’ın Feurbach Üzerine Tezleri’nin 1. ve 2. Tezleri’nden hareketle ortaya koyuyor. Bu noktada teori ile pratik düşünce ile eylem arasındaki diyalektik ilişkiye dikkat çekerken marksizmin ve materyalizmin kaba mekanik, ekonomist bir yönüyle ortaya koyan Creco vb. eleştirisi biçiminde yapıyor. (Bk. özellikle “yaratıcı felsefe” bölümü s. 45-46)
* Somut bir biçim altında yapsa da Gramsci konuyu genelleştiriyor ve doğru olan budur. Engels’in “seyyar vaizler” adı altında eleştirdiği dönemden başlayarak bütün bir 2. Enternasyonal’in ve ekonomist eğilimlerin temelinde eleştirilen kaba mekanik materyalizm vardır. (Kautsky, Plehanov vb. kaba materyalisttir.) Pratik politikada sendikalist, kendiliğindenci, kuyrukçu akımların temeli bu felsefi-ideolojik yaklaşımdır. (Hiç kuşkusuz ki her zaman kendini ML olarak sunma ya da gerçekten öyle sanma yanılgısı içinde. Gramsci’nin sayfa 32’de dikkat çektiği bir nokta da çok önemli: Bu kaba ve mekanik materyalizmin determinist kaderci niteliğine dikkat çekişidir; mekanik determinizmin kaderci iradeciliğinin eleştirisi ve gerçek iradenin ne olduğu sorunu Türkiye’de devrimci kadroların devrime ve örgüte duydukları içi boş bilimsel olmayan inancın kökeni buradadır. “Parti”ye duyulan boş inanç ve güvenin gerçeklere ve gerçek duruma yabancılaşmanın, durumu görememenin kaynağını bizdeki kaba mekanik materyalizmin determinizminde aramak gerekir. Zaten genel olarak iradenin rolünün inkarı bu determinizmdedir. DETERMİNİZM POZİTİVİZMDEN AYRILMAZ.
* “Terörizm kendiliğindenciliğin ters yüz olmuş biçimidir” ve çeşitli küçükburjuva maceracı, iradeci akımların temeli olarak da bu felsefi yaklaşımı netleştirmek gerekir. Zira, kaba materyalizmin kaderciliğine karşı (tepki olarak) idealist bir temelde düşüncenin, iradenin aşırı abartılması ve tek yönlü geliştirilmesi çabası söz konusudur. (l. Tez)
* Türkiye’de T“K”P, TİP vb. küçükburjuva, reformist-sendikalist anlayışa tepki olarak gelişen ‘71 küçükburjuva, iradeciliği ve maceracılığı ‘74 sonrası tam bir kaba materyalist yanına yönelmiş ve Türkiye ML hareketinin temelini materyalizmin bu kaba, mekanik, ekonomist yanını oluşturmuştur. Şüphesiz bu, 2. Enternasyonalcilerin vb. çok kaba ekonomist çizgileri gibi olmamıştır. Hem Almanya’daki gelişmeler, hem de Türkiye’deki oluşum bir ekonomizme artık olanak vermemektedir. Hem de TKH’nin kendine has kazanımları vardır. Bununla birlikte, TKH’nin kendiliğindenci-kuyrukçu ve strateji ve taktik yoksunu pratiği söz konusudur. Bunu aşma yönünde çabalar -TKH’nin ‘80 sonrası gelişimi, strateji ve taktik vb. vb.
* Partinin ideolojik-siyasi temelinin geliştirilmesi bu temelden başlatılmalı ve bu sınıf savaşımına ve onun araçlarına (en başta örgüt) diyalektik materyalist yaklaşım yönünde geliştirilmelidir. Sendikalizmin, kendiliğindenciliğin, kuyrukçuluğun, parti ve kadro anlayışının mücadele ve örgüt biçimlerine yaklaşımının, devrimin hazırlanması ve yolunun döşenmesinin (taktik ve strateji) yönünde geliştirilmelidir (irade, iradi müdahale). Tüm bunların birçok yönüyle ele alındığı doğrudur. Fakat 1-bunlar da eksiktir, 2- eskiyle tam bir hesaplaşma içinde ortaya konulmadığından, -çok az bir kesim dışında- büyük çoğunluğun tarafından kesinlikle kavranmamış ve eski egemenliğini korumuştur, 3- bu nedenle bütün pratik eskinin ürünüdür. Strateji-taktikte ifadesini bulan anlayıştan çok uzak, onun zıddıdır.
* Hiç kuşkusuz ki sorunun çözümü pratiktedir ve tüm bu söylenenlerin gerektiği pratikle ortaya konulmalıdır. Bunun yolu iradeden, bu yönden alman kararları tam bir irade ile uygulamadan geçmektedir. STRATEJİ YOKTUR=İRADE YOKTUR
* Diyalektik materyalizmin buna bağlı olarak ML sınıf mücadelesi teorisinin ve parti anlayışının doğru olarak kavranması; sınıf mücadelesinde iradenin rolünün, devrimin öznel koşulları ve partinin bunun içindeki görevinin, sınıf mücadelesine aktif birer mücadele aracı olarak strateji ve taktiğin doğru olarak kavranması; bu da her türden siyasal ve örgütsel oportünizmin, kendiliğindenci ve kuyrukçu sınıf mücadelesi anlayışının oportünist kadro ve örgüt politikalarının baştan ve pratikte inkarıdır.
* “Namuslu oportünizm, belki de oportünizmlerin en tehlikelisidir”-Engels
* Özellikle kadro ve örgüt politikasında doğru bir çizgi izlemenin temel koşulu irade sorununun doğru kavranması ve pratikte uygulanmasıdır. Lafta, teoride doğru bir kadro örgüt politikasının ortaya konulması çok şey ifade etmiyor. Diyalektik materyalizmin irade sorununun kavranışı kendisini pratikte gösteriyor. Doğrularda ısrar yerine uzlaşmak, sadece yanlışlar değil, doğru gibi gözüken ama eski alışkanlıklara çok küçük bile olsa tavizler vererek büyük bir oportünizme yönelmek tam da irade sorununun kavranmamasının, kendiliğindenci- oportünist anlayışın ürünüdür. Elbette bu örgüt ve kadro alanlarında olduğu gibi, sınıf mücadelesinin tüm alanlarında geçerlidir. Ve tek tek kişilerin kendi içindeki mücadeleye kadar özelleştirilmelidir. İnsanların kendi içlerindeki mücadelede neden yenildikleri, doğrudan irade sorunu ile ilişkilidir.
* Marks’ın Feurbach Üzerine Tezleri 1., 2. ve 3. Tezleri yorumundan çıkan doğrudan bir sonuç olarak, a) toplumsal değişme eyleminin, toplumun dışında (kurtarıcı) bir güç tarafından değil, aksine taraflara bölünmüş ve birbiriyle ilişki ve çelişkisi içinde gelişen toplumun kendisi tarafından değiştirilmesi; b) özne-nesne sorunu
* Kaba materyalizmin, pozitivizmin “nesnellik” anlayışına karşıt/yanıt olarak diyalektik materyalizmin “nesnellik” anlayışı.
* Konunun bu yönünün ele alınması, irade, iradi müdahale, öncülük vb. kavramların doğru olarak anlaşılması bakımından önemlidir. Kuyrukçu-kendiliğindenci ya da küçükburjuva maceracı-öncü savaşçı “öncülük” anlayışlarının eleştirisi -ki bunların ülkemizdeki temeli olarak kemalist-pozitivist toplum mühendisliği anlayışları ele alınmalıdır- tam da Marks’ın 1. Tez’de ortaya koyduğu “nesnel gerçeğin” algılanışı temeline oturtulmalıdır. Zira toplumsal gerçekliğin “salt nesne ya da sezgi” olarak kavranışı, bizatihi öncünün de bu gerçekliğin bir parçası olduğunun ve onun bu gerçekliği kavrayışının da pratik bir faaliyet -duyusal, duyunun bir insan faaliyeti- öznel bir faaliyet olduğunun kavranamaması, son tahlilde toplumun akışında, onu değiştirmeye, soruşturmaya çalışan “öneriler” anlayışı ile doğrudan bağlantılıdır. Aynı şekilde toplumun toplumsal gerçekliği değiştiren, değiştirmesi gereken bir özne olarak değil, bir nesne olarak kavranması doğal olarak bu nesneyi değiştirecek özne (öncü) gerektirir. Kemalistlerle, öncü savaşçılar aynı temelde böyle birleşiyor. İradi müdahale bu toplumsal ilişkiler içinde ayrı bir parti olarak örgütlenmiş belirli bir kesimin bu ilişkilere -kendisine pratik bir insan faaliyeti olan ve nesnel gerçeğin kavra- nişinin tek biçimini oluşturan öznel-düşünsel eyleminin ürünü olarak- müdahalesidir. Ki bu da nesnel bir faaliyettir. Kaba materyalizmin “iğrenç tek düze görünümü içinde kavradığı da budur. Saptanmış, hedefler yönündeki (stratejik) mücadelenin başarılı olup olmaması nesnel gerçekliğin doğru olarak kavranıp kavranmadığının ürünüdür ki burada da 2. ve 4. Tez’e geliriz. Yani “insan düşüncesinin nesnel gerçeği kavrayıp kavrayamayacağı sorunu teorik değil, tamamen pratik bir sorundur. Yani insan düşüncesinin gerçekliğini, gücünü öte yanlılığını (...) pratikte kanıtlamakla yükümlüdür.” (2. Tez)
“Ortamın değiştirilmesi ile insan faaliyetinin ya da kendi kendini değiştirmenin çekişmesi yalnız devrimci pratik olarak kavranabilir ve ussal biçimde anlaşılabilir.”
“Toplumun biri toplumdan üstün olan iki kısma ayrılması.” (3. Tez)
* Burada Türk solunun felsefi temellerinin kaba-mekanik materyalist içeriğinin eleştirisi, kemalizmden beslendiği kadarıyla somut olarak pozitivist-determinist özelliklerine yöneltilmelidir. Onun toplumun dönüşmesi eylemini toplumun ve onu oluşturan ana grupların (sınıfların) kendi eylemi olmaktan çok, küçükburjuva öncülük anlayışıyla, toplumun üstünde bir kurtarıcılar grubunun, toplumu eğitmesi, aydınlatması ve bu yolla dönüştürmesi, bizzat onun yerine eyleme geçmesiyle çözümlenecek bir sorun gibi algılanmasına dayanır. Ya da, determinist bir temelde, toplumun kendi kendine çözülmesi, değişmesi sorunu olarak görülür ki, toplumun değişik kesimlerinin (sınıfların, partilerin vb.) bizatihi toplumsal ilişkilerinin bir pratiği, ifadesi olan düşünsel-iradi faaliyetleri içinde giriştikleri eylemlerinin bilinçli karakterinin inkarına gidilir. Bu determinist-kaba materyalist yeni Türk solunun kendiliğindenci, kuyrukçu (stratejisiz) pratiğinin; “öncü savaşı” anlayışları ise onun ters yüz olmuş biçimi olarak -fakat aynı temelden beslenen idealist-volontarist yönünün göstergesidir. Pozitivizm (olguculuk) kaba materyalist (ve hem kaba-mekanik materyalizmler gibi tarih ve toplum alanında idealist) bir burjuva felsefi akım olarak, beşeri, toplumsal ve tarihsel biçimleri kaba ve mekanik bir biçimde pozitif (olgusal) bilimlerle özdeşleştirmekte toplum, düşünen, düşünce ve tutkularıyla hareket eden bir güç olarak değil de tıpkı diğer doğal güçler gibi bir olgu olarak ele alınmakta. Bunun sonucunda hem determinist hem de volontarist bir yönelime zemin oluşturmaktadır. Determinizme yön vermektedir zira, eğer toplum (ve tarih) tıpkı doğal-olgusal bilimlerde olduğu gibi kendi kaçınılmaz (determinist) yolunda gidecekse insani-iradi müdahalenin zaten hiçbir işlevi yoktur ki ya da yapılabilecek sadece insanı kendi kaçınılmaz gelişimi gösterilmesinden ibarettir (pro-ajitasyon, aydınlatma) kuyrukçuluk ve kendiliğindencilik kaçınılmazdır. Öte yandan bunu ters yüz olmuş şekli olarak volontarizme yön vermektedir. Zira toplum, insanca duyusal faaliyetinden bağımsız olarak salt bir nesne ise, onu daha “iyi” daha “mükemmel” çağdaş vb. yönde ilerletecek “kurtarıcılar”, “eğiticiler” (“kendileri de eğitilmeye muhtaç eğiticiler” (Marks)) gibi “öncülere” ihtiyaç vardır. (3. Tez’deki Robert Owen örneği.)
Diyalektik materyalizmin doğanın, düşüncenin ve toplumun hareket yaratan dediği diyalektik-tarihsel yaklaşım ile pozitivizmin arasındaki net sınır doğru görülmelidir. Bu sınır ve sorunun cevabı Marks’ın Feurbach Üzerine Tezleri’ndedir. Ki Türk solunun kaba materyalist-determinist temeli de tam buradan hareketle eleştirilmeli, bu da kemalizmin pozitivist aydınlatmam mantığının eleştirisi ile ilişkilendirilebilir. (Yeri gelmişken belirtilmelidir ki, marksizmin 150 yıl önce çözümlediği sorunların bugün yeniden keşfediliyor gibi, farklı kavramlarda [modernizm; postmodernizm, pozitivizm vb.] tartışılması çok acıdır. Bu sorun postmodernizmin üzerine (1. başlık) yazıda genişçe ele alınmalı)
* Marks’ın 1. Tez’de yaptığı şu vurgu: “Feurbach’ınki de dahil olmak üzere şimdiye kadar varolan tüm materyalizmin başlıca eksiği, şeyin, gerçekliğin, duyusallığın duyusal insan faaliyeti, pratiği olarak değil, öznel olarak değil, yalnızca nesne ya da sezgi olarak kavranmasıdır.” Diğer bir yanıyla da ele alınmalıdır. Yeni toplumun nesne, bireyler, olgular vb. değil, özellikle bir ilişkiler (bireyler, olgular, nesneler arası vb.) bütünü olarak anlaşılması gerektiğidir. Kaba materyalizmin gerçekliği birer nesne ya da sezgi olarak (ki pozitivist (olgucu) bunu olgular olarak tanımlar) ya da nesneyi olguya kadar genişletebilir) ortaya koyması toplumun ortak bir ilişkisi (somut bir toplum ilişki biçimi) içinde var olabileceğini, nesnelerin, bireylerin, olguların vb. ancak -aynı zamanda bir çelişki olan- bu ilişkinin (bağıntının) mümkün olduğunu, duyusal insan faaliyetinin (gerçekliğin algılanması ve değiştirilmesinin) bu ikilemin -insan doğa ve toplumla kurduğu ilişkinin- bir biçimi, yönü ve ürünü olduğu, toplumun, olgunun, bireyin nesnenin, kendi başına değil ancak bu ilişki içinde kavranabileceği vb. vb. vb.
{8}* PARTİ KONUSUNDA BİR NOT: Bugün temel soru: NASIL bir parti? sorusudur. Bu konuda söyleyebileceğimiz her şeyi Kuruluş Kongresi belgelerinde söyledik. Nasıl bir parti sorusunun cevabı strateji ve taktikte özel olarak açıldı. Bu konuya ilave olarak partinin yapısı ve işleyişini daha da açmak gerekir. Özellikle de “parti, örgütlerin toplamıdır” konusunun açılması gerekir. Bu sözün, partinin örgütlerin aritmetik bir toplamı olarak yanlış ve eksik anlaşılması çok yaygındır. Oysa aritmetik yaklaşımı yüksek matematik bir düzeye yükseltmek gerekir. Partinin örgütlerin integrali olduğunu söylemek daha doğrudur. Yani partiyi aynı biçimli (uniform) tek düze bir örgütler ve bunların nicelik çokluğu yerine yaşamın her alanında ve her konuda ve koşulda farklı örgütlerin bütünlüğü olarak ele almak lazımdır. Fazla biyolojik gelebilir ama bu konuyu tıpkı bir insan vücudu gibi ele almak doğru olur. İnsan vücudu organların onu oluşturan hücrelerden meydana gelmiştir (sonuçta bunların toplamıdır) Fakat kök hücreler yanı sıra her organın kendi kas hücresi vardır. Her organ fonksiyonuna uygun hücrelerden oluşur. Partide faaliyet yürüttüğü alanın özelliklerine uygun fonksiyonlara sahip organlardan oluşmalıdır. Buraların hücreleri kendi kas biçimleri özellikler taşımalıdır. Tüzükte ifadesi bulan en genel ortak özellikler dışında, kendine has özellikleri olmalıdır.
3 Ve 4- Geri Dönüş, 1950 Sonrası Dünya Ekonomisinin Gelişimi Ve Küreselleşme Sorunu
* Aslında bu konuyu (geri dönüş sorununu kısmen dışta bırakarak) küreselleşme başlığı altında incelemek gerekir. Zira, 1950 sonrası dünya ekonomisi (ve politikasının) gelişimini kitabi-akademik bir inceleme olmaktan çıkararak, somut güncel sorunların tartışılması ile birleştirerek daha kapsamlı ele almak bu yolla başarılabiliniz. Bu, hem bugün küreselleşme adı altında sanki yepyeni bir toplumsal-ekonomik biçim söz konusuymuş gibi (aslında olan Marks ve Lenin’in {özellikle Lenin’in Emperyalizm kitabının} kapitalizm-emperyalizm tahlillerinin doğrulanması ve emperyalizmin nicelik olarak yoğunlaşmış bir evresidir) ele alan yaklaşımların daha tarihsel ve bütünlüklü bir eleştirisi olacaktır; hem de Stalin sonrası (kısmen Enver Hoca tarafından yapılmış) kapitalizm ve dünya kapitalist ekonomisinin evrimi konusunda kapsamlı bir incelemenin yapılması görevinin yerine getirilmesi olacaktır.
* Aslında tamamen sübjektif faktöre ait olan (esasen revizyonist önderliğin ihanetine ilişkin bir konu olan ve bu nedenle bazı aklı evvellerin “Stalin ve Stalin dönemi SBKP’sinin”, “sosyalist demokrasinin” hataları üzerine “derin tahlil”lerinin saçmalığını da ortaya koyan) geri dönüş sorununu, geri dönüşe neden olan bu ihanet ve parti sönüm temelinde ve geri dönüşü koşullayan tarihsel koşulların (iç savaş, II. dünya savaşı vb.) irdelenmesi temelinde ayrıca ele almak gerekir. Fakat 1950 sonrası dünya ekonomisi ve siyasetinin evrimi içinde ve onunla birlikte ele almak, hem geri dönüşü koşulla- yan ve hızlandıran tarihsel etkenlerin ele alınmasını sağlayacak hem de geri dönüşün (gerek kapitalizmin işini kolaylaştırıcı, gerekse de yerini bir emperyalist güç olarak SB’nin ABD’yle paylaşım kavgası anlamında zorlaştırıcı) rolünün ve bu role bağlı olarak dünya kapitalizminin gelişimi ve kendini yeniden örgütlemesinin biçimlerini incelemeyi kolaylaştıracaktır. (Geri dönüşün, sosyalizmle girdiği ölüm kalım savaşı nedeniyle kapitalizmin kendini yeniden örgütlemesinde, bilimsel ve teknolojik gelişmede, iradenin ve siyasetin ekonomi ve nesnel koşullar üzerinde etkisinin artmasında, ileri kapitalist ülkeler proletaryasının kazanımlarının genişlemesinde, soğuk savaş ve silahlanma politikalarının ekonomideki ve teknolojideki sonuçlarına vb. vb. yol açtığı tüm sonuçlar kapsamlı bir biçimde incelenmelidir.) Bu nedenle aslında bazılarınca yanlış bir biçimde (neden ki anlamında) abartılan ve yanlış değerlendirmelere neden olan geri dönüş sorunu özellikle bu açıdan incelenmelidir.
* 1950 sonrası (ve bugün) dünya kapitalist-emperyalist ekonomisinin gelişimi sorununun bugünkü “küreselleşme tartışmaları” ile birlikte ve buradan başlayarak incelenmesi; a) 1945-1974 (1971’de Bretton Woods anlaşmasının fiilen ortadan kalkması ve daha sonra 1974 petrol krizine kadar), b) 1974-’80 kriz ve geçiş dönemi (a+b) (b’yi bazı özellikler açısından belirtmeli), c) 1980-1990 ABD’nin Reagan yönetimi ile birlikte dünya çapında saldırıya geçtiği, ekonomisini (Friedmancılık vb.) yeniden yapılandırdığı ve askeri teknolojiye ağırlık verdiği dönem (yıldız savaşları projesi, bunun sonucu SB’nin pes etmesi vb.) d) 1990 sonrası ve bugün “küreselleşme” adı verilen ABD egemenliğindeki yeni dönem biçiminde kabaca tasniflenebilir ve bu dönemler hem ayrı ayrı hem de birlikte incelenebilir. Daha önceleri düşündüğümüz ve tartıştığımız gibi her dönemin ayrıntılı bir ekonomik tahlili yapılmalıdır. Bu incelemenin ardından küreselleşme adı altında yapılan yeni ideolojik saldırının tüm argümanları tek tek ele alınıp (“tarihin sonu”, “bilgi çağı”, “uygarlıklar savaşı” vb.) eleştirilmelidir.
* Yeri gelmişken belirtilmelidir ki, “ya barbarlık ya sosyalizm” sloganı bugün her zamankinden daha fazla geçerlidir ve bugün bu slogan şöyle anlaşılmalıdır: İnsanlık sosyalizm yönünde yeni bir atılım göstermezse (ki göstermeyebilir, sosyalizmin hemen bugün ve kısa vadede kaçınılmaz olarak zafere ulaşacağı gibi ML’nin pozitivist-determinist, kaba materyalist yorumlarının aksine -özellikle de sınıf savaşımında iradenin ve önderliğin belirleyici roller oynadığı sosyalizm mücadelesi açısından önderlik sorunu çözümlenemezse kısa ve orta vadede önemli başarılar beklemek mümkün değildir.) insanlığı bekleyen tehlike (kısa vadede gezegeni tamamen yok edilebilecek gelişmeler olmazsa -ki bu tehlike bugün çok günceldir.) küreselleşmenin evrim yolu olarak yeni bir “ortaçağ” karanlığıdır. Tarihin sarmal (helezonik) gelişiminin yeni bir evresi olarak birçok açıdan ortaçağ feodal döneminin özelliklerini taşıyan uzunca bir dönem yaşanabilir. Büyük İskender ve Roma İmparatorluğu sonrası içine girilen ve yaklaşık bin yıl süren ortaçağ feodal Avrupası’nın ve Yakın Doğu’nun tarihi bu açıdan özellikle incelenmelidir. ABD’nin (Roma İmparatorluğu gibi bir egemenlik) hayalinin gerçekleşemeyeceği ve (fakat) diğerlerinin de onun egemenliğini tam olarak yıkamayacağı, bunun sonucu küreselleşmenin yıkıma, çözülmeye ve kopmaya dönüşeceği bir dönem beklenebilir. (Eğer diğer emperyalist güçler ABD’ye tam olarak kafa tutacak duruma gelirse de - büyük ölçüde gezegenimizin yıkıma yol açacak- dünya ve yakın evren çapında bir geçiş kaçınılmazdır) Böyle bir dönem gelişkin üretici güçler ve teknoloji altında yaşanacağı için hem çok daha hızlı, hem de çok da yıkıcı olacaktır ki, bu yıkıcı sonuçların neler olacağını şimdiden tam olarak kestirmek mümkün değildir. (Mafyacı derebeycilik)
* “Küreselleşme” adı verilen kapitalist-emperyalizmin bugünkü döneminin insanlık açısından (az önce değinilen olumsuzluklar yanı sıra) devrim için yeni fırsatlar ve olanaklar sunduğu da açıktır. Küreselleşmeyi de aşan bir sonuç olarak bilim ve teknolojideki gelişmelerin (ki bunların bütünlüklü bir incelemesi de ayrı bir yazı konusudur) insanlığın gelişmesindeki rolü önemli gelişmelere yol açmaktadır ve açacaktır. (Bunların tümü sınıfsız bir toplumun maddi ve entelektüel koşullarını daha da güçlendirmekte ve sınıfsız bir toplumu en akli- mantıki seçenek haline getirmektedir. Bunun dışında “küreselleşme”, “küresel (enternasyonal) bir mücadelenin zemini de güçlendirmekte ve genişletmektedir. (Seattle, Prag vb.) Fakat bu sorun doğru olarak ele alınmalıdır. Seattle, Prag vb. küresel eylemlerin fazla abartılması anarşist ve reformistlerin stratejilerine hizmet eder. Enternasyonal dayanışma ve mücadele yanı sıra devrimin her ülkede ayrı ayrı örgütlenmesi ve zaferi sorunu bugün için her zamankinden daha fazla geçerlidir ve günceldir. Bu nedenle küreselleşmelerin (Zapatistler gibi postmodern gerilemenin) savunmacı iktidarı ve devrimi hedeflemeyen perspektiflerin eleştirisi çok önemlidir. Özellikle, bugünkü gibi, tasfiyecilik ve gericilik dönemlerinde yeni “moda” eğilimlerin güçlenmesi daha kolaydır. “Küreselleşme karşıtlığı” modasının bu kadar yankı bulmasını da bugünkü tasfiyeci koşullarda aramak gerekir. (Yani Seattle, Prag vb. abartılması tasfiyeciliğe destek anlamına gelir) İster eski stratejiye karşı inançsızlığa düşsün (ki, erken devrim beklentisinde olanların bu inançsızlığa düşmesi çok kolay) isterse -bunu fark edecek kadar bile düşünme yeteneği olmadığı için- hiç sorgulamadan yeni modaya uygun genç devrimciler arasında bu eğilimler kolayca gelişebilir. Bununla birlikte, küreselleşme karşıtı eylemlerden öğrenilebilecek birçok şey vardır. (Özellikle eylemin örgütlenme tarzı, internet vb.) Dahası, iktidar ve devrim perspektifini kaybetmeksizin, emperyalizmin saldırısından zarara uğrayan çok farklı ve geniş çevrelerin savunma cephesinin inşa edilmesi de komünistlerin görevi olmalıdır. Bugün anarşistlerin ve reformistlerin elinden alınması gereken, çok geniş bir direniş yelpazesi içeren küreselleşmeye karşı savunma cephesinin inşası, emperyalizmin her yeri ele geçirmesini engellemek yanı sıra yeni bir saldırı cephesinin güçlerini hazırlamaya hizmet eder. HAZIRLIK!
* “Küreselleşme” (globalizm) konusundaki en kaba (fakat bu “düşünce”yi en özlü anlatan ve daha önce değindiğim emperyalizmin son 50 yılların tahlilini “küreselleşme” savunma olarak ele almasının gerekliliğini de gösteren) demagojilere bir örnek Nabi Yağcı (Haydar Kutlu)dan bir inci: “.. .Artık leninizm bitti. Yani Lenin’in tariflediği emperyalizm çağı bitti. Kapitalizm, Lenin’in ‘emperyalizm’ diye tarif ettiği aşamada bugün ‘globalizm’ denilen farklı bir aşamaya geçti. Yani kapitalist dünya değişti. Ama değişmeyi hâlâ göremeyip, dünyayı emperyalizm ve antiemperyalizm ikilemi içinde değerlendirmeye kalkanlar var ki, gerçekte dünyada onların söylediği gibi bir antiemperyalizm geriye kalan şey gerçekten bir milliyetçilik, ‘ulusçuluk’ oluyor.” (Radikal, Neşe Düzel’in yaptığı söyleşi, 6 Kasım 2000) (Yağcı’nın söyleşisi daha birçok inciyle dolu, bu nedenle tamamını kesip bu noktalara ekliyorum.)
* Tam da ortaya çıkarılması gereken demagoji, yıllardır en özlü anlatılan “küreselleşme” düşmanıdır. 1950 öncesi kapitalist-emperyalizmin tahlilini buraya yöneltmek gerekir. Yağcı’nın “teorisi”nin aksine “globalleşme” kapitalist-emperyalizmin gelişmesinin bir momenti, aşaması ve sonucudur. Yani tam da Lenin haklı çıkmıştır. (Marks) Kapital+(Lenin) Emperyalizm kitapları.
* Yine buradan çıkan bir sonuç daha devrimci bir strateji açısından, antiemperyalist mücadelenin devletin yedeği haline gelmemesinin önemi ve Yağcı’nın demagojisini boşa çıkarmasının gereği.
(NOT: Söyleşinin devamında Yağcı’nın “devletin sönümlenmesi”, “demokrasi”, “proletarya diktatörlüğü” konusunda söyledikleri Kautsky’nin söylediklerinin bire bir aynısı. {Bkz. Devlet ve İhtilal, Dönek Kautsky vb.} Bol bol değişimden bahseden Yağcı’nın kendisi hiç değişmemiş, hâlâ Kautsky’i bıraktığımız yerde otluyor!)
5- İslamcı Hareketlere “İslam Modernizasyonu” Laik-İslamcı Çatışmasına Yaklaşım
* Din sorununu -daha doğrusu dinsel hareket sorununu- sadece dincilerin sorunu olarak gören yanlış anlayışın eleştirisi. Din sorununun toplumsal siyasal bir sorun olarak ele alınması ekonomik köklerinin ve bu temel üzerinde gelişiminin ve değişiminin ortaya konulması- dini islamın durağan bir fikirler sistemi olarak değil, toplumsal ve ekonomik evrimci düşünceye, islamcı harekete yansıması olarak ele alınması.
* Engels; “L. Feuerbach ve Klasik Alman Felsefesinin Sonu”
* Marks-Engels; “Alman İdeolojisi”, “Fikirlerin tarihi yoktur.”
* Weber: “Protestanlıkta Ahlak Anlayışı ve Kapitalizmin Ruhu”, “Din Sosyolojisi Üzerine Denemeler”
* İslami kurum ve hareketlerin cumhuriyet sonrası gelişimi
* Tekkelerin ve tarikatların kemalist yasaklama sonrası aldığı biçim? (araştırmalı?)
* DP iktidar dönemi yeniden örgütlenme
* İslami “modernleşme” ve Nizam Partisi ile birlikte bir siyasal parti halinde örgütlenme (Bk. Gramsci, sf. 27, Katolik Modernleşme) Dinde modernleşmeden ne anlaşılmalıdır? Aslında modernleşen din değildir. Toplumun modernleşmesine, gelişmesine bağlı dinsel inanç, fikirler vb. değişmekte, bunların içeriği yeni bir biçimde (dinsel) ortaya çıkmaktadır. Bir tane islam yoktur. Her döneme ve değişik toplumlara göre birçok islam vardır. Bugün “modernleşme”sinden bahsedilir. İslam da günümüzün birbirine benzemeyen belirli toplulukların inançlarıdır.
“Bunun temeli ve buna gerekli olarak sos- yo-ekonomik evrim -toplumsal sınıfların ayrışması ve gelişmesi için de taşra, tefeci tüccar sermayesinin ve küçük sanayicilerin evrimi- ekonomik bir güç olarak tarikatların gelişimi ve güçlenmesi -islamcılarm kendi içinde sınıflaşma ve bunun özellikle bugün aldığı biçim, yoğunlaşma- bugün islamcı hareketlerdeki fikir ayrılıklarının kökeni -Anadolu sermayesi+yurtdışı kaynakları= (Bunları birleştirici etken olarak tezat bağları) yeşil islamcı sermaye ve bunların oligarşiye kafa tutar hale gelmeleri (özellikle de oligarşinin esasen iç pazara yönelik kesimleri -başta Koç- tehdit eder hale gelişi) Ve bugünkü laik-islamcı çatışmasının özü.
* İslamcı hareket ve kadın sorunu -özel olarak türban konusu- türbanlı kapalı kadının toplumsal yaşama katılışının somut -bize has- biçimlerinden birisi olduğu ve dolayısıyla ileri bir adım teşkil ettiği -türbanlı gençlerin ve çalışan kadınların resmi daireler-okullara girişine karşı çıkan laikçilerin aslında gerici bir konumda olduğu, başını henüz açamayan kadının evde hapsolmasmı istemekten öte bir şey yapmadıklarının ortaya konulması gerekir.
* Aslında bu konuyu, 5 ve 6 nolu başlıklar, birleştirerek, Türk-islam tarihinin incelenmesi sonucu ele almak daha doğru olur. Anadolu coğrafyasının Müslümanlık ve Türkler’in gelmesinden sonraki tarihinin -ve genel olarak islam tarihinin- incelenmesi, hem kendi toplumumuzun ve tarihimizin doğru olarak anlaşılması bakımından önemlidir, hem de güncel sınıf savaşımların özellikle de islamcı hareketlere yaklaşım bakımından anlamlıdır.
* Yeri gelmişken belirtilmelidir, kendi tarihimize, ürünü olduğumuz kültürel ortama yabancılaşmamız tespit edilmeli ve bu tespitten hareketle (en azından stratejik olarak) toplum- sal-ulusal özelliklerin daha doğru olarak anlaşılmasına yönelinmelidir. Dahası kendi tarihsel- kültürel ortamımız yeterince kavranmadan bugünkü bazı sorunlar anlaşılamaz bile. Örneğin İslam Rönesansı da denilebilecek (VIII, IX ve X. yy) dönemin tartışmaları olmadan bugünkü islamcı akımların ideolojik-siyasal öngörülerine ilişkin bazı özellikler tam olarak anlaşılamaz. (Hiç kuşkusuz ki, “ideolojilerin tarihi yoktur.” ideolojik biçimler kendi somut tarihsel toplumsal ilişkileri içinde kavranmalıdır. Fakat tarihsel gelişimin bir yönü olarak kültürün (maddi ve manevi kültürün) birikimleri ve bugün üzerindeki etkileri hiç yok demek değildir bu).
* İslamda reformasyon (kelimenin Lutharyen, Calvinist vb. protestan anlamında) neden gerçekleşmedi sorusu, yanlış ve eksik bir sorudur. Şundan dolayı 1-Aslında bir yönüyle reformasyon yaşanmıştır. (İslam Rönesansı da denilen IX-XII. yy’da bu bir yönüyle yaşanmış (Rafıziliğe kadar gelen islamcı yorum ateizmin sınırıdır) fakat o dönemde bunun üzerinde gelişeceği toplumsal-sınıfsal temel (modern burjuvazi) olmadığı için, gelişememiştir. (Islamın o dönemde dayandığı tüccar sermaye modern kapitalistlerin değil feodal dönemin bir unsuru idi. 2- Son 100-200 yıllık süreçte islamın egemen olduğu topraklarda batının sömürgeci-emperyalist hakimiyeti nedeniyle islamcı fikirlerdeki değişme ve gelişmeler (reformasyon) ve bu ülkelerdeki (okunamadı) leşme-kapitalistleşme süreçleri doğrudan bu etki altında sınırlı kalmıştır. (Bu açıdan Türkiye-Mısır-Pakistan örnekleri, diğer yandan Iran, Libya-Sudan deneyleri, öte yandan S. Arabistan-Kuveyt vb. örnekler somut olarak incelenmelidir.) 3-Bugünkü reformasyon da doğrudan emperyalist kaynaklı ve pragmatist bir yön içermektedir. (Grakham Fulker, Samuelson vb.) Dolayısıyla Türkiye’de Özal eliyle ilk kez ortaya atılan ve bugünlerde yeniden ele alınan reformasyon temelde gelişecektir.
*İslamcı harekete karşı mücadelenin temelini kemalizme, kemalist-laikliğe karşı mücadele oluşturmalıdır.
*-(DEVAM)
Dipnot:
* Roma’da ölenlerin ardından geride bıraktıkları ve hayata kattıklarını anlatmak için “öldü” demek yerine “yaşadı” denirmiş. Biz de Ahmet Metin Koyuncu’yu anarken onun için “yaşadı” demeyi uygun bulduk.