Seçimler Ve Devrimci Politika

Marksist Leninistler devrim yürüyüşlerinde hiçbir mücadele araç ve yöntemini reddetmezler. Zaman zaman şu ya da bu mücadele yöntemi öne çıksa da birçok mücadele yöntemini aynı anda ve koordineli olarak kullanırlar. Barışçıl-silahlı, legal-illegal mücadele biçimlerini ustalıkla birleştirirler. Bu nedenle ne herhangi bir mücadele yöntemini fetişleştirir ne de küçümserler. Nihayet, bütün mücadele araç ve yöntemleri kitlelerle buluşma, onları örgütleme ve seferber etmeye hizmet ettiği müddetçe anlamlıdır. Belirli bir yöntem üzerinde taktik yoğunlaşma da bu yöntemin o süreçte kitlelerle buluşmaya en çok hizmet etmesi nedeniyle tercih edilir.

3 Kasım parlamento seçimlerine katılmak da kitlelere ulaşmanın yöntemlerinden biriydi. Seçim döneminde yığınların politikaya ilgisi üst düzeydedir. Ve politik çalışma olanakları diğer zamanlardan daha elverişlidir. Politik duyarlılığı ve olanakları en iyi biçimde değerlendirmek, bu yolla yığınlarla bağları güçlendirmek, devrimci programı kitlelere ulaştırmak ve onları bu program doğrultusunda örgütlemek seçim sürecinin devrimci görevidir. Marksist leninistlerin seçim taktiğinin en kestirme özeti budur.

Neden Boykot Değil?

Boykotçu blok parlamentonun tarihsel olarak meşruiyetinin kalmadığından, çözümün parlamentoda değil dağlarda olduğundan söz ediyordu. ‘Geçici devrimci hükümet kurma’ çağrısı yapan bile vardı.

‘Tarihsel olarak meşruiyeti kalmamış, ömrünü doldurmuş’. Doğru söze ne denir?(!) Ama bu ‘doğru’ yeni değil. 20. yüzyılın başında da parlamento tarihsel olarak zamanını doldurmuştu. Bir şeyin tarihsel olarak meşruiyetinin kalmamış olmasıyla onun pratikte alt edilmesi aynı şey mi?

“Yüzyıldan fazla bir zamandır ‘kapitalizm tarihsel olarak zamanını doldurdu’ ama, bizim kapitalizm alanında uzun süren ve inatçı bir savaşımı sürdürmemizi gereksiz hale getirmez ki. Parlamentarizm, dünya tarihi yönünden ‘tarihsel olarak zamanını doldurmuştur’, başka bir deyişle burjuva parlamentarizmi çağı sona ermiştir; proletarya diktatörlüğü çağı başlamıştır. Bu yadsınamaz. Ama dünya tarihi on yıllarla hesaplanır. Dünya tarihinin ölçütü ile ölçüldüğünde on yıl ya da yirmi yıl önce olmuş ya da sonra olmuş önemli değildir; bu dünya tarihi açısından, yaklaşık hesaplarla bile hesaplanması olanaksız olan önemsiz bir niceliktir. Ama işte bundan ötürüdür ki, pratik bir siyasal sorunda durum, dünya tarihi ölçüsünde değerlendirince, çok büyük bir tarihi yanılgıya düşülmüş olunur.”(Lenin, Sol Komünizm Çocukluk Hastalığı, s. 51, Sol Yayınları, 5. Baskı)

Eğer, parlamentonun tarihsel olarak meşruiyetinin kalmamış olması, onun boykot edilmesini gerektiriyorsa, yüzyıldan fazla bir zamandır dünyanın bütün ülkelerinde yapılan parlamento seçimlerinin boykot edilmesi gerekiyordu. Devrimci akıl bir kez buharlaştı mı onun hangi biçimler alacağı hiç belli olmaz. Bu arkadaşlara kalırsa, parlamento burjuvazinin ahırıdır ve o ahırda devrimcilerin yeri hiçbir zaman yoktur.

Bu tartışma bir yana, boykot taktiğinin nasıl bir devrimci rol oynadığını sormak gerekir. Yığınların burjuva parlamentodan, rejim partilerinden umudu kestiği, arayış içinde olduğu, rejim krizinin yaşandığı koşullarda olduğumuz doğru. Ama emekçi yığınların ne siyasal grev ve direnişlere, ne yığınsal siyasal gösterilere, ne de yeni bir düzene yöneldiği iddia edilebilir. Denebilir ki, boykot taktiği ile arayış içindeki kitlelerin düzenden kopuşu hızlandırılacak ve yığınlar devrime yönlendirilecek, peki hangi güçle?

Devrimci hareketin kitlelerden kopuştuğu bir gerçek değil mi? Yığınlar burjuva partilerden kopmuşsa devrimciler de yığınlardan kopmuş. Kimse bu gerçeğin üstünden atlayamaz. Kitle bağlarının bu denli zayıf olduğu bir durumda boykot taktiği hiçbir işe yaramayacaktı. Devrimcilerin kendi kendilerine parlamentoyu boykot etmesi, kerameti kendinden menkul devrimcilik anlayışına yeni bir halka eklemekten başka bir anlam ifade etmeyecekti. Parlamento seçimlerine yığınların duyarsızlığı boykot taktiğinin gerekçesi yapılacaksa bugünkü dünyada bütün parlamento seçimlerinin boykot edilmesi gerekir. Örneğin ABD’de neredeyse seçmenlerin yüzde 35’i oy kullanmıyor. Aynı durum Avrupa ülkeleri için de geçerli. Parlamentoyu boykot taktiği devrimcilerin kitlelerden kendilerini tecrit etme taktiğinden başka bir anlama gelmeyecekti. Kendi istemlerini yığınların tutumu sanmak gibi devrimci akıldan yoksun bir anlayışın ürünüydü, boykot taktiği.

Sorunu biraz daha irdeleyelim.

Nesnel olgular ve güç ilişkisi ortaya konmadan anlamlı bir taktik ileri sürülemez.

Rejim krizinin üstüne binen ekonomik kriz, ezilen yığınlarla rejim ve kapitalist düzen arasındaki uçurumu derinleştirmiştir.

Yığınların düzene yönelik umutları tükenmiştir, hiçbir burjuva parti birikmiş sorunları çözme yeteneğine sahip değildir.

Yığınlar çaresiz, umutsuz, ama devrime sosyalizme yönelme, bilinç ve çabasından yoksundur. Aksine burjuva düzenden kopuş apolitizmi, umursamazlığı yaygınlaştırmakta; rejime tepkisini, ‘yeni’ burjuva partilere yönelmek biçiminde göstermektedir.

Yığınlar bırakalım devrimci bir önderlik etrafında örgütlenmeyi, genel olarak örgütsüzdür.

Buna karşın devrimci parti ve örgütler;

Yığınlardan kopmuş, dar çevreler haline gelmiştir.

Birkaç yüz tirajlı aylık, haftalık dergi ve gazete çıkarmak dışında önemli ölçüde işlevsizleşmiştir.

Gündeme müdahale etme ve gündem oluşturma güç ve yeteneğinden uzaktır.

Bu koşullardan nasıl bir hareket planı çıkar? Bir yanda rejimden, düzenden, onların burjuva partilerinden umudu kesmiş, bireysel kurtuluş hayalleri sönmüş, işsizlik, açlık ve sefalet içinde çaresiz ve umutsuzluk içinde kıvranan devrimci bilince aç milyonlar, diğer yandan, darlaşıp gazete- dergi çevrelerine dönüşmüş devrimci örgütler.

Kitlelerin devrimcileşmesi için muazzam olanaklar var. Coğrafyamız tarihinde rejimden, burjuva düzen partilerden kopuşun bu denli yaygın olduğu bir dönem hiç görülmedi. Öfke hiç bu kadar birikmemişti. Peki bazı devrimci örgütler bu durumdan nasıl bir hareket planı çıkardı? Kendilerine kitlelerden daha fazla tecrit etmek için boykota başvurdu. Attığın taş kurbağayı ürkütmeyi bırak dereye ulaşsa bari!!...

Marksist leninistler yukarıda kısaca özetlenen gerçeklerden hareket ettiler. Her şeyden önce kitlelerle devrimciler arasındaki duvarları yıkmayı, yabancılaşmayı dağıtmayı, hiçbir araç ve yöntemi küçümsemeden devrimci bilince aç yığınları devrimci bilinçle donatmayı ve devrime kazanmayı somut, güncel bir görev olarak algıladılar. Parlamento seçimlerine de bu bakış açısıyla katıldılar. Seçim dönemini yığınlara ulaşma, örgütleme, aynı zamanda komünist örgütsel yapıyı nitelik ve nicelik olarak büyütmek hedefine hizmet edecek biçimde değerlendirdiler.

Devrimci akıldan yoksun ve sekterizmle malul çevrelerin sandığı gibi parlamento seçimlerine katılmak parlamentodan medet ummak değil, tam aksine devrimi güncel görev olarak kavramak anlamına geliyor. On binlerce insana temel şiar ve taleplerimizi ulaştırarak onlara mal etmek, en yaygın yazılı ve sözlü ajitasyonla, yığınlarla aramızdaki bağı güçlendirmek, örgütsel yapıyı büyütmek ve geliştirmek, devrimci kadroları kitle çalışması içinde eğitmek, işte taktiğimizin özü budur. Ve yalnızca bu taktik umutsuz olan yığınlara umudu taşıyabilir, onların düzenden kopuşuna hizmet edebilir, devrime kanalize etmenin yollarını açabilir, kitlelere ve kadrolara güç ve moral verirdi.

Boykot taktiğini ileri sürenlerin kitlelere ulaşma, örgütleme ve seferber etme diye bir dertleri var mı?!. Akılsız devrimcilik, sorumsuz devrimciliği üretiyor.

Neden Bağımsız Adaylar

Marksist leninist komünistler TBMM’de erken seçim kararının alındığı günden hemen sonra seçimlere bağımsız sosyalist adaylarla katılacaklarını açıkladılar. Fakat anlamlı ittifaklara da açık olduklarını ilan ettiler.

O dönemde devrimci örgütler sanki böyle bir gelişme olmamış, sanki seçim kararı onları ilgilendirmiyormuş gibi davrandılar. Siyasal gündemden, yığınlardan kopuşun, duyarsız devrimciliğin başka bir tezahürüydü bu. HADEP; ANAP ve SP’nin peşine takılmış, devrimci örgütlere yüz çevirmişti. Bu koşullarda bağımsız aday açıklaması, esasen seçime katılmaya dönük bir duyuruydu. Süreç içinde yığınların dikkatini çekecek onlara güç ve moral verecek ittifaklar için çaba sarf edildi. Düzenden umudunu kesmiş yığınları kanalize edecek bir ittifak komünistlerle kitleleri buluşturmaya daha çok hizmet edecekti. İlerici antifaşist, antiemperyalist, antişovenist bir seçim bloku kitleler için çekim merkezi olabilirdi. Bu blok içinde ilerici küçük burjuva reformculuğun olması, ondan uzak durulmasını gerektirmezdi. Çünkü blok içindeki devrimcilerin etkin çalışmasıyla devrimci fikirler çok daha geniş kitlelere ulaşacaktı. ‘Yeni’nin arayışında olan bu nedenle AKP’ye yönelen, ‘sol’a eğilim gösteren, Genç Parti gibi holding bezirganlarının peşine takılan emekçi yığınlar için blok bir çekim merkezi haline getirilebilirdi.

Devrimci örgütlerin sorumsuzluğu ve duyarsızlığı, akılsızlıkla birleşince böyle bir özgürlük blokunun oluşumunu dert bile etmediler. Küçük burjuva reformcular ise parlamenter avanaklıkla SHP’nin peşine takıldılar.

Komünistler, SHP gibi bir düzen partisi ile, kirli savaşın bu suç ortağı ile aynı blokta yer almayacaklarını ilan ettiler. Diğerlerini de bu konuda uyardılar. SHP’nin olmadığı koşullarda blok içinde yer alacaklarını belirttiler. Ne var ki ille de SHP takıntısı bu blokun genişlemesini engelledi.

Parlamentodan Devrimci Amaçlarla Yararlanılamaz Mı?

Devrimci örgütlerin büyük çoğunluğu bu soruyu sorma gereği bile duymuyorlar. Oysa parlamentoya karşı bütün güvensizliklerine karşın yığınların büyük bölümü için parlamento halen belirleyici kararların alındığını sandığı, ama partilerin ve parlamenterlerin işe yaramadığını düşündükleri bir yerdir. Medyanın da etkisiyle parlamento her şeye rağmen önemli bir kurum olarak görülmektedir.

Yığılan sorunlar karşısında iktidar yoksunluğu ve herhangi bir çözüm üretememesiyle parlamento teşhir olmuş, hızlı bir güven kaybına uğramıştır. Bunlarla birlikte Türk burjuva devletinde parlamentarizm geleneği vardır. Generallerin kimi müdahalelerine karşın Anayasa ve yasalarda AB’ye uyum çerçevesinde kimi kararların alınması, generallerin devlet yönetimi üzerinde ki vesayetinin daha çok tartışma konusu yapılması, emperyalistlerin ve TÜSİAD’ın ‘değişim’ dayatmaları parlamento ve burjuva partiler üzerinden yürütme çabası parlamentoyu emperyalist tekeller ve işbirlikçi burjuvazi için daha önemli hale getirmiştir. Parlamento ne denli biçimsel olursa olsun yasalar oradan çıkıyor ve egemen sınıf kliklerinden hangisi daha baskın oluyorsa onun istemleri doğrultusunda yasalar yapılıyor. ‘15 günde 15 yasa’ ve AB uyum yasalarının çok kısa zamanda halledilmesi buna en yakın örnektir.

3 Kasım’dan sonra burjuva parlamento dünden daha önemli hale gelecektir ve kitlelerin yüzü her zamankinden daha çok parlamento içi tartışmalara dönük olacaktır. Generaller, eskiye oranla daha az müdahaleci görünmeye çalışacaklardır.

Eski partilerin parlamento dışında kalması ve erimesi parlamentoda ‘yeni’ partilerin çoğunluk olması nedeniyle de geçici bir süre kitlelerin parlamentoya dönük beklentilere kapılması kuvvetle muhtemeldir.

Bu gelişmeler yığınların kazanılması ve devrimci hazırlık çalışmalarında parlamentarizme karşı savaşımın her zamankinden daha önemli olduğunu ortaya koyuyor. ‘Sol’ adına parlamenter reformizmin, parlamentoda çoğunluk sağlayarak kurtuluş gerçekleşeceği yanılgısının bertaraf edilmesi, işçi sınıfı ve emekçi yığınların devrim için silahlı başkaldırısının hazırlanmasının zorunluluk olduğu, en ‘demokratiğinden’ en uydurmasına değin parlamentarizmin, burjuvazinin siyasal egemenliğini gizleyen ‘demokratik’ bir örtü olduğu, parlamentonun sahip olduğu hukuki yetkiler ne olursa olsun iktidarın parlamento dışındaki devlet organlarında ve emperyalist devletlerin elinde olduğu gerçeği devrimci çalışmanın her düzeyinde her türlü mücadele araç ve yöntemiyle dile getirilmelidir.

Ama buradan yola çıkılarak, Birlik Kongresi Belgeleri’nde dile getirildiği gibi, parlamentarizme karşı mücadeleyle parlamentonun bir sınıf mücadelesi alanı olduğu gerçeği birbirine karıştırılmamalıdır.

“Parlamento sınıf mücadelesinin bir alanıdır. Parlamentoyu politik mücadelenin başlıca alanı olarak gören yaklaşım ve mücadele tarzı parlamentarizm biçiminde reformizmin tuzağına düşmek, düzen içine çekilerek burjuvazinin hegemonyası altına girmek demektir. ‘Sol’ da, günümüz koşullarında bu tür eğilimlerin belirgin biçimde güçlenmekte olduğu asla gözden kaçırılmamalıdır. Diğer yandan, lafta ne denirse densin parlamentoyu sınıf mücadelesinin bir alanı olarak görmeyen yaklaşım, seçimler ve parlamentodan devrimci amaçlarla yararlanılmasının reddini getiren sekterce ilgisizliktir. Parlamento dışında yığınların devrimci inisiyatifini geliştirmeyi, parlamento dışı mücadele yöntem ve biçimlerini temel alan komünistler, bunu parlamentodan devrimci amaçlarla yararlanma taktiği ile birleştirmek, parlamentoyu geniş yığınlara seslendikleri, burjuvazinin iktidarının gerçek yüzünü teşhir ettikleri bir kürsü olarak kullanarak, parlamento dışı mücadeleye tabi kılarlar.”(Birlik Kongresi Belgeleri, Sun Yayıncılık, s. 142)

Parlamento Seçimlerinden Devrimci Amaçlarla Yararlanmada İzlenebilecek Taktikler Nelerdir?

Her zaman için geçerli bir taktik ileri sürülemez. Devrimci harekette nesnel koşulları, tak- tik-güç ilişkilerini hesaba katmadan taktik ileri sürme ’70’li yıllardan beri bir çocukluk hastalığı olagelmiştir. Boykotçuluk, buna tipik bir örnektir. Belirli koşullarda doğru olabilecek boykot taktiği ile ‘sürekli boykotçuluk’ birbirinden tamamen farklıdır.

Parlamentodan devrimci amaçlarla yararlanma konusunda da aynı şey söylenebilir. Koşullara bağlı olarak “bağımsız komünist adaylar göstermekten komünistlerin diğer olanaklı güçlerle devrimci bir seçim bloku oluşturmasına ya da devrimci bir kitle partisi vb. kurulmasına değin varan biçimlerde somutlaşabilir.” (Birlik Kongresi Belgeleri, Sun Yayıncılık, s. 143)

Birlik Kongre Belgeleri’ndeki bu belirleme bugün de geçerliliğini koruyor.

Parlamentoya komünist adaylar göndermek hedefi taktiğin biçimini belirler. Bugünkü güçleri ile parlamento seçimlerine bağımsız adaylarla katılmak komünistlerin birinci tercihi değildi. Devrimci, ilerici, antifaşist güçlerle devrimci bir temelde olanaklı en geniş güçleri birleştiren seçim anlaşmaları yapmak, hem kitlelere moral vermek hem de parlamentoya komünist adaylar gönderme hedefine daha uygundur. Fakat, devrimci hareketin ana bölüğünün boykotçulukta ısrar etmesi, diğer kuvvetlerin de parlamenter ahmaklıkla SHP’nin kuyruğuna takılması ve SHP bloktan çekildikten sonra blok üyelerinin ciddiyetsiz tutumları komünistlerin de içinde yer aldığı seçim bloku oluşumunu engelledi. Buna karşın komünistler öncelikli olarak seçim dönemini kitlelerle bağlarını güçlendirmek ve örgütlemek hedefi ile bağımsız adaylarla seçimlere katıldılar. Bu taktik komünistlerin süreçten güçlenerek çıkmalarına hizmet etmiştir.

 

Marksist Teori

Yaygın Süreli Yayın
Varyos Gazete Dergi adına Yazı İşleri Müdürü: Tülin Gür
Posta Çeki Hesap No: Varyos Gazete Dergi 17629956
Türkiye İş Bankası IBAN: TR 83 0006 0011 1220 4668 71

Bize Ulaşın

Yönetim Yeri: Aksaray Mah. Müezzin Sok. İlhan Apt. No: 12/1 D:7 Fatih/İSTANBUL
Tel: (0212) 529 15 94  Faks: (0212) 529 06 75
Web Sitesi: www.marksistteori5.org
E-posta: info@marksistteori.org
Twitter: @mt_dergi