Aracın amacı uygunluğu sorununun ciddi boyutlarda baş gösterdiği her yerde kaynağa ilişkin olarak temel bir anlayış sorunu da var demektir. Aracın yeniden düzenlenmesi ya da tümden değiştirilmesi gibi “pratik” görünen zorunlu adımların zamanında atılamaması bu nedenle yaşanır. Sonuç; kendi çapında bir kriz süreci/durumudur; araç giderek amaca yabancılaşır, adeta “bağımsız”laşır, kendinin amacı haline gelmeye başlar. Araç üzerinde belirleyiciliğini yitirmeye başlayan amaç ise soyutlaşır ve genelleşir; aracın durumu, amacın biçimine dönüşür.
Bu durumun, komünistlerin politik faaliyet süreçlerinin yaşanmış ve yaşanan irili ufaklı bir dizi örneğine uyduğunu rahatlıkla söyleyebiliriz. Bu yazımızda biraz “irice” olanlardan biri üzerinde durarak, sorunun kaynakları, gelişimi, sonuçları ve esasen de pratiğin devrimci eleştirel değerlendirilmesiyle geliştirilen perspektifleri ve somut yönelimi ele almaya çalışacağız.
Demokratik kadın hareketiyle ilişkileniş bağlamında ele alacağımız bu sorun, Marksist Leninist komünistlerin kadınlar içinde komünist çalışma görüş açıları ve ilkelerinin pratikleştirilmesi için iradelerini daha üst bir formda yeniden örgütleme kararlılığının bir parçasıdır.
Tarihsel geçmişine ve teorik izahına hiç girmeden doğrudan söyleyebiliriz ki Türkiye’de “kadın sorunu”, hem toplumsal sonuçlarının açık hale gelmiş çeşitlilik arz eden nesnel görünümleri ve hem de giderek artan biçimde politik olarak “sorunlaştırılan” öznel içeriğiyle somut bir gündemdir. Birinci kısmı Türkiye’de kapitalizmin yerleşme ve gelişme hızına bağlı olarak gerçekleşen 40-50 yıllık bir ekonomik sürecin ürünüdür. İkinci kısmı ise esasen 12 Eylül sonrası mücadele koşulları içinde gelişen yaşanan ama özellikle ‘90’lı yıllar boyunca biçimlenen politik bir sonuçtur.
Bugünkü koşullarda “kadın sorunu”nun nesnel içeriğiyle, politik gündemleşmesinin düzeyi arasında birebir bir uygunluktan/denklikten söz ediyor değiliz. Ancak, birincisi Türk kapitalizminin emperyalizmin neoliberal düzenine entegrasyonu yolunda son 15-20 yıldır atılan adımların yarattığı ekonomik-toplumsal alt-üst oluş, milyonlarca kadının kapitalist sömürü düzeninin ve burjuva toplumsal eşitsizliğin girdabına eskiyle kıyaslanmayacak hızla çekmektedir. Girdap, kadını ev içi yaşamın “huzurundan koparmakta (bazen bir işçiye, bazen bir gündelikçiye, bazen bedenini satmaya zorlayarak, bazen bir dilenciye vb. dönüştürerek); ucuz iş gücünün birinci elden kaynağı yapmakta; özelleştirmeyle ilk kapı önüne konulan işsiz olmakta; kırda tarımın yıkımıyla kente göç yollarını tutan olmakta vb.
Aynı zaman kesiti içerisinde kadının politik gerçekliğinde de önemli değişimlerin ve ileriye doğru atılımların yaşandığı biliniyor. Başta Kürt ulusal kurtuluş mücadelesi olmak üzere, komünist, devrimci ve antifaşist ilerici örgütlü yapıların mücadele süreçleri içinde birleşen kadınların ciddi bir deneyim ve politik birikim elde ettikleri tartışmasızdır. Keza buna sendikalar, demokratik kitle örgütleri gibi alanların ya da daha belirsiz, yarı örgütlü/örgütsüz, spontane ve geçici sayısız örgüt-eylem biçimi altında edindikleri deneyimleri de ekleyebiliriz.
Demokratik kadın hareketi işte bu ekonomik, toplumsal ve siyasal koşullar altında “eylem, mücadele ve örgütlenmenin karmaşık bütünlüğü”nü kapsayan bir kitle hareketi olarak gelişti ve somutluk kazandı. Ancak Kürt kadın kitlelerinin kitle ve eylem düzeyindeki baskın karakterini dışta tutarsak, gelişen demokratik kadın hareketinin “karmaşık bütünlüğü”nün niteliksel olarak zayıf kaldığını söyleyebiliriz. Komünistlerin, başından itibaren en aktif politik öznelerden biri olarak yönelmelerine, hatırı sayılır öncü çabalarına, “eylem, mücadele ve örgüt” bazında geliştirici somut adımlarına rağmen bu nitelik zayıflığını aşmak mümkün olmadı. Olmadığı gibi süregiden bu durum, komünistlerin, demokratik kadın hareketiyle ilişkilenişindeki ayırıcı niteliksel özelliklerinin zayıflamasının zeminine dönüştü. Yukarıda sözünü ettiğimiz olanak ve fırsatların merkezine hücum etme yerine, bunların çevresinde tutunan ve esasen de demokratik kadın hareketinin kendiliğinden çizgisini aşamayan bir pratik gelişti.
Kuşkusuz bu durum kadınlar içinde komünist çalışmanın toplamını bağlayan sorunların bir parçasıdır ve ancak bütünlüklü bir örgütsel denetime, ideolojik yenilenme ve güçleri yeniden organize etme toplam çabasıyla aşılacaktır. Demokratik kadın örgütlenmesi kapsamındaki deneyimler, bu toplamın içeriğinde ağırlıklı bir alanı kapsadığı için geliştirilen perspektiflerin yaşama geçirilmesi sorunun bütünlüklü çözümünde temel bir rol oynayacaktır.
***
Komünistlerin demokratik kadın hareketiyle ilişkilenişinden söz ettiğimizde aktif bir tarz adına konuştuğumuz açık olmalı. Ama dar anlamda bir avuç komünist/partilinin aktifliğinden söz etmediğimiz de açık olmalı. Ya da genel olarak partili insanların (konu itibariyle vurguyu daha çok partili kadınlara yapıyoruz) kadınları parti örgütlerinde örgütleme aktifliğinden söz etmiyoruz. Bunlar kadınlar arasında komünist çalışmanın özüne (niteliğine) ilişkin olmazsa olmazlardır ve çalışmanın güvencesidir; ama hepsi değildir. Daha doğrusu sömürülen ve ezilen geniş kadın yığınlarının özgürlük ve sosyalizm mücadelesine çekilmesi ve kapitalizme karşı savaştırılması söz konusu olduğunda parti “içi” aktiflik ve özel örgütleme organizasyonu “devede kulak” misali bir niceliği temsil eder. Bu her zaman böyle olmuştur ve olacaktır.
Demek ki sorunun esası, partide örgütlü niteliğin, başta demokratik kadın hareketi içerisinde yer alan ileri öncü potansiyel olmak üzere, sömürülen ve ezilen daha geniş bilinçsiz kadın yığınları üzerinde hegemonya kurma mücadelesini nasıl, hangi araç/araçlarla yürüteceğidir. Yani misyonu, yapısı, işlevi ve işleyişiyle kadınlar içinde komünist çalışma yürüten parti örgütlerinden örgütsel olarak bağımsız davranabilen kitle örgütünün yaratılması meselesidir. Hem eyleminin siyasal içeriği nedeniyle demokratik, hem de örgütsel yapılanması ve işleyişi nedeniyle demokratik olan bir kadın kitle örgütlenmesi ihtiyacı dün olduğu gibi bugün de bütün yakıcılığıyla varlığını korumaktadır.
İhtiyacın kavranması ve çözümüne pratik olarak yönelinmesi söz konusu olduğunda her şeye “yeni” başlanıyor değil elbette. Komünistler daha başından itibaren sorunun doğru teorik tanımını yapma, program bağlamında yönlendirici perspektifler geliştirme ve somut örgütsel adımlarla tamamlama ekseninde politik bir çizginin uygulayıcısı olagelmişlerdir. Daha ‘90’lı yılların başında kuruluşunda en çok emekleri geçen ve daha sonra da bütünüyle kendi omuzlarında taşımak zorunda kaldıkları demokratik kadın örgütlenmesi deneyimi bunun kanıtıdır. Demokratik kadın hareketinin gelişiminin henüz başlangıç zayıflıklarını taşıdığı bir dönemde (ama yine de az çok geniş aktif bir kadın kitlesinin gücünü de arkasına alan) örgütlenen demokratik araç, değişik siyasal anlayışlardan kadınların bir nevi çatı örgütlenme- siydi. Kurumun ilan ettiği örgütlenme ilkelerine göz atmak bile, kendi kuruluş formunun sınırlarını aşma isteğini, bir kadın kitle örgütü olma (dönüşme) amacını görmek için yeterlidir.
Ne var ki sürecin bu yönde ilerlemediği, komünistlerin yalnız başına kalma durumuyla birlikte bu demokratik aracın “çatı” olma özelliğini de yitirerek işlev erozyonuna uğradığı deneyimlerden biliniyor. Çatı olma/olabilme potansiyelinden gelen gücünü yitiren, ancak bunun yerine işçi ve emekçi kadın kitlelerinin içinde büyüme/kurumsallaşma gücüne doğru iradeli ve kararlı biçimde yönelemeyen kurum, kaçınılmaz kaderine doğru adım adım sürüklenmiş oldu. Siyasal yapının alt şubesi ya da “ast” örgütü haline gelmekten kurtulamamaktan başka bir şey değildi bu kader.
Bu gerçekten hareketle, demokratik kadın örgütünün kadınların politik aydınlatılmasında, örgütlenmesinde ve eyleminde herhangi bir pozitif rol oynamadığını söylemiş olmuyoruz. Tam tersine, benzerlerini kat kat aşan öncü bir işlev yerine getirmiştir ancak bunu temel örgütsel hedefinden adım adım uzaklaşmak pahasına yapmıştır. Hedef kitlesiyle kurulan ve en dar içeriğiyle sınırlı kalan biçimsel bağlar; bütün yönetsel ve idari mekanizmaların da sosyalist kadınların yer aldığı işleyiş; kendi özgül alanının dışında ağırlık kazanan politik faaliyet; kitlelerden fizikken de uzak kurumsal yapılaşma vb. bir dizi özelliği bünyesinde taşıyor olmak, demokratik kadın örgütlenmesinin ödemek zorunda kaldığı bedeli gösteriyor. Demokratik kadın örgütü olmak ama kitle örgütü olmamak/olamamak... Bu çelişkiyi radikal bir biçimde “bozmaya” yönelmeyen bir siyasal pratiğin; program ve örgüt/örgütlenme ilişkisindeki genel perspektifleri ne kadar uyumlu ve doğru olursa olsun, son tahlilde bir anlayış bozulmasına uğraması kaçınılmazdır. Yazımızın hemen girişinde dikkat çektiğimiz tehlike, bu somut durumda bundan başka bir şey değildir. Bu yaşanmış ve fakat bugün “radikal” biçimde değiştirilmeye girişilen bir durumdur.
***
“Radikal değişim” her şeyden önce zihniyet düzeyinde bir dönüşüm çabası olarak ele alınmalıdır. Yani düşünce düzeyinde bir yenilenmeyi, düşünsel emekçiliği ve eleştirel açıklığı gerektiriyor. Bir ideolojik/politik eğitim sorunu olduğu tartışma götürmez. Ama bu eğitim pedagojik bir yöntemle de sınırlandırılamaz, pratik-politik bir hareketin zemini üzerinden yürütülmelidir. Demek ki mevcut demokratik aracın yapılanması, konumlanması ve işleyişinde hemen ve doğrudan bir “radikal değişim”e yönelimle birlikte yürütülmelidir. Zorlu olacağı açıktır ama cüretli davranılmak zorunluluğu vardır. Çünkü zihniyette, alışkanlıklarda birikmiş olan tortuları kıracak olan, aracın işlevindeki değişimden başkası olamaz. Bugün, demokratik kadın hareketinin kendi kitlesel dinamiği ve baskısı bu değişimi zorlayacak yada fiilen gerçekleştirecek düzeyde olmadığına göre, devrimci irade aracın düzenlenmesi üzerinden gelişimin yolunu açmak zorundadır. Çünkü politik mücadele süreçlerinde önemli dönüşümlerin önünü açan, kitlelerin hareketi olduğu gibi, belirli durumlarda ve anlarda aracın (örgüt) dönüşümü kitlelerin hareketinin önünü açabilmektedir.
O halde madde madde somutlayalım:
Mevcut demokratik kadın örgütü, bir “ast” örgüt konumundan çıkarılmalıdır. Örgütsel bağımsızlığının mantığına bağlı olarak karar alma süreçleri ve yönetiminde komünist kadınlar dışındaki kadınların da yer almalarının mekanizmaları işletilmelidir.
Hiçbir biçimde parti örgütlerinin plan ve hedeflerinin doğrudan uygulayıcısı ve taşıyıcısı biçiminde işlev ikame edilmemelidir. Bu amaçla parti örgütleriyle demokratik kadın örgütlenmesi arasında doğrudan bir yönetsel ilişki bulunmadığı açık biçimde tanımlanmalıdır.
Partili kadınların demokratik kadın kitle örgütündeki yapılanması komünistlerin bir sendikadaki yapılanmasından özü itibariyle farklı değildir. Özcesi işin esası kendi parti birimleri aracılığıyla kitleler üzerinde hegemonya kurma ve bu güçle kitle örgütünün politikalarına yön vermedir.
Demokratik kadın örgütü, Parti çalışmasının olmadığı yerde çalışma yürütebileceği gibi, parti örgütlerinin de kadınlar arasında çalışma yürüttüğü bir yerde prensip olarak faaliyet yürütebilmelidir. Zorunlu bir “iş bölümü” dayatılamaz. Her örgütlenme kendi kanalları üzerinden kadın kitleleriyle ilişki kurma hakkına sahip olmalıdır.
Demokratik kadın örgütlenmesi sayısız biçim altında ama mutlaka kendini işçi, emekçi ve genç kadınlar arasında inşa etmelidir. İşçi havzaları, emekçi yoksulların ikametgah ettiği yaşam alanları vb. yerlerde inatla yönelmeli, şehir merkezlerini mesken tutma anlayışından vazgeçilmelidir.
Demokratik kadın örgütlenmesi, “kadın sorunu”nun anlatılması, ya da dar ve sabit gündemli (cinsel taciz ve tecavüz vb.) politik faaliyetle kendini sınırlamak, ezilen ve sömürülen kadın yığınlarının en ivedi, acil ve yakıcı güncel taleplerine yönelmelidir. Kapitalist düzenin ve burjuva devletin teşhiri ve yığınların örgütlenmesi bu çok yönlü gündemler üzerinden yürütülmelidir.