PKK, İmralı süreciyle benimsediği tasfiyeci stratejisini onayladığı ve adını da değiştirdiği 8. Kongresi’ni 2002 Nisan’ında sonuçlandırdı. Burjuva medya, özellikle PKK’nin “terör listesinden çıkmak için ad değiştirdiği ve ‘siyasallaşma’ oyunu” üzerine yoğunlaşırken, genelkurmay, buna “silahlı güçlerini tasfiye etmesi gerekir”i ekledi.
Kuşkusuz, PKK’nin, kendisi ve burjuvazinin söylemiyle, ‘siyasallaşma’ hakkı, demokratik bir hakkıdır. Ulusal kurtuluşçu bir hareket olarak, PKK’nin, devrimci veya reformcu bir hareket olarak var olma ve mücadele etme hakkı, proletarya ve halklarımızın mücadelesi açısından, demokratik bir haktır. Devrimci proletarya, emperyalizme ve gericiliğe karşı mücadelede, sömürge bir ulusun hakkı olarak tanır ve savunur.
Ama başta Kuzey Kürdistan proletaryasının devrimci ulusal kurtuluş ve sosyalizm mücadelesi gelmek üzere, devrim ve sosyalizm mücadelesinin çıkarları açısından, komünistler, PKK’deki reformculaşmaya karşı sistematik bir ideolojik mücadele yürütmeyi ise acil bir devrimci görev olarak bilirler.
Henüz 8. Kongre belgeleri bütünüyle yayınlanmadıysa da, PKK Başkanlık Konseyi üyelerinin açıklamaları ve öngelen süreçteki Öcalan’ın sergilediği temel ideolojik ve stratejik görüş ve öneriler, Kongre kararlarının içeriğini tümüyle açıklığa kavuşturuyor.
Değişen Ne?
Önce PKK’den KADEK’e değişikliğin içeriği ve boyutunu ele alarak başlayalım.
Değişikliğin içeriğine ilişkin, eski PKK yeni KADEK Başkanlık Konseyi üyesi Cemil Bayık kendisiyle yapılan röportajda şu görüşleri dile getiriyor: “Üçüncü aşama; İmralı ile başlayan ve KADEK’in kuruluşuna kadar geçen süreçtir. İmralı süreci değişim dönüşümü hızlandırmış ve onu stratejik bir düzeye çıkarmıştır.” (Ortadoğu aydınlanması için KADEK başlıklı röportaj, Yedinci Gündem, 27 Nisan-3 Mayıs 2002).
Kuşkusuz PKK’den KADEK’e değişimin belirleyici bir boyutu stratejik ve programa- tiktir.
İmralı süreci kesin dönemeç olmak üzere, PKK, eski “Bağımsız Kürdistan” programını tasfiye etmiş, “ulusal kimliğin kabulü; ulusal dil ve kültür serbestliği; legal örgütlenme hakkı” taleplerini esas alan burjuva demokratik bir programı, siyasal özerklikten daha geri bir reform programını, benimsemiştir.
Ulusal devrim stratejisini terketmiş, sömürgeci burjuvaziyi barışçı kitle eylemleriyle zorlayarak, ulusal reformların, uzlaşma yoluyla elde edileceği, barışçı evrim stratejisini benimsemiştir. Hatta yeni programının başlıca üç talebinden biri olan siyasal çalışma olanağı tanınması gerçekleşirse, kitle eylemleri yerine parlamenter mücadeleye ağırlık verecek bir mücadele stratejisi benimsemeye hazır olduğunu, Öcalan’ın açıklamalarıyla ilan etmektedir.
Bayık’ın 8. Kongre üzerine yaptığı açıklamadan da anlaşılacağı gibi, PKK’deki değişim, bununla da sınırlı değildir. İdeolojik bakımdan, kapitalist emperyalizme teslimiyet de, büyük geriye düşüşün karakteristik özelliklerinden biridir.
Açıklamayı eksen alarak, PKK’den KADEK’e değişimin karakteristik özelliklerini ele alabiliriz.
Kapitalist Emperyalizm Kutsanarak Devrimci Ulusal Kurtulusculuk Korunabilir Mi?
Öcalan’ın İmralı süreciyle, benimsediği yeni dünya görüşü, “çağımızda kapitalizmin ve demokrasinin zafer kazandığı” tezini temel alıyordu.
Bayık, açıklamasında PKK’nin KADEK’e dönüşürken, ideolojik alandaki bu büyük geri düşüşü şu şekilde ifade ediyor:
“PKK ortaya çıktığında dünya koşulları çok farklıydı, iki kampa bölünmüştü ve bu kamplaşma bütün ulusal ve siyasal hareketler üzerinde belirleyici bir etkiye sahipti. PKK dönemin ulusal kurtuluş hareketlerinden esinlenerek, reel sosyalizmin etkilerini derin olmasa da taşımıştır. Ama 20. yüzyılın son çeyreğinde, dünyada çok önemli değişimler oldu. Kapitalizmi restore hareketi olan faşist yapılanmalarla, ona alternatif olma iddiasındaki reel sosyalizmin totaliter devlet yapıları bilimsel teknik gelişmeler ve insanlığın özgürleşme eğilim ve istemi karşısında daha fazla engel olma gücünü gösteremeyerek yıkıldılar. Bunlar çökerken demokrasiler zafer kazandı. Klasik toplum tahlilleri, teoriler ve bayatlamış mücadele yöntemleriyle ilerlemek artık mümkün değildir. ” (abç)(Röportaj, agg).
PKK doğduğunda, küçük burjuva devrimci Kürt ulusalcısı bir hareketti. Ve yeni sömürge ve sömürge ulusları kaplayan anti- emperyalist dünya devrimi dalgasının ve marksizm leninizmin güçlü etkilerini taşıyordu.
Sömürge ulusların kurtuluş hareketlerinin genelinde o dönemde marksizm leninizmin etkisi güçlüydü. Belirtmek gerekir ki, ülkemiz devrimci hareketi üzerindeki marksizm leninizmin güçlü etkisi ve çekim gücü de PKK’yi etkiledi. PKK kurulduğu dönemde, “reel sosyalizm” diye ifade edilen modern revizyonizmin değil, marksizm leninizmin ve ülkemiz devrimci hareketinin etkisi altındaydı. Ancak, ulusal kurtuluş için silahlı mücadeleyi hazırlarken, önemli askeri destek alma kaygısıyla, Brejnev revizyonistlerini de marksist leninist ilan eden pragmatizme düşmekten geri durmadı. Fakat sömürgeci faşist diktatörlük ve emperyalizm karşısında da, sosyal emperyalist SB’yle ilişkilerinde de hiçbir zaman modern revizyonist akımların konumuna girmedi.
Öcalan ve Bayık’ın, ideoloji, program ve strateji değişikliğine gerekçe gösterdikleri, “değişen dünya koşullar”ı, dünyanın devrimci bir dönemden gerici bir döneme gerilemesidir. Gecikerek de olsa gerçekten, PKK bu gerilemeden etkilendi. PKK’nin önderlik ettiği Kürt ulusal kurtuluş devrimi, dünyada gericilik dalgası eserken, seksenlerin sonu ve doksanların başında Kürdistan’dan devrimci bir rüzgar estirdi. Ancak uluslararası, bölgesel ve Türkiye cephesinde devrimci koşulların zayıflığı, ulusal devrimin zafere ulaşmasını engelledi. Uzayan savaş koşullarında, PKK’nin niteliğinden gelen zaaflarla birleşince, birleşik karşı devrimin komplosuyla tutsak edilen Öcalan, İmralı sürecinde irade kırılmasına düştü. Programatik, stratejik çizgisinde tasfiyeciliğe gittiği gibi, bunu teorize etme düzeyine de çıkardı, ideolojik teslimiyete de düştü.
“Devrimler dönemi sona ermiştir, evrimler dönemi başlamıştır”, “demokrasi zafer kazanmıştır”, “devrimler bir yanılgıydı, şimdiki düşüncem olsaydı silahlı mücadeleyi başlatmazdım, Kürt ayaklanmaları yanlıştı, demokratik Türkiye cumhuriyeti hedefimizdir, şimdiki statüde bazı anayasal değişiklerle Kürt ulusu haklarına kavuşur”, vs. vb. söylemlerle, Öcalan bu ideolojik değişimi dile getirdi. Bu, devrimlerin, Kürt ulusal devriminin inkarı ve burjuva demokrasisi çizgisinin ideolojik söylemlerinin formüle edilmesiydi, bugün de bu çaba sürüyor.
Öcalan, irade kırılmasıyla girdiği bu ideolojik teslimiyete, tarihsel olarak, Bernstein’dan Kruşçev’e bilimum revizyonistlerin dayandığı, doksanlı yıllarda devrimcilikten sol liberalizme tornistan eden ÖDP’lilerin de dayanak yaptığı, “koşullar değişmiştir” tezini gerekçe yapıyor. Bayık, aynı şeyi tekrarlıyor: Madem ‘dünyada devrimler yenilmiştir ve emperyalizm zafer kazanmıştır, o halde devrimler, sosyalizm tarihi sona ermiştir, yaşasın demokratik kapitalizm’.
Bu teslimiyetçi teorinin, -siyasal farklılıkları bir yana, ideolojik bakımdan- sol liberal ve neoliberal teorilerden ne farkı var? Onlar da, burjuva demokrasisi ve kapitalizmi kutsar, devrimler ve sosyalizm mücadeleleri tarihinin sonunu ilan ederken, şu aynı gerekçeyi sunmuyorlar mı: ’bilimsel ve teknik gelişmeler, devrimi ve sosyalizmi gereksiz hale getirmiştir’, ‘yaşasın demokrasi ve kapitalizm’!
Kuşkusuz, PKK, geçmişte de, sosyalizm söylemine rağmen, ufku ulusal devrimcilikle sınırlı olduğu için, ekonomik toplumsal bakımdan demokratik kapitalizm, tarihsel bakımdan küçük burjuva demokrasisi çerçevesi içinde bir akımdı. Ama, Kürdistan kent ve kırının küçük burjuva emekçi sınıflarının demokratik kapitalizmini temsil ediyordu. Ve Kürdistan küçük burjuva demokrasisinin devrimci kanadını temsil ediyordu ve Kürdistan, tarihsel olarak ulusal kurtuluş aşamasında olduğu için, bu, temel devrimci bir rol oynuyordu.
KADEK’le noktalanan bugünkü, “demokrasi kutsaması” ve “bilimsel teknik devrim” vasıtasıyla kapitalizm kutsaması, emperyalist yeni dünya düzeninin demokrasi demagojisine çanak tutarak, onun içinde kısmi reformlar elde etme hayali ve ideolojisidir.
Bütün liberal sol, “çağdaş uluslararası koşullarda kapitalist emperyalizmin burjuva demokrasisini dünyada egemen kıldığı” yanılsaması ve palavrasını yaydı durdu. Emperyalizmin liberal ideologları, “faşizm ve komünizm totaliter rejimlerdi, iflas ettiler, burjuva demokrasisi zafer kazandı” demagojisini dünya ezilen halkları ve işçi sınıfına bombardıman tarzında yaydılar.
Öcalan ve Bayık da aynı nakaratı tekrarlıyorlar.
Peki, kapitalist emperyalizmin bu geçici ve gerici zaferiyle ABD liderliğinde ilan ettiği emperyalist yeni dünya düzeni, gerçekten de, dünya halklarına ve ilhak altındaki uluslara demokrasi veya ulusal özgürlük mü getirdi? Şu on yılda somut gerçeklere bakıldığında bile, gericilik ve emperyalist boyunduruktan başka bir şey getirmediği rahatlıkla anlaşılır. “Zafer”ini ilan ettiğiniz “demokrasi”, Güney Kürdistan’da ABD’nin emperyalist protektorası olarak Kürt ulusunun boynuna boyunduruktan, PKK şahsında Kürt ulusal devrimciliğine karşı gerici bir savaştan başka ne getirdi. Kuzey Kürdistan’da, kirli savaşı zafere taşımaktan ve Öcalan’a komplodan başka ne getirdi? Ya da, Oslo Barışı’yla oyaladıktan sonra, ABD ve Şaron’un katliamcı işgalinden başka Filistin’e ne getirdi? Kosova’ya uluslararası sömürge statüsünden başka ne getirdi? Venezüela’da askeri faşist darbe getirmedi mi? “Demokrasinin zaferi”ne teslimiyetiniz, sizi o denli ideolojik baskı altına almış ki, yaşanan somut gerçeklerin bile çok gerisinde kalıyor, onlardan öğrenemiyorsunuz. İrade kırılması ve devrimin yenilgisi ve dünya birleşik karşıdevriminin baskısı, PKK liderlerinin ufkunu öylesine daralttı ki, programını Türk burjuvazisinin sömürgeci boyunduruğunun incelmiş biçimi demek olan “demokratik burjuva cumhuriyeti”ne ve stratejisini barışçıl evrimciliğe geriletirken, bugünkü koşullarda buna uygun sol liberal bir dünya görüşü oluşturuyorlar. Öcalan ve ondan öğrenerek Özgür Halk yazarları -Bayık açıklamasında söz etmese de- bunu demokratik sosyalizm kavramıyla ifade ediyorlar. Tıpkı, sol liberalizmi benimseyen ÖDP’nin bunu özgürlükçü sosyalizm, hep sol liberal dünya görüşünü benimsemiş Aren’in (ki Aren tescilli bir sosyal şovenisttir) ve Aybar’ın bunu demokratik sosyalizm kavramıyla ifade etmeleri gibi.
Halkların Birliği Reformcu Programa Ve Stratejiye Örtü Yapılamaz
Kısmi Değişiklerle Sömürgeciliğin Devamı Programı:
PKK, İmralı süreciyle ulusal devrimci programını, reform programıyla tasfiye etmişti. Bağımsız Kürdistan programını ter- ketmiş, yerine ulusal kimliğin tanınması, dil ve kültür özgürlüğü ve siyasal çalışma serbestliği programını geçirmişti. Bu program tasfiyeciliğini 7. Kongre de onaylamıştı. Ancak, bu tasfiyeciliği, ad değiştirerek de ve resmen de Kürt halkının önünde ilan etmesi gerekiyordu. “Değiştiği”ne, “bölücü olmadığı”na sömürgeci egemen sınıfları ve emperyalistleri inandırması için buna ihtiyacı vardı. 8. Kongre’de resmi program değişikliğinin politik anlamı budur.
Politik koşullardaki somut değişiklikler, taktikleri ve mücadele biçimlerini değiştirmeyi gerekli kılar. Bu anlaşılır ve doğrudur da. Program ve strateji, ancak ekonomik-toplumsal-politik koşullardaki temel değişikliklerle gündemleşebilir.
Bugün, Kürdistan ulusal devrimi yenildi, ama Kuzey Kürdistan’da Türk burjuvazisi, sırtını başta ABD gelmek üzere emperyalizme dayayarak, sömürgeci egmenliğini sürdürüyor. Kürt ulusunun özgürlüğü, Türk burjuvazisinin emperyalist sistem ilişkilerinin bir devamı olarak sürdürdüğü sömürgeci boyunduruğunun yıkılmasıyla gerçekleşebilir. İster bağımsızlık. ister, Türk ve Kürt uluslarından işçi -emekçi sovyetik federasyon biçiminde gerçekleşsin, Kürt ulusunun özgür olabilmesinin olmazsa olmaz koşulu, emperyalist sistem ilişkilerinin bir devamı olan Türk burjuvazisinin sömürgeci boyunduruğunun tasfiyesidir.
Kürdistan ulusal devrimi, dünya ve Türkiye gericiliğinin güç ilişkilerindeki üstünlüğü nedeniyle zafere ulaşamadı. Belirttiğimiz nedenlerle yenilgiye uğradı. Devrimin fiilen sağladığı bazı ulusal hakların ancak küçük bir kısmının hukukileştirilmesi, bugün sömürgeci burjuvazi ve emperyalist efendileri tarafından tartışma konusu yapılıyor ve henüz çok küçük bir bölümü (idamın kaldırılması, anadilde öğrenim) gerçekleştirildi. Ama tartışma konusu yapılsa da, gerçekleştirilse de, bu, aynı zamanda sömürgeci burjuvazi tarafından Kürt emekçilerini yatıştırma, ulusal taleplerle mücadelesinin devrimcileşmesini engelleme manevrasına, daha ötesi Kürdistan burjuvazisini kazanma politikasına dönüştürülecektir, dönüştürülüyor. Bu, özellikle geçen yüzyıl boyunca gericilik ve emperyalizmin çokça başvurduğu beylik politikadır.
Birçok etken taktik değişiklikleri koşulladı. Örneğin;
Güç ilişkilerinde ulusal devrim aleyhine ve politik koşullardaki gerilemeler; Kürt halkının ruh hali, Türk emekçileri üzerindeki şovenist etkinin güçlülüğü gibi.
Ya da ulusal bazı taleplerin, reformların tartışılıyor olmasının ya da yarın gerçekleştiği zaman bu durumun Kürt halkı üzerinde yaratacağı beklentiler gibi. Bu gibi etkenler, mücadele taktiklerinde değişiklikleri gerekli kılar.
Ama bu aynı durumda tarihsel koşullar değişmediği halde program değişikliğine gitmek, tamamen tasfiyeciliktir. Ulusal bilinç taşıyan Kürt emekçilerinin ve PKK kadrolarının, “Başkan, geçmişte de beklenmedik şeyler yaparak mücadeleyi geliştirdi, bugün de bir bildiği vardır, yaptığı kazandırır” yanılgısı gerçeği değiştirmez. Yalnızca reformcu tasfiyeciliğin ve ideolojik teslimiyetin gelişmesini güçlendirir, güçlendiriyor da.
Öte yandan Türk burjuvazisinin temsilcilerinin bir bölümü, özellikle ordu ve MHP ve diğer bazı partilerin, “çorap söküğü korkusuyla” burjuva demokrasisi manevrasını reddetmeleri ve dolayısıyla, PKK’nin program edindiği reform taleplerini gerçekleştirmeyi reddetmeleri de bu gerçeği değiştirmiyor. PKK’nin de katkıda bulunduğu sömürgeciler ve emperyalizmden reformlar bekleme hayalini kırıyor, onların daha çok mücadeleyi yükseltmeleri gerektiğini deneyimleriyle öğrenmelerini sağlıyor.
En başta söylenmesi gerekeni tekrarlayalım: İmralı süreciyle benimsenen yeni program, emperyalist sisteme bağlı olarak Kuzey Kürdistan üzerinde Türk burjuvazisinin sömürgeci hakimiyet sisteminde kısmi değişiklikler öngördüğü, gerçekleşmesi halinde kısmi reform değişiklikleriyle (ulusal kimliğin kabulü ve hukukileştirilmesi, dil ve kültürel özgürlük, siyasi çalışma hakkının gerçekleşmesi) sömürgeci egemenliğin sürmesi sonucuna yol açacağı için devrimci değil reformcudur. Kuşkusuz, gerçekleşmesi halinde, Kürt ulusu üzerindeki sömürgeci boyunduruğun aralanması, Türkiye’deki faşist rejimin burjuva demokrasisine geçişi hızlandırması, Türk emekçileri üzerinde şovenizmin etkisinin zayıflatılması gibi konjonktürel değişikliklere yolaçacaktır, ama Kürt emekçilerinin mücadelesinin uzun bir dönem devrimcileşmesini önleme pahasına! Bu, başka koşullarda El Salvador’da, Filistin’de —Arafat’ın reformcu özerklik programıyla- gerçekleşen bir durumdur ve emekçi halk hareketinin devrimcileşmesini engelleyici rol oynamıştır. Kuzey Kürdistan’da benzer bir rol oynayacaktır, oynamaktadır.
Kuşkusuz, bu reformcu programa gerileyiş, küçük burjuva ulusal devrimci PKK’nin küçük burjuva reformculaşması olduğu gibi Kuzey Kürdistan burjuvazisinin ulusal amaçlarını program edinmesi de demektir.
Barısçıl Evrim Stratejisi
PKK, programını reformculaştırmayla paralel ve iç içe ulusal devrimci stratejisini de barışçıl evrimci stratejiye dönüştürdü.
İmralı sürecinde Öcalan, “devrimler dönemi bitmiştir evrim dönemi başlamıştır”, “yürüttüğümüz silahlı devrim mücadelesi yanlıştı”, “geçmiş Kürt ayaklanmaları yanlıştı”, “yüzyılın son çeyreğinde demokrasi zafer kazanmıştır” ideolojik argümanlarıyla, bu yeni stratejiyi sergiledi.
Üç reform talebinden oluşan “demokratik cumhuriyet”i program edindiklerini, bunun da, bugünkü anayasal sistemde yasal bazı değişiklerle gerçekleşeceğini vurguladı.
Buna bağlı olarak, silahlı güçlerini Güney’e çekme kararı aldı. Eğer genel af çıkarılır ve siyasi çalışma hakkı verilirse silahlı güçleri tasfiye edeceği teminatı verdi. Bundan sonra ömrünü barışa adadığını ilan etti.
Hem de bütün bunları, emperyalizm desteğindeki sömürgeci burjuvazi, bu reform programıyla manevra yapmaksızın öngördü. “Tek yanlı olarak PKK’yi reformculaştırarak sömürgeciliğin reformasyonu stratejisi” izlemeye koyuldu. Bayık röportajında, bu gerçeği açık ve net olarak vurguluyor:
“Üçüncü aşama; İmralı ile başlayan ve KADEKin kuruluşuna kadar geçen süreçtir. İmralı süreci değişim dönüşüm sürecini hızlandırmış ve onu stratejik bir düzeye çıkarmıştır. Dikkat edilirse bu döneme kadar, değişim dönüşüm parça parça ve taktik adımlar görünümündedir. Esas olarak da karşı tarafın atacağı adımlara paralel işleyecek bir özellik arzediyor. İmralı ile birlikte karşı tarafın atacağı adımlara göre kendini ayarlamadan çok, kendini değiştirerek karşı tarafı da değişime zorlama yöntemi esas alınmaktadır.” (agr) Evet PKK, kendi programını, stratejisini ve buna bağlı olarak pratiğini, değiştirerek, reformculaştırarak, barışçıl evrimcileştirerek, karşı tarafı (sömürgecileri ve arkasındaki emperyalistleri) sözde değişime zorluyor, Türkiye’deki rejimi burjuva demokrasisine dönüştürmeleri için “güven verme” yolunu izliyor. Onların burjuva demokrasisi manevrasını beklemeye bile takati kalmayan bir ideolojik yorgunluk sergiliyor.
Nitekim İmralı süreciyle Öcalan’ın öngördüğü, barışçıl evrim stratejisine geçtiğini, karşı tarafa kanıtlamak için, pek çok pratik uygulamayı da devreye soktu, PKK. Avrupa’dan ve Güney’den barış gruplarını, tutuklanıp ceza verileceğini bilerek, gönderdi. 7. Kongre’de, program ve strateji değişikliklerini onayladı. Ekonomik kriz döneminde, “bu durumu kullanmayacağını” vurguladı, ona uygun bir pratik sergiledi. G. Okkan için eylem koydu. Kürdistan kentleri belediye başkanları Bahçeli’nin elini sıktı. ABD’nin Irak’a savaş planları yaptığı koşullarda, Öcalan, “Irak’ın demokratikleşmesinden yana olduklarını” açıklayarak, ABD’nin planını teşvik etti. Ve bugün de KADEK, ABD’nin Irak’a ikinci savaşından demokratikleşme bekleyecek denli emperyalist yeni dünya düzenine umut bağlamaya devam ediyor. Zindanlarda, devrimci tutsaklara, katliamcı saldırı ve F tipi tecrit saldırısı yapılır ve bu yolla devrimci hareket ezilmeye çalışılırken, Öcalan’ın politikası, PKK tutsaklarının pratiği faşizmle uzlaşmak, dışarda ve içerde kitlesini, direnişten uzak tutmak oldu. Bayık, röportajında, “8. Kongre’nin kararlaştırdığı strateji bugün halkımızın fiilen izlediği stratejidir” diyerek, Kürt halkının, birleşik karşıdevrimin desteğindeki kirli savaş karşısında düşürüldüğü yorgunluğu program ve strateji düzeyine çıkararak teorisini yapıyor. Yarın, hatta bugünden, Kürt halkının talepleri ve mücadelesi daha çok yükseldiğinde, KADEK, bunun önüne burjuva demokrasisinin bir barikatı olacaktır, olmaktadır da.
Nitekim, İmralı çizgisinin başlangıçta öngördüğü barışçıl da olsa Serhıldanlar değil, sömürgeci burjuvaziyle diyalog yolu, bürokratik parlamentarist yoldu. Bunda, sömürgeci burjuvaziden anayasal beklentiler, idam tehdidi gibi etkenler rol oynuyordu. Ancak, anayasal beklentilerin hayal olduğu görüldükçe, sömürgeci burjuvazinin politikasının, PKK’yi ve Kürt ulusal hareketini, tamamen ezdikten sonra güdük bazı reformlara gideceği pratik deneyimle kavrandıkça, burjuva demokrasisi programatik hedefine bağlı da olsa, barışçıl kitle eylemleri yolu tutuldu.
Burjuva demokrasisi ya da üç talepten oluşan reform hedefine varma stratejisi, sömürgeciliği reforma uğratma stratejisidir. KADEK, bu temel hedefine varmak için, kimi zaman barışçı kitle eylemlerine, kimi zaman parlamentarist-diyalog çabasına ağırlık verecektir. Kitlelerin eyleme çekilmeleri açısından önem taşıyan bir fark olsa da, her iki yöntemle de, KADEK, barışçıl evrim stratejisine dayanıyor. Ki, bu, ulusal burjuvazinin reformcu evrim stratejisidir.
Sömürge bir ulusun özgürlüğünün, ancak halkın ayaklanmasıyla, sömürgeci boyunduruk parçalanarak gerçekleştirilebileceği gerçeği ise, emekçi halkın demokratik devrimci çizgisidir. Bu iki strateji taban tabana karşıttır.
Meşru Savunma Çizgisini Asmamak
PKK, silahlı güçlerini Güney’e çekti, ama dağıtmadı. Silahsızlanma için, üç talepten oluşan reform programının gerçekleşmesini önkoşul olarak öngördü. Sonra Öcalan, önkoşulu biraz daha yumuşattı; ‘eğer, serbest siyasi çalışma hakkı tanınırsa ve genel af çıkarılırsa, güçlerimiz, silahlarını bırakarak Türkiye’ye gelirler’e geriledi. Sömürgeci burjuvazinin, özellikle askeri temsilcilerinin buna yanıtı: “kayıtsız şartsız adalete teslim olun” oldu. Af yalnızca “yardım- yataklık” edenlerle sınırlı tutularak, ulusal hareketin tabanı daraltılmaya çalışıldı.
Bu, PKK açısından da, eğer askeri güçlerini erkenden tasfiye ederse, burjuva demokrasisi çerçevesindeki reformların bile elde edilemeyeceği deneyimi oldu. PKK bu deneyimin de sonucu olarak, meşru savunma çizgisinde silahlı gücünü korumaya, burjuva demokrasisine geçişte pazarlık kozu olarak elde tutmaya önem veriyor.
Ama bakış açısının en ileri sınırı da bu. Buradan öte, ilhak altındaki ulusların silahlı direnme hakkını, devrim yoluyla sömürgeci-ilhakçı boyunduruğu parçalayarak ulusal özgürlüğü elde etme hedefinden bütünüyle vazgeçmeyi ifade ediyor. Sömürge bir ulusun devrimini tutuşturmuş, öncülük etmiş bir parti olarak, ’bir daha aynı yola asla’! diyor.
Bu nedenle, Siyonist sömürgecilerin ve ABD’nin işgal politikasına karşı, halkların yüreği olarak direnen Filistin halkı için, Bayık, “milliyetçi kör dövüşüne girmiştir” (agr.) diyebiliyor. Bununla, Kürt halkının bir daha silahlı direnişe girmemesini vaaz ediyor, diğer yandan, emperyalist yeni dünya düzeninin lideri ABD’ye ve diğer emperyalistlere, “KADEK bir daha Filistinliler gibi silahlı direnme yoluna girmeyecektir” güvencesi veriyor.
Ama öte yandan KADEK liderleri, Irak’a ikinci savaş planları tartışılıyorken, “Güney’de kurulacak özerklik statüsü içinde yer almak istediklerini ve eğer bu yapılırsa askeri güçlerini statüye katacakları” yönünde görüş açıklıyor; bununla hem ABD’ye ilişkin hayallerini koruduklarını, hem de böylesi bir uzlaşmaya, eğer ABD karşılık verilirse, gireceklerini gösteriyorlar. En iyimser yorumla bu, ABD protektorası (himayesi altında) bir özerklik uğruna silahlı güçlerini dağıtacakları demektir ki, meşru savunma anlayışının ufkunun ne olduğunu, daha doğrusu ufuksuzluğunu bu açıklamaları gösteriyor.
Reforme Edilecek Sömürgeci Rejimler Halkların Demokratik Birliği Mi?
Geçen yıllarda Öcalan’ın zaman zaman sözettiği “bölge halklarının demokratik birliğini, başta kendisi olmak üzere, KADEK liderleri, şimdi daha sık kullanıyorlar.
İmralı öncesi, halkların birliği, hiç olmazsa demokratik federasyon çözümü için kullanılıyordu. Ve bu da reformcu bir uzlaşmayı ifade etse de, üç reform programından çok daha ileriydi. Daha önemlisi de PKK ideolojik bir teslimiyetçiliğe düşmemişti.
Şimdi, Öcalan ve KADEK, devrim ve silahlı direnme hakkını reddeden, kemalizmi, kapitalist emperyalizmi ve ilhakçılığı kutsayan bir ideolojik teslimiyetçilikle birlikte, ulusal uzlaşıcılık çizgisini izliyor. Ve üstelik, bu uzlaşıcılıkta, geçmiştekinden daha geriye düşerek, kimlik, ulusal kültürel özerklik ve siyasi çalışma hakkından oluşan üç reform programıyla, ulusal mücadeleyi sınırlıyor.
Bu çözümün de içinde yer alacağı burjuva demokrasisi rejimiyle, Türkiye ve Ortadoğu rejimlerinin burjuva demokratikleşmesi yoluyla, Ortadoğu halklarının bölgesel demokratik birliğinin kurulacağını savlıyor.
Bayık bunu şöyle ifade ediyor:
“Nasıl Avrupalılar kıtalarını defalarca kana bulayan ... çatışma ve savaşlardan ders çıkarıp sorunlarını demokrasiyle çözdüler ve bunun bir ifadesi olarak AB’ni kurdularsa, biz Ortadoğuluların da yaşadığımız kanlı çatışma ve boğazlaşmalardan gerekli sonuçları çıkarıp, çelişki-çatışma yaratan tüm sorunlarımızı demokrasi içinde çözmeyi esas alarak, Demokratik Ortadoğu Birliği’ni yaratmamız gerekir.” (agg).
Oysa, kralcı, faşist, gerici, siyonist, İslamcı rejimler, Bayık’ın ve 8. Kongre’nin öngördüğü doğrultuda AB’ye dahil ülkelerdeki gibi burjuva demokrasisine dönüşse bile, halkların demokratik birliği gerçekleşmiş olmaz. İşçi sınıfı ve halkların iktidar mücadelesinin koşullarında önemli değişiklikler anlamına gelir ama bölge ülkeleri burjuvazileri ulusal gerginlik ve düşmanlıkları sürdürme ihtiyacı duyar ve sürdürürler.
Örneğin İsrail’de geçen dönem İşçi Partisi iktidarı, burjuva demokrasisi programına sahip bu partinin iktidarı da, Filistin’e güdük bir özerklikte ısrar edip Şaron’un provokasyonunu destekleyip Filistin halkına saldırmadı mı? Bugün Filistin halkını katleden Şaron iktidarında burjuva demokrat İşçi Partisi ortak ve Filistin halkının katledilmesinin yürütücülerinden.
Kürt ulusu açısından, elbette burjuva demokrasisi rejimleri, bugünkü sömürgeci ve ilhakçı boyunduruğun hafiflemesi anlamına gelir. Ama hafifleyerek de olsa sömürgeci-ilhakçı boyunduruğun sürmesi demektir. Bu halkların demokratik birliği olabilir mi?
Bayık, halkların birliğinin modelini AB’de bulduğuna ve övdüğüne göre, halkların birliğini, doğrudan burjuvazilerin iktidarı altında gerçekleştirmeyi hedeflediklerini açıkça ortaya koyuyor. Ortadoğu ülkeleri burjuvazilerinin, burjuva demokrasisi altında da halkları düşman etme ve ulusal düşmanlık politikalarını sürdürecekleri gerçeği bir yana, AB içinde de halkların birliği ve dostluğunun gerçekleşmediği bir gerçektir. Bayık ve KADEK, anlaşılan Irak’ta demokrasi umudunu ABD’ci müdahaleye bağladıkları gibi, Avrupalı emperyalistleri, kendilerini demokratik bir dünya idolü olarak sunan söylemlerine de inanmamızı istiyorlar. Geçici, gerici dünya koşullarının boğucu atmosferinin baskısıyla, kendilerini, AB’li emperyalistleri demokrasi ideali olarak sunmalarına inandırmaya çalışıyor. —Belki gerçekten inanıyorlar.
Kürdistan proletaryası ve emekçilerini ve bizleri de inandırmaya çalışıyorlar.
Oysa, AB, emperyalist bir ittifak olarak, ancak emperyalist dünya egemenliğini elinde tutan, güç bakımdan ön sıralarda bulunan diğer (ABD-Japon) emperyalistlere karşı önde gelen Avrupa’lı emperyalistlerin (Alman ve Fransız), dünya hegemonyası için rekabet mücadelesinde kurulabilmiştir. Bu yüzyılın yarısına değin, emperyalist dünya egemenliği, Avrupa’daki emperyalist ülkelerin elindeyken ve rekabet de esasen bu ülkeler arasında sürüyorken, birbirleriyle dünya savaşma iki kez tutuşan rakip emperyalist gruplaşmalara gittiler, kaçınılmaz olarak. Yarın AB “Almanya Avrupası” olduğunda, örneğin Fransız emperyalistleri kaçınılmaz olarak, AB’yi bitirmeye çalışacaktır, bunun tersi de doğrudur. Olası bu gelişmeler, AB’li emperyalist ülkelerin burjuvazilerinin, halkları biribirleriyle çatıştıracaklarını gösteriyor. Emperyalist bir ittifak olarak AB’nin geleceği, tek bir devlet de değildir, halkların barış ve özgürlük içinde yaşadıkları birliği de değildir.
Avrupa ülkelerindeki burjuva demokrasisini, AB’li emperyalistler ve liberal ideologlar, ideal bir demokrasi olarak dünya halklarının beynine bombardıman ediyorlar. Ancak, 11 Eylül’den sonra gerici yasaların tırmandırılması, neofaşist hareketlerin geliştirilmesi, faşist partilerin hükümet ortaklıkları içine alınması, göçmen işçilere yönelik yeni gerici yasalar vs. vb. propagandası çokça yapılan Avrupa burjuva demokrasisinin gerici yüzünü gösteren birkaç örnektir yalnızca. Fransız burjuvazisi, sömürgelerden ancak devrimlerle atılabildiği gibi, Korsika’nın özerkliğini ancak 2000’e doğru kabullenebildi, üstelik kendi içinde hâlâ çatışmalı. Bayık ve KADEK, ortadoğu’da burjuva demokrasisinin, Kürtlere ve ilhak altındaki diğer halklara özgürlük, Ortadoğu halklarına kardeşçe birlik getireceğine, ideal örnek verdikleri AB, ne halkların birliğidir, ne de halklara demokrasidir. İşçi sınıfının iktidarı almaya girişeceği koşullarda kanlı yüzünü barbarca göstermekte bir an bile tereddüt etmeyecektir.
Bunun, Ortadoğu’daki taklidi ise (ki KADEK’i ilan eden 8. Kongre nihai hedef olarak bunu alıyor) ancak karikatürü olabilir.
Bugün, dünyanın gerici, emperyalist boğucu atmosferi, Kürdistan, Türkiye ve bölge emekçi halklarının ufkunu karartmamak, onların, devrimlerle kuracakları özgür halkların demokratik federasyonu ve birliği bilincini geliştirmelerini engellememelidir. PKK, devrimci ulusal kurtuluş hareket olarak ilk çıktığında, ulusal dargörüşlülüğü nedeniyle, halkların demokratik federasyonu da olsa, birliğe karşıydı. Sonra, gericilik ve emperyalizm karşısında, halkların birliği ajitasyonuna başvurduysa da, birleşik devrimi savunan partileri Kürdistan’da misafir gören bakış açısıyla, dar görüşlülüğünü sürdürüyordu. Kürdistan ulusal devriminin zaferinin zorlandığı koşullarda, sömürgeci burjuvazi ve arkasındaki emperyalistlerle uzlaşarak, onların burjuva demokrasisini kutsuyor, halkların demokratik birliğini gerçekleştirecek tek yol olarak sunuyor, Kürt ulusundan emekçileri burjuva demokratik yanılsamanın girdabına itiyor.
"İktidar Değil... Parti Değil..."
Öcalan ve PKK, İmralı çizgisiyle, devrimci programdan ve devrim fikrinden vazgeçmişlerdi. 8. Kongre bunu yeniden tekrarlayarak onaylıyor. Bayık, bunu, şöyle ifade ediyor:
“KADEK kendisi iktidar olmayı hedeflemeyecek, ama her parçada ve birlikte olunan ülkelerde demokratik siyasetin önünü açacak"(agg).
“Her devrimin temel sorunu iktidar sorunudur." Lenin’in sayısız defa kanıtlanan bu temel görüşü, Kürt ulusal devrimi için de geçerliydi. PKK, bağımsız Kürdistan programına sahipken, ulusal devrimi, Kürdistan ulusalcı küçük burjuvazisinin iktidarıyla sonuçlandırmayı hedefliyordu.
Bugün PKK, İmralı çizgisiyle, devrimi burjuva demokrasisiyle sona erdirme çizgisine gerilerken, reforme edilmiş sömürgeci bir rejimle Türk burjuvazisinin iktidarı altında, burjuva demokrasisinin Kürdistan’ daki solu işlevini üstleniyor. Devrim fikrini reddeden teslimiyetçilikle, “iktidarı hedeflememek”, Türk burjuvazisinin reforme edilmiş rejimi altında egemenliğini kabul etme stratejisi birbirini tamamlıyor. PKK liderleri bunu, koşullar teorisiyle de temellendirmeye çalışıyorlar: ‘Güçler dengesi yetmezse programını daraltacaksın’.
Ama, bu pragmatizmden daha liberal teorileri de üretip dayanak yapıyorlar: “Sadece siyasal değil, onun (Kürt halkının, bn) sosyal, ekonomik, kültürel sorunlarına da çözüm bulacak bir yapılanma (örgütlenme- bn)” gerekiyor. “Yeni dönem ise çok yaygın bir sivil toplum örgütlenmesini ... zorunlu kılıyor.” (C. Bayık, agg).
Siyasal mücadelenin tek başına asıl mücadele olmadığı, kültürel ve ekonomik mücadelenin de asıl mücadele biçimi olduğu tezi bilimum liberal oportünizmin, 1990’lı yıllarda yeniden ortaya sürdüğü, beylik ekonomist ve sivil toplumcu bir savdır. S. Aren, T. Akçam, M. Belge, Birikim, ÖDP’nin, Avrokomünizmin, “özgürlükçü sosyalizm” grubu, hatta diğer gruplarının da bir bölümü, sivil toplumcu tezleri bu yıllarda yücelttiler. Bu tasfiyeci teze göre, Halk kitlelerini, öncelikle, toplumsal bakımdan fethetmek gerekir ki, halkın siyasi iktidarı kalıcı olabilsindi! Bu, işçi sınıfı ve halk hareketinin, esasen siyasal bir hareket olarak geliştirilmesi gerektiği ve siyasal iktidarı bu sınıfların eline verecek bir bilinç ve stratejiyle donanması, burjuvazinin, ekonomik toplumsal egemenliğini, siyasi iktidara dayanarak yıkabileceği perspektifini reddetmek, demekti. İşçi sınıfı ve halk hareketinin devrimci iktidarını önlemenin sivil toplumcu teorisiydi, bugün de öyledir.
KADEK liderleri de, devrimden vazgeçişlerini teorize etmek ve Kürt emekçilerini, Türk halkını kazanmak gerektiğine göre ancak kültürel-sosyal mücadeleyle kazanabiliriz yanılsamasıyla, devrimci başkaldırısını önlemek için, bu sivil toplumcu teze sarılıyor, onu Kürdistan’ın güncel koşullarında etkili kılmaya çalışıyorlar. Dün, ulusal devrim yüksekken, ulusal dar görüşlülükle, Eğitim-Sen’li Türk emekçilerin bile Kürdistan’ı terketmesini savunuyor ve zorla uygulamaya koyuyorlarken, bugün kültürel mücadelenin önemi, sivil toplum örgütlerinin büyük önemini keşfedip siyasal mücadelenin önemsizliğini kanıtlamaya çalışıyorlar. “Demokratik sosyalizm” de, burjuvazinin siyasal iktidarı çerçevesini aşmama programlarına sahip bugünkü II. Enternasyonal partilerinin kendileri için kullandıkları bir kavram olarak, KADEK’in yeni ideolojik duruşunu ifade ediyor.
PKK, isim değişikliğine de, ulusal devrimcilikten, ulusal reformculuğa büyük geri düşüşe paralel olarak başvuruyor. Parti değil kongre. Bu kısa cümle, onun, ulusal burjuva reformizmde kesin kararlılığının diğer bir ifadesidir. Çünkü, emperyalist paylaşım savaşından sonraki dönemde, devrimci olmayan geleneksel burjuva uzlaşıcı ulusal hareketlerin pek çoğu kongre adıyla ortaya çıkıp örgütlenerek, ulusun bütün sınıflarının içinde yer aldığı, ezilen ulus burjuvazisinin kendi sınıf programını konjonktürel koşullardan yararlanarak daha kolayca egemen olabileceği örgütsel biçimi tercih ettiler. Gandi hareketinin Kongre olarak örgütlenmesi gibi, Güney Afrika siyah hakinin ANC (Afrika Ulusal Kongresi) biçiminde örgütlenmesi gibi.
Bu yolla, emperyalist burjuvazilerle de uzlaşmaya açık olunduğu güvencesi verilmiş oluyordu. Çünkü, heterojen ve kalıcı değil geçici programları kongreden kongreye değişen bir örgütlenme olarak, dünya ve sömürge ulus burjuvazileriyle uzlaşmaya açık olmaya daha elverişli örgütsel biçimdir kongre. KADEK’e dönüşmenin anlamı da budur. PKK, KADEK’e dönüşerek, başta Türk burjuvazisi gelmek üzere, kapitalist dünyanın egemenlerine, isim değişikliği yoluyla da, eski program ve stratejisine bir daha asla dönmeyeceği güvencesi veriyor.