Bir Devrimin Yenilgisi

Kuzey Kürdistan’da patlak veren anti-emperyalist demokratik devrimimiz bir dizi öznel ve nesnel nedene bağlı olarak yenilgiye uğradı. 1984’te PKK önderliğinde başlatılan gerilla mücadelesi 1990’da serhıldanlarla buluşarak, Kuzey Kürdistan çapında bir devrime dönüşmüştü. Gerilla hareketi ile birleşen devrimci kitle başkaldırısı 1992 Newroz’unda doruğa ulaştı.

Devrimin hızla gelişimi karşısında sömürgeci faşist diktatörlük yeni bir pozisyon aldı. Başta ABD emperyalizmi olmak üzere, emperyalizmin desteğinde “düşük yoğunluklu savaş” adı verilen, kuralsız, kirli bir savaşa girişti. Binlerce köy yakılıp yıkıldı, boşaltıldı. Milyonlarca köylü yerinden yurdundan sökülüp, sürgün edildi. Kuzey Kürdistan kırı insansızlaştırıldı. Kirli savaşın yönetimi kontrgerillaya devredildi. Destekçi diye yüzbinlerce köylü işkenceden geçirildi. Binlercesi katledildi. “Gayri Nizami Savaş”ın gereği olarak şehirlerde de ulusal devrim sempatizanı binlerce insan sokak ortasında, ev baskınlarında öldürüldü. Lice’de olduğu gibi kimi zaman bir kent ağır silahların bombardımanıyla yerle bir edildi. Bir kısım aşiretler satın alınarak koruculaştırıldı. Kontrgerilla tarafından Hizbullah örgütü kuruldu. Hizbullah, kontrgerillanın en etkili tetikçisi olarak Kuzey Kürdistan çapında hızla geliştirildi. Güney Kürdistan’a büyük askeri operasyon düzenlenerek gerillanın arka cephesi felç edilmeye, sınır geçişleri kontrol altına alınmaya çalışıldı.

Devrim yangınının batıya sıçraması sömürgeci faşist diktatörlüğün en büyük korkusuydu. “Düşük yoğunluklu savaş” batıda da, başta devrimci örgütlere, PKK yandaşlarına olmak üzere etkin biçimde uygulandı. Gazete ve parti binalarının bombalanması, sokak infazları, gözaltı kayıpları, sokak gösterilerinin şiddetle bastırılması, yaygın tutuklama ve sistematik işkencenin ayyuka çıkarılması, iç savaş taktiklerinin batıdaki görünümleriydi. “Gayri Nizami Harp” psikolojik harekatı da içeriyordu. Yoğun bir şovenizm propagandası, asker cenazelerini uğurlama törenleri, PKK ve devrimci hareket hakkında iğrenç bir karalama kampanyası psikolojik harekatın bir kaç unsuruydu.

Devrim, karşıdevrimi büyüterek gelişiyordu. 1993 yılında karşıdevrimin topyekün savaş taktikleri devrimin gelişmesini sekteye uğratmış, devrim ve karşıdevrim stratejik denge durumuna gelmişti. 1998 yılına kadar karşılıklı taktik ataklarla denge durumu bozulmaya çalışılsa da, taraflar bir üstünlük sağlayamamış; 1998’de PKK Genel Başkanı’nın Suriye’den çıkarılmasıyla, faşist sömürgecilik stratejik dengeyi kendi lehine bozacak önemli bir hamle yapmıştı. Türk devletinin Güney Kürdistan’daki Amerikan politikasına bütünüyle angaje olması karşılığında, ABD, Öcalan’ın esir edilmesi için TC’ye tam destek verdi. Türk devleti böylece stratejik dengeyi kendi lehine bozacak önemli bir fırsat yakalamış oldu. Bunun karşısında Öcalan Avrupa üzerinden, Türk devleti ile Avrupalı emperyalist devletlerin ilişkilerine darbe indirme hamlesiyle dengeyi kurmaya çalıştı. İki taraf için de siyasi, askeri çarpışmanın en şiddetli yaşandığı dönemdi. Biri saldırıyı savuşturmayı, diğeri de teslim almayı hedefliyordu. Sonuçta Avrupa devletleri ABD-Türkiye ile birlikte Kürt ulusal devrimini boğmak üzere ortak hareket ettiler ve Öcalan esir alındı. Öcalan’ın esir edilmesiyle stratejik denge açık ve kesin biçimde Türk burjuva devleti lehine bozulmuştu.

Öcalan’ın İmralı çizgisi, ideolojik teslimiyet, politik irade kırılması, yenilgi ve tasfiyecilik çizgisiydi. PKK bunu 7. Kongre’de onaylayarak, küçükburjuva ulusal devrimci çizgiden, küçük burjuva ulusal reformcu çizgiye geçti. Bu tasfiyeci çizginin gereği olarak gerillalar Güney’e çekilmiş ve silahlı mücadeleden vazgeçildiğini açıklanmıştı. 8. Kongre’de PKK’nin tasfiye edilerek yerine KADEK’in kurulması ile yenilgi hukukileştirildi, ulusal devrimci hareketin, ulusal reformcu bir harekete dönüştürüldüğü resmen ilan edildi.

Yenilgi üzerine yapılan tahliller ve ileri sürülen fikirlere bakılacak olursa, devrimi anlamayan devrimciliğin, yenilgiyi de anlama ve buradan doğru sonuçlar çıkarma yeteneğinden yoksun olduğu görülüyor. Yenilginin bütün kusurunu PKK’ye yükleyen bu bakış açısı, yenilenin Kuzey Kürdistan’da patlak veren antiemperyalist demokratik devrimimiz olduğunu kavramaktan uzaktır. Devrime önderlik eden kuvvetin yenilginin sorumluluğunu da üstlenmesi gerektiği doğrudur. Fakat bu, gerçeğin yalnızca bir yanıdır. PKK önderliğinde devrime dönüşen gerilla mücadelesi karşısında sorumsuz bir tutum alanların, ulusal sorun üzerinde alevlenen devrimi anlamaları beklenemezdi. Onlara bakılırsa devrim hiçbir zaman yoktu. Yalnızca devrimci mücadele veren ezilen ulus milliyetçisi bir parti vardı. Böyle olunca da, “ulusal dar görüşlü”, “antimarksist” kimilerine göre “aşırı iradeci”, “maceracı” bir partinin ve önderlik ettiği mücadelinin yenilgisi kaçınılmazdı. Devrime karşı sorumsuzluklarını “zaten yenilgiye mahkumdu” teorileriyle örtmeye çalışıyorlardı. Onlara inanacak olursak, devrim ya hiç yoktu, ya da olduğu kadarıyla hep yenilgi üretiyordu. Devrimin doruğa çıktığı dönemlerde bile devrimin olanaksızlığı üzerine yazılar yazıyorlardı. Söylemleri farklı olsa bile ilerici reformcu partilerle devrimci parti ve örgütler “yakın bir devrime inançsızlık” noktasında aynı çizgide buluşuyorlardı.

Yenilgi sonrası, öncesinde olduğu gibi, öyle analizler, değerlendirmeler yapıldı ki yenilginin bütün günahı PKK’nin sınıf gerçeğini kavrayamaması, marksizmden bütünüyle uzaklaşması, ya da onun Kürt milliyetçiliğine yüklendi. Bu yaklaşım, yenilgiyi tamamıyla ideolojik nedenlerle açıklayacak denli ileri gitti. Sanki, tutarlı ideolojik duruştan yoksun bir hareketin devrimi zaferle sonuçlandırması imkansızmış gibi, PKK’nin ideolojik yalpalamaları, eklektik, antimarksist görüşleri devrimin yenilgisinin nedenleri olarak sayıldı. Hem ulusal devrimci bir partiden “saf” bir sınıf partisinin tutarlılığı bekleniyor ve böyle olmadığı için eleştiriliyor, hem de “saf” olmayan bir partinin devrime yürüyeceğinin imkansızlığı ilan ediliyordu. Aslında bu gizliden gizliye devrim fikrinin rafa kaldırılması demekti.

Devrim bir iktidar sorunudur. Her savaşta olduğu gibi, devrimci savaşta da zafer düşmanın iradesini kırmakla kazanılır. İdeolojik olarak tutarsız, pragmatik, farklı sınıf ve katmanların özlemlerini yansıtmasıyla eklektik bir parti de pekala devrimci olabilir ve devrimi zafere ulaştırabilir. Emperyalizm çağında, antiemperyalist ulusal kurtuluş ve demokratik devrime önderlik etmiş ve devrimi utkuyla sonuçlandırmış böylesi bir dizi parti ya da cephe örgütü örnek verilebilir. En tutarsız, en kaypak sınıf olan milli burjuvazinin önderliğinde de antiemperyalist ulusal kurtuluşçu devrimlerin başarıya ulaştığı görülmüştür. Devrime önderlik edebilecek küçük burjuvazinin tutarsızlığı, onun devrimi başarmasının imkansızlığını değil, devrimin zor dönemeçlerinde soluksuz kalması, burjuvaziyle anlaşmalar siyasetini devrime tercih etmesi; devrim başarılsa bile onu ilerletme amacından yoksun olmasıdır. El Salvador devrimi birincisine, Nikaragua devrimi ise ikincisine örnek verilebilir. Küçük burjuvazinin önderliğinde başlayan bir devrime proletarya sonradan katılabilir, mücadele içindeki etkisi ve doğru taktiklerle devrimin önderliğini ele geçirebilir ve antiemperyalist demokratik devrimin duraksamadan yoluna devam etmesini, sosyalist devrime dönüşerek kesintisiz gelişimini sağlayabilir.

PKK ulusal kurtuluşu program edinmiş, yoksul, küçük-orta Kürt köylü yığınlarına dayanan küçük burjuva devrimci bir partiydi. Gerilla hareketinin gelişmesi ve kurtuluş umudu yaratması sömürgeci zulme maruz kalmış zengin Kürt köylüsünü ve birçok aşireti de mücadeleye kanalize etmişti. Ulusal kurtuluş savaşı veren bütün partilerde olduğu gibi PKK de, büyüyüp geliştikçe, ulusal zulme uğramış çeşitli sınıf ve katmanların akınına uğramış, heterojen yapısı derinleşmiştir. Bu da PKK içinde, uygun koşullar altında sınıf mücadelesinin belirginleşmesine ve burjuva ulusal reformcu çizginin etkinliğini artırmasına yol açmıştır.

Kuşkusuz, ulusal kurtuluş savaşının zaferle sonuçlanmamasının nedeni yalnızca PKK’nin sınıf bileşimi, onun tutarsızlığı, politik kararsızlığı ile açıklanamaz. Kuzey Kürdistan’da ulusal özgürlük temelinde patlak veren antiemperyalist demokratik devrimimizin eşitsiz gelişimi batıya taşınmasıyla altedilebilir ve sömürgeci faşist diktatörlük altedilebilirdi. Devrimin yenilgiye uğraması kaçınılmaz değildi. Yenilgiyi PKK ve ulusal kurtuluş savaşı ile sınırlamak ondan hiçbir şey öğrenmemek olur. Bu da siyasal özgürlüklerin elde edilmesinin devrimimizin ana sorunu, Kürdistan ulusal özgürlüğünün de bu mücadelenin ana konularından biri olduğu gerçeğinin hemen hiç kavranmadığını gösteriyor.

Tutarlı bir marksist aynı coğrafyanın bir parçasında başlayan demokratik devrimin stratejik güçlerinden birinin yenilgisiyle sonuçlanan devrim, sanki kendisinin dışında, bir başka coğrafyada yaşanmış gibi ele alamaz.

Nesnel bir yaklaşım sunulacaksa yenilginin belli başlı üç nedeninden söz edilebilir. Birincisi, PKK’nin devrimi ileriye taşıyacak tutarlı bir stratejik önderlik sergileyememesi; ikincisi, Türkiye devrim hareketi (TDH)’nin ezici bölüğünün devrimi anlama ve ona karşı sorumluluklarını yerine getirme yeteneğini gösterememesi; üçüncüsü, bu her iki durumla birleşen uluslararası koşulların elverişsizliği.

Dikkat edilirse, ilk ikisi öznel, sonuncusu nesnel neden olarak belirtilmiştir. Kuşkusuz ilk ikisine dair de nesnel nedenler sayılabilir. Örneğin, Kürdistan devriminin yenilmesinde içsel bazı özelliklerinin, iç dinamiklerinin göreli zayıflığının önemli payı vardır. Her şeyden önce Kürdistan’ın toplumsal yapısında önemli bir yer tutan aşiret yapısı ve feodal kültür; sömürgeci faşist diktatörlüğe, önemli bir silahlı “kitle” dayanağı sağlayan koruculuğu örgütleme olanağı vermiştir. İslami gericiliğin etkisi de Kürdistan’da önemli bir yer tutar. Bu etki Hizbullah gibi kontra çetelerinin örgütlenmesine olanak vermiş ve bu çeteler ulusal özgürlük savaşının karşısında bir engel haline gelebilmiştir. Fakat yürüyüp gitmekte olan bir devrimin yenilgisini objektif koşullarla açıklamak devrimci çözümü inkar ve devrimi objektif olarak olanaksız görmek anlamına gelir. Devrimci strateji, üzerinde yükseldiği nesnel koşulları hesaba katarak oluşturulur. Doğru devrimci strateji ona uygun hareket planları ve devrimci bir önderlik altında başarıya ulaştırılır. Eğer genel olarak emperyalist kapitalist sistemde özel olarak da coğrafyamızda devrim çözümü gündemde bir meseleyse, yerinde iradi müdahaleyle devrim yangını bir yerden tutuşmuş ama hedefine ulaşmadan sönüp gitmişse, koşullar ya da düşmanın taktikleri bahane olarak ileri sürülemez. Devrimci stratejik önderlik, düşman hamlelerine karşı hamlelerle yanıt vermek, gerektiği yerde geri çekilip yeniden sıçrayacak olanakları bulmak, düşman cephesini parçalamak gibi bir dizi stratejik kararla devrimin yenilgisini önleyebilir.

Üçüncü şık objektif neden olarak sayıldı. Tek başına bu gerekçenin devrimi yenilgiye uğrattığı ileri sürülemez. Fakat ilk iki nedendeki basiretsizlik üçüncüyle birleşince, üçüncü önemli bir etken olarak öne çıktı. Bazılarının yaptığı gibi üçüncü etkeni her şey haline getirip yenilgiyi bununla açıklamak, günümüz koşullarında genel olarak devrimi imkansız, devrimin yenilgisini de kader olarak görmek demektir.

PKK: Ulusal Devrimci Partiden Burjuva Ulusal Reformculuğa İltihak

PKK nerede hata yaptı? Sürecin ayrıntılı incelenmesine girmeyeceğiz. Yalnızca en genel hatlarıyla stratejik savrulmanın nedenlerini ortaya çıkarmaya çalışacağız.

PKK, Kuzey Kürdistan coğrafyası ile sınırlı bir devrimin sömürgeci faşist diktatörlüğü yıkmaya yetmeyeceği gerçeğini kavramadı.

PKK, ulusal devrimci bir hareket olarak, Kürdistan devrimine önderlik ederken aynı zamanda ulusal sınırlılığın zaaflarını da taşıyordu. Onun ulusal dar görüşlülüğü, Türkiye’de etkilediği Kürt emekçi kitlelerinin ulusal talepli eylemler dışındaki mücadelelere seferberliğini engelleyici olmuş, bu açıdan devrimci mücadelenin gelişimini sınırlamıştır. Kürdistan Devrimi’ni öne çıkan ulusal karakteri ile sınırlaması ise; Kürt işçi ve emekçilerinin diğer toplumsal sorunlardan kaynaklanan taleplerini gözardı etmesine yol açmış, dolayısıyla ulusal devrime daha geniş kitleler halinde katılmasını ve ona daha sıkıca sarılmasını zayıflatan bir rol oynamıştır. Keza ulusal karakteri PKK’yi “ulusal devlet kurma” amacına hapsetmiş, bu ise onda, Türk burjuvazisi ve emperyalist efendilerinden savaşın bazı dönemeçlerinde koparacağı önemli reformlar yoluyla da amacına ulaşabileceği beklentisi yaratarak reformcu yönünün gelişmesine kaynaklık etmiştir. PKK’nin bu özellik ve zaafları Kürt ulusal devriminin yenilgisinde önemli bir rol oynamıştır.

Belirli bir coğrafyada (devlet) çelişkinin şiddetine bağlı olarak, herhangi bir mesele üzerinde ve herhangi bir bölgede devrim patlak verebilir. Devrim bir kurgu ya da bir koreografi işi değildir. Devrim, doğru bir zamanlama, doğru bir yığınak ve yerinde bir iradi müdahale konusudur. Devrim verili koşullar içinde başlar, ama başlar başlamaz çatışan tarafların koşulları kendi lehine çevirme mücadelesi devrimin kaderi üzerinde belirleyici olur. Devrimci strateji önderliğin rolü esasen burada önem kazanır.

‘84 atılımını başlatan PKK, o gün ulusal temelde doğru, devrimci bir rotadaydı. Ulusal özgürlük neredeyse bir asırdır Kürt ulusunun rüyasıdır. Bu amaçla defalarca ayaklanmış, ama her saferinde zorbalıkla bastırılmıştı. Önceki ayaklanmaların çoğu ulusal bağımsızlık hedefi ile başlasa da, hiçbiri ulusal çapta bir genişliğe ulaşamamış, feodal aşiretsel bölünmelerin yarattığı iç ihanetlerle yenilgiye uğratılmıştı. Buna karşın bu mücadeleler Kuzey Kürdistan coğrafyasında bir ayaklanmalar geleneği yaratmıştı. ‘60’ların ve ‘70’lerin devrimci yükselişi Kürt ulusal uyanışında ve isyancı geleneğin su yüzüne çıkmasında önemli etkide bulunmuştu. ‘80 askeri faşist darbesi ırkçı, sömürgeci Türk burjuva devletinin K. Kürdistan üzerindeki baskı ve terörünü yoğunlaştırdı. Kürdistan kırı ve kentlerinde ulusal çelişkiyi şiddetlendirdi. PKK, 12 Eylül askeri faşist darbesinden önce güçlerini güneye çekerek hazırlık için stratejik bir hamle yaptı. 1981’de gerilla savaşı verme kararı aldı. 1982’de zemin oluşturmak için ilk gerilla birliklerini sınır bölgelerine yolladı.

Faşist cuntanın başta devrimciler olmak üzere, genel olarak ilericileri, emekçileri ve Kürt ulusunu terörize ettiği herhangi bir demokratik örgütlenme, propaganda hakkının bulunmadığı koşullarda, gerilla mücadelesi, Kuzey Kürdistan’da halk kitlelerine ulaşmanın elverişli bir yoluydu. Nitekim gerilla savaşı rolünü oynadı, bir kaç yıl içinde yaygınlaştı ve Kürt yoksullarınca benimsendi.

Ne var ki her şey bununla bitmiyordu. Bugüne kadarki Kürt isyanlarından farklı olarak, aşiretsel bağları aşıp ulusal ölçekte modern bir ulusal kurtuluş hareketine dönüşse de Batıyı devrim leyhine kazanmadıkça sömürgeci faşist diktatörlüğün yıkılması neredeyse imkansızdı.

Kürdistan coğrafyası 20. yüzyılın başındaki tarihsel koşullar içinde dörde bölünmüş, her bir parça zamanla sınırları içinde bulunduğu devletin boyunduruğu altına girmişti. Güney ve Doğu (Irak ve İran) Kürdistan’da zaman zaman ilerici antiemperyalist güçlü ulusal mücadeleler verilmiş, fakat bu mücadele hem bulundukları devlet sınırlarını aşma yeteneği gösterememiş, hem de önderliklerinin konumu gereği bölgedeki rakip devletlerin ve güneyde olduğu gibi ABD emperyalizminin yönlendirmesine açık hale gelmişti.

Bağımsız birleşik Kürdistan haklı ve meşru bir hak olmasına rağmen, Kürdistan’ı elinde bulunduran devletlere ve emperyalizme karşı bölgesel birleşik bir devrim örgütlenmeden başarılamazdı. Bu yalnızca ezilen Kürt ulusunun birliğini değil, ezen milliyetlerin halklarının da devrimci birliğini gerektiriyordu. O günün şartlarında bu birliğin oluşumunu beklemek bir hayalden ibaretti. Böylesi bir hedef için bile her şeyden önce sınırları içinde yer aldığı devletin iradesini kırmak gerekiyordu. Bu bakımdan da 1984 atılımı hedefe doğru atılmış doğru bir adımdı.

Ama bağımsız bir Kürdistan oluşumu hedeflense dahi, Kuzey’de başlayan ve birkaç yıl içinde devrime dönüşen mücadele Türk devletini yıkmayı öncelikli olarak önüne koymak zorundaydı. Oysa tek başına Kuzey Kürdistan’ın kurtuluşu ve böyle tek tek parçaların devletlerden kopuşu hemen hemen olanaklı değildi.

PKK, Kürt ulusu içinde güçlendikçe Kuzey’in kurtarılacağına daha çok inanır oldu. Program ve stratejisini antiemperyalist demokratik devrimin gerçekleştirilmesi üzerine oturtmadı. Devrimin muazzam derecede eşitsiz gelişimi yenilgiyi koşulladı.

Aslında PKK önderliği de 1992’den itibaren bu durumu gördü.

1992 Newroz’u serhıldanların doruk noktasına ulaştığı tarih olmuş, ardından kitle hareketinde düşüş eğilimi baş göstermişti. Faşizmin “gayri nizami harp” stratejisi bir iki yıl içinde etkili olmuş, serhıldanlarla buluşan gerilla mücadelesinin, dolayısıyla devrimin önünü kesmişti. Devletle PKK arasında denge durumu doğmuştu. PKK bu süreçte “Türkiyelileşme”kten söz etmeye başladı. Bu gecikmiş de olsa doğru bir yaklaşımdı. Ne ki içeriği ve bu yönlü taktikleri yanlıştı. Ulusal kurtuluşçu bir programla sınırlı kalarak Akdeniz ve Karadeniz’e yeni gerilla çıkarma yoluyla devrimin Türkiyelileşmesi söz konusu olamazdı. PKK burada da durmadı. Kendi içinde suni bir örgüt (DHP) ve bir ordu (Anadolu Kurtuluş Ordusu) kurarak Türkiye devrimini örgütleyeceğini sandı.

Oysa sorun bu yaklaşımla çözülemezdi. PKK uzun süreli halk savaşı stratejisine bağlı olarak mücadele yürütüyordu. ‘90-’92’ye kadar bu strateji, hedefleri doğrultusunda uygulandı. ‘90-’92 arasında Kürdistan kentlerinde patlak veren serhıldanlar beklenenden erken geldi. Bu PKK stratejisinin en önemli zaaflarından birini açığa çıkardı. Kürdistan’ın toplumsal maddi gerçeğini bütünlüklü çözümleyemediğini Kürdistan kentlerinin önemini kavrayamadığını gösterdi. Serhıldanlar patlak verdiğinde PKK, kentlerde çok zayıf bir örgütlülüğe sahipti ve kent ayaklanmalarını yönetmeye hazır değildi. Yine uzun süreli halk savaşı stratejisinin bir gereği olan kurtarılmış bölgeler yaratmak ve belirli bir aşamada düzenli orduya geçmek konusunda da PKK, başarılı olamadı.

Bu zaafları aşmak için hem Kürdistan kentlerinin devrimdeki stratejik önemini görmeli, hem de batıda birikmiş Kürt işçi ve emekçilerinin devrime kanalize edilmesi için ulusal kurtuluş dışında diğer toplumsal sorunlara sahip çıkması gerekiyordu. Fakat bundan da öte Türk işçi ve emekçi hareketinin devrimcileşmesini ve devrimci olanakların biriktiği batı kentlerinde devrimci çatışmayı stratejisinin etkin bir unsuru haline getirmeliydi. Elbette bu Türk işçi ve emekçilerini PKK’nin örgütlemesi anlamına gelmiyor. Ulusal kurtuluş devriminin sınırlılığını aşıp diğer toplumsal sorunlarla da ilgilenmeyi önüne koyması gerekiyordu. Bu, ulusal kurtuluş devriminin birleşik, antiemperyalist demokratik devrimi hedeflemesiyle olanaklıydı.

PKK’nin ittifaklar siyaseti devrimci bir rotada ilerlemedi.

PKK batıyı bir cephe gerisi olarak ele aldı. Gerilla mücadelesi boyunca şehirlerin kıra askeri kuvvet aktarım ve kırın lojistik merkezleri olarak değerlendirilmesi anlaşılırdır. Gerilla mücadelesinin tabiatı gereği bu böyledir. Buna karşın gerilla savaşının belirli bir aşamasında şehirler tali değil, esas mücadele alanları haline gelirler. Salt gerilla savaşı ya da gerilla taktikleri yoluyla, halk kitlelerinin örgütlenmesiyle sonuçlanmayan askeri mücadeleyle düzenli ordulara ve devlete karşı siyasi zafer elde edilemez.

PKK bu gerçeği yeterince kavramadı. Ama bundan daha önemlisi, bir bütün olarak Batı’yı sürecin her aşamasında cephe gerisi olarak görmesiydi. Denilebilir ki, ulusal kurtuluşu program edinmiş bir partinin böylesi bir bakış açısına sahip olması doğal değil mi?

Hata buradan kaynaklanıyor. PKK, Kürt ulusunun ulusal kurtuluş özleminin politik sözcüsü olarak siyaset sahnesinde boy gösterdi. Onun her meseleyi ulusal kurtuluşçu bakış açısıyla ele alması, her durumda pratik tutumunu buna göre belirlemesi onun siyasal varoluşunun kaçınılmaz bir ifadesiydi. PKK’yi ulusal kurtuluşçuluğu program edindiği için eleştirmek abesle iştigal etmektir. Yanlış olan PKK’nin ulusal kurtuluşçuluğu değil, salt Kuzey Kürdistan’da yükseltilen mücadeleyle bunun gerçekleştirilebileceğini sanmaktır.

“Ulusal kurtuluşça devrimin gelişimi, Kuzey Kürdistan’da ‘ayrı’, ‘bağımsız’ bir ulusal Kürt devletinin kurulmasının, hiç değilse Batı’da çok güçlü bir devrimci sıçrayışın olmadığı koşullarda hemen hemen imkansız olduğunu göstermiştir.” (MLKP, II. Kongre Belgeleri, s. 252) Buna karşın “yurtsever devrimci önderliğin, Batı’da oluşan ve biriken devrimci olanakları oldukça küçümseyen, buna bağlı olarak hesaplarını birleşik devrim olanağına yöneltmeyen yaklaşımı dikkat çekicidir.” (age. s. 253)

Yine başka bir yerde belirtildiği gibi, “Hiç kuşkusuz ki, bu dengeyi devrim lehine bozacak esas güç, Batı’da gelişecek devrimci bir işçi emekçi hareketi (ya da zayıf bir olasılık olarak Güney Kürdistan’daki devrimci bir gelişme)” dir. (MLKP Birlik Kongresi Belgeleri)

Güney Kürdistan’ın aşiretsel-feodal önderlikleri emperyalizm ve yerli gericilere bel bağlamıştı. PKK’nin bu önderlikleri aşıp oradan devrimci bir kurtuluş kapısı açması, olağanüstü özgün koşullar dışında olası görünmüyordu. Nitekim gelişmeler bu yönde oldu. Bu nedenle PKK önderliği bütün dikkatini Batı’ya yöneltmeliydi.

PKK’nin önündeki tek yol Batı’nın işçi- emekçi hareketi ile buluşmak, buradaki örgütlü devrimci kuvvetlerle stratejik ittifak, ya da cephe siyaseti izlemekti. Oysa PKK, Ba- tı’yı cephe gerisi gördüğü için buradaki ittifakları stratejik değil, devletle hesaplaşmasında kullanacağı bir koz olarak ele aldı. Bu amaçla zaman zaman bazı devrimci ittifaklara girişti. Ama her defasında bu tip birliklere gerekli değeri vermedi.

Devrimci örgüt ve partilerden çok, örgütsüz aydınlar ve reformcu çevrelerle ittifakı esas aldı. Bu tip ittifaklarla düşmanın cephe gerisinde demoralizasyon ve bölünme yaratacağını hesap ediyordu. Fakat bu hesap yanlıştı. Batıdaki küçük burjuva reformculuk, devrimci olanakların zayıflaması koşullarında serpilen, gelişen ya da geriye düşmüş bir devrim dalgasına kapılmış eskinin küçük burjuva devrimcileri değildi. Onlar, 12 Eylül faşizminin yarattığı korkunun anaforuna kapılmış, devrimcilikten müthiş ürken, yeniden bir devrim gemisine asla binmek istemeyen kesimlerdi. Böyle olduğu için de PKK’nin devrimci mücadelesinin hiç değilse kuyruğuna takılarak ileriye değil, PKK’nin kuyruğunu çekerek onu devrimden vazgeçirmeye çalışıyorlardı.

Her devrimde öyle anlar olur ki savaşın kaderini üçüncü güçlerin kimin tarafından yedeklendiği belirler. Bu nedenle PKK’nin batıdaki reformcu parti ve çevrelerle çeşitli düzeylerde ilişki geliştirmesi ve ittifaklar oluşturmasında yanlış bir yan yoktu. Yanlış olan, devrimcilerle ittifakın az çok sürekli bir taktik düzeyinde dahi ele alınmazken reformculukla ittifak arayışlarının stratejik düzeye çıkarılmasıydı.

PKK 1992’den sonra devrimci stratejiyi uygulamada sürekli yalpaladı.

Devrim düz bir çizgide ilerlemez. Çeşitli zigzaglar, geriye çekilmeler ve ileriye sıçramalar yaşanmadan bir devrimin gelişeceğini sananlar ya hiçbir devrim deneyi incelememişler ya da devrimi pratik mücadelenin zorlu bir yokuşu değil, bir tahayyül işi olarak algılamışlardır. Kürt ulusal kurtuluş devriminin de zigzaglar çizmesi, zaman zaman geriye düşmesi doğaldı. “Düşük yoğunluklu harp” stratejisiyle ilan edilen topyekün savaş karşısında PKK’nin devrimci stratejiye bağlı olarak kimi taktik hamleler yapması, güçlerini yeniden organize etmek için geri adımlar atması karşıdevrimle giriştiği savaşın zorunlu süreçleriydi.

Ne ateşkes ilanları, ne siyasal çözüm çağrıları ne de barış taktiği kendi başına reformcu, teslimiyetçi olarak ele alınamaz. Her silahlı mücadelenin belirli bir anında ateşkes ilan edilebilir, halkın barış özlemi burjuva cepheyi sarsan devrimci bir silaha dönüştürülebilir, düzen içi kimi reform talepleri ile egemenler arasında bölünme yaratılabilir ve bu taktiklerden herhangi biri devrimi zafere ulaştıran sıçrama tahtasına dönüştürülebilir.

Örneğin, yenilgiye kadarki dönemde ulusal hareketin “barış” talepli eylemleri devrimci bir rol oynadı. Bugün de etkisi azalsa da aynı talepli mücadele ilerici, antifaşist bir niteliğe sahiptir.

PKK’nin bu türden taktik manevralarını yenilgi nedenlerinin baş köşesine oturtmak, “ya sayı saymasını bilmeyen ya da hiç sopa yemeyen”lerin işi olsa gerek.

PKK bu taktiklere başvurduğu için değil, bu taktikleri devrimci stratejiye bağlı olarak ele almadığı için savruldu.

Öncelikle tutarlı anti- emperyalist pozisyonunu yitirdi. Körfez Savaşı ile birlikte ABD’nin “Kürt aşkı”ndan medet umdu. SSCB’nin yıkılması ve ABD’nin YDD’yi ilan etmesi karşısında yalpaladı. Devrimci yoldan ulusal kurtuluşun başarıya ulaşabileceğine dair umutları kırıldı. Emperyalizmin yeni siyaseti içinde kendine yer bulmaya çalıştı. Emperyalistler ve yerli egemenler içinde meydana gelen çelişki ve çatışmaları dolaylı yedekler olarak değerlendirmek yerine bu ayrılıklardan medet umar hale geldi. Taktik manevraları devrimci stratejiye bağlı olarak ele almak yerine devrimci mücadeleyi “siyasi çözüm”ün baskı unsuru olarak kullanma yolunu seçti. İşbirlikçi tekelci burjuvaziyle ordu arasındaki çelişkiden hayaller üretti. TÜSİAD’ın demokrasi paketi, DYP-SHP (1992 Ocak) hükümetinin “Kürt realitesini tanıyoruz” açıklaması karşısında PKK doğru devrimci bir çizgi izlemedi. Uyguladığı taktikler ve yaptığı kimi açıklamalarla zaman zaman TÜSİAD’ın ve kimi burjuva siyasi partilerin dolaylı yedeği haline geldi.

Devrimci gelişmenin doruk noktasında burjuva parlamenter hayallere kapıldı. Burjuva partilerle seçim ittifakı yaparak parlamentoya girdi. Parlamentodan Kürt milletvekillerinin atılması Kürtlerin “parlamenter yol”a dair umutlarını kırmayı ve devletten kopuşu derinleştirmesi gibi olumlu sonuçlarına karşın devrimin yükseliş döneminde bu tür ittifaklarla parlamentoya girilmesi, Kürt halk kitlelerinin devrimci dinamizmini törpüledi. Hareketin geriye düşmesinde rol oynadı.

Emperyalist metropollerde “diplomasi atağı” ile devrimin soluklanması için yeni alanlar açması önemli bir gelişmeydi. Bu yolla Kürt diasporasının yeniden ve daha üst düzeyde örgütlenmesi sağlandı. Cephe gerisi kurumlaşma sağlamlaştırıldı. Ulusal kurtuluş mücadelesinin batı kamuoyunda tanınması, bu kamuoyu aracılılığıyla devletler üzerinde baskı uygulanması devrimci mücadelenin geliştirilmesine ve TC’nin tecritine yol açıyordu. Fakat PKK “diplomasi atağı”nı da emperyalist devletlerin “Kürt sorunu”na sahip çıkması ve TC’yi bir çözüme zorlamasının manivelası olarak değerlendirmeyi esas aldı.

PKK düzene dair hayaller kurmakta öylesine ileri gitti ki, ordu ile gizli görüşmeler yoluyla bir anlaşmaya varabileceğine dahi inanmaya başladı.

PKK, 1999’a kadar devrimci bir pozisyonda kaldıysa bu onun devrimci stratejiyi kararlılıkla bu tarihe kadar uygulama ısrarının sonucu değil, umut bağladığı düzeniçi kuvvetlerin herhangi bir reformcu çözüme yanaşmamaları nedeniyleydi.

PKK’nin devrimci stratejiyi uygulamadaki yalpalamasında onun sınıf bileşimindeki değişme ve gelişmeyle de doğrudan bir ilişkisi vardır. Tabiatı gereği ulusal hareket zamanla ulusal zulme uğramış bütün sınıf ve katmanları “ulusal bağımsızlık” hedefi ile birleştirir. Buna karşın ulusal hareket içinde de sınıf mücadelesi devam eder. Proletarya yoksul ve küçük köylüler, olanaklı her durumda devrimi ileriye çekmeye çalışırken harekete katılan toprak beyleri ve burjuvazi devrimi kösteklemeye ve hareket içinde inisiyatifi ele almaya çalışır. Küçük burjuvazi ise her iki kesim arasında rüzgarın şiddetine göre dalgalanır. Ulusal hareketler de proletarya ve yoksul köylülüğün etki gücü zayıf olduğu dikkate alınırsa küçük burjuvazinin harekete sonradan katılan burjuvazinin dümen suyuna girmesinde anlaşılmayacak yan kalmaz. PKK’de de böyle olmuştur. Buna rağmen burjuvazi bütün devrimci dönem boyunca inisiyatifi ele almayı başaramamıştır. Ama reformcu politikaların PKK saflarında ve önderliğinde yer bulmasında etkin olmuşlardır. PKK önderliği bu iç sınıf mücadelesi konusunda zaman zaman doğru bir yaklaşım sergilese de, nihayetinde tutarlı devrimci bir duruş geliştirememiştir.

***

Bu üç genel başlık etrafında belirttiklerimiz dışında mutlaka sözü edilmesi gereken bir kaç hususa daha değinmek gerekiyor.

Birincisi; koruculuk karşısında yapılan hatalardır. Koruculuk müessesinin kurulması neredeyse bütün ulusal kurtuluş mücadelelerinde başvurulan karşıdevrimci bir taktiktir. Karşıdevrim çeşitli grup, aşiret ya da partileri satın alma, tehditle boyun eğdirme yoluyla ajanlaştırır. Kürt ulusal devriminin gelişmesi karşısında Türk sömürgeciliği de aynı taktiği uyguladı. PKK politik ve askeri mücadele yanlışlarıyla koruculuğun yaygınlaşmasına zemin hazırladı. Gereksiz kaba kuvvet ve çetevari uygulamalarla “aşırı irade” gösterisi zararlı sonuçlara yol açtı. Sonraki yıllar bu konudaki taktik hatalardan vazgeçilse de meydana gelen zarar telafi edilemedi.

İkincisi; devrimin karargahının Suriye ve Bekaa’da kurulması başlangıçta önemli avantajlar sağlasa da süreç içinde dezavantaja dönüştü. Sınır geçişinin güvenceye alınması gerilla mücadelesi için vazgeçilmez önemdedir. Bu nedenle sınır ötesindeki devrimci karargah hem düşmanın uzanacağı yerden uzak olması hem de düşman tarafından sıkıştırılan gerilla kuvvetlerinin sınırı kolaylıkla geçmesi ile kayıpların en aza indirilmesi bakımından stratejik değerdedir.

Öcalan’ın ve karargah merkezinin Suriye ve onun denetimindeki Bekaa’da kurumlaşması gerilla mücadelesinin belirli bir aşamasından sonra Güney’e ya da gerillalarca özgürleştirilmiş başka bir alana kaydırılabilirdi. Zira Suriye devletinin hareketi kendi çıkarına kullanma girişimleri ve yoğun bir baskı karşısında harekat karargahının güvenliğini almaktan vazgeçmesi devrime büyük zararlar verebilirdi. Nihayetinde Öcalan’ın Suriye’den, Amerika ve Türk militarizminin baskısıyla çıkarılması, devrimin yenilgiye uğramasında önemli bir dönemeç olmuştur.

Üçüncüsü; PKK’nin örgüt modelinin önderliğin savrulması karşısında kendini savunma yeteneğinden yoksun oluşudur. Ulusal kurtuluş mücadelelerinde ulusun bir önder etrafında birleşmesi ve bu önder şahsında ulusal kurtuluşun simgeleşmesi anlaşılırdır. Fakat, liderin ulusal birliğin sembolü olması ayrı şeydir onu bir peygamber katına yükseltmesi ayrı şey. PKK MK ya da Başkanlık Konseyi Öcalan karşısında etkisizdir. Öcalan öyle bir konuma yükseltilmiş, Kürt ulusu içinde öylesine vazgeçilmez bir lider haline getirilmiştir ki, Öcalan’sız PKK, Öcalan’sız ulusal kurtuluş düşünülemez hale gelmiştir. Böyle olunca da Öcalan esir alınınca bir hareket bütünüyle “hareketsiz” kaldı. Öcalan’ın ideolojik teslimiyet politik tasfiye çizgisi harekete mal oldu.

TDH: Devrimi Anlamayan Devrimcilik

PKK 1984 Atılımı’nı gerçekleştirdiğinde Türkiye Devrimci Hareketi (TDH) Cunta döneminin tasfiyeci rüzgarının etkisi altındaydı. Kadrolarının ezici çoğunluğu ya cezaevindeydi ya da yurtdışında mülteci hayatı yaşıyordu. Kadro ve sempatizanlarının çok büyük bir bölümü devrimci safları terk etmişti. Devrimci örgütler bir kaç on kişilik küçük gruplara dönüşmüştü. Dünün kimi devrimci yapıları legalizmin güvenli limanlarına demir atma arayışı içine girmişlerdi. Devrimde ısrar eden çevreler için ise devrim uzun bir hazırlık evresini gerektiriyordu. Bu çevreler henüz yeniden örgüt kurma uğraşı içindeydi. Avrupa’yı merkez üs seçmiş olanlar ideolojik ve politik tasfiyeciliğe sürüklenmişti.

Böylesi koşullar altında 84 Atılımı TDH saflarında şaşkınlık yarattı. PKK’nin seçmiş olduğu mücadele yöntemi, döneminin yarattığı olumsuz izlenimlerle birleşince, başlayan gerilla mücadelesinin önemi bir iki örgüt dışında hemen hiç kavranamadı. Dahası kimi komplocu kafalar, gerilla saldırılarını “demokrasiye geçişi engelleme girişimi” olarak niteleyecek kadar ileri gittiler. PKK’nin devrimci atılım kararını bilen Avrupa’yı üs seçmiş örgütler, bu aşamada silahlı mücadelenin imkansızlığı ve yaratacağı korkunç sonuçlar konusunda PKK’yi iknaya çalışıyorlardı.

Gerilla mücadelesi gelişip K. Kürdistan kırında önemli mevziler elde ediyorken TDH, ya konuya ilgisizliğini sürdürüyor ya da PKK’nin günlük pratik içinde doğan kimi hatalarını eleştirmekle yetiniyordu. Askeri mücadele serhıldanlarla buluşup devrime dönüştüğünde de TDH durumu analiz edemedi, devrimi anlama yeteneğini gösteremedi. Yazının girişinde de belirttiğimiz gibi antiemperyalist devrimimizin K. Kürdistan’da Kürt ulusal sorunu üzerinde patlak verdiği/vereceğini kavrayamadı. Dogmatizmin dumura uğrattığı kafalar, devrime karşı görevleri üzerine düşünmek yerine PKK, Kürt milliyetçiliği ve gerilla mücadelesinin taktik hataları üzerine binlerce sayfa, kilolarca mürekkep tükettiler. Kürt milliyetçiliği ile aralarına kalın duvarlar örmek adına devrime karşı hiç de sorumlu olmayan bir tutum takındılar.

Böyle olmasında Türkiye devrimci hareketinin Kürt sorunu karşısında geçmiş dönemdeki toplumsal maddi gerçeği çözümle- yememesi ve Kuzey Kürdistan’daki devrimci patlama öğelerini tespit edememesinin önemli bir payı vardı. ‘80 öncesi TDH, “Türkiye devrimi olacak Kürtler kurtulacak” perspektifiyle hareket ediyordu. Devrimimizin Kuzey Kürdistan’da da başlayabileceğini hesap edemiyorlardı. Sorunları ele alış tarzındaki dogmatik gelenek devrim koşullarında da etkisini sürdürdü.

Marksist Leninist komünistlere göre; Kürt ulusal kurtuluş sorunu anti-emperyalist demokratik devrimimizn temel konularından biridir. Devrimimiz çelişkinin keskinleştiği her hangi bir sorun üzerinden patlayabilir ve eşitsiz gelişebilir. ML’lere düşen görev devrimin eşitsiz gelişimini bütünlüklü anti emperyalist devrime dönüştürmektir. Eğer ‘84 Atılımı ile başlayan gerilla mücadelesi coğrafyamızın bir bölümünde devrime dönüşmüşse, eleştirilmesi gereken onun neden ulusalcı bir hareket tarafından başlatılıp önderlik edildiği değil, ML’lerin Kürt ulusal kurtuluş sorununun yakıcı önemini ve biriktirdiği devrimci potansiyeli zamanında görmeyip, silahlı mücadeleyi örgütleyip devrimci potansiyeli zamanında gösterememesidir. Buna karşın, önderliğin PKK’de olması devrimin karakterini ve ona karşı görevlerimizi zerrece etkilemez. Antiemperyalist demokratik devrimin bizim inisiyatifimiz dışında başlaması onun gerçek özünü karartmaz. Bize düşen görev başlamış olan devrimi batıya yaymaktır. PKK yukarıda açıkladığımız nedenlerde bunu başarma yeteneğinden yoksundu. Devrimin karşıdevrim tarafından boğulmasının engellenmesi, batıda ikinci cephenin geliştirilmesi ile mümkündür. Marksist Leninist Komünistler bütün güçleriyle bu stratejik hedefi gerçekleştirme amacına uygun konumlanmalıdır. “Kürt ulusal devrimine ilişkin görevlerimizin sadece kelimenin dar anlamıyla bir yedekleme sorunu olmadığı, bunun da içinde yer aldığı daha genel bir sorun olarak, başlamış bulunan, fakat dengesiz ve bölgesel bir biçimde gelişen antiemperyalist demokratik devrimimizi ilerletmek, Batı’ya taşımak, yaygınlaştırmak ve başına geçerek zafere ulaştırmak sorunudur. Zira Kürt ulusal devrimi, antiemperyalist demokratik devrimimizin Kürt ulusal sorunundan patlayarak gelişmesinin somut bir biçimi ve temel bir bileşenidir. Dolayısıyla, komünist hareket bilinmeyen bir geleceğin sorunu üzerine değil, varolan, gelişen bir devrim üzerine, bu devrimi nasıl geliştireceği ve önderlik edeceği üzerine konuşmakta, stratejik ve taktik planlar yapmaktadır.” (I. Kongre Belgeleri, s. 79) İşçi sınıfının devrimde hegemonya mücadelesi PKK’yi dıştalayarak değil batıda devrimci bir işçi hareketine önderlik edilerek başarılabilir. “Demek ki sorun, Kürt ulusal devriminin başına nasıl geçileceği, bunun neye öncelik verilerek yapılabileceği sorunudur. Çok basit bir politik gözlem bile, bunun ancak Batı’daki işçi ve emekçi hareketinin devrimcileşmesinden geçtiğini görebilir. Devrimi ilerletmek kadar, Kürdistan devrimini kurtarmanın yolu da, Batı’da ikinci bir cephe açılmasından geçmektedir. Bu komünist çalışmanın sadece örgütsel ve stratejik nedenlerle değil, aynı zamanda taktik nedenlerle de Batı’da yoğunlaşmasının gerekliliğini ortaya koymaktadır.” (age., s. 80) PKK Kürt ulusal kurtuluş mücadelesinin önder gücü olarak demokratik devrimimizin temel ittifakından biridir. K. Kürdistan’da başlayan devrim, batıda da devrimin koşullarını olgunlaştırmaktadır. Devrimci parti ve örgütler başlamış olan devrime hızla yetişmek, Batı’da ikinci cepheyi büyütüp sıçratarak, devrimi zafere ulaştırmak için güç ve eylem birlikleri yapmalı, dahası devrimci bir cephe içinde örgütlenerek birleşik devrimci önderlik yaratmalıdırlar. Batı’da koşulları olgunlaştığında partizan savaşı örgütlenmeli ve devrimci kitle hareketini yükselterek devrimimizin eşitsiz gelişimine son verilmeli, bir dizi yerel ayaklanma ve genel grev genel direnişle eğitimden geçen işçi ve emekçilerin iktidar yürüyüşlerine önderlik edilmelidir.

Marksist leninist komünistlerin sorunu doğru koyuşu devrimi kurtarmaya yetmedi. Gerek PKK’nin devrimin tıkanma noktalarını kavramadaki basiretsizliği, gerekse TDH’ın varlığını koruma sevdası ve dogmatizmi, antifaşist devrimci cephenin oluşturulmasını engelledi. Marksist leninist komünistlerin kendi güçleri oranında devrim yangınını ikinci cepheye taşıma gayretleri, ulusal kurtuluş mücadelesine çeşitli cephelerden omuz verme girişimleri, devrimci kitle hareketine önderlik etme, irade koyarak örgütleyip başlatma, Gazi’de olduğu gibi yerel ayaklanmaya önderlik ederek İstanbul’un ve diğer şehirlerin varoşlarına taşıma girişimleri, Sultanbeyli baskınında üst noktaya ulaşan silahlı eylemlere girişmesi devrimimizin eşitsiz gelişimine son vermeye, ve devrimin aynı güçle batıya taşınmasına yetmedi.

Marksist leninist komünistlerin soruna ilişkin bir dizi eksiğinden ve hatasından da söz etmek gerekir. Marksist leninist komünistler, Kürt ulusal özgürlük talepleri karşısında ayrı ayrı kampanyalar yürütmekte esasen başarısız olmuş ve Kürt ulusal devrimiyle dayanışmacı bir pozisyonda kalmıştır. Roma sürecinde Avrupa’daki güçlerimizin Öcalan’ı ve Kürt ulusal devrimini sahiplenişi, Türkiye ve Kuzey Kürdistan’da gerçekleştirilen bazı dayanışmacı eylemleri, yetersizliğine karşın linç saldırılarına karşı duruş, şovenizm ve sosyal şovenizme karşı ideolojik politik mücadele, sömürgeci boyunduruk altındaki Kürt ulusunu sahipleniş ile Roma sürecini önceleyen dönemde BDGP üzerinden geliştirilen politik tutum marksist leninist komünistlerin tavrını gösteren bazı önemli örneklerdir. Ne var ki, bütün bunlar dönemin ihtiyaçlarının gerisindedir.

İmralı duruşmaları sonrasında ise marksist leninist komünistlerin saflarında dayanışmacı tutumdan geriye düşüş ve soğuma hakimdir. Bu dönemde Kürt ulusal demokratik taleplerini eylemli olarak sahiplenme, Öcalan ve İmralı çizgisi nezdindeki reformizme karşı mücadeleyi Kürt halk kitleleriyle aktif politika düzeyinde ilişkilenme hedefiyle birleştirme konusunda başarısız kalınmıştır.

Batı’da güçlü devrimci işçi emekçi hareketi büyütülebilseydi, Kürt ulusal kurtuluş devrimi pekala birleşik antiemperyalist demokratik devrime dönüşebilirdi. İkinci cephede devrim yangını büyütülebilse KUKH burjuva reformcuların etkisi altına girmek yerine devrimci içi hareketinin rüzgarına kapılabilirdi. Bunun başarılamamış olması K. Kürdistan’da denge aşamasında olan devrimin yardımına koşulamaması ve dengenin faşizm lehine değişmesine neden oldu.

TDH’ın 90’lı yılların ilk yarısında biraz olsun güçlenmesinde K. Kürdistan’daki devrimin etkisini de anlayamadı. K. Kürdistan’daki devrimimizin yenilgisini de PKK yenilgisi olarak algılayıp bugünkü cılız durumunun da bu yenilgideki payını anlama yeteneğini gösteremedi.

Elverişsiz Uluslararası Koşulların Yenilgiye Etkisi

KUKM’nin devrime evrildiği yıllar aynı zamanda SSCB ve bir bütün olarak revizyonist kampın tarihe karıştığı dönemdi. ABD ve Avrupa SSCB’nin boşalttığı alanlara ve onun etkisi altındaki bakir pazarlara yöneldiler. ABD YDD ille dünyanın hakimi olduğunu ilan etti. SSCB nezdinde “sosyalizmin yıkılması” dünya devrim dalgasının hızla geriye çekilmesine neden oldu. Burjuvazinin sözcüleri tarihin sonunu ilan etti. Devrimci mücadele ve sosyalizm düşüncesine karşı uluslararası gericilik büyük bir ideolojik kampanya yürüttü. Artık duvarlar yıkılmış, sınıf mücadelesi anlamsızlaşmış, demokrasi ve refaha ancak kapitalizm altında ulaşılabilir olduğu ispatlanmıştı!

ABD emperyalizmi devrimci demokratik ve ulusal kurtuluşçu mücadelelerin süre- gittiği yerlerde taraflar arasında “barış” görüşmelerinin başlatılmasına önayak oldu. Elsalvador’da, G. Afrika’da, Filistin’de, İrlanda’da bu tipten görüşmeler hızlandı. “Görüşmeler yoluyla” çözüm genel bir eğilim halini almıştı.

Ulusal kurtuluş savaşları açısından iki kampın varlığı nedeniyle oluşan çatlaklardan yararlanma olanağı kalmamıştı. Dünyayı yeniden düzenleme ve “sosyalizm”den arta kalanları ve en küçük etkisini dahi ortadan kaldırma konusunda emperyalistler tam bir bütünlük halindeydi.

Ulusal kurtuluşçu devrimde ısrar eden bir hareket emperyalistlere ve onların yerli işbirlikçilerine karşı topyekün mücadeleyi göze almalıydı. PKK’in 90’lı yılllar boyunca, bütün yalpalamalarına, emperyalist çelişkilerden yararlanma adına zaman zaman düştüğü sefil duruma karşın, devrimci mücadeledeki ısrarı, uluslararası planda da büyük ideolojik, politik öneme sahipti. Devrime karşı ideolojik saldırı hareketinin doruğa çıktığı yılarda, devrimi başarıyla ayakta tutmak, dünya gericiliğine karşı ideolojik bir duruştu da.

PKK’in devrimcilikteki bu ısrarı, onu ehlileştirmek, TC’nin emperyalizmle yeni tipte ekonomik ve siyasi entegrasyonunu hızllandırmak için kullanmak isteyen ABD ve özellikle Avrupalı emperyalistleri başka bir yola itti. PKK’nin Ortadoğu gibi petrol bölgesinde devrimci bir güç olarak varlığını sürdürmesi de emperyalistlerin işine gelmiyordu. PKK önderliğin ele geçirilerek, PKK’nin ideolojik teslimiyet ve politik tasfiye sürecine sürüklenmesi hedeflendi. Emperyalistler elbirliği ile bir devrimi boğmaya giriştiler.

Elverişsiz uluslararası koşullar, devrimin yenilgiye sürüklenmesine çok önemli bir etkide bulundu. Fakat bu kaçınılmaz bir son değildi. PKK, ulusal kurtuluşçu devrimi antiemperyalist demokratik devrimimizle birleştirme; TDH, devrimi anlama ve ikinci cepheyle ulusal kurtuluş devriminin yardımına koşma yeteneği gösterseydi devrim başarılabilirdi.

Marksist Teori

Yaygın Süreli Yayın
Varyos Gazete Dergi adına Yazı İşleri Müdürü: Tülin Gür
Posta Çeki Hesap No: Varyos Gazete Dergi 17629956
Türkiye İş Bankası IBAN: TR 83 0006 0011 1220 4668 71

Bize Ulaşın

Yönetim Yeri: Aksaray Mah. Müezzin Sok. İlhan Apt. No: 12/1 D:7 Fatih/İSTANBUL
Tel: (0212) 529 15 94  Faks: (0212) 529 06 75
Web Sitesi: www.marksistteori5.org
E-posta: info@marksistteori.org
Twitter: @mt_dergi