’87 NETAŞ greviyle tetiklenen ve ’89 “Bahar Eylemleri” olarak tarihe geçen büyük işçi kitle hareketi, 12 Eylül 1980 sonrası sınıf hareketinde yeni bir dönemin kapısını aralıyordu. Emekçi memurların son bir iki yıldır zaten az çok hareketli olan kitlesi üzerinde önemli yansımaları olan bu büyük işçi kitle dalgası, somut etkilerini göstermede gecikmedi. Emekçi memurlar önce yaygın olarak dernekler aracılığıyla örgütlendiler ve sonra da hareketi hızla sendikalaşma mücadelesi eksenine yerleştirip kendi yollarını açarak ilerlediler. Yasal dayanaktan yoksun olmasına rağmen fiili ve meşru mücadele çizgisinde kurulan emekçi memur sendikaları iradelerini devlete dayattılar. 1995’te KESK (Kamu Emekçileri Sendikaları Konfederasyonu) kurulduğunda, bünyesinde yüz binlerle ifade edilen dinamik bir emekçi memur kitlesini toplamış bulunuyordu.
Başından itibaren “grevli, toplusözleşmeli sendika hakkı” talebiyle yola çıkan emekçi memurlar bugün gelinen noktada “sendika hakkı”nı devlete kabul ettirdi, ancak diğer iki temel talep olan “grev ve toplusözleşme” hakkı devletin hazırladığı yeni yasal düzenlemenin dışında bırakılmış bulunmaktadır. Sendikal hak ve özgürlüklerin kazanılması hedefiyle yola çıkan emekçi memurların, dinamik ve militan karakterli bir kitle hareketinden pasif ve uzlaşmacı bir çizgiye evrilen dönüşümünün serüvenine ve belirleyici etkenlerin neler olduğuna geçmeden önce şunu belirtelim: Değişen koşullar altında “grev ve toplusözleşme” hakkı, daha uzun erimli bir mücadelenin konusu haline gelmiştir.
Hareketin Tıkanması Ve Reformizm
’95 baharıyla birlikte başlayan gerileme kitle dinamizmini önce gevşetmiş, sonra da fiili doygunluk eşiğine sürükleyerek hareketi bugünkü koşullar altında kendi limitine dayandırmış durumdadır. Bu süre içerisinde yer yer ileri çıkışlar yapmış ve kritik muharebelere girişmişse de, ilerleme çizgisindeki kırılma ekseni değişmediği oranda hareketin bünyesinde biriken çürüme öğeleri yaygınlaşmış ve derinlik kazanmıştır. Bunun siyasi dildeki karşılığı reformizmin güçlenmesinden başka bir şey değildir. Gelişiminin belli bir aşamasından sonra reformizmin, hareket bünyesindeki devrimci dinamikleri sendika yönetimlerinden açıktan tasfiye etmeye yönelmesi ve bunu zaman içinde önemli ölçüde başarması, KESK’e egemen anlayışların gerçekte nasıl bir sendika hedefine sahip olduklarını açığa çıkaran temel verilerden biri olmuştur. Bu anlayış, hareketin daha ilk mayalanma dönemlerindeki dünya koşullarınca beslenmeye başlamış ve palazlandığı oranda
da kendini emekçi memur hareketine dayatmıştır. ’89/’90’larda Sovyet revizyonizminin emperyalist rekabet ve hegemonya mücadelesi karşısında tutunamayarak iflas etmesi ve SSCB, Doğu Avrupa blokunun çökerek dağılması, sosyalizme karşı uluslararası bir karşıdevrimci propaganda kampanyasının önünü açmıştı. Emperyalist propagandanın ana hedefi, sosyalist ideoloji; onun değer ve sembollerini genel olarak sömürülen ve ezilen yığınların belleğinden silmek, özel olarak ise devrimci politik hareketleri reformize edici kesintisiz bir baskı altında tutmak olmuştur. Emekçi memur hareketi bu “reformize edici” baskıdan doğrudan etkilenmiştir. Bunu kolaylaştıran iki temel unsur, hareketin önderliğini elinde tutanların zaten reformizme yatmaya hazır olan ideolojik/politik yapılanmaları ve devrimci, sosyalist politik damarın hareket içinde zayıf olan kökleridir. Bu dengesizlik tüm süreç boyunca memur hareketinin iç çatışmalarının kaynağı olmuş ve genel bir eğilim olarak “dengesizlik” hep reformizmin lehine bozulmuştur. Hareketin kendi hedeflerine ulaşamadan doygunluk limitine dayanmasının genel nedenlerinden biri budur. Fakat, özellikle vurgulanmalıdır ki, hareketin doygunluk limitine ulaşması, diğer bir anlatımla ilerleyememesi reformizmi üreten ve güçlendiren gerçek temeldir.
İkincisi ise, doğrudan KESK’in kitle gücüyle ilgilidir. Son tahlilde KESK’in harekete geçirebildiği kitle gücünün, temel taleplerin tümünü devletten kopartıp almaya yetmediği görülmektedir. KESK’in emekçi memurların geniş bir kesimini kucaklayamadığı, yani başka bir deyişle onları devletten koparamadığı için de bir tıkanma yaşadığını rahatlıkla söyleyebiliriz.
Bunun bir ayağını doğrudan devletin memur hareketini bölmeye dönük stratejisi belirlemiştir. Devlet sendikaları biçiminde örgütlenen bu yapılanmalar, emekçi memurların temel hedef ve çıkarlarına bağlanmamış bir truva atı olarak kullanılmışlardır. Büyük ölçüde MHP aracılığıyla hayata geçirilen bu strateji önemli bir kesimi mücadelenin dışında tutmayı başarabilmiştir.
Fakat yine de ağırlıklı etken bu değil; KESK ve ona bağlı sendika yönetimlerinde egemen olan anlayışların örgütlenmeyi tabana oturtma ve yaymadan kaçınan bürokratik zihniyetleri ve kendiliğindenci pratikleridir. Sınıf görüş açısı darlığı, hareketin tabanında atıl kalan dinamiklere ve büyük genişleme olanaklarına sırtını dönmeye yol açmış, derdi tasası kontrolü altında (ya da tahakkümü mü demeli!) tutabildiği kadar “küçük”, ama işe yarayabilecek kadar da “büyük” bir kitle üzerinden dar grupçu politik hesaplar yapmak olmuştur. Bu zihniyet ve pratik, emekçi memur hareketini içe döndüren, onları temel taleplerine kitlenme bilincini ve pratiğini zayıflatan ve kaçınılmaz olarak hedef kitlesinden uzaklaştıran/yabancılaştıran sonuçlara yol açmıştır.
Emekçi memur hareketinin sendikal hak ve özgürlükleri kazanma mücadelesinde tıkanmasında üçüncü etken ise işçi hareketiyle birleşilememiş olmasıdır. Sendikal önderliğin sınıf sendikacılığı perspektifinden uzak politikaları, “görüş açısının darlığı”nı buraya da taşımış ve pek çok fırsat ve olanak heba edilmiştir.
’89-’90 olaylarınca belirlenen frenleyici genel konjonktürün yanı sıra emekçi memur hareketi, bizzat devletin etkin müdahalesine maruz kaldığı iki tarihsel moment üzerinden geriye doğru çekilmiştir. Birincisi 28 Şubat’tır ve ÖDP aracılığıyla gerçekleşmiştir. Yer yer açık, yer yer örtük biçimler altında MGK’ya yedeklenme siyaseti güden reformizm, emekçi memur hareketini faşist legalitenin sınırlarına hapsetmenin yollarını aramaya koyulmuştur. Fiili ve meşru mücadele hattında yaşanan kırılmanın nedenlerinden biridir bu. İkincisi İmralı sürecidir ve yurtsever emekçiler aracılığıyla gerçekleştirilmiştir. Devletle stratejik uzlaşma arayışlarının mantığına bağlı olarak yurtsever hareketin reformizme yatması, emekçi memur hareketinin en dinamik unsurlarından birini fiili ve meşru mücadelenin merkezinden uzaklaştırmıştır. Emekçi memur hareketinin bu en kitlevi iki bileşeninin süreç boyunca yaşadıkları kırılma, geriye düşüş ve evrimlerinin toplam marifeti grevsiz, toplu-sözleşmesiz sendikaya fit olmak olmuştur.
Devrimcilerin Temel Yanılgıları
Emekçi memurların fiili ve meşru mücadele anlayışına dayalı örgütlü bir kitle hareketi olarak oluşumu, gelişimi ve ilerleyişinde başından itibaren etkin bir rol oynayan devrimci dinamiklerin yetmezlik ve zaaflarının atlanması büyük bir eksiklik olur. Bunların başlıcalarını ana hatlarıyla ele almak gerekirse şunlar söylenebilir.
Birincisi; yüzünü emekçi memurların geniş kitlesine dönememe; pratik olarak dar kesimsel hesapların peşine düşerek, örgütlenme menzilinin içindeki geniş kesimlere ilgisiz kalma. Kendilerini “bir avuç” gösterme kaderciliğinden kopamadıkları için, devrimcilerin emekçi memurlar içindeki faaliyeti, “içe kapanma” zaafının etkilerini hep taşımıştır. Burada bir iddia ve ufuk sınırlılığından, büyük kitlelere güven eksikliği ve yabancılaşmadan rahatlıkla söz edilebilir. Ki bu, çalışma tarzını ve kitlelere yönelimi, kitlelerle ilişkilenişi derinden etkilemektedir.
İkincisi; küskün, kronik muhalefet tutumudur. Özellikle kongreler sırasında ve sonrasında depreşen bu tutumlar yer yer inkarcı yaklaşımlara dönüşebilmekte, daha çok sorunları omuzlamaktan kaçınma ve sendikayı bir bütün olarak sahiplenmedeki bilinç ve yönelim zayıflığı olarak yaşanmaktadır.
Üçüncü bir etken de, devrimcilerin sendikalardaki kuvvetlerinin sınırlığına rağmen bunları birleştirmedeki siyasal beceriksizlikleridir. Kendi aralarındaki ilişkileri uygun bir sisteme bağlama ve kopukluğa meydan vermeyecek tarzda canlı tutmayı başaramamışlardır. Geniş kitlelerde güven yaratamamalarının temel sebeplerinden birisidir bu.
Dördüncüsü ve hareketin tüm süreci boyunca sonuca en çok etkide bulunan etken, reformizme karşı mücadele anlayışı ve pratiğindeki sorunlardır. Reformizmle mücadeleyi çok genel geçer laflar ekseninde yürütme alışkanlığı bu sorunların en yaygın yansıma biçimidir. Böyle olunca, reformizmle mücadelenin içeriğinin çok somut ve güncel olması başarılamamakta ya da es geçilmektedir. Reformizme mücadeleyi her aşamasının özellik ve ihtiyaçlarına göre somutlaştırmak yerine bilinenlerin tekrarlandığı kısır bir pratik ortaya çıkıyor.
Reformizmle mücadeleyi düello şeklinde algılayan zihniyet ise emekçi memur hareketi içinde devrimci çalışmaya en çok zarar veren pratiği inşa etmektedir. Reformizmle mücadelenin hedefi kitlelerdir, kitleleri kazanmaktır. Bu görüş açısından uzak her ele alış reformizmle mücadeleyi bir “horoz döğüşüne” çevirecek ve aydınlanmayı, ikna edilmeyi bekleyen kitlelerin tutumunda en küçük bir pozitif değişiklik yaratamayacaktır. Hatta belki de kitlelerin devrimci çalışmadan uzaklaşmasına bile yol açacaktır.
Yeni Dönem Genel Perspektifler
Sendika yasasıyla birlikte emekçi memur hareketi yeni bir döneme girdi. Dolayısıyla bunu reformizmle mücadelenin koşulları ve içeriği bakımından bizi bir “değişim”in beklediği yeni bir dönem şeklinde tercüme edebiliriz.
Birincisi, her şeyden önce reformizm tehlikesinin daha büyük hale geldiğinin apaçık görülmesi gerekiyor. Çünkü atık şimdi bir “sendika düzeni” olarak karşımızda. Yani “bürokrasi” daha köşeli işleyecek, reformizmle mücadelenin meşru kanallarının kullanılması ve korunması için daha çok ter akıtmak gerekecek.
İkincisi; devletin, sendikaları kendine uydurma çabasına (yeni yasanın mantığı gereği) bağlı olarak (ki bunu etkin olarak yürüttüğü bir sürecin içindeyiz) fiili-meşru mücadele hattını yok etmeye çalışacağı açıktır. Bu zeminin sivri ucu hareketin militan radikal unsurlarını hedef alacağı için, reformizmin etkinlik ve manevra alanını geliştirecektir.
Üçüncüsü; artık profesyonel sendikacılık var. Emekçi memur hareketinin bünyesinde yer alanların dışında, reformizmin menzilinin içinde yer alan, ancak daha önce çok da aktif olmayan başkaca eğilim ve çevreler de sendikalara asılacaktır.
Dördüncüsü; bütün bu gelişmeler reformistler arasındaki çelişkilerin derinleşmesine; yönetimlere kimin sahip olacağı üzerine yürütülen hesapların ve kavgaların iç kirlenmeyi daha da kolaylaştıran bir atmosfer yaratmasına neden olacaktır.
Beşinci olarak, sosyalist ideolojinin etkilerinin oldukça zayıflamış ve büyük ölçüde tasfiye edilmiş olması, işçi ve emekçi memur sendikalarını takatsiz düşüren temel etmenlerin başında gelmektedir. Burjuvazi, “ideolojisizleştirme” adı altında burjuva ideolojisini toplumun bütün hücrelerine ve emekçi örgütlerine zerk etmiş ve ideolojik olarak teslim almıştır. Kuşkusuz bu, sendikalarda reformizmin, sınıf uzlaşmacılığı ve işbirlikçiğinin ana kaynaklarından birisidir. Sermayeye ve onun sendikalar içerisindeki reformist işbirlikçi ve uzantılarına karşı sınıf mücadelesinin başlıca alanlarından birisidir bu. Sendikaları sosyalist ideoloji ile doyurmak bu dönemin asla ihmal edilemez en yaşamsal süreğen görevidir .
Ele almaya çalıştığımız bütün sorunlarına karşın, bugünkü koşullar altında emekçi memurların yine de tek temsilcisi
KESK’tir. Çünkü o, fiili ve meşru mücadele çizgisinin gücüyle kendini var etmiş tek memur sendikasıdır. KESK’i bekleyen tehlikelerin tamamen farkında olarak söylüyoruz, bundan sonrası bakımından da -hatta daha belirleyici biçimde fiili ve meşru mücadele çizgisinin korunması ve sürdürülmesi merkezi sorun olmaya devam etmektedir. Sınıf Sendikacılığı Hareketi’nden memurların, önümüzdeki süreçte, çözümünde kendilerini birinci dereceden sorumlu görmeleri ve buna uygun bir mevzilenme yaratmaları gereken temel pratik görevdir.
Genel olarak, yasalarla kedini sınırlamamaya dayanan fiili ve meşru mücadele anlayışı, geçmiş dönemden farklı olarak, mevcut yasayla birlikte yeni bir somutluk kazanacaktır. Fiili meşru mücadele çizgisi, hareketin en önemli kazanımıdır. Devletin getirdiği sendikal düzen ve reformizm her şeyden önce bu geleneği tasfiye etmek istiyor. Emekçi memur hareketinin halen dikkat merkezinde bulunan “grev ve toplusözleşme” hakkı için mücadelede, hareketin temel kazanımı olan fiili meşru mücadele geleneğine dayanmak, bu geleneği diri tutmak ve hareketin amaçlarına ulaşması bakımından olduğu gibi, reformizmin sınırlandırılması ve yenilgiye uğratılması bakımından da büyük bir öneme sahiptir.
Daha baştan “toplu görüşme” dönemleri, “grev ve toplusözleşme” hakkı için mücadelenin sıçrama noktaları olarak öngörülebilir. Fakat, öncelikle bütün süreçler boyunca grev ve toplusözleşme hakkı için mücadelenin hareketin dikkat merkezine yerleştirilmesi görevinin sıkıca kavranmasının belirleyici önemi vurgulanmalıdır.
“Grev hakkı”nı tecrit halde emekçi memur hareketinin sorunu gibi ele alan egemen yaklaşımın aşılabilmesi için, esasen emekçi memur hareketinin de bir parçası olduğu işçi hareketinin gündemine sınırsız grev hakkı için mücadele getirilmelidir. Faşist 12 Eylül cuntasının 1982 Anayasası’nın yalnızca toplusözleşme görüşmelerinde uzlaşmazlık durumu için grev hakkını kabul ettiği, yani siyasi grev, genel grev, hak grevi, dayanışma ve sempati grevleri hakkını reddetmesine karşı mücadeleyi ateşlemek ihmal edilmiş bir görevdir.
“Grev hakkı” için mücadele bu bütünün bir parçasıdır, işçi ve emekçi memur hareketinin ortak sorunudur. Demek ki, sınırsız grev özgürlüğü için mücadelenin işçi sınıfının ve işçi sendikalarının gündemine getirilmesi de, bu yoldan birleşik mücadelenin geliştirilmesi KESK’in başta gelen görevlerinden birisi olmalıdır.
Sınırsız grev hakkı için mücadele, politik özgürlük sorununun bir parçasıdır. Politik özgürlük, tüm ezilenlerin ve sömürülenlerin en yaşamsal ortak talebi ve birleşme merkezidir. O halde emekçi memur hareketi ve sendikaları politik özgürlük için mücadelede etkili biçimde yer almak, politik özgürlük talep eden diğer toplumsal sınıf ve kesimlerin mücadelesini enerjik biçimde desteklemek, işçi sendikaları ile birlikte politik özgürlük mücadelesinin birleştirilmesi için çalışmaya yönlendirilmelidir. Mevcut koşullar altında işçi ve emekçi memur sendikalarının, ekonomik sendikal mücadelede temel rollerini oynayabilmeleri, politik mücadeleye ilgisizliklerinin, sınırlılıklarının aşılmasına bağlıdır. Politik özgürlük talebi, bugün işçi ve emekçi memur sendikalarının ekonomik-sendikal mücadele ile politik mücadeleyi birleştirme halkasıdır. DB ve IMF’nin dayattığı ve yönettiği özelleştirme, taşeronlaştırma, esnek üretim, sendikasızlaştırma vb. neoliberal saldırılar, sermayenin yürüttüğü sınıf mücadeleleridir. Neoliberal saldırı programı ancak politik savaşımla durdurulup, püskürtülebilir.
Yukarıda parmak basıldığı gibi, “toplu görüşme” dönemleri fiili, meşru mücadele çizgisinin uygulanması, grev ve toplu sözleşme hakkı için mücadelenin özel sıçrama anları haline getirilebilir ve getirilmelidir. “Toplu görüşmelerde ileri sürülecek taleplerin, iş yerleri merkezli ve iş yeri kitle toplantıları temelinde, kitle tartışmaları ve kitle iradesiyle belirlenmesi ve iş yerlerinden başlanarak genel grev hazırlığı, fiili ve meşru mücadele geleneğine denk düşmektedir. Devletin emekçi memur hareketini Türk Kamu-Sen aracılığı ile bölme tehlikesi de reformistlerin masa başı uzlaşmalara yatma olasılığı da bu zeminde bertaraf edilebilir. Kaldı ki, devrimci politik kuvvetlerin emekçi memur kitlesiyle ilişkilenmesi bakımından da gereklidir bu. Buradan kendiliğinden anlaşılması gerekir ki; Sınıf Sendikacılığı Hareketi’nden memurlar, reformizmin emekçi memur kitlelerini politikaların belirlenmesi ve karar alma süreçlerinin mümkün olduğunca dışında tutma manevralarını boşa çıkarmakla yükümlüdürler. Bu sadece dar anlamda bir eylem/tepki sorunu olarak algılanmamalı; emekçiler için emekçilerle birlikte somut politikalar üretmek, bu politikaları kitleler arasında her biçim ve araçla yaymak ve en geniş kitleyi bu politikalar çerçevesinde örgütleyip harekete geçirmek anlamında bütünlüklü bir kitle faaliyeti olarak düşünülmelidir. Bu bakımdan hemen yukarıda işaret ettiğimiz hareketi propaganda, ajitasyon ve örgütlenme çalışmasını işyerlerine taşıma ve kitle politikası, öncülük ve önderlik iddiasını sınavdan geçirecektir.
Önümüzdeki süreç içerisinde emekçi memur hareketinin bürokratik, reformist unsurları ile devrimci dinamikleri fiili ve meşru mücadele içinde yan yana yürüyecektir. Dolayısıyla her somut durumda ortaya çıkan çatışma ve ayrışmanın gerilimi emekçi memur kitlesinin olduğu her yere yansıyacak ve o alan mücadelenin bir mevzisi haline gelecektir ya da getirilmelidir. Demek ki başta işyerleri olmak üzere, emekçi memurların yaşam alanları (ikamet ettikleri yerler/mahalleler), sendika binaları (toplantılar, eğitim çalışmaları, sendikal yayınlar, panel ya da seminerler) ve eylem alanları, SSH’lı memurlar tarafından kuşatma altına alınmalı; aydınlatma ve örgütlenme çalışmasının sinir uçları kitlelerle temas edilebilecek her noktaya kadar yaygınlaştırılmalıdır. Birarada mücadele yürütmek zorunda olduğumuz, ancak bizim gibi düşünmeyen emekçilerle birlikte çalışma, ortak mücadele içinde değiştirme, dönüştürme ve örgütleme faaliyeti bir bütünlük içinde yürütülmelidir. Neoliberal ekonomi politikalarının gereklerine bağlı olarak sermaye, üretim alanlarını giderek daha küçük parçalara ayırmaktadır. Sömürüyü daha da yoğunlaştırmak ve kâr oranlarını artırmak amacına yönelik bu neoliberal saldırı dalgası, emekçi sınıfların hem mevcut örgütlenmelerini tasfiye etme hem de örgütlenme faaliyetlerini minimum düzeyde sınırlama hedefine bağlanmış bulunmaktadır. Mevcut yasalarca zaten keyfi olarak bölünmüş; gerek üretim alanında gerekse de sendikal örgütlenmede, atomize edilmiş ücretli çalışanlar kesimi işçi, memur, taşeron işçi, sözleşmeli personel, kapsam dışı memur vb. biçimlerde parçalanmıştır. Dolayısıyla, KESK’in bu parçalanmaya tabi olmayan bir örgütsel yapılanmaya kavuşturulması için mücadele yürütülmesi önem kazanmaktadır. “Tek bir çalışanlar sendikası” ya da “ortak çalışanlar yasası” gibi taleplerin git gide öne çıkarılması ve bu yolda birleşik mücadele olanaklarının her biçimde zorlanması temel bir sorun olarak hareketin önünde durmaktadır.
Parçalanmışlığa son verme ya da aynı anlama gelmek üzere işçi ve memur hareketinin birleştirilmesi mücadelesi, tabana yayılmış bütün örgütlenmelerin/yapılanmaların fiili ve meşru olarak inşa edilmeye başlanmasıyla ilerletilebilir. İşyerlerinde başlayarak yaşam alanlarına uzanan tarzda geliştirilebilecek bu ortak taban örgütlenmeleri, emekçi sınıfın üyelerinin birbirlerinin sorunlarını tanıma, sahiplenme, ortak düşünme ve çözüm üretme kültürlerini geliştireceği gibi, onların politikanın üretim süreçlerine doğrudan katılmalarının araçları olarak da işlev görecektir. Sınıf Sendikacılığı Hareketi’nden emekçi memurların planlanmasına, örgütlenmesi ve yürütülmesine öncülük edecekleri temel görevlerden birisi de budur.