“Halkların Bereketli Sofrası” Yugoslavya Nereden Nereye

24 Eylül 2000 tarihinde yapılan başkanlık seçimlerinin ardından, Yugoslavya’da “baş döndürücü” denebilecek gelişmeler yaşandı ve geniş yığınların direnişi sonucunda, seçim sonuçlarını tanımamak için direten Miloseviç kliği alaşağı edilerek muhalefet lideri Kostuniça devlet başkanlığına getirildi. 24 Eylül’de yapılan başkanlık seçimi, Yugoslavya’da siyasi yaşamın eskisi gibi devam etmeyeceğini gösterdi. Seçimleri kaybeden S. Miloseviç, gitmek zorunda kaldı.

Tabii ki Yugoslavya’daki siyasi gelişmeler bir “an”lık toplumsal patlama neticesinde ortaya çıkmamıştır. Bu gelişmelerin tarihsel arka planında bir dizi iç ve uluslararası faktör rol oynamıştır. Ama esas itibariyle, Sırp emekçi halkının yığınsal iradesi/direnişi, sonucun alınmasında belirleyici rol oynamıştır.

Sovyetler Birliği önderliğinde, faşist kampın bozguna ve yenilgiye uğratıldığı II. Dünya Savaşı sonlarında Yugoslav halkı, Tito’nun önderliğinde büyük bir antifaşist direniş örgütleyerek faşizmin istilasından kurtulmuş ve bağımsız Yugoslavya Federal Cumhuriyeti’ni kurmuştur. Bir çok ulusun ve azınlığın birliğini ifade eden Yugoslavya, “halkların bereketli sofrası” olarak niteleniyordu. Bu dönemde, sosyalizmi ifade eden bir takım adımlar da atıldı. Ama Tito’nun önderliğindeki yeni Yugoslav yönetimi, kısa zamanda, sosyalizmi kurma adı altında, sözde kapitalizme bir seçenek olarak ileri sürülen “öz yönetim” modelini benimseyerek “özgün bir sosyalizm” propagandası yapıyor ve böyle bir “sosyalizmi gerçekleştirmeye çalışıyordu. Sovyetler Birliği ve Doğu Bloku’nun Halk Demokrasisi devletlerine yanaşmayan ve kapitalizmin yeni bir yorumu olan “öz yönetim” modeliyle kapitalist gelişme yolunu benimseyen Titocu Yugoslavya, yayılmacı emeller güderek, başta Arnavutluk olmak üzere, komşu devletlerin topraklarına göz koydu ve halklar arasında şovenizmi körükleyerek “Büyük Yugoslavya” şovenizmi temelinde Balkan halklarını birbirine düşman etme politikası izledi. Sosyalist kampla arasına Çin Seddi, çekerek onunla asla ilişkilenmeyen Titocu Yugoslavya rejimi, Sovyetler Birliği’nin ve Halk Demokrasisi devletlerinin amansız düşmanı emperyalist devletlere güven vermiş ve “orta yerde” durarak konumunu güçlendirmeyi bir ideoloji ve strateji düzeyine çıkarmıştır. Daha sonraki yıllarda “Bağlantısız Ülkeler Bloku”, “Üçüncü Dünya Ülkeleri” gibi sıfatlarla tanımlanan, çoğu yeni sömürge, emperyalizme bağımlı ülkelerle işbirliğini geliştiren Titocu Yugoslavya, Doğu Bloku ve Batı kulübü dışında bir seçenek oluşturmaya ve bu yolla uluslararası alandaki konumunu güçlendirmeye çalışarak hesaba katılmayı denedi. ABD önderliğindeki emperyalist bloğun güdümüne giren Tito rejimi, o zaman için sosyalist SB’ne ve Doğu Bloku’na karşı, dünya işçi sınıfı ve emekçilerinin sosyalizm ve bağımsızlık mücadelesine karşı önemli bir antikomünizm ocağı oldu ve işçi sınıfının ve ezilen ulusların devrim seçeneği dışında tutularak, gerici ve faşist yönetimlere bağlanması çabasında etkili bir silah olarak kullanıldı.

Yugoslavya Federal Devleti sınırları içinde kalan ulusları ve halkları, enternasyonalizm temelinde eşit uluslar olarak kaynaştırmayan, Sırp ve Hırvat burjuvazisinin iktidar tekelini kuran Titocu yönetim, uluslar ve halklar arasında eşitsizliklerin büyümesini, ayrıcalıkların çoğalmasını, ulusal önyargı ve güvensizliklerin derinleşmesini beraberinde getirdi. “Halkların Bereketli Sofrası” Yugoslavya, halkların çoraklaştığı ve esaret altına alındığı bir coğrafya haline geldi; Tito rejimi, Yugoslavya’yı oluşturan ulusların ve halkların bir arada yaşama olanağını ortadan kaldırmıştı.

‘89-’90’larda, yani Sovyetler Birliği ve Doğu Bloku ülkelerinin klasik kapitalizme geçerek revizyonist sistem olarak dağıldığı dönemde, ABD’ci hegemonyanın adı olan “Yeni Dünya Düzeni” koşullarında Yugoslavya da, emperyalist merkezlere daha fazla kucak açmış ve 1991’de “sosyalist sistem”e son verdiğini açıklamıştı. Emperyalistler arası rekabet eğiliminin öne geçtiği, her bir emperyalist devletin bir diğerine karşı hızlı ve yoğun bir pazar dalaşına koyulduğu bu aşamada, Alman emperyalizmi, elini hızlı tutarak Hırvatların ve Slovenlerin, Yugoslavya Federasyonu’ndan ayrılıp ayrı bir devlet olarak örgütlenmelerini kışkırtmıştı. Hırvatlar ve Slovenler, 1991 yılında Yugoslavya Federasyonu’ndan ayrılarak “bağımsız” devletlerini kurduklarını resmen ilan etmişlerdi. Ayrılığını ilan eden bu ülkelere karşı Yugoslavya, savaş açmış ve Hırvatistan’ın üçte birini işgal etmiş, yirmi bin kişinin öldürülmesine ve 400 bin insanın evsiz kalmasına neden olmuştur. 1992’de ise Yugoslavya, ayrıldığını ilan eden Bosna Hersek’e karşı yıllar süren bir savaşı başlatmış, bu küçük topraklarda da 200 binden fazla insanı katledip, on binlerce insanı evsiz- yurtsuz bıraktıktan sonra 1995 yılında Amerikan emperyalizminin dayatmasıyla “Dayton Barış Anlaşması”nı imzalamıştır.

Kosova savaşıyla birlikte, Milosoviç önderliğinde Sırp şovenist burjuvazisi dört savaş kaybetmişti. Balkanlarda, somutta da eski Yugoslavya topraklarında emperyalistler arası çelişkilerin keskinleşmesinin bir ifadesi olarak emperyalist ülkeler, Sırpların Kosovalılara saldırısını fırsat bilerek, 1999 yılında ABD’nin önderliğinde Yugoslavya’ya karşı savaş açtılar. Kosova’da on bine yakın insanın ölümüne, on binlercesi- nin göçüne sebep olan Sırp saldırganlığı, bu kez karşısında doğrudan NATO’yu bulmuştu. Kosova’dan çekilmek zorunda kalan Miloseviç, böylece “Büyük Sırbistan” uğruna sürdürdüğü dördüncü savaşını da kaybetmişti; 1999’da Yugoslavya’nın Kosova’ya askeri müdahalesine uzun süre seyirci kalan ve NATO’nun müdahalesi için dünya kamuoyunda meşru bir zemini kollayan ABD ve AB emperyalistleri, zamanın geldiğini düşünerek Yugoslavya’ya karşı savaşa giriştiler. Ve haftalarca süren yoğun bir hava saldırısını başlattılar. NATO’nun askeri saldırıları, ekonomik ambargo ve abluka altında daha fazla direnme gücü gösteremeyen Sırp milliyetçiliği, maddi ve manevi olarak yenik düşerek saldırgan batılı emperyalistlere teslim oldu. Batılı devletler 42 bin BM askerini Kosova’ya yerleştirerek Kosova’yı kurtarma adına bu toprakları işgal ederek Kosova’da “uluslararası yönetim” oluşturdular; Kosova, ABD, AB ve Rusya tarafından nüfuz bölgelerine göre parçalandı.

“Halkların bereketli sofrası” eski Yugoslavya’da, “eşitler arasında birinci” olduğunu iddia eden Sırp milliyetçi burjuvazisi, bu “bereketli sofra”da yalnızlaştırılmış ve NATO’nun sağanak halindeki bombaları, batılı devletlerin ölümcül ekonomik ablukası ve ambargosu altında, batılı devletlere yenilmekle kalmamış, ekonomik çöküş ve yoksullaşmanın dayanılmaz girdabına düşmüştür.

Savaşta yenik düşmüş ve batıya boyun eğmiş Miloseviç yönetimi, uluslararası alanda yalnızlaşmanın ve ekonomik çöküntünün bütün ağırlığıyla kendini hissettirdiği Yugoslavya’da güven tazelemek ve kanlı diktatörlüğüne “demokrasi” maskesi geçirmek için seçimlere gitme kararı aldı. 24 Eylül 2000 tarihinde yapılması kararlaştırılan devlet başkanlığı seçimleri, sonun başlangıcı oldu.

AB ve ABD emperyalistlerinin Yugoslavya’daki ayağı olan “Sırp Demokratik Muhalefeti” (DOS), devlet başkanlığı seçimlerinde Demokratik Parti’nin başkanı olan Voyislov Kostuniça’yı aday gösterdi. AB ve ABD emperyalistlerinin savaş suçlusu ilan ettikleri ve “Uluslararası Savaş Mahkemesi”nde (USSN) yargılamak istedikleri Slobodan Miloseviç, Batının kayıt- sız-şartsız adayı olan Voyislov Kostuniça’yla seçim yarışına girdi; diktatör Miloseviç’e karşı “demokrasi” savaşçısı Kostuniça!

Batı, seçim kararı alınır alınmaz Kostuniça’ya desteğini açıkça ilan etti ve Kostuniça’nın kazanması halinde bütün ekonomik yaptırımların kaldırılacağı ve Yugoslavya’nın uluslararası emperyalist camiaya yeniden kabul edileceğini açıklayarak açık çek verdi.

Seçim tarihi yaklaştıkça içte, batı uşağı “Demokratik Muhalefet Hareketi”, uluslararası arenada da batılı gladyatörler, Yugoslavya’daki seçimlerin demokratik ve adil yapılmayacağı propagandasını yapmaya başladılar. AGİT Başkanı ve Avusturya Dışişleri Bakanı Benita Ferrerro-Waldner, seçimlerin demokrasiden çok uzak olduğunu açıklamakta sakınca görmemişti.

Seçimlerin yapıldığı 24 Eylül akşamı, daha seçim sonuçları belirsizken, Miloseviç’in “hile yaparak seçimleri kazanacağı” propagandası, Batılı medya kuruluşları aracılığıyla hızla uluslararası arenaya taşındı.

AB’nin on beş üyesi adına, dönem başkanı Fransa tarafından yapılan ortak açıklamada “eldeki bütün bilgilere göre, Miloseviç’in kendi kendine zafer ilan etme yönündeki herhangi bir girişiminin hile olacağı” dile getirildi. AB Ortak Güvenlik ve Dış Politika Yüksek Temsilcisi Javier Solana da “AB’nin, seçimleri Demokratik Muhaliflerin kazanması halinde Yugoslavya’nın ekonomisini yeniden inşa etmeye ve Avrupa ülkeleriyle olan bağlarını birleştirmeye yardım etmeye hazır olduğunu” ilan etti. İngiltere Dışişleri Bakanı Robin Cook, gecikmeden şu açıklamayı yaptı: “Miloseviç bugün yenilmiş bir devlet başkanıdır. Ona mesajım şudur: İnsanlara karşı dürüst ol. Yoldan çekil ve cezaevine çevirdiğin Sırbistan’ın bu durumdan kurtulmasına izin ver.” Almanya’nın Yeşilci Dışişleri Bakanı Joschka Fischer ise, yaptığı açıklamada, “Kostuniça, şimdiden seçimlerden galip çıkmış gibi görünüyor” dedi. O zamana kadar Yugoslavya sorununda hiçbir varlık gösteremeyen Rusya, Dışişleri Bakanı İgor İvanov’un ağzından yaptığı açıklamada, en fazlasından seçimlerde “ciddi bir usulsüzlüğe rastlanmadığını” belirtmekle yetindi.

Miloseviç, önce seçimleri kazandığını dil ucuyla ilan etti. Ardından 27 Eylül’de ikinci tur seçimlere gidileceğini açıkladı. Ama artık inisiyatifi kaybetmişti. AB ve Amerika, Miloseviç’i “artık tanımadığını” duyurdu. Seçim komisyonu birinci tur seçimlerini iptal etti. Sırp Demokratik Muhalefeti, “Kriz Merkezi” kurdu ve “sivil itaatsizlik” çağrısında bulundu. 7.500 maden işçisi greve gitti. Kimi banliyölerdeki bazı sokaklara barikat kuruldu. Yığınsal protestolar ve direniş yaygınlaştı. Kostuniça önderliğinde muhalefet, genel grev çağrısı yaptı. Miloseviç’e “saat 15’e kadar koltuğunu bırak, ülkeyi terket” ultimatomu verildi. Örgütlü kitle, parlamento önüne yığıldı ve parlemento işgal edildi. Aynı saatlerde TV merkezi ve radyoevi ele geçirildi. Clinton canlı yayına bağlanarak “Sırplar ülkelerini istiyor” mesajı verildi. 1 saat sonra İngiltere Başbakanı Tony Blair, “Miloseviç’e yol göründü” değerlendirmesini yapıyordu. Ve nihayet beklenen açıklama geldi; akşam 22.20’de devlet televizyonu “Özgür Sırbistan’ın seçilmiş devlet başkanının Voyislov Kostuniça olduğunu” duyurdu: Sabah güneş, beyaz kentin (Belgrad) üstüne doğarken Yugoslavya’da “yeni” bir rejim vardı.

Yaklaşık 13 yıl Yugoslavya’yı yöneten Miloseviç, görünüşe göre yığınsal irade karşısında direniş gösteremeden iktidardan çekilme yolunu tutmuştu.

Yugoslavya’nın, uluslararası sermayenin, çok uluslu tekellerin kullanımına açılması ve YDD’nin kapsam alanı içerisine çekilmesi için büyük uğraşlar veren uluslararası burjuvazi, kendine bağladığı burjuva milliyetçi çevreleri ayakta tutmuş, korumuş ve beslemişti. Yugoslav muhalefeti olarak da örgütlenen bu yeminli komünizm düşmanları, adım adım iktidara hazırlandılar. NATO tarafından Yugoslavya’nın başına bomba yağdırılırken, “Sırp Demokratik Muhalefeti”nin önde gelen ismi Zoran Cıncıç, NATO’nun Yugoslavya’yı bombalamasını desteklemiş ve Yugoslavya’nın direnişi kırılana kadar bombalamanın devam etmesi gerekir diyecek kadar alçalmış ve Batı’ya yaltaklanmıştır. Hiçbir zaman “Sosyalist Parti”nin üyesi olmayan ve Yugoslavya’nın çok partili bir döneme geçmesiyle “Demokratik Parti”nin kurucuları arasında yer alan Voyislov Kostuniça ise, o günden bugüne Batı’nın işbirlikçisi olarak Yugoslavya’nın Batı’ya tam entegrasyonu için çalışmıştır.

Yugoslavya, devlet başkanı seçimleri için gün sayarken, Yugoslavya “Demokratik Muhalefeti”, IMF ve Dünya Bankası’yla “niyet mektubu” imzalamıştır. ABD tarafından yüz milyon dolar düzeyinde bir fonla desteklenen “Sırp Demokratik Muhalefetimin ekonomik programı, G-17 denen bir ekonomistler grubu tarafından imzalanmıştır. (Bu grubun başında IMF’nin eski Yugoslavya direktörü bulunmaktadır.) G- 17 grubu, merkezi Washington’da olan Center For İnternational Private Enterprise (CIPE-Uluslararası Özel Girişim Merkezi) tarafından destekleniyor. CIPE ise CIA bağlantılı National Endowment For De- mocracy kuruluşunun bir parçasıdır. 1983’te kurulan Endowment, 25 yıl önce CIA tarafından gizli yapılan çalışmaların şimdi açıktan yapılmasını sağlıyor. 5 Ekim’de Yugoslavya’da yönetimi ele geçiren Sırp “Demokratik” muhalefeti, daha seçimlerin sonucu belli olmamasına rağmen, G-17 aracılığıyla IMF ve Dünya Ban- kası’na verdiği “niyet mektubu”nda ekonomide fiyat denetimlerini, tarıma ve sanayi işletmelerine verilen destek ve yardımlarını kaldırmayı, serbest piyasa koşullarını kurmayı kabul ediyordu. Bu anlaşma bunlardan ibaret değildi. Yanı sıra sağlık, ulaşım, beslenme ve ısınma sorunlarına ilişkin verilen toplumsal yardım ve destekler, yerli işletmeleri koruyan ithalat sınırlamaları kaldırılacaktı. “Niyet mektubu”na göre, NATO bombalarıyla yakılıp yıkılan alt yapının yeniden inşası Batılı tekellere verilecek, bu tekellere ödemeler NATO ülkelerinden (Paris Kulübü) alınan borçlarla finanse edilecektir. Yine “niyet mektubu”, özelleştirmelerin hızlandırılmasını, ya da doğrudan tasfiye edilmesini kapsıyordu. Ayrıca kara ekonomi, sistem içine çekilerek aklanacak, Yugoslav dinarı konvertibiliteye tabi tutulacak, dinara parelel olarak, iç ekonomide Alman markı kullanımına geçilecek.

Yugoslavya’yı uluslararası sermayeye ve tekellere peşkeş çeken bu “niyet mektubu”, Prag’da 26 Eylül’de başlayan IMF ve Dünya Bankası toplantısı sürerken, 27 Eylül’de Bulgaristan’da G-17 grubuyla IMF ve Dünya Bankası yetkilileri arasında düzenlenen toplantıda verildi. Uluslararası sermayenin çıkarlarını düzenleyici kurumlar olarak IMF ve Dünya Bankası, siyasi planda ABD hegemonyasının başlıca araçlarından olduklarını Yugoslavya’da bir kez daha kanıtlamışlardır. Henüz Yugoslavya’daki seçimlerin üzerinden iki gün geçmesine; seçim sonuçlarının belirsiz olmasına, Sırp muhalefetinin hükümet olup olmayacağının bilinmemesine rağmen, Sırp Demokratik Muhalefeti adına G-17 grubunun IMF ve Dünya Bankası’na “niyet mektubu” vermesi, ABD ve AB emperyalistlerinin Kostuniça önderliğindeki muhalefete açık desteğinin bir ifadesidir. ABD’nin Sırp muhalefetine 100 milyon dolar vermesi de bu anlamda değerlendirilmelidir.

Yugoslavya’da kaos hüküm sürerken NATO, Miloseviç’i çekilmeye zorlamak için Adriyatik Denizi’nde 28 Eylül’de göz dağı verme amaçlı tatbikatı sürdürüyordu. Aynı tarihlerde ve aynı amaçla Bulgaristan sınırında da, NATO’nun “Yedi Yıldız 2000 Tatbikatı” yapılıyordu. Bulgaristan’daki tatbikatı izlemek için giden Türkiye Savunma Bakanı Selehattin Çakmakoğlu, yaptığı açıklamada, “kriz doğarsa müdahale olur” diyordu.

İngiliz SAS Komando Timleri, altı aydır Karadağ’da polis kuvvetlerine askeri eğitim veriyordu. Karadağ’da eğitilen Özel Polis Kuvvetleri’nin silah ve üniformaları ABD tarafından karşılanmaktaydı. Bu polis gücü, yarı otomatik silahlar, havan ve bazukalarla donatılmıştır. Karadağ’daki paramiliter kuvvetler ile Yugoslav Federal Cumhuriyeti ordusu arasında her an bir çatışmanın patlak vermesi olasıydı. Bu paramiliter çetelerin mevcudu, Karadağ’dan sorumlu Yugoslav kolordusunun mevcuduna ulaşmış durumdaydı. 5 Ekim’in ardından, Karabağ Cumhurbaşkanı Cukanoviç, gelişmeler için “Avrupa’da diktatörlüğün son kalesi de yıkılmıştır” açıklamasını yapıyordu.

Bütün Batılı emperyalist devletler ve onların yeryüzündeki işbirlikçileri, Kostuniça’yı Yugoslavya’nın merşu yönetimi olarak tanıdıklarını açıklamak için birbirleriyle yarış içerisine girdiler. Türk hakim sınıfları da Miloseviç’in devrilmesini, “Balkanlar’da barış ve istikrarın sağlanması açısından tarihi bir dönemeç” olarak değerlendirerek memnuniyetle karşıladı.

AB, Kostuniça’nın devlet başkanı seçilmesinden birkaç gün sonra toplanarak Yugoslav Federal Cumhuriyeti’ni hedef alan tüm yaptırımların kaldırılması kararını aldı. AB dönem başkanı, Fransa’nın Dışişleri Bakanı Hubert Vedrine, 10 Ekim günü Belgrad’a giderek, Yugoslavya’nın yeni devlet başkanı Kostuniça’ya bir brifing verdi. Bunun sonucu olarak, AB ülkelerinin hava sahalarında uçuş yasağının kaldırılması, gümrük indirimi, Sırbistan’ın yeniden imarı, IMF’ye üyelik gündeme getirildi.

Almanya tarafından yapılan açıklamada, Yugoslavya ekonomisinin, savaşın hızlandırdığı yıkım sonrasında Kostuniça başkanlığında bir canlanma göstereceği, dış yatırımlarda ilk sırayı Almanya merkezli şirketlerin alacağı belirtildi. Alman Ekonomisi Doğu Komisyonu’ndan Michael Harris, fabrikaların çağdışı bir yapı kazandığını, altyapının da ciddi bir biçimde yıprandığını söyleyerek, Alman şirketlerinin bu duruma bir çözüm bulmak üzere uzun süredir hazırlandığını belirtti. Demek oluyor ki, Almanya çoktandır bugünü bekli- yormuş. Uzman Harris, projelerin büyük şirketlerin üst yönetim katlarında çekmecelerde beklediğini övünerek açıkladı. Alman Sanayi ve Ticaret Odaları Birliği’nden yapılan açıklamada ise, AB’nin Sırbistan’a 2006 yılına kadar 2.3 milyar Euro tutarında kredi sağlayacağı bildirildi.

Uzak Doğu’nun hakimi Japon emperyalizmi de Yugoslavya’ya yönelik yaptırım uygulamasını kaldırabileceğini söyledi.

Yugoslavya pazarında pay kapmak için emperyalist devletler, şimdiden kıyasıya bir rekabet içerisine girmişlerdir.

ABD yönetimi adına ise Clinton, ABD’nin 1998’den bu yana Yugoslavya’ya uyguladığı yaptırımları hafifleteceğini açıkladı. Bill Clinton, 12 Ekim akşamı yaptığı açıklamada Yugoslavya’ya uygulanan ticari ve mali yaptırımlarla, petrol ve hava ambargosunun kaldırılması talimatını verdiğini söyledi. Ancak, eski rejim üyelerine mali ve ticari yaptırımlar uygulamasının süreceğini söyleyerek, onları geçmiş günahlarından dolayı cezalandırma yoluna gitti. Böylece Clinton, hem eski hasımlarını cezalandırıyor, hem de yeni yönetime akıllı olun mesajını veriyordu.

ABD emperyalizminin başı Clinton, yeni Yugoslav liderliğini desteklemenin ABD’nin çıkarına olduğunu söylemekten de hiç sakınmadı. Clinton daha da ileriye giderek, Sırbistan’da özgürlüğün zafer kazanması, Avrupa’da Berlin duvarının yıkılmasından sonra gerçekleşen en umut verici gelişmedir dedi. Gerçekten de emperyalistler cephesinden bakıldığında bu böyledir: Yeni iktidar döneminde Yugoslavya, Avrupa’nın Balkanlar’a açılan kapısı olmalıdır, uluslararası sermayenin ve uluslararası tekellerin bir serbest pazarı haline gelmelidir! Söylenmek istenen bu. ABD, bu alandaki yaptırımların kaldırılması için, Yugoslavya’nın Uluslararası Savaş Suçları Mahkemesi ile işbirliği yapılmasını istiyor. ABD emperyalistleri işi sıkı tutuyor. Tüm istemlerinin gerçekleştirilmesini dayatıyor ve o nedenle elindeki kozları bir defada tüketmiyor ve böylece onu sürekli kendine tabi durumda tutmaya çalışıyor. Clinton’un açıklamasının ardından Kostuniça, ABD ile yeniden diplomatik ilişki kurmaya hazır olduğunu bildirdi.

Yugoslavya’da bir devrim olmadığı gibi, bir kliğin diğer bir kliğe karşı bir darbesi de olmamıştır. Göstermelik de olsa bir seçim olmuş ve kendine, daha doğrusu rejimine çok güvenen S. Miloseviç, büyük ölçüde emperyalist Batı tarafından manipüle edilen halkın direnci ve iradesi karşısında yenilmiştir.

Yugoslavya’da Miloseviç’siz bir dönem başladı. Ama bu dönemin geleceği henüz pek belli değil. Kalıcı olması için emperyalistler büyük çaba harcıyorlar. Ne de olsa işbirlikçileri iktidarda.

Bu yeni dönemde Rusya, ABD ve bir bütün olarak AB, zor ve silah yoluyla elde ettiklerini, yoğun siyasi ve mali ilişkilerle güçlendirecekler, karşılıklı rekabette “barış”, “özgürlük” ve “demokrasi” vb. kavramlara özellikle önem vereceklerdir.

Marksist Teori

Yaygın Süreli Yayın
Varyos Gazete Dergi adına Yazı İşleri Müdürü: Tülin Gür
Posta Çeki Hesap No: Varyos Gazete Dergi 17629956
Türkiye İş Bankası IBAN: TR 83 0006 0011 1220 4668 71

Bize Ulaşın

Yönetim Yeri: Aksaray Mah. Müezzin Sok. İlhan Apt. No: 12/1 D:7 Fatih/İSTANBUL
Tel: (0212) 529 15 94  Faks: (0212) 529 06 75
Web Sitesi: www.marksistteori5.org
E-posta: info@marksistteori.org
Twitter: @mt_dergi