Kürt ulusal mücadelesinde 19. yüzyılda başlayan yangın 20. yüzyılın başlarında Kuzey Kürdistan'ın dağlarında alevlendi. Ekim Devrimi'nin estirdiği devrimci rüzgar, Kürt ulusal bilincinin alevlenmesine yol açtı. Yüzyılın başında patlak veren ulusal ayaklanmalar 1938'e dek devam etti. Osmanlı-Rus savaşları, I. Emperyalist Paylaşım Savaşı'nda Kürdün payına imha, katliam, soykırım, talan, yağma, sürgün ve açlık düştü. Katletmekle bitiremediler. Bir katliamın acısı bitmeden, yaraları sarılmadan yenisi başladı. Zulmün ilahları kana doymak bilmiyordu. "Şans Kürde yar" olmamıştı. Yedi düvel cihanın efendileri Kürdü yok etmenin savaş tamtamlarını çalıyordu. Bebelerin, genç kızların, ninelerin, dedelerin çığlıkları dağların kuytuluklarında yankılanıyordu. Cihanı alem sağırdı, duymuyordu! Görmüyordu, kördü! Yaslanacak bir dost omuz başı bulamadılar. Binlerce yıldır kendilerine yar olan dağlara sarıldılar. Direnmek kaldı Kürde. Zulmün ilahlarına meydan okudular. Direndiler!
20. yüzyılda Kuzey Kürdistan merkezli ilk ayaklanma 1907'de Dersim'de patlak verdi. Kocan ve Ferhadan aşiretlerinin isyanı, Hozat'taki jandarmaların silahlarının alınması, Osmanlı memurlarının görevden alınıp yerlerine Kürtlerin getirilmesi yolunda gelişti. Pertek ve Pülümür'ü ele geçiren isyancılar, yönlerini Elazığ’a döndüler. Osmanlı ordusu Erzincan'dan Diyarbakır’a kadar askeri güçlerini ayaklanmayı bastırmak üzere seferber etti. Munzur Dağları’ndaki çatışmalar 1908'e kadar sürdü. Defalarca yenilen Osmanlı komutanı ayaklanma güçleriyle anlaşarak Elazığ’a çekildi.1909'da yapılan yeni bir Osmanlı saldırısıyla ayaklanma etkisizleştirildi.
1912'de Hozat Valisi olan Sağır Oğlu Sabit'i, Seyit Rıza tanımadı. Neşet Paşa komutasında saldırıya geçen Osmanlı ordusu başarısız oldu. Esir alınan Osmanlı komutanı Boynu Kara Hıdır'ı, Seyit Rıza affetti. Hozat Valisi Dersim'den çekildi.
1908'de, II. Meşrutiyet’in ilanıyla oluşan görece serbestlik ortamından Kürtler birçok dernek ve örgüt kurarak, gazete çıkararak kendilerini ifade etme, örgütleme olanağı buldular. 1908'de Osmanlı Kürt İttihat ve Terakki Cemiyeti, 1912'de Kürt Heyvi Talebe Cemiyeti gibi örgütler kuruldu. Yurtsever Kürt aristokrat aydınlarının öncülük ettiği bu cemiyetin ufku ekonomik kalkınma, eğitim olanakları, sosyal kültürel iyileşmelerle sınırlıydı.
31 Ekim 1918'de imzalanan Mondros Mütarekesi ortamı içerisinde 1918'de Kürdistan Teali Cemiyeti, 1918 Kürdistan Cemiyeti, 1919 Kürt Nesr-i Maarif Cemiyeti, 1919 Kürt Talebe Heyvi Cemiyeti, 1919 Kürt Kadınlar Teali Cemiyeti, 1919 Kürt Milli Fırkası gibi cemiyetler kurularak Jin, Kürdistan gibi gazeteler çıkarıldı. Kürt aydınlarının ayrı devlet hedefine yönelmesi, bağımsızlık fikrinin oluşması bu süreçte gelişti. Mütareke döneminin en faal örgütü Kürdistan Teali Cemiyeti’dir. İstanbul'daki bu ulusal bilinçlenmeden etkilenen birçok Kürt yurtseveri Kürdistan’a dönerek faaliyetlere başladılar. Kürt aydınlarında ulusal yurtseverlik ve bağımsızlık fikrinin gelişmesinde 1917 Ekim Sosyalist Devrimi’nin oluşturduğu siyasal konjonktürün önemli etkisi vardır.
31 Ekim 1918'de imzalanan Mondros Mütarekesi’nin ardından İstanbul Hükümeti Kürtleri yanına çekebilmek için onlara özerklik vaat etti. Hükmü kalmayan, Osmanlı’nın hiçbir pratik değeri olmayan bir vaadiydi bu. Aynı süreçte Kürt ve Kürdistan kavramını kullanarak, "öz kardeşlikten", "dil birliğinden" bahseden M. Kemal, politik egemenliğini kurmak için taktik olarak özerklik şekerini kullandı. Meclisin gizli oturumunda Fransızlar’la yapılacak anlaşma metni görüşülürken M. Kemal "(...) Misak-i Milli’mizde muayyen ve müsbet bir hat yoktur. Kuvvet ve kudretimiz ile tespit edeceğimiz hat, hattı hudut olacaktır. Kuvvet ve kudretimizin imkanları derecesinde tespit edeceğiz. (...)" Nutuk’ta yer alan bu ifadesinde M. Kemal, yumruğunun yettiği kadar olan coğrafyayı Misak-ı Milli sınırları olarak ilan etmektedir. "Sömürgeci" bir mantık güden M. Kemal'in " öz kardeşliği" bir aldatmacadan başka bir şey değildir. Kemalist burjuvazi güçlendiği oranda binlerce yıla dayandığını iddia ettiği "öz kardeşliği" unutmuştur. Pratik, bunun örnekleriyle doludur. 1919-23 dönemi Kürdistan'ın yeniden işgal edildiği, parçalandığı, bölüşüldüğü yıllar oldu. 1938'e dek sürecek katliamlar zincirinin startı bu yıllarda verildi.
M. Kemal ve Kemalist burjuvazi amacına ulaşmak için Kürtlerin desteğini almaya çalıştı. Bu desteğe ihtiyaç duyduğu oranda kardeşlikten bahsetti. Koçgiri isyanı ve Kemalist burjuvazinin bastırma yöntemi ve politikası M. Kemal'in "kardeşliğinin" Kürt ulusu üzerinde katliamla, zulümle, asimilasyonla Türk burjuva politik egemenliğini kurmak olduğunu açığa çıkaran bir turnusol işlevi gördü. Kemalist burjuvazinin Kürdistan'ı politik olarak ilhak sürecini tamamladığı 1938'e kadar yaşanan katliamlar ve asimilasyon politikasının başlangıç noktası Koçgiri oldu.
Daha 1919 yılında Kemalist burjuvazi "Türkçü" karakterini açığa vurmaya başladı. Kürtler üzerinde yoğun bir baskı ve terör uygulanarak aşiretler göçe zorlandı, birçok yurtsever sürgün yollarında imha edildi. Baskı ve yok saymaya ilk ciddi tepki Koçgiri’de yükseldi. Koçgiri, talepleri ve örgütlülüğüyle dönemin en önemli Kürt isyanı hareketiydi. Koçgiri halk hareketi, Alevi Türkmenler’in de direnişe katılması, kadınların savaşta milis olarak yer alması, zengin çiftlik beylerinin mülklerine yönelmesi, posta arabalarının, kent merkezlerindeki devlet mallarının kamulaştırılması, yoksul emekçi dinamiğinin ağır basması gibi birçok özgünlüğü kendi içinde barındırmaktaydı. Kemalist burjuvazinin niteliğini başından beri kavrayan direnişçiler, Fransızlar’dan yardım istemeyi "şereflerine zül" saymışlardı.
Direnişi, Kürt Teali Cemiyeti'nin Sivas ve Dersim yöresindeki üyeleri örgütlemişlerdir. Fakat direnişin önderliği Kürt Teali Cemiyeti'nin merkezi değildir. Önderliği yerel Kürt önderleri yapmışlardır. Dersimli aşiretler direnişin örgütlenmesine katılsalar da kış şartları dolayısıyla direnişe esas güçlerini katamamışlardır. Ovacık aşiretlerinden 2500 kişilik bir birlik Alişer önderliğinde karla kaplı Munzur Dağları’nı lakenlerle aşarak savaşa katılmışlardır. Koçgiri aşiretleri beyinin oğlu Alişan Bey ile Alişer ve Veteriner Nuri direnişin önderliğini yaptılar. Sivas'ta İmralı ve çevresiyle Dersim'de Ovacık ve çevresi, Koçgiri isyanının hazırlandığı iki merkez oldu. Silaha sarılma kararı Kangal İlçesi’ne bağlı Yellice Nahiyesi’nde alındı. Toplantıya katılanlar, Diyarbakır, Van, Bitlis, Elazığ, Dersim ve Koçgiri'yi kapsayan bağımsız Kürdistan kurulması fikrinde birleşti. 1920 yılı yaz aylarında yerel olarak başlayan çatışmalar Mart 1921'de ayaklanmaya dönüştü. Direniş güçleri ayaklanma için bahar sonunu beklerken 4 Mart'ta Topal Osman Çetesi’nin İmralı'ya saldırmasıyla ayaklanma başladı. Albay Halis'in kuvvetleri yenilgiye uğratılarak teslim alındı. İmralı merkezine Kürdistan bayrağı çekildi. Kangal-Koçgiri-Divriği-Zara-Refahiye-Kuruçay ve Kemah kazalarını işgal eden direniş güçleri, hava koşullarından dolayı Dersim güçlerinin (Sadece Ovacık'ta 45 bin savaşçı direnişe katılmak için hazır bekliyordu) yardıma gelememesiyle kuşatmaya alındılar. Alişan Bey ve 32 Kürt ileri geleni tutsak edildi. Alişer ve Nuri güçleriyle Dersim'e çekildiler. Direniş yenilgiyle sonuçlandı.
Koçgiri isyanını bastırmakla görevlendirilen Merkez Ordu Komutanı Nurettin Paşa'nın "Türkiye'de Zo (Ermeniler) diyenleri temizledik. Lo diyenlerin köklerini de ben temizleyeceğim" sözleri Kemalist burjuvazinin Kürt direnişi karşısındaki politikasını özetliyordu. M. Kemal, Alişan Bey’e ve Nuri'ye milletvekilliği teklif ederek direnişi satın almaya çalıştı. Aldatma taktiğinin başarılı olamayacağını gören M. Kemal, katliamcı yüzünü bütün çıplaklığıyla açığa vurdu. M. Kemal, direniş hareketini kırmak için, Meço Ağa, Diyap Ağa, Ahmet Ramiz, Hasan Hayri, Dersimli Mustafa'yı Dersim Mebusu olarak tayin etti. Nurettin Paşa, Ginyan aşiret reisi Murat Paşa'yı satın alarak Kürtlerin aşil topuğundan, feodal parçalanmışlıktan yararlanarak güçleri böldü. Murat Paşa tuzağa düşürdüğü Sayid Aziz'i Zalim ve kardeşi Hüseyin çavuş’u askerlere teslim etti. Zalim Çavuş ve Hüseyin Çavuş hemen yargılanarak idam edildiler. Nurettin Paşa komutasındaki Türk ordu birlikleri ve çete artığı Topal Osman güçleri katliama giriştiler. Kürt çocuklarını ateşe atıp yakmakta, genç kızlara tecavüzde, köy yakmada, dar ağacı kurmakta , kıyıcılıkta bütün hünerlerini göstererek, katliamcılıkta alçakça bir yarışa giriştiler. Sivas'taki Harp Örfü Divanı’nda (sıkıyönetim mahkemesinde) 400 Koçgiri'li direnişçi yargılandı. Toplam 117 kişiye idam cezası verildi. Dersim aşiretlerinin yoğun baskısı sonucu M. Kemal'in isteğiyle, Alişer ve Nuri müstesna olmak üzere" diğer Meclis, idam cezalarını affederek, Sivas Örfi İdare Divanı’nı lağvetti.
Koçgiri isyanının soykırımcı yöntemlerle bastırılmasından sonra Kürt ulusal hareketi 1925'e kadar uzanan bir suskunluğa girdi. Görünüş, volkan sessizliğiydi, alttan alta yeni ayaklanmalar mayalanıyor, direniş örgütleniyordu. Kuzey'de Koçgiri isyanı sürerken G. Kürdistan'da Şeyh Mahmut Berzenci önderliğindeki isyan, D. Kürdistan'da ise Sımko önderliğindeki isyan devam ediyordu. 3 parçada da Kürtlerin isyanı ve savaşımı sürüyordu.
Türk devletinin 1924'te Kürt dilini yasaklayarak sürdürdüğü saldırılara ve kendi otoritesini egemen kılma veya siyasi ilhakı tamamlama yönelimine Kürtler 14 yıl içinde 20'ye yakın direniş ve ayaklanmayla cevap verdiler. Önderlerinin feodal kimliği, kimilerinin kuracakları devlete dinsel bir rejim öngörmeleri ne denli gerçekse, amaçlarının bir Kürt ulusal devleti kurmak olduğu ve hareketlerinin ulusal başkaldırı ve demokratik motif taşıdığı da o denli gerçektir.
1922 yılında Erzurum'da, Albay Halit, Yusuf Ziya, Doktor Fuat gibi 1925 ayaklanmasının politik önderleri tarafından Kürdistan İstiklal Cemiyeti (Azadi) kuruldu. Kürdistan'ın birçok şehrinde şubeler kurarak, örgütlenmeye başladı. 3-4 Eylül 1924'te Yüzbaşı İhsan, 3 teğmen ve 350 asker birliklerinden firar edip dağlara çekilerek Beytüşşebap isyanını başlattılar. İsyan kısa sürede yenildi, İhsan Nuri ve arkadaşları Suriye'ye geçti. Azadi'nin önde gelen isimleri tutuklandı, Şeyh Sait komitenin başına geçti.
Şeyh Sait Ayaklanması
"işte; teşbihi atıyorum ve tüfeği alıyorum! Varlığım ve çocuklarım sizinkilerden daha fazla; halkımın hakları yolunda hepsini feda ediyorum." (Şeyh Sait)
Şeyh Sait başkanlığında toplanan isyan hazırlık komitesi ayaklanmayı örgütlemeyle ilgili kararlar aldı. Ayaklanma zamanı olarak Mayıs ayı sonları belirlenmişti. O güne dek Şeyh Sait ülkeyi dolaşarak ayaklanmayı örgütleyecekti. 13 Şubat 1925'te Ergani'ye bağlı Piran Köyü’nde askerlerle çatışmak zorunda kalmalarıyla ayaklanma planlanan zamandan önce patlak verdi. Kürt başkaldırı kurmayı, 4 ayrı bölgede karargah kurarak 70 bini aşkın güçle 6 ayrı cephede savaşa başladılar. Kürt isyancı güçleri Lice, Siverek, Solhan, Varto, Malazgirt ve Muş bölgesini tamamen işgal etmelerine, Palu, Elazığ’ı ele geçirmelerine, Ağrı, Bitlis, DiyarbakırŞ hücum etmelerine rağmen kendisinden katbekat üstün işgalciler karşısında yenilgiye uğradılar. Şeyh Sait ve arkadaşları teslim alınarak DiyarbakırŞ getirildiler. Ön hazırlık, etkilediği coğrafya ve seferber ettiği insan gücü bakımından Kürt ulusal tarihinde özel bir yer tutan bu başkaldırı, planlanan zamandan önce başlaması, aşiretsel ve mezhepsel bölünmenin uğursuz rolüyle, ihanetle, arkadan hançerlenerek yenildi. 1925 başkaldırısı ulusal ilerici bir kimliğe sahiptir.
Ayaklanma bastırıldıktan sonra yüzlerce köy uçaklarla bombalandı. Darağaçlarıyla, katliamlarla, tam bir soykırımla çocuklar, yaşlılar, kadınlar öldürüldü. Kürdistan alevler içerisinde bırakılarak kan gölüne çevrildi. Ayaklanmayı daha patlamadan fark eden Kemalist burjuvazi, 1924'te Albay Halit, Yusuf Ziya gibi birçok Azadi kurucusu önderini tutukladı. 4 Mart 1925'te çıkarılan Takrir-i Sükun Kanunu’yla (sessizlik önergesi) isyan mıntıkasında ve Ankara'da birer İstiklal Mahkemesi kuruldu. Ayaklanma bölgesindeki İstiklal Mahkemesi'ne, verdiği idam kararlarını derhal uygulama yetkisi verildi. Şark İstiklal Mahkemesi 14 Nisan'da fiilen göreve başladı. 17 Nisan'da Şeyh Eyüp ve Doktor Fuat, 27 Mayıs'ta Seyid Abdülkadir ve arkadaşları idam edildi. Şeyh Sait ve seksen arkadaşının davasına 26 Mayıs 1925'te başlandı. Direniş önderleri savunmalarında Kürdistan'ın özgürlüğünü savundular. Dava 28 Haziran günü sonuçlandı. Mahkeme, başta Şeyh Sait olmak üzere 48 direnişçiyi idama mahküm etti. Aynı gece sabaha karşı Diyarbakır Adliye Savcılığı'nda idam edildiler. Darağacına onurla çıkan pek çok direnişçinin son sözü "Biji Kürdistan" oldu.
Ayaklanma, yenilen 1925 direniş önderlerinin mahkeme ve darağacındaki tutumları geleceğe önemli bir direnişçi miras bıraktı. Kürt ulusal savaşı ve bağımsızlığına inançlarını, zafere olan güvenlerini idam sehpalarında haykırdılar. Direnişin önderlerinden Dok tor Fuat darağacında şöyle haykırıyordu; "Yaşamımı bir gün vatan yoluna adamaya ahdetmiştim. Bağımsızlık bayrağının üzerinde idam edilmekte bulunduğumuz bu vatan toprakları üzerinde dalgalanacağına hiç kuşkum yoktur." Şeyh Sait darağacına giderken şöyle diyordu; "Bugün fiziki açıdan yaşamım sona erebilir, lakin yaşamımı halkım uğruna feda ettiğim için hiçbir zaman pişman olmadım. Tek isteğim gelecek günlerde torunlarımızın bizden utanç duymamalarıdır. " 1925 direnişçilerinin idamından sonra Elazığ'da Hasan Hayri ve amcasının oğlu Celal Mehmet, M. Kemal'in direktifiyle tutuklanıp, idam edildiler. Bir dönem M. Kemal'e güvenip Dersim milletvekilliği yapan Hasan Hayri darağacında "Yaşasın Kürt milleti, ey Kürdistan şehitleri, işte Hasan Hayri sizlere kavuşuyor" diyerek ölümü karşıladı.
Şeyh Sait başkaldırısının yenilgiye uğramasından on gün sonra Nehir ayaklanması meydana geldi. Devletin hakimiyetini sağlama, siyasal ilhakı pekiştirme faaliyetine karşı ayaklanmalar durmaksızın sürdü. 1925 sonu 1926 başı gerçekleşen Hazro ayaklanması, 1926'da Haco önderliğinde gerçekleşen Nusaybin'deki ayaklanma, Arvo ve Pervari ayaklanmaları (Nisan) Van, Hakkari, Beytüşebap, Çölemerik ve Sason'da lokal ayaklanmalar 1926 yılının diğer Kürt ayaklanmalarıdır. Lokal düzeyde kalan bu direnişler geçici başarıların ardından yenildiler. Ayaklanmalar 1927 yılında da sürdü. Mayıs 1927'de Mutki ayaklanmasıyla başlayan direnişler Bilar, Jilyan aşiretinin direnişi gibi irili ufaklı direnişler, 1930 Zeylan ayaklanmasına dek devam etti. Ankara hükümetinin siyasi ilhak saldırısının sonucu olarak 1925-’27 arasında 206 köy yakılıp-yıkılmış, 15 bin 206 Kürt insanı katledilmiş, 500 bin kişi sürgün edilmişti. 19251930 sürecinde işgalciliğe ve soykırımcılığa karşı biriken öfkenin ayağa kalktığı en önemli Kürt direnişlerinden biri Ağrı isyanı oldu. Kürt ulusal birliğinin (Hoybun) Başkomutanı olarak atandığı General İhsan Nuri önderliğinde gelişen Ağrı direnişi, 1926-1930 yılları arasında devam etti. 17 Mayıs 1926, 1927 sonbaharı ve 1930'da üç kez ayaklanmayı ezmek için saldıran ordu güçleri birçok kez hezimete uğradılar. İlk üç saldırıdan sonuç alamayan devlet, 11 Haziran 1930'da 66 bin asker ve yüz uçakla saldırdı. Askeri kaynaklar Kürt direnişçilerinin gücünü 1500 silahlı kişi olarak gösteriyor. Savaş aralıksız bir ay sürdü. Akıl almaz bir zulüm uygulanarak bölgede 10 bin Kürt katledildi. Van'da 100'e yakın Kürt aydını diri diri torbalara konup Van gölüne atıldı. Yenilen İhsan Nuri güçleri, Doğu Kürdistan’a çekildi.
Dersim Direnişi
"Ben sizin yalan ve hilelerinizle baş edemedim, bu bana dert oldu. Ama ben de sizin önünüzde diz çökmedim, bu da size dert olsun. " (Seyit Rıza)
Başından itibaren otoritesini kuramadığı Dersim'i ezmek, politik ilhak sürecinde Kemalist burjuvazinin stratejik hedefini oluşturuyordu. Bölge bölge bütün isyan ocakları söndürülerek, Kürdistan istila edilerek Dersim etrafındaki çember daraltıldı. TC, bütün güçlerini Dersim'i imha etmeye seferber etti. 1936'da M. Kemal meclisin açılış konuşmasında "Dahili işlerimizden en mühim bir safra varsa o da Dersim meselesidir" diyerek, “ezilmesi için ne gerekiyorsa yapılmalıdır” diyordu. 2 Ocak 1936'da yürürlüğe giren Tunceli Kanunu’yla Dersim'in adı Tunceli olarak değiştirildi. General Abdullah Alpdoğan Dersim'e vali ve kumandan 3. Umum Müfettişi olarak atandı. Alpdoğan'ın Dersim üzerinde her türlü tasarrufa yetkisi vardı. Alpdoğan, sıkıyönetim ilan ederek, terör ve idamlara başlayarak Dersim'e asker yığdı. Bu katil elebaşının saldırıları karşısında Dersimliler direniş bağlarını güçlendirdiler. Dersimliler Seyit Rıza önderliğinde 1937 yılı başında M. Kemal'e bir uyarı bildirisi sunarak "Bütün jandarma ve ordu mensuplarının bölgeden çekilmesini, her türlü imar (askeri amaçlı) çalışmalarının (köprü, demiryolu vb.) durdurulmasını isteyip silahlarını koruma hakkı ve vergilerin hafifletilmesi" taleplerinde bulundular. Türk devleti kuvvetleri 1937 İlkbaharı’ndan tanklarla toplarla, uçaklarla saldırıya geçtiler. Türk ordu birlikleri, insanlık tarihinin en büyük katliamlarından birini gerçekleştirmeyi başardılar. Kendi saflarında yer alıp, Seyit Rıza güçlerine karşı çarpışan aşiretleri bile katliama uğratmaları yapılan soykırımın düzeyinin ifadesidir. Savaşta yenemeyeceğini anlayan Türk birlikleri, hileye başvurarak görüşmek için Erzincan’a çağırdıkları Seyit Rıza'yı 15 Eylül 1937'de tutukladılar. 1938 yılında tekil ayaklanmalarla devam eden direniş tam bir katliamla sonuçlandı/yenildi. 60 bin Dersimli katledildi, on binlercesi sürgün edildi. Yüzlerce genç kız, kadın, namusunu teslim etmemek için kendilerini kayalıklardan, Munzur'un suyuna attılar. Kürdün sırtındaki ihanet hançeri bu direnişte de ortaya çıktı. Seyit Rıza'nın yeğeni Rayber, General Alpdoğan'ın talimatıyla, Koçgiri ve Dersim ayaklanmasının kahraman önderi Alişer ve eşi Zarife'yi alçakça bir oyunla öldürüp, başlarını keserek bir çuval içerisinde General Alpdoğan’a teslim etti.
Seyit Rıza'nın ve arkadaşlarının yargılanması, TC'nin Kürt ulusal kurtuluş mücadelesi karşısında hiçbir kural, ahlak, ilke tanımadığının bariz örneklerindendir. Direniş ve boyun eğmemenin darağacına vakurla yürümenin, ipi kendi eliyle boynuna geçirip tabureyi tekmelemenin, son nefeste özgürlüğe, zafere inancın adıdır da aynı zamanda. Seyit Rıza, 75 yıllık yaşamının bütününde olduğu gibi, yargılanmanın bütün aşamalarında da onurlu direnişini sürdürmüştür. Dersim isyanıyla 3 oğlunu, eşini yitirmesine rağmen beli bükülmedi, baş eğmeyen önder direnişi sürdürdü. Seyit Rıza, Erzincan Valiliği’nde tutuklu olarak çıkarılırken etrafında bulunan halk "şerefsiz ve yalancı hükümet" diye bağırarak tutuklanmasına tepkisini dile getirmiştir. Mahkemedeki ifadesinde "milli emel uğrunda çalıştığını, milletin ve vatanın yüksek menfaatlerinden ve hürriyetinden başka bir amaç gütmediğini, 70 yaşını geçmiş bir ömürden sonra milli borç uğrunda ölmeyi pek necip bir sonuç bildiğini" (aktaran Nuri Dersimli) savunmuştur.
Seyit Rıza'nın da aralarında bulunduğu 58 kişi, hemen Elazığ'da olağanüstü yetkilerle donatılmış, kararı temyiz edilemeyen özel mahkemede yargılanmaya başlandı.
"Demokratik cumhuriyetin", "bağımsız mahkemesinin" nasıl işlediğini İhsan Sabri Çağlayangil anılarında itiraf ediyor. Çağlayangil, Elazığ'da Seyit Rıza ve arkadaşlarının affını isteyebilecek "beyaz donlular" (Kürtler) Atatürk'ün yoluna çıkmasın, Atatürk için bir tehlike ortaya çıkmasın diye "Seyit Rıza meselesini alelacele kapatmak için" mahkemenin çalışmayacağı tatil gününde mahkemeyi çalıştırmak ve Atatürk kente gelmeden "işi bitirmek" amacıyla Atatürk'ün talimatıyla Elazığ’a gönderilir. Çağlayangil, Atatürk gelmeden "işi bitirmek" için, mahkemenin tatil gününde çalıştırılmasından davaya gece de devam edebilmek için otomobil farlarının aydınlatıcı olarak kullanılmasına dek birçok yöntemle davayı sonuçlandırır. Mahkeme 11 kişiye idam cezası verir. 4'ünün cezası çok yaşlı oldukları için 30 yıl hapse çevrilir. Seyit Rıza, Hüseyin ve beş direnişçinin idam kararı 18 Kasım 1937'de Elazığ Buğday Meydanı’nda infaz edildi. İnfaz anını Çağlayangil şöyle anlatıyor; "Biz Seyit Rıza'yı aldık. Seyit Rıza sehpaları görünce durumu anladı. Asacaksınız dedi ve bana döndü: Sen Ankara'dan beni asmak için mi geldin? Bakıştık. ilk kez idam edilecek bir insanla yüz yüze geliyorum. Bana güldü. Savcı namaz kılıp kılmayacağını sordu. istemedi. Son sözünü sorduk. Kırk liram ve saatim var oğluma verirsiniz dedi. Seyit Rıza'yı meydana çıkardık. Hava soğuktu ve etrafta kimseler yoktu. Ama Seyit Rıza meydan insan doluymuş gibi sessizliğe ve boşluğa hitap etti. ‘Evladı Kerbelayıh. Bıhatayıh. Ayıptır. Zulümdur. Cinayettir’ dedi benim tüylerim diken diken oldu. Bu yaşlı adam rap rap yürüdü çingeneyi itti. ipi boynuna geçirdi. Sandalyeye ayağı ile tekme vurdu infazını gerçekleştirdi". Seyit Rıza ve diğer direnişçilerin cesetleri Elazığ'da dolaştırılarak yakıldı.
Kürdün yirmi yıl boyunca dinmeyen destansı kahramanlığının 37. finali de kahramanca olur.
Kemalist burjuvazi, Koçgiri'den Dersim '38’e dek politik ilhakı pekiştirme sürecinde yüzbinin üzerinde Kürdü katletti, darağaçlarıyla, sürgünlerle, imhalarla tam bir soykırım uyguladı. Bu zulüm ve asimilasyona Kürt ulusu boyun eğmeyerek direnişle yanıt verdi. Efsanevi direnişler, eşsiz kahramanlıklar bugüne ışık tutan onurlu bir miras bıraktı. Kürt ulusal savaşımının önderleri, savaş alanlarında, TC'nin mahkemelerinde, darağaçlarında onurluca Kürdistan’ın ulusal özgürlüğünü savundular. Hiçbir koşulda Kürdistan’ın ulusal özgürlüğüne olan inançlarını yitirmediler. Şeyh Sait, Doktor Fuat, Seyit Rızalar’ın Kürdistan davasını, mahkemelerde, darağaçlarında savunma kahramanlıkları sonrası da da sürdü.