1-Basın ve Sınıfsallık
Halkların, devletlerin, çeşitli kuramların, siyasi partilerin yaşam ve faaliyetinde basın, özellikle de gazete çok önemli bir rol oynar. Basının önemini Lenin, “Sol Radikalizm, Komünizmde Çocukluk Hastalığı” yapıtında şu sözlerle ifade eder.
“Örneğin, gazetecilik faaliyetini ele alalım. Gazeteler, broşürler ve bildiriler, propaganda, ajitasyon ve örgüt için zorunludur. Bir dereceye kadar medeni bir ülkede hiçbir kitle hareketi bir gazetecilik mekanizması olmaksızın var olamaz” (C. 31, syf. 101).
Kapitalist toplumda basın, daha doğrusu burjuva basın, hakim sınıfların elinde ve hakim sınıflar için bir araçtır. Türkiye’de burjuva medyanın gündem saptırma ve değiştirmede, toplumun öfkesini egemen sınıfların çıkarlarına yönlendirmede nasıl büyük ve etkin rol oynadığı en çarpıcı tarzda görüldü. Burjuva basın, bu sınıflar için oldukça önemli bir araçtır. Burjuvazi, basını, siyasi ve iktisadi hakimiyetini güçlendirmek için, işçi sınıfı ve emekçi yığınlar üzerindeki nüfüzunu/iktidarım geliştirmek ve pekiştirmek için kullanır. Sadece bu da değil. Burjuvazi, basını (gazeteler, dergiler vs.) kapitalist bir işletme olarak da görür. Basın, basın-kapitalistleri için bir kâr aracına dönüşür.
Bütün kapitalist ülkelerde burjuvazi, kendi basınını kurar, geliştirir ve bunun için olağanüstü boyutlarda harcamalar yapar. Burjuva basın, hakim sınıf burjuvazi için propaganda ve ajitasyon yapmak zorundadır. Burjuva basın, her türlü olanak ile donatılır. Burjuva basının önemini ve hakim sınıfların ona neden önem verdiğini en son olarak Hizbullah operasyonlarında görüyoruz. Burjuva gazeteler, Hizbullah operasyonlarını, devletle Hizbullah arasındaki bağı kopartarak aktarıyorlar. Onun, ana ve babasının devlet olduğunu gizlemeye çalışıyorlar. Devlet, basına/medyaya brifingler verdi, mali destekler sağladı, verdiği önemin/desteğin karşılığını kendisi için yapılan ajitasyon ve propaganda ile alıyor.
Burjuva basın, doğası gereği ve kullandığı yöntemler bakımından da provokatördür. Burjuva basının, bir bütün olarak medyanın provokatör faaliyetinin merkezinde, hakim sınıfların çıkarına ters düşen her şeye; bir bütün olarak özgürlük, demokrasi ve sosyalizm için mücadeleye saldırmak durur. Burjuva basın, halk düşmanı, antidemokratiktir. Onun amacı, geniş yığınların bilincini zehirlemek, onların dikkatlerini önemli siyasi ve iktisadi sorunlardan başka noktalara çekmek, onları sınıf çıkarlarına yabancılaştırmak, gerçekleri gizlemek veya tamamen maniple etmektir.
Sosyalist basının karakter ve amacı ise burjuva basınınkinden tamamen farklıdır. Burjuva basın karşısında sosyalist basın, yeni tipte bir basındır. Bu yeni tipten basını, gerçekten demokratik, devrimci ve sosyalist basını yaratanlar, Bolşeviklerdir. Bu basın, yeni tipten partinin bir yansımasıdır. Bu basın hakkında Stalin, “Redaksiyonun Önsözü” makalesinde şöyle der: “Gürcü gazetesi, Gürcü ve Rus mücadele eden işçileri, ilişkiye geçirmek ve birleştirmek zorundadır. Gazete, okurlarına yerel, Rus ve yabancı yaşamın onları ilgilendiren bütün görünümleri hakkında bilgilendirmelidir...
“Gazetenin içeriği ve yönü üzerine birkaç söz.
“Bir sosyal demokratik gazete olarak ondan, mücadele eden işçiler için daha ziyade itina talep etmeliyiz... Sosyal demokratların organı olarak gazete, işçi hareketine önderlik etmelidir, ona yolu göstermeli ve onu, hatalardan korumalıdır. Tek kelimeyle; gazetenin en önemli görevi, işçi yığınlarına mümkün olduğunca yakın durmaktır, onları, sürekli etkileme olanağına sahip olmaktır, onların bilinçli ve yönlendirici merkezi olmaktır.
“Ama Rusya ’nın bugünkü koşullarında işçilerin dışında toplumun başka unsurları da “özgürlük için ” savaşçılar olarak ortaya çıkabilecekleri için ve bu özgürlük Rusya ’nın mücadele eden işçilerinin ilk amacı olduğu için gazete, işçi hareketinin dışında gelişiyor olsa da, her devrimci harekete yer ayırmalıdır...Gazete, toplumun diğer unsurları arasında cereyan eden ve cereyan edecek olan devrimci harekete özel dikkat göstermelidir. O, her toplumsal görünümü izah etmelidir ve böylece, özgürlük için mücadele edip merkezi etkilemelidir. Bundan dolayı gazete, Rusya’daki siyasi duruma özel dikkat göstermek, bu durumun bütün sonuçlarını dikkate almak ve siyasi mücadelenin zorunluluğu sorununu oldukça kapsamlı olarak açmak zorundadır...
“Böylece... sosyal demokratik gazete, işçi hareketiyle bağlam içinde olan bütün sorunlara açık-seçik cevap vermek, ilkesel sorunlara açıklık getirmek, mücadelede işçi sınıfının rolünü teorik olarak izah etmek ve işçinin karşı karşıya kaldığı her görünümü bilimsel sosyalizmin ışığıyla aydınlatmak zorundadır.
“Aynı zamanda gazete, Rusya Sosyal Demokrat Parti ’nin bir temsilcisi olmak ve okuyucularını, anında, Rusya ’nın devrimci sosyal demokrasinin savunduğu taktiksel görüşler üzerine bilgilendirmelidir. Gazete, okuyucuları, başka ülkelerde işçilerin nasıl yaşadıkları, durumlarını iyileştirmek için ne yaptıkları ve bunu nasıl yaptıkları üzerine bilgilendirmelidir... Gazete, hiçbir toplumsal hareketi hesaba katmamazlık yapmamalı ve bunların hepsini sosyal demokratik eleştiriye tabi kılmalıdır” (C.1, syf.6-8).
Toplumsal görüngü olarak basın
Herhangi bir toplumsal görüngüyü bilimsel olarak incelemek istersek, her şeyden önce, o görüngünün esasa özgü olan özelliğini, yani söz konusu görüngünün gelişmesinin yasallığını belirleyen özelliği, diğer bütün görüngülerden ayıklayarak ön plana çıkartmak zorundayız. Bu yasallık üzerine Stalin, “Marksizm ve Dil Biliminin Sorunları” yapıtında şöyle der:
“Mesele, toplumsal görüngülerin... kendilerine özgü özelliklerinin olmasıdır. Bu özellikler, toplumsal görüngüleri birbirlerinden ayırt ederler ve bu kendine özgü özellikler bilim açısından en önemli olandır” (C.15, syf.230).
Bu durumda basının en önemli özelliği, onun gelişme yasallığını belirleyen özelliği nedir?
Burjuva basın veya burjuva basın “bilimi” bu soruyu cevaplandıracak durumda değildir. Burjuva basın “bilimi”, basını, örneğin bir gazeteyi, herhangi bir metadan farklı görmediği gibi, bir kültür kurumu olarak da görür. Önemli olan, burjuvazinin basını, yığınları etkileyen ve kendi çıkarına koşan bir meta, bir kâr aracı olarak görmesidir. Burjuvazi veya burjuva basın “bilimi”, basını, çıkarına hizmet ettiği müddetçe, akla gelebilen bütün açılardan tanımlar. Ama o, sadece bir açıdan tanımlamaktan kaçınır. Burjuva basın “bilimi”, basının toplumdaki sınıflarla ilişkisini kurmaktan, sınıflar karşısındaki tavrını belirlemekten kaçınır. Burjuvazi, basının sınıflarla ilişkisi bulunmadığı “ayağına yatar”. Burjuvaziye göre toplumda zaten sınıflar da yoktur, dolayısıyla sınıfsal çıkar farklılığı da olamaz. O nedenle burjuva basının “gerçek ve tarafsız habercilik yaptığı” propaganda edilir. Tam da bu yaklaşımdan dolayı burjuvazi, basının, her şeyden önce siyasi görevleri yerine getirdiği konusunda susmayı yeğler veya basının bu temel özelliği üzerine çok az, onu da çarpıtarak konuşur.
Öyleyse basın, öncelikle siyasi görevleri yerine getirmektedir: Basın, amacı ve etkisi bakımından her şeyden önce siyasi bir kurumdur/kurumlaşmadır.
O halde politika nedir, bu kavramdan anlaşılması gereken nedir?
“Lenin ’in bir tanımlamasına göre geniş anlamda politika, sınıflar arasındaki ilişkidir, sınıfların toplumda hakimiyet için, devlet gücü için mücadelesidir. Politika, bütün sınıfların, hakim sınıfın silahı olarak devlet gücüne olan ilişkileri ifade eder. Politika, sınıf mücadelesini, devletin ve siyasi partilerin faaliyetini içerir. Politika, milliyetler arasındaki (ulusal politika) ve devletler arasındaki (dış politika) ilişkileri de kapsar. Devlet iktidarı sorunu, yani toplumdaki belli bir sınıfın hakimiyeti sorunu, politikanın merkezi sorunudur. Lenin, politika, ekonominin yoğunlaşmış ifadesidir, onun genelleştirilmesi ve sonuçlandırılmasıdır diyordu. Politika, sınıflı toplumun ekonomik yapısını ifade ederken, karakter ve yönü bakımından sınıfsal koşulludur. Sınıf mücadelesi var olduğu müddetçe politika, sınıfların, üretim alanında ve maddi malların dağıtımında yer ve rolü için mücadelesini yansıtır.
“Üretim araçlarına sahip olan ve buna göre ekonomide hakim olan sınıf, siyasi olarak da hakimdir. Devlet gücü ona aittir, devlet mekanizması, icra organları, ordu, mahkeme, güvenlik teşkilatı, ideolojik etkileme araçları, okul, basın, radyo vs. onun elindedir” (P. Bjeloı, “Ekonomi ve Politika Arasında Karşılıklı İlişkiler Üzerine”; Neue Welt, sayı 17, 1952, syf. 2113).
Bu tanımlama bizi, sınıflar arası ilişkiler, devlet, sınıf mücadelesi vb. üzerine bütün görüşleri siyasi görüşler olarak görmemiz sonucuna götürür. Toplumda hakimiyet için veya mevcut hakimiyeti pekiştirmek için mücadelede sınıflara dolaylı ve dolaysız hizmet eden bütün kurumların yürüttüğü faaliyet siyasi faaliyettir. Basın da böyle bir siyasi kurumdur. Siyasi bir kurum olarak basın, öncelikle siyasi görevlerin ve amaçların hizmetindedir.
Siyasi bir kurum veya kurumlaşma olarak basın, toplumun ideolojik üst yapısının bir bileşeni/parçasıdır.
Stalin, “Marksizm ve Dil Biliminin Sorunları” yapıtında üst yapıyı şöyle tanımlar:
“Üst yapı, bu toplumun siyasi, hukuki, dini, sanatsal felsefi görüşleridir ve bunlara tekabül eden siyasi, hukuki ve başka kurumlarıdır... Üst yapı, alt yapı tarafından oluşturulur; ama bu, onun, alt yapıyı sadece yansıttığı, alt yapının geleceği, sınıfların geleceği, toplum düzeninin karakteri karşısında pasif, tarafsız ve lakayt olduğu anlamına asla gelmez. Tersine, bir defa dünyaya geldikten sonra o, muazzam aktif bir güç olur, alt yapının kendi belli biçimini almasına ve sağlamlaşmasına katkıda bulunur, yeni toplum düzenine, eski alt yapının ve eski sınıfların sonunu getirmeye ve onları yok etmeye yardım etmek için bütün tedbirleri alır” (C.15, syf. 192,194).
Stalin’in bu tanımlaması şunu gösteriyor: üst yapı, bütün toplumsal görüşleri, onlara tekabül eden örgütlenmeleri ve kurumlan kapsamıyor. Alt yapı gibi, üst yapı da gerçek anlamda sınıfsal bir karakter taşır. Stalin’in bu kavrayışının basın açısından anlamı şudur: belli bir toplum düzeninin üst yapısının bir bileşeni olarak basın, bir siyasi kurum olarak basın, alt yapının ve de bizzat üst yapının sağlamlaştırılmasında oldukça önemli bir rol oynar. Bu rolünü basın, pasif olarak değil, aktif olarak oynar; basın, toplumsal gelişmede hep aktif rol oynar ve onun görevinin çerçevesini çizen ise, toplumsal gelişmenin verili aşamasındaki sorunlardır.
Demek oluyor ki, üst yapının bir bileşeni olarak basın, bütün üst yapı bileşenlerinin/görüngülerinin tabi oldukları genel yasallıklara tabidir. Örneğin, kapitalizmden komünizme geçerken bütün burjuva üst yapı kurumlarının yerini sosyalist üst yapı kurumlan alacaktır.
Basını, diğer üst yapı kurumlarından ayıran özellikler nelerdir? Basın, olanaklarının çokluğu ve çeşitliliği ile (örgütsel, propagandacı, pedagojik, tekniksel, sanatsal, lisana özgü, kültürel vb. olanaklar) diğer bütün üst yapı, siyasi kurumlardan daha hızlı, kapsamlı ve doğrudan toplumsal gelişmeyi yansıtacak ve etkileyecek durumdadır. Bu özelliğinden dolayı her bir toplumsal sınıf, örgütlenmeleri vasıtasıyla basını, kendi görüş ve amaçlarını en geniş kitleye yaymak için kullanır.
Basının sınıfsal karakter taşıması, onun taraflı olduğunu; şu veya bu sınıfın; burjuva ve proleter dünya görüşlerinin bir aracı olduğunu gösterir.
Lenin, “Ne ile Başlamalı?” makalesinde gazete nezdinde devrimci basının rolü üzerine şöyle der:
“...Gazetenin rolü sadece düşüncelerin yayılmasıyla, sadece politik eğitim ve politik müttefiklerin kazanılmasıyla sınırlı değildir. Gazete sadece kolektif bir propagandacı ve kolektif bir ajitatör değil, aynı zamanda kolektif bir örgütleyicidir. Bu bağlamda o, inşa halindeki bir binanın çevresine kurulan iskele ile kıyaslanabilir; binanın krokisini gösterir, inşaat işçileri arasında irtibatı kolaylaştırır, iş bölümü yapılmasına ve örgütlü çalışmayla ulaşılmış genel sonuçların görülmesine yardımcı olur. Gazetenin yardımıyla ve onunla bağıntı içinde, sadece yerel çalışmasıyla değil, düzenli genel çalışmasıyla uğraşan, üyelerine politik olayları dikkatle izlemeyi, bunların önemini ve çeşitli halk katmanları üzerindeki etkisini doğru değerlendirmeyi öğreten, devrimci partinin bu olaylar üzerinde etkide bulunmasını sağlayabilecek amaca uygun yöntemler bulan kalıcı bir örgüt kendiliğinden ortaya çıkacaktır” (C.5, syf.11).
RKP(B)’nin XII. Parti Kongresi’nde Stalin de bu anlamda şöyle der:
“Basın, kitle mekanizması değildir, kitle örgütü değildir, ama buna rağmen o, parti ve işçi sınıfı arasında görünmeyen bir bağ kurar, gücüne göre, yığınları kapsamına alan bir geçiş mekanizmasına eşit bir bağ...Basının güce ve büyük ağırlığa sahip olduğu tartışma götürmez. Basın, en güçlü silahtır, parti, onun vasıtasıyla her gün her saat işçi sınıfına, onun kendi, alışık dilinde hitap eder. Parti ve sınıf arasında tinsel ipler çekmek için başka araçlar, böyle elastiki bir mekanizma yok. Bu, partinin bu alana neden özel bir ihtimam göstermek zorunda olduğunun nedenidir” (C.5, syf.179).
Burada, basının öneminden başka, onun sınıfsal taraflı oluş özelliğini görüyoruz.
Yığınları parti tarafından yönlendirmenin, onlara önderlik etmenin temel yöntemi, ikna ve inandırma yöntemidir. İkna olan, ikna olduğu konuda harekete geçer. Basın, bu ideolojik-siyasi eğitim, aydınlatma ve bilinçlendirme faaliyetinde en ön sırada yer alır. Devrimci partinin, işçi sınıfı ve emekçi yığınların en geniş kesimine hitap eden kitlesel etkilemede basın, en önemli silahlardan ve otoritelerden birisidir. Basın, partinin sesidir.
2-Devrimci Parti-Devrimci Gazetecilik/Proleter Parti-Proleter Gazetecilik
Burada ve diğer bölümlerde Marks ve Engels’in proleter parti ve proleter gazetecilik konusundaki görüşlerini tez biçiminde açıklayacağız.
Marks ve Engels, daha 1840 ’ lı yılların sonunda, işçi sınıfının, nihai amacına ulaşabilmesi için bir partiye ihtiyacı olduğu sonucuna vardıklarında basın sorununa da açıklık getirmişlerdir. Marks ve Engels’e göre devrimci basın, proleter gazetecilik görevini, partinin bir organı olarak çözebilir.
2.1 - Devrimci gazetecilik, proleter gazetecilik, devrimci ve sosyalist basının, hangi biçimde ve ilişkiler içinde olursa olsun bir çalışanı olmak, parti çalışmasının organik bir bileşeni olmak anlamına gelir.
Marks, J. Weydemeyer’e yazdığı 20 Şubat 1852 tarihli mektubunda proleter gazeteciliği, “gerçek bir parti faaliyeti” olarak tanımlar (C.28, syf.493). Proleter gazetecilik, proleter basının bir biçimde bir çalışanı olmayı da içerir. Bu anlamda her bir marksist leninist komünist, sosyalist basınının, gazete ve teorik organının bir çalışanı olduğunu unutmamalıdır.
Marks, F. Lassalle’ya yazdığı 9 Nisan 1860 tarihli mektubunda, proleter/sosyalist basın faaliyetini “çok önemli bir parti faaliyeti” olarak görür (C.30, syf.522). Böylelikle Marks, komünistleri kendi basınları konusunda ciddi olmaya, sorumluluk taşımaya çağırıyor. Bir taraftan devrim yapma iddiasında olmak ve diğer taraftan da bu devrim anlayışını yığınlara taşıyan basın karşısında kayıtsız kalmak, mücadeleyi o alanda sekteye uğratmakla aynı anlama gelir. Kendi basınını ciddiye almayan, savunduğu düşünceleri de ciddiye almıyor demektir. Bu “çok önemli bir parti faaliyetini” küçümseme yaklaşımı, aslında devrimci basının parti çalışmasındaki yerini, değiştirici, dönüştürücü ve örgütleyici gücünü kavramayan ve görmeyen/ görmek istemeyen; dolayısıyla devrimci çalışmada neyi anlıyorsa, onu da layıkıyla yerine getirmeyen yaklaşımlardır. Bir çarpıklık ve geriliği ifade eder.
2.2 - Proleter gazetecilik, sosyalist işçi basını oluşturulmaksızın, işçi hareketinin gelişmesi mümkün değildir.
“Tabii ki, ...basında organa sahip olmaksızın bir harekete sahip olmak olanaksızdır” (C.31, syf.34, Marks’ın Engels’e yazdığı 2 Aralık 1864 tarihli mektuptan).
2.3 - Partinin aynası ya da vitrini basındır, onun organıdır. Basın organının karakteri, partinin yapısını ve karakterini ele verir:
“...organdan partinin gücü hakkında bir kanaata varılabilir” (Marks) Aynı konuda da Engels şöyle der; “Ben sadece partiden bahsettim ve bu da onun, kamuoyu nezdinde basında ve kongrelerde kendini ortaya koyduğu kadarıyla ” (C.34, syf.285, Engels’in W. Liebknecht’e yazdığı 31 Temmuz 1877 tarihli mektuptan). Partinin gücü, sadece onun örgüt, kurum, kadro, çevre-çeper ve kitle gücü değildir. Partinin gücü aynı zamanda parti basının niteliği ve niceliği, teorik ve siyasi düzeyi, içeriği ve kapsamınca belirlenir. Partinin yaptıkları ve yapamadıkları, kitlelerle sıkı ve canlı bağlarının bulunup bulunmadığı, teorik öngörüyle devrimci pratiğinin uyumlu olup olmadığı parti basınına yansır ve bir okuyucu parti basını takip ederek o partinin gücü, halet-i ruhiyesi hakkında fikir sahibi olabilir. Bu vitrin ne çok ne az ama bü tün gerçekliğiyle, yaşamı ve biçimiyle partiyi yansıtabilmelidir.
Basının başarısı, partinin başarısıdır. “Sınıf bilinçli işçilerin örgütünün süratle ilerlemesi için en iyi kanıt, örgütün periyodik basın organlarının artan sayısıdır... ” ve burjuvaziye karşı mücadelede devrimci basının her başarısı, “gerçek ve dirayetli işçi hareketi için zemin kazanma” anlamına gelir (C.19, syf. 121, 126, Engels).
Burada işçi hareketi-basın arasındaki diyalektik bağ görülmelidir. Devrimci basın işçi sınıfının yerel ve genel grev, direniş ve gösteri eylemlerini yansıtmakla, ders ve tecrübeleri aktarmakla hem işçileri aydınlatır, hem de yeni direniş alanlarını teşvik eder, hazırlar. İşçi hareketinin merkezileşmesi, hatalarından arınması ve yeni sıçramalarla aydınlatılan yoldan yürümesini sağlar. Büyüyen ve gelişen, devrimci basınla sıkı ve organik bağlar geliştiren bir işçi hareketi ise, devrimci basını dinamik, canlı, hareketli ve üretici kılar.
2.4 - Marksist-leninist parti geliştikçe ve kurumlaştıkça onun basını da enternasyonal ilişkilerin kurulmasında, başka ülkelerdeki devrimci, marksist-leninist partilerle bağların kurulmasında giderek önem kazanan bir araç olur.
Engels, P. Laforgue’ye yazdığı 27 Mart 1889 tarihli mektupta Fransız komünistlerine şöyle der; “Socialiste ’in kapanmasından sonra partiniz, enternasyonal sahneden kayboldu. Çekildiniz, yurt dışındaki diğer sosyalist partiler nezdinde öldünüz” (C.37, syf.172) P. Laforgue’ye yazdığı 30 Nisan 1889 tarihli mektubunda Engels, aynı konuya değinerek şöyle der: “Başkalarına hitap edemeyen ve varlığı için kanıtlar göstermeyen bir parti, onlar (yurt dışındaki partiler-SP) için artık yoktur” (Agk, syf.189).
Öyleyse; Marksist-leninist komünistler, davalarını, mücadelelerini enternasyonal alanda duyurabilmek ve gereken bağları kurmak için Engels’in anlayışını ciddiye almak zorundadırlar.
Komünist basın enternasyonaldir. Bunu uluslararası komünist ve devrimci hareket nezdinde “varlığının bir kanıtı” olarak değerlendirir; aynı zamanda diğer ülkelerdeki devrimci hareketlerle devrimci dayanışma, dünya komünist ve devrimci hareketinin ders ve tecrübelerinden yararlanma, ortak teorik, pratik ve örgütsel sorunlarının çözümü için buna ihtiyaç duyar.
2.5 - Basın, parti yaşamında, parti içi faaliyette oldukça önemli bir rol oynar.
Basın “parti yaşamında önemli bir kaldıraçtır” (C.37, syf.379, Engels’in K. Kautsky’e yazdığı 11 Nisan 1890 tarihli mektupları). Bunun nasıl bir kaldıraç olduğunu, Lenin ve Stalin’in gazete, basın anlayışında gördük.
Parti yaşamında önemli bir kaldıraç olmak, partinin görüşlerini kamuoyuna duyurmak, parti yaşamının önemli/acil sorunlarım tartışmak, parti kitlesini ele alınan konularda harekete geçirmek anlamına da gelir. Engels, parti basınının görevlerinden bahsederken şöyle der: “Bir parti basınının görevi nedir? Her şeyden önce tartışmak, partinin taleplerini temellendirmek, geliştirmek, savunmak, karşıt partinin iddialarını ve taleplerini püskürtmek ve çürütmek” (C.4, syf. 312).
Bununla Engels, sadece karşıtlarla tartışmayı değil, parti içi tartışmayı da kast eder. Engels, “R. A. Sorge’ye yazdığı 9 Ağustos 1890 tarihli mektupta “parti o kadar büyüktür ki, kendi içinde tartışmanın mutlak özgürlüğü bir zorunluluktur” (C.37, syf. 440). “Her işçi partisi..., diyalektik gelişme yasalarına göre, sadece iç mücadeleyle gelişebilir” (C.35, Engels’in E. BernsteinŞ yazdığı 20 Ekim 1882 tarihli mektuptan).
Burada iç mücadele ile, komünistler arasındaki tartışmanın ötesinde, her renkten oportünizme karşı mücadele ve partinin oportünist akımlardan temizlenmesi kastedilmektedir.
2.6 - Engels, daha 1848 Devrimi öncesinde, çeşitli ülkelerin devrimcilerinin, devrimci demokratlarının birleşmesi için eleştiri ve özeleştirinin, “karşılıklı eleştiri”nin önemine dikkati çeker.
“Çeşitli ulusların demokratlarının birleşmesi, karşılıklı eleştiriyi dışlamaz. Birleşme, böyle eleştiri olmaksızın mümkün değildir. Eleştiri olmaksızın anlaşma ve dolayısıyla birleşme olmaz” (C.4, syf.426).
Böylelikle Marks ve Engels, işçi hareketi tarihinde ilk defa, parti içinde özeleştirinin öneminden bahsetmeye başlamışlar ve özeleştiriyi, partinin faaliyeti ve gelişmesi açısından mutlak/kaçınılmaz koşul olarak görmüşlerdir.
Parti yaşamında eleştiri ve özeleştirinin önemini vurgulayan Marks ve Engels, aynı zamanda, parti basınını, eleştiri ve özeleştiriyi geliştiren araç olarak da görmüşlerdir. Onlar, 1848/49’da “Neue Rheinische Zeitung”u, kararsızlığı, ufak hesapları, tutarsızlığı, küçük burjuva yalpalamayı teşhir ederek, devrimci eleştiri ve özeleştirinin aracı olarak da kullanmışlardır. Özeleştirinin önemine Lenin, “İskra’ Redaksiyonunun Açıklaması” makalesinde de değinir.
Taraflı, partici özeleştiri partinin gelişmesinde önemli bir rol oynar. Önemli olan, eleştiri ne denli sert olursa olsun, parti karakterini içermelidir; eksikliği, hataları göstermelidir, ama eleştiri için eleştiri olmamalıdır. Özeleştiri, eleştiri, bunun için parti basınının araç olması kötüye kullanılmamalıdır. Parti basınında eleştiri “özgürlüğü her türlü içerikten ve akıldan yoksun katışıksız yaygara ” (Engels, C.34, syf.433) olmamalıdır.
Eleştiri ve özeleştiriyi, partinin gelişmesi ve pekişmesi için ön koşul ve yöntem olarak gören ve “karşılıklı eleştiri”nin geliştirilmesini talep eden Marks ve Engels, bu talebin devrimci basında nasıl gerçekleştirilmesi gerektiği üzerine de dikkat çekmişlerdir. Onlar, parti basınının, eleştiri ve özeleştirinin aracı olarak iki rol oynadığını belirtmişlerdir. Birincisi, parti basını, özeleştirinin bir aracıdır. Özeleştiri, partinin birliğinin pekişmesi için ve faaliyetindeki eksikliklerin giderilmesi için bir araçtır. Bu durumda parti basını, salt kendi faaliyetine eleştirel yaklaşır, kendini düzeltir ve gelişmesinin önündeki engelleri yıkar.
Marks ve Engels, devrimci parti ve devrimci gazetecilik arasındaki karşılıklı ilişkilerin karakterini test ettikten sonra, bunların arasın da en önemli olanın, doğrudan ilişki olduğu sonucuna varmışlardır. Doğrudan ilişki, partinin, basınını her alanda ve her yönlü sağlamlaştırması, görevlerini, faaliyet programını belirlemesi anlamına gelir. Burada söz konusu olan sadece gazete değildir. Teorik organ olarak dergi, sendika gazetesi, gençlik dergisi, basın-yayın (kitap) faaliyeti, radyo, televizyon vb. de söz konusudur.
Parti ile parti gazeteciliği arasındaki doğrudan bağ, çeşitli biçimlerde ifade edilir. Parti basınının, bir bütün olarak parti medyasının doğrudan ve sürekli yönetimi söz konusu biçimlerden birisidir. Bunun ötesinde parti basınının (gazete ve derginin) redaksiyonuna yardımcı olmak; önerilerde, tavsiyelerde bulunmak, bilgilendirmek, mali olarak desteklemek, basın ve yayınevini maddi, manevi desteklemek, tecrübeli parti gazeteci ve yazar kadroların katkısını sürekli kılmak vs. vs. Parti basınını, proleter gazeteciliği desteklemenin oldukça etkili bir biçimi de, parti organlarının, parti önderliğinin ve okurların eksiklik ve hatalar üzerine uyarı ve eleştirileridir. Yani bir yerde aşağıdan denetlemedir. Bunları; uyarı ve eleştirileri dikkate almayan parti basını, partinin gelişmesine doğrudan engel olur. Böyle bir basın, ölüme, yok ol maya mahkumdur.
2.7 - Parti basını ve önderlik sorunu
Marks ve Engels, parti basınının parti tarafından yönlendirilmesi sorunlarıyla 1860’lı yıllardan itibaren yoğun bir şekilde ilgilenmek zorunda kalmışlar ve bugün de bizlere yol gösteren anlayışlar geliştirmişlerdir. 19.yüzyılın ‘ 60 ’ lı yıllarından itibaren işçi hareketi önem kazanmaya başlamış, I. Enternasyonal kurulmuş ve onun basın sorunu, çeşitli ülkelerde kurulan partilerin basını ve birbirleriyle ilişkileri gündeme gelmişti. Marks ve Engels, bir bütün olarak proleter gazeteciliğin bu sorunları, basın ve parti arasındaki ilişkiye ve partinin basını yönlendirme sorununa çözüm getirmişlerdi.
2.8 - Devrimci basının başarılı faaliyeti, partinin yönetimi ve önderliğine bağlıdır.
Partinin, basınına önderlik etme ve yönlendirme zorunluluğu, parti basınının amaç ve etkisinin, parti hukukunun doğrudan bir ifadesidir. Parti, devrimci gazeteciliğini sürekli kontrol etmek, yönlendirmek, giderek genişleyen ve derinleşen kurumlaşmasını ve başka düşüncelerden; anti-marksist düşüncelerden bağımsızlığını sağlamak zorundadır. Partinin teorik-siyasi çizgisinin bağımsızlığını korumanın güvencesi kolektif irade üretim yönetim ve denetimdir. Bunun örgütsel mekanizmasını ve işleyişini kurmaktır. Parti basınında yönetim ve denetim, bireylerin iradesine ve vicdanına terk edilemez. Parti basını veya bir bütün olarak devrimci gazetecilik, demokratik merkeziyetçiliğin ilkelerine uyumluluk içinde partinin teorik siyasi önderliğine ve parti çizgisine bağlı olmak zorundadır.
2.9 - Partinin, basınına nasıl, hangi biçimde önderlik edeceği somut duruma bağlıdır.
Somut durum nasıl ve ne denli değişirse değişsin ve buna bağlı olarak önderlik biçimi nasıl olursa olsun, esas olan, her koşul altında basın faaliyetinin; bu parti çalışmasının içerik ve amacının gözardı edilememesidir.
Mark ve Engels’in bu anlayışını geliştiren Lenin, marksist teorinin yaygınlaştırılmasında önemli rol oynayan devrimci basının ve bir bütün olarak devrimci gazeteciliğin taraflı olması gerektiğini vurgulamıştır. O, “parti örgütü ve parti literatürü” makalesinde konuya ilişkin olarak şöyle der:
“Öyleyse, parti literatürünün ilkesi... neden ibarettir? Bu, sadece, sosyalist proletarya için literatürfaaliyeti, tek tek bireylerin ve grupların kazanıldığı kaynak olmamalıdır. O, hiçbir şekilde genel proleter davadan bağımsız, kişisel mesele olmamalıdır. Kahrolsun partisiz literatürcüler! Kahrolsun, literatürcü olağanüstü insan! Literatür faaliyeti, genel proleter davanın bir kısmı, bütün işçi sınıfının bütün siyasi bilinçli öncüsü tarafından harekete geçirilen bütünlüklü, büyük sosyal demokratik mekanizmasının bir ‘vidacığı ’, bir ‘çarkçığı ’ olmamalıdır. Literatür faaliyeti, örgütlü, planlı birleşik sosyal demokratik parti faaliyetinin bir bileşeni olmalıdır...
“...Şüphesiz ki literatürcü üretim alanında şahsi inisiyatif ve şahsi eğilimler için geniş hareket alanını, fantazi ve düşünceler, içerik ve biçim için hareket alanını sağlamak mutlaka zorunludur. Bunların hiçbirisi tartışma götürmez, ama bunların hepsi, sadece, proletaryanın parti çalışmasının literatür bölümünün proletaryanın parti çalışmasının diğer bölümleriyle şabloncu biçimde eşit addedilemeyeceğini kanıtlar. Bunların hepsi, burjuvazinin ve burjuva demokrasisinin gözünde yabancı ve tuhaf tezi; literatür faaliyeti mutlaka ve her halükarda sosyal demokratik parti çalışmasının diğer bilimleriyle ayrılmaz bağlı bir bölüm olmak zorunda olmasını asla çürütmez. Gazeteler, çeşitli parti örgütlerinin organları olmalıdırlar. Literatürcüler mutlaka, parti örgütlerine dahil olmalıdırlar. Yayın evleri, depolar, dükkanlar ve okuma odaları, kütüphaneler ve kitap dağıtımcılığı bütün bunlar partiye tabi olmalıdır ve ona hesap vermelidir. Bütün bu faaliyet, örgütlü, sosyalist proletarya tarafında izlenmeli ve kontrol edilmelidir” (C.10, syf.30/31).
Şüphesiz ki, parti faaliyetinde romancı, tiyatrocu, şair, gazeteci, teorisyen vb. çalışmalarına da yer olacaktır. Bu alanlardaki faaliyetin kendine özgü özellikler, özel yetenek ve birikimler gerektirdiği de bir gerçek. Bu anlamda bir “özerklik”ten söz edilebilinir. Ne var ki, devrimci basın vb. alanlarında çalışanların da parti normları ve kurallarına bağlı olarak yaşamlarını düzenlemeleri, örgütlemeleri, bir savaşçı partinin militanı olmanın gereğidir. Kendisini, birçok bakımlardan parti denetiminin ve işleyişinin dışına atan, bunu bu türden bireysel inisiyatif, eğilim, yetenek ve “iş”lerle açıklamak “özerk” ya da “serbest” takılmayı haklı kılamaz. Aksine devrimci bireyin küçük burjuva alışkanlık ve yaşam tarzını partiye dayatmasıdır. Parti örgütlerinin bu türden kurumlarında çalışan, partili yaşam ve disipline gelmeyen yaklaşımlarla uzlaşmaları, bu zaaflar içinde olanları oldukları gibi kabul etmeleri, bu ilişki tarzı ve biçimine kendilerini alıştırmaları ya da görmezden gelmeleri Leninist parti çalışmasıyla bağdaşmaz. Parti basınında çalışan her partili, yaşamı ve çalışmasıyla parti denetimine tabidir, “parti örgütlerine dahil” olmak zorundadır.
2.10 - Devrimci/ proleter gazeteciliğin enternasyonal karakterinin de meşruluğu tartışma götürmez.
Marks ve Engels, ulusal devrimci basının, yani çeşitli ülkelerdeki (ulusal) devrimci basının enternasyonal birliğine/ birleşmesine ve uluslararası burjuvaziye/ düşmana karşı enternasyonal periyodik basın cephesinin oluşturulmasına büyük önem vermişlerdir. Daha 1846’da Marks ve Engels, bu amaçla, “Komünist Yazışma Komitesi”ni oluşturmuşlardı. Marks, PJ. ProudhonŞ yazdığı 5 Mayıs 1846 tarihli mektubunda konuya ilişkin olarak şöyle der:
“Bizim yazışmamızın temel amacı, ...Alman sosyalistlerinin Ingiliz ve Fransız sosyalistleriyle bağını kurmaktır, yabancıları, Almanya ’da gelişen sosyalist hareketler üzerine bilgilendirmek ve Almanya ’daki Almanları da Fransa ve Ingiltere ’deki sosyalizmin ilerlemesi üzerine bilgilendirmektir. Bu usulle görüş ayrılıkları ortaya çıkabilir ve düşünce teatisine ve tarafsız bir eleştiriye varılabilir. Ulusal darlıktan sıyrılmak için, bu, sosyal hareketin literatür ifade biçiminde olması gereken adımdır” (C.27, syf.442).
Marks ve Engels, “Yazışma Komitesi” vasıtasıyla o dönemin devrimci demokratik ve işçi hareketinin enternasyonal birliğini sağlamışlardır. Bu, ifadesini I. Enternasyonal’de buluyordu. Uluslararası komünist ve işçi hareketi, enternasyonal gazeteciliğin, en etkili ve en gelişmiş durumuna III. Enternasyonal döneminde ulaşmıştır.
3-İşçi Sınıfının Siyasi Silahı Olarak Devrimci Gazetecilik
3.1 - Günceli yakalayamayan devrimci basının ve dolayısıyla komünist partinin hitap ettiği yığınlar üzerindeki etkisi zayıf kalır.
Marks ve Engels, Bebel, Bracke, Liebknecht vd. yazdıkları 17/18 Eylül 1879 tarihli “Sirküler Mektup”larında şöyle derler:
“Parti... Şimdiye kadar neredeyse bütün pratik hale gelen ekonomik sorunlarda bulanık ve kararsız tavır aldı... Bunun nedeni, parti organlarının, özellikle de “Ileri”nin bu sorunu esaslı bir şekilde tartışacağına, sempatiyle, gelecek toplum düzeninin konstrüksiyonuna (yapılanışına-çn) önem vermemesidir. ” (C.19, syf.158).
Şüphesiz ki burada Marks ve Engels, gelecek (sosyalist) toplumun nasıl şekilleneceğine kafa yormayın demiyorlar, ama acil sorunları bir kenara bırakarak, geleceği anlatarak yığınların kazanılamayacağını açıklıyorlar.
Pratik iktisadi ve sosyal sorunları işlemede, açıklamada ve takip etmede parti basınının gelişmesi bir ihtiyaçtır. İvedi ve yakıcı iktisadi sorunların açıklanan gazetenin önemli görevidir.
Engels, L. Laforgue’e yazdığı 13 Ekim 1891 tarihli mektupta güncelliğe değinerek şöyle der: “Sana bir makale yazıyorum. Sonunda pratik sorunlar ele alındığı için onu, ancak, yayından hemen önce gönderebilirim ve nihai biçimini verebilirim...Hemen basılmaz ve yayımlanmazsa güncel bir makale yazmanın olanaksız olduğunu takdir edersin ” (C.38, syf.177).
Öyleyse, güncellik konusunda Marks ve Engels gibi duyarlı ve yaratıcı olmak zorundayız. Ancak bu şekilde marksist leninist komünistlerin basını, bir bütün olarak gazeteciliği, hitap ettikleri yığınları azami etkiler ve mücadeleye seferber eder.
3.2 - Devrimci basın somut olmak zorundadır.
Marks ve Engels, devrimci gazeteciliğin gelişmesinde gerçeklerin araştırılmasına büyük önem vermişlerdir. Ve devrimci gazetecilikte dedüksiyona (tümden gelme), endüksiyona (tüme varıma), sentez ve analize vurgu yapmışlardır. Tabii bu, bir yöntem sorunudur; gazetecilikte, yazım yaşamında marksist diyalektik yöntemin kullanılmasıdır. Marks ve Engels, devrimci basının redaktör ve yayımcılarıyla mektuplaşmalarında bu sorunu ele almışlar ve sürekli, somut olmayı talep etmişlerdir. Somutluk, ancak ve ancak gerçeklerin ele alınması ve örneklemeyle sağlanabilir. Örneğin Engels, “gerçekler yerine fantazi” üzerine yazı talep eden okurlar için yazmayı reddetmiştir (Bkz. C.34, syg.50, Engels’in Marks’a yazdığı 19 Temmuz 1877 tarihli mektubundan). Engels, yazılarını gerçekler üzerine inşa ediyordu.
3.3 - Devrimci gazetecilikte somutluk, eleştirinin isabetliliğinin/ verimliliğinin ilk ve en önemli koşuludur.
Somutlukta esas olan, kişiye, yazara saldırı değil, ele alınan konudur. Daha 1843’te, Marks, konuya ilişkin şöyle diyordu: “Basın, durumları teşhir etmelidir, ...kişileri değil. ” (C.1, syf.174). Aynı yerde Marks, kamu tarafından bilinen bir durumu başka türlü açıklama olanağı yoksa kişinin teşhiri de yapılabilir der. Daha sonraki yazılarında Marks, eskiyi, sömürü ve zulmü savunanların, hakim sınıf temsilcilerinin acımasız eleştiri ve teşhirini doğru bulmuştur. Bu anlayışta olan Lenin ve Stalin de hakim sınıf unsurlarının acımasız eleştirisine önem vermişlerdir. Örneğin Lenin, “Gazetelerimizin Karakteri Üzerine” makale sinde basının “kötülüğün somut taşıyıcılarına karşı” acımasız, gerçekten devrimci bir savaş yürütme görevi olduğunu yazar (Bkz. Lenin, C.28, syf.88).
3.4 - Eleştirel yayımlarda somutlukta esas olan, eleştiriye temel teşkil eden gerçeklerin doğru ve itinalı seçimidir.
Eleştirilen olgu ile ilgili olarak durumlar, gerçekler ve kişiler, tesadüfi, tali olmamalıdırlar, olguyu temsil gücüne sahip olmalıdırlar. Ancak bu şekilde doğruları açıklayabilir ve etkimizi genişletebiliriz.
3.5 - Popüler yazma sanatı.
Hitap edilen kitleyi, ele alınan konu üzerine etkilemenin bir yolu da yazma biçimidir. Devrimci basında ele alınan konular, içerik, herhangi bir kayba uğratılmadan ve geri plana itilmeden oldukça anlaşılır, ilgi çekici yazılmalıdır. Marks, “ücretli iş ve sermaye” makalesinin girişinde şöyle der:
“Oldukça basit ve popüler izah etmeye çalışacağız ve bizzat, politik ekonominin en elementer kavramlarını bile ön koşul yapmayacağız. işçiler tarafından anlaşılır olmak istiyoruz” (C.6, syf. 398).
Sözlü anlaşılır olmanın yöntem ve biçimi yazılı anlaşılır olmanın yöntem ve biçimiyle aynı değildir. Devrimci basın, yazılı ve sözlü propaganda ve ajitasyonda yöntem ve biçim farkına dikkat etmek zorundadır. Engels, E. BernsteinŞ yazdığı 27 Şubat 1883 tarihli mektubunda “kürsüde ve sözlü tartışmada uygun ve mutad olan, basılınca oldukça kötü olabilir” diyerek yazıda biçim ve stilin önemine dikkati çeker (C.35, syf.442).
Devrimci basın, popüler ve anlaşılır yazmayı, basitleştirme, kabalaştırma olarak anlamamalıdır. W. Liebknecht şöyle der: “Hiç kimse Marks’tan daha çok, bilimin kabalaştırılmasından yani çarpıtılmasından, yüzeyselleştirilmesinden ve ruhsuzlaştırılmasından nefret edemezdi, ama hiç kimse kendini ifade etmede ondan daha fazla yeteneğe sahip değildi” (Berlin, 1964, syf. 61).
3.6 - Teorik inceleme, araştırma ve donanımı süreklileştirmeden devrimci gazetecilik yapılamaz.
Devrimci teorinin Marks ve Engels tarafından oluşturulması ve geliştirilmesi, devrimci gazeteciliğin oluşması, gelişmesi ve görevle rinin belirlenmesi anlamına gelir. Devrimci teorinin pratikle birleşmesi, sosyal gerçekliğe müdahale, verili toplum düzeninin değiştirilmesi için mücadele anlamına gelir. “Neue Rheinische Zeitung’un İlk Basın Mahkemesi”ndeki savunma konuşmasında Marks, “Basının ilk görevi, mevcut siyasi durumun bütün temellerini aşındırmaktır” tespitini yapar (C.6, syf.234). Sınıflı/ sömürüye dayanan toplumda devrimci basının bu temel görevi değişmez. Dün de aynıydı, bugün de aynı. Devrimci basın, bu temel görevinin iki yönü olduğunu unutmamalıdır: Birinci yön, siyasi mücadeledir. Devrimci basın, bir bütün olarak devrimci gazetecilik, bu mücadeleyi, mevcut düzene ve onun savunucularına karşı yürütür. İkinci yön ise, bu mücadele içinde hitap edilen, verili sömürü düzeni yıkacak ve yeni/ sosyalist düzeni kuracak olan yığınları; işçi sınıfı ve emekçileri eğitmek ve mücadeleye sevk etmektir.
3.7 - Devrimci gazetecilik, proletaryanın siyasi bir silahıdır.
Devrimci basının bu rolünü Marks ve Engels, sürekli vurgulamışlardır. Onlar, devrimci gazeteciliğin araçlarının, sömürü düzenini yıkmak için mücadele eden proletaryanın elinde politik bir silah olması gerektiğini sürekli dile getirmişlerdir. Engels, A. Bebel’e yazdığı 4 Ağustos 1879 tarihli mektubunda, “partinin, her şeyden önce siyasi bir organa ihtiyacı var” der (C.34, syf.386). Bu anlayışı Lenin de “Ne ile Başlamalı?”da “Nihayetinde, mutlaka bir siyasi gazeteye ihtiyacımız var” diye ifade eder (C.5, syf.10).
3.8 - Devrimci gazeteciliğin proletaryanın siyasi bir silah olması, onun bilinçlenmesinin ve ulusal ve enternasyonal örgütlenmesinin de bir aracı olması anlamına gelir.
Devrimci basın, marksist teorinin yaygınlaştırılmasında, işçi ve emekçi yığınlara (ulusal ve enternasyonal alanda) ulaştırılmasında, görüş teatisinin gerçekleştirilmesinde ve nihayet proletaryanın (ulusal ve enternasyonal) örgütlenmesinde belirleyici önemi haiz bir araçtır. Bu konuda Marks, 9 Mart 1869 tarihli bir açıklamasında şöyle der:
“Her ülkede işçi seksiyonları ve çeşitli ülkelerde işçi sınıfı, mevcut gelişme aşamaları için koşullar çok farklı olduğundan, ...onların, gerçek hareketi yansıtan teorik görüşleri de keza çeşitlidir.
“Enternasyonal işçi Birliği ’nin hayata geçirdiği eylemin ortaklığı, çeşitli ulusal seksiyonların organları vasıtasıyla kolaylaştırılan düşünce teatisi ve genel kongrelerdeki dolaysız tartışma, .. .giderek ortak teorik bir programın oluşturulmasında etkisiz kalmayacaktır” (C.16, syf.348).
İşçi sınıfının siyasi mücadelesi, onun siyasi, teorik eğitimi ve örgütlenmesi, aynı zamanda, devrimci gazeteciliğin rolünü de belirler. Burjuva toplumda genel, kamuoyu tarafından bilinen düşünce/ görüş sınıfsal karakter taşır.
Nasıl ki, burjuvazi kendi düşüncesini tüm topluma mal ediyorsa ve bunda da basını önemli bir araç olarak kullanıyorsa, işçi sınıfı da kendi basınını öyle görmelidir. “Gazetenin kamu görüşü üzerinde kesintisiz ve sürekli etkide bulunabilmesi için... ” (K. Marks).
Burada kamuoyunu oluşturmada ve etkilemede devrimci basına yüklenen görevi görüyoruz.
4-Devrimci Gazeteciliğin İlkeleri
4.1 - Gazetecilikte İlke Kavramının Tanımı
İlke kavramının nesnel ve öznel olmak üzere iki özelliği/ tarafı vardır. Bu iki taraf, bir madalyonun iki yüzü gibi, bir bütünselliği, bir arada olunduğunda belli bir bütünü oluşturmayı ifade eder. Yani bu nesnel ve öznel taraf birbirinden ayrılmaz.
Öznel yan, ilkelerin, tespit etme yeteneği olanlar tarafından (örneğin aydınlar, yazarlar, ideologlar vs.) bilinçli olarak tespit ve formüle edilmelerini ifade eder. İlke tespiti, ideologların ve teorisyenlerin toplumsal pratiğin araştırılması, genelleştirilmesi temelinde, siyasi gelişmelerin tecrübelerinin analizi temelinde yapılır. Marks, bu anlayıştan hareketle şöyle der:
“Burjuvazinin yazarlarının feodalizmle mücadeleleri döneminde tespit ettikleri ilkeler ve teoriler, pratik hareketin teorik ifadesinden başka bir şey değillerdi” (C.4, syf.357).
Aynı konuda Engels de “Anti-Dühring”de şöyle der:
“ilkeler, araştırmanın çıkış noktası değil, bilakis sonucudurlar; onlar, doğa ve insan tarihine uygulanmazlar, bilakis onlardan soyutlanırlar (çıkartılırlar, çn); doğa ve insanlık alemi kendini ilkelere göre düzene koymaz, tersine ilkeler, doğa ve tarihle uyumluluk içinde oldukları oranda doğrudurlar. Bu, meselenin yegane marksist kavranışıdır”(C.20, syf.33).
Demek oluyor ki, ilkelerin doğruluğunun/ gerçekliğinin kıstası, doğayla, toplumsal pratikle, “pratik hareket” ile ne denli uyumlu olup olmadığıdır. Marks ve Engels’in bu anlayışlarından hareketle Lenin, ilke anlayışını parti basınına da uygulamıştır. O, bu konuda şöyle der:
“Sosyalist-proletarya parti literatürü ilkesini tespit etmeli, bu ilkeyi geliştirmeli ve oldukça tam ve bütünlüklü gerçekleştirmelidir” (C.10, syf.30, “Parti Örgütü ve Parti Literatürü” makalesinden).
Öyleyse; ilke, teorik ve ideolojik karakter taşır. Bu nedenle, siyasi ve ideolojik mücadele, aynı zamanda, “ilkelerin mücadelesi” (Marks, C.1, syf.55) biçiminde de sürdürülür. Bu ilkeler, siyasi partiler, çeşitli sınıf örgütleri, ideolojik akımlar vb. tarafından bilinçli olarak tespit edilirler. Basın da bu mücadelenin sürdürüldüğü alanlardan birisidir ve orada da ilkeler söz konusudur.
İlkelerin içeriği, onları tespit edenlerin iradesine ve arzularına, subjektif niyetlerine bağlı değildir. İlke, nesnelliği, gerçeği yansıtmak zorundadır: İlke, pratik hareketin ifadesi olmak zorundadır. “Pratik hareketin teorik ifadesi (olarak ilkenin), şu veya bu şekilde dogmatik, ütopik, doktriner olup olmadığı, gerçek hareketin az veya çok gelişmiş bir aşamasına ait olup olmadığı tam takip edilebilir” (C.4, syf. 357).
Demek oluyor ki, marksist leninist komünistlerin tespit ettikleri ilkeler, “gerçek hareketi”, “pratik hareketi”, toplumumuzun, sınıfların, mücadelenin nesnel durumunu yansıtmak, ifade etmek zorundadırlar.
İnsan, toplumsal gelişmenin yasalarını kavradıktan sonra faaliyetinde özgürdür, ona yön veren, yaşamını ve faaliyetini yönlendiren bu yasalardır. O, yapılması gerekeni yapmak için hiçbir engel tanımaz, zulüm ve ölüm pahasına da olsa. İnsanlar, somutta da teorisyenler ve ideologlar, toplumsal yaşamın, “pratik hareket”in içeriğini ve nesnel karakterini ne kadar derin ve kapsamlı kavrarlarsa ilkelerin formülasyonunda da o denli özgür olurlar. Burada söz konusu olan, partinin, basının faaliyeti için ilkelerin etkisi ile bilginin gerçekliği arasında tam bir bağ vardır: İlkeler ne denli bilimsel olurlarsa, ne denli nesnel gerçekliği yansıtırlarsa partinin faaliyetine o denli güvenilir kılavuz olurlar.
Marks ve Engels “Komünist Manifesto”da konuya ilişkin olarak şöyle derler:
“Komünistlerin teorik anlayışları asla, şu veya bu dünya iyileştiricisi tarafından uydurulan veya keşfedilen ilkelere, düşüncelere dayanmazlar. Onlar, sadece, var olan sınıf mücadelesinin, gözlerimiz önünde cereyan eden tarihsel hareketin gerçek ilişkilerinin genel ifadesidirler” (C.4, syf.474/475).
Nesnel gerçekliği ifade eden düşünceler olarak ilkeler, partinin pratik faaliyetinin felsefi yöntemsel temelinin ifadesi olarak ilkeler, partinin ve basınının bütün faaliyetinin karakter ve yönünü birçok bakımdan belirler. Komünist partinin genel ilkeleri, parti faaliyetini çeşitli açılardan belirlemek ve yönlendirmek için somutlaştırılmak zorundadır. Devrimci basının/ gazeteciliğin ilkeleri de partinin genel ilkelerinin somutlaştırılmasının ifadesidir.
4.2 - Taraflılık
Devrimci gazeteciliğin en önemli ilkesi taraflılıktır. Taraflılığı ifade etmeyen bir devrimci/ proleter/ sosyalist gazetecilik düşünülemez. Taraflı; sosyalist taraflı oluştan ne anlaşılmalıdır? Komünist partinin görüşlerinin bilinçli ifadesinin parti basını tarafından kavranması ve topluma yansıtılması. Partinin basını, partinin programının gerçekleştirilmesinde, teorik-siyasi çizgisinin uygulanmasında, işçi sınıfının sınıfsal amacına ulaşmasında görevini yaptığı oranda partinin basını olmayı hak eder. Komünist parti, her koşul altında proletaryanın sınıf sal hedef ve amaçlarının gerçekleşmesi için, sosyalizm/ komünizm için mücadele eder. Sosyalist basın da bu mücadelenin önemli bir aracıdır.
Sosyalist taraflılık, sınıf mücadelesinin dayattığı bütün sorunlara, her bir olaya ve gelişmeye sınıfsal yaklaşım anlamına gelir. Sosyalist görüş açısıyla bakma ve değerlendirme anlamına gelir. Sosyalist taraflılık, ilkeselliktir, ilkesizliğin; siyasi renksizliğin/kemiksizliğin ve kişilliksizliğin reddidir. Bu, basın için de geçerlidir. Sosyalist basın, ancak ve ancak proletaryanın ve emekçi yığınların sesi olabilir.
Sosyalist taraflılık, ilke sağlamlığı, ilkesel tutarlılık ve tavizsizlik demektir. Partinin düşüncelerini kavramayan basın, taraflı olmada yalpalar, ilkesizliğe düşer, uzlaşır ve tavizkar olur. Öyle ki, gücü ve inancı başka yerde arar, sürüklenir ve nihayetinde kuyrukçu olur. Böyle bir basın oportünizme, revizyonizme, burjuva ve küçük burjuva milliyetçiliğe, bir bütün olarak anti-marksist düşüncelere karşı mücadelede yetersiz kalır.
4.3 - Düşünce İçeriği
Sosyalist basının ikinci önemli bir ilke si de marksist düşünce içeriğine sahip olmasıdır. Şu veya bu konuda değil, bütün konularda, daha doğrusu sosyalist basın bütün faaliyetinde marksist teori ve düşünce tarafından yönlendirilmelidir. Proleter dünya görüşü, sosyalist basına damgasını vurmalıdır. Sosyalist basının, proleter dünya görüşünü ne derece özümseyerek, onun tarafından yönlendirildiği, onun ne denli bilimsel olduğunu da gösterir. Sosyalist basın bilimsel olmalıdır ve onun bilimselliği de düşünce içeriğine bağlıdır. Marksist teorinin, sınıf mücadelesinin özümsenmesi/ kavranması, komünist hareketin gelişmesinin “olmazsa olmaz” koşuludur.
Sosyalist taraflılık ve düşünce içeriği arasında kopmaz bir karşılıklı koşullanma ve ilişki vardır. Bu, diyalektik bir ilişkidir. Parti, taraflılık, düşünce içerik kavramlarına işaret eder. Engels, A. Bebel’e yazdığı 14 Kasım 1879 tarihli mektubunda şöyle der:
“Alman Partisi, başından beri, bizim teorik tespitlerimize dayanarak gelişti. Ama tam da bu nedenle, Alman partisinin pratik duruşunun, yani parti yönetiminin, kamuoyuna açıklamalarının genel teori ile de ahenk içinde kalması (aç SP) bizi ilgilendirir” (C.34, syf.421).
Burada Engels, biz derken kendini ve Marks’ı, Alman Partisi derken proleter partiyi, teorik tespitlerimiz derken marksist teoriyi kastediyor ve bunların, taraflılığın ve içeriğin kopmaz diyalektik birliğini, teori ve “pratik duruş”un uyumunu, karşılıklı etkilenmesini ve birbirlerini koşullamalarını gösteriyor.
Sosyalist basında marksist düşünce içeriği, onun nesnelliğinin ve gerçeğe sadık kalmasının ifadesidir. Nesnellik ve gerçeğe sadık kalmak, abartıyı, ‘ben böyle istiyorum o halde gelişme böyledir’ anlayışını, gönülde ve kafadan geçeni, yani sübjektivizmi reddeder. Nesnellik, olayları ve gelişmeleri “yaşasın-kahrolsun” edebiyatıyla açıklamayı dışlar. Toplumsal gelişmenin, işçi sınıfı ve emekçilerin sosyal durumunun izahında/ açıklanmasında nesnel olamayan, gerçeği olduğu gibi veremeyen bir basın, sosyalist basın ilkelerine uymuyor demektir. Sosyalist basının görevi, aynı zamanda, proletarya ve emekçi yığınları nesnel durum ve gerçeklik üzerine bilgilendirmektir. Bu anlamda sosyalist basın ne denli nesnelliğe ve gerçekliğe sadık kalıyorsa, o derece bilimseldir.
Sosyalist basın, olguları itina ile olduğu gibi yansıtmak zorundadır. Devrimci gazetecilikte yaşamın gerçekliği, olguların itina ile yansıtılması gerçekliğidir. Gerisi, kelimenin tam anlamıyla çarpıtmadır, yalandır, kamuoyu önünde küçük düşmedir. ikna gücünün olmamasıdır. “İleri”nin bu durumuna tepki duyan Engels, A. Bebel’e yazdığı 6 Temmuz 1892 tarihli mektubunda “Onlar (îleri’nin çalışanları-SP) kendilerini ve bizi bütün dünyanın gözü önünde mutlaka gülünç yapmak zorundalar mı? ” der.
Marks, Engels, Lenin ve Stalin bilimsel ve gazetecilik çalışmalarında nesnellikten ve gerçeği yansıtmaktan, materyalleri itina ile incelemekten bir milim sapmamışlardır. Örnek olsun diye P. Lafargue’nin Marks hakkındaki düşüncesini aktaralım:
“Marks, sürekli, oldukça itinalı çalışırdı. En iyi otoritelere dayanmayan sayı veya olguyu yansıtmazdı. îkinci elden haberlerle yetinmezdi; ne kadar yorucu olursa olsun, sürekli bizzat kaynağa giderdi. Tali bir olgu için Britanya Müzesi’ne koşar, oradaki kitaplardan konu üzerine tam kanaat sahibi olurdu...Onun edebi vicdanı bilimsel vicdanı gibi titizdi. Emin olmadığı bir olguya asla dayanmazdı. Öyle ki, tam olarak araştırmadığı bir şey üzerine konuşmazdı bile” ( syf.333/334).
4.4 - Sınıfa, halka bağlılık
Sosyalist basının önemli bir ilkesi de hitap ettiği yığınlara; işçi sınıfına ve bir bütün olarak halka bağlılığıdır. Feodalizme karşı mücadelesinde devrimci burjuvazi, öncelikle bir sınıf olarak değil, bütün toplumun temsilcisi olarak hareket etmiştir. Marks ve Engels, “Alman ideolojisi”nde bunu şöyle açıklarlar:
“Her yeni sınıf, yani kendinden önce hakim olan sınıfın yerini alan sınıf, amacına ulaşmak için de olsa, kendi çıkarını toplumun bütün üyelerinin ortak çıkarı olarak sunma, yani ideal ifade edilirse; düşüncesine genellik biçimi verme gereğini duyar... Devrimci sınıf daha başından, bir sınıfın karşısında olduğu için sınıf olarak değil, bilakis bütün toplumun temsilcisi olarak hareket eder. Yegane hakim sınıfın karşısında toplumun bütün kitlesi olarak görünür, o bunu yapabilir. Çünkü başlangıçta gerçekten, daha ziyade, onun çıkarı diğer bütün hakim olmayan sınıfların ortak çıkarlarıyla bağlam içindedir, çünkü onun çıkarı o zamana kadarki ilişkilerin baskısıyla özel bir sınıfın özel çıkarı olarak henüz gelişememiştir” (C.3, syf.47/48).
Dün burjuvazinin oynadığı bu rolü, feodalizme karşı bütün sınıf ve tabakaların temsilcisi olma rolünü, bugün proletarya, burjuvaziye karşı bütün emekçi yığınların öncüsü ve temsilcisi olarak üstlenmiştir. Her iki durumda da hakim sınıf karşısında diğer halk kesimlerinin çıkarlarıyla belli bir ortaklık ve onları da temsil etme durumu söz konusudur. Ama burjuvazi ve proletaryanın “bütün toplum”a bağlılıkları arasında nitel fark vardır. Burjuvazi, nihayetinde bunu, kendi sınıfsal iktidarını kurmak için yaparken, yani feodalizme karşı burjuva düzen için yaparken, proletarya, sömürü düzenini, her türden özel mülkiyeti ve bütün sömürü ilişkilerini ortadan kaldırmak için yapar.
Marks’ın dediği gibi devrimci basın, “halkın içindedir, onun bütün umutlarını ve korkularını, onun sevgisini ve kinini, onun sevincini ve üzüntüsünü samimi olarak hisseder” (AçSP) (C.1, syf.153). Bu, işçi sınıfı ve halkla bütünleşmedir. Onun organik bir parçası olabilmedir. Sınıf kini ve bilinci ile işini yapmadır. Proleteryanın komünizm davası militanı olabilmedir.
Marks, Engels, Lenin ve Stalin, sosyalist basının halka bağlılığını, sadece proletarya ve emekçi yığınların çıkarlarını savunmasında görmüyorlar. Onlar, sosyalist basının yığınlara olan bağlılığını, hitap edilen kitlenin sosyalist basında çalışmasında da görüyorlar. Her proleter, her işçi, her emekçi sosyalist basında çalışabilme olanağına sahip olmalıdır. Her okur, her proleter, her işçi vs. sosyalist basında yazmalıdır. Sosyalist basın, sayfalarını işçi sınıfına ve emekçi yığınlara, onların sorunlarına, mektuplarına ve taleplerine açmalıdır.
işçileri, sosyalist basın faaliyetine çekmek, onların yazın faaliyetine katılmalarını sağlamak, işçi muhabirlerinden oluşan ve ülkenin her tarafına yayılmış bir ağ kurmak, işçi mektuplarından nefes alamayacak duruma gelmek, sosyalist basını güçlü ve etkili kılar. Bu durum onun kitle bağlarının ne denli derinleşmiş ve kapsamlaşmış olduğunu da gösterir.
Yığınlarla bağ, salt bir örgüt sel/ örgütlenme sorunu olarak görülemez. Bu bağın, devasa bir ideolojik anlamı vardır. Kitle ile bağ, parti-basın-yığın arasında, yukarıdan aşağıya, aşağıdan yukarıya bilgi akışı, denetim, kontrol ve hataları zamanında görme ve düzeltme demektir. Engels, “Alman hareketi, önderliğin bütün hatalarını, sürekli, kitleler vasıtasıyla düzeltme özelliğine sahip” derken tam da bunu kastediyordu.
Aşağıdan sınıfların, işçi ve emekçilerin denetimine, eleştiri ve uyarılarına açık olmak, çalışmalara onların yaratıcılığı, üreticiliği ve hareketinin katılımı da devrimcidir; basının bunu gözeterek kendisini hatalardan arındırması ve yeniden örgütlemesi de devrimcidir.