Yasalcılığın tek bir anlamı vardır; devrimci örgütü tasfiye etmek, ve faşist diktatörlüğün sınırlarına boyun eğerek onun izin verdiği türden faaliyetlerde bulunmak üzere yine izin verdiği türden örgütlemek. Program ve taktiklerden, devrimci geleneklerden vazgeçmek, örneğin insan hakları platformuna gerilemek, reformculuk. Parti kendisini yasal olarak örgütleyebildiğine göre kendi şahsında 'gerçekleşmiş ’ örgütlenme vb. özgürlüğü gibi siyasal özgürlüklerin en azından esas olarak varlığını savunarak demokrasi için savaşmaktan vazgeçmek, en çok onu 'genişletme ’ ve bunun için anayasal düzenlemeler platformuna sürüklenmek! Ama bu durumda devrimci iddiasında bulunma sahtekârlığı yapılmamalıdır. " (Özgürlük Dünyası, Sayı: 77, Sayfa, 34-35).
Bu satırlar TDKP yasalcı ve tasfiyeci bir konuma savrulurken kitlesini, kendi girmekte olduğu yolun doğruluğuna (!) inandırmak için söylemek zorunda kaldığı gerçeklerdir. Birçok hareket, sağ tasfiyecilik yüzünden ya tarihe karışmış, ya da kendisini düzen sınırları içine hapsetmiştir. Bu yazıda geçmiş deneyimlerinden çok somut bir şekilde önümüzde duran ve tarihi içinde sınıf hareketinin çıkarabileceği bazı olumlu ve olumsuz deneyimler de barındıran TDKP’nin tasfiyesi ele alınacak.
TDKP, ‘80 öncesinde en çok kitleye sahip devrimci örgütlerden bir tanesiydi. 12 Eylül faşist darbesiyle tam anlamıyla çöken TDKP, ‘87’ye kadar hiçbir varlık gösteremedi; örgüt fiili olarak tasfiye olmuştu. Ülkede kitle hareketlerinin yeniden kıpırdanma göstermesiyle birlikte TDKP yeniden toparlanma sürecine girdi. Tasfiyecilik sürecinde, içinden birkaç grup ayrıldı, ama asıl gövde yerinde kaldı. 1990 şubat Konferansı, TDKP’nin kitle faaliyetinin yeniden başladığını gösteriyordu. O, kaybettiği kadroları yeniden çeperinde topladı ve geniş sayılabilecek illegal yapısını yeniden kurdu. TDKP örgüt içindeki sağ çizgiyi hiçbir zaman giderememiş, bu çizgiyle tam bir hesaplaşma yaşamamış olmasına rağmen, sınıf çalışmasına yönelme ve düzenli illegal yayın çıkarma konusunda belirli bir gelişme kaydetti. Genel propagandasını, sınıf çalışması ve küçük burjuva devrimci örgütlerin eleştirisi üzerine yoğunlaştırdı. Bu konular üzerine bir dizi kitap ve broşür vb. yayınladı. O, bu yayınlarında “Geleneksel Sol Örgütlenme” tarzına savaş açtı. “Solculuğa” karşı mücadele adı altında belirlenen çizgi, TDKP’nin daha da sağa kaymasına paralel olarak devrimci şiddeti küçümseme ve aşağılama ve devrimci şiddet temelinde her türlü meşru direnmeyi ve eylemi “kör terör” olarak niteleme noktasına kadar vardı. Tabii, böylesi bir eleştiriyi hak eden sınıftan uzak ve devrimciliği salt silahlı eylemlere indirgeyen küçük burjuva devrimci örgütler vardı. Ama, bu eleştirinin ancak komünist devrimci bir bakış açısıyla ve tutarlı bir devrimci pratikle birlikte yapıldığında meşru ve doğru ve etkili olacağının altı çizilmelidir. Böyle bir hattan yürümeyen TDKP, “sol” sapmacıların sınıf hareketine verdikleri tahribata karşı mücadele görünüşü altında, aslında kendi yasalcı -tasfiyeci çizgisinin ve yeniden örgütlenmesinin zeminini döşüyordu.
Müteveffa TDKP, her dönemde temel doğruların sözde savunusunu, kendi liberal yöneliminin örtüsü haline getirmiştir. Bu nedenle Türkiye’de tasfiyecilik ve reformizm konusu ele alınırken, eski TDKP’nin çizgisi başlıca değinilecek çizgilerden birisidir. ÖDP, SİP gibi reformist partiler, her ne kadar bu çizgiyle aynı cephede yer alsalar da temel gelişim ve söylemleri TDKP’den oldukça farklıydı. Aslında TDKP’yi eleştirirken derin saptamalara gerek de yoktu. Çünkü TDKP’nin her yazısı kendi pratiğini teşhir eder nitelikteydi. Yasallaşma sürecine girerken TDKP’nin -siyasal kamuflaj amacıyla- sağ sapmaya karşı yazdığı yazıları tutup yeniden yayınlayacak olursak her biri bir TDKP eleştirisine döner.
TDKP’yi kendi kulvarında önemli hale getiren nedenlerden birisi, kitlesini işçi sınıfı içinde çalışmaya yönlendirmesiydi. Geri ve kuyrukçu bir temelde de olsa sınıf içindeki çalışması ve ML’in genel doğrularını savunması, onu iyi-kötü devrimci saflarda tutuyordu. TDKP’nin bu alandaki deneyimlerinden marksist-leninistlerin bugün de öğrenebileceği dersler yok değildir. Fakat TDKP’nin kendiliğindenci kaba materyalist politikaları mahkum edilmeden ve ML düşünce eleğinden geçirilmeden bu deneyimlerin kendi başına hiçbir değeri kalmaz. Hiçbir devrimci herhangi bir örgütü ele alırken toptancı eleştiri yapma ahmaklığına düşmemelidir. Çünkü marksist-leninistlerin bugüne kadar yaşanmış bütün deneyimlerden ders çıkarmaya ihtiyaçları vardır. Devrimcilerin, “şu örgüt reformist, şu örgüt küçük burjuva, neyini tartışacağız?” diyerek çevresindeki örgütlere toptancı bir tarzda gözünü kapaması, ancak kendisinin yalnızlaşmasını getirir. Her elbise deneyinden komünistlerin alacağı çok şeyler vardır. Bu, söz konusu örgütlerin anti-marksist ve oportünist yaklaşımlarını mahkum etmeye asla engel değildir. Çevresindeki örgütleri yok sayıp, kendini dev aynasında görme hastalığı, zamanla bu örgütleri tasfiye noktasına kadar götürür. Bu açıdan, bir zamanlar yapılmış olan şu eleştiri doğru ve yerindedir:
"TDKP’nin fiziki olarak gücünü işçi sınıfına yöneltmesi sınıf tutumu açısından önemli bir veri olarak kabul edilmelidir. Fakat sınıfa yönelik çalışmanın niteliği, bu çalışmanın kapsam ve içeriğine bakarak materyalist analizin konusu yapıldığında görülmektedir ki, TDKP gitgide kaba materyalizm mevzisine kaymakta, öncünün, sınıfın devrimci dönüşümünün mayası ve öznesi olması yönünde, devrimci iradesini kullanmak yerine, sözde sınıfa bağlanmak adına sınıfın, geri bilinci önünde eğilmektedir." (“TDKP ve TİKB Eleştirisi”, Proleter Doğrultu, Sayı: 2) Reformizmi ve “sol” sapmacılığın sınırlarını iyi çizip mahkum edememek devrimci saflarda her zaman kafa karışıklıklarına yol açacaktır.
Küçük Burjuva Devrimciliği ve Reformizm
İşçi sınıfının tarihsel rolünü kavrayamayan küçük burjuva devrimcileri, eylem ve örgütlenme tarzı, doğal olarak sınıf tan, onun ruh halinden vb. kopuktur. Her ne kadar onlar, kendilerini “sınıfın öncüsü” olarak tanımlasalar da, aslında küçük burjuvazinin “tutkulu öfkesinin kendiliğindenciliğe” önünde secdeye gelme temeli üzerinde kurulmuşlardır. “Sol” oportünizm de zaman zaman sağ oportünizm kadar tehlikeli olabilir. O, devrimci güçleri işçi sınıfından uzaklaştırarak, işçi sınıfını burjuvazinin ve onun ajanlarının yıkıcı ve çürütücü etkisine açık hale getirerek, ya da onları işçi sınıfından kopararak devrimci öncüyü bir mezhep derekesine indirgeyebilir. Sonuç itibariyle burjuva ideolojisinin bir versiyonu olan küçük-burjuva devrimciliği ne kadar radikal görünürse görünsün, son varacağı yer yine düzen içi reformlardır. Lenin “sol” oportünizm için şunları söylüyordu:
“Anarşizm çoğu kez, işçi sınıfı hareketinin oportünist günahları için bir çeşit ceza olmuştur.” (Komünizmin Çocukluk Hastalığı, ‘Sol’ Komünizm, sf. 22) Gerçekten de oportünizme ve tasfiyeciliğe tepki olarak doğan “sol” sapma zamanla tersten bir tasfiye hareketine dönüşmektedir.
‘90 sonrası TDKP’nin “ana çizgisini oluşturan düşünceler iki kitapta toplanmıştır. Bunlardan biri “TDKP Röportajı”, diğeri ise “Küçük Burjuva Devrimciliğinin Eleştirisi” adlı yayınlardır. “TDKP Röportajı” uzun yıllar yapılmayan kongre yerine TDKP’nin “yeni” düşüncelerini ortaya koyuyordu. “Küçük Burjuva Devrimciliğinin Eleştirisi”nde ise devrimci- sol çizgi eleştiriliyor ve sözde ‘proleter sosyalizmi’nin temellerinin nasıl olması gerektiği üzerine vaaz veriliyordu.
“TDKP Röportajı”: Bu yayına yönelik eleştiri hakkımızı saklı tutarak kitapta yazılanlar ve bugünü karşılaştıralım.
"...Öncü işçinin ve devrimcinin devrimci bilincinin, bütün eylemlerine ve yaşantısına kazıması gereken şey şudur: Sınıf mücadelesi hiçbir yasayla sınırlanmayan bir yasadır. İşçi sınıfının mücadelesinde (ister ekonomik, isterse politik olsun), hiçbir yasayla sınırlanmayan bir mücadeledir. Devrimle karşıdevrim ve işçi sınıfıyla burjuvazi arasındaki hiçbir yasayla sınırlanmayan mücadele koşullarında, işçi sınıfının öncüsünü, burjuvazinin yasalarıyla sınırlı bir alana hapsetmek sınıfa en büyük ihanet ve sosyalizme karşı işlenen en bağışlanmaz cinayettir.... Partimiz burjuvazi ve gericilik devrilmediği sürece, illegal temelinin yasadışılığı temel alan örgütlenme ve çalışma biçimleri politikasını koruyacak ve geliştirecektir. Çünkü işçi sınıfının mücadele ve örgütlenme yeteneği ve gerçek savaş gücü ancak bu yoldan kendini kabul ettirebileceği gibi, parti ve örgüt sorununun en önemli unsurlarından biri olan devrimci kadrolar yetiştirme görevi de ancak bu anlayış ve çizgiyle bağlanan örgütlenme ve çalışma içinde yerine getirilebilir". (agk, syf. 126-128) Kuşkusuz burada yazılanlar lafız olarak hiçbir devrimcinin karşı çıkamayacağı temel düşüncelerdir. Ama burada sözkonusu olan, TDKP’nin, yasalcı -tasfiyeci yola girerken içindeki güçlü devrimci potansiyeli ürkütmeme kaygısıydı. “TDKP Röportajı”ndan okumaya devam edelim:
"Partimiz 2. Kongresi’ni sadece parti üyeleri ve organlarını değil, somut bir görev üstlenerek parti faaliyetine katkıda bulunan her işçinin, emekçinin, gencin ve aydının aktif olarak katıldığı bir tartışma sürecinde partimizin işçi örgütlerinin toplamının yenilenmesi çalışmasına da temel atılmasına bağlı olarak toplayacaktır." (agk, syf. 209)
“TDKP Röportajı” 1992 yılında yayınlanmıştır. TDKP 1980’de yaptığı Kuruluş Kongre si’nden bu yana ikinci bir kongre yapmadı; yani sözde “proleter sosyalizmi” savunucusu bu örgüt, 19 yıldır kongre yapma ihtiyacı hissetmemiştir. 1996 yılında yapıldığı iddia edilen ikinci konferansın mülteci üç -beş kişinin yaptığı toplantıdan başka bir şey olmadığı herkesin bildiği bir gerçek. İlginçtir; TDKP kendine muhalif seslerin yükselmeye başladığı sıralarda kongre yapacağı söylentileri yayıyor ve bu söylentiler zamana yayılarak unutturuluyordu. TDKP, yasal partinin kurulmasıyla gençlik örgütü GKB’yi fashetti, var olan bütün parti üyeliklerinin düştüğünü ilan etti. O, il komitelerinden semt komitelerine kadar bütün parti örgüt ve birimlerini feshetti. Hâlâ TDKP’nin var olduğunu iddia etmek sahtekarlığın dikalası olsa gerek. Ama, ileriki günlerde kongre yaptıklarını ilan ederlerse, devrimcilerin onlara söyleyeceği tek şey, sahtekarlıktan vazgeçmeleri gerektiği olacaktır. Röportajdan alıntılarımıza devam edelim.
"...Yasal bir gazete, yasadışı yeraltı basını gibi gizli yasadışı faaliyeti, ilişkileri ve örgütlenmeyi sağlayan, geliştiren, güçlendiren, (yasal ve yasadışı, legal ve illegal vb.) çeşitli biçimleri ve araçları koşullara uygun bir biçimde birleştirdiklerinde birbirlerini güçlendirir, olanakları büyütür, zenginleştirir ve büyütür. Ancak biçimlerden birinin araçları ve yöntemleri bir başka biçimin araçları ve yönteminin işlevini yerine getiremez, seçeneği olamaz. ” (agk, syf. 216) Bu sözlerin devamında TDKP’nin merkez yayın organı Devrimin Sesi’nin onbeş günde bir çıktığı, yirmibin civarında dağıtıldığı, gençlik ekinin onikibin civarında dağıtıldığı, Kürdistan örgütünün yayın organı Denge şoreş’in ise onbeşbin civarında dağıtıldığı yazılarak övünülüyordu. Bugün geldiğimizde ise Devrimin Sesi ’nin gölgesini bile görmek mümkün olmadığı gibi, diğer illegal organların da esamesi okunmamaktadır. Bu derginin, yurt dışında üç -dört aylık düzensiz aralıklarla yayınlandığı söyleniyor. Devrimin Sesi, Denge şoreş ve diğerleri artık yok; onların yerine “fakir fukara” edebiyatı yapan günlük bir gazete var. Birbirlerinin “yerine geçemez, birbirlerinin seçeneği olamaz” derken ne oldu bilinmez! Birden bire “işçi gazetesi” her şeyin yerine geçiverdi.
Bu yazılan çizilenler bize TDKP’nin ideolojik körlüğünden ötürü değil, tamamen bilinçli bir biçimde bu yola girdiğini gösteriyor. Hem illegal örgütün ve yayının vazgeçilmez araçlar olduğunu sürekli vurgulayacaksın, hem de koşulların “öz günlüğünden” dolayı onları tasfiye edeceksin. Tasfiyecilik ancak bu kadar ustalıkla gizlenebilirdi.
“Küçük Burjuva Devrimciliğinin Eleştirisi” Broşürü
Bu broşürü genel hatlarıyla değerlendirmeye tabi tutan bir devrimci, görünüşte teorik olarak olumlu bir yapıtla karşı karşıya olduğu ve birçok noktasıyla günümüz küçük burjuva devrimciliğini “iyi” ve hatta Marksist bir çözümününün yapılmış olduğu izlenimini edinebilir. Ne var ki ortaya konulan eleştiriler sağ bir konumdan yapılmış ve sağ politikaların malzemesi haline dönüştürülmüştür. Devrimci şiddeti karalayan, küçük burjuva devrimci nitelikli örgütleri “anarşist” olarak niteleyen, hatta onları karşıdevrimin hizmetinde gösteren söylemlerin dozajı bu broşürdeki tezlerden hareketle her geçen gün arttırıldı. Devrimci çizgide ısrar edenleri “geleneksel sol alışkanlıklar”ı aşamamakla suçlayan reformist anlayış kendi egemenliğini tartışılmaz kıldı. Broşür sağcılığı tarif ederken sanki kendisini çiziyor. Okumaya devam edelim.
"...Son zamanlarda, biçimsel ‘sol’ şiddetle, devletin şiddetini aynı düzlemde ele almaya yöneldi... ” (Acaba bunu kim yapıyor?- bn) Broşür, Lenin’in, partisinin sağ kanadını eleştirdiği ünlü “Gerilla Savaşı” adlı bir makalesinden yapılan bir alıntıyla devam ediyor.
" ‘Biz anarşist değiliz, hırsız soyguncu değiliz: Bunların üstündeyiz, biz gerilla savaşı istemiyoruz ’ diye gururlu kibirli, bağıran sosyal demokrat gördüğümde sorarım kendime: Bunlar ne dediklerini biliyorlar mı? Tüm ülkede karayüzler hükümetiyle halk arasında silahlı çatışmalar, çarpışmalar oluyor. Devrimin oluşumunu şimdiki aşamasında kesinlikle kaçınılmaz olgudur bu. Halk da kendiliğinden ve düzensiz bir şekilde işte bu yüzden onlarsız ve hoş olmayan biçimlerde bu olguya belli bir yerde partimizin güçsüzlüğü ve hazırlıksızlığı yüzünden kendiliğinden çarpışmanın partice önderliğini yapmaktan çekinmeyi anlarım. Ama sosyal-demokrat bir teorisyenin ya da yazarın bu haksızlığa üzüleceği yerde, anarşizm, blankizm, terörizm hakkında, delikanlılığında ezberlediği sözleri gururla, kibirle yinelediğini görünce, yeryüzündeki en devrimci öğretinin böylesine küçülmesi yüreğimi yakar. ” (Gerilla Savaşı Üzerine, Kor Yayınları, Derleme)
Bugün EMEP çevresi işte tam da Lenin’in eleştirdiği şeyi yapmaktadır. Kendileri her türlü devrimci eylemden uzak dururken, devrimci eylem yapanları da en pespaye bir dille karalamaya çalışmaktadırlar. Reformistlerin başını çeken Evrensel gazetesi editörü İhsan Çaralan her fırsatta “delikanlılığında ezberlediği” bütün sözleri rastgele savurmaktan hiç çekinmiyor. Yine TDKP’nin broşürüne dönüp, İhsan Çaralan vb. için yazılmış olduğunu söyleyebileceğimiz tümceleri okuyalım.
"Herhangi bir düzeyde ve biçimde ortaya çıkmış olan ve objektif olarak sermayeye saldırdığı görülen bir hareket karşısında Lenin ’in tavrını iki özelliğini özet olarak özetleyebiliriz. Birincisi, bu hareketin işçi sınıfı içine sokabileceği önyargılara, geriliklere, yanlışlıklara, maceracı eğilimlere karşı işçi sınıfını sosyalist bilinç ve eleştiri silahıyla donatmak; ikincisi, o hareketi, devrimci proletaryanın politik mücadelesinin bir müttefiki, beraber hareket edebileceği bir yandaşı haline getirebilecek şekilde politikalar yaratmak. Gene Lenin ’e göre, ikisi bir arada yapılmazsa, sözkonusu hareketler karşısındaki eleştiriler, yalnızca soyut, teorik olmakla kalmayacak aynı zamanda doğrudan doğruya burjuvazinin cephesinden, burjuvazinin ağzıyla konuşmak niteliğine bürünecektir. ” (agk, syf. 119) Yazı kısaca işçi sınıfına devrimci bilinç götürmeyenlerin, devrimci aygıtlara sahip olmayanların küçük burjuva devrimcilere yönelttiği tüm eleştirilerin aslında “burjuvazinin tarafın da, burjuvazinin ağzıyla” yapılmış olacağını vurguluyor. Size katılıyoruz! Gerçekten de TDKP’den geriye kalan yasalcı reformistlerin, “küçük burjuva devrimciliği”ne karşı yaptıkları her “eleştiri” aslında varolan düzen çarklarına su taşımaktadır.
Reformistler hala illegal parti varmış gibi numara yapmaya devam ediyorlar. Tabii, artık buna inanan da çok kişi kalmadı. Bazı devrimci unsurlar tasfiyeciliğe karşı çıkmak istedilerse de başarılı olamadılar. Herhalde, başarılı olamamalarının nedenlerinden birisi, kadrolara tartışan, etki yapan karakterden uzak bir siyasal kişiliğin, “gözlerimi kaparım, vazifemi yaparım” anlayışının ve grupçuluğun hakim olmasıydı. Reformistlerin süreci kademe kademe hazırlamalarındaki becerileri de gözardı edilemez tabii. Kimileri süreci iyi görmelerine karşın bunu, mücadeleden kaçmanın bahanesi haline getirdiler. Kimisi bir süre direndikten sonra kendilerini yeniden reformist akıntıya bıraktılar. Reformistler önemli bir dirençle karşılaş madan artık “devrimci” lafazanlıklara da gerek duymadan yollarına devam ettiler ve ediyorlar.
1997 yılında bir grup devrimci, Kırşehir-Kayseri EMEP İl örgütlerinden istifa ettiklerini açıkladılar. Yayınladıkları deklarasyonda 210 kişinin imzası vardı. Fakat bu deklarasyoncuların içinde mücadelede kararlı olan on kişinin bile çıkamadığı görüldü. Deklarasyoncuların yayınladıkları metin ve kitapçıkta, bilinen gerçekler sıralanıyor ve Kızıllbayrak çevresi övülüyordu. Varoluş nedenini TDKP eleştirisi temeline oturtan, her sorunun devasını “doğrudan sosyalist devrim” de bulan, laf yapan, ama politika yapmayan EKİM çevresine katılmak talihsiz bir seçim olsa gerek. Elbette ki “Stalin”i tartışalım’cılar, ürkek Troçkizm savunucuları, devrimci komünistler için adres olamaz. Olsa olsa yanlış adres olur. EKİM çevresi bu katılımı abartarak sürekli yayınladı; bu süreçten sonra yeni katılımların olacağını düşündü; fakat böyle birşey gerçekleşmedi.
EMEP’in, içinden ayrılan devrimcilere karşı düşmanlığı, 1998’de birkaç broşür dizisi yayınlayarak EMEP’i eleştirenlere yaptığı saldırılara bakılacak olursa her geçen gün daha da arttı. EMEP’i reformist ve ekonomist olarak niteleyen ve komünist devrimcilerin bu suça ortak olmamaları yolunda çağrı yapanlara acımasızca saldırıldı. Bu kişilerin kimisi pusuya düşürülerek öldüresiye dövüldü, kimisi de kaçırılarak tehdit edildi. Yani her türlü polisiye yöntem kullanıldı. Faşist diktatörlüğe karşı kılını bile kıpırdatmayan EMEP’in devrimcilere saldırısı, geldiği noktayı gözler önüne seriyor.
Faşist diktatörlüğün tüm şiddetiyle devam ettiği, sivil faşist hareketlerin kitle tabanının yaygınlaştığı koşullarda dev rimci ve komünist güçler faşizme karş mücadeleyi ileriye taşırken aynı zamanda sağ ve “sol” tasfiyeciliğe karşı set oluştur mak zorundadırlar. Sağ ve “sol” sapmalar işçi sınıfının iktidar mücadelesini sekteye uğratır. Tasfiyeciliğe karşı ancak ML çizgisine sahip örgütler tutarlı mücadele verebilirler. Dışarıdan yakınmalar, oflamalar ve puflamaların kimseye faydası ola maz. Devrimci fikirler, örgütlülüğe dönüşmediği koşullarda dağılacaktır. Birçok devrimci unsuru düzenin eline bıracaktır. Tutarlı devrimcilerin düzene karşı silahı, ML ideoloji, işçi sınıfıyla kopmaz bağlar ve komünist örgüttür.
Markisist leninist komünistler de kendi saflarında ortaya çıkabilecek bütün sapmalara karşı çok uyanık olmalı, gelişen her durumu ivedilikle inceleyip değerlendirmelidirler. “Bize birşey olmaz” fikri devrimcilere çok şeyler kaybettirebilir. Dev rimci kalabilmenin garantisi, işçi sınıfı içinde komünist faaliyet ve ML ideolojiye sadakatin yanısıra kendisini eleştirel dev rimci tarzda sorgulayabilme yeteneğidir. Yine Lenin’e kulak verelim:
"En önde gelen görevimiz, RSDİP’i korumak ve pekiştirmektir. Bu büyük ödevin başarılması çok önemli bir öğeyi içerir: Tasfiyeciliğin iki türüyle —sağdaki ve soldaki tasfiyecilik— savaş. Sağdaki tasfiyeciler, yasadışı bir RSDİP ’e gerek olmadığını, sosyal demokrat eylemlerin özellikle ya da olabileceği ölçüde yasal olanaklar çerçevesinde toplanması gerektiğini söylüyorlar. Soldaki tasfiyeciler öteki aşırı uca gidiyorlar. Onlara göre parti çalışmalarının yürüyebileceği herhangi bir yol yoktur. Onlar için salt yasadışı eylemler vardır, her ne pahasına olursa olsun yasadışı eylemler. Her ikisi de aşağı yukarı aynı ölçüde yasal ve yasadışı çalışmaları belli bir yöntem çerçevesinde, birbiriyle akıllıca bağdaştırmaksızın RSDİP ’in korunması ve pekiştirilmesi aklın alabileceği bir iş olmaz. ” (Tasfiyecilik Üzerine, syf. 40)
Görüldüğü gibi tasfiyeciliğe karşı mücadele verebilmek için yüzümüzü işçi sınıfına dönmek ve Lenin’in söylediklerine kulak vermek, vazgeçilmez bir önkoşuldur. Reformistlerin böyle hareket etmemelerinin nedeni, Lenin’i okumamaları değil elbet. Onlar Lenin’i iyi biliyorlar. Fakat sınıfsal konumları onların, bildiklerinin tam tersini yapmalarını gerektiriyor. Onlar da kendilerinden bekleneni yapıyorlar. Marksist-leninistlerin yapması gereken ise proleter devrimi ve işçi sınıfının diktatoryasının kurulması için savaşım vermektir. Onlar, bu amaca uygun hareket etmeye devam edeceklerdir. Ne reformlarla ufkunu sınırlandırma, ne de işçi sınıfından uzak “devrimcilik”, ne salt yasalcılık, ne de salt yasadışı eylem. Komünistler asla bu körlüklere düşmeyeceklerdir. Ve bu anlayışlara ve özellikle baş tehlike olan sağ oportünizme ve tasfiyeciliğe karşı bütün güçleriyle savaşacak, onunla ideolojik hesaplaşmalarını sonuna kadar götüreceklerdir. Hatalarından ders çıkarmayı beceremeyenlerin devrimcilik iddiası tartışılır duruma gelecektir. Tasfiyeciliğe karşı savaş, ML ilkelerin yıkılmaz ilkeleri zemininde birlik ve mücadele kararlılığı bütün komünistlerin boynunun borcudur.