Marksist-Leninist Komünist Parti’nin 8-10 Kasım 1996 tarihleri arasında, “Çağdaş Komünist Doktirinin Geliştirilmesi Uluslararası Merkezi” tarafından düzenlenen seminere sunduğu İngilizce metnin çevirisidir.
* * *
Değerli yoldaşlar ve dostlar,
Görüşlerimizi sunmaya başlamadan önce ben, MLKP (Marksist Leninist Komünist Parti) adına Rus ve yabancı yoldaşlara ve dostlara Partimizin Merkez Komitesinin ve tüm üyelerinin sıcak ve yoldaşça selamlarını iletmek isterim.
Herşeyden önce, bizi incelik göstererek bu önemli toplantıya çağırdıkları için Sovyetler Birliği’nde Sosyalizmin Restorasyonu Uluslararası Komitesi (ICRSU) ve Çağdaş Komünist Doktrinin Oluşturulması Uluslararası Merkezi (ICFMD)’ne içten teşekkürlerimizi ifade etmek isteriz. Ben, MLKP adına, bu seminerin Rusya’daki tüm gerçek komünist güçlerin birleştirilmesine alçakgönüllü bir katkıda bulunmasını diliyorum. Biz bunun, bu büyük ülkenin sömürülen, ezilen, ayaklar altına alınan işçilerinin, emekçilerinin ve ilerici aydınlarının çağrısı ve komutu olduğu inancındayız. Rusya’nın tüm komünistlerine yöneltilmiş bir çağrı; onların ne görmezden gelebileceği, ne de reddedebileceği bir çağrı. MLKP’nin, Büyük Ekim Sosyalist Devrimi’nin meşalesinin yeniden yakılacağından, Lenin’in ve Stalin’in Sovyetler Birliği’nin bütün görkemiyle restore edileceğinden ve kapitalizme ve emperyalizme karşı verilen büyük kavganın ön hattındaki yerini yeniden alacağından zerrece kuşkusu yoktur.
Rus komünist hareketinin yazgısı, her zaman Türkiye ve Kuzey Kürdistan komünist hareketinin yazgısıyla yakından ilişkili olmuş ve birden çok nedenden ötürü her zaman, ülkemiz komünist ve devrimci hareketinin özel ilgi konusu olmuştur. Bunun en önemli nedenlerinden biri, Türkiye Komünist Partisi’nin, Mustafa Suphi’nin önderliğinde, 10 Eylül 1920’de Sovyet Azerbaycanı’nın Bakü kentinde Rusya Komünist Partisi’nin aktif desteğiyle kurulmuş olmasıdır. Çok uzun bir revizyonizm ve oportünizm döneminin ardından 10 Eylül 1994’de kurulan MLKP, Mustafa Suphi’nin TKP’sinin mirasçısı ve sürdürücüsüdür. MLKP’nin de Lenin’in ve Stalin’in Bolşevik Parti’sinin mirasçısı ve sürdürücüsüne, yani günümüz Rus komünist hareketine özel bir ilgi duyması ve kendisini ona çok yakın duyumsaması anlaşılabilir.
Değerli yoldaşlar ve dostlar,
MLKP her zaman tek tek ülkelerde ve dünya ölçeğinde gerçek komünist güçlerin Marks, Engels, Lenin ve Stalin’in bayrağı altında ilkeli bir tarzda birleşmesinden yana olmuştur. Kendi aralarındaki bir dizi çelişmelere ve bölünmelere karşın, burjuvazi, emperyalistler ve gericilik genellikle proletaryaya, halklara ve devrime karşı birleşebilmektedirler. Proletaryanın ve emekçi ve ezilen halkların temsilcileri ve ileri kesimleri olan bizler de bütün ülkelerde, hem işçi sınıfının gerçek Komünist Partilerini oluşturmak ve hem de bütün devrimci ve ilerici güçlerin geniş antiemperyalist ve demokratik cephelerini kurmak için birleşebilmeliyiz. Bir gerçeği dosdoğru belirtelim: Burjuvazi ve emperyalizm, işçi sınıfının gerçek Komünist Partilerinin varlığının kendileri bakımından ölümcül bir tehlike oluşturduğunun bütünüyle bilincindedirler; onlar, kendi çürümüş ve insanlık dışı rejimlerinin yıkılması ve işçilerin ve emekçilerin sömürü ve zulümden kurtuluşunun ancak böylesi partilerce yönetilen emekçi yığınlarının savaşımıyla olanaklı olabileceğini bilmektedirler. Emperyalizm ve proleter devrimleri çağında yığınların devrimci savaşımlarının deneyimleri, Marksizm-Leninizmle silahlanmış böylesi partilerin varlığının yaşamsal ve belirleyici önemini çürütülemez bir biçimde ortaya koymuş bulunuyor. İşçi sınıfının Leninist normlar ve ilkelere uygun tarzda inşa edilmiş gerçek Komünist Partileri olmaksızın, devrim yolunda yalpalamadan ilerlemek, demokrasi ve sosyalizm savaşımında tam bir zafer kazanmak, burjuvazi ve emperyalistlerin, sömürülen ve ezilen yığınları büyük güçlüklerle kazandıkları zaferlerin meyvelerinden yoksun bırakmalarını önlemek ve burjuva düzeninin devrimci dönüşümüne ve sosyalizmin inşasına başlamak olanaksızdır. Dolayısıyla, burjuvazi ve emperyalistler, kendi sınıfsal çıkarları bakışaçısından hareketle, herşeyden önce böylesi partilerin oluşmasını önlemek için ellerinden geleni yapmayı ve ikincisi, eğer oluşmalarını önleyememişlerse, onların yönünü şaşırtmayı, onları bölmeyi ve yıkmayı yaşamsal önem taşıyan bir sorun olarak görürler.
Herşeyden önce, Rus yoldaşlarımız ve dostlarımız arasındaki bölünmelerin detaylarına ilişkin bilgilerimizin olmadığını açıklıkla belirteyim. Dahası, biz kendimizi Rus komünist, devrimci ve işçi sınıfı hareketinin kendi kendisini atamış öğretmenleri ve yol göstericileri olarak da değerlendirmiyoruz. Biz, Rus yoldaşların ve ileri işçilerinin, kendi sorunlarını ilkeli tartışma ve yığınların devrimci eylemine aktif katılım yoluyla çözme yetisine tam bir güven duyuyoruz. Biz, onların, Rus işçi sınıfının Leninist-Stalinist Komünist Partisini yeniden kurma ve ona Rus ve yabancı kapitalistlere ve onların devrimci hareket ve işçi sınıfı hareketi içindeki ajanlarına karşı savaşımda önderlik etme konusundaki yetilerine de tam bir güven duyuyoruz. Ancak bu, uluslararası komünist ve işçi sınıfı hareketinin farklı müfrezeleri arasında düşünce ve deneyim alışverişinin önemini azaltmıyor. Dolayısıyla, bizim bu yaklaşımımız, Rus hareketinin durumuna ilişkin düşünce ve yargılarımızı Rus yoldaşlarımıza ve dostlarımıza iletmemize engel olmayacaktır. Biz bu görevi, kendi kavrayışımız ve deneyimimize dayanarak yerine getirmekle yükümlüyüz. Rusya’nın durumuna ilişkin yetersiz ve görece sınırlı bilgilerimize dayanarak aşağıdaki değerlendirmeleri yapabiliriz ve yapacağız.
Biz, özellikle, gerçek bir Komünist Partisinin kurulabilmesi için, revizyonizm ve oportünizmin bütün türleriyle tam bir kopuşmanın gereğine olan inancımızı dile getirmek isteriz. Bu, evrensel olarak geçerli bir zorunluluktur. Uluslararası komünist ve işçi sınıfı hareketinin deneyimi, Komünist Partilerinin genel olarak dışardan, burjuvazinin baskı aygıtının saldırısıyla değil, fakat içerden, açık ve gizli revizyonistlerin eylemi sonucunda yıkıldığını yeterince göstermiş bulunuyor. Lenin ve Stalin’in SBKP’sinin Kruşçev-Brejnev revizyonist kliği ve Enver Hoca’nın AEP’sinin Alia kliği eliyle burjuva-revizyonist partilere dönüştürülmeleri, bu trajik eğilimin en belirgin örneklerindendir. Bu yüzdendir ki, bütün ülkelerin gerçek komünistleri, bir Leninist işçi sınıfı partisi kurma sorununu ele alırken bu deneyimi mutlaka gözönünde tutmalıdırlar.
Fakat, iki nedenden ötürü, bu evrensel olarak geçerli zorunluluk, günümüz Rusyası’nda daha da kritik bir önem kazanmaktadır. Bunlardan birincisi, Kruşçev-Brejnev revizyonizminin onlarca yıl sürmüş olan ideolojik hegemonyasıdır. Rus komünist ve devrimci hareketi, kaçınılmaz olarak yaratıcı devrimci düşünüşün ve devrimci inisiyatifin büyük ölçüde taşlaşmasına yol açan bu revizyonist-bürokratik geleneği devralmış bulunuyor. Bu hareket, revizyonist SBKP’nin devrimci tabanının kollektif belleği ve bilincine derinlemesine nüfuz etmiş olan kitlelerden kopukluk ve onlara yabancılaşma geleneğini de devralmıştır. Günümüz Rusyası’nın komünist güçleri, işçi sınıfının gerçek Marksist-Leninist partisini, kaçınılmaz olarak geçmişten devraldıkları insan malzemesiyle, revizyonist bürokratik gelenek içinde yetişmiş ve onunla kirlenmiş insan malzemesiyle inşa ediyorlar ve etmek zorundadırlar. Dahası onlar, kendileri bu geleneğin etkisi altındadırlar. O halde onlar, bu özel güçlükleri açıkça kabul etmeli ya da önvarsaymalı ve bu güçlüklerin belirtileri ve sonuçlarına karşı tetikte olmalıdırlar. Lenin’in bir tezinde, geleneklere ve alışkanlıklara karşı savaşımın zorluklarına işaret ettiğini ve onların Sovyet iktidarı altında bile yok edilmelerinin ne denli zor olduğunu söylediğini anımsamalıyız. Ve ikincisi, günümüz Rusyası’nın yaşamın bütün alanlarını kapsayan son derece keskin çelişmelerle nitelenen ekonomik, siyasal ve toplumsal koşullarına işaret etmek istiyoruz. Rusya’nın içinden geçmekte olduğu yeğin bunalımın en önemli sonuçlarından bazıları, geniş işçi ve emekçi yığınlarının radikalleşmesi ve sosyalist geçmişe duyulan özlemin güçlenmesidir. Bu durum ve emperyalist burjuvazinin saldırısı, feshedilmiş bulunan revizyonist SBKP’nin en azından bazı kesimlerini ve halinden hoşnutsuz diğer burjuva ve bürokratik katmanları, kendilerini komünist olarak göstermeye ve Rus büyük burjuvazisine ve özellikle de yabancı kapitalizme karşı muhalefetlerini komünist bir renge büründürmeye zorlamaktadır. Bu katman ve grupların kitleler arasındaki devrimci mayalanmadan ve gerçek komünist güçlerin ideolojik zayıflıklarından ve örgütsel deneyimsizliklerinden yararlanarak siyasal iktidarı ya da en azından onun bir bölümünü elegeçirmek istedikleri iyi biliniyor. Biz, işçi sınıfının gerçek Komünist Partisinin kurulması için çaba harcayanların bu olguyu da hesaba katmaları gerektiğine inanıyoruz. Dolayısıyla, partinin inşası süreci, mutlak bir biçimde, küçük-burjuva ve kariyerist öğelerin ve eski apparatchiki’lerin komünist ve işçi sınıfı hareketinin saflarından sistemli olarak ayıklanmasıyla elele gitmelidir. Bir yanlış anlamaya meydan vermemek için, ideolojik ve teorik tutarlılığa ilişkin bu ilkeli tutumun bütünüyle ve olduğu gibi pratik siyaset alanına, işçi sınıfının ve diğer emekçilerin edimsel siyasal ve ekonomik savaşımları alanına aktarılamayacağını açıkça belirtmeliyiz. Orada Rus komünistleri, tıpkı başka ülkelerdeki yoldaşlarının yaptığı gibi devrimci ilkelerini ve uzun erimli amaçlarını tehlikeye atmamaya ve onlara zarar vermemeye özen göstererek esnek taktikler kullanmak, burjuvazinin değişik fraksiyonları arasındaki çelişmelerden yararlanmak ve değişik savaşım ve örgütlenme biçimlerini kullanmakla yükümlü olacaklardır. Rusya’nın içinden geçmekte olduğu yeğin bunalımın, bir yandan emperyalizm ve Rus büyük burjuvazisi ile öte bazen yurtsever ve ulusal burjuva öğelerle omuz omuza savaşmak durumunda olan geniş işçi ve emekçi kitleleri arasında bir dizi sert çatışmalara yol açtığı, bilinen bir olgudur. Bu yüzdendir ki, daha da geniş işçi ve emekçi kitlelerinin gerici ve emperyalist rejime karşı seferberliğini kolaylaştırdığı ölçüde, yurtsever ve ulusal burjuva öğelerle taktiksel bağlaşmalar oluşturmak kabul edilebilir ve bazı durumlarda gerekli de olabilir. ANCAK, birincisi, onlar, bu öğelerin zayıf ve hain doğasını bir an bile unutmamalıdırlar. İkincisi, onlar, kendileriyle Rus yurtseverleri ve milliyetçileri arasındaki temel ve kapatılamaz ayrımların en küçük ölçüde bile olsa karartılmasına ya da gizlenmesine izin vermemelidirler. Ve üçüncüsü, onlar, Rusya’da bir yandan proletarya ile burjuvazi arasındaki çelişmelerin ve öte yandan, Batılı emperyalistlerle Rus emperyalistleri arasındaki çelişmelerin keskinleşmesinin, bu tür taktiksel bağlaşmaların olanaklılığı ve istenirliğini sürekli olarak azaltmakta olduğunu unutmamalıdırlar.
Bütün bu düşüncelere, bizim Türkiye’deki kollektif deneyimimizin bir başka ve çok önemli öğesini eklemeliyiz: Revizyonizme ve reformizme karşı savaşım, teori alanıyla sınırlandırılamaz ve sınırlandırılmamalıdır; bu, aynı zamanda yığınların pratiksel savaşımı sorunudur. Marks’ın söylemiş olduğu gibi, komünistler yalnızca dünyayı yorumlamayı hedefleyen filozoflar değildirler; onlar, herşeyden önce, onu devrimci bir tarzda değiştirmek için aktif olarak çabalayan savaşçılardır. Bu anlamda, bizim teorimiz, yığınların devrimci pratiksel savaşımının hizmetindedir. Dolayısıyla, eğer yalnızca sosyalist aydınlar değil, fakat herşeyden önce savaşımın ön hattında yer alan savaşçılarsak, bizim partilerimiz, fabrikaların, madenlerin, plantasyonların, sokakların, emekçi semtlerinin ve barikatların partileri olmalıdır. Tüm taktikler ve siyasal çizgiler sınavdan geçmeli ve her tür ve renkten revizyonizm ve reformizmin siyasal çizgilerinin ipliği tam da orada, kitle savaşımının ateşi ve fırtınası içinde açığa çıkarılmalıdır. Komünist taktiklerimiz, revizyonizmin ve reformizmin sergilenmesi ve yalıtılmasını hedeflemelidir. Onlar, işçilerin ve emekçilerin bizim çizgimizin doğruluğunu ve revizyonistlerin ve reformistlerin çizgisinin hatalı doğasını kendi deneyimleri ve devrimci pratikleri aracılığıyla anlamalarına yardımcı olacak biçimde düzenlemelidir.
Şimdi izninizle, Türkiye ve Kuzey Kürdistan’da işçi sınıfının gerçek bir Komünist Partisini inşa etmede karşılaşmış ve karşılaşmakta olduğumuz sorunlar üzerinde duracağım. Lenin, “Hareketimizin İvedi Görevleri” adlı makalesinde şöyle diyordu: ”Bütün ülkelerde işçi hareketinin sosyalist hareketten ayrı olduğu, her ikisinin kendi yolunda gittiği bir dönem olmuştur ve hepsinde de bu yalıtılma durumu, hem sosyalist hareketi, hem de işçi hareketini zayıflatmıştır. Ancak, sosyalizmle işçi hareketinin birleşmesi, bütün ülkelerde her ikisi için de sağlam bir temel yaratır.”(Selected Works, Cilt 2, s. 11) Başka yerlerde de söylemiş olduğumuz gibi, sosyalizmin ve sosyalist hareketin işçi sınıfı hareketinden yalıtılmış durumda olduğu bu süre, ülkemizde fazlasıyla uzun olmuştur. Yönetici kadrolarının Ocak 1921’de Kemalist burjuvazi tarafından katledilmesinden sonra, yeni kurulmuş ve deneyimsiz TKP, sağ oportünist bir rotaya girdi. TKP etkinliklerini sürdürdüyse de, Komintern’in eleştiri ve müdahalelerine karşın onun sağ oportünist ve Menşevik çizgisi zamanla pekişti. Aslında o, 1930’ların ikinci yarısında varlığını edimsel olarak sona erdirdi. 1950’lerde polisin bu “parti”ye yönelik operasyonları ve Sovyet modern revizyonizminin ortaya çıkışı, bu siyasal cesede indirilmiş son darbeler oldular. Bu nedenle, 1960’larda işçilerin, öğrenci gençliğin, yoksul köylülerin ve Kürt halkının kitlesel savaşımları yeniden yükselmeye başladığında, ortada yeni devrimci militan kuşağın dayanabileceği bir devrimci miras yok gibiydi. Onlar neredeyse her şeyi sıfırdan başlayarak öğrenmek zorundaydılar. Bu durum, Lenin ve Stalin’in SBKP’sinin ve uluslararası komünist hareketin Kruşçevciler tarafından yokedilmesiyle çakıştı. Bu yüzden 1960’ların ve 1970’lerin içgüdüsel olarak modern revizyonizmden uzaklaşan yeni devrimci kuşakları, hemen hemen kaçınılmaz bir biçimde Maoizm ve Gevarizm gibi değişik küçük-burjuva ve antiMarksist akımların etkisi altına girdiler. Revizyonist TKP’nin 1970’lerin ilk yarısında, Sovyet modern revizyonistlerinin yardımıyla restore edilmesi, bu durumu iyileştirmek bir yana, olumsuz bir yönde etkiledi. Bu parti, sendika bürokrasisinin bir bölümü ve burjuvazinin sözde sol kanadıyla bağlaşma politikasını sürdürdü. Sistematik bir Marksizm-Leninizm bilgisine sahip olmayan devrimci militanların TKP’nin siyasal çizgisine içgüdüsel tepkisi, onları işçi sınıfından uzaklaştırmaya ve küçük-burjuva katmanlara, yani köylülüğe, yarı-proletaryaya ve gençliğe sarılmaya özendirmeye devam etti. İlk komünist gruplar, ancak 1970’lerin sonuna doğru, Arnavutluk Emek Partisi’nin Maoizme karşı açıktan saldırıya geçmesiyle birlikte ortaya çıkmaya başladılar. Bu yeni oluşan komünist gruplar, Maoizme karşı bir iç ideolojik savaşım yoluyla devrimci-demokratizmden Marksizm-Leninizme evrilmiş ve yavaş yavaş kendilerini işçi sınıfına doğru yönlendirmeye başlamışlardı. Anlaşılabileceği üzere, o sıralar bu grupların işçi sınıfı hareketiyle bağları ya çok zayıftı, ya da hemen hemen yoktu ve onlar kaçınılmaz olarak, ideolojik, siyasal ve örgütsel bakımlardan şu ya da bu ölçüde, kendi küçük-burjuva geçmişlerinin kalıntılarıyla kirlenmiş bulunuyorlardı. Dahası onlar, tüm diğer devrimci ve ilerici güçlerle birlikte12 Eylül 1980’de ABD emperyalistlerinin güdümü altında askeri-faşist bir darbe düzenleyen Türk egemen sınıflarının vahşi ve çok yönlü saldırısının hedefi haline geleceklerdi. Komünist ve devrimci-demokratik gruplar, ancak 1980’lerin ikinci yarısında ileriye doğru yürüyüşlerine yeniden başlayabildiler ve onlar, o tarihten bu yana son derece zor koşullar altında savaşım veregelmektedirler. Dolayısıyla, ülkemizde militan komünist hareketin tarihinin çok kısa olduğunu, haklı olarak söyleyebiliriz. Onun temel zaafları ve gücü, Türkiye ve Kuzey Kürdistan komünist ve devrimci hareketinin bu özgün niteliklerinden kaynaklanmaktadır.
Evet, biz, ülkemiz komünist ve devrimci-demokratik hareketinin gücünden de sözettik. Biz, Kürt ve Türk işçilerinin ve halklarının faşist rejimin vahşi sömürgeci ve militarist saldırısına ve sistematik işkence, cinayet ve katliamlarına karşı sergiledikleri savaşım ruhundan gurur duyuyoruz. Ve biz, devrimci hareketin önemli bir bölümünün, onun, savaşımı sistematik polis ve asker zulmü koşullarında sürdürmesini olanaklı kılan irade, bağlılık ve savaşım ruhuyla gurur duyuyoruz. 1960’lardan bu yana ki devrimci kuşakların büyük özverileriyle yaratılmış olan bu özelliklerin, Türkiye ve Kuzey Kürdistan devrimci hareketinin, revizyonist blokun çöküşü ve sosyalist Arnavutluk’un boyun eğişini izleyen dönemde, dünya ölçeğinde bir çok önemli ve deneyimli partiyi alt eden tasfiyeci dalga karşısında sergilediği direnişte belirleyici bir rol oynadığının bilincindeyiz.
Zaaflara döndüğümüzde, 1970’lerden bu yana, Türkiye ve Kuzey Kürdistan devrimci hareketinin temel karakteristiklerinden birisi olan aşırı parçalanma ve dar grup zihniyetiyle başlayabiliriz sözlerimize. Bu deformasyonun nedenleri, hem hareketin proleter temellerinin zayıflığında, hem de sekter eğilimlere karşı etkili bir biçimde savaşacak ve birleştirici bir rol oynayacak güçlü bir Marksist-Leninist hareketin olmayışında aranabilir. Bugün bile, Türkiye komünist hareketinin bir bölümü kendisini, ‘sol’ çocukluk hastalığından ve sekterimden kurtaramamıştır ve MLKP tarafından yapılan ilkeli ve militan bir birlik çağrısını reddetmeye devam etmektedir. Öte yandan, komünist hareketin bir bölümü tasfiyeci bir doğrultu tutturmuş ve illegal aygıtını hemen hemen bütünüyle feshetmiş olup hızla küçük-burjuva reformist bir partiye dönüşmektedir. Bu koşullarda, 10 Eylül 1994’de iki komünist grubun birleşmesiyle MLKPK (Marksist Leninist Komünist Parti Kuruluş)’un oluşması ve onun Eylül 1995’de bir başka komünist grubun katılımıyla MLKP (Marksist Leninist Komünist Parti)’ye dönüşmesi, ileriye doğru atılmış çok önemli bir adım olmuştur. Bizim, ‘birlik devrimi’ olarak adlandırdığımız bu birleşme süreci ve Partimizin sekter olmayan çalışma tarzı, devrimci hareketin çocukluk hastalıklarına ağır darbeler indirmiş ve bir birlik kültürü oluşturmaya başlamıştır. Ancak, hareketin süregelen temel eksikliği, onun canlı işçi sınıfı hareketiyle ve sarı, reformist ve Müslüman yönelimli konfederasyonların denetimi altındaki sendikal hareketle bağlarının göreli zayıflığıdır. Bu noktada, komünist hareketin karşı karşıya bulunduğu güçlüklerin eksiksiz bir tablosunu sunabilmemiz için, işçi sınıfının kendiliğinden gelme ve ekonomik savaşım alanındaki militanlığıyla, onun devrimci siyasal savaşım içinde yer alma yetisinin göreli zayıflığı arasındaki ciddi dengesizliğin altını çizmemiz gerekiyor. Çok küçük ve politize olmuş bir azınlığını bir yana bırakacak olursak, halihazırda işçi sınıfının ana kütlesinin kahraman Kürt halkına karşı girişilen katliamlar, siyasal mahkumların, yiğit Cumartesi Analarımızın ve militan gençliğimizin görkemli savaşımları karşısında oldukça kayıtsız kaldığının altını çizmeliyiz. Dahası, işçi sınıfının farklı bölükleri arasında dayanışma eylemi geleneği de yeterince güçlü değildir. Bu durum, hem burjuvazi-sendika bürokrasisi-revizyonizm gerici blokunun işçi sınıfı hareketi üzerindeki onyıllar boyu süregelen egemenliğinin ve hem de militan komünist hareketin küçük-burjuva geçmişinin, onun göreli gençliğinin ve amatör çalışma tarzının sonucudur. Türkiye ve Kuzey Kürdistan işçi sınıfı, bir dizi kitlesel ve kahramanca savaşım vermiş ve diğer sömürülen ve ezilen sınıfları peşinden sürükleme ve kendi çevresinde seferber etme yetisine sahip olduğunu kanıtlamıştır. Fakat, onun sınıf bilincinin düzeyi hala düşüktür. Doğal olarak, biz, bilimsel sosyalizmle işçi sınıfı hareketi arasındaki ilişkinin, her ülkenin kendine özgü bir dizi özgül koşulları ve özellikleri gözönüne alınmaksızın anlaşılamayacağını unutmamalıyız ve unutamayız. Lenin, yukarda andığımız makalesinde şunları da söylüyordu: “Fakat her ülkede sosyalizmle işçi sınıfı hareketinin birleşmesi tarihsel olarak oluştu; özel bir biçimde, söz konusu dönemde her ülkede varolan koşullara uygun olarak gerçekleşti.” (Agk, s.11) Yukarda da değindiğimiz gibi, Türkiye’de sosyalizm ve sosyalist hareketle işçi sınıfı hareketi çok uzun bir süre boyunca birbirlerinden yalıtık olarak varolmuşlardır. Bu, Marksizm-Leninizmin önemli ölçüde nüfuz etmediği ve ileri öğelerinin Marksizm-Leninizmi kesin bir tarzda kucaklamadığı sınıfın saflarında, burjuva ideolojisinin ve onun (küçük-burjuva demokratizmi de içinde olmak üzere) varyantlarının etkisine karşı, cepheden meydan okunmadığı anlamına gelmektedir. Böylesi ülkelerde komünist güçler, öncü ve önder rollerinin, devrimci inisiyatiflerinin ve sınıfı, tarihsel görevini yerine getirebilecek devrimci bir güce dönüştürme yolundaki iradelerinin altını çizmede son derece kararlı olmalıdırlar. Dolayısıyla onlar, uvriyerizm ve ekonomizm tehlikesine karşı çok daha fazla tetikte durmalıdırlar. Onların, ileri işçilerin bir bölümü arasında bile bu denli yaygın bulunan devrimci olmayan ve yarı-reformist eğilimlere karşı çok dikkatli olmaları gerektiği olgusu, elbette ters yöndeki tehlikenin küçümsenmesi, yani işçi sınıfının demokratik ve sosyalist devrimdeki merkezi rolünün ve tarihsel misyonunun gözardı edilmesi, hatta yadsınması anlamına gelmez. Sendika bürokrasisinin, revizyonizmin ve burjuvazinin sınıf üzerindeki boyunduruğu kırılıp, onun ileri kesimleri sağlam bir biçimde militan komünist bir önderlik altında birleştirilmediği takdirde, ülkemiz devrimci hareketinin tarihsel zaafı ve çıkmazı aşılamayacak, komünist hareketin kalıcılığı ve istikrarı güvence altına alınamayacak, sınıfın ve kitlelerin büyük devrimci enerjisi açığa çıkarılamayacak ve işçi sınıfının, özellikle 1984’den bu yana Türk gericiliğine karşı yiğitçe savaşmakta olan Kürt halkına karşı enternasyonalist yükümlülüklerini yerine getirmesi sağlanamayacaktır. Genel olarak Türkiye siyasal arenasının ve özel olarak ülkemiz komünist ve işçi sınıfı hareketinin sorunları ve geleceğinin doğru bir değerlendirmesi ve somut ve bilimsel bir analizinden hareket eden MLKP, işçi sınıfını ve işçi hareketini devrimcileştirmede kararlıdır. O bunu şimdiden, kitle hareketinin alevleri ve fırtınası içinde yapıyor. İşçi sınıfının devrimci potansiyeline güvenle dolu olan Partimiz, bu yolda önüne dikilen tüm engelleri aşma ve Türkiye ve Kuzey Kürdistan işçileri ve halklarını emperyalizmin ve kapitalizmin pençelerinden kurtarma iradesine sahiptir.
Değerli yoldaşlar ve dostlar,
Sözlerime son vermeden önce, Rus komünist ve devrimci hareketi içinde önemli bir tartışma konusu olduğu anlaşılan, işçi sınıfının tanımı konusuna da çok kısaca değinmeme izin verin. Bazı revizyonist düşünürlerin işçi sınıfının tanımını genişletmeye ve büyük ve giderek büyüyen tekniksel entellijentsiya kütlesini ona içermeye çalıştıkları bilinen bir olgudur. Fakat onlar, doğrudan üreticilerin sömürülmesine dayanan tüm sınıflı toplumlarda olduğu gibi, kapitalizmde de bilginin, Marks’ın ‘entelektüel üretim araçları’ dediği şeyin tekeli ve denetiminin egemen sınıfların, yani burjuvazinin elinde kaldığını unutmaktadırlar. Kapitalizm geliştiği ölçüde,
a-hem işçi sınıfının, hem de tekniksel entellijentsiyanın kütlesi büyümekte ve bu toplumsal kategoriler daha karmaşık ve daha çeşitlenmiş bir hal almakta,
b-hizmet sektöründe istihdam edilen (beyaz yakalı işçiler denenler) ücretli emekçilerin oranı artarken, genelde üretimde ve özel de sanayide istihdam edilen (mavi yakalı işçiler denenler) ücretli emekçilerin oranı azalmakta,
c-işçi sınıfının kültürel ve tekniksel düzeyi yükselmekte ve işçilerin giderek daha fazla, bir ölçüde kafa emeği niteliği taşıyan işler yapma eğilimi güçlenmekte ve,
d-giderek büyüyen ve bir çok durumda ‘kollektif emekçi’nin bir parçası olan tekniksel entellijentsiyanın önemli bir bölümü, hem gelir düzeyleri (toplumsal üründen aldıkları pay), hem de üretim araçları karşısındaki konumları bakımından işçilere daha da yakınlaşmaktadırlar.
Fakat, bütün bunlar,
1.Lenin’in sınıf tanımının* geçerliliğini yitirdiği ve işçi sınıfının tanımının, tekniksel entellijentsiyanın tümünü ya da büyük çoğunluğunu içerecek biçimde genişletilmesi gerektiği ve,
2.işçi sınıfıyla tekniksel entellijentsiya arasındaki sınırların ortadan kalkmakta ve bu ikisinin birleşerek tek bir toplumsal kategori haline gelmekte ve kol emeği ile kafa emeği arasındaki karşıtlığın silinmekte ve yok olmakta olduğu anlamına gelmemektedir.
Kapitalizm koşullarında bilginin ve tekniksel becerilerin taşıyıcılarının ikili bir işlevi ya da yönü vardır. Bir yandan, tekniksel entellijentsiya, ya da daha doğrusu bu katmanın üst ve orta kademeleri, üretim sürecinde burjuvazinin yardımcıları görevini üstlenmişlerdir; onların asıl ekonomik ve toplumsal işlevi, kapitalist sömürü sisteminin rasyonalizasyonu ve işçilerin burjuvazi adına denetlenmesi ve yönetilmesidir. Bütün kapitalist ülkelerde, burjuvazinin organik bir parçasını oluşturan koca bir yöneticiler, şefler, planlamacılar, reklamcılar, uzmanlar, denetmenler, danışmanlar vb. katmanı bulunmaktadır. Bu katmanın mensuplarının, genel olarak üretim araçlarına sahip olmamaları, onların toplumsal ya da sınıfsal niteliklerini değiştirmemektedir. Tekniksel entellijentsiyanın bu bölümü; ekonomik ve toplumsal işlevleri, yaşam standartları ve dünya görüşleri bakımından bütünüyle burjuvadır. Ancak, tekniksel entellijentsiyanın, ‘kollektif emekçi’nin bir parçası olan aşağı kademeleri, artıkdeğerin ve sermayenin üretimine yardım etmekte ve buna bağlı olarak, işçi sınıfınınkini andıran bazı özelliklere sahip bulunmaktadırlar. Dolayısıyla, tekniksel entellijentsiyanın bu bölümü, işçi sınıfıyla birlikte hareket etme ve onun bağlaşıklarından biri haline gelme eğilimindedir. Ancak bu, onu işçi sınıfının bir parçası haline getirmeye yetmez. Neden? Çünkü, bazı ortak ve benzer özelliklere karşın, kapitalizm koşullarında, işçi sınıfı ve tekniksel entellijentsiya, toplumsal işbölümü doğrultusunda antitetik olarak bölünmüş iki toplumsal kategori olarak kalırlar. Ve, burjuvazi ile işçi sınıfı arasındaki antagonist çelişmeyle nitelenen kapitalizm koşullarında, başka türlü olması da olanaksızdır.
Bu, kapitalizm ve burjuva diktatörlüğü sürdükçe, toplumsal işbölümünün ve kol emeği ile kafa emeği arasındaki ilişkinin antagonist niteliğinin süreceği anlamına gelir. Kol emeği ile kafa emeği arasındaki karşıtlık, ancak sosyalizm koşullarında, proleter diktatörlüğü altında sönümlenmeye başlayacak ve komünizm koşullarında tümüyle ortadan kalkacaktır.
* “Sınıflar, tarihsel olarak belirlenmiş bir toplumsal üretim sistemi içinde tuttukları yerle, üretim araçlarıyla (çoğu durumda yasalarca saptanmış ve formüle edilmiş) olan ilişkileriyle, emeğin toplumsal örgütlenmesindeki rolleriyle ve bunların sonucu olarak, toplumsal zenginlikten ilde ettikleri payın boyutlarıyla ve onu elde etmenin tarzıyla birbirlerinden ayrılan büyük insan gruplarıdır. Sınıflar, belirli bir toplumsal ekonomi sistemi içinde tuttukları farklı yerlere bağlı olarak, biri diğerinin emeğine elkoyabilen insan gruplarıdır.” (“Büyük Bir Başlangıç”, Collected Works, Cilt 29, s. 421)