I
Savaş sonrası kapitalizmin tarihi, onun çöküşünün, bunalımının ve burjuvazinin sınıf egemenliğini korumak için verdiği şiddetli mücadelenin tarihidir. Savaş sonrası ilk yıllarda egemen sınıflar, bolşevik devrimin yalnızca geçici bir ateş nöbeti olduğuyla kendilerini avuturlarsa da, şimdi burjuvazinin ileri gelen politikacıları arasında tüm kapitalist ekonomik düzenin tehdit altında olduğu ve kendisinin yeni kitlelerin yiğitçe mücadelesi içinde yükselen toplum düzenine karşı koruyabilmek için kapitalizmin olağanüstü bir çabaya muhtaç olduğu anlayışı yaygınlaşmaya başlamıştır.
Egemen sınıfların bütün umutlarına, kapitalist düzenin sözcülerinin bütün teminatlarına rağmen, burjuvazinin “devlet adamları”nın kafasına bu anlayışı çekiçleyen, sürekli büyüyen bunalımdır. Burjuvazi bu bunalımdan tek çıkış yolunu, işçi sınıfına ve emekçi kitlelere karşı savaşta ve sömürgelerdeki devrimci hareketin zorla bastırılmasında görmektedir. Milyonlarca emekçi kitleyi en kötü sömürü boyunduruğuna bağlama çabasıyla, egemen sınıflar devlet aygıtlarını sürekli olarak güçlendirmektedirler. Bir dizi ülkede uzun zamandan beri zaten açık bir şekilde faşist diktatörlük hüküm sürmektedir. Onları büyük kapitalist güçler izlemekte ve giderek hızlanan bir şekilde faşist hükümet yöntemlerine geçmektedirler. KPD’nin illegaliteye zorlanması, yasadışı ilan edilen Kanada KP’nin takibat altında tutulması vb. çabalarını anmak yeter.
Dev gibi bir sınıf mücadelesi gelişiyor. Proleter ve yarı-proleter unsurlar karşı-saldırıya geçiyor. Kapitalist ülkelerin emekçilerinin bakışı giderek artan sevgi ve umutla Sovyetler Birliği’ne, sosyalizm aşamasına giren, ne işsizlik ne de açlık tanıyan, üretici güçlerini fırtına hızıyla geliştiren, işçilerin ve emekçi köylülerin yaşam düzeylerini sürekli yükselten bu ülkeye yöneliyor.
Emekçi kitlelerin muzaffer sosyalizmin ülkesine olan sempatileri ne denli büyükse, emperyalist soyguncuların Sovyetler Birliği’ne karşı olan kinleri de o denli şiddetlidir. Kapitalist dünyayı kemiren çelişkilere rağmen emperyalist büyük güçler yorulmaksızın Sovyetler Birliği’ne karşı savaş için bütün burjuva devletlerin blokunu oluşturuyorlar.
Ama Sovyetler Birliği’ne saldırının hazırlanması proletaryanın, köylü kitlelerin ve ezilen halkların devrimci mücadelesinin acımasızca bastırılmasını gerektiriyor. Tüm kapitalist dünyada beyaz terör dalgası giderek yükselmektedir. Avrupa’da şimdilik ilk sırayı, ateşli bir şekilde savaş için hazırlanan ve sayısız darağaçlarının kurulması yoluyla kitlelerin devrimci mücadelesini boğmaya çalışan faşist Pilsudski Polonya’sı almaktadır.
“Kim kimi?” sorunun artık uluslararası çapta gündeme durduğu ve tayin edici sınıf mücadelelerinin daha aşikârca büyüdüğü bu tarihsel dönemde, egemen sınıflar daha inatçı bir şekilde çareyi, büyüyen devrimci harekete karşı en keskin mücadele yöntemlerinden birinde arıyorlar: Provokasyon.
Provokasyon, egemen sınıfların emekçi kitlelere karşı kullandıkları en eski mücadele yöntemlerinden biridir. Devrimci proleter hareketin daha ilk dönemlerinde, İngiliz ve bunu takiben Fransız burjuvazisi rafine bir ajan-provokatörlük sistemi uygulamıştır. Rus çarlığı provokasyonu, ajan-provokatörlüğü sürekli bir şekilde en güvenilir bir silah olarak görmüştür. Rusya’da işçi sınıfının mücadele tarihi, hafiyeliğin ve provokasyonun ustaları olan Sudeykin ve Zubatov gibi “Okhrana” (gizli siyasi polis) şefleri ile Azef ve Malinovski gibi devrimci mücadelenin hainlerini kaydetmektedir.
Ama ajan-provokatörlük silahı, hiçbir zaman sınıflar arasındaki tayin edici mücadelenin giderek yaklaştığı bugün olduğu kadar geniş ölçüde ve rafine biçimlerde kullanılmamıştır. Bütün açıklığıyla söylemek gerekir ki partilerimiz bu tehlikeyi küçümsüyorlar ve şimdi tarihsel durum ile burjuvazinin proletaryaya karşı sınıf mücadelesi yöntemlerinden biri olarak hızla yeşeren provokasyon arasındaki kopmaz bağı tam olarak hesaba katmıyorlar.
Egemen sınıfların iktidarlarını sarsılmaz gördükleri ilk dönemlerde, provokatör faaliyetin sınırları nispeten dardı: Gizli polis esas olarak dikkatlerini, şu veya bu tehlikeli devrimciyi yakalamak, şu veya bu kampanyayı boşa çıkarmak, partinin şu veya bu eylemini engellemek noktalarında topluyordu. “Hakim sınıfların komünist devrim önünde titredikleri”, ama şimdi siyasi polisin “ufku” genişlemiştir: O şimdi hareketi içten demoralize etme, devrimin güçlerini parçalama, komünist partisini illegaliteye zorlama ya da terör rejimini güçlendirme çabası içindedir. KP’nin çalışmasını yanlış yola kanalize etmeye, proleter öncünün güçlerini tayin etmeye başladığı anda felce uğratmaya çalışmaktadır.
II
Komünizme karşı mücadelede burjuvazi için hiçbir araç çok kötü, çok çirkin değildir. Geniş kitleleri KP’ye karşı kışkırtmak için gizli polisin en makbul hilelerinden, en etkili araçlarından biri, daha sonra komünistlerin üstüne atılacak ve siyasi polisçe girişilen tek tek terörist eylemler, tek tek “suikastlar”dır. Bu, bugün oldukça geniş ve şimdiye kadar kullanılmamış büyük boyutlarda kullanılan bir araçtır. Bunun için bir örnek geçen; yıl Macaristan’da Biatorbâgy köprüsünde bir trene yapılan sabotaj ve bundan önce Almanya’da Jüterbog’deki tren sabotajı vs.’dir. İlk andan itibaren bu sabotajlar komünistlerin üzerine atıldı. Gerçi Biatorbâgy’deki sabotajın, yalnızca Macar gizli polisiyle değil, aynı zamanda askeri çevrelerle ve bizzat doğrudan Macaristan’ın fiili diktatörü, savaş bakanı Gömbös ile ilişkisi olan bir Macar subayı, beyaz muhafız faşist Matuska tarafından gerçekleştirildiği ortaya çıktı; ama bu rahatsız etmedi. KP’ye karşı, hepsinden önce de elbette sosyal-faşistler, şiddetli bir kışkırtma kampanyası başlattılar. “Moskova’nın kanlı elleri”ne küfürler yağdırılıyor; komünistlere karşı harp divanları kuruluyor. Provokatör eylemin doğrudan amacına ulaşılmıştır.
Örneğin, Macar hükümetinin resmi yayın organı “Budapesti Hirlap” (15 Eylül 1931) Biatorbâgy sabotajı dolayısıyla şöyle yazıyor:
“Moskova’nın kanlı eli Macaristan’a uzanmaktadır... Biatorbâgy köprüsünde komünist bir saatli bomba patlamıştır... Bu cürüm cezasız kalmamalıdır.”
Aynı günkü faşist gazete “Magyarâg” şunları yazmaktadır:
“Bitorbâgy köprüsünde patlasa da, bu saatli bombanın ateşleme fitilinin Moskova’da tutuşturulduğuna kuşku yoktur... Öyleyse Avrupa’ya bu en yeni Sovyet ihracı, Rusya’yı uygar düzene, Hristiyan kültürüne karşı tek bir kızıl cephaneliğe çevirecek beş yıllık planın önemli bir parçasıdır... Yeni bir ihracatla, terör ihracı ile geliyorlar. Böylesi bir savaş kışkırtırlarsa, bunun cevabı, her dürüst yurttaşın, her akıllı işçinin kendi çıkarlarına, aile mensuplarının ve anavatanın çıkarına yükümlülüğünü yerine getirmek zorunda olduğu, son damla kana kadar savaştan başka bir şey olamaz.”
Alman burjuva gazeteleri de Jütenborg’daki tren felaketinden sonra aynı dili kullanmışlardı. Komünistlerin, bolşeviklerin sürekli olarak devrimci kitle eylemlerinin yerine bireysel terör eylemlerinin geçirilmesine ilkesel olarak karşı olduklarını pekâlâ bilmelerine rağmen, bu kışkırtmanın başında yine sosyal-demokratlar bulunmaktaydı. SPD Yönetim Kurulu’nun teorik organı “Özgür Söz”de sosyal-demokrat milyoner ve Barmat’ın dostu Ernst Heilmann şöyle yazıyordu:
“Son iki hafta içinde, iki sosyal-demokrat polis memurunun öldürülmesinden sonra, aynı yerde, komünistlerin karargâhının hemen yakınında iki polis memuru daha cinayete kurban gitti. Failler tanınmadan kaçmayı başardılar. Jüterborg’daki demiryolu faciasının, Almanya’da şimdiye kadar işlenen en alçakça cürüm olan, içinde Reich Başkanı ve Dışişleri Bakanı olduğu sanılan Frankfurt-Berlin ekspresine karşı politik fanatizmin bu sabotajının da bununla ilişkisi vardır.”
Açık faşistler de, sosyal-faşistler gibi aynı telden çalıyorlar. “Der Angriff” 12 Ağustos’ta şunları yazdı:
“Sabotajın komünist bir terör grubu tarafından düzenlendiği şeklindeki hemen uyanan kuşku, doğrulanmıştır. İpler yalnızca Berlin’in kuzey mahallelerine değil, aynı zamanda emri üzerine Avrupa’da birden fazla bombanın patladığı Rusya’ya da işaret ediyor.”
11 Ağustos tarihli “Vorwarts”te SPD Yönetim Kurulu üyesi Otto Meier’in işte kinik bir şekilde yazdıkları:
“Olağanüstü hal yasaları ve zalimler üzerine yaygarayla, parçalanmış partiyi toparlamak ve kendi suçlarını örtmek için illegalliğin kurtarıcı karanlığı aranmakta ve partinin yasaklanması kışkırtılmaktadır. Bu, propaganda amacıyla kurbana ihtiyaçları olduğu için, kışkırtılan işçileri güvenlikli pusularından ateşe ve felakete gönderen komünist önderlerin ikiyüzlü taktiğidir”
Bundan kısa bir süre sonra, tüm burjuva çeteye, Komünist Partisi’ne karşı kışkırtmak için yeni bir fırsat doğdu. Almanya’nın birçok yerinde ortaya çıkarılan patlayıcı madde depoları komünistlere mal edildi. Böylelikle ulumalara başlamak ve yeniden KPD’nin yasaklanmasını talep etmek için yeni bir neden ortaya çıktı. Polis raporları, KPD’ye ve doğal olarak Moskova’ya götüren ipler örmeye başladı. KPD, ortaya çıkarılan patlayıcı madde depoları ile bir ilgisi olmadığını ve düşmanlarının hiçbir provokasyonunun onu kapitalizmin devrilmesi için bolşevik kitle mücadelesi yolundan sapık terör yoluna sokmayı başaramayacağını açıkladığı halde, faşist ve sosyal-faşist köpek sürüsü susmadı. Polis, Karl Liebknecht Haus’u işgal etti ve olmayan kanıtları bulmak için her köşeyi özenle aradı. Sayısız komünist milletvekilinin dokunulmazlığı kabaca zedelendi. Evleri arandı. En sonunda elbette ki komünist patlayıcı madde depoları, komünist terör grupları masalından vazgeçilmek zorunda kalındı. Ama buraya gelene kadar, bütün burjuva partilerinin KPD’ye karşı kampanyası en büyük şiddetiyle yürütüldü ve yeniden Almanya KP’yi illegaliteye itmek için çaba harcandı. Yalnızca, Alman proleter kitleleri partilerini savunmak için ayağa kalktıklarında, burjuva köpek sürüsü bu kez geri çekilmeye zorlandı.
III
Bu dıştan örgütlenen provokatif eylemlerden daha tehlikelisi ise, iç provokasyondur, düşmanın parti saflarına sızmasıdır.
Önceden de söylendiği gibi, gizli polis bugün yalnızca komünist partilerin içinde bulundukları durum üzerine mümkün olduğunca tam bilgi değil, aynı zamanda faaliyetlerini yanlış yola kanalize edebilmek için onun saflarını demoralize etme, onun politik çizgisi üzerinde belirli bir etki elde etme hedefi de gütmektedir.
Emperyalist kitle kıyımından hemen sonra Avrupa’da devrimci hareketin fırtınalı yükselişi döneminde, gizli polislerin en tecrübelilerinden birisi olan Fransız gizli polisi, Fransız işçilerinin devrimci öncüsünün saflarına sızma ve onun eylemini polisin istediği bir raya oturtma şeklindeki sistemli çabalara girişti. Böylelikle Anquetil adında bir gizli polis ajanı, işçilerin güvenini kazanmak için, 1919 yılında aşırı “devrimci”, “bolşevik” ve “Le Titre Censure” gazetelerini yayımlamaya başladı. Gerçi o kısa zamanda ortaya çıkarıldı ama, açıktır ki, siyasi polis devrimci hareketi demoralize etmek için yeni yollar ve araçlar aramaktan yorulmayacaktır. O, bu arada işçiler arasında KP’ye karşı mücadeleyi kızıştırmak için tüm sağ ve “sol” troçkist grupları kullanmaktadır. Oportünist “Minoritarier” grubu, bu alanda Fransız siyasi polisi tarafından sistemli olarak kullanıldı.
Partiyi parçalamak, faaliyetini felce uğratmak, yönetimini gözden düşürmek için, partinin ve Komünist Enternasyonalin genel çizgisine karşı her fraksiyon mücadelesi siyasi polis tarafından kullanılmakta ve hatta bazen örgütlenmektedir. Komünist partileri, siyasi polis tarafından kullanılmayan ya da kışkırtılmayan, ilkesiz, ya da genel olarak Komünist Enternasyonal’in çizgisine yönelik hiçbir fraksiyon mücadelesi olmadığını asla unutmamalıdırlar. Hatta dahası, fraksiyon mücadelesi, hafiyelerin partiye sızmasını doğrudan kolaylaştıran bir atmosfer yaratır. Örneğin, Macar gizli polisinin Macaristan KP içinde uzun yıllar süren fraksiyon mücadelesinin bir sonucu olarak bir dizi parti üyesini hafiyelik için kazanmayı ve partiye hafiyeler sokmayı başardığına hiçbir kuşku yoktur. Bu görevi kolaylaştırmak ve bütün ipleri birbirine dolamak için bizzat gizli polis, parti içindeki ajan-provokatör canavarı üzerine söylentiler yayar, tek tek yoldaşları provokatörlükle suçlar. Örneğin Kore ve Hindistan’da tek tek gruplar birbirini yıllar yılı provokatörlükle suçladılar.
Partiyi illegal hale getirmek ya da hâlihazırda illegal olan bir partiye karşı terör rejimini güçlendirmek amacıyla partiyi terörizm çıkmazına çekmek, gizli polisin sürekli olarak uyguladığı bir yöntemdir. Örneğin Polonya gizli polisi, parti içinde faaliyet gösteren ve daha sonra açığa çıkarılan ajanlarının yardımıyla 1925 yılındaki 1 Mayıs eylemine terörist bir nitelik vermeye çabalamıştır. Gizli polisin emriyle ajan-provokatörler tarafından bombalar imal edilmiştir; bereket versin ki polisin planı parti tarafından zamanında ortaya çıkarılmıştır.
Özellikle Amerikan polisi, eylemi bozguna uğratmak ve kitleleri demoralize etmek amacıyla, en uygunsuz anda proletaryanın grevlerini ve diğer eylemlerini provoke etmek şeklinde en ince yöntemlerle çalışmaktadır. Bu provokatif yöntem, patlamasını önleyemeyecekleri gelişen eylemleri dağıtmak için sosyal-faşist partiler tarafından sık sık kullanılmaktadır.
IV
Partinin içten çökertilmesi ve politik çizgisinin tahrif edilmesi şeklindeki bu yöntemler, parti içindeki polis ajanlarının faaliyetinin sadece bir yönüdür. Bundan hiç de az tehlikeli olmayan, partinin faaliyeti ve tek tek parti fonksiyonerlerinin rolü üzerine rapor vermekle görevli olan hafiyelerin çalışmasıdır. İllegal partiler için elbette ki bunun önemi büyüktür. Ama partilerimiz bu sorunda affedilmeyecek bir hafiflik göstermektedir.
Parti sık sık büyük çapta bir “uçuş”u (tutuklamayı –çn.), -onyılların deneyimi böyle bir şeyin hafiyelik olmadan meydana gelemeyeceğini göstermesine rağmen- tesadüf olarak görmektedir. Ama artık bütün partilerin bu cümleyi beyinlerine kazımalarının ve her ihanetin nedenlerini dikkatle araştırmayı öğrenmelerinin zamanı gelmiştir.
Yoldaşlar arasında sık sık, bu sorunların tamamen sessiz ve göze çarpmadan halledilmesi gerektiği görüşü egemendir. Bir hafiye ortaya çıkartıldığında -ve özellikle bu ajan-provokatör ileri parti kademelerinde ortaya çıkarılmışsa-, böyle bir şey düşmanın partiyi aldattığı gerekçesiyle partiye leke süreceğinden, gereğinden fazla büyütülmemelidir!
Böyle bir görüş kadar yanlış bir şey yoktur! Sürekli olarak ve tekrar tekrar provokasyonun, burjuvazinin proletaryaya karşı sınıf mücadelesinin bir yöntemi olduğu vurgulanmalıdır. Egemen sınıfın sınıf egemenliği aygıtını kullanarak, KP içine ajanlarını sokabilmek için araçlar ve yolları eninde sonunda daima bulabileceği açık değil midir? Bu soruyu sormak, hiçbir partinin bundan muaf olmadığını söylemektir. Sorun böyle ise, o zaman partiye hafiyelerin açıkça teşhir edilmesiyle değil, aksine bunları ortaya çıkarmadaki ve bu sorunu buna uygun bir ciddiyetle ele almadaki yeteneksizliğinden ötürü leke sürülür.
Kuşkusuz bugün kapitalist ülkelerde bir ajan-provokatörü ortaya çıkarmak, eskiden çarlık Rusya’sında olduğundan daha zordur. Düşman çok şey öğrendi: Çarlık polisi devrimci harekete karşı en karmaşık manevraları kullandıysa, şimdiki (gizli polis-ÇN) tüm bir taktik sistem oluşturmuştur. Her zaman mutlaka polisin keşiflerini tutuklamalar izlemez. Burjuvazi, ajanlarını gözbebeği gibi korur ve kuşkuları ajanı, provokatörü üzerine çekmemek için (bizzat önder illegal devrimcilerin) tutuklanmasından cayar. Siyasi polis için, partideki ajanlarının yıllar boyu süren faaliyetinin büyük önemi vardır. Çünkü böylelikle parti sırlarını elde etmek ve hatta zaman zaman partinin faaliyetini etkilemek, onun çalışmasını bir yönden felç etmek ve bunun yerine başka bir yöne sokmak olanağı vardır.
Belki de tecrübesiz bir devrimci, durum buysa, bu musibete karşı mücadelenin nasıl olanaklı olduğunu soracaktır. Sorunun bu şekilde ortaya koyulmasından, provokasyonun belirli bir dereceye kadar kaçınılmaz bir olgu olduğu çıkmıyor mu? Özellikle ajan-provokatörlerin ortaya çıkarılmasının siyasi polisin şimdiki taktiği, dolayısıyla son derece zor olduğu gözönüne alınırsa, bunun aşılması nasıl mümkündür?
Düşmanın çalışma yöntemi öğrenildiği anda kollarını önüne sarkıtan bir devrimci, kötü bir devrimcidir. Provokasyon “kaçınılmaz” olduğundan teslim olmak isteyen biri, beyaz terörün ve burjuvazi tarafından emekçi kitlelerin sınıfsal ezilmesinin diğer tezahürlerinin de “kaçınılmaz” olduğunu unutmaktadır. Yalnızca en berbat oportünistlerin, döneklerin sınıf baskısının tezahürleri önünde teslim olabilecekleri ve bunlara karşı mücadeleden cayabilecekleri açıktır. Sınıf baskısının tek tek tezahürlerine karşı mücadele nasıl mümkünse, provokatörlüğe karşı mücadele de o şekilde mümkündür. Bunun başarısı bir tek önkoşula, bunun tüm sınıfın mücadelesi, kitlelerin ve tüm partinin mücadelesi olmasına ve tek tek kişilerin mücadelesi olmamasına bağlıdır. Buraya daha sonra tekrar döneceğiz.
V
Ajan-provokatörlerin devrimci bir örgüte sızma yöntemleri öyle çok çeşitlidir ki, bu konu kısa bir makalenin çerçevesi içinde tamamıyla işlenemez.
Parti üyeleri arasında ajan-provokatör elde etmek için siyasi polis çok çeşitli yöntemlere başvurmaktadır: hem kaba şiddet (siyasi polisin zindanlarındaki vahşi işkenceler) hem de işsizlerin açlığı, geri işçinin ulusal ve dinsel önyargıları, polis ajanlarının “temiz yürekli” sözleriyle ayartılan genç devrimcilerin deneyimsizlikleri. Polis ajanlarıyla “ilkeler”, “dünya görüşü”, vs. üzerine tartışmaya giren herkes, böyle yapmakla yanlış bir yola saptığını, ihanete doğru bir adım attığını bilmek zorundadır. Parti yönetimleri, büyük bir özenle, devrimcilerin sorguda, hapiste ve mahkeme önünde davranışları ile ilgili yönergeleri hazırlamalıdır.
Komünist işletme hücrelerinin gelişmesine ket vurmakla görevli fabrika hafiyelerinin son derece büyük tehlikesini özellikle belirtmek gerekir. Burada da oldukça çok çeşitli biçimler vardır: İşçilerin gözetlenmesi için (özellikle ABD’de çok sayıda olan) işverenlerin “dedektif” veya hafiye örgütlerinden, işyerindeki ajanlar tarafından kurulan “komünist” hücrelere kadar. Bu açıdan Japon gizli polisi çok ustadır: Daha sonra “komünist” olarak sahneye çıkabilmeleri için, ajanları için “marksist kurslar” düzenlenmektedir.
Komünist partilerine nispeten daha rahat giriş olanağı bulabilen çok sayıda provokatör, faşist ve sosyal-faşist partilerin saflarından gelmektedir. Hatta sosyal-demokrat partilerin bu durumda kendi yenilgilerini kullanmayı başardıkları açıktır. Kendisinden ayrılan ve KP’ye geçen her işçi grubuna, sosyal-faşist parti, daha sonra KP içinde provokatif çalışma yürütmek üzere “güvenilir” bir işçi verebilir. Bir yandan en özenli denetim, diğer yandan partiye gelen işçilerin asimilasyonu için yoğun çalışma, partiye, sınıfa yabancı ve doğrudan düşman unsurları saptama olanağını sağlar.
VI
Gizli polisin yöntemleri son derece çeşitli, olanakları ise sayısızdır. Ama buna rağmen, provokasyona karşı mücadele üstesinden gelinemez zorluklar göstermez.
Burada salt şu ya da bu ajan-provokatörün ortaya çıkarılmasının söz konusu olmadığına dikkati çekmek gerekir. Elbette ki bunun büyük bir önemi vardır, ama buna rağmen esas sorun bu değildir. Nasıl ki siyasi polis için önemli olan yalnızca şu ya da bu devrimciyi tutuklamak değil de, tüm partiyi parçalamak ve eylemini felce uğratmak ise, KP içinde yalnızca tek tek provokatörlerin ortaya çıkarılması, bir sistem olarak provokasyona karşı mücadeleden, işçi sınıfının devrimci mücadelesini yok etmek için kullanılan bu aracı burjuvazinin elinden almak için mücadeleden daha önemli değildir.
Böylece, provokasyona karşı mücadele yalnızca kapitalizmin devrilmesi için genel devrimci mücadelenin bir parçası olarak doğru bir şekilde örgütlenebilir. Ve de tersine: İşçi sınıfının parçalanmasının, burjuvazinin egemenliğinin aracı olarak provokasyona karşı uzlaşmaz mücadele onun parçalarından biri değilse, yalnız sözde değil, aynı zamanda eylemde de kapitalizme karşı yürütülen gerçek bir devrimci sınıf mücadelesi söz konusu olamaz.
Ama bu, provokasyona karşı mücadeleyi bir kereye mahsus olmak üzere sürdürülmesiyle iç rahatlığına ulaşılabilecek bir kampanya olarak görmenin temelden yanlış olduğu anlamına gelir. Partilerin önünde duran, ama yeterli dikkat göstermedikleri görev, provokasyona karşı kampanya değil, tersine sistemli, çetin, günbegün kitle mücadelesidir.
Her partili yoldaş, her işçi, devrimci ordunun her basit savaşçısı bu görevin muazzam önemi üzerine açıklığa kavuşmalıdır. En geniş kitlelerin dikkatini provokasyon sorunlarına çekmek, onların bu alandaki uyanıklıklarını ve dikkatlerini büyük ölçüde yükseltmek, onların tüm devrimci enerjilerini hakim sınıfların provokatif eylemlerinin tüm görünümlerine karşı seferber etmek, işte komünist partilerin yükümlülüğü budur.
Provokasyona karşı mücadele, her şeyden önce parti içinde gizlilik için mücadele etmektir. Bu alandaki ihmalkârlığa kararlı bir şekilde son verilmelidir. Gizlilik kurallarına uymayan, dikkatsizliği ile tüm örgütü tehlikeye düşüren, devrimci değildir.
Böylesi kuralları basitçe ezberlemekle olmaz. Elbette ki kuşaklar boyu devrimcilerin bize bu alanda bıraktıkları deneyimleri dikkatle incelemek gerekir. Ama bu yetmez. Ara verilmeden devrimci çalışmanın günlük pratiğinden gizlilik öğrenilmelidir. Burada karşılıklı sıkı denetim gerekir. Küçük-burjuva duygusallığa parti yaşantısında yer yoktur: Devrimci partide güven, yalnızca ve yalnızca örgütlü denetime dayanır.
Gizliliğin temel kurallarının zedelenmesi, aynen partinin siyasi çizgisinden sapma gibi cezalandırılmalıdır. Ancak bu şekilde gizlilik en yüksek noktaya ulaştırılabilir.
Gevezeliğe karşı amansız savaş! Hem sözde legal, hem de illegal partilerin tüm üyeleri gevezeliğin devrimci dava açısından her an ihanete dönüşebilecek olan, doğrudan ve en kötü tahribat çalışmasıyla eş anlamlı olduğu konusunda açık olmalıdır. İflah olmaz gevezelere devrimci partide yer yoktur.
Provokasyona karşı başarılı mücadelenin temel önkoşulu, örgütün doğru bir şekilde inşa edilmesi, yasal ve yasadışı çalışma arasındaki doğru bağlantıdır. Bu, yasadışı partiler için özel bir öneme sahiptir. Yasadışı örgütün amaca uygun inşası, parti çalışmasının tek tek işlevlerinin akılcı dağılımı ve bağlantısı, hafiyelerin çalışmasını önemli ölçüde zorlaştırır. Lenin, “‘Sol Radikalizm’ Bir Çocukluk Hastalığı”nda, provokatör Malinovski ile ilgili bölümde yasal ve yasadışı çalışma arasındaki bağın son derece büyük önemini vurgular, şöyle der orada:
“En iyi ve en sadık yoldaşlarımızdan düzinelercesini ele verdi. Eğer daha büyük zararlar veremediyse bunun nedeni, bizde yasal ve yasadışı çalışma arasında doğru bir ilişkinin var olmasıydı. Malinovski bizim güvenimizi kazanmak için, Çarlık altında da Menşevik oportünizme karşı mücadele yürütmeyi ve bolşevizmin ilkelerinin propagandasını yapmayı bilen legal günlük gazeteleri yayımlamak için bize yardım etmek zorundaydı, Malinovski bir eliyle düzinelerle en iyi bolşevik önderi sürgüne ve ölüme gönderirken, diğer eliyle yasal basın yoluyla onbinlerce yeni bolşeviği eğitmek için bize yardım etmek zorunda kaldı.” (“Sol” Komünizm, Bir Çocuk Hastalığı, Sol Yayınları, s. 41)
Tanınan provokatörlere karşı mücadeleye gelince, bununla ilgili her halükarda şu söylenmelidir: Her ajan-provokatörün ortaya çıkarılması olayı geniş kamuoyuna getirilmelidir. Nispeten yasal bir komünist partisinde geçen aşağıdaki gibi bir olaya kesinlikle izin verilmemelidir: Bu partinin bir örgütünde bir hafiye ortaya çıkarıldı ve partiden uzaklaştırıldı, ama kamuoyunun bundan haberdar edilmesi ihmal edildi, Ortaya çıkarılan hafiye, başka bir parti örgütüne sızdı ve tesadüfen bu şehre gelen bir yoldaş tarafından tanınıncaya kadar çalışmasını sessizce yürüttü, Ancak bundan sonra yoldaşa, bu hafiyelik olayı parti kamuoyuna açıklanmış olsaydı, bunun zarar veremeyeceği düşüncesi geldi.
Ortaya çıkarılan hafiyelerin kamuoyu önünde teşhir edilmediği böylesi bir “mücadele”nin gerçekte bir mücadele değil, hafiyeliğin gizli tutulması olduğu açık olması gerekir, Ancak ortaya çıkarılan her provokasyon olayı konusunda en geniş neşriyat ve bundan salt kendi partisini değil, tüm Komünist Enternasyonal’i haberdar etmekle, bir yandan düşman ajanlarının suçlarını gerçekten kanıtlamak ve diğer yandan partilere bu alandaki genel deneyimleri değerlendirme olanağı vermek mümkündür.
Bütün partilerin ajan-provokatörlüğe karşı mücadeleyi tüm ciddiyetiyle ele almalarının zamanı gelmiştir, Burjuvazinin devrimci hareketi kanda boğmak, devrimci sınıfın öncüsünün elinden önderlerini almak için en umutsuzca çabalara giriştiği, kapitalist ülkelerde yüzlerce, binlerce devrimcinin sosyalizm için canlarını verdikleri bugün, provokasyona karşı vurdumduymazlık doğrudan doğruya cinayettir, Katledilen onbinlerce Çinli devrimciyi, faşist Polonya zindanlarında öldüresiye işkence edilen ya da darağaçlarına çekilen yüzlerce işçiyi ve köylüyü, Balkan ülkelerindeki siyasi polisin yüzlerce, binlerce kurbanını düşünmek, provokasyona karşı mücadelenin devrimci hareketin şu anki yakıcı bir sorunu olduğunu göz önüne getirmeye yeter.
Burjuvazinin bütün bu zalimlikleri, onu kaçınılmaz çöküşünden kurtaramayacaktır, Kapitalizmin azalan gücünü yeniden canlandırabilecek bir “mucize” yoktur.
Ama biz provokasyona karşı yorulmaz, çetin mücadele sorununu tüm boyutlarıyla ortaya koyar ve bunu emekçi kitlelerin kapitalizmin yıkılması için verdikleri tüm devrimci sınıf mücadelesine organik olarak bağlayabilirsek, burjuvazinin sınıf egemenliğinin çöküşünün tarihi saatini hızla yakınlaştırabiliriz.
“Komünist Enternasyonal”
1931/42. sayı, s. 1953-1962