Ajan sızdırma ve örgütlü mücadele içindeki insanları ajanlaştırma yöntemi, sömürücü egemenlerin, devrimci örgütlere karşı önemli bir silahı olagelmiştir.
Deneyler gösteriyor ki bu konuda en fazla başarılı oldukları tarz ajanlaştırmadır. İşkence ve ölümden duydukları korkuyla ruhlarını düşmana peşkeş çeken böylesi unsurlar, geçtiğimiz yüzyıldan beri devrimci ve komünist harekete ağır zararlar vermişlerdir. Ajanlaştırmaya eklenen bir yöntem olarak “itirafçı kontra” kimliğini de bu çerçevede değerlendirebiliriz.
Rusya’da, Sosyalist Devrimci Parti kurucularından olan ve 1892’de ajanlaştırıldıktan sonra ikili çalışan (devlet görevlilerinin suikastlarla ortadan kaldırılması ve aynı zamanda Sosyalist Devrimci Parti militanlarının Çarlık polisinin tuzağına düşürülmesi) Y. F. Azef ile, Bolşevik Parti Merkez Komitesi’ne değin sızan Malinovski bilinen örneklerdir.(1)
Yine Rusya’da, Çar II. Aleksandr suikastı gibi eylemlerin sahibi olan Halkın İradesi örgütünden Vaneçka Okladaki türü kişilerin, idam edilmekten kurtulmak için ajanlığı kabul ettikleri ve hapishaneden gizlice çıkarılıp şehirlerde deşifrasyon için gezdirildikleri, bu yolla pek çok kadroyu yakalattıkları “Sabırsızlık Zamanı” adlı romanı okuyan her devrimcinin bilgileri arasındadır.
Çin’de kullanılan ajan sızdırma yöntemini ise, devrim öncesi süreçte Emniyet Müdürlüğü yapan, ABD eğitimli V.T. Hsu şöyle anlatıyor:
“Komünistlerin en çok yuvalandığı üniversitelerle fabrikalara bir takım ‘tuzak adamlar’ yerleştirdik. Bunlara komünist eğilimli faaliyetlere girişmeleri için talimat verdik.
Mesela bu ‘tuzak adamlar’ komünist modeline göre dernekler kurup, solcu, hükümet aleyhtarı eserler okuyorlar, sömürgeciliğe karşı propaganda broşürleri dağıtıyorlardı, hülasa mümkün olduğu kadar komüniste benzemeye çalışıyorlardı.
Planımız muvaffak oldu: İki ay sonra, üniversitelerle fabrikalardaki bu ‘tuzak adamlar’ grubunu müstakil çalışan eski yoldaşlar sanan gerçek komünistler kendini göstermiş ve bizim gruplarımızın liderliğini ele almaya başlamışlardı. Atacağımız ikinci adım, gerçek komünistleri anahtar gibi kullanarak, bunların hangisinin bizi esas komünist lidere götüreceğini anlamak olacaktı.” (Gizli Mücadele, s. 76-77)
Hsu, ajanlaştırmayla ilgili olarak da, “ilgilendikleri komünistlerin” “geçmişlerini, aile muhitlerini, karakterlerini ve meşgul oldukları işleri derinlemesine tetkik ettiklerini ve bunları gözaltına alıp ajanlık için sıkıştırdıklarını” söylüyor.
“İşkence, ölüm ve ailesine zarar verme” tehdidi gibi yöntemlerle ajanlaştırdıkları bu kişilerle bir dizi başarı kazandıklarını iddia eden Hsu’nun yazdıklarından, siyasi polisin faaliyetinde sınırsız bir kaynak kullandığını da anlıyoruz. Örneğin söz konusu dönemde, ÇKP’nin bir il komitesinin yaklaşık üç bin Yuan olan aylık bütçesine karşılık, ÇKP Merkez Komitesi’ne bağlı özel bir askeri örgütü açığa çıkarmak için bilgi toplamakla görevlendirilen dört gizli polis mensubuna verilen ödenek bir milyon Yuandır. Günümüzde bunun çok daha sınırsız hale geldiğini, MİT ve diğer istihbarat dairelerinin gelir sağlamak için, uyuşturucu kaçakçılığından, üretim ve ticarete dönük çeşitli şirketler kurmaya değin bir dizi özel gelir kaynakları oluşturdukları biliniyor.
Halkın İradesi örgütünden V. Okladaki’nin kullanılışındaki tarzın Çin’de de uygulandığını ve ajanlaştırılmış bazı hainlerin kent sokaklarında ÇKP’lilerin deşifrasyonu için kullanıldıklarım yine Hsu’nun kitabından öğreniyoruz.(2)
Ellili yıllardan itibaren Latin Amerika ülkelerinde de ajanlaştırma yöntemi sıklıkla kullanılmıştır.
Che, “Savaş Anıları” adlı kitabında; ajanlaşan kişiliklere ait bazı örnekler verir. İlki şöyledir:
“Eutimio o zamanlar, isyancı köylülerin tipik bir temsilcisi olarak görünüyordu, ama bir süre sonra Casillas (Batista ordusunun, gerilla hareketine karşı savaşta ünlenmiş bir subayı -PD) tarafından tutsak edilmiş, öldürülmeyerek on bin peso ve orduda bir mevki karşılığı satın alınmıştır. Fidel’i öldürmekle görevliydi. Amacını gerçekleştirmeye çok yakın olmasına karşın, yüreksizliği nedeniyle bunu yapamamıştı. Yine de yaptıkları bizim açımızdan çok zararlı olmuştu, düşmana kamp yerimizi bildirmişti çünkü.” (s. 30)
Gece, Castro’nun yanı başında yatma imkânı elde etse de, korkudan silahını ateşleyemeyen bu alçağın, düşmana haber taşıma yöntemini ise şöyle anlatıyor Che: “Keşif uçağında bulunan ve Casillas’a bulunduğumuz yeri gösteren adamın hain Eutimio Guerra olduğu kimsenin aklına gelmedi. Bu bize olanaksız görünüyordu. Ama gerçek buydu, annesinin hastalığı yanımızdan ayrılarak ve Casillas’la bağlantı kurmak için kullandığı bir bahaneydi.” (s. 45)
Che, bir diğer gerillanın yaşadığı süreci şu sözlerle dile getiriyor:
“(Gilberto Cordero) başka bölgelerde yapılan keşif görevi sırasında düşmana tutsak düşmüş ve bir süre ellerinde kalmıştı. O’nu buraya Fidel’i zehirlemesi için getirmişlerdi, küçük bir şişedeki zehri Fidel’in yemeğine dökecektir. Cordero, kurşun seslerini duyduğunda öbür askerler gibi kamyondan atlamış, fakat kaçmayıp hemen bize teslim olmuş ve yeniden birliğimize katılarak başından geçen serüveni anlatmıştı.” (s. 158)
Farklı tarzda bir örnek ise, bir dönem TİKKO saflarında gerillalık yaptıktan sonra, “ayrılıp dağlarda tek başına gezen” Bozo lakaplı Yusuf Geyik’in durumunu hatırlatır. Che diyor ki: “Birkaç ay önce bir tüfekle birlikte birliğimizden kaçan Guaro’nun tüfeğini ne yaptığını bilmiyorduk ama, kendisinin ne işler karıştırdığından haberimiz vardı. Devrim uğruna mücadele etme ve muhbirleri cezalandırma maskesi altında Sierra’da yaşayan halkın bir bölümünü soyup soğana çevirmişti, belki de orduyla anlaşarak yapmıştı bunu.” (s. 163-164)
Ajanlaştırılmış ve o andan sonra gözü dönmüş bir polis haline gelen soysuzların bir örneği de, Uruguay’da ortaya çıkan Amadio Perez’dir. Tupamarolar’ın yönetici kadrolarından biri olan ve “kutsanmış yetenek” diye nitelenen bu alçak, işkenceden kurtulmak için ajanlığı kabul etmiş ve şehir gerillacılığında ün salmış örgütüne çok büyük darbeler vurulmasına yol açmıştır. “Ateşi Tutmak” adlı romanda, bu düşürülmüş kişiliğin cezaevinden gizlice çıkarıldıktan sonra yaptıklarının hangi sınırlara dayandığı şu sözlerle anlatılıyor:
“Amadio’nun amacı, organizasyonu tamamen yıkıp yok etmekti ve militan olarak çalıştığı zamanlardaki titizliğini ve çalışkanlığını bu kez tam ters yönde kullandı. Üniforma giydi, askeri bir araca bindi ve aylar boyunca bitmek bilmeyen bir sabırla caddeleri, ülkedeki tüm sokakları dolaştı. Sonunda ülkede ne Tupamaro, ne taraftar, ne de sempatizan kalmayınca, eski bir Tupamaro olarak edindiği tüm bilgi ve deneyimi değişik biçimlerde kurulabilecek yeni yeraltı örgütlerinin izini bulmak amacıyla kullanmaya yöneldi.”
Örnekler farklı, fakat öykü aynı; ölümden ya da işkenceden kurtulmak için ajanlaşan, bu yeni durumda tümüyle farklı bir kişilik haline gelen ve giderek düşmandan daha düşman kesilen insan posaları ya da gericiliğin ve faşizmin pilli oyuncakları.
Yaşadığımız topraklarda da böylesi hainler çıktı ve devrimci harekete büyük zararlar verdiler. TKP(ML) içinde hücre şeklinde örgütlenen, Merkez Komitesi, Bölge Komitesi, Gençlik Örgütü Merkez Komitesi, Askeri Komite gibi temel yönetici organlarda yer almayı başaran ve 1996’da açığa çıkarılarak ezilen karşıdevrimci hücre, bunlar arasında üzerinde ciddiyetle düşünmemiz gereken, en yeni ve kapsamlı örnektir.
Bunlardan bazıları ajanlaştırılmalarını şöyle anlatıyor:
Bayram Kocabozdoğan:
“Otobüsten indikten sonra eve giden caddeye yöneldim. (...) Beni yakalayarak arkadaki beyaz reno marka taksiye bindirdiler. Bana gerçek ve kod adlarımla hitap ediyorlardı. Sorguyu 15-20 dakikalık bir yoldan sonra Paşabahçe (Beykoz) ormanlıklarında sürdürdüler. Kayseri’den nasıl kaçtığımı, Tokat’ta kaldığımı, sağlık durumumun nasıl olduğunu bana alaylı bir tavır ile anlatıyorlardı.”
“Tehdit ederek işbirliği teklif ettiler. Yapamayacağımı belirtmem ve mücadeleyi bırakırım, cezamı çeker, bildiklerimi anlatırım demem üzerine kafama silah dayayarak ‘senin bildiklerine ve anlatacaklarına ihtiyacımız yok, ya kabul edersin ya ölürsün’ deyince işbirliğini kabul ettim.”
“Atom” takma ismiyle tanıdıkları polis şefi, bu düşürülmüş kişiliği, tümüyle siyasi polisin oyuncağı haline getirecek planı adım adım uyguluyor. Bilgi alma, kadroları deşifre ve yakalatma, silah satışı senaryosuyla partinin parasına sahip olma ve teslim edilen silahları taşıyan milislerin öldürülmesi vb.
Bu hainle evli olan Nurten Eriş de, işkence ve ölüm tehditliyle ajanlaştırılmış. N. Eriş’in polisin hizmetine girişi, bir başka ajanın kendi durumunu açıklayıp, onu da polisle işbirliğine çağırmasından sonra başlamış. Birçok kadronun polis tarafından yakalanmasına yol açan bu alçak, “bıraktığın takdirde aileni yok bil” dedikleri için ajanlığı sürdürdüğünü söylüyor ve kendi gibi hain olan kocasının ve kendisinin siyasi polisten ayda yirmişer milyon lira maaş aldıklarını açıklıyor. Anlatımlarını esas alacak olursak, Erdal Cort adlı ajanlaştırılmış kişi, önce polis tarafından çok sıkı bir takibe maruz tutularak tedirgin edilmiş, bunaltılmış, ardından bu durumu konuştuğu ve ajanlaştırılmış veya baştan beri ajan olan biri tarafından “kendini, eşini, aileni düşün” diyerek açıkça ajanlığa çağırılmış. Bunu, “o an kabul etme”miş, fakat sürüp giden takipler ve tehditler altında “evet” demiştir.
Hasan Batmaz adlı hain, 1988’de gözaltına alındığında bildiklerini anlatmak dışında, “işkence nedeniyle işbirliğini kabul ettiğini” söylüyor. Tutumu açığa çıkacağı için partinin kendisiyle ilişki kurmayacağını söylediğinde, Atom’un “sen eski partilisin, bugün kurmazlarsa da yarın kurarlar” dediğini açıklayıp, ekliyor: “Ciddi olan hastalığımı tedavi edeceklerini söylediler. Jest olarak kız kardeşimi ve erkek kardeşimi bıraktılar.”
Ayşe Eski ise şunları söylüyor:
“6-7 gün işkenceye almadılar. Daha sonra bana dört gün işkence yaptılar. Ben tanıdığım ilişkileri verdim. Bunları bilinçli olarak almadılar.” “Askıya aldılar, bizimle çalışmazsan öldürürüz dediler, ben de kabul ettim.” “Seni yardım ve yataklıktan yatıracağız; cezaevinden çıktıktan sonra kırsal alana gideceksin, orada faaliyet yürüteceksin. Orada olumsuzlukları abartacaksın, önderliğe karşı güvensizlik yaratacaksın.”
Bu ajanlaştırılmış unsurlardan biri olan ve Sağmalcılar zindanında cezalandırılan Hasan Hüseyin Er şöyle diyor:
“Beni Kemerburgaz tarafında ıssız bir yere götürdüler. (...) Beni tanıdıklarını, uzun süreden beri takip ettiklerini, daha önce alacaklarını, fakat almadıklarını, şimdi büyük işlere karıştığım için öldüreceklerini söylediler. Bütün ilişkilerimi bildiklerini söylediler ve önüme iki seçenek koydular. Ya ölecem ya da onlarla çalışmayı kabul edecem. (...) Bu arada silah mekanizmasıyla oynayıp bir el ateş ettiler. Yerde tekme ile dayak atıyorlardı. Ölümden ve öldürülmekten korktum... Bunun üzerine onlarla çalışmayı kabul ettim. Kabul ettikten sonra bana dokunmadan gözlerim bağlı olarak Mecidiyeköy Emniyet binasına getirildim. Burada ilk başta 8-9 sayfalık bilgi yazarak polise verdim.
Fotoğrafımı çekip işbirliği belgesi imzalattılar.”
Bu son uygulamanın bir başka türünü ise Bayram Kocabozdoğan, “Fatih tarafında büro gibi bir yere götürüp, o güne kadar yürüttüğüm faaliyete dair bir videokaseti doldurdular” diye açıklıyor.
Aktardığımız ajanlaştırma örneklerinin özünü oluşturan nedir? Ölüm, işkence veya yakınlarının zarar göreceği korkusuyla düşmanla işbirliğini kabul etme. İdeolojik bakımdan çürük, kopuşmak bir yana, burjuva yaşam anlayışı ve değerleriyle sıkı bağları olan bir kişiliktir bu. Benimsediğini iddia ettiği idealleri uğruna ölümü göze alamadığı, bir başka deyişle onlarla özdeşleşemediği gibi, düşmanın elinden kurtulduğunda da, partisine, gözaltına alınıp işbirliği teklif edildiği ve bunu kabul ettiği gerçeğini anlatacak bir dürüstlük ve kararlılık gösteremeyecek denli aciz ve bozuktur. İşkenceci faşistlerin bu zavallı hizmetkârları adım adım başkalaşıma uğruyor ve ajan faaliyetleri geliştiği ölçüde de tam bir siyasi polise dönüşüyorlar.
Burada dikkat merkezine tutulması gereken unsurlardan biri de, ajanlaşan kişiliklerin, bu denli rezil bir noktaya sürüklenişlerinin, belirli bir anda şu veya bu nedenle duydukları korkuyla izah edilemeyeceği; bunların o güne kadarki süreçlerinin de burjuva yaşam anlayışı ve değerleriyle iç içe oldukları, buradan kaynaklı çürüklük ve bozukluklar taşıdıkları gerçeğidir. Böylesi kişilikler ya belirli bir aşamada devrimci yaşam tarzından kopmuşlar ya da hayatlarının hiçbir döneminde devrimciliği bir yaşam tarzı haline getirememişlerdir. Üstelik bu gerçekliklerinin fark edilmesini ustalıkla engelledikleri de söylenemez. Asıl sorun, uzlaşma, düzelmesini bekleme, üzerine gitmeme, hatta görmezden gelme gibi oportünist tutumlarda gizlidir. Bir örnek olarak aktardığımız Amadio Perez’in durumu tartışılan sorunda ilginç bir örnektir. Pek çok yetenek taşımakla, eylem planlamak ve örgütlemekle ünlenen Perez’in “devrim parasını çaldığı” sonradan açığa çıkmıştır. Ancak onun “organizasyona katılmadan önce bile görevi ile bağdaşmamasına rağmen karanlık yönleri olduğu” bilinmiyor değildir. Keza yakalandığında, gazetelerden deşifre edilen evinin son derece lüks döşenmiş oluşunun korunma perdesiyle ilişkisi bulunmadığı, bu şahsın “lüks konforlu bir yaşam sürmeyi, şık elbiseler giymeyi ve cebinde bol parayla gezmeyi sevdiği” gecikilerek saptanmış bir gerçektir. (Ateşi Tutmak, s. 23-24)
***
Konuya girişte sorunun ajan sızdırma ve ajanlaştırma biçimindeki iki boyutuna dikkat çekilmişti. Birincisi hakkında şunlar söylenebilir: Ajan sızdırma, fabrika, okul ve mahalle üzerinden olduğu gibi örgütten örgüte geçiş yoluyla da sağlanıyor. Bunlar sızdırılacakları örgüte-partiye göre ideolojik siyasal olarak hazırlanmış kişiler olabileceği gibi, genel olarak ilerici, solcu, devrimci sempatizan insanların bilgisiyle de sınırlı olabilirler.
Sızdırılan ajanların eskiden devrimci hareketlerin çevresinde bulunmuş olmaları, bazı ajanların ise askerlik yaptıkları süreçte örgütlendikleri veriler arasındadır.(3)
Ancak polisin doğrudan eğitip yetiştirdiği ajanları sızdırma yöntemiyle kalıcı başarılar kazandığı söylenemez. Onun son altı-yedi yıllık dönemdeki asıl başarısı gözaltında ajanlaştırdığı hainler sayesindedir.(4)
İster en baştan ajan olarak yetiştirilenler, isterse de ajanlaştırılmış kişilikler, siyasal polisin, devrimci bir örgüt ya da parti hakkında sürekli bilgi sahibi olmak (kadrolar, örgütsel işleyiş, dönem planları vb.) onu sınırlamak, en azından önemli eylemleri engellemek, örgütün şu ya da bu kesimini denetim altında tutmak, provokasyon, hatta TKP(ML) örneğindeki karşıdevrimci hücre ve bunun Konferans’ta MK’ya egemen olma planında olduğu gibi, partiyi “karşıdevrimin bir parçası haline getirme” türü hedeflerinin araçlarıdır.
Burada, ajanlara verilen bazı özel görevleri de anımsatmakta yarar var. TKP(ML) Kongre Hazırlık Konferansı’na katılan Nurten Eriş, polis şeflerinin bir planını şöyle anlatıyor:
“Kongre için radyo vardı. (Minyatürlü). İçine verici yerleştirilmişti. Direkt yer tespit etme özelliği vardı. Kongre yerini, Erdal Cort aktarmıştı, sonra radyodan vazgeçildi.”
Bu konferansta Erdal Cort’a verilen özel görev ise şahsi tutanak tutup Atom’a iletmekti.(5)
İşkenceci katillerin neredeyse gözaltında “önüne gelene” ajanlık teklif edebildiği, bir örgütü “karşıdevrimin aracı” haline getirmeyi aklından geçirebildiği, dahası bunu planlayıp pratiğe yönelebildiği koşullarda, siyasi polise karşı mücadelede ustalaşmak, gizli çalışmanın kurallarını ödünsüz uygulamak ve devrimci uyanıklık, sürecin özel bir sorunu haline gelmiş demektir.
Fakat bütün bunlar asla kuşku temelinde bir ilişki ve hareket tarzını benimsemek anlamına gelmez. Çünkü kuşku ve güvensizlik, siyasi polisin devrimci örgüt ve partilere sızdırmaya çalıştığı bir mikroptur ve zararları tek tek ajanların verebileceğinden çok daha güçlüdür. Epiküros’ın “kuşkuculuk tüm varlığımızı yıkabilir ve sürekli bir harabeye dönüştürebilir” sözü, bahsettiğimiz mikrobun rolü konusunda yeterince fikir vermelidir. Burada sorun, her aktivist için geçerli olan gizlilik kurallarının uygulanması, örgütsel denetim, polis gözaltılarının başlangıç ve gelişiminin doğru biçimde saptanması, saflara yeni kabul edilen yoldaşlar hakkında sağlıklı bilgilenme gibi konularda “işin gereği”ne göre davranmaktır. Bu konularda tutarlı ve ilkelere bağlı bir pratik sergilenirse hem sızmalar ve ajan faaliyetleri açığa çıkarılacak, hem de açığa çıkarma sürecinde bu alçakların verebileceği zararlar asgari düzeye indirilecektir.
Devrim öncesi Çin’in Emniyet Müdürü Hsu, özel olarak hazırlayıp ÇKP saflarına sızdırmaya çalıştıkları ajanlar hakkında diyor ki: “Mümkün olduğu kadar komüniste benzemeye çalışıyorlardı.”
Bir ajanın ve ajanlaştırıldıktan sonra kişilik dönüşümüne uğramış bir hainin yapabileceği bundan ibarettir: “Mümkün olduğu kadar komüniste benzemek.”
Eğer kadro seçiminde, görevlendirmelerde ve değerlendirmelerde, devrimci kişilik, yaşantı ve mücadele kimliğiyle özdeşleşmeyenler, bu konuda ciddi eksik ve zaaflar taşıyanlar ayırt edilebiliyorsa, taklitle, maskeyle, rolle kendini yaşatmaya çalışan, birer naylon veya sahtelik olan ajanların ayırtabilmesi on kez daha mümkündür. En mekanik ifadeyle söylersek, iki yaşamlı, iki dilli, ikiyüzlü kişiliklerin kendisini ele verecek “hata” yapmamaları, çürüme kokularını etrafa yaymamaları düşünülemez. Aksi bir durum, ancak söz konusu kişilerin devrimci faaliyet içinde olmaması veya örgütte disiplin ve denetimin çok laçka veya biçimsel hale gelmesi koşullarında mümkündür. Karşıdevrimci hücre ve TKP(ML) gerçeğini incelediğimizde karşımıza çıkan nedir? Aslında bu ajanlaştırılmış alçaklar kendilerini ele veren çok sayıda ciddi hata yapmışlardır. Öyle üstün bir becerileri de yoktur. Ancak yine de kendilerini yıllarca yaşatabilmişlerdir. Çünkü örgütsel yapı, işleyiş ve ilişkiler, buna imkan tanıyacak bozulmalara uğramıştır. Pek çok deneyimli kadronun yıllarca önceden başlayarak, bu hainlerin bir bölümü hakkında ajandır belirlemesi yaptığını, bu doğrultuda soruşturma açılmasını istediğini bilmek bile, sorunun esasını anlamamız bakımından yeterlidir. O halde ajanlardan çok, “kendi” örgütsel hata ve ihmallerimizden, denetim yöntemini devre dışı bırakışımızdan, örgütsel mekanizmaları işletme zaaflarımızdan korkmalıyız. Çünkü bahsettiğimiz ilkesizlik ve zayıflıklar ajanların oksijenidir.
Hatırlanması gereken olgulardan biri de, ajanları yalnızca örgütsel yapı içinde aramak yanlışına düşmemek, sempatizan çevrelerinde kolaylıkla yuvalanabilecekleri gerçeğini de özenle hesaba katmaktır. Bu durumda birimler üzerinden deşifrasyon konusunda küçümsenemez zararlar verebilirler. Siyasi polise takip için başlangıç noktaları sunabilirler. Küçük yerlerde bunlar çok önemli hale gelir. Ancak o koşullarda bile, kurallı ilişkiler ve devrimci uyanıklık bu alçakları kulaklarından tutup açığa çıkarmak için yeterlidir. Çorlu’daki Murat Demir ve Kasım Açık örnekleri bunu görmek için yeterlidir.
Ajanlar ve ajanlaştırılmış unsurlar ne yaparlarsa yapsınlar mücadelenin gerekleriyle ve devrimci bir yaşam tarzıyla özdeşleşemezler. Bu konuda sayısız “aykırılık” gösterirler. “Özel yaşam”larında devrimci olmayan pek çok örnek kendini açığa vurur. Açık ya da örtülü meraklılıkları, kural ihlalleri, denetimden kaçma çabaları, disiplinsizlikleri, aşırı bireycilikleri, geçmişlerine ait kimi bilgileri -istendiği halde partiden saklamaları, sözleriyle davranışları arasındaki tutarsızlıkları, kişiler hakkında dedikodu yapma ve örtük bilgi edinme tavırları, olumsuzluklar üzerinden moral bozma tarzları, kimi yönetici kadrolara duyulan güveni sarsma girişimleri, liberallikleri-ilkesizlikleri yüreklendiren davranışları ve yalan söylemeyi neredeyse bir alışkanlık haline getirmeleri onların çok da kaçamayacakları gerçekler arasındadır. Bunlara, bazılarının askeri örgütlerde yer alma konusundaki aşırı (lakin inandırıcı olmayan) istekleri, sağladıkları istihbaratların veya mali-teknik imkânların kaynaklarını bilmesi gerekenlerden gizleme tutumları gibi örnekler de eklenebilir.
Peki, bu belirtilen olguların, özelliklerin bir kısmı, devrimciliği zayıf kişilerde de ortaya çıkmaz mı? Elbette çıkabilir. Böyle bir durumda da sorun ilgili kişilerin partiyle bağ kurdukları sürecin boyutu ve görevlerinin düzeyiyle ilişkisi içinde ele alınmak zorundadır. Eğer bireyler, dikkat çekilen olumsuzlukların bir kısmını taşıyor ve bunları “ısrarla” yaşatıyorlarsa, kendimize bu kişilerin partimizde ne işi olduğunu, nasıl olup da partinin şu veya bu örgütünde görevlendirildiğini sormamız gerekiyor.
Bu çerçevede son olarak şunlar eklenmelidir:
Saflara katılan herkes için, (aile yapısı, devlet kurumlarında görevli yakınları bulunup bulunmadığı ve genel olarak bireyin yaşam öyküsü temelinde) ciddi bir tanıma çalışması yapılmalı; üyeliğe kabul edilenlerin kim tarafından kazanıldığı, kimler tarafından üyeliğe önerildiği konuları mutlaka açıklığa kavuşturulmalıdır. Farklı örgütlerden ayrılıp partiye katılanların durumu kolektiften mutlaka sorulmalı, neden bir başka gruba değil de bize katıldığı sorusunun ikna edici bir yanıtı bulunup bulunmadığına dikkat edilmelidir.
Herhangi bir birim, alt bölge veya şehirde, polis saldırıları nedeniyle ciddi darbeler alındığı koşullarda, düşmanın ağına düşmeyen bazı aktivistlerle ciddi bir kopukluk süreci yaşanmışsa, o yoldaşlarla yeniden bağlantı kurulduğunda, gözaltı saldırısından nasıl kurtuldukları ve ilişkisizlik sürecinde ne yaptıkları, nasıl yaşadıkları sağlıklı bir soruşturmanın konusu olmalıdır.
Peki, ajanlara ve ajanlaştırılanlara karşı başarılı bir mücadele için, tek tek parti militanlarının dikkati, uyanıklığı dışında hangi genel önlemlere başvurmalıyız?
Burjuva yaşam değerlerinin, alışkanlıklarının ve ölçülerinin kuşatmasına karşı sistematik bir ideolojik mücadele yürütmek, bunu partinin çeperine kadar genişletmek baş koşul olarak kabul edilmelidir. Aksi halde öncü kolektifin çeperinde birikecek ve öz yapısına etki edecek bu örtük bataklık, düşmanın yaşam alanı ve truva atı olacaktır. Sosyalist değerlerin, sosyalist kültür ve ahlakın parti işçilerinin ve parti kitlesinin yaşamına nüfuz etmesi, “yeni insan” kimliğinin yükseltilmesi; burjuva ideolojik sızmaya, dolayısıyla ajanların ve ajanlaştırılanların parti içinde kendini gizleyebilmesine izin vermeyecek olan budur. İkiyüzlü, iki dilli ve iki yaşamlı kişilikler karşısında aklın ti sesinin harekete geçmesi ve güçlü bir devrimci refleksin geliştirilmesi böyle bir temel üzerinde süreklilik kazanacaktır.
Örgütlenme düzeyi, sorunun bir diğer boyutudur. Disiplin ve denetim mekanizmalarının çalıştırılması, eğer parti kendini ve çeperini iyi örgütlemişse olanaklıdır. Bir dizi örgüt biçimiyle kolektif bir davranış ve işleyişe yöneltemediğiniz parti çeperi içinde ajanların barınmasını engellemekte sayısız zorlukla karşılaşacağınız gibi, tahribatlara yol açtıklarında da onları saptamanız, kaynağa ulaşmanız pek kolay olmayacaktır.(6)
Örgütsel işleyiş tarzı da ajanlara ve ajanlaştırılanlara karşı mücadelede önemli bir unsurdur. Bireysel sorumluluk yerine kolektif sorumluluk esas alındığı, düzenli organ toplantıları yapıldığı, aktivistlerin faaliyetleri denetlendiği, yirmidört saatlerini değerlendirme tarzları bilindiği, devrimci olmayan davranış ve alışkanlıklarla uzlaşılmadığı ölçüde, bir örgüt yaşantısı içinde ajanların kendilerini uzun süre gizleyebilmeleri olanaksızdır. Meraklılığa, paralel ilişkilere, disiplinden kaçışlara izin verilmediği, gevezelikten başka bir şey olmayan iç dökmelere göz yumulmadığı, ilgili örgütün faaliyet alanına veya bağlı olduğu üst organa dönük polis saldırılarının ciddi biçimde ele alındığı koşullarda da ajanlar hem sınırlanacaklar, hem de açığa çıkarılacaklardır. Çürüme eğilimleri gösterenlerin, gizliliğin çeşitli gereklerini kolayca çiğneyenlerin, sık sık yalan söyleyenlerin, “özel yaşantıları” devrimci olmayanların durumları ele alınıp, faaliyet alanları ve ilişkileri değerlendirildiğinde de düşmanın uzantılarının oksijen bölgeleri çok daha daraltılacaktır.
Kadrolara ait bilgilerin merkezileştirilmesi, bu bahiste önemle vurgulanması gereken bir konudur. Sonuçta belirleyici olan kadrolarsa ve insanların seçimindeki her yanlışın değişik düzeyde zararlar vereceği biliniyorsa, kadroların tanınması, gelişimlerinin doğru bilgisine sahip olunması, başarılı ve üstün yanları kadar, zaaflarının ve güçsüz yanlarının da göz önünde tutulması gerekir. Bu açıdan işlevli bir parti arşivinin oluşturulması bir zorunluluktur. Ancak bu yolla, kadronun tanınması, içinde yer aldığı parti örgütünün veya bazı sorumlularının sorunu olmaktan çıkar ve partinin, dolayısıyla onun her yeni seçilen önderliğinin sorunu haline gelir. Bilgilerin savrulup gitmesi önlenir. Aksi halde belirli bir dönemde parti önderliğinin hakim olduğu bilgiler de, onun imhası, esir edilmesi, tek tek unsurlarının dökülmesi vb. koşullarda, yeni önderliğin işe “sıfırdan” başlamasına yol açacaktır. Kadroların devrimci yaşantı içindeki gelişimlerinin ayırt edici çizgilerinin arşivlendiği, görevlendirmelerde ya da soruşturmalarda buna başvurulduğu koşullarda hatalar asgari düzeye indirilmiş olacak; ajanların ayrı ayrı zamanlardaki açıklanmaya muhtaç davranışlarının tesadüf veya o sürecin sorunu gibi görülmesi yanılgısına düşülmeyecektir.
Ajanlarla ve ajanlaştırılanlarla mücadelede başvurulması gereken genel önlemlerden biri de, partiye yönelik tüm polis saldırıları ve bunların sonuçları hakkında elde edilen veriler ve yapılan değerlendirmelerin merkezileştirilmesidir. Böylece yaşananlara veya gelişmelere soru sormak, kaynaklara yaklaşabilmek, zayıf yönlerimizi görmek ve böylesi süreçlerde (tutsak düşsün, düşmesin) kadroların tutumları ve durumlarına hakim olmak da olanaklı olacaktır. Tüm bunlar aynı zamanda doğru bir kadro politikası için de büyük avantajlar sağlayacaktır.
Sermaye ve faşizme karşı süregiden mücadelede düşmanın iradesiyle bizim irademiz çarpışmaya devam edecektir. Kim kazanacak? Bazı örnekler sunduğumuz Sovyetler’de, Çin’de, Küba’da sosyalist ve halk devrimleri kazanmıştı. Kuşkusuz yaşadığımız coğrafyada da böyle olacaktır. Daha yolun başında, ajan “Pilot Necati”lerce kuşatılan, sonraki yıllarda sayısız ajan, ajanlaştırma ve itirafçı saldırısına maruz kalan PKK’nin kesintiye uğramayan ve giderek büyüyen mücadelesi güncel bir örnek olarak hatırlatılabilir.
Bu bahiste son söz olarak, ABD’de eğitim almış ve emrine verilen onlarca kurmay subayla zafer kazanmaya soyunan Çin Emniyet Müdür U. T. Hsu’nun itiraflarını aktarabiliriz.
Hsu, “Gizli Mücadele” adlı kitabında, sayflarca “takip”, “ajan sızdırma”, “ajanlaştırma-itirafçılaştırma” yöntemleriyle ÇKP’ye karşı nasıl büyük başarılar kazandıklarını, ÇKP’yi nasıl çökerttiklerini anlattıktan sonra, Çinli devrimciler hakkında şöyle yazmak zorunda kalıyordu:
“Bu yenilgilerden sonra bir zaman için komünistlerin süngüsü düştü. Fakat inatçılıkları, inanç ve disiplinleri, uzun zaman hareketsiz kalmalarını önledi, birkaç ay sonra tekrar toparlandılar. Yeni bir vilayet komitesi, şehir komitesi ile bunların şubelerini tekrar kurdular. Komünistler bir tarlayı kaplayan ayrık otuna benziyor, bir taraftan temizliyorsunuz, havayı müsait bulunca tekrar fışkırıyordu.” (s. 9)
Bizim için, “hava her zaman müsaittir”!
Emperyalizme, işbirlikçi kapitalist düzene ve faşizme karşı yürütülen özgürlük ve sosyalizm mücadelesinde, iktidar bilinciyle donanmış; bunu eyleminde, örgütsel işleyişinde ve tek tek savaşçılarının yaşamlarında somutlaştıran bir partinin zafer yürüyüşünü hiçbir güç engelleyemez.(7)
Dipnotlar
[1] Malinovski partide ve görevinde kalmayı başarsa da, ajan olduğu kuşkusunu uyandırmamayı başaramamıştır. Lenin, Malinovski’nin ajan olduğuna ikna olmamış, yine de yoldaşlarının şüphelerini dikkate alarak, bu adamın “sınırdan yayınların geçirilmesi” özel görevinde konumlandırılmasını sağlamıştır. Malinovski kendini gizleyebilmek için, o süreçte Bolşevikler bakımından çok önemli ve çok zor olan bu geçişleri başarıyla örgütlemek zorunda kalmış, buna karşın aynı süreçte pek çok devrimci kadroyu yakalatmıştır.
[2] Bugün Türkiye ve Kuzey Kürdistan’da bu görevi daha çok itirafçı kontrgerilla elemanları yerine getiriyorlar. Bunların kullanılış biçimini kendini devrimci adalete teslim etmiş bir eski itirafçı şöyle anlatıyor:
“Zaten itirafçılar dışarda kullanılmak için cezaevinde eğitiliyorlardı. Belli bir güven sağladıktan sonra dışarda polis ve JİTEM denetiminde kontrgerilla eylemlerinde kullanılıyorlar. Yurtsever insanları yakalatıyorlar. Akla gelebilecek her tür pis işlere bulaştırılıyorlar. Örneğin DHKP-C dadasından cezaevinde bulunan kimi itirafçılar bu yakın dönemde dışarı çıkarılarak çeşitli eylemlerde kullanıldılar. Bunlardan Ruhat Karaca ve Müjdat Karamanoğlu var. Bu şahıslar dışarı çıkarıldığı dönemde Muğla İHD ve ÖDP’ye saldırıda bulunuldu. İl temsilcilikleri molotoflandı.”
Düşmanın oyuncağı haline gelen bu kişilerin, itirafçı kimlikleriyle gezdirilerek yakalatma, infaz ve saldırıyı ‘dışardan’ sürdürmelerinin yanısıra, bazı durumlarda yeniden örgütlere sızma denemesinde bulundukları şu örnekten anlaşılıyor:
“Bülent Özbek, Van Mehmet Akif Ersoy Lisesi’nde okurken PKK’nin öğrenci faaliyetlerinde yer alıyor. Kod adı Devrim’dir. Sonra gerillaya katılıyor. Hatta Taşdelen Taburu baskınında manga komutanıdır. Baskından sonra gerilladan kaçarak devlete teslim oluyor ve itiraflarda bulunuyor. Bülent Özbek’in ismini verdiği hiçbir insan yakalanmıyor. Direnmiş gibi gösterilerek dışarı bırakılıyor. Burada itirafçı Murat Demir, Bülent Özbek’i Mehmet Öz adlı Terörle Mücadele’de görevli bir polisle tanıştırıyor. Bülent’e ajanlık görevi verilerek okul a devam etmesi sağlanıyor. Bülent PKK’li gibi okula devam ediyor.” (Ülkede Gündem, 3 Şubat 1998)
[3] Dört devrimcinin katledildiği “Tuzla operasyonu”nun başlatıcısı olan, ajan Engin Kaya’nın askerde örgütlendiği büyük bir olasılıktır. Ve TKP/ML’ye bir fabrika üzerinden sızar. Görünüşte örgütsüz ama iyi ve girişken bir devrimci işçidir.
[4] Bunların düşürülmeleri, ölüm, işkence veya yakınları için ölüm tehdidi gibi yöntemlerin yanısıra, çeşitli tipten ahlaki düşkünlüklerinin kullanılması veya MİT’teki, siyasi polisteki vb. yakınlarının gelip “ikna” etmesi yoluyla da olabiliyor. Bir örnek olması bakımından aj anlaştırılmış bir unsurun sürecine dair anlattığı hikaye burada anımsanabilir: X, devrimci fikirlere eğilim gösterdiği havasında kendisine yakın duran Y ile politik bağ kurar. O’na gazete vb. yayınlar verir, zaman zaman evine gidip gelir. Hatta askeri malzeme temini konusunda yardımcı olabileceğini belirtir. Herşey yolunda gibidir. X, eve gidiş gelişlerinin birinde, Y’yi bir kadınla içki masasında bulur, “ısrar üzerine” masaya oturur ve ilerleyen saatlerde kadın X’e “yakınlık gösterir”, X’in itirazlarına Y, lümpen ölçüleriyle karşı çıkar, kadın X’in “erkek olup olmadığı” üzerine kışkırtıcı konuşmalar yapar. Sonuçta X, bu oltaya yem olmayı kabullenir. Kadınla ilişkilerini sürdürür. O’nun devrimcilik hakkındaki umutsuz konuşmalarını sineye çeker. Bu ilişkiden kimseye söz etmez. Birkaç ay sonra gözaltına alınan X’e sorguda ajanlık teklif edilir, düşkünlükleri anlatılır ve “lümpen kadın” karşısına polis kimliğiyle çıkartılır. X teslim olur. Söylediğine inanacak olursanız, “oradan kurtulunca herşeyi anlatma” kararındadır. Fakat yapmaz. Kısa bir cezaevi döneminden sonra ajan olarak işbaşı yapar. Cezalandırıldığı günlere değin de sürdürür bunu.
[5] TKP(ML)’de karşıdevrimci hücre olarak örgütlenen ajanlaştırılmış kişiliklerin devrimci yaşam ve ilişkiler içindeki tutumlarını dikkatlice inceleyebilmek, kendilerini hangi örgütsel zaaf ve boşluklar içinde yaşatıp mevki kazandıklarını bazı yönleriyle de olsa görebilmek için, Partizan Sesi dergisinin, Şubat 1997 tarihli ilk özel sayısının okunması yararlı olacaktır.
[6] Mali ve lojistik destek sunmakta cömert davranan, çevresindeki insanları örgütleyip partiye yönelten, fakat daha öte tek bir adım atmayan, örgütlü-disiplinli ilişkiye yanaşmayan bir “çevre” unsurun TKP(ML)’deki deşifrasyon ve ajanlaştırmada önemli bir rol oynadığı, karşıdevrimci hücre elemanlarının verdiği bilgiler arasındadır. Böylesi insanlarla ilişkiyi tek bir kanaldan kurmamanın, ihtiyaç duyan kadroların uğrağı haline getirmenin tahribatı çok ağırlaştıracağı kendiliğinden anlaşılırdır. Bu vesileyle hatırlatılması gereken önemli bir husus ise, iç illegalitenin, örgütün içinde veya çevresindeki ajanlara, ajanlaştırılanlara çok büyük bir kolaylık sağladığı, onların verebilecekleri zararları bazı durumlarda birkaç misli artırdığıdır. İç legalite, düşmanın devrimci örgütler içindeki dolaylı yedeklerinden biri olarak kabul edilmelidir. Çünkü bu yalnızca ajanlar, ajanlaştırılanlar yoluyla değil, işkencede çözülmeler yoluyla da siyasi polise büyük kolaylıklar sağlamaktadır.
[7] Devrimci çalışmanın güvenliği çerçevesinde ele alınması gereken konulardan biri de, işkencede ve polisin gözaltı saldırıları sürecindeki tutum sorunudur. Ancak, yazının hacmini daha fazla genişletmemek için, üzerinde birçok kez konuşulmuş bu mesele burada tartışılmadı.
Bir dipnotta da olsa, konuyla ilgili kısa bir hatırlatmada yarar var.
Açıktır ki, işkencede direniş her devrimci militanın doğal görevidir. Ancak düzenle tam hesaplaşılmamasından kaynaklanan zayıflıklar ve bu zemin üzerinde yükselen moral “çöküntüler” bu çarpışmada yenilgilere yol açabiliyor. (Bunu, ideolojik zayıflık ve polis öncesi süreçte bunun derinleşmesine bağlı olarak şekillenen “ruh halinin bozukluğu” sorunu diye ifade edebiliriz.)
Bahsedilen olgu, polis saldırısında tutsak düşmeyenlere belirli tedbirleri alma görevi yükler. Gözaltındaki aktivistlerin, kaldıkları ve gittikleri yerlerdeki polisin eline geçmemesi gereken tüm malzeme ve dökümanların bir an bile gecikilmeksizin boşaltılması, bilmesi gerekenlere gözaltının haber verilmesi bunların başında gelir. Söz düzeyinde, böylesi tutumların güvenle değil, gizli çalışma sanatının tedbir yönüyle ilgili olduğu genel kabul görür. Ancak sözle eylemin uyum sorunu özelliğiyle de tarif etliğimiz eski tarz, bu noktada da kendini gösterdiği için, cinayet diye nitelemekte hiçbir mahzur bulunmayacak denli ağır halalar yapılabiliyor. Elbette bu düşmanın işini fazlasıyla kolaylaştırıyor.
Parti kararlarına tam uyum, önemli eylemlilik süreçlerinde özel önlemler alınması, randevularda askeri disiplin, rapor anahtarlarının mekanik daktilolarla hazırlanması ve mutlak olarak zulada taşınması-korunması, deşifre olmuş rapor kodlarının kullanılmaması, imha edilmesi gereken kağıtların bir an bile bekletilmemesi, bilgisayarların ve disketlerin (kapı kırılma süreci içinde) düşmanın hiçbir işine yaramayacak tarzda bozulmasını sağlayacak tedbirlerin hazır edilmesi gibi unsurları da “devrimci çalışmanın güvenliği” sorunu başlığı altında düşünmek, ele almak gerekir.