1- Hâlihazırda, işçi hareketinin ve komünist hareketin uluslararası birliği her zamanki kadar gereklidir. Bu gereklilik, devrim dalgasının yükselmekte olduğu 1960’larda ve 1970’lerde de duyumsanmaktaydı. 1989-’90 olaylarından sonra kapitalizmin ve emperyalizmin ideolojik, siyasal ve ekonomik düzeyde başlattığı topyekün saldırı bu gereksinimi daha da artırmıştır. Bu saldırıya karşı direnişin çıkarları, her şeyden önce dünya işçi sınıfının ve öncülerinin, yani bütün gerçek komünist güçlerin olanaklı olan en güçlü birliğini gerektirmektedir. Kapitalizme ve emperyalizme, ancak işçi sınıfının ve komünist güçlerin uluslararası birliği sayesinde ağır darbeler indirmeye başlayabilir ve ancak işçi sınıfının ve bütün gerçek komünist güçlerin uluslararası birliği sayesinde bütün devrimci, ilerici ve antifaşist güçlerin dünya ölçeğindeki birleşik cephesini inşa etmeye başlayabiliriz. Bu nedenledir ki partimiz, Eylül 1994’de toplanan Birlik Kongresi’nde şöyle diyordu:
“MLKP-K, bugün dünya burjuvazisinin karşısına komünist proletaryanın örgütlü gücüyle, Komünist Enternasyonal’le çıkılmasının başta gelen ve ertelenmez bir görev olduğuna inanmaktadır.”
2- Bununla birlikte, birbiriyle ilişkili -çoğu olumsuz- bir dizi faktör bu yakıcı görevin hızlı bir biçimde yerine getirilmesini engellemekte ya da yavaşlatmaktadır. Bunlar şöyle özetlenebilir:
a) Halihazırda gerçek bir sosyalist ülke yoktur. Otorite sahibi ve deneyimli bir komünist partinin yönettiği ve uluslararası komünist harekete destek sunan, onun dayanabileceği ve ona ideolojik yol göstericilik yapan gerçek bir sosyalist ülke olmuş olsaydı, genel durum çok daha olumlu olurdu. Dahası, var olan komünist partiler ve gruplar genel olarak ideolojik, siyasal ve/ya da örgütsel bakımdan çok zayıftırlar ve bizzat kendileri, emperyalist burjuvazinin; sosyal-demokrasi, küçük-burjuva reformizmi, troçkizm ve marksizm döneklerinin yardımıyla zincirlerinden boşandırdığı tasfiyeci dalgayla başa çıkmak zorundadırlar.
b) Stalin’in ölümünden sonra SBKP’nin yozlaşması ve buna bağlı olarak uluslararası komünist hareketin yozlaşması kaçınılmaz olarak, orta ve uzun erimde olumsuz etkilere yol açmıştır. Güçlü bir komünist karşı-saldırının olmadığı koşullarda, 1950’lerin sonları ve 1960’ların başlarında revizyonizmin dünya ölçeğinde üstünlüğü ele geçirmesine karşı devrimci direniş, 1960’larda ve 1970’lerde maoizm, gevarizm vb. gibi komünist olmayan devrimci eğilimlerin güçlenmesine yol açtı. Ve bu, sınıf-bilinçli işçiler ve içtenlikli devrimciler arasında ideolojik kafa karışıklığını daha da yeğinleştirdi. Son olarak, bu iki on yıl içinde dünya devrimci hareketinin yapı ve bileşiminin negatif etkisinin bunda önemli bir rol oynadığını belirtelim. Zayıf uluslararası işçi sınıfı hareketine karşılık köylü temelli “üçüncü dünya” ulusal kurtuluş hareketlerinin görece ağır basan üstünlüğü, küçük-burjuva devrimci eğilimlerin objektif ve maddi temelini sağlamış ve onların yaygınlaşmasına katkıda bulunmuştur.
c) Başında Enver Hoca’nın bulunduğu Arnavutluk Emek Partisi, Sovyet modern revizyonizmi başta gelmek üzere revizyonizmin bütün varyantlarına ve 1977’den sonra da Çin revizyonistleri tarafından savunulan “üç dünya” teorisine ve revizyonist “Mao Zedung Düşüncesi”ne karşı kahramanca ve ilkeli bir ideolojik savaşım verdi. Bütün bu savaşımlar, dünyanın her yanındaki geleceğin komünist grup ve kişilerine büyük bir destek sundu ve onların revizyonizmden ve özellikle maoizm ve gevarizm biçimini alan “sol” revizyonizmden kurtulmalarına yardımcı oldu. Bununla birlikte, esas olarak yukarıda değinmiş olduğumuz objektif nedenlere bağlı olarak, AEP’in ve diğer marksist-leninist partilerin modern revizyonizme ve onun varyantlarına karşı ilkeli ideolojik savaşımı, genel devrimci ortama revizyonizmin ve küçük-burjuva devrimciliğin egemen olmasını engellemede ve bu durumu tersine çevirmede yeterli olmadı.
d) 1980’lerin sonlarına doğru revizyonist/sosyal-emperyalist blokun çöküşü, 1991’de revizyonist SBKP’nin ve sosyal-emperyalist Sovyetler Birliği’nin dağılması ve AEP’in ve Arnavutluk Sosyalist Halk Cumhuriyeti’nin beyaz bayrak çekmesi, 1980’lerde ve 1990’ların ilk yarısında devrim dalgasının alçalması ve Küba, Demokratik Kore, Çin Halk Cumhuriyeti gibi sözde sosyalist ülkelerin ekonomik sıkıntıları ve/ya da burjuva siyasal çizgileri vb. hep, uluslararası komünist ve devrimci hareketi daha da fazla yıpratan ve birçok parti ve örgüt üzerinde yıkıcı bir etki yapan bir tasfiyecilik dalgasının büyümesine katkıda bulunmuştur ve katkıda bulunmaya devam etmektedir.
e) Eski Sovyetler Birliği ve eski Doğu bloku ülkeleri halklarının 1990’ların başlarında emperyalizm tarafından beslenen abartılı beklentilerinin boşa çıkması, IMF esinli ekonomik politikaların neden olduğu son derece ağır sarsıntılar ve buna bağlı olarak kitlelerin emperyalist devletler ve kurumlar tarafından yoksullaştırılması ve bu halkların ve ülkelerin ulusal aşağılanması, halkın kapitalizme ve emperyalizme karşı devrimci direnişinin büyümesine yardımcı olmuştur. Fakat olayların bu yönde gelişimi, sol-ulusalcı ve sol-revizyonist partilerin oluşumu için de uygun bir zemin yaratmıştır. Bu partiler, hem eski yönetici revizyonist partilerin ve nomenklaturanın yıkıntılarının ögeleri ve kesimlerinden ve hem de emekçi yığınların militan kesimlerinden oluşmaktadırlar. Komünist, ulusalcı, Pan-Slavist ve Batı karşıtı eğilimlerin, duyguların ve tutumların bir alaşımı olan ve kendilerini komünizm örtüsü altında gizleyen bu partilerin büyük çoğunluğu bir ideolojik kafa karışıklığı ortamı yaratmaktadırlar. Sömürülen ve ezilen yığınların tümden meşru sınıf öfkesi, toplumsal kırgınlığı ve ulusal aşağılanma duygularından beslenen böylesi parti ve grupların doğurduğu yanılsama, bu ülkelerde işçi sınıflarının gerçek komünist partilerinin oluşturulmasının önünde özel bazı güçlükler çıkarmaktadır.
3-Öte yandan, bir bütün olarak uluslararası komünist ve devrimci hareketin zayıf, karışık ve bölünmüş durumunun, son birkaç yıllık süre içinde kapitalist-emperyalist sistemin çelişmelerinin ve özellikle yarı-sömürge ülkelerin emekçi yığınlarıyla emperyalizm ve tekelci sermaye arasındaki çelişmenin ve dünyanın her yerinde proletarya ile burjuvazi arasındaki çelişmenin sürmesine, hatta keskinleşmesine engel olmadığının altı çizilmelidir. Revizyonist/sosyal-emperyalist blokun ve sosyalist Arnavutluk’un çöküşünden ötürü yüreklenen ve komünist ve devrimci güçlerin, olayların bu gelişiminin yeğinleştirdiği kafa karışıklığı, bölünme ve güçsüzlüğünden cesaret alan burjuvazi ve emperyalizm, saldırganlıklarının düzeyini yükseltmişlerdir. Somali, Haiti, eski Yugoslavya ve Balkanlar, Irak ve Ortadoğu’ya yönelik ABD saldırı ve müdahaleleri, NATO’nun Doğu’ya doğru büyümesi, metropol ülkelerde faşist, ırkçı ve ulusalcı hareketlerin güçlenmesi, işçilerin onlarca yıllık kazanımlarını gasp etme çabaları vb., bu yeni durumun karakteristikleridir. Buna karşılık, işçi sınıflarının ve ezilen ulusların, başını ABD’nin çektiği sermayenin ve emperyalizmin artan saldırısına karşı savaşımları da büyümüştür ve büyümeye devam edecektir. Bir milyondan fazla Fransız işçisinin Aralık 1995 genel grevi, Rusya, Ukrayna ve Romanya’da milyonlarca maden işçisinin Şubat 1996 savaşımları, Belçika’da bir milyona yakın işçi ve gencin Ekim 1996’da çocukları kaçıran, onlara tecavüz eden ve onları öldüren çetelere karşı Ekim 1996’da gerçekleştirdiği grev ve gösteriler, bir milyondan fazla Yunan işçisinin Kasım 1996 genel grevi, Ocak 1997’de polisle çatışan yüzbinlerce Güney Kore işçisinin militan gösterileri, Arnavutluk halkının çürümüş mafya-faşist rejimine karşı gerçekleştirdiği görkemli Mart 1997 ayaklanması, gene Mart 1997’de Rusya’nın değişik bölgelerinde 15 milyondan fazla işçi ve emekçinin grev ve gösterileri vb. bunun tanığıdır.
4- İşçi sınıflarının ve ezilen ulusların direniş ve savaşımlarının sürmesi ve daha da büyümesi; emperyalist burjuvazi ve onun suç ortaklarının zincirinden boşandırdığı tasfiyeci dalganın ters etkisini frenleyen faktörlerin en önemlilerinden biri ve büyük olasılıkla en önemli faktör olmuştur. Bu bakımdan, 1989-’91 olaylarının ilk şoku atlatıldıktan sonra, uluslararası komünist ve devrimci hareketin birliğinin sağlanmasına yönelik yeni çabaların gündeme gelmesi ya da daha önceki benzer çabaların daha da enerjik bir biçimde gündeme sokulmasında şaşılacak bir yan yoktur. Gerçekten de, 1992’den sonra bu hareketi yeniden canlandırmak ve değişik sol güçler arasında uluslararası bağları yeniden kurmak amacıyla, çoğunlukla eşgüdümsüz bir dizi adım atılmıştır ve atılmaktadır. Tam olmayan bilgilerimize göre, troçkistlerin sözüm ona enternasyonal birkaç örgütü bir yana bırakıldığında, hâlihazırda bu yönde çaba harcayan şu platformlar bulunmaktadır:
a) Esas olarak Latin Amerika’daki sol partileri bir araya getiren Sao Paulo Forumu. Bu platform, 1990’daki ilk toplantısının yapıldığı yerin, yani Brezilya’daki Sao Paulo kentinin adıyla anılmaktadır. Bu partiler ve gruplar Haziran 1991’de Meksika’da, Temmuz 1992’de Nikaragua’nın Managua kentinde, Temmuz 1993’te Küba’nın Havana kentinde toplanmışlardır.
b) Esas olarak, geçmişte Arnavutluk Emek Partisi’nin çizgisini savunmuş olan partileri bir araya getiren Quito Platformu (“Marksist-Leninist Parti ve Örgütlerin Uluslararası Konferansı”). Bu partiler Şubat 1992’de Brezilya Komünist Partisi’nin (PC do Brasil) 8. Kongresi’nde, Mart 1993’te Dominik Cumhuriyeti’nde, Kasım 1993’te Avrupa’da bir yerde, Temmuz 1994’te Ekvador’un Quito kentinde, Eylül 1995’te Fransa’nın Paris kentinde ve Kasım 1996’da Dominik Cumhuriyeti’nde bir araya gelmişlerdi. Bu platform, “Birlik ve Mücadele” adlı bir dergi yayımlamaktadır.
c) Dünyanın her tarafında değişik eğilimlere sahip çok sayıda sol parti, grup ve çevreyi bir araya getiren Brüksel Uluslararası Semineri. Bu seminerler 1992’den bu yana yapılmaktadır.
Bu platform ve gruplaşmalardan başka açıkça maoist olan iki uluslararası örgüt bulunuyor. Bunlardan birincisi RIM (Devrimci Enternasyonalist Hareket) olarak anılmakta ve en önemlisi Reru KP (Aydınlık Yol) olan bir dizi maoist partiyi kapsamaktadır. Bu platform “Kazanılacak Dünya” adında bir dergi yayımlamaktadır. Açıkça maoist olan ikinci uluslararası örgüt, MLPD (Almanya Marksist-Leninist Partisi) ile Filipinler KP çevresinde olanıdır. Bu platform Temmuz 1992’te üçüncü konferansını toplamış, Mayıs 1993’te bir ara konferans düzenlemiş ve 1994’de dördüncü konferansını toplamıştır.
Komünist, devrimci ve diğer sol partilerin, kurumsal ve sürekli bir nitelik kazanmamış olan diğer bazı uluslararası konferansları da olmuştur. Bunlar arasında; Nisan 1992’de Kore İşçi Partisi tarafından örgütlenen Pyongyang toplantısı, Haziran 1993’te Hindistan KP (Marksist) tarafından örgütlenen Kalküta toplantısı, Eylül 1994’de Sovyetler Birliği’nin Restorasyonu Uluslararası Komitesi tarafından Moskova’da örgütlenen Stalin Semineri, Haziran 1995’te Çek Cumhuriyeti’nin Lidice kasabasında bazı Doğu Avrupa ülkelerinden parti ve grupların konferansı, Kasım 1995’te Kalküta’da SUCI (Hindistan Sosyalist Birlik Merkezi) tarafından örgütlenen Antiemperyalist Konvansiyon, Kasım 1995’te Komünist Enternasyonal’i yeniden kurmak için düzenlenen Sofya Konferansı, Aralık 1995’te İtalya’da düzenlenen “Engels’in Günümüzde Geçerliliği” konulu İschia Konferansı, Kasım 1996’da düzenlenen “Çağdaş Komünist Harekette Sınıf Analizi” konulu Moskova Konferansı ve Ekim 1997’de Hindistan’ın Kalküta kentinde SUCI tarafından örgütlenen Ekim Devrimi’nin 80. yıldönümünü kutlama toplantısı sayılabilir.
5- Genel durumu ve uluslararası komünist ve devrimci hareketin karşı karşıya bulunduğu objektif ve sübjektif faktörleri hesaba katan partimiz, bütün marksist-leninistleri ve içtenlikli devrimcileri hemen ya da yakın bir gelecekte yeni bir Komünist Enternasyonal oluşturma girişimlerine karşı uyarmak ister. Böylesi prematüre girişimler, kaçınılmaz bir biçimde daha fazla kafa karışıklığı, hayal kırıklığı ve daha fazla ilkesiz bölünmeden başka bir sonuç veremez. Kuşkusuz bu, komünist ve devrimci partiler ve gruplar arasında değişik türden ikili ya da çok yanlı temasların uygunsuz ya da gereksiz olduğu biçiminde anlaşılamaz ve anlaşılmamalıdır. Tersine, biz böylesi temasların örgütlenmesi ve geliştirilmesinin ve görüş, deneyim, enformasyon ve eleştiri alışverişini kolaylaştıracak sekter olmayan platformların sağlanmasının gerekliliğine kuvvetle inanıyoruz. Bu platform ve temaslar aynı zamanda revizyonist eğilimlere, görüşlere ve tutumlara karşı -özde ilkeli ve uzlaşmaz biçimde ve üslupta yoldaşça ve yapıcı olması gereken- ideolojik savaşımın verildiği ortamlar olarak da işlev görmelidir.
6- Uluslararası komünist ve devrimci hareketin yukarıda değinmiş bulunduğumuz durumu nedeniyle, yeni bir Komünist Enternasyonale giden yol uzun ve engebeli bir yol olacak, hem teori, hem de pratik alanda bir dizi kararlı ve karmaşık çarpışmaları ve büyük miktarda emeği gerektirecektir. Yani,
a) Komünist Enternasyonal ancak ve ancak marksizm-leninizm temeli üzerinde ve uluslararası komünist harekete sızan ve onun saflarında etkisi olan bütün oportünist ve revizyonist eğilimlere karşı topyekün bir karşı duruş içinde kurulabilir. Üçüncü Enternasyonalin kuruluş aşamasında Lenin şöyle demişti: “Oportünizme karşı savaşımla sıkı sıkıya bağıntılı değilse, emperyalizme karşı savaşım ya boş bir söz, ya da bir sahtekârlıktır. Zimmerwald ve Kiethal’ın temel bir zaafı -Üçüncü Enternasyonal’in bu embriyonlarının fiyaskoyla sonuçlanma olasılığının yüksek olmasının nedenlerinden biri- oportünizmle savaşım sorununun, oportünistlerle kesin bir kopuşmanın ilan edilmesi anlamında çözülmesi bir yana, açıkça dile bile getirilmemiş olmasıydı.” (The Military Programme of the Proletarian Revolution’, Collected Works, Cilt 23, s. 83). Tekil komünist partilerinin ve genel olarak uluslararası komünist hareketin birliğinin muhafaza edilmesi ve yükseltilmesi, her zaman oportünizmin ve revizyonizmin tüm biçimlerine karşı ilkeli ve kararlı savaşım sayesinde olanaklı olmuştur. Biz, günümüzde 1960’ların, 1970’lerin ve 1980’lerin ideolojik savaşımlarının ve onlara bağlı olarak ortaya çıkan bölünmelerin modasının geçtiği ve dolayısıyla sözüm ona uluslararası komünist hareket içindeki değişik eğilimlerin görece kolay bir biçimde birleştirilebileceği yolunda düşünceler ileri süren partilerle asla bir görüş birliği içinde değiliz ve olamayız. 1956’dan bu yana uluslararası komünist harekette yaratılan yıkıma ve bunun sonucu olarak ortaya çıkan ideolojik kafa karışıklığına bakarak, marksizm-leninizmle revizyonizmin bütün biçimleri arasında kesin bir sınır çizgisi çekilmesinin ve tüm bu antimarksist eğilimlerin uluslararası komünist hareketin saflarından dışlanmasının, Lenin’in döneminde olduğu kadar, hatta daha da gerekli olduğunu söyleyebiliriz.
b) Ve yeni bir Komünist Enternasyonal ancak ve ancak tekil ülkelerde işçi sınıflarının öncü birliklerinin burjuvaziye karşı savaşım içinde kurulabilir. Bizler, dünyayı yorumlamakla yetinen düşünürler olmayı amaçlamaz, amaçlayamayız; bizler, Marks’ın söylemiş olduğu gibi dünyayı değiştirmek için dövüşmekle yükümlüyüz. Ve bir Komünist Enternasyonal ancak, ister büyük olsunlar isterse küçük, ideolojik olarak doğru konumdaki ve dünyayı değiştirme savaşımının içinde gerçekten yer alan ve burjuvaziye karşı işçi sınıfı ile birlikte ve onun başında savaşan marksist-leninist partilerin ve grupların bir birliği olabilir. Öte yandan, yukarıda değindiğimiz uluslararası örgütlerin ve platformların ve değişik ülkelerden komünist ve devrimci güçler arasındaki uluslararası işbirliğinin önemi yadsınmaksızın ya da küçümsenmeksizin, komünistlerin tek tek ülkelerde, omuzları üzerinde gerçek bir Komünist Enternasyonal’in eninde sonunda yükseleceği, gerçek komünist partilerinin oluşturulması için çalışmalarının önceliğinin altını çizmek istiyoruz.
7- Partimiz, bütün marksist-leninist ve içtenlikli devrimci parti, grup ve kişilerin kolektif olarak ileriye doğru yürümek için kendi görüşlerini dile getirebilecekleri, farklılıklarını tartışabilecekleri, birbirini eleştirebilecekleri ve deneyim alışverişinde bulunabilecekleri sekter-olmayan bir platformun, yeni bir Komünist Enternasyonalin oluşturulmasında bir ara aşama olabileceğine inanmaktadır. Uluslararası Savaşım/Marksist-Leninist’in temelinde yatan mantık bu olmuştur. Bu platform, Quito partilerininki gibi dışlayıcı ve sekter bir kulüp olmamalı ve onu taklit etmeye kalkışmamalıdır. Ne de o, Brüksel Semineri ya da Sao Paulo Forumu gibi herkesi kucaklayan ve biçimsiz bir örgüt olmalıdır. Bu İkinciler, her eğilimden çok sayıda sol partiyi, grubu ve çevreyi bir araya getirmek ve onlara tartışma deneyim ve enformasyon alışverişi yapma olanağı sunmak suretiyle olumlu bir rol oynayabilirler ve oynamaktadırlar. Onlar, değişik partilerin emperyalizme karşı ortak savaşımlarını koordine etmeye de hizmet edebilirler. Bununla birlikte onların işlevi bu sınırı aşamaz.
Gereksinim duyulan, değişik komünist ve devrimci parti ve grupların kolektif bilgi, deneyim ve bilgeliklerini biriktirebilmelerine, birlikte çalışmalarına ve ileriye doğru birlikte yürümeye çalışmalarına yardımcı olacak sekter olmayan bir platformdur. Bu platform; reformist, sosyal-demokrat, troçkist ve diğer açık revizyonist parti ve gruplara açık olmamalıdır; o, en azından (US/M-L’nin ‘Kurucu Yayım Kurulu İlkeleri’ gibi) bütün katılımcıların üzerinde birleşeceği belli bir temel devrimci ilkeler dizisine uymayanları dışlamalıdır. Bu platform, uluslararası bir yayım kurulunun yönetimi altında bir uluslararası derginin yayımını örgütleyebilir ve ortak ilgi konusu olan sorunlar üzerinde ideolojik savaşımın geliştirilmesine katkıda bulunabilir, dünyanın değişik yerlerinde sürmekte olan kitle savaşımları ve siyasal gelişmelere ilişkin bilgilerin yaygınlaştırılmasına hizmet eden bir forum işlevi görebilir ve örgütsel ve pratiksel deneyim değişimine yardım edebilir.
Marksist Leninist Komünist Parti’nin (MLKP)
Uluslararası Savaşım (Marksist-Leninist)’in
İkinci Konferansı’na Sunduğu Metin,
Londra, 8-10 Aralık 1997.