ÖDP, değişik kökenden birçok akımın, '90'lı yıllar koşullarında hem cephesel ve hem de ideolojik açıdan birleşmesi sonucu kuruldu.
ÖDP'ye temel renklerini verenler başlıca olarak, eski TKP ve TİP'in birliği olan TBKP'nin bir kanadı, Dev-Yol geleneğinin Yeniden ve Yön kanatları ve en geniş kitlesi, Kurtuluş geleneği, TKEP geleneğidir. Ama elbette, bu geleneklerden gelen akımların yalnızca bir cephesi olmadığı -"cephesel" dense de bundan daha ileri bir kaynaşmayı ifade ediyor- gibi, akımların eski niteliklerini devam ettirerek inşa ettikleri bir parti de değil.
Bu nedenle ÖDP'yi değerlendirirken, hem oluşturucusu akımları ÖDP'de yalnızca örgütsel olarak birleştiren yakın ve ortak özellikleriyle ve hem de sözkonusu akımların '90'lı yıllardaki evrimleriyle gösterdikleri ideolojik ve politik değişiklikleri açısından inceleyip değerlendirme yapmak gerekir.
Temel Stratejik Hedef Anayasal Hayallere Dayanan Burjuva Demokrasisi
Bir parti değerlendirilirken programı ve söylediklerinden çok eyleminin içeriği ölçü alınır, alınmalıdır. Çünkü eylemin içeriği, programı ve söylediklerinden hiçbir zaman ileride değildir. Ama bu parti eğer programı ve söyleminde bile devrimci değil reformcuysa, bu, eyleminin içeriğinde o partinin çok daha fazlasıyla reformcu olduğunun kanıtıdır.
ÖDP'yi oluşturan başlıca akımların birleştiği ve parti pratiğinin kılavuz alacağı programı, burjuva demokrasisini gerçekleştirmekten başka bir şeyi hedeflemiyor. Daha doğrusu burjuva demokrasisini gerçekleştirme işlevini ÖDP'ye veriyor. Türkiye ve Kürdistan devrimi açısından devrimci değil reformculuk, proletarya diktatörlüğü ve sosyalizm açısından ise Euro-komünizmin burjuva liberal "sosyalizmi" ÖDP'nin programının temel içeriğini oluşturuyor. ÖDP'nin, programından ileri olması zaten olanaksız olan, ama geri olduğu kesin olan pratiğiyle birleşerek, bu partinin, reformcu ve liberal niteliğini belirliyor.
ÖDP, her şeyden önce (içinden geçtiğimiz dönem devrim fikrine inançsızlığa düşerek) işbirlikçi tekelci burjuvazi ve büyük toprak sahiplerinin iktidarını ve devletini tasfiye etmeyi reddederek reformculuğunu kanıtlıyor. Oysa devrim ve iktidar sorunu marksizm iddiasındaki her partinin veya marksizm iddiasındaki gruplardan oluşan politik niteliğini belirlemede temel tayin edici bir sorundur. ÖDP, bu konudaki reformculuğunu programında bile çok kaba bir biçimde gösteriyor.
Programında "sermaye güçlerinin egemenliğini ve emperyalizmin tahakkümünü ortadan kaldırarak emek güçlerinin siyasi iktidarının kurulmasını amaçlar" diyerek, her şeyden önce sorunu muğlaklaştırmaya özen gösteriyor.
Oysa, Türkiye ve Kuzey Kürdistan, işbirlikçi tekelci burjuvazi ve büyük toprak sahiplerinin, hem ekonomik ve toplumsal alanda egemenliği altındadır hem de gerici-faşist politik iktidarı altındadır. Ki politik iktidarı, devasa faşist askeri-bürokratik devlet aygıtı tarafından yürütülmektedir. Devrimci hareket içinde mevcut devlet iktidarını "oligarşi", "sermaye iktidarı", "sömürgeci TC" vs. vb... -hangi sıfatla adlandırırsa adlandırsın- tasfiye etmeyi hedeflemeyen hiçbir program ve çizgi demokratik devrimci olmaya hak kazanamaz. Reformculukla nitelenmesi ve mahkum edilmesi devrimci bilincin olmazsa olmaz şartıdır.
ÖDP programı da "sermayenin egemenliğine" son vermeyi satır arası muğlak bir cümleyle geçiştirerek, işbirlikçi tekelci burjuvazinin politik egemenliğinin somutlaştığı mevcut devlet iktidarını tasfiye etme görevini bir yana atıyor. Öte yandan, programın tümü boyunca devlet iktidarının demokratikleşmesi demetini oluşturan önermeler demetini sıralıyor. Ki, ÖDP programının temeli de içeriği de esasen budur.
Mevcut devlet iktidarını faşist ve gerici bir devlet olarak nitelemekten kaçınan ÖDP programı, bu yüzüyle de reformculuğundan kaynaklanan "ılımlılık" çizgisini yansıtmasının yanısıra, sunduğu politik hedefler demetiyle reformlar programı olduğunu öngörüyor. Başta, "Hak Egemenliği ve Sınırsız Siyasal Özgürlük" bölümündeki önerileriyle kanıtlıyor.
"1982 anayasası bütün hükümleriyle yürürlükten kaldırılarak halk temsilcilerince yeni bir anayasa yapılmalıdır. Anayasa, evrensel olarak kabul edilmiş insan haklarını ve uluslararası anlaşmalarla teminat altına alınmış bireysel hakları çekincesiz içermelidir." (ÖDP Program ve Tüzüğü, sf. 12)
Halk egemenliği olarak öngördüğü, "halk sınıflarının devrimle kazandığı ve tüm gericilik üzerindeki diktatörlüğü, işçi ve emekçi sınıflar için ise en geniş demokrasi değil, parlamenter bir burjuva demokrasisi olduğu gerçeği bu "anayasal rejim" ve önerilen "anayasanın içeriği"nden de anlaşılıyor. Anayasal hayaller üretmenin kendisi burjuva demokratik bir politika olduğu gibi, "halk egemenliği"nin esasını "evrensel olarak kabul edilmiş insan hakları" ve "uluslararası anlaşmalarla teminat altına alınmış bireysel hakları" anayasa haline getirmek olarak görmek kaba bir reformculuktur. Bu temel üzerinden söz, basın, örgütlenme, grev vb. özgürlüklerden, Kürt ulusal sorununda "demokratik siyasi çözüm"e değin, MGK, özel tim, koruculuk, TMY, faşist kadroların tasfiyesi, laiklik önerisi vb. tedbir ve öneriler yapmak reformlar programından öte bir şey değildir.
Ama elbette ki bu işçi sınıfı ve emekçi halkın demokratik devrimci iktidarı, yani devrimci bir "halk egemenliği" asla değildir. Parlamenter mücadeleyle elde edilmiş, parlamenter mücadeleye barışçıl kitle eyleminin destek yapılmasıyla faşist rejimin geriletilip parlamenter burjuva demokrasinin gerçekleştirilmesidir. Ki, nitelemesi bir yana, hatta böylesi bir yolla siyasal özgürlüğün geniş çaplı olarak gerçekleştirilemeyeceği gerçeği bir yana, ÖDP'nin bu reformlar programının önerdiği "sınırsız siyasal özgürlük" ve "halk egemenliği" samimi olarak gerçekleştirilmeye girişilse bile, tüm gerici sınıflar üzerinde -"barışçıl eylem" ve örgütlenmeleri de dahil- diktatörlük uygulanmadan asla gerçekleştirilemez. ÖDP programı da "halk egemenliği", "sınırsız siyasal özgürlük" olarak; işbirlikçi tekelci burjuvazi ve büyük toprak sahiplerini partileri ve diğer siyasi örgütlenmelerine ve "demokratikleştirilmesi askeri aygıtları"na özgürlük tanıyarak, "barışçıl eylemlerine özgürlük tanıyan bir siyasal rejim tarif ediyor, öngörüyor. Dahası örneğin parlamenter yolla sağlanan bir "halk egemenliğini ve onun "sınırsız siyasal özgürlük" rejimini; demokratikleştireceği mevcut işbirlikçi-tekelci burjuva devletin gölgesi ve "güvencesi" altında bir politik sistem olarak öneriyor. Böylesi bir politik sistem -kitlelerin devrimci eyleminin dayatmasının bir ürünü olarak ancak doğabileceği ve işbirlikçi-tekelci burjuvazi ve emperyalist sistem tarafından yine o devrimci koşullarda devrimi söndürmenin bir manevrasına dönüştürüleceği gerçeği bir yana- işçi sınıfı ve emekçi hak sınıflarının "sınırsız siyasal özgürlük" gerçekleştiren devrimci demokrasisi de değildir. Olabilmesi için, "demokratikleştirilmiş"i de dahil işbirlikçi-tekelci burjuvazinin askeri-bürokratik aygıtının dağıtılması şarttır. Çünkü burjuvazinin kendi sınıfsal bu devlet aygıtı, yükselen devrimci kitle hareketinin dayatması karşısında emperyalist sistemin ancak burjuva demokrasisi biçiminde geçici olarak gerileyebilir. Ama manevra olarak bunu kullanırken elverişli koşullarda yeniden gericiliği geliştirmenin başlıca aracı ve dayanağıdır. Allende Şili'si buna örnektir. Elde edilen güdük burjuva demokrasisi, askeri faşist darbeyle sona erdirilirken, gericiliğin başlıca aracı ve darbenin gerçekleştiricisi bu askeri-bürokrat aygıtı olmuştur. Ayrıca gerçekleştirilen demokrasi de "sınırsız siyasal özgürlük" değil "sınırlı" olmuş ve hatta güdük bir demokrasi olan burjuva demokrasisi açısından bile pek çok bakımda eksikli ve sınırlı olmuştur. Demek ki her şeyden önce, işbirlikçi-tekelci burjuvazinin askeri-bürokratik aygıtı dağıtılmadan, "halk egemenliği" de, "sınırsız siyasi özgürlük" de gerçekleşmiş olmaz. İşbirlikçi-tekelci burjuvazinin askeri-bürokratik aygıtı altında, ancak Allende Şili'si günümüz Yunanistan, Portekiz ve İspanya'sında gerçekleşen türde sınırlı ve güdük biçimde siyasi özgürlüklerin elde edildiği bir parlamenter burjuva demokrasisi gerçekleştirilir.
Diğer bir önemli politika da, yalnızca askeri-bürokratik aygıtını dağıtmakla değil, işbirlikçi-tekelci burjuvazinin - "barışçıl" görünümdekileri de dahil- tüm siyasal parti, örgüt, vakıf, medya, dernek vb. örgütlerinin yasak konması, dağıtılması; "sınırsız bir siyasal "özgürlük için de, tutarlı demokratik bir halk iktidarı için de zorunludur. Çünkü örgütlenme yetenekleri, uzman ve deneyli kadroları ve ellerindeki devasa medya olanaklarıyla, emperyalist sistemden alacakları her türden desteğin motivasyonuyla, işbirlikçi-tekelci burjuvazinin partilerinin hem "siyasi özgürlük"ü sınırlamaları, güdükleştirmeleri ve hem de uzun olmayan bir süre sonra yeniden -burjuva demokrasisi veya faşist bir biçimle- kendi iktidarını, devletini kurmaları çok zor olmaz. Bırakalım parlamenter yol ve burjuva devlet aygıtının demokratikleştirilmesiyle siz de halk iktidarını, Nikaragua'da halk devrimiyle ve Somaza’nın kurmaylığındaki burjuva devletin bütünüyle dağıtılması yoluyla kurulan devrimci demokratik halk iktidarı bile, yalnızca barışçı burjuva partilerine ve medyasına "özgürlük" vermesi sonucu 10 yılda ABD'ci burjuvazinin yeniden iktidarı ele geçirmesini önleyemedi.
Nikaragua'daki karşıdevrim deneyi de - dünya gericiliğinin çok güçlü olduğu yıllara denk gelmesi ve 10 yıllık kontra savaşının yol açtığı yıpratma gibi gerici etkenlerin başlıca bir katkısının yanısıra- gösteriyor ki "barışçı" parti ve medyaya özgürlük tanımak bile, devrimci halk iktidarını ve sınırlı siyasal özgürlüğü kısa ömürlü kılar, siyasi özgürlüğü sınırlar, devrimci demokrasinin tutarlılığını bozar.
İşte ÖDP'nin öngördüğü halk iktidarı ve sınırsız siyasal özgürlük; Nikaragua devrimci halk iktidarından da temelden farklı, işbirlikçi-tekelci burjuvazinin "demokratikleştirilmiş devlet aygıtına" dayanan, işbirlikçi-tekelci burjuvazi ve büyük toprak sahiplerinin tüm “barışçı” ve savaşçı parti, örgüt, medya ve eylemlerinin özgür olduğu bir politik sistemdir. Ki bu burjuva demokrasisi sistemidir.
Ayrıca tutarlı devrimci demokrasi programı açısından, işbirlikçi-tekelci burjuvazi ve büyük toprak sahiplerini yalnızca politik bakımdan tasfiye etmek de bir "sınırlılığı", bir tutarsızlığı ifade eder. Böylesi bir tutarsızlık ve sınırlılık, burjuva demokrasisinin "kağıt üzerinde" özgürlükler veren, ama bu özgürlükleri ekonomik bakımdan kullanma olanaklarından işçi sınıfı ve emekçi halk sınıflarını yoksun bırakan niteliğini yansıtır. Ki, bu işçi ve emekçi sınıflar açısından çok önemlidir. Çünkü eğer işbirlikçi-tekelci burjuvazi ve büyük toprak sahiplerinin ekonomik varlıklarına el konmaz ve sınıf olarak bunlar tasfiye edilmezlerse ekonomik iktidar ve dolayısıyla propaganda ajitasyon ve örgütlenmenin en büyük olanakları "politik iktidarı" elinde tutan işçi ve emekçi halk sınıflarında değil, devrimin yenilgiye uğrattığı gerici sınıflar da olacak, böylece "emekçi sınıflar için sınırsız özgürlük”, önemli oranda kullanılamaz hale gelecektir. Dahası büyük ekonomik olanakları kullanacak devrilmiş gerici sınıflar -örneğin Nikaragua'da karşıdevrimin zaferinin başlıca nedenleri arasında bu da vardır- emperyalist sistemden alacakları politik ve askeri güçle de, işçi ve emekçi halk iktidarına tümden son verebilirler. Bunu önlemenin, devrimin iktidarının devrimci önlemlerinden biri de demek ki işbirlikçi-tekelci burjuvazi ve büyük toprak sahiplerinin ve emperyalist sermayenin bankalarından topraklarına değin tüm ekonomik varlığına el koymak, ekonomik alanda da bu sınıfları hızla ve kararlılıkla tasfiye etmektir. ÖDP programında bu devrimci önlemden hiç söz edilmiyor, reddediliyor. Dahası, eğer politik açıdan bir devrimi ve kesin zaferini öngören bir strateji, eğer ekonomik bakımdan da egemen sınıfları tasfiye edemiyorsa bu "tutarsızlık" hatasına düşmüş olur. ÖDP programı, bu devrimci önlemi yadsırken, bunlarla sınırlı kalmıyor, gerici sınıfların iktidar aracı devlet aygıtını demokratikleştirmeyle yetinerek koruyor, politik bakımdan gerici sınıflara özgürlük tanıyor. Bu bütünselliği içinde olsa olsa, Allande Şili'si, Yunanistan, Portekiz, İspanya ve Güney Afrika vb. gibi bir parlamenter burjuva demokrasisi kuracak bir "hükümet" öngörüyor.
Kürt Ulusal Sorununda Reformculuk ve Sosyal Şovenizm
ÖDP'nin devrim ve iktidar sorunundaki reformcu niteliğini, programında demokratik anayasayı "halk egemenliği" perspektifinin odağına koyarak ve reformlar demeti sunarak da sergilediğini vurgulamıştık. ÖDP'nin hem programı ve hem de pratik politikalarındaki reformcu önerilerinden biri de Kürt ulusal sorunuyla ilgilidir.
ÖDP bugünkü koşullarda programında "derhal barış" ve "demokratik ve siyasal bir çözümün önündeki engellerin kaldırılmasını” önermektedir. Bu perspektife bağlı olarak kirli sömürgeci savaşın en saldırgan araç ve yöntemlerini gidermeyi kapsayan reformları öngörüyor:
“DERHAL BARIŞ... Barış için ilk adım olarak iki yanlı ateşkes... "
"... ifade özgürlüğünü engelleyen ve çözüm yollarının bütün boyutlarıyla sınırsızca tartışılmasını önleyen yasal ve idari engellerin kaldırılmasıyla tamamlanmalıdır.
“Böylelikle özgür iradeyi yansıtan her türlü çözüm önerisinin meşruiyeti kabul edilmiş, demokratik bir siyasal çözümün önü açılmış olacaktır.
“Bu çerçevede, koruculuk sistemi ile jandarma ve polis özel timleri türünden özel savaş birimleri dağıtılmalı, olağanüstü hale son verilmeli, bölgede asayişin sağlanması için halkın onay ve katılımına olanak veren yeni düzenlemeler getirilmelidir."
”... savaş hukuku ihlalleri araştırılmalı ve sorumluları yargılanmalıdır."
Ayrıca, ulusal azınlıklar sorunu için gelişen öneri şudur:
"Türkiye’de yaşayan tüm dillerin ve kültürlerin gelişiminin önündeki bütün engeller kaldırılmalıdır." (ÖDP Program ve Tüzük, sayfa 11 ve 12)
"Anadilde eğitim hakkı..." (Agb., sayfa 21)
ÖDP programı geçmişte TİP'in yasaları çiğnememek kaygısıyla "Doğu Sorunu" adı altında ürkekçe yaklaşması gibi, sorunun adını koymaktan çekiniyor. Bu konuda HEP'in burjuva reformcu bir parti olarak ilk çıktığında programında "Kürt Sorunu" adını anarak ele alan girişkenliğinin bile gerisinde kalıyor. Bu ürkeklikle ele aldığı Kürt ulusal sorunu konusunda alıntılardan anlaşılacağı gibi, "OHAL'e yol açan" koşulları kaldıracak düzeyde "demokratik siyasi çözüm" ve bağlı olarak mevcut kirli savaş araçlarını kaldırmayı kapsayan reformlar öneriyor.
Bu her şeyden önce tutarlı demokrat bir programın çözüm önerisi olması zorunlu olan "Kürt ulusunun ayrı devlet kurma özgürlüğü”nü savunmamak, bu hedefin gerçekleştirilmesi için mücadele etmemektir. Yani Kürt ulusuna ayrı devlet kurma özgürlüğüyle belirlenen tutarlı demokratlık çizgisinden geriye düşerek; OHAL'den özel tim ve koruculara değin kirli savaş araçlarının ortadan kaldırıldığı ve sonuçta “demokratik bir siyasi çözüm"ü kapsayan reformlarla yetinmektir.
Kürt ulusunun onayını önemseyen bazı vurgular, bir olasılık olarak eğer Kürt ulusu "ayrılma" yönünde karar verirse ÖDP programı bu konuda özgürlüğü öngören bir çözümü de reddetmiyor, yanılsaması yaratabilir. Ama programı hem konuyla ilgili reform önerileri ve hem de kirli savaşın yükselttiği şovenizm etkisinden kaygıları ve sonuçta savaşı derhal sona erdirecek barış önerisi, "demokratik bir siyasi çözüm" bu "ortaya çıkarılacak özgür iradeden" kastettiği; Kürt ulusu ve ulusal devrime önderlik eden PKK, Türk egemen sınıflarının devleti üzerinde uzlaşacakları reformlardır. Hangi reformlar üzerine, iki taraf uzlaşabilecekse bunun özgürce tartışma ortamı yaratarak gerçekleştirilmesidir.
Zaten, ÖDP'yi oluşturan TBKP'den DY'ye değin ve Kürt ulusal sorununda geçmişte görece duyarlı Emek ve Kurtuluş gruplarına değin hemen bütün gruplar; bugünkü koşullarda, ne Kürdistan devriminin daha çok gelişebileceğini, ne de Türkiye'de kitle hareketinin bir devrime dönüşebileceğini düşünüyorlar. Bu nedenle de, stratejilerini devrim üzerine kurmaktan vazgeçerek, yasalcı partiyle "kitlelerin yüzünü sosyalizme daha fazla dönmelerini" sağlamak, sosyalizmin meşruiyetinin kaybedildiği kitleler nezdinde meşruiyet kazanmak, bunun başlıca aracı olarak yasal partiyle kitlelerin siyasal hareketini geliştirmek stratejisi izliyorlar. Türk halk kitleleri üzerinde, "süregiden savaşın Türk milliyetçiliğinin yükselmesine yol aç"tığını (ÖDP Programı) da vurgulayarak, kitlelerin sözde de olsa "devrimci" siyasal hareketinin gelişmesi için "savaşın" önce sona erdirilmesini, "derhal barış"ı, Kürt ulusal devrimine ilişkin güncel koşullarda perspektif olarak çiziyorlar. Ama elbette "derhal barış" şiarı etrafında, Kürt sorununda önemli bazı reformların da sağlanmasını bunun için ne denli mücadele edecekleri bir yana yeterli buluyorlar.
Oluşturucu grupları ve ÖDP; '89-'90 dönemindeki dünya devrim ve sosyalizm dalgasının gerilemesi ve revizyonist kapitalist kampın çöküşünden o denli yüksek düzeyde etkilenmişler ki, Kürdistan ulusal devriminin faşist diktatörlüğün derin politik bunalımına yol açması ortamını devrimci bir stratejiyle değerlendirmek bir yana atılması gereken bir kambur olarak görüyorlar. Bu sonuçlandırılırken bazı reformlarla ilerleme sağlanarak kitlelerin siyasal hareketinin yaygınlaşmasının bir aracı yapılır stratejisi izliyorlar. Türk halk kitlesi üzerindeki etkisi yükselen şovenizm de, işçi sınıfı ve halk hareketinin devrimci enternasyonalist mücadelesi gibi "olanaksız" ve zahmetli bir yola gerek olmadan, kolayca ve Kürdistan devriminin reformla boğulması pahasına ortadan kaldırılmış olur mantığıyla strateji çiziyorlar.
ÖDP'nin öncelleri DY, Kurtuluş ve Emek grupları, geçmişte "ilhakçı", "sömürgeci" boyunduruğa karşı, "halklara özgürlük", "Kürdistan'a bağımsızlık”tan dem vuruyorlar, en azından sözde de olsa öylesi bir strateji ve program izlemeye çalışıyorlardı. Şimdi o devrimci laflardan bugünkü ürkek reformcu konuma ve laflara gerilediyseler, ÖDP'deki revizyonist TKEP geleneğinden gelen grubu aşamadıkları için değil. Kendileri geçen 15 yıllık sağa ve tasfiyeciliğe savrulma sürecinde, genel çizgileri açısından olduğu gibi, Kürt ulusal sorununda da tasfiyeciliğe savruldukları için Kürt sorununda kendilerinin programatik devrimci çözüm önerilerini tasfiye ettiler. Programda ve pratikte genel olarak, reformculaştıkları gibi Kürt sorununda da reformculaştılar.
ÖDP ve bileşenleri, yasal bir partinin Kürt ulusal sorunu gibi bir sorunda programına devrimci bir çözüm zaten koyamayacağı gerekçesini ileri sürerek, durumu izah etmeye çalışacağını varsaysak bile bu son derece yanıltıcı olur. Çünkü ÖDP ve bileşeni gruplar; özgürce yazabildikleri teorik ve ajitatif yayın organlarında da Kürt ulusal sorununda vurguladığımız reformcu doğrultuda çözümler öneriyorlar. Bir diğer ifadeyle devrimci çözüm olan, Kürt ulusunun ayrı devlet kurma hakkını ve özgür ulusların gönüllü Sovyet Cumhuriyetler Birliği temel hedeflerini dile getirip propaganda etmiyorlar, bu temel hedefler doğrultusunda mücadeleyi yükseltmek perspektifinden de özenle kaçınıyorlar.
Ayrıca temel bir ölçüt olarak pratik faaliyetlerinin içeriği açısından soruna yaklaşacak olursak, ÖDP 'nin durumu, reformcu program ve söyleminin de çok gerisinde. Örneğin seçimlerde "Barış, Emek, Özgürlük” blokuna katılarak reformcu bir çizgide şovenizme karşı tavır almada bile, TBKP ve DY grupları geri durdular. Temel kaygıları da Türk halkının emekçi kitle hareketi üzerindeki sosyal-şoven etkiden çekingenlikti. Hatta sosyal-şoven çizgisi kanıtlanmış Aren, bunu "Sosyalizm kimliğini terketmemek"le gizlemeye bile girişerek yaptı. Üstelik tam tersine Lenin'in vurguladığı “ezilen ulusların özgürlüğü için mücadele yürütmemek sosyalizme ihanettir" politikası çeyrek yüzyıldır Türkiye'deki devrimci hareket içinde yaygınca bilindiği halde. ÖDP'nin soruna ilişkin pratiği de, reformcu söyleminden geri bir konumunu gösteriyor. ÖDP'nin destekçisi bazı memur sendikaları yöneticilerinin İstanbul HADEP mitingini desteklemeleri dışında ÖDP konuyla ilgili pratiğinde -reformcu bakış açısıyla bile- pasif kaldı. Nisan '96 başlarında başlattıkları ve başlıca bir unsuru da "savaşa karşı" olan kampanyayı bile polis engellemeleri karşısında henüz başlamışken bıraktı.
ÖDP, Kürt sorununda kendi reformcu stratejisine çok uygun olduğu halde, hatta Kürt yurtsever devrimci hareketinden çok ÖDP'nin reformcu stratejisine yaradığı halde, ateşkes dönemi ve "siyasi çözüm" reformcu önerisini yapıldığı geçen altı aylık dönemdeki, bu pasifist reformcu pratiğiyle, programının bile gerisinde kalacağını göstermiştir. Kürt ulusal sorununa ilişkin reform önerileri doğrultusunda, kitleleri eyleme seferber etmede pasifist bir pratik sergileyeceğini gösteriyor. Bu konumdaki pratik politikası, "derhal barış" ve reformlarla Kürdistan devriminin sonuçlandırıldığı yasalcılığa elverişli, huzurlu bir ortam sağlanarak kendisine ve genel olarak legalist, reformcu bir sol çalışma yürütme elverişli ortamı temel hedef aldığını, bu vesileyle gösteriyor. Korktuğu ve kendisinin de hedef aldığı şovenist etkiyi bu pasifist hayallerle gidermeyi sözde sağlanacak ılımlı ortam içinde kitlelerin siyasal eylemini yükseltmeyi öngörüyor.
Yani ÖDP, hem programatik hem de daha fazlasıyla pratik olarak, Kürt ulusal sorununda pasifist reformcu bir konumda bulunuyor. Her şeyden önce tutarlı demokratlık ölçüsü olan, Kürt ulusunun ayrı devlet özgürlüğünü reddediyor. Yalnızca "demokratik bir siyasi çözüm" kapsamındaki reformlarla yetiniyor. Tutarlı demokratik devrimci bir programın gereği olarak, Kürdistan devriminin yarattığı devrimci olanaklardan yararlanarak Türkiye ve Kürdistan devrimini yükseltmek ve bu çizgide "ayrılma özgürlüğü" ile "Özgür Ulusların Sovyet Cumhuriyetler Birliği" devrimci programını gerçekleştirmek çizgisine ise hiç yanaşmıyor. Bu çizgide şovenist etkiye karşı da kararlı bir mücadele çizgisini göze almıyor. Öngördüğü reformlar ve barış programı ve pasif bir pratikle, esasen ürkek, reformcu, sosyal-şoven bir çizgi izliyor, Kürt ulusal sorununda.
ÖDP'nin, Kürt sorununda bu ılımlı reformcu programı ve pasifist hayallerle birleşmiş daha geri düzeydeki pratiği; gruplarının yalnızca 15 yıllık süreçteki gerilemelerinden de gelmiyor. Bu gerilemenin yol açtığı ulusal soruna ilişkin liberal görüşler de, ürkek reformcu pratiğine ve programına bir dayanak oluşturuyor.
ÖDP'nin DY geleneğinden Yeniden'in Tartışma Süreci'nde araştırma grubunun Kürt ulusal sorununa ilişkin tezleri, son yıllarda ulusal soruna ilişkin burjuva liberal yazarların dünya çapında yaydıkları görüşlerden oldukça etkilendiğini, hatta pek çok tezini aldığını gösteriyor.
"Ulus, tarihi olarak oluşmuş, gelecekteki çıkarları için bir araya gelmiş insan topluluğudur." (açPD.)
"Demek ki ulusun varlığı için tarihsel, psikolojik, bölgesel koşulların varlığının yanısıra, geleceğe yönelik projelerde de ortaklık gerekir." (abç), (Tartışma Süreci Yazıları 2, sf. 82-83)
Yani DY'nin şimdiki görüşlerine göre, ulusun temel unsurlarından biri de "gelecekteki çıkarları"nın bilincinde olmasıdır. Yani burjuva liberal yazarlar gibi, DY'liler de henüz "ayrı bir toplum projesi" fikriyle mücadele etmeyen halkları ulus olarak görmüyorlar. Burjuva liberaller gibi onlara haklarını vermeyi de zorunlu görmüyorlar. Bu mantık anti-bilimsel bir tez olması bir yana sosyal-şoven bir mantık olduğu gibi, aynı zamanda ulusal kurtuluş mücadelesi içindeki uluslarda da tüm bir ulusal özgürlüğü değil, güncel olarak elde edilebilir reformlarla yetinmeyi, program edinmeyi kaçınılmaz olarak üretir, üretiyor da.
"Uzun zamandır, ulusların kendi kaderlerini tayin hakkı* ilkesi teorik dayanağını iki kutuplu bir dünyanın gerçekliğinden alıyordu. (...) Bu hareketleri destekleyen ve emperyalizme yeniden bağımlı hale gelmelerini önleyebilecek sosyalist bir sistemin olmadığı şu devrede ulusal kurtuluş hareketlerinin başarı şansı yoktur. Latin Amerika'daki gerilla hareketlerinin (Özellikle El Salvador örneği çarpıcıdır) silah bırakması, (....) ve bir ölçüde de PKK'nin son ateşkes çağrısı bu bağlamda değerlendirilmelidir." (Agy. Sf. 95) DY geleneği, ulus tanımı konusundaki burjuva liberal görüşüyle, kendisini kaçınılmaz olarak "zor dünya koşullarında” (devrimci iç savaşlarında) ulusal kurtuluş devrimlerini "başarı şansı yoktur" karamsar ve umutsuzluk içeren görüşüne götürüyor. Tam da bu görüş, Türk halkından küçük burjuvazinin Kürt ulusal özgürlük mücadelesi karşısında ne kadar başarı şansı olursa o kadar desteklemeye değer, üstü örtülü sosyal-şoven reformcu mantığı değil midir? Oysa dünya ve bölge koşullarındaki tüm elverişsizliklere rağmen varlığını sürdürebilen Kürt ulusal devrimi eğer Türkiye’de sınıfsal bir devrimle veya güçlü bir devrimci yükselişle birleşirse başarı şansı yüksek değil mi? Ve devrimci çizgide ısrar edecek bir hareketin de bu bakış açısına sahip olması gerekmiyor mu?
DY geleneğinin liberal reformcu tezlerinden TBKP'den gelen Aren-Coşkun ekibinin zaten baştan beri kemalizm kuyrukçusu sosyal-şoven tezlerinden elbette ÖDP de, Kürt sorununa ilişkin reformcu, sosyal- şoven bir program ve pratik çıkabilirdi, daha fazlası değil.
Hatta öyle ki, ÖDP programı bir çok formülasyonu çıplak sosyal-şoven biçimlerle ifade etmekten geri durmuyor.
"Süregiden savaş, Türk milliyetçiliğinin yükselmesine, faşizmin güç kazanmasına ve kökleşmesine yol açıyor." (ÖDP Programı ve Tüzük Sf. 11)
Savaşın hangi tarafının haklı ve hangi tarafının haksız ve şovenizmi körükleyen olduğunu gizleyen bu görüş, 2. Cumhuriyetçi liberal yazarların reformla Kürdistan devrimini boğma görüşünü dile getirirken söylediklerinden pek de farklı değil. Şovenizmi körükleyenin Türk burjuvazisinin faşist ve gerici politikaları ve sömürgeci savaşı olduğu gerçeğini bulanıklaştırarak ulusal devrimci savaşı da 'bir miktar reformla bir an önce sona erse iyi olur, yoksa şovenizmin yükselmesine yol açmakla' suçlamış olmuyor mu?
ÖDP ve gruplarının çoğunluğu; Kürdistan ulusal devrimi şovenizmi körüklüyor, patlak vermeseydi daha iyi olurdu ruh hali içindedir. Buna, yasalcılıkları, ılımlılıkları, sosyal-şoven etkiler altında kalıyor olmaları yol açıyor. TBKP geleneğinden Sıtkı Coşkun, ÖDP liderlerinden biri olarak, HADEP'le '95 Ekim genel seçimlerinde demokratik blok kurmaya ve sonraki süreçte demokratik bloku sürdürmeye karşı amansız bir mücadele verirken sosyal şovenizmini sergiliyordu. Yine DY geleneği liderlerinden Oğuzhan Müftüoğlu, Kürdistan sorununda reformcu, programatik görüşleri bir yana, ulusal kurtuluşçuların sömürgeci vahşete karşı öfkelerini bazen iyi düşünülmemiş eylemlere dökmelerinin bile nedenini sömürgeci vahşete değil, Kürt ulusal kurtuluşçuluğuna bağlayacak denli sosyal-şoven tahlillere girişebilecek ölçüde siyasi krizin baskısı altında şaşkınlığa düşebiliyor. "PKK özellikle son bir yıldır Türkiye'de Kürt ve Türk halkı arasında birlikte yaşamayı ve birlikte yaşanmasının savunmasını teşvik eden, onu kolaylaştıran bir politika izlemiyor. (...) Kürtlerin kurtuluşunun da önündeki en büyük engellerden birincisinin bu yanlışlar olduğunu düşünüyorum." (TAV, Panel Dizisi 7, sf. 131, açPD). DY liderlerinden ve ÖDP'li Melih Pekdemir, insan hakları ihlalleri açısında sömürgecilikle Kürdistan ulusal kurtuluşçu devrimcilerine aynı uzaklıkta ortacı bir tavırla yaklaşabiliyor: "İnsan hakları anlayışımı ise, PKK'nın yaptıkları karşısında çifte standart uygulamama imkan vermiyor" (Söz, 9 Mart 1996)
ÖDP, ılımlılığı, yasalcılığı, sosyal-şoven hastalıkları, Kürdistan ulusal devrimini reformlarla sona erdirme çizgisiyle, küçük burjuvazinin sosyal-şoven yalpalamalarını, sert savaş ve siyasi kriz ortamındaki şaşkınlıklarını sergiliyor. Cezayir ulusal kurtuluş savaşı döneminde, Sartre gibi aydınların tutarlı demokratlığını göstermekten bile aciz bir liberal reformculuk sergiliyor.
Yasalcılık ve Mücadele Biçimlerinde Ilımlılık
ÖDP, revizyonistlerle, eski devrimci gruplardan oluşuyor. TBKP'den gelen grubun, revizyonist çizgisi yalnızca bugün değil, dün de, program ve pratiği açısından olduğu gibi güncel mücadeledeki politikaları, mücadele biçim ve araçları açısından da zaten devrimci olamazdı, burjuva yasalcı ve parlamentaristti.
Burjuva reformcu bir çizgideki geçmiş TBKP; büyük oranda sosyal-demokrat ve "yeni dünya düzen"cisi burjuva liberal görüşlerle fiziki varlık olarak bile tasfiye olurken artakalan küçük bazı grupları da marksizm savunusu altında liberal burjuva çizgide karar kıldılar. Ki bu ikinciler ÖDP'nin bir grubunu oluşturuyorlar.
TBKP kökenli grubun, reformcu-liberal bir kaynak olarak, hem kendisi devrimci program, strateji, taktikler, örgüt ve mücadele biçimleri açısından tasfiyecidir hem de ÖDP'yi kaba tasfiyecilik çizgisinde geliştiren, etkileyen önemli bir kaynaktır, etken işlevi görmektedir. Kolayca kavranabilir ve tartışma pek fazla götürmez bir gerçek olduğu için bunu geçiriyoruz.
Ancak ÖDP açısından diğer grupları da farklı düzeylerde tasfiyeci bir süreçte reformcu konuma sürüklendiler. Ve bizzat ÖDP'nin kuruluşu da aynı tasfiyeci sürecin ürettiği bir sonuçtur.
Bu süreç ve sonucu olarak ÖDP ve bizzat bu eski devrimci hareketler; yalnızca teori ve program açısından değil, mücadele biçimleri ve araçları bakımından da küçük burjuva reformculuğu ve yasalcılık tasfiyeciliğine batmışlardır. Dolayısıyla, burjuva liberalizme kaymış eski yasalcı bir kesimle, reformcu yasalcılığa kaymış eski bazı devrimci grupların ve geçmiş revizyonist antifaşist grupların birliği ve bileşim olarak ÖDP, yasalcı, ılımlı ve pasifist ve parlamentarist bir niteliğe ve çizgiye sahiptir. Yani, mücadele biçimleri, araçları ve devrimci yasadışılık, yasal olanaklardan devrimci perspektifle yararlanmak mı, parlamentarizm mi bakımından da tasfiyeci reformcu bir konumdadır.
Bir an için ÖDP, zaten yasal partidir yasal partinin yasalcılığı tartışılabilir mi, bu olsa olsa yasal olanaklardan yararlanmaktır görüşü akla gelebilir. ÖDP, her şeyden önce yasadışı konumda mevzilenmiş devrimci bir örgütlenmenin veya örgütlenmelerin yasal olanaklardan yararlanması, yararlanmaları değildir. Baştan itibaren yasalcı gruplarla eski yasadışı geleneklerin yasalcılıkta karar kılması sonucu, tamamen yasallığa dönmeleri sonucu kurulmuş yasal bir partidir.
TBKP'den gelen gruplar ve troçkistler; bunlar, geçmişte de legal olmayan TKP bile eyleminin içeriği ve çalışma tarzı açısından gerçekte yasalcıydılar. TİP ve troçkistler ise, hem çalışmaların içeriği ve hem de biçim bakımından tamamen yasalcıydılar. TİP, aynı zamanda burjuva parlamentarist bir partiyken, troçkistler parlamenter bir pratiği bile yürütmekten aciz biçimde pratik mücadelenin tamamen dışında, legal teorik çevreler idiler. Bugün ise yasalcılığı, parlamentarizme değin ilerletme düzeyinde önce BSP, sonra ÖDP'nin bileşenleri oldular. Elbette bu yasalcı-parlamentarist nitelikleriyle ÖDP'nin niteliği üzerinde bir temel etkide de bulunuyorlar.
Eski devrimci örgütlere gelince DY, Kurtuluş geçmişte birçok bakımdan yasalcı değillerdi, örgütsel liberalizm yönünde hatalar taşısalar da tam tersine iddiaları ve politikaları açsından yasadışı ve devrimciydiler. TKEP, Kruşçev-Brejnev modern revizyonizmin kuyruğunda, sosyalizm ve dünya devrimci hareketi ve benzeri sorunlarda modern revizyonist, yani reformcu, ama faşizme karşı mücadele sorunları, yasadışılık, mücadele biçimleri vb. sorunlarda diri ve mücadeleci bir örgüttü. Ama geçen sürecin sonucunda diğer şeylerin yanısıra devrimci yasadışılığı da anlayış ve pratik olarak terk ettiler. DY ve Kurtuluş bütünüyle legalleşme perspektifiyle bunu yaparlarken, TKEP sözde yasadışı örgütü koruyarak yasal partileşme perspektifi çizdi. Ama o da işin pratiğine girince yasadışı örgütü terk etti, terketmek zorunda kaldı.
Ama gerek ÖDP'nin bu bileşenleri ve gerekse (EP ve diğer) bazı gruplar, yasal partiyi gerekçelendirirken en başta gelen temel politik dayanak olarak işçi ve emekçi halk hareketini siyasal bir kitle hareketi olarak geliştirmek için en elverişli ya da tek elverişli araç yasal partidir (Cephesel kitle partisi veya emeğin kitle partisi) görüşünü ileri sürüyorlar.
Bu yasalcı görüş, aynı zamanda mevcut kitle hareketinin bir devrimci yükselişe, bir devrime dönüşeceği (esasen dünyada da) konusunda karamsar ve umutsuzlukla, inançsızlılık da bağlı, içiçe-yanyana bir biçimde vardır.
Biribirlerini besleyen bu iki reformist görüş, kendisini sözkonusu grupların tahlillerinde bile ele veriyor. Yeniden Devrim dergisi bunu şöyle ifade ediyor:
"... kitlesel parti (....) Bugün yaşadığımız (hayatın!), emek güçlerinin birleşik devrimci bir siyasi hareketini zorunlu kılması nedeniyle öneriliyor. (...) bugünkü koşulların dayattığı bu fikirden kaçarak, hiçbir şey yapılamayacak"tır. (sayı 1, sf.21) DY'nin politik mücadele dışına düşmüş durumunu bütün sol'a mal ederek, devrimci hareketi de politik-pratik bakımdan pasif göstererek, çözüm arayan O. Müftüoğlu, sistemin derin yapısal krizi karşısında tayin edici temel çözümün cephesel yasal partiden geçtiğini şöyle izah etmeye çalışıyor: "Dar bir örgüt yapısıyla, ‘illegal’ dar örgüt yapısıyla bu amaca ulaşmak da bugünkü koşullarda imkansızdır." (Agy, sf. 134) "Sol, bu sistemin krizi içerisinde aktif bir aktör olarak kendisini örgütleyip ortaya çıkartmak zorundadır. Bu, kendisini fikri olarak, ideolojik olarak yenilemesine bağlıdır ve yeniden yapılandırmasına bağlıdır. Böyle bir işlevi görebilecek olan şeyin geniş, kapsayıcı, bütünleştirici, cephesel bir kitle partisinden geçeceğine inanıyorum." (Türkiye'de Siyasi Gelişmeler ve Sosyalistler, TAV, Panel Dizisi 7, sf. 127, aç. PD)
"Solun bugün bu kriz karşısında yeni çözüm önerileriyle, yeni bir düşünce yapısıyla, devrimci bir siyasi programla kendisini anlatması, geniş kitlelere anlatması ve yeniden ayağa kalkabilmesi mümkün olabilir, (...) kendisini toplum karşısında ideolojik olarak meşrulaştırabilir." (Agb, sf. 135)
Görüldüğü gibi, geçmişin pek çok legalist hata taşımasına rağmen yine de devrimci yasadışılık çizgisindeki DYsi yasalcı partiyi her şeyden önce devrimci kitle hareketinin gelişmekte olduğu koşulların ve umutlu olmanın sonucu önermiyor karamsarlığın, karamsarca tahlillerin bir sonucu olarak devrimci yasadışılığı reddediyor, cephesel yasalcı bir partiyi temel önderlik aracı olarak görüyor.
"Sol"un henüz ayağa kalkmadığı tahlilini yapıyor. Gerek bu nedenle gerekse kitleler üzerinde şovenist ve islamcı etkiler nedeniyle, öncelikli temel görevi kitle hareketini devrimci çizgide geliştirmenin önderlik görevlerini değil, buna geçiş aşaması öngörüyor. Ve bu aşamanın temel aracı olarak da, devrimci öncüyü yeniden oluşturup geliştirmenin -bu koşullarda-tek elverişli biçimi olarak yasal bir cephe partisini görüyor.
Benzer fikirleri ve dayanakları ÖDP bütünüyle paylaşıyor ve öngörüyor.
"... Türkiye’ye dönüp baktığımızda sosyalist akım şu anda dipte duruyor, yani biz henüz yürümüyoruz da, şu anda ancak söyleyebiliriz ki, dipte durmayı başardık." (Sıtkı Coşkun, Agb, sf. 54, aç. PD)
"... Sosyalizmin meşruiyet alanı daralmıştır." (Sıtkı Coşkun, Agb, s. 164)
S. Coşkun'un devrimci olmayan bir illegaliteden, yani eyleminin içeriği düzeniçi ve düzenin yasalarının kapsamındaki bir partiden yasalcılığa geçtiğini biliyoruz. Ama Kurtuluş, TKEP gibi geçmişte mücadeleci yasadışılığı savunmuş, şu ya da bu ölçüde uygulamaya çalışmış gruplar da DY'ye benzer dayanak ve politikalarla devrimci yasadışılığı yadsıyor ve yasalcılığı savunuyorlar. ÖDP bunun ürünüdür.
Bu, tarihsel bir karşılaştırma yapacak olursak, 1907-1910 arası gericilik yıllarının Rusya'sında geçmiş devrimci yasadışı RSDİP'i reddederek, legal bir işçi kongresi ve partisi inşa etmeye çalışan menşevik tasfiyecilerin çizgisine benziyor. Elbette tarihsel koşullardaki farklılıkla birlikte.
Tarihsel olarak sosyalizm iddiasındaki bütün yasal akımlar; yasal sendika bürokrasisi, işçi aristokrasisi, küçük burjuva aydınlar vb. gibi ara sınıf ve katmanların sınıfsal konumlarına uyumlu reformcu politik çizgilerinin doğal bir parçası ve gereği olarak ortaya çıkmışlardır. Veya geçmişleri devrimci de olsa, yenilgi dönemlerinin , uzun gericilik ve politik durağanlık dönemlerinin tasfiyeci bir ürünü olarak gelişmişlerdir. Ya da, uzun barış- çıl-yasal mücadele dönemlerinin ürünü olarak kitlelerin devrimi güncelleştiğinde devrimin zorlu önderlik görevlerine geçişte kendilerini daha çarpıcı tarzda ve devrimin engelleri olarak ortaya koymuşlardır. 2. Enternasyonalin sağ revizyonist yasalcı- parlamentarist partileri de , 2. emperyalist paylaşım savaşı sonrası sürecin Euro-revizyonist yasal parlamentarist partileri de, Türkiye’de Aren-Boran'cı, Aybarcı, Perinçek'çi, TİP, SDP, İP gibi yasalcı parlamentarist reformcu partiler de, belirttiğimiz biçimlerdeki burjuva yasalcı akımlar olmuşlardır. ÖDP'de yenilgi ve '89-'90 dönemlerinde dünya çapındaki gericilik döneminin ve burjuva demokrasisi beklentisinin ürünü yasalcı akımı olarak ortaya çıkıyor.
ÖDP'nin başlıca iki büyük grubu, Kurtuluş ve DY grupları her şeyden önce geçen süreçte yalnızca 12 Eylül yenilgisi sonucu değil, '89, '90 dönemecinde dünya çapında burjuvazisinin ve gericiliğin ideolojik bombardımanı karşısında ve ideolojik kriz nedeniyle de siyasal kitle çalışması ve kitle hareketine müdahale pratik çalışmasını yadsımanın bir dönem için de olsa teorisini yaptılar. Hala etkileri süren bu pratik çalışmaya ret bakış açısı, "önce ideolojik akım olmak gerekir.", "ideolojik inşa esas, pratik çalışma talidir", "sosyalizmin, marksizm- leninizmin ideolojik bunalımı giderilmeden pratik çalışma yürütülemez, pratik çalışmanın bir önemi yoktur” tasfiye görüşlerinde ifadesini buldu. 12 Eylül gericilik döneminde belli başlı tasfiyeci grupların başlıca perspektif olarak ürettikleri ve savundukları bu görüşlerin ortak karakteristik özelliği devrimci pratik çalışmayı tasfiye etmekti. Bu yolla da geçmiş devrimci örgütleri örgütsel bunalım, dağılma ve bölünme yoluyla tasfiye ediyorlardı. "Teorik çalışmaya çok önem verme" lafzı ve adıyla yapılan bu siyasal pratiği ve örgütü tasfiye çabası sonuçta kimi grupları bir akademik yazı kurulu çevresine indirgediği gibi iddia sahibi kimi grupları da akademik laflar bile üretemeyen varlıklarını tasfiyeye götürdü, götürüyor. Bugün ÖDP'li DY ve Kurtuluş grupları da, bu görüşlerden sonuncusunu kendilerine yol gösteren perspektif olarak aldılar. Bunu en ileri düzeyde '89 -'90 döneminde dünya devriminin ve sosyalizmin yenilgi dönemi üzerine yaptılar. İdeolojik bunalıma düşmekle kalmadılar, politik kitle çalışmasını ve kitle hareketine öncülük görevlerini yadsıma ve tasfiyeyi teori düzeyine çıkardılar. Kurtuluş bunu '87-’91 yılları arasında "Kuruçeşme tartışmaları"yla ve teorik düzlemde tartışmalarla üç yıl boyunca yaptı. Yalnızca pratik çalışmayı tasfiye etmekle kalmadı, teorik alanda "çoğulcu sosyalizm" adıyla burjuva demokrasisini övmekten, troçkizmin faziletlerini keşfetmekten başka hiçbir şey de üretemedi. 3 yıl sonra ise, TBKP'den arta kalan reformcularla tescilli reformist Aren'in etekleri altında BSP'de birleşmekte karar kıldı. Hatta öyle ki BSP'de yasalcı çalışmayı güvenceye alma korunağı buldukları için de Aren'den daha Arenci kesildiler.
DY geleneği ise, '85'lerde, Taner Akçam'ın burjuva liberal tasfiyeciliğinin yol açtığı etkilere karşı "eski çizgi" üzerine zayıf bir direnmeyi, sonraki yıllarda "tutuculukla" suçladı. Ardından gerek o ve gerek sonraki yıllarda, saflarını, örgütsüz- lük, kesimsel mesleki ekonomizm, sendikalizm ve reformizme itti. Ki bu ideolojik, politik ve örgütsel kendiliğindencilikti, bütünlüklü bir tasfiyecilikti ve kaçınılmaz olarak liberal reformculuk üretecekti, üretti de. '91 sonrası 3 yıl süren Tartışma Süreci, DY geleneği açısından yalnızca içerisine yuvarlandığı pratik bir tasfiyeci durum değil o dönemde teorisini de yaptığı bir tasfiyecilikti. "Sosyalizmin ideolojik bunalımı aşılmadan", "yeni bir tarihsel dönemin marksist-leninist teorisi yaratılmadan" pratik çalışma yürütülemezdi", "kitlelerin siyasal hareketi geliştirilemezdi". İşte DY de, bu pratik devrimci çalışmayı yadsıma tasfiyeci perspektifi pratiğinden geçerek yasalcılıkta karar kıldı. Kurtuluş ve DY, devrimci yasadışılığı yadsıma ve tasfiye etmenin ifadesi olarak ÖDP'de ve yasalcılıkta önceki süreçlerin tasfiyeci perspektif ve pratiklerinden geçerek, karar kıldılar.
Gerek o günkü koşullarda, gerekse şimdi yasalcı çerçeve içinde sınırlandırılmış sözde pratik çalışmanın, kitle çalışmasının önemini anladıklarını ifade ettikleri bugünün koşullarında perspektif açısından da pratik açısında da pasifist, parlamentarist ve kendiliğindenci bir çizgi izliyorlar. Bunu çeşitli pasifist "teori"ler, "politikalar" olarak çeşitli biçimlerde şöyle ifade ediyorlar;
"Meşru mücadele çizgisi, toplum tarafından doğruluğu, haklılığı kabul edilen, tepki çekmeyen, sempatiyle karşılanan ve sınıf mücadelesinin nesnelliği üzerinde gelişen mücadeledir." (M. Memduh Uyan, Tartışma Süreci Geçmiş ve Gelecek Üzerine, Tartışma Süreci 2, sf. 53)
DY geleneğinin ileri gelen kadrolarından olan yazar, üstelik yasal örgütlenme dışında sözde devrimci yasadışılığı ve silahlı devrimi de yadsımayan görüşlere sahip biri olarak, mücadele çizgisini, "toplum tarafından doğruluğu ve haklılığı kabul edilen, tepki çekmeyen" olarak formüle ediyor.
Geçmişte TKP,TİP, Aydınlık gruplarının, kitle militanlığına ve kitle hareketinin devrimcileşmesine karşı parlamentarizm ve yasalcı ılımlılık çizgisinden mücadele eder ve gerici barikatlar dikerken öne sürdükleri anlayışın aynısını vaaz ediyor.
"Toplum"un "doğruluğu"nu henüz kabul etmediği siyasal talepler asla ve asla ileri sürme, ajitasyon yapma, militan kitle eylemlerini yükseltme! DY liderlerinin "meşru mücadele çizgisi", öncü çalışmayı kitlelerin arkasına bağlayan içeriğiyle, bırakalım sınıf ve emekçi halk hareketini devrime hazırlama ve seferber etmeyi, mücadele içindeki işçi ve emekçi kitle hareketini bile geriye doğru çağırıyor, "en geniş kitlelerin" ya da Aydınlık'ın dediği gibi "toplumun yüzde 95'inin" bilinç geriliği düzeyine ve hareketsizliğine uymayı vaaz ediyor.
DY geleneği bu konuda bir başka perspektifiyle daha da geri konuma çekilmeyi vaaz ediyor. Öncünün rolünü, "sosyalizme meşruiyet kazandır"mak derekesine, yani bir propaganda derneği derekesine indiriyor. "Solun bugün bu kriz karşısında yeni çözüm önerileriyle, yeni bir düşünce yapısıyla, devrimci bir siyasi programla, kendisini anlatması, geniş kitlelere anlatması ve yeniden ayağa kalkabilmesi mümkün olabilir, burjuvazinin ideolojik hegemonyası kırılabilir ve kendisini toplum karşısında ideolojik olarak meşrulaştırabilir." (abç) (O. Müftüoğlu, Türkiye'de Siyasal Gelişmeler ve Sosyalistler, TAV, Panel 7, s. 135)
DY geleneği; sosyalizmin "meşruiyetinin kaybedildiği" tespitinden hareketle, daha doğrusu kadrolarının '90 döneminde sosyalizm konusunda ideolojik bunalım içinde oldukları gerçeğini kitlelerin siyasi durumu yerine geçirerek, "sosyalizmin meşru olduğunu" kitlelere "kavratmak" görevini öncünün tek temel görevi olarak vaazediyor. Yani bırakalım işçi sınıfı hareketi ve yarı-proleterler içinde komünist bir hareket geliştirmek ve gerek bu hareketi ve gerekse geniş emekçi ve ezilen kitleleri antiemperyalist demokratik devrime seferber etmeyi; DY kısmi siyasi taleplerle siyasal kitle eylemini geliştirme görevini bile öncelikli veya temel bir görev olarak ele almıyor. Öncelikle sosyalizmin teorik derslerini kitlelere anlatan bir sosyalizm propagandacısı olmayı öngörüyor. Politik mücadele yerine pedagojiyi geçiren bu perspektif az çok "aktif1 siyasal mücadelede etkili bir reformcu parti bile yaratamaz.
Ve '90'larda başlangıçta tek temel çalışmayı "sosyalizm deneylerini tartışma ve meşruiyetini sağlamak" olarak alan DY, Tartışma Süresi sona erdikten sonra, "legal cephesel kitle partisi " ile "sosyalizm tartışması ve meşruiyetini sağlama" çalışmasını iki temel çalışma olarak ele alıyor ve birincisine kağıt üzerinde ön planda yer veriyor. Ki bu kötü ünlü tasfiyeciliğin gericilik dönemlerinde devrimci pratik çalışmayı yadsımanın perspektifi olan "ideolojik akım", " ideolojik inşa esas", vb. tezinden başka birşey değildir. Ve politik kitle mücadelesinde kaba bir kendiliğindencilik tir.
DY'nin yasalcı ve parlamentarist bir partiyle sonuçlamasını hem etkenlerinden bir diğeri ve hem de yasalcılıktan sonra daha çok gelişecek bir özelliği de aşırı kendiliğindenci kitle kuyrukçuluğudur. Eski yorgun kadroları ve daha genç kuşaklardan tabanıyla DY, başta memurlar ve üniversite gençliği, kısmen işçiler ve diğer alanlarda, ekonomist-sendikalist-akademik bir kendiliğindencilik ve ayrıca kitlenin en geri durumuna göre davranan bir kuyrukçuluk pratiği ve çizgisi izledi. Bunu, 12 Eylül yenilgisi ve faşist saldırılardan yılgınlıkla koşullanmayla yaptığı gibi, teori düzeyine çıkararak da yaptı.
Bugünün açık liberal burjuva papazlarından olan Taner Akçam'ın DY liderlerinden biri olarak, iç tartışmalarda '80'li yıllarda ortaya attığı, öncü örgütlenmenin "halkın eylemliği ve örgütlülüğü ile birlikte süreçte oluşacak (abç) birşey" olması gerektiği tezine özdeş bir yaklaşımla sonraki süreçte DY pratiğine yön verdi.
Taner Akçam'ın siyasal iktidar perspektifsizliğini yücelten, yerine sosyal-kültürel sosyalist odacıklar yaratmayı koyan, "salt siyasal bir alana daraltılmış bir eylemliliğin çıkış sunamayacağı 12 Eylül deneyi ile yaşandı”ğı mantığını da, "DY mantığında örgüt kurmak, oluşturmak birinci sorun teşkil etmez". Halk hareketi varsa DY vardır; yoksa DY yoktur, yaklaşımlarını da DY pratik bir çizgi olarak izledi.
Bunlar geçen süreç boyunca memur, gençlik, işçi hareketi ve hatta emekçi semtlerde DY'nin tam bir kitle kuyrukçuluğu, ekonomist, sendikalist- akademik çizgi izlemesine, bu çizgiden kitlelerin devrimci eyleminin gelişmesinin başlıca bir engeli haline gelmesine, kuyrukçu ve kendiliğindenci çizgiden devrimci harekete sürekli saldırmasına yol açtı. Bu çizgi içinde şekillenen DY ÖDP'yle (ve aynı çizginin değişik türevlerini oluşturan ÖDP'li gruplarla) birlikte, aynı zamanda ekonomist, sendikalist kendiliğindenci bir çizgiyi bugün daha da kalıcı kılmaya çalışıyor.
Emekçi memur hareketinde, DY, ekonomist-sendikalist çizgide yürüdü, yürümeye bugün aynı hareket içinde etkili diğer ÖDP grupları Kurtuluş ve TBKP’den arta kalan gelenekleriyle birlikte devam ediyor. Üstelik bu ekonomist-sendikalist-akademik çizgiyi, kitlelerin geriliği teorisiyle izah eden, savunagelen DY ve Kurtuluş gelenekleri, sözümona Komintern çizgisini "ekonomist" çizgi olarak günde beş vakit eleştirmekten de geri durmuyorlar. Ağırlıklı olarak ÖDP'li bu grupların egemen olduğu emekçi memur hareketinde bu ekonomist-sendikalist çizgi kitle kuyrukçuluğu, politik mücadeleden kaçınma, örneğin Gazi katliamına zamandaş olan 18 Mart mitingini bakanlarla anlaşıp "yurtseverlik" adına iptal etmede, faşist MHP'yi KESK kuruluşuna çağırmada vb. yansıdığı gibi faşist diktatörlükle uzlaşmayı ve aynı zamanda sendika bürokrasisini üretiyor. Öğrenci gençlik hareketinde etkisi olan DY, sağ Dev-Genç olarak, akademik taleplerle sınırlı mücadele, örgütsüz inisiyatifler oluşturma ve devrimci gençlik kitlesini tecrit politikasıyla, tam bir kitle kuyrukçuluğu çizgisi izledi, izlemeye devam ediyor. Hatta bunu öylesine kaba biçime vardırdı ki, "pasta yeme", "lale soğanı", "pantolon indirme" eylem türlerini icat eden kaba kuyrukçu düzeye kadar ilerledi.
DY'nin geçen süreçteki semtler ve Halkevleri pratiği de ya büyük oranda kitle kuyrukçuluğu ya da gittikçe apolitikleşen kültürel çalışma biçimlerinde sağ kendiliğindenci olmuştur.
DY, geçmiş süreçte bütün bu kendiliğindenci pratiğinin sonucu, geniş kadro ve sempatizan kitlesinin büyük bölümünün CHP'de, belediyelerde ve başka biçimlerde düzenle bütünleşmesi oldu. Yanısıra kalan diğer kesimlerin de DY'liler olarak, önemli bir devrimci potansiyeli kitle hareketini devrimcileşmesine öncülük görevinden uzak tutarak, kendiliğindenciliğin barikatlarıyla ve "11. yılında 12 Eylül'e yeter diyenleri destekliyoruz" sloganıyla seçimlerde kitleleri sosyal-demokrasiye bağlamayla, devrimci hareketin gelişmesine engel haline gelmelerine yol açtı.
İşte DY, aynı zamanda tasfiyeciliğin devrimci pratik çalışmayı yadsıyan bu perspektif ve pratiğinden geçerek ve koruyarak yasalcılığa vardı. Yasal parti pratiği içinde diğer yol arkadaşlarının benzer kendiliğindenci anlayışlarıyla birlikte ÖDP'ye karakterini veriyor. ÖDP'nin pratik çizgisinin karakteristik ve yasalcılığının sonucu olan bir özelliği de rejime yasalcı kalacaklarının güvencesini vermek kaygısıyla parlamentarist burjuva partilerle eylem birliklerine girişmektir. ÖDP Hatay il örgütü olarak kontrgerilla işbirlikçilerini ANAP-DYP gibi faşist gerici partilerle birlikte protesto açıklaması yapmaktan geri durmadı. Bu gerici tavır ve ÖDP merkezinin gerici tavra sessiz kalarak onay vermesi, ÖDP ve örgütlerinin devlete güven vermek için, yasalcı, gerici tavırlara gireceğini gösteriyor. Nitekim ÖDP'li reformcu memur sendikaları bürokratları, aynı gerici tavra KESK kuruluşuna MHP'yi davet ederek gösterdiler. ÖDP Aydın il yönetimi de (EP il yönetimiyle birlikte) ekmek pahalılığını protestoda ANAP ve DSP gibi faşist diktatörlüğün destekçisi partilerle eylem birliği yapmaktan geri durmadı. Burjuva parlamentarist rejimin yasal partisi olduğunu kanıtlama kaygısı ÖDP'yi gerici faşist partilerle eylem birliği yapmaya götürüyor. Böylece bu gerici kaygılarla ÖDP pek çok kez kitle hareketinin burjuva gerici partilerle ve kurumlarla bağımlılık içine girmesine bile yol açıyor. "Kitlelerin bağımsız siyasal hareketinin geliştirilmesi" kaygısını duymuyor.
ÖDP'nin yasalcılığının ürettiği parlamentarist-bürokratik bir diğer sonuç da, eylemli basın açıklamaları ya da yasalcıları aşan küçük çaplı protesto eylemlerini '96 1 Mayıs sonrası dönemde reddetmesi oldu. İşçi, öğrenci gençlik, emekçi memur ve antifaşist kitle hareketinin, faşist yasakları fiilen aşmasının '96 1 Mayıs sonrası koşullarda biçimlerinden biri olarak ortaya çıkarıp geliştirdiği bu mücadele biçimi, kim zaman yüzbinleri aşan kimi zaman da onlarca bir nicelikle küçük çaplı biçimde sayısız eylemle kendini gösteriyor. Ama '96 1 Mayıs sonrası koşullarda faşist polis terörü ve yasaklarına karşı, karşı kitle hareketini sürdürme ve geliştirmenin aracı oldu. ÖDP, bu eylem biçimini reddetmekle, faşist polis yasakları karşısında yasalcı bir güven vermeye çalışıyor ve böylece parlamenter-pasifist özelliğini göstermiş ve geliştirmiş oluyor.
ÖDP'nin kitle hareketine müdahale, mücadele biçimlerine yaklaşımındaki, yasalcılık, ılımlılık, burjuvaziyle uzlaşıcılıkla belirlenen çizgisi diğer pek çok mücadelede kendini gösterdi.
Gazi ayaklanmasında ÖDP'li KESK yönetiminin faşist diktatörlükle uzlaşarak ve "yurtseverlik" şovenistlik kutsamasıyla Ankara mitingini iptal etmesi tekil ve rastlantısal değildir. Ayaklanma etrafında yaygınlaşan direnişten ÖDP'nin uzak düşmesi ÖDP'li yazarların "provokasyona gelmekle" ayaklanmayı, komünist ve devrimci hareketi suçlamaları, ÖDP'nin teslimiyetçi, yasalcı çizgisinin yansımasıydı. ÖDP bu çizgi doğrultusunda, işçi sınıfını emekçi memurları ve öğrenci gençlik hareketini yaygınlaşan ayaklanma ve antifaşist direnişe seferber etmeme tavrını sürdürdü. Politik tutumuyla aynı zamanda egemen sınıflara ve faşist rejimine "güvence" vermiş de oluyordu.
ÖDP, yasalcı uzlaşıcı çizgisini ‘96 ve ‘97 1 Mayısları’nda gösterdi. ‘96 1 Mayıs Kadıköy İstanbul eyleminde; faşist polis terörü karşısında komünist ve devrimci hareketten uzak durduğu gibi, sendika bürokratlarının teslimiyetçi rahatsızlığına da katılarak "bir an önce eylemi terketme" tavrına girdi.
Ardından ANAYOL hükümetinin, Ağar komutasındaki faşist polis terörü karşısında ve tekelci medyasının gerici propaganda bombardımanı altında ÖDP de, ‘96 1 Mayıs egemen devrimci niteliğine "vandalizm", "rap rap yürüme" demagojisiyle saldırmaktan geri durmadı. EP ve Evrensel- ’den revizyonist hain Kemal Baysal barikatına, burjuva reformcu Budak'tan Türk- İş yöneticisi sendika ağalarına değin oluşan, "devrimci ‘96 1 Mayıs Kadıköy eylemi" karşıtı gerici koroya katılmaktan geri durmadı.
97 1 Mayıs'ında ise, önceki dönemin yarattığı kitlelerdeki "ılımlılık"tan yararlanmakla kalmadı. İstanbul mitinginde, faşist polis barikatların öte yanına geçemediyse de, alana sokulmayan ve eylemin devrimci yanını oluşturan miting dışındaki kitleleri, faşist polis terörü karşısında yalnız bırakıp kaçmakta ve bölmekte yine tereddüt göstermedi.
ÖDP ılımlı ve parlamentarist çizgisini, kontrgerillaya karşı mücadele kampanyasında da yansıttı.
"Süpürge, temiz toplum" gibi, liberal ve burjuva demokrat simge ve şiarlar kullanmakta ısrar etti. Yanısıra, burjuvazinin değişik gruplarını ve tekelci medyanın mücadeleyi "devleti aklama” ve klik çatışmalarının aracı yapma çizgisine önderlik eden ANAP'a "el sıkarak tebrik" etme uzlaşıcılığı gösterdi. 19 Ocak İstanbul mitinginde, kontrgerilla katliamlarının suç ortağı CHP'ye çağrıyı dayatıp katılmayarak, kitle hareketini burjuvazinin kuyruğuna takma çizgisi gösterdi. Aydın, Antep ve diğer pek çok mitingde, güncel kısmi bazı taleplerle yapılan mitinglerde, ANAP, CHP, DSP'yle eylem birliği içinde olmasının rastlantısal değil, taktik politikasının başlıca özelliklerinden biri olduğunu sergiliyor. Böylece aynı zamanda egemen sınıflara yasalcı kalacağının güvencesini de vermiş oluyor. Ve devrimci hareketten ziyade rejimin içinde yer alan burjuva "muhalefet" partileriyle ilişkide olacağını kanıtlıyor; tutacağı safa doğru yönünü belirliyor. Hedef olarak ve yine MGK Refahyol çatışmasının bağımsız alternatifi olarak ÖDP "erken seçim" önerdi. Yani, ÖDP'nin, kitle eylemlerine katılmasının yönü, hedefi ve perspektifi seçim ve parlamenter güç olmaktır. Bu, parlamentarist karakteriyle uygun olduğu gibi burjuva demokrasisi hedefleyen stratejisiyle de tam uyumludur.
ÖDP, yasalcı niteliğine, bileşeni grupların bu sağ kendiliğindenci, devrimci pratik çalışmayı tasfiyeci anlayış ve pratiklerinin karakterini verdiği, ayrıca geçmişte varolan devrimci yasadışı gelenek ve örgütlenmeyi tasfiye etme sürecinin rengini verdiği, faşizmin ve gericiliğin yasaklarıyla kendisini sınırlayan yasalcı bir partidir.
Devrimci bir programa sahip değildir. Mevcut kitle hareketinin devrime dönüşmeyeceği ancak burjuva demokrasisinin elde edilmesi hedefiyle mücadele yürütmektedir. Ayrıca önceleyen süreçte, bileşenleri yasadışı devrimci gelenek, anlayış ve örgütlenmelerini tasfiye ederek vardıkları bir yasalcılığa dayanmaktadır. Bu karakteristik özellikleriyle ÖDP, çalışmasının içeriği açısından da burjuvazinin yasalcılığına dayanan, tasfiyeci reformcu parlamentarist bir partidir. Programı, çalışmasının içeriği reformcu olduğu gibi, burjuva demokrasisi hedefi ve beklentisi üzerine şekillenen bir ılımlılığa, yasalcılığın huzuru içinde mücadele ruh haline sahiptir. Böylesi reformcu ve liberal bir parti kitle hareketini devrimci bir çizgide geliştirmenin engeli olduğu gibi, faşizm karşısında kitle hareketinin yükseltilmesinde de pek fazla rol oynamayacaktır. Daha çok pasifist, sendikalist, parlamentarist bir çizgide gelişecektir. Pratiği her zaman söyleminden geride kalacaktır.
Nitekim ÖDP, kurulduğundan bu yana geçen süreçte, "birliği" ve saflarındaki geniş aydın kesimin kitleler nezdinde sempati ve ilgi toplaması, devrimci tutsakların genel ve ölüm orucu direnişine destek eylemlerine bir ölçüde katılması dışında, faşist diktatörlüğe karşı kitle hareketinin gelişmesine reformcu anlamda az çok ciddi katkılarda bile bulunmadığını, bulunamadığını ve bulunamayacağını kanıtlıyor.
Oysa "cephesel bir kitle partisi"; her- şeyden önce faşizme karşı, emperyalizme karşı, işbirlikçi tekelci burjuvaziye karşı, sömürgeci savaşa karşı; halk hareketini - eğer O. Müftüoğlu'nun lafta iddia ettiği gibi devrimci kitle hareketi geliştirmek hedefi taşıyorsa- devrimci çizgide geliştirme odağı olmak, bu işlevine uygun devrimci bir pratik geliştirmek zorundadır. Ama "devrimci kitle hareketi" hedefi laf düzeyinde kalacaksa bile, "cephesel kitle partisi" ve üstelik asıl bileşenleri büyük bölümüyle geçmişin devrimci hareketleri olduğuna göre antifaşist halk hareketini az çok aktif bir çizgide de olsa çabayla ilerletmek zorundadır.
Ama ÖDP, az çok aktif "barışçıl" bir faaliyetten bile uzak, pasifist, liberal bir reformcu partidir. Ve eğer -örneğin Brezilya'da İşçi Partisi'nin parlamenter alanda yakaladığı olanaklar ve burjuva parlamentarist sosyal demokrat bir cephe kitle partisi yönünde evrim göstermesi gibi- olanak bulursa ÖDP de emekçi kitle hareketinin yükseltilmesinin öncüsü bir parti değil, burjuva parlamentarist bir parti olarak gelişecek, bu olanakları bulamazsa, aydınlar, sendikalar, küçük burjuvazinin belirli tabakalarında ilk anda elde etiği sempatiye rağmen, işçi ve emekçi kitle hareketi içinde gelişemeyecektir de.
ÖDP'nin bu açmazı aynı zamanda faşist diktatörlüğün sert saldırıları altında, tasfiyeci liberal reformculuğun kaçınılmaz olarak etkisizliğe ve kötü bir uzlaşıcılığa düşeceği gerçeğinin de yansımasıdır. Bu gerçek daha da yansıyacaktır.
1 Mayıs'ta ÖDP'nin polisin faşist saldıganlığı karşısında, seyirci kalması ve bir an önce grup olarak alanı terk etmesi ve ardından ÖDP Genel Başkanı Uras'ın "Vandalizm'" suçlamasıyla 1 Mayıs İstanbul eylemine saldırısı ÖDP’nin, faşizmle ve işbirlikçi burjuvaziyle uzlaşıcılığının, yasalcı pasifizminin varacağı boyutları gösteren bir pratik olmuştur.
Aslında , ÖDP'nin en radikal geçmişe sahip deneyli önderleri bile, bugünkü karamsar ve sağ revizyonist ruh haliyle ÖDP için ideal hedef olarak TİP'i göstererek, nasıl bir parti örgütleyeceklerini ikrar da etmiş oluyorlar. "1. TİP benzetmesinin yerinde olduğu kanaatindeyim" (eski Kurtuluş liderlerinden Kadir Akın, 30 Mart, Söz) "Türkiye İşçi Partisi muhalefet alternatifinin varolduğu koşullarda bütün eksikliklerine karşın gündem yaratmayı becerebilen bir hareket olmuştu. O dönemde en dinamik muhalefet güçlerini bünyesinde topluyor ve başarılı oluyordu.” (Eski DY liderlerinden Melih Pekdemir, 9 Mart ‘96, Söz)
ÖDP seçim çalışmasında, bürokratik parlamentarist tarzıyla, faşizmin izin vermediği durumlardaki uzlaşıcı pasifizmiyle, sert mücadele ortamlarındaki uzlaşıcılığıyla gerçekte liberal reformculuğunu sergiliyor, daha da sergileyecektir.
Marksizm Adına Liberal Teorik Tezler
ÖDP, programında kendisini sosyalist olarak nitelemekten kaçınıyor. Geçmiş dönemlerde Mitterand'ın partisi gibi emperyalist burjuva bir partinin bile, işçi sınıfı hareketini ve halkları aldatmak için sosyalist adını almaktan geri durmadığını dikkate alırsak, her şeyden önce ÖDP'nin yalnızca nesnel olarak değil öznel olarak da sosyalizme ne denli inançsız hale geldiğini ve emperyalist demagoji bombardımanından ne denli etkilendiğini gösterir.
ÖDP, bir cephe partisi olma perspektifiyle sosyalist olmayanları da kapsayan görüşüyle bunu izah etmeye çalışsa da, gerçek böyledir. Ve bu gerçek ÖDP'li grupların marksizm-leninizm ve sosyalizme ilişkin teorik görüşlerinde de dayanağını ve kaynağını bulmaktadır.
ÖDP'nin TBKP kökenli grubu, geçmişteki modern revizyonist teorik temelini, '90 dönemecinde iyice burjuva liberal bir teoriye dönüştürdü.
ÖDP öncesi BSP'nin genel başkanı ve geçmiş on yılların kötü ünlü revizyonist liderlerinden Aren, bugün "sosyalizmin zaten gerçekleşmeyeceği", "kapitalizm içinde iyileştirmeler sağlamak gerektiğini" vurgulayarak 2. Enternasyonal revizyonistlerinin burjuva demokrasisi ve kapitalizmin iyileştirilmesi savunusunu temel strateji alıyor. Sivil toplumcu burjuva liberal teorilere sarılıyor: "Bugünkü toplumda yönetimi ele geçirmek, yönetime katılmaya çalışmak”, “sivil toplumda hegemonya kurmak" gerekir diyor. Sosyalizmle kapitalizm arasında "tüketici bakımından fazla fark yok" diyor. "İnsanlar bilgili ve hazır değilse iktidarı alsan da sosyalizm kurulamaz" tezini vurguluyor.
Ancak, burjuva liberal teoriler, yalnızca Aren ve eski modern revizyonist gruplarla sınırlı değil. TKEP yoğunlaşmasa da eski lideri olarak bugün ÖDP saflarında olan T. Töre de, marksizm adına marksizm-leninizmin temel teorik önermelerini reddediyor, “proletarya iktidar olmaz”, yani proletarya iktidarı hedeflenmeli tezini, yeni marksizm adına kapitalizmle sosyalizmi birleştiren burjuva liberal teoriler üretiyor. Proletaryanın devrimci iktidarını yalnızca karamsarlıktan dolayı reddetmiyor, liberal burjuva tezleriyle yadsıyor, kapitalizmi kutsuyor. T. Töre'nin henüz ÖDP kurulmadan önce markzim-leninizmi geliştirme adına ürettiği teorik görüşler de, Bernstein'den Tito'ya geçmiş tescilli revizyonist liderlerin kapitalizm ve burjuva iktidarı ufkuyla sınırlı sözde marksizm ve sosyalizm teorileriyle aynı özü taşıyorlar. Yanısıra, güncel dünya koşullarında kapitalizme teslim olan hemen tüm revizyonist ya da reformist yazarların "yeni teori " diye vaaz ettikleri tezlerle benzerlik gösteriyorlar. Bugün aynı kapitalizm savunusu teorilerin daha da ilerletilmiş biçimlerini T. Töre ÖDP'de savunuyor.
Töre de 'marksizm'in bunalımını gidermek ve markzim-leninizmi geliştirmek iddiasıyla başlıca olarak şu burjuva liberal tezleri geliştiriyor: Piyasa ve reklamın başlıca bir yer tuttuğu 'piyasa sosyalizmi'. Artı-değerin geçerli olduğu sosyalizm. Sosyalist üretim ilişkilerinin kapitalizm içinde gelişebileceği, kapitalizm içinde sosyalist adımlar yoluyla ve üst yapıyı da etkileyerek tedricen sosyalizme geçiş tezleri. Hisseli işletmelerin sosyalizme temel teşkil edeceği, hisseli işletmeler sosyalizmi, artı-değerin var olması gereken sosyalizm, kendi nitelemesiyle "toplum sosyalizmi" teorisi. Devrimler döneminin kapandığı karamsar tespiti proletaryanın iktidarının önemini küçümsemek ve sivil toplumcu bir bakışla yadsımak, iktidar öncesi sosyalizm adacıkları oluşturmak sosyalizme barışçı tedrici adımlarla geçiş vb. tezler.
Avrupa revizyonizmi ve Gorbaçov'da açık ve çıplak biçimiyle yansıyan ‘kapitalizmle sosyalizmin bileşimini içeren bir sistem’ teorisi, özü itibariyle kapitalizmin reforme edilmiş bir biçimi, T. Töre'de de sosyalizm adına savunuluyor.
Töre'nin ‘marksizm’i geliştirme adına daha da geriye dönüp kapitalizmin iyileştirilmiş türevlerinin teorisini yapması güncel koşullarda devrimler yerine burjuva demokrasisinin geliştirilmesi görevini önermesiyle de birleşerek birbirini tamamlıyor. Devrim, proletarya diktatörlüğü ve sosyalizm yerine; burjuva demokrasisi ve kapitalizmin “sosyalize” edilmiş türevlerinin “toplum sosyalizmi” adı verilen teorisi.
Ancak burjuva liberal teoriler yalnızca Aren, Töre, Sıtkı Coşkun gibi kapitalizmi kutsayan bilinen liderle sınırlı değil ÖDP’de.
ÖDP’nin başlıca önde gelen kitlesel iki grubu Dev-Yol ve Kurtuluş geleneğinin liderleri de daha inceltilmiş biçimlerle ve belirsizlikle ve yine “marksizmi geliştirmek” adına, küçük burjuva, burjuva liberal teoriler geliştiriyorlar.
Kurtuluş geleneği; ‘80’li yılların sonu ve ‘90 dönemindeki dünya koşullarında, emperyalist ideolojik bombardıman altında küçük burjuva akımlarda moda olan burjuva demokrasisi hayranlığı geliştirmekten ve burjuva liberal teoriler üretmekten geri durmadı.
Kurtuluş geleneği liderlerinin geliştirdiği en önemli tezler: Komintern çizgisini ret, proletarya diktatörlüğü teorisini sınıflarüstü bir sosyalist demokrasi “çok parti” fetişizmi ve burjuva demokrasisi hayranlığı doğrultusunda liberalleştirme yoluyla ret, Gorbaçov ve Kruşçev övgüsünde yaşandığı gibi burjuva demokrasisi tipi bir rejimi proletaryanın sosyalist demokrasisi yerine koymak, leninist öncü partinin reddi, vb. olarak kendisini gösterdi.
Nail Satılgan ve onun gibi düşünen ÖDP’li “marksist” aydınlar, açıktan proletarya diktatörlüğünü reddediyor ve “burjuva partilere de özgürlük” verilen bir siyasi sistemi proletarya iktidarı olarak sunuyorlar.
ÖDP’yi destekleyen Birikim çevresi de burjuva reformcu teorileri yayma kaynağı olarak, ÖDP’ye de yol göstermeye devam ediyor.
Burjuva liberal çizginin temsilcilerinden ÖDP’li ve Birikim kurucusu M. Belge, ÖDP’deki “solun birliği”ni henüz dar görüyor, sosyal demokratlarla da birliği öneriyor.
Birikim, dergi imzalı bağlayıcı “ÖDP, Umut, Kaygı ve İmkan” başlıklı yazısında (sayı 83) sınıf mücadelesini reddeden bir ‘çizgi’ öneriyor, “sosyalizm, içeriğinin ne olduğuna bakmaksızın kategorik olarak emeği savunan bir yaklaşımın yerine, yaratıcılığı en özlü insani değer olarak kavrayan hipotezden yola çıkmalıdır”, “bildik, geleneksel -sosyalizm anlayışının- emek/ işçi sermaye çelişkisi esası üzerine kurulu içeriğini koruyup, kapsamını biraz daraltarak ona örneğin feminizmin, çevre hareketinin özgün talep ve çözümlemelerini de ekleyerek -ya da eklemleyerek- “eskiden olduğu gibi” tüm düzene muhalif akımların sözcüsü ve potası olma özelliğini “yeniden” kazandırmak değil. Böyle yapılarak “emek-sermaye çelişkisi”nin herşeyi açıkladığı inanç ve iddiasının alınan güçle meşrulaştırılmış totaliter, merkeziyetçi, devletçi, “özgürlükler”den nasipsiz yapılar oluşturmak gibi -karşıtlarının en fazla eleştirdiği, en fazla prestij kaybına neden olan- “günahlarından arınabilme zemini kurulabileceği görüşü de bizce yetersizdir”. Birikim de, emek-sermaye çelişkisini temel alan burjuvaziye karşı mücadelesinin temel hedefi olarak proletarya diktatörlüğünü program edinen ve tüm emekçi sınıf ve ezilenlere öncülük misyonuyla yükümlü geleneksel komünist parti anlayışlarından vazgeçmeyi önermekle kalmıyor. Sınıflarüstü burjuva demokrasisi anlayışına dayanan, liberal “sosyalizmi” savunmakta yetersiz kalma tehlikesine karşı ÖDP’yi uyarıyor.
Dev-Yol geleneği de, liderlerinden kitle örgütlerindeki kadrolarına ve ÖDP yönetici kademelerindeki kadrolarına değin, burjuva liberal belirsizlik ve tezler üzerinde duruyor.
DY geleneği, her şeyden önce, marksizm-leninizmin eskidiği, yeni bir tarihsel aşamanın yeni teorisi ve kavramlarını üretmek gerektiği görüşündedir.
“Sosyalizmin bir tarihsel dönemi sona ermiştir.” (O. Müftüoğlu, Tartışma Süreci 1, sf. 73)
“Dünyada belli bir tarihsel dönem sona ererken, yeni bir tarihsel ilerleyişin temelleri atılmaktadır.” (TS 1, sf. 37, O. Müftü- oğlu)
“Solun dünyadaki son elli yıllık, yüzyıllık, emperyalizmin belirgin özellikleri, soğuk savaş dönemi ve o dönemden bu yana emperyalizme karşı yürütülen karşı duruşlarla şekillendirilmiş kendi görüşleri, kendi düşünce yapıları; öte yandan, sosyalizmin Sovyetler gibi geri, iktisadi bakımdan, kültürel ve demokrasi bakımından geri bir ülkede denenmesi (...) ona göre bir sol anlayışın, yani sosyalizm gibi algılanan, aslında sosyalizmin temel özelliklerini taşımayan bir anlayışın bütün dünyadaki sol düşünceye sinmiş olmasının etkileri... İdeolojik bakımdan kendisini yenileme ihtiyacıyla yüzyüze kalıyor. Yeni bir yapılanma, kendisini yeniden yapılandırma zorunluluğuyla yüzyüze kalıyor.” (O. Müftüoğlu, Panel 7, sf.119)
“Sosyalizmin tarihsel bir dönemin fiilen başladığı koşullarda yaşıyoruz.”
“Marksizmin bir süreç olduğunu kabul ediyorsak, sosyalizmin sorunlarını çözmek ya da sosyalizmin tarihsel bir dönemini yeniden başlatmak için..”
“Sosyalizmi yeniden inanılabilir bir ideoloji haline getirmek.” (M. Pekdemir, TS 1 , sf. 221)
“Kabul etmek gerekir ki, bilimsel sosyalist düşünce doğuşu ve gelişiminden bu yana, yüzelli yıldan beri en büyük krizini yaşıyor.” (E. Arslan, TS. 1, sf. 152)
“Bugün marksizmi-leninizmi savunmak onları tekrar etmeden, bugünü kavrayarak değiştirmeye çalışmaktır.” (E. Arslan, TS. 1, sf. 154)
DY geleneğinin hemen bütün ileri gelenleri, marksizm-leninizmin bir tarihsel aşamasının sona erdiği, başlayan yeni tarihsel aşamanın yeni teorisini ve kavramlarını üretmek gerektiğini vurguluyorlar.
Marksizm-leninizmin bir doğma değil eylem klavuzu olduğu lafzı altında, ama yine de açık seçik marksizmi-leninizmi terketmek gerektiğini söylüyorlar. Yeni teoriden bunu anlıyor ve anlatmaya çalışıyorlar.
Lenin ve Stalin dönemi SB’ni temel özellikleri bakımından sosyalist olarak görmüyorlar. Ekonomik gelişme ve iyileştirmeler sağlayan, “katı, merkeziyetçi ve bürokratik” bir model görüyorlar. Komintern çizgisini de reddediyorlar.
Burjuva demokrasisini övüyorlar. Lenin-Stalin dönemlerindeki sosyalist iktidardan daha demokratik olduğunu ileri sürüyorlar. “Yönetilenlerin, yönetim üzerinde, karar mekanizmaları üzerinde burjuva demokrasilerinden bile görülemeyecek kadar uzakta kaldıkları biçimler ortaya çıkmıştır.” (O. Müftüoğlu, TS. 1, sf. 80)
Yine, proletaryanın siyasal iktidarı almasının devrim ve sosyalizmin temel sorunu ve sosyalizmin önkoşulu olduğunu yadsıyarak kapitalizm ve burjuva diktatörlüğü altında, “toplumsal iktidarı fetheden pratik nüveler”, “yaşam ve kültürel biçimler olarak sosyalizmi şimdiden yaşamak”, “Fatsa belediye sosyalizmi” vb. gibi sosyalist adacıklar sivil toplumcu tezleri savunuyorlar.
Bu ve benzeri tezleriyle DY geleneği; aydınların ve kent küçük burjuvazisinin, yenilgi, dünya devriminin gerilemesi ve dünya gericiliğinin yoğun ideolojik bombardımanı altında şaşkınlığını, karamsarlığını yansıtıyor, bu temel üzerinde marksizm-leninizmi yadsıma, ideolojik belirsizlik, “yeni marksizm” iddiası, burjuva demokrasisi hayranlığı, sivil toplumcu devrimci iktidar perspektifsizliği ve burjuva diktatörlüğü ve kapitalizm altında sosyalist adacıklar kurma vb. tezlerle karakterize olan burjuva ve küçük burjuva liberal bir teori geliştiriyor, böylesi bir teorik temele dayanıyor.
DY geleneğinin bu teorik zeminine şu özelliği de eklenmelidir; DY geleneği liderleri ve büyük oranda kadro kitlesi bu koşullarda işçi sınıfı, emekçi sınıfı ve halkların devrim için ayağa kalkmayacakları karamsarlığı içindedir. Gerek küçük-burjuva liberal teorik temeli gerekse bu karamsarlığı nedeniyle, politik-pratik mücadelede kendiliğindenciliği perspektif-politika- taktik olarak yüceltmekle teori katına çıkarmaktadır.
“Toplum karşısında ideolojik olarak meşrulaşma”yı en büyük hedef olarak koyan DY geleneği liderleri, bugünkü koşullarda, devrimci harekete, devrimci bir programla değil burjuva demokrasisi ve iyileştirme tedbirlerini içeren bir programla mücadele yürütmek görevi vaaz ediyorlar. Karamsarlıkları —liberal teorileriyle de birleşerek- tüm bir karamsar küçük burjuva kendiliğindenciliği üretiyor:
“Böyle bir partiyle (ÖDP gibi cephesel kitle partisiyle -PD.) tabii devrim yapmak, iktidarı ele geçirmek mümkün değil. Zaten Türkiye’de sosyalizmi falan kurmak mümkün değil. Zaten Türkiye’de solcuların, sosyalistlerin durumu bugün iktidarı ele geçirmek ve yeni bir düzen kurmak noktasında hiç değil.”
“Ama bugün gerçekçi olarak ne yapmaları gerekiyorsa onu söylemelidirler (yani program edinmelidirler- PD. ) inandırıcı olmanın yolu bu bence.
“... üretimde demokratikleşmeyi, üretimin demokratik bir şekilde yeniden örgütlenmesini, tekelciliğin önlenmesini
...toplumda demokratik bir yeniden yapılanmayı...
.özgürlükçü ve demokratik, çoğulcu bir yönetim sistemine kavuşmasını sağlamayı başarmak mümkündür. Gerçekçidir ve bunlar savunulabilir.” (abç) (O. Müftü- oğlu, TAV Paneli-7, sf. 135-136)
Burada da açık ve net bir biçimde görüldüğü gibi, DY geleneği liderleri, karamsarlıklarını program düzeyine çıkararak, temel programatik mücadele perspektifini; burjuva demokrasisini ve “demokratik kapitalizm”i gerçekleştirmek olarak koyuyorlar, işçi sınıfına, emekçi sınıflara ve devrimci harekete, burjuva demokrasisi programıyla yürümeyi vaaz ediyorlar. Kendi kitlesel-cephe partisi ÖDP’ye ısrarla bu programı öneriyorlar. Devrimci bir program perspektifini ise hayalci görüyorlar ve gösteriyorlar. Bu reformcu perspektifle, İspanyol “sosyalist” reformisti Gonzalez’in burjuva demokrat çizgisinden başka ne üretebilirler?
Emekçi memur hareketi, gençlik hareketi içinde, eski-yeni kuşaktan DY geleneği kadroları ve kitlesi, bir yanıyla “teorik perspektifsizlik ve belirsizlik”le, örgütsel dağınıklıkla, kitlelerin kendiliğindenciliğiyle uzlaşarak, diğer yanıyla DY geleneği ve liderlerinin küçük-burjuva, burjuva liberal teorileri, pratik-politikada kendiliğin- denci perspektifleri nedeniyle kendiliğindenciliğe batıyor, teorileştiriyor, geçmiş TKP-TİP’in ekonomist-sendikalist- barışçılık çizgisini bugün hem de daha liberal yönde geliştiriyor.
İşte, ÖDP’nin en geniş kitleselliğe sahip grubunun, teorik temeli ve politik perspektifleri; küçük burjuvazinin burjuva demokrasisi çizgisindeki reformcu hareketini geliştiren, faşizm ve burjuvazi karşısında uzlaşıcı bir reformculuk üreten perspektiflerdir. Ve ÖDP’nin burjuva, küçük burjuva liberal teorisini daha da güçlendirdiği gibi, pratikte kaba reformcu, faşizm karşısında ılımlı ve uzlaşıcı bir hareket olarak gelişmesini koşullandırıyor.
ÖDP, oluşturucu gruplarının ve liderlerinin teorik temeli de, burjuva, liberal teoriler ile ‘89-’90 dönemecindeki koşullarda emperyalist burjuvazinin ideolojik bombardımanı altında belirsizlik içine düşmüş olan bir reformcu partidir. Bu teorik temel de, yalnızca uzun vadede değil güncel koşullar altında da, ÖDP’yi ve etrafına topladığı kitleyi (aydınlar, kent küçük burjuvazisinin daha çok modernist ve eğitimli kesimleri, alt sendika bürokrasisi vb.) faşizmle uzlaşıcı, tereddütlü, kararsız, yasalcılığın rahatlığına sığınan bir reformculuğa daha çok itmekte, faşist saldırganlığa öfke duyan emekçi kesimleri devrime ilişkin karamsar ve faşizme ve gericiliğe karşı ılımlı bir reformculuğa çekmektedir. ÖDP’yi oluşturan başlıca grupların hemen tamamı; hangi farklılıkları taşıyor olsalar da, -teorik açıdan- şu noktalarda birleşiyorlar: komüntern çizgisi, proletarya diktatörlüğü teorisi, leninist öncü parti teorisi her devrimin temel sorununun politik iktidar sorunu olduğu önermesi ve iktidar sorununa aşırı önem vermek reddedilmelidir. Kapitalizm koşulları içinde sosyalizm nüveleri kurmak veya belediyeler sosyalizmi örnekleriyle kitleleri kazanmak, sosyalizme tedricen geçmek pek de yanlış değildir. Bugünkü dünya ve ülke koşullan içinde devrim olanaksızdır, politik ve ekonomik demokratikleşme programı yapılmalı, bu reformlar programıyla mücadele edilmelidir. Burjuva demokrasisi hayranlığı, sınıflar üstü, çok partili sosyalist demokrasi, özyönetimci sosyalizm savunusu ekonomist-sendikalist kendiliğindencilik de ÖDP’li grupların ortak oldukları ÖDP teorik tezleridir.
Gerek grupların ortaklık içinde oldukları bu burjuva liberal tezlere teorik gerekse “yeni teori yaratmak” iddiasıyla ve belirsizlikle girilen liberal görüşler, esasen ÖDP’nin teorik temelini Euro-revizyonizmle özdeş kılıyor. Bugün eğer eski Euro-revizyonist partiler tamamen kendi ülke burjuvazilerinin açıktan savunucusu partileri haline gelmişlerse, ÖDP ve birleştirdiği gruplar da, Breinstein’den titoculuğa ve yarı-troçkizme, onlardan Euro-revizyonizmine değin uzanan teorik-pratik çizgiye benzer kaba reformcu bir çizgiye gelmişlerdir.
Bu euro-revizyonist, burjuva liberal teorik temel de, ÖDP’nin, politik stratejisi, taktikleri, çalışma tarzı, mücadele biçimleri açısından, küçük burjuvazinin reformcu, faşizm ve burjuvaziyle uzlaşma çizgisindeki ılımlı, yasalcı, pasifist bir partisi olarak gelişmesine kaynaklık etmektedir. Gelecek süreçte, eğer ÖDP az çok önemli bir genişlikte kitleyle birleşirse, tabandan olası militan mücadele eğilimiyle yönetici ve kadro kitlesi arasındaki mücadelede bu burjuva liberal teorik temel, ikinci kesimlere parlamentarist yönde gelişmelerde ideolojik bir perspektif de oluşturacaktır.
Sonuç olarak, ÖDP, politik stratejisi, taktikleri, mücadele biçim ve araçları ve teorik temeli açısından, kent küçük burjuvazisinin liberal reformcu partisidir. Liberal reformculuğa kaymış eski modern revizyonist artıklar, tasfiyeciliğe ve reformculuğa kaymış eski devrimci örgütler ve örgütsüz eski devrimci yeni reformcular, bu yorgun düşmüş karamsar, tükenmiş deneyli kadro kitlesi ile; reformcu sol aydınlar, ağırlıklı olarak emekçi memur hareketi, kısmen de işçi hareketi içindeki reformcu sendika alt bürokrasisi, öğrenci gençlik hareketinin ılımlı ve reformcu öğelerini kapsıyor, bu kesimlere dayanıyor. Ayrıca, çevreci, feminist vb. kesimleri de etrafında topluyor.
ÖDP; politik programı, stratejisi ve taktikleri açısından, anayasal hayallerle beslenen burjuva demokrasisi ve reformları hedefliyor. Kapitalizmin ve devletin demokratikleştirilmesi, bu mücadele içinde “sosyalist hareket”e kaybettiği “toplum nezdinde meşruluk” kazandırılması ve “kaos” ortamında gerici dalgaya kapılan geniş kitlelerin yüzünü “sol”a çevirmesini ve emekçi kitle hareketinin politik bakımdan ilerletilmesini ÖDP’nin başlıca hedefleri olmaktadır.
ÖDP; politik programı ve stratejisinin bir parçası olarak Kürt sorununda da reformcu ve küçük burjuvazi üzerindeki burjuvazinin şovenist etkisine boyun eğen sosyal-şoven konumdadır. Kürdistan ulusal kurtuluş devriminin reformlarla sona erdirilerek burjuva demokrasisi yönündeki bir gelişmenin aracı yapılması çizgisi izlemekte, barışçıl, reformcu sosyal-şoven bir konuma düşmektedir.
ÖDP; örgütlenme, mücadele biçimleri, yöntemleri, taktikleri, çalışma tarzı vb. bakımdan, yasalcı, barışçıl, ılımlı, pasifist ve parlamentarist bir çizgidedir. Devrimci yasadışılığı tasfiyecilik üzerine kurulduğu gibi; silahlı devrim fikrini ve kitle militanlığını reddetmek çizgisindeki; emekçi memur ve gençlik hareketindeki (kısmen de işçi hareketindeki) ekonomist-sendikalist çizgideki gelişme üzerine kurulmuştur. Ayrıca, leninist öncü parti fikrini de reddetmeye ve emekçi kitle hareketinin bir devrime dönüşemeyeceği karamsarlığına dayandığı için de, pratik çizgisinde pasifist, parlamentarist nitelik daha çok gelişmektedir.
ÖDP; 12 Eylül yenilgisi ve ‘89-’90’ lar daki revizyonist kapitalist sistemin çöküşü ve dünya devriminin geçici ama büyük yenilgisinden en çok etkilenen akımlar ve kadroların yöneldikleri ve sarıldıkları burjuva liberal teorik tezlere ve teorik belirsizliklere dayanıyor. Bu tezler; burjuva demokrasisi hayranlığından, burjuva çoğulculuğu fetişizmine dayanan sınıflar üstü sosyalist demokrasi savunuculuğuna, proletarya diktatörlüğünü ve Komüntern çizgisini reddeden, burjuvaziyle barış içinde sosyalizm, sosyalizmle kapitalizmin bütünleştirilmesi türevleri, özyönetimci, belediyeci sosyalizm. İktidar sorununun temel öneminin reddi gibi sivil toplumculuktan, işçi sınıfının tarihsel misyonuna inançsızlığa değin varıyor. Ayrıca pek çok bakımdan da belirsizlikle birleşiyor.
ÖDP; politik strateji ve programı, mücadele pratiği ve çalışma tarzı ve teorik açılardan liberalizme savrulan küçük burjuvazinin -belirttiğimiz kesimlerine dayanan- reformcu, pasifist, parlamentarist partisidir. Cephesel kitle partisi olarak öngörülse de bir bölümü ve hatta artan sayıda kadrosuyla gelişmeye göre (eski gruplara göre değil) harmanlanacak -şekillenecek- ayrışacak parti olarak amaçlanan bir gruplar koalisyonudur, öngörülenin tersine geleceği açısından partidir.
Lenin’in vurguladığı gibi;
“Sözcüğün dar anlamıyla tasfiyecilik, menşeviklerin güttüğü tasfiyecilik, genel olarak sosyalist proletaryanın verdiği devrimci sınıf savaşımının ideolojik yönden yadsınması, özel olarak da burjuva demokratik devrimimizde proletaryanın egemenliğinin kabul edilmemesidir.”
“Örgüt açısından ise tasfiyecilik, yasadışı bir sosyal-demokrat işçi partisinin gerekirliğini yadsımak ve bunun sonucu olarak Rus sosyal demokrat işçi partisinden (komünist partiden -PD) vazgeçmek, onun saflarından ayrılmaktır. Bu açıdan tasfiyecilik demek, yasal basının sütunlarında, yasal işçi örgütlerinde, işçi birlikleriyle kooperatif ortaklıklarında, işçi sınıfı temsilcilerinin katıldığı kongrelerde vb. partiye karşı savaşmak demektir.”
ÖDP ve grupları, ideolojik alanda marksizmin-leninizmin pek çok teorik tezini, politik alanda devrimi, işçi emekçi halk diktatörlüğünü, proletarya diktatörlüğünü ve devrimci programatik ve stratejik hedefleri, örgütsel alanda devrimci yasadışı örgütlenmeleri reddeden tasfiyeciliği temsil ediyorlar.
ÖDP, TKP merkezli reformizm ve ayrıca devrimci hareketin 12 Eylül yenilgisinden ve gericilik döneminden etkilendikten sonra, ‘90 döneminde, revizyonist sistemin çöküşü, sosyalizm ve dünya devriminin geçici yenilgisi koşullarında, emperyalist burjuvazinin ideolojik bombardımanına teslim olmanın, tükenişin ürünüdür. Teslim olanların tükenenlerin birliğidir.
Nitekim, ÖDP’nin oluşum süreci, bu koşullarda dağılan, kapitalist-emperyalizme iltihak eden TKP-TİP artığı revizyonist döneklerin SBP’siyle başladı. İkinci örgütsel basamak olarak, Kurtuluş ve TKEP grupları da, aynı koşulların ürünü olarak, ideolojik çöküşe, örgütsel bunalıma yuvarlandıktan sonra ayakta kalma dinamizmini ve gücünü yitirerek, burjuva demokrasisini hedefleyen bir stratejiye karar kılmaları sonucu, BSP’leşti.
Ardından, yine aynı koşullardan, yeni iki tasfiyeci dalgadan etkilenerek tam bir politik hareketsizliğe yuvarlanan ve başsız bir politik cesede dönüşen DEV-YOL’un, küçük burjuva liberal reformcu Geleceği Birlikte Kuralım Parti Girişimi’yle birlikte burjuva demokrasisi stratejisiyle, politik mücadele yürütmede karar kılması sonucu katılmasıyla BSP, ÖDP’leşti.
ÖDP, birleşen grupların bu koşulların yanı sıra, yalnızca 12 Eylül askeri faşizminin sert saldırıları karşısında değil, Kürt ulusal devrimine karşı yoğunlaşan kirli sömürgeci savaşın ve iç savaş yöntemleriyle sert saldırıların karşısında da yılgınlığın ve devrimci yol ve yöntemlerden kaçışın vardığı noktadır. Yine daha özgül olarak Türkiye’de emekçi kitleleri üzerinde Kürt ulusal devrimi koşullarında daha da açığa çıkan ve tırmandırılan şovenizm etkisiyle ve diğer nedenlerle, işçi sınıfı ve emekçi halk hareketinin devrime dönüşeceğine de, ÖDP’li gruplar, inançlarını yitirmişler. Egemen sınıfların bir grubunun, örneğin bir grup TÜSİAD’lı gibi Kürt ulusal sorununda reformlar önermesi, yine Türk burjuvazisinin gireceği AB’nin “insan hakları” sözde baskısı ABD’ci dünya düzeninin liberal yazarlar eliyle pompalanan, Kürt ulusal sorununda reform ve “insan hakları”, “demokrasi” demagojisi, önceleyen süreç boyunca ÖDP’li gruplarda burjuva demokrasisi beklentisini yükseltti, güçlendirdi. İki tasfiyeci dönemden geçen ve ikincisinde dünya devriminin yenilgisi ve modern revizyonist sistemin çöküşüyle karşılaşan bu kadro kitlesi, sert saldırılara da yıldırma burjuva demokrasisi vaadiyle uzlaşmaya çekme girdabında tamamen boğularak, tüm stratejilerini burjuva demokrasisinin kazanılması üzerine temellendirdiler. İşte ÖDP bu stratejinin partisidir. Kazanılacak veya oluşturulacak burjuva demokrasisinin sol kanadı misyonunu üstlenmiştiler. Böyle olduğu içinde burjuvazinin pek çok kesiminin, liberal taktiklerinin bir aracı olarak, devrimci hareketi tasfiye ve kitle hareketinin devrimcileşmesini engellemenin aracı olarak teşvik edilmekte, övülmekte. Sola yönelen kitlenin toplanma yeri olarak propaganda edilmektedir.
İşte ÖDP, gruplarının önceki süreçte girdikleri tasfiyecilik sürecinin noktalanmasıdır. Ve Lenin’in vurguladığı gibi, burjuvazinin karşıdevrimci liberal politikalarının teşvikiyle demokratik küçük burjuvazinin dağılma ve parçalanmasının birleşerek ürettiği tasfiyeciliktir. Komünist ve devrimci öncünün, programatik, stratejik devrimci hedeflerinin, devrimci teorisi ve devrimci yasadışı örgütlenmesinin tasfiyesidir.
ÖDP; faşist karşıdevrimin sert ve iç savaş yöntemleriyle saldırıları koşullarında var olan liberal görüşleri ve yasalcı, pasifist, parlamentarist pratik çizgisiyle, geniş kitleleri etrafında toplayamayacak bir partidir. Ancak koşullarda göreceli yumuşamaya bağlı olarak kendiliğinden kitle hareketinin barışçı biçimlerinin hızla yükseldiği dönemlerde kolay ve zahmetsiz bir büyüme yakalayabilir. Ama bugünkü sert ve iç savaş saldırıları koşullarında ancak sınırlı bir gelişme gösterebilir. Kent küçük burjuvazisinin ılımlı kesimleriyle, aydınlar, sendika alt bürokrasisi, halk hareketinin ilk uyanma içindeki durumundan destek alarak sınırlı ölçüde gelişir. Bu durumuyla da devrimci değil reformcu, ama faşist diktatörlüğe ve emperyalizme karşı ilerici nitelikteki bir partidir. Faşist diktatörlüğü karşı emekçi halk hareketinin -devrimci tarzda olmasa da- ilerletilmesinden yanadır. Liberal teorileri, yasalcı çizgisi ve tarzıyla, hatta ekonomist-sendikalist kendiliğindenciliğiyle ÖDP, işçi sınıfı, emekçi memur ve gençlik kitle hareketinin devrimci çizgide gelişmesine engel olurken, devrimci patlamalar ve militan kitle hareketinin gelişmesi koşullarında engelleyici barikat olurken, kitle hareketinin sınırlı da olsa gelişmesine yardımcı olmakta, faşist diktatörlüğe karşı ilerici demokratik bir rol oynamaktadır. Özellikle henüz parlamenter olanakları pek yokken, birleşik-kitle partisi işlevini gösterme çabası içindeyken faşizme karşı bu demokratik işlevini daha çok oynamaya çalışacaktır. Marksist leninist komünistler, faşizme karşı bu küçük burjuva demokratik niteliği ve işlevinden hareketle, emekçi kitle hareketini geliştirme işlevini oynadığı her somut durum ve eylemde ÖDP’yle eylem birliğine girecekler. İşçi ve emekçi kitle hareketinin devrimcileşmesinin önüne barikat olan yanlarına, politikalarına ve somut tavırlarına karşı mücadele edecekler. Ama elbette ÖDP çizgisi ve politikasına karşı bu çizgide mücadele yürütecek marksist leninist komünistler, henüz devrimci deneylerden geçmedikleri için ÖDP’ye gidecek işçi, emekçi ve genç tabanla, ÖDP’nin liberal reformcu çizgisinin temsilcileri olan yönetimi arasında her zaman politik farklılık gözetecekler, emekçi tabanını olabildiğince eylem alanları ve mücadelenin devrimci konumlarına çekmeye, devrimcileştiren konumlarda birlikte olmaya çalışacaklar.
* UKTH formülasyonu bile ulusal soruna ilişkin “ayrı devlet kurma hakkı” devrimci çözümüyle, burjuva “özerklik”, “ulusal kültürel özerklik” çözümleri arasın daki farkı örten sosyal-şoven belirsizlik tezidir. Türkiye’de serhildanların yükseldiği ‘90’ların ilk yıllarında “Bağımsız Kürdistan” , “Kürt ulusuna özgürlük” vb. doğrultuda şiarları programı edinen pek çok grup sonraki yıllarda serhildanlar geriletilince çok muğlak biçimde ve ürkekçe UKTH belirsiz şiarını benimsemeye gerilediler.