Dünya proletaryasının Marks ve Engels’ten sonraki lideri olan Lenin, aynı zamanda dünyadaki ilk proleter devrimi ve proleter devletinin kuruluş mücadelesinin de lideridir. Dönem itibariyle Lenin’in gerek teorik ve gerekse pratik liderliği, emperyalizm ve proleter devrimler çağının başlangıcına tekabül eder. O, hem emperyalizm ve hem de proletarya devriminin bütün temel sorunlarının değişen koşullardaki çözümlemesine, aynı zamanda pratiğe uyarlanmasına birinci derecede önderlik etmiştir.
İlk proleter devrim Rusya’da gerçekleşti, ama etkileri bütün dünyayı sarstı; dünyanın çehresini değiştirdi. İnsanlığın altın çağa doğru yürüyüşünün başlaması demek olan bu devrim, dünya burjuvazisini korkudan titretti. İlk proleter devleti, bu, “en demokratik burjuva devletinden bile bin kez daha demokratik devlet” yine dünyanın bütün emperyalistlerini, gericileri ve oportünistlerini kudurttu, öfke nöbetlerine soktu. Dünya burjuvazisi hemen sahneye yeni siyasi egemenlik biçimini; faşizmi sürdü.
Ama emperyalist sistem kriz ve bunalımlarla boğuşurken, dünya proletaryasının ilk devleti, Rusya’da sosyalizmin kuruluşunu devasa adımlarla gerçekleştiriyordu. Dünyanın ezilen halkları, aydınlar, gençler; hepsi gözlerini ve yüreklerini sovyetlere çevirmiş, gelecek düşlerinin somutlanışını izliyorlardı. Emperyalist burjuvazi, faşist ordularını sovyetlerin üstüne sürüp sosyalizmin işini bitirebilmek için; Hitler faşistinin komutasında II. emperyalist dünya savaşını başlattı. En gerici, en şovenist emperyalist mihrak, önce, kendisini destekleyen, besleyen ve Sovyetler Birliği’ne karşı savaşa kışkırtan emperyalist devletlere saldırdı. Dünya halklarının Avrupa’dan Uzak Asya’ya kadar büyük bir kıyıma uğradığı, faşizmin Avrupa emekçilerini ve sovyet yurdunu yakıp yıktığı altı yıl sürdü savaş. Sosyalizmi yok etmek için hırsla bu saldırıyı örgütleyen emperyalistlerin ülkelerini de, Hitler faşizminin kanlı savaşından ve diktatörlüğünden yine Sovyet halkının yiğit savaşı kurtardı. Başında Stalin önderliğindeki Bolşevik parti ve Kızılordu, dünya halklarını faşizm belasından kurtarırken, bir kez daha sosyalizmin bayrağı gökkubbeye yükseldi. Artık dünyanın 1/3’ü, kapitalist emperyalist sistemden kurtulmuş, sosyalizm dünyasına dahil olmuş, sosyalizmin başarıları sürüyor, komünizme olan inanç dünya halklarının, ezilenlerin dünyasında kök salıyordu.
Yaralarını saran emperyalist dünya, daha savaş içinde, ABD komutasında başlattığı antikomünist komployu, “soğuk savaş” namıyla Sovyetlerin etrafında ve hatta dünya çapında örgütlemeye koydu. Bu kez, içteki ihanetle; kruşçevci çetenin ihanetiyle, emperyalistler emellerine ulaşma koşullarına kavuştular. Kruşçev revizyonist kliğinin başlattığı restorasyon, sosyalizmi ve kazanımlarını adım adım yok etti. Ortaya, kokuşmuş, çürümüş, yozlaşmış bir kapitalist ekonomik ve toplumsal kadavra çıktı. Emperyalistler ‘90’a doğru fiske misali dokunuşlarla bu kadavrayı da tarihin çöplüğüne yolladılar. Emperyalist medya güruhu, her gün her saat “sosyalizm öldü, yaşasın kapitalizm” diye çığlıklar atadursun, geride kalan yıkıntıdan, yeni bir devrim ve sosyalizm kavgasının yükseleceği, patlama öğelerinin hızla biriktiği birkaç yıllık verilerle ortaya çıkmıştır ve sosyalizme ve komünizme doğru umut ve etkinlikler artmaktadır. Büyük önder Lenin’in ve Stalin’in posterleri kapitalizme karşı öfkenin ve sosyalizm için savaşın simgeleri olarak onbinlerin elinde yükseliyor. Dünyanın pek çok yerinde; işçi ve emekçiler, gençler kapitalizme ve faşizme karşı savaşıyorlar.
Bu görüntüler, marksist leninist komünistler bakımından da son derece önemli gelişmelerin mayalanmakta olduğunun işaretleri olarak algılanmaktadır. Bu görüntüler yeni Ekimlerin geleceğini, bilimsel inancın yayılması dünya burjuvazisine, gericiliğe, gladiolaşmış burjuva devletlere karşı mücadele; işçi sınıfının, ezilen emekçilerin, devrimci ve komünist güçlerin önünde her zamankinden daha yakıcı bir yükümlülük olduğunu duyuruyor.
Yeni Ekimler, ancak ve ancak ilk Ekim’i örgütleyenlerin ilkelerinden, yolundan yürünürse başarıya ulaşacaktır. Dünya proletaryasının büyük önderi Lenin’i, aramızdan ayrılışının 73. yıldönümünde yeni Ekimleri hazırlayacak fikirleriyle anmak, emperyalizm ve proleter devrimler çağının marksizmini tanıtmak en uygunudur diye düşündük.
Dünya Proletaryasının Teorisyeni Olarak Lenin
Lenin’in yaşadığı dönemde, Marks ve Engels’in yaşadıkları düzenin şartları aynen devam etmiş olsaydı, leninizm diye bir gerçeklik olmazdı ve Lenin, en fazlasıyla Marks ve Engels’in öğretisini “yeniden” yorumlamış olurdu. Çünkü Marks ve Engels, kapitalizmin oluşumu için söylenmesi gerekenin hepsini ana hatlarıyla söylemişler, belli bir bilimi oluşturmuşlardı. Onlar “ruhu”, somut durumun somut tahlilinden hareketle, materyalist düşünce tarzı ışığında gerçekleştirmişlerdi. Lenin’in siyasi faaliyete başladığı dönemde ise kapitalizm, kendi gelişmesinin sonucu olarak en yüksek ve son aşamasına; emperyalizm aşamasına geçiyordu. Bu geçiş yeni şartları beraberinde getiriyor, o zamana kadar olgunlaşmamış olan çelişkiler olgunlaşıyordu. Örneğin, Marks ve Engels’te teorik bir anlam taşıyan proleter devrim, emperyalist çağda dünya çapında pratikte çözüm bekleyen sorun oluyordu.
Bir bütün olarak emperyalizm, kapitalist sisteme özgü çelişkilerin had safhada keskinleşmesini, kapitalizmin sistem olarak “çürüyen kapitalizm” sürecine girmesini ifade ediyordu. İşte leninizmin kökenini; çıkış noktasını, Lenin’in bu tarihi gelişmeyi görmesinde ve onu marksizm ışığında değerlendirmesinde aramalıyız. Lenin’in ideologluğu ve teorisyenliği, marksizmi; Marks ve Engels’in düşüncelerini yeniden formüle etmekten değil, bilakis, marksizmden hareket ederek emperyalist çağı açıklayabilmesinden kaynaklanmaktadır.
Peki Lenin’in metodu neydi? Yeni olanı nasıl tespit ediyordu? Lenin’in, nesnel gerçekliği incelemek, gelecekteki gelişmelerin nasıl olabileceğini önceden tespit etmek ve güçleri gelişmeye göre hazırlamak için somut durumun somut tahlilinden hareket ediyordu. O, somut durumun somut tahlilini “marksizmin canlı ruhu, en derin özü” olarak tanımlıyordu. Lenin, bu metodun, marksist teorinin somut duruma uygulanması olduğunu kavrıyordu.
Somut durumun somut tahlili nesnel olarak nasıl yansıyordu? Fiili durum neydi, bundan çıkarılması gereken sonuçlar neydi?
Kapitalizm, muazzam bir gelişme sürecine girmişti. Bu gelişme sermayenin yoğunlaşmasını ve merkezileşmesini beraberinde getirmiş; tekelci birlikler oluşmaya başlamıştı. Kapitalizmin nisbeten barışçıl gelişme dönemi sona eriyordu, ama emperyalizm de bütün yönleriyle, bütün çelişkileriyle henüz tam olarak açığa çıkmamıştı. Bu dönemde işçi sınıfının mücadelesinde sendikalar belirleyici rol oynuyorlar, grevler, parlamenter mücadele ve bu alanda elde edilen başarılar, sonuca bu yolla varılacağını, yani parlamenter mücadele ile kapitalizmin yıkılarak, sosyalizmin kurulacağı anlayışını yaygınlaştırıyordu.
II. Enternasyonal oportünizmi bu gelişme sürecinde doğmuş ve sonuç itibariyle marksizmi revize edecek, çarpıtacak kadar şekillenmişti. Öyle ki, Stalin’in deyimiyle “II. Enternasyonal partileri yağ bağlamışlardı”, devrim üzerine, proletarya diktatörlüğü ve kitlelerin devrimci eğitimi üzerine ciddi düşünmeye niyetli değillerdi. II. Enternasyonal oportünistleri, marksizmi çürük doğmalara dönüştürüyorlar, devrimci mücadele ve politika yerine düzene ayak uyduruyorlar, işçi sınıfının devrimci mücadelesini, burjuvazinin kabul edeceği çerçeveye çekiyorlardı. II. Enternasyonal oportünistleri, kapitalizmin, emperyalizm aşamasına girmesi, mücadele şartlarının ve metodlarının değişmesi karşısında, yeni şartlarda yeni mücadele metodları geliştirmeleri gerekirken eski anlayışlara bağnazca sarılıyorlardı. Bu da, onları karşı devrimin, burjuvazinin safına götürdü. Ama, metod olarak somut durumun somut tahlilinden hareket eden Lenin, her şeyden önce; a) Kapitalizmin gelişmesi; b) işçi hareketinin durumu; c) II. Enternasyonal’in içine düştüğü durumu inceleyerek çağımızda proletaryanın mücadelesinde esas olan sonuçları çakırıyordu. Bu sonuçları aşağıda ele alacağız.
“Lenin’in metodunun bize neyi verdiği, esas itibariyle marksist öğretide mevcuttur. Bu öğreti, Marks’ın deyimiyle ‘özü itibariyle eleştirisel ve devrimcidir? Tam da bu eleştirel ve devrimci ruh, Lenin’in metoduna baştan sona nüfuz ediyor. Ama, Lenin’in metodunu, Marks’ın verdiğinin basit bir yeniden verilmesi olarak anlamak yanlıştır. Gerçekte, Lenin’in metodu, sadece eski haline getirmek değil, bilakis, Marks’ın devrimci ve eleştirel metodunun, onun materyalist diyalektiğinin geliştirilmesi ve somutlaştırılmasıdır da.
1) Lenin ve Emperyalizm Tahlili
Lenin’in “Emperyalizm” adlı çalışması, Marks’ın “Kapital”inin devamı olan bir eserdir. Lenin, emperyalizm tahlilleriyle marksist teoriye önemli katkıda bulunmuştur. O, bu kitabında, şayet Marks yaşasaydı, “Kapital”inin devamı olarak yazması gereken neyse onu yazdı. Yani Lenin, “Kapital”in ilk yayınlandığından bu yana geçen yarım yüzyıl içinde biriken çok kapsamlı tarihi materyali bilimsel olarak geliştirmiş, marksist metod temelinde tahlil etmiştir. Bunun sonucudur ki Lenin, emperyalizmi, kapitalizmin en yüksek aşaması olarak değerlendirmiş; kapitalizmin nihai gelişme aşamasına girdiğini tespit etmiştir. Lenin, emperyalist çağda kapitalizmin karakterini tespit etmiştir; üretimin yoğunlaşması; tekelleşme, bankaların devamlı büyüyen önemi; banka sermayesinin sanayi sermayesi ile kaynaşması ve bundan mali sermaye olgusunun doğması; bu gelişmenin sonucu olarak sermaye ihracının önem kazanması, dünyanın emperyalist güçler tarafından nüfuz sahalarına bölünmüş olması vs.
Bu eserinde Lenin, emperyalist çağın siyasi ve ekonomik verilerini kapsamlı ve titizce tahlil eder ve kapitalizmin temel çelişkilerini, bu çelişkilerin emperyalist çağda kaçınılmaz olarak keskinleşeceğini açıklar. Lenin bu çalışmasının sonucu olarak esas tezi; emperyalizmin kapitalizmin gelişmesinin en yüksek aşaması ve sosyalist devrimin arifesi olduğu tezini tespit eder.
“Emperyalizm” kitabında Lenin, Kautsky ve diğer oportünistlerin, burjuvazinin kuyruğuna takılışlarını, marksizmi çarpıttıklarını da teşhir eder; Kautsky ve diğer oportünistler, kapitalizmin emperyalizm aşamasında derinleşmiş/keskinleşmiş çelişkilerini ve bu çelişkilerden dolayı doğan devrimci krizi gizlemeye çalışıyorlardı. Kautsky’nin “ultraemperyalizmi” bu amaca hizmet etmekteydi. Kautsky döneğine göre emperyalizm, örgütlü kapitalist bir ekonomiye götürecektir ve böylelikle de bütün çelişkiler ve krizler; bunların sonucu olan savaşlar da yok olacaktır. Lenin, Kautsky’nin bu anlayışının ne anlama geldiğini şöyle ifade eder:
“İngiliz papazlarının veya tatlı Kautsky’nin iyi niyetli düşünceleri ne olursa olsun, onun ‘teori’sinin objektif, yani gerçek sosyal anlamı sadece ve sadece şudur: Kapitalizm koşulları altında sürekli bir barışın mümkün olduğu umutlarıyla, dikkatleri günümüzün keskin uzlaşmazlıklarından ve vahim sorunlarından çevirip, gelecekteki düşsel bir ‘ultraemperyalizm’in hayali umutlarına yöneltmek, kitleleri avutmak için hazırlanan en gerici bir (yöntemdir). Kautsky’nin ‘marksist’ teorisinin içeriği, kitlelerin aldatılmasından başka hiçbir şey değildir.” (Lenin “Der Imperialismus als höchstes Stadium des Kapitalismus, C. 22. sf. 299-300)
Lenin’in “Emperyalizm” eseri, modern revizyonizmin ve reformizmin (oportünizmin) bütün görünüm biçimlerine karşı da mücadeledir. O devrimci marksizmin elinde sınıf düşmanlarına karşı etkin bir silahtı. Lenin’in “Emperyalizm” eseri, dün olduğu gibi bugün de, burjuva ideolojiye ve onun işçi hareketi içindeki uzantılara karşı mücadelelede komünistlere yol göstermektedir.
“Kautsky’nin hem emperyalizmi teorik tahlili, hem de emperyalizm üzerine yaptığı ekonomik ve siyasi eleştirisi, markszimle kesinlikle bağdaşmayan, emperyalizmin temel çelişkilerini cilalayıp gözlerden kaçırma, ne pahasına olursa olsun, Avrupa işçi sınıfı hareketi içindeki oportünizmle olan çöken birliği koruma ruhuyla doludur.” (agy., sf. 303)
Çağımızın emperyalist karakterinden hiçbir şey değişmemiştir. Burjuvazinin bugünkü uluslararası plandaki “zaferi”, revizyonist ülkelerin arka arkaya çökmesi, leninist emperalizm tahlilini kavramamanın veya onu yanlış yorumlamanın ne anlama geldiğini açıkça göstermektedir. Dünyanın yeniden emperyalist bir savaşa doğru yuvarlandığı bir dönemde komünistlerin burjuva ideolojiye ve onun işçi hareketindeki uzantıları olan revizyonizme ve oportünizme (reformizme) karşı mücadelede Lenin’in emperyalizm tahlillerini “Amerika’yı yeniden keşfetmek” anlamında değil, gerçekten kavrayarak ve uygulayarak ele almaları kaçınılmazdır: Emperyalizme karşı mücadele =Lenin’in emperyalizm tahlilileri; revizyonizme ve oportünizme karşı mücadele= leninist emperyalizm tahlilleri; emperyalistler arası çelişkilerin keskinleşmesi ve günümüzde yansıyış biçimleri =leninist emperyalizm tahlilileri; savaşa karşı ve barış için, devrim için mücadele= leninist emperyalist tahlilleri! Lenin’in, Marks’ın “Kapital”ini geliştirmesi, onun devamı olan emperyalizm olgusunu genel hatlarıyla bu noktalarda toparlar. Komünistlerin görevi, bu tahlilleri, sınıf düşmanına karşı mücadelede silah olarak kullanabilmektir.
2) Lenin ve Proletarya Diktatörlüğü
Proletarya diktatörlüğü konusunda Lenin, marksizmi geliştirmiştir, ona katkıda bulunmuştur. Bu konuda, Marks, genel tespitlerin ötesinde birşey söylememiştir. Çünkü o dönem, proletarya diktatörlüğünün pratik bir sorun olarak gündeme gelmediği bir dönemdi. Bunun için Marks’ın bu konudaki söyledikleri soyuttu (geneldi). Marks’ın pratikte tanıdığı, yaşadığı bu alandaki gelişme sınırlıydı. Çok bilinen ve onun proletarya diktatörlüğüyle ilgili olarak söylediği şunlardı:
“Bana gelince; ne sınıfların varlığını, ne de onların modern toplumda kendi aralarındaki mücadelelerini keşfetme özelliği bana ait değildir. Benden çok önceleri burjuva tarih yazarları, sınıfların bu mücadelesinin tarihi gelişmesini ve burjuva ekonomistler de aynı mücadelinin ekonomik anatomisini anlattılar. Benim yeni olarak yaptığım; 1) Sınıfların varlığının sadece, üretimin belirli tarihi gelişme aşamalarına bağlı olduğunu; 2) Sınıf mücadelesinin zorunlu olarak proletarya diktatörlüğüne götürdüğünü; 3) Bu diktatörlüğün bizzat kendisinin de bütün sınıfların ortadan kalkması için ve sınıfsız toplum için sadece geçişi teşkil ettiğini kanıtlamak olmuştur.” (Karl Marks; Marks’ın Joseph Weydemeyer’e 5 Mart 1852 tarihli mektubundan, C. 28, sf. 507-508)
“Kapitalist ve komünist toplumun arasında birinden diğerine, devrimci bir dönüşümler dönemi bulunur. Bu, siyasi bir geçiş dönemine de tekabül eder ve onun devleti, proletaryanın devrimci diktatörlüğünden başka bir şey olamaz.” (K. Marks, (Kritik des Gothaer Programms”, C. 19, sf. 28)
Bunlar, Marks’ın proletarya diktatörlüğü konusunda söylediği ve genel olarak tanınmış formülasyonlardır; soyut form-lasyonlardır. Marks, proletarya ditatörlüğü konusundaki çözümlemeleri Paris Komünü’nü göz önünde tutarak somutlaşmıştır. Örneğin O, burjuvaziye hitaben şöyle diyordu:
“Beyler! proletarya diktatörlüğünün ne olduğunu bilmek istiyorsanız, Paris Komünü’ne bakınız.”
Fransa’da Komünar hareketi yenildi. Bu yenilginin temel nedenleri vardı. Örneğin, Fransa’da toplum ve kapitalizm proletarya diktatörlüğünün kurulması için gerekli olgunlukta gelişmemişti; bu hareket bütünlüklü değildi ve Fransız işçileri devrimci/komünist partilerinden yoksundu. Bir bütün olarak Paris Komünü Fransız işçi hareketi içinde birbiriyle ortak yönü olmayan veya çok yüzeysel olan anarşistlerden küçük burjuva ve komünistlere kadar birçok akımı bağrında taşıyor, salt sınıfsal karakter taşımıyordu. Dahası; Komün, iktidarı elinden aldığı burjuvazinin üzerine kararlılıkla yürümemiş, iktisadi dayanaklarını örneğin, bankalara el koymamıştı. Proletarya diktatörlüğünün burjuvazi üzerinde sınıf diktatörlüğü olduğu ve proletaryanın bu diktatörlüğünü başka hiçbir sınıfa paylaşamayacağını Lenin, tarihi olgulardan ve Paris Komünü deneyimininden de hareketle bilimsel olarak temellendirmiş ve açıklanmıştır. Proletarya diktatörlüğü olgusu, emperyalist çağda Lenin’in marksizme belirleyici katkısından birisidir. Lenin, Marks’ın bu konuda yukarıda aktardığımız genel tespitlerini geliştirerek somutlaşmıştır.
Lenin’in proletarya diktatörlüğü anlayışı, onun marksist devlet anlayışından, bu anlayışı geliştirmesinden kopuk olarak ele alınamaz. Lenin için önemli olan, öncelikle, Marks ve Engels’in işçi sınıfının siyasi iktidarı üzerine, işçi sınıfı devletinin zorunluluğu ve görevleri üzerine anlayışlarının nasıl oluştuğunu, tarihi olarak açıklamaktı. Bunu yapan Lenin, marksist devrim anlayışında siyasi iktidar sorununun merkezi sorun olduğunu kanıtladı. Bu sorunun ve kavranmasının ne denli önemli olduğunu yine Lenin’den dinleyelim:
“Sadece, sınıf mücadelesini kabul eden ve kabulü proletarya diktatörlüğüne kadar götüren kişi marksisttir... Bu, marksizmin gerçekten kavranması ve kabulu için denektaşı olmalıdır.” (Lenin, Devlet ve Devrim”)
Burjuva ve oportünist ideologlar, Lenin’in, Marks ve Engels’in devlet konusundaki görüşlerini, materyalist tarih anlayışı temelinde emperyalist çağın pratik tecrübeleri ve gereksinimleri temelinde geliştirdiğini ve böylelikle marksizmi bu alanda da zenginleştirdiğini sürekli inkar ederler.
Marks, Lassalle’a yazdığı 22 Şubat 1858 tarihli mektubunda ekonomi üzerine çalışmasından [ilk kez 1939-1941’de SbKp(B) MK’sına bağlı Marksizm-Leninizm Enstitüsü tarafından yayınlanan ve “Politik Ekonomi Eleştirisi Özeti” başlığını taşıyan taslak kastediliyor] bahseder. Bu çalışmanın 4. bölümü devletin incelenmesine ayrılmıştı. (Bkz. C. 29, sf. 550-551) Bu çalışmayı Marks, Lassalle’a yazdığı mektupta biçimde gerçekleştiremez. Ama devlet sorunu Marks ve Enlges’in çeşitli yazılarında genel de olsa ele alınır. Lenin devlet üzerine incelemesine Marks ve Engels’in bu genel tespitlerini ele alarak başlar. (Bkz. “Komünist Parti Manifestosu”/1848 “Louis Bonapart’ın
- Brumaire’si”/1852; “Fransa’da İç Savaş”/1871, “Gotha Programı Taslağının Eleştirisi”/1875)
Lenin, daha 1902’de “RSDİP Programı Taslağı”nda ve “Plehanov’un İkinci Program Taslağı’na Notlar”da Marks’ın devlet ve proletarya diktatörlüğü anlayışından hareket eder. (Bkz. Lenin, C. 6, sf. 12-19, sf. 23-46)
Proletarya diktatörlüğüne karşı alınan tavır, Lenin için a) Sınıf olgusunun marksist kavrayışı; b) Devletin rolü; c) Devrimde proletaryanın temel görevleri açılarından kaçınılmaz/elzem kriterdir.
Lenin emperyalizm şartlarında işçi sınıfının iktidara giden yolunun karakterini gösteren birçok önemli yazısı vardır. Bunlardan bir kaçı şunlardır: “İki Taktik”-1905; “İkinci Enternasyonal’in Çöküşü”-1915; “Avrupa Birleşik Devletleri Şiarı Üzerine”-1915; “Sosyalist Devrim ve Ulusların Kendi Kaderini Tayin Hakkı - Tezler”-1916; “Proleter Devrimin Askeri Programı”-1916; “Nisan Tezleri”-1917 ve nihayet “Devlet ve Devrim”-1917.
Lenin’le birlikte veya leninizmin oluşmasıyla birlikte, bu oluşumun bir parçası olarak, marksizmin devrim ve devlet anlayışı da yeni bir gelişme aşamasına ulaşıyordu. Bu gelişmenin en yüksek noktasını, en olgunlaşmış anlatımını “Devlet ve Devrim”de görmekteyiz. Bunun için “Devlet ve Devrim”in ne olduğunu birkaç noktada toparlayarak verelim.
“Devlet ve Devrim”in doğuşunda iki tarihi olgu belirleyici olmuştu: a) Rusya’da gelişen sınıf mücadelesi, proletaryayı iktidara gelmekle karşı karşıya getirmişti. Böylelikle o zamana kadar nisbeten teorik olarak ele alınan devlet sorunu, pratik-politik bir anlam kazanmıştı; b) II.
Enternasyonal oportünistleri marksist devlet anlayışını çarpıtmışlardı. Sözkonusu olan, marksist devlet anlayışının oportünizmden arındırmak ve bu alanda da oportünizme yıkıcı bir darbe vurmaktı. Lenin, esas itibariyle bu iki nedenden dolayı marksist devlet anlayışını yeni devrimci tecrübeler ışığında geliştirir.
Lenin’in bu eserinde ele aldığı konulara gelince:
Lenin; “Devlet ve Devrim”de proletarya diktatörlüğünü kapsamlı bir şekilde ele alır. O, bu eserinde, proletarya diktatörlüğünü; proletaryanın, devlet iktidarını kendi eline alması gerektiğini; burjuva devlet mekanizmasını yıkması, parçalaması gerektiğini; yeni proleter sosyalist bir devlet kurması gerektiğini; proletaryanın, iktidardan uzaklaştırılan eski hakim sınıfların direnişini kırması gerektiğini; yeni toplumu -sosyalist toplumu- örgütlemesi gerektiğini öğretir ve Lenin, bütün bu görevlerin yerine getirilebilmesi için proletarya diktatörlüğünün yeni tipten demokrasi olarak; sosyalist demokrasi olarak elzem olduğunu vurgular.
Lenin, bu kitabında, çok küçük bir azınlığın, zenginlerin demokrasisi olan burjuva demokrasisini sert bir şekilde eleştirir ve proletarya demokrasisini, emekçilerin ezici çoğunluğunun gerçekten de devlette söz sahibi olmaları anlamına geldiğini açıklar.
Sovyetler Birliği’nde proletarya diktatörlüğü, sovyet biçiminde örgütlenmişti: Bu, devlet iktidarının siyasi biçimiydi. Sovyetler Birliği’nde proletarya diktatörlüğünün bu biçimde örgütlenmesine rağmen, kapitalizmden komünizme geçiş döneminde başka ülkelerde proletaryanın diktatörlük biçimlerinin başka türlü de olabileceğini söyleyen Lenin şöyle der:
“Kapitalizmden komünizme geçiş, tabii ki siyasi biçimlerinin çok büyük bir çeşitliliğini ortaya koyacaktır. Ama orada esas olan mutlaka şu olacaktır; proletarya diktatörlüğü” (Lenin; “Devlet ve Devrim”) “Devlet ve Devrim”de Lenin, Marks’tan devraldığı komünist toplumun gelişme aşamaları tahlilini geliştirir ve somutlaştırır ve Marks ve Engels’ten devraldığı devlet sorununu, proletarya diktatörlüğü sorununu, bu devletin hangi şartlarda kendisini yok edeceğine kadar geliştirir ve inceler. “Devlet ve Devrim”, “canlı diyalektiğin tarihidir”!
3) Köylü Sorunu ve Lenin Marks ve Engels, somut koşullar sorunu pratik-politik bir sorun olarak ortaya koymadığı için proletaryanın köylülükle ittifakı hakkında genel sözlerin/tespitlerin ötesinde somut bir şey söylememişlerdir.
O dönem Lenin’in köylü devrimcisi leninizmin temelinin köylü sorunundan ibaret olduğunu yaygınlaştırmaya çalışanlar vardı. Bunlardan birisi de Zinovyev’dir. Zinovyev, Lenin’in ölümünden dolayı Leningrad Sovyeti’nin 7 Şubat 1924’teki oturumunda bir konuşma yapar ve orada şöyle der:
“Birincisi, O’nun (Lenin’in -çn.) köylülük üzerine düşüncesi. Belki de, leninizmde en temel olandır, Vladimir İlyiç’in en önemli keşfidir.” (Zinovyev; V. I. Lenin-Dahi, Öğretmen, Önder ve İnsan”, Komünist Enternasyonal Dergisi, sf. 31-32, sf. 6, 1924)
Stalin, bu ve benzeri yanlış değerlendirmelerden hareketle, leninizmin esasının köylülük sorunu değil, proletarya diktatörlüğü sorunu olduğunu açıklar (Bkz. Stalin: “Über die Grundlagen des Leninismus”) ve sonra şu tespiti yapar; “Proletaryanın, siyasi iktidar için mücadelesinde müttefikler sorunu olarak köylü sorunu, ikincil, yan bir sorundur .Köylü sorunu, proletarya diktatörlüğünün genel sorununun bir parçasıdır ve ancak bu anlamda leninizmin en hayati sorunlarından birisidir.” (Stalin, agy. C. 6, sf. 109)
Lenin, köylülüğü hiçbir zaman bir bütün, bölünmez bir potansiyel olarak görmemiştir. Köylülüğü değerlendirirken, somut, nesnel olgulardan ve gelişmelerden hareket etmiştir. Lenin’in soruna yaklaşımını çok iyi kavrayan Stalin, leninizmde köylü sorununun üç aşamasını şöyle sıralar: a) Burjuva-demokratik devrim döneminde köylülük; b) Proleter devrim döneminde köylülük ve c) Sovyet iktidarının oturaklaşmasından sonra köylülük.
Bu her üç aşamada da köylülük, proletaryasının mütefikidir. Ama bu her aşamada köylülüğün kapsamı, sınıfsal tanımlanması değiştir. Lenin, köylülüğün bu özelliğini görmüş, ondaki potansiyelin, ne zaman, hangi şartlarda devrimci potansiyel olarak açığa çıkacağını kavramıştı. Lenin açısından Rus devrimleri, köylülük sorununda somut tecrübelerin toplandığı ve değerlendirildiği devrimler olmuştur.
Burjuva demokratik devrimde köylülük sorununda leninizmin esasını şu anlayış oluşturur:
“Proletarya, mutlakiyetin direncini zor yoluyla kırmak ve burjuvazinin yalpalayan tavrını felce uğratmak için köylülüğün kitlesini kendine çekerek demokratik devrimi sonuçlandırır.” (Lenin; “İki Taktik”, Seçilmiş Eserleri, C. 1 sf. 608). Bu anlayışın kaçınılmaz sonucu, demokratik devrimde siyasi iktidarın, proletarya önderliğinde “Proletaryanın ve köylülüğün devrimci-demokratik diktatörlüğü” olmasıdır.
Sosyalist devrimde köylülük sorununda leninizmin esasını şu anlayış oluşturuyordu:
“Proletarya, burjuvazinin direncini zor yoluyla kırmak ve köylülüğün ve küçük burjuvazinin yalpalayan tavrını felce uğratmak için halkın yarı proleter unsurlarının kitlesini kendine çekerek sosyalist devrimi gerçekleştirmelidir.” (agy.) Bu anlayışın kaçınılmaz sonucu, siyasi iktidarın sadece ve sadece proletaryaya ait olacağı, proletaryanın bu iktidarı, kendi diktatörlüğünü başka hiçbir güçle paylaşamayacağıdır.
Sovyet iktidarının veya proletarya diktatörlüğünün yerleşmesinden sonra köylülük sorununa gelince: Devrim öncesindeki -gerek burjuva demokratik devrim ve gerekse de sosyalist devrim olsun- köylülükle devrimden sonraki köylülük birbirine karıştırılmamalıdır. Demokratik devrimden sonraki köylülük, demokratik devrimin kazanımlarını gören ve ona bilinçli bir şekilde sahip çıkan ve bizzat iktidarın ortağı bir köylülüktür. Sosyalist devrimden sonraki “köylülük” ise varlığının devamını proletarya diktatörlüğünde gören, o bilince varmış ve kazanımlarını proletarya diktatörlüğüyle korumaya, geliştirmeye kararlı “köylü”lüktür. Rusya somutunda ise söz konusu olan, 1905-1907 burjuva-demokratik devriminden, 1917 Şubat demokratik devriminden ve nihayet 1917 Ekim sosyalist devriminden geçen, bu devrimlerin pratik ve tecrübeleriyle bilinçlenmiş, silahlanmış köylülüktür. Bu, proletarya ile ittifak içinde olmanın, siyasi ortak amaçlı hareket etmenin ne anlama geldiğini çok iyi kavrayan sosyalist “köylü”lüktür. İşte Lenin, bu köylülüğü, proletaryanın, dolayısıyla proletarya diktatörlüğünün yedek gücü olarak görmüştür. Leninizmin bu özelliğini açıklarken Stalin şöyle der: “İktidarda duran proletarya, sanayiyi tarım ile birleştirmek için, sosyalist inşayı geliştirmek için, proletarya diktatörlüğünün o elzem temelini -ki bu, temel olmaksızın sosyalist ekonomiye geçmek mümkün değildir- yaratmak için bu yedeği kendine çekebilmelidir, çekmek zorundadır.” (Stalin; “Über die Grundlagen des Leninismus” C. 6, sf. 121-122)
Görüyoruz ki, proletarya ile köylülük arasındaki ittifakın karakterini/kapsamını belirleyen, ülkedeki somut koşullardır; devrimin karakteridir. Lenin, emperyalist çağda köylülüğün demokratik ve sosyalist devrimdeki rolünü görerek, köylülük sorununu, marksist teoriden hareketle geliştirmiş, marksizmin zengin hazinesine katmıştır.
4) Lenin ve Parti Sorunu İki ayrı dönemde iki ayrı parti anlayışı: İşçi hareketinin doğuşuyla, kapitalizmin serbest rekabetçi döneminin sona erdiği dönemi, özellikle de II. Enternasyonal’in işçi hareketi içinde etken olduğu dönemi düşünelim. Bu dönemin özelliği neydi? Bu dönemde şu veya bu şekilde barışçıl bir gelişme sözkonusuydu. II. Enternasyonal partileri işçi hareketi içinde etkindiler. Parlamenter faaliyet, en yaygın ve geçerli olan mücadele biçimini oluşturuyordu. Böyle bir dönemde partiler ciddi ve belirleyici bir öneme haiz değillerdi. Bunun ötesinde, daha sonraki dönemlerde partilere nüfuz eden oportünizm, partiyi sınıf mücadelesinde araç olmaktan çıkartarak, burjuvaziyle uzlaşmada, proletaryayı emperyalist burjuvazinin politikasına alet etmekte bir araç olmaya dönüştürmüştü. II. Enternasyonal partileri, oportünistlerin elinde proletarya ile burjuvazi arasındaki “barış”ın aracı olmuşlardı. Oportünistler parti faaliyetini değil, parlamentodaki faaliyetlerini ön plana çıkarmışlar veya parti faaliyetini, parlamenter faaliyete indirgemişlerdi.
Doğaldır ki, ne bu türden partiler ne de böylesi parti anlayışları proletaryanın iktidar mücadelesinin araçları ve anlayışları olamazlardı.
Emperyalizm çağı ile birlikte genel durum değişmeye başlamıştır. Emperyalist çağ! Bu, sınıf mücadelesinin keskinleştiği dönemdi. Bu, proletaryanın devrimci eylemlerinin geliştiği dönemdi. Bu, proleter devrimler, ulusal kurtuluş mücadelesi, emperyalist savaşlar dönemiydi.
“Bu dönem, proletaryaya yeni görevler yüklüyordu; bütün parti faaliyetini yeni, devrimci tarzda inşa etmek; işçileri, iktidar için devrimci mücadele ruhuyla eğitmek; yedekler yetiştirmek ve (mücadeleye) çekmek; komşu ülkelerin proleterleriyle ittifak kurmak; bağımlı ülkelerin ve sömürgelerin kurtuluş hareketi ile sağlam ilişkiler kurmak” (Stalin; Über die Grundlagen des Leninismus”, C. 6, sf. 150)
Bu görevleri, II. Enternasyonal partilerinin, o oportünistleşmiş, yozlaşmış, marksizmi çarpıtmayı görev edinmiş partilerin yerine getireceğine inanmak, saflıktan başka bir şey olamazdı. Bunun için gerekli olan yeni bir partiydi; proletaryanın devrimci mücadele partisi. Yeni parti anlayışını somut durumun somut koşullarından, yeni çağın beraberinde getirdiği gelişmelerden hareketle geliştiren ve pratiğe uygulayan Lenin olmuştur.
Stalin, “bu yeni partinin özellikleri nedir” sorusuna şu cevapları veriyor (yazının kapsamını genişlettiği için alıntıyla yetineceğiz, yoruma girmeyeceğiz):
“1) İşçi sınıfının öncüsü olarak parti. Parti her şeyden önce işçi sınıfının öncüsü olmalıdır. Parti, işçi sınıfının en iyi unsurlarını tecrübeleriyle, devrimci ruhuyla, proletaryanın davasına olan sınırsız bağlılıklarıyla bağrında toplamalıdır. Gerçekten öncü olmak için parti, devrimci teori ile, hareketin yasalarının bilgisi ile devrimin yasalarının bilgisi ile donanmalıdır. ... parti işçi sınıfının siyasi önderidir. Parti, proletaryanın mücadele kurmayıdır.
Ama parti, sadece öncü olamaz. O, aynı zamanda sınıfın örgütlü müfrezesi, sınıfın bir bölümü olmalıdır. Öncü ile işçi sınıfının diğer kitlesi arasındaki parti üyeleriyle partisizler arasındaki fark, sınıflar kaybolmadığı müddetçe kaybolmazlar. Parti ile partisiz kitleler arasında sıkı bağ olmadığı, bu kitlenin, onun önderliğini tanımadıkları, parti, kitleler nezdinde ahlaki ve siyasi güvenilirliğe sahip olmadığı müddetçe, sınıfa önderlik edemez.
2) İşçi sınıfının örgütlü müfrezesi olarak parti. Parti, işçi sınıfının sadece öncüsü değildir. O, sınıfın mücadelesini gerçekten yönlendirmek istiyorsa, aynı zamanda, sınıfının örgütlü müfrezesi de olmalıdır. Parti, proletaryanın mücadelesini iç ve dış gelişmenin olağanüstü zor şartlar altında yönetmelidir. O, proletaryayı şartlar saldırmaya gerekli kılıyorsa, saldırıya geçirmeli ve proletaryayı, güçlü bir karşıtın vuruşlarını savuşturmak için şartlar gerektiriyorsa geri çekmelidir. Parti işçi sınıfının örgütlü müfrezesidir.
Ama parti, parti örgütlerinin sadece bir toplamı değildir. Parti, aynı zamanda bu örgütlerin bütünlüklü sistemidir, bütün biçimlerde birliğinin, önderliği, alt ve üst organlarıyla, azınlığın çoğunluğa tabi olmasıyla, bütün parti üyeleri için bağlayıcı olan pratik kararlarıyla sağlam bir bütündür. Bu şartlar olmaksızın parti, işçi sınıfının mücadelesinin planlı ve örgütlü yönetimini gerçekleştirme yeteneğinde sağlam ve örgütlü bir bütün olamaz.
3- Proletaryanın sınıf örgütünün en yüksek biçimi olarak parti. Parti, işçi sınıfının örgütlü müfrezesidir. Ama parti, işçi sınıfının yegane örgütü değildir. Proletaryanın bir dizi başka örgütleri de vardır ve onlar olmaksızın o, sermayeye karşı başarılı mücadele yürütemez; sendikalar, kooperatifler, işletme örgütleri, parlamento fraksiyonları, partisiz kadın örgütleri, basın, kültür ve aydınlatma örgütleri, gençlik örgütleri, açık devrimci mücadele örgütleri (açık devrimci eylemler döneminde).
4- Proletarya diktatörlüğünün aracı olarak parti. Parti, proletarya örgütünün en yüksek biçimidir. Parti, proleterler sınıfı içinde ve bu sınıfın örgütleri arasında temel yönlendirici güçtür. Parti, proleterlerin sınıf birliğinin sadece en yüksek biçimi değildir. O, aynı zamanda proletaryanın elinde, diktatörlüğün fethi için -şayet o fethedilememişse, diktatörlüğün sağlamlaştırılması ve genişletilmesi için- diktatörlük ele geçirildikten sonra, araçtır.
5- Hiziplerin varlığı ile bağdaşmayan iradenin birliği olarak parti. Demirden disiplini ve birliği ile güçlü olan parti olmaksızın, proletarya diktatörlüğünün ele geçirilmesi ve savunulması imkansızdır. Partide demirden disiplin ise, irade birliği olmaksızın, bütün parti üyelerinin faaliyette tam ve mutlak birliği olmaksızın düşünülemez. Hiziplerin varlığı, hem partinin birliği, hem de onun demirden disiplini ile bağdaşmaz. Parti, partide her türlü hizipçiliği ve iktidar dağılımını dışlayan bir irade birliğidir.
6) Parti, kendisini oportünist unsurlardan da temizleyerek güçlenir. Partide hizipçiliğin kaynağı, onun oportünist unsurlarıdır. Proletarya, dışa karşı kapalı bir sınıf değildir. Partiye, sürekli, kapitalizmin gelişmesiyle proleterleşmiş köylülükten, küçük burjuvaziden, aydınlardan akın olur. Aynı zamanda proletaryanın üst tabakalarında, esas itibarıyla, burjuvazinin sömürgelerden akıttığı ekstra karıyla beslenen sendikacılar ve parlamenterler arasında bir çürüme süreci devam eder.
Bütün . küçük burjuva gruplar, bu veya şu tarzda partiye sızarlar ve ona, yalpalamanın ve oportünizmin ruhunu, çürümenin ve istikrarsızlığın ruhunu taşırlar. Bunlar, esas itibarıyla, hizipçiliğin ve çöküşün kaynağını partinin içten örgütsel bozulmasının ve parçalanmasının kaynağını oluştururlar” (Stalin; “Über die Grundlagen des Leninismus” C. 6, sf. 150-162.)
Esas amacımız yeni tipten partinin, leninist partinin bu temel özelliklerini ele almak olmadığı için yukarıdaki aktarmalarla yetindik. Esas olan, Lenin’in parti anlayışının hangi şartlarda doğduğudur, Lenin’in marksist parti anlayışını geliştirdiği koşullar ve marksizme, bu alandaki katkısının çıkış noktasını göstermektir. Şimdi bir de buna bakalım.
Lenin’in parti inşası üzerine yazılarının tümü 878 sayfa olan bir kitapta toplanmıştır. Yani Lenin, her dönem, sık sık gerekli olduğu için parti sorununu ele almıştır. Amacımız bütün bu yazılarını ele almak değil. Burada çok önemli olan ve yeni tipten partinin oluşum temelini oluşturan iki eserinin (“Ne Yapmalı” ve “Bir Adım İleri, İki Adım Geri”) içeriğini vermeye çalışacağız.
“Nasıl Başlamalı” ve “Ekonomizmin Savunucuları ile Bir Tartışma” makalelerinde “Ne Yapmalı”nın iskeletini görmekteyiz. Lenin, bu makalelerindeki anlayışını “Ne Yapmalı”da geliştirir. “Ne Yapmalı” da zaten, proletaryanın devrimci sınıf mücadelesinin pratik ihtiyaçlarının bir sonucu olarak doğmuştur. Lenin’in bu eserinde ortaya atılan sorular veya Lenin’in cevaplandırdığı sorular bizi, hem Rus işçi hareketin de, hem de enternasyonal işçi hareketinde tarihi bir dönüşümün başlangıcına, yeni bir çağın, emperyalizm ve proleter devrimleri çağının başlangıcına götürmektedir. Bu tarihi dönüşüm ve emperyalizm çağı, siyasi iktidar için mücadele eden proletaryanın yeni şartlara tekabül eden örgütlenmesini kaçınılmaz kılmaktaydı.
19. yüzyılın sonunda (ve 20 yy’ın başında) kapitalizm, serbest rekabetçi aşamasından çıkarak en yüksek aşamasına, emperyalizm aşamasına giriyordu. Kapitalizmdeki bu dönüşüm, emperyalizm olgusu, proletaryanın tarihi misyonunu yerine getirmesi için; kapitalizmi yıkması ve sosyalizmi inşa etmesi için devrimci mücadelenin bütün sorularını yeniden ve başka tarzda ele almayı kaçınılmaz kılıyordu.
Toplumsal gelişmenin ortaya attığı proletaryanın devrimci mücadelesiyle ilgili bütün sorunları cevaplandırmada uluslararası işçi hareketinde iki eğilimin, akımın doğduğunu görmekteyiz.
Bu akımlardan birisi, yeni doğan sorunlara Marks ve Engels’in bilimsel teorisinden hareketle yaratıcı bir şekilde cevap veriyor, bilimsel teoriyi geliştiriyor, kapitalist sistemi yıkmak için mücadelenin yeni şartlarına tekabül eden strateji ve taktiğini tespit ediyordu. Bu akım, marksist sınıf mücadelesi teorisini savunuyor, devrimde; yeni çağda işçi sınıfının devrimci partisinin önderliğini de savunuyor ve bunun gerekliliğini bilimsel olarak açıklıyordu. Bu akımın yaratıcısı ve geliştiricisi Lenin’dir; Lenin ve onun eseri olan Bolşevik Partidir.
Diğer akım ise “eleştiri özgürlüğü”ne sığınıyor, Marks ve Engels’in temel düşüncelerini, bir bütün olarak marksist teoriyi çarpıtıyor ve burjuva düşünceleri ve politikayı işçi hareketine taşıyordu. Bu akımın temsilciliğini Alman sosyal demokratlarından E. Bernstein yapmaktaydı. II. Enternasyonal’in önde gelen bu revizyonisti, devrim için var olan işçi partisini, sosyal reformlar için burjuva işçi partisine dönüştürüyordu.
Artık “sosyalizm çerçevesindeki çeşitli eğilimlerin tartışması ilk defa ulusal olmaktan (çıkarak) uluslararası nitelik kazanmıştı” (Lenin, “Ne Yapmalı”, C. 8, sf. 361.)
Tartışmanın bu boyutlara varmasının, emperyalizm olgusu ile bağı inkar edilemez bir gerçekti. Devrimci proletarya, artık uluslararası bir güce, uluslararası oportünizme karşı da mücadeleyle karşı karşıyaydı. Emperyalizm ile oportünizmin bağı ve buna karşı mücadele, işte bu gerçeği gören ve marksizmi bu noktada geliştiren Lenin’den başkası değildir.
Lenin, “Ne Yapmalı? Hareketimizin Acil Sorunları” eserinde yeni tipte partinin neden gerekli olduğunu, nasıl kurulacağını ve gelişebileceğini vs. vs. ele alıyordu.
Lenin bu eserinde Marks ve Engels’in parti üzerine görüşlerini, yeni tarihi duruma tekabül edecek şekilde ele alıyor, proletaryanın partisini, devrimci önder, örgütleyici bir güç olarak geliştiriyordu.
Lenin bu eserinde, işçi hareketinin -özellikle Rus devrimcilerinden kaynaklanan en önemli ideolojik ve örgütsel sorunlarını; işçi hareketinde bilinçlilik ve kendiliğindencilik sorununu, örgütlenme biçimlerinin önemini, mücadeleci, marksist partinin kurulmasının yollarını ve metodlarını ele alıyordu. Parti ile ilgili olarak yukarıda Stalin’den aktardığımız altı nokta, Lenin’in “Ne Yapmalı” adlı eserinde işlenen temel konulardı.
“Ne Yapmalı”da “ekonomizm”in ideolojik olarak çökertilişini de görüyoruz. “Ekonomizm”, Rus sosyal demokrasisi içinde oportünist bir akımı temsil ediyordu ve Bernstein revizyonizminin bir türüydü. Marks ve özellikle de Engels’in ölümünden sonra oportünizm, “eleştiri özgürlüğü” şiarı altında açığa çıkmıştı. Oportünistlerin “eleştiri özgürlüğü”nden anladıkları çok farklı şeylerdi. Onlar, bu şiar altında sosyalizme; sosyalist dünya görüşüne burjuva düşünceleri, burjuva ideolojiyi şırınga etmeye çalışıyorlar ve böylelikle marksist düşünce tarzını burjuva düşünce tarzına, işçi hareketini burjuvaziye tabi kılmayı amaçlıyorlardı. Lenin, Rusya’da ekonomizmle, uluslararası planda da Bernsteinrevizyonizminde burjuvazinin işçi hareketi içindeki uzantılarını görüyordu. Bu gerçekten dolayıdır ki, o, şöyle diyordu:
“. Soru sadece şöyledir; burjuva veya sosyalist ideoloji. Burada orta bir şey yoktur (çünkü insanlık “üçüncü” bir ideolojiyi henüz yaratmamıştır. Esasen sınıfsal çelişkilerden dolayı parçalanmış bir toplumda sınıflar dışı veya sınıflar üstü duran bir ideoloji asla olamaz). Bundan dolayı sosyalist ideolojiyi her küçültme (değerinden düşürme, çn.), ondan her ayrılma, aynı zamanda burjuva ideolojinin güçlendirilmesi anlamına gelir” (Lenin; “Was Tun”, C. 6, sf. 395/396.)
Sosyalist bilinç, marksist düşünce tarzı ve parti! Lenin bu eserinde, sosyalist bilincin işçi hareketine ancak ve ancak marksist parti tarafından taşınabileceğini saptar: Sosyalist ideolojinin saflığı için mücadele; burjuva düşünce tarzına ve ideolojisine karşı mücadele; burjuvazinin işçi sınıfı üzerindeki ideolojik nüfuzuna karşı mücadele; oportünizme, burjuvazinin işçi sınıfı içindeki bu temsilciliğine karşı mücadele, leninist partinin en önemli görevleri arasındadır.
Lenin, marksist teorinin; bilimsel sosyalizmin teorisinin işçi sınıfı hareketi için ve marksist parti için ne denli önemli, belirleyici olduğunu vurgular “Ne Yapmalı” da. Lenin’in eserinde yer alan ve çok bilinen şu sözleri bu gerçeği yansıtmaktadır; “Devrimci teori olmadan devrimci pratik olmaz”, “Sadece, ileri bir teori tarafından yönlendirilen bir parti, öncünün rolünü yerine getirebilir.”
Lenin, “Ne Yapmalı”da devrimci proletaryanın ve dolayısıyla partinin hakim sınıflara -Rusya somutunda da çarlık mutlakıyetine- karşı mücadelede taktiğini temellendirir. Lenin, partinin, işçi sınıfının, hakim baskı ve sömürü rejimine karşı genel demokratik halk hareketinin öncülüğünü yapması gerektiğini; toplumun bütün muhalif, ilerici, devrimci güçlerinin öncüsü olması gerektiğini vurgular.
Lenin, bu eserinde sıkı marksist bir devrimci partinin inşa planını açıklar ve bu inşada ulusal planda dağıtılan illegal bir gazetenin kolektif örgütleyici önemini vurgular.
Lenin, parti anlayışını Mayıs 1904’te yayımlanan “Bir Adım İleri, İki Adım Geri”, (Partimizdeki Kriz)” kitabında geliştirir. Bu eserinde Lenin, marksist partinin, somutta da Bolşevik partinin örgüt ilkelerini işler. Yukarıda parti ile ilgili olarak Stalin’den yaptığımız aktarmalardaki anlayışları Lenin’in bu kitabında da görmekteyiz. Lenin bu eserinde, devrimci partinin işçi sınıfının bir bölümünü oluşturduğunu; onun öncüsü olduğunu; partinin işçi sınıfının bütünü olarak görülmemesi gerektiğini; partinin, işçi sınıfının devrime en sadık en iyileri tarafından oluşturulacağını öğretir. Lenin, parti, işçi sınıfının örgütlü bir müfrezesi olarak örgütlendiğinde öncü rolünü oynayabileceğini, partide irade birliğinin, harekette ve disiplinde birliğin elzem olduğunu öğretir.
Lenin, bu eserinde partinin, merkeziyetçilik ilkelerine göre inşa edileceğini vurgular. Yani, işlerliğin sağlanabilmesi için parti, bir merkez tarafından yönlendirilir; azınlık çoğunluğa uyar, alt örgütlenmeler üst örgütlenmelere tabidirler.
“Merkezi organların yönetimine tabi olmama da direnme, parti üyesi olmamak için dayatmayla, partiyi yıkmakla. eş anlama gelir” (Lenin, “Bir Adım İleri, İki Adım Geri”, C. 7, sf. 365.)
Devrimci parti, işçi sınıfı kitlesiyle öncünün bağını temsil eder. Devrimci partinin güçlenmesi ve işçi sınıfı kitlesiyle bağlarını geliştirmesi ve derinleştirmesi, parti içi demokrasinin ve dolayısıyla özeleştirinin ele alınışına; partinin kendinden kaynaklanan hatalara ve eksikliklere yaklaşımına bağlıdır. Bunun içindir ki Lenin; parti “özeleştiriyi ve kendi eksikliklerini acımasızca ortaya çıkarmaya devam etmelidir” (Agk, sf. 202) der.
Lenin, marksist partinin, işçi sınıfının sınıf örgütünün en yüksek biçimi olduğunu ve bu biçimdeki örgütlenmenin, sınıfın diğer bütün örgütlerini yönlendirdiğini öğretir. Bütün bu ilkeler, leninist partinin; yeni tipten partinin örgütsel temelini oluştururlar.
Lenin’in bu eserinde ilk kez, (marksizmin tarihi açısından ilk kez) oportünizmin, örgütlenme sorunlarında köklü bir eleştiriye tabi tutulduğunu görmekteyiz. Lenin, örgüt olgusunun küçümsenmesinin işçi hareketi açısından ne denli tehlikeli olduğunu açıklar. Tüzüğün parti üyeliğini içeren parağrafı (1. parağraf) üzerine yürütülen mücadelenin esasına bakalım: Bu ilk bakışta önemsiz görülebilir, ama orada RSDİP’in devrimci kanadıyla oportünist kanadı arasında marksist parti ve küçük burjuva parti anlayışı arasındaki mücadeleyi görmekteyiz. Lenin bu eserinde, menşeviklerin parti üyeliği üzerine tartışmalarda ileri sürdükleri anlayışı, onların örgütlenme sorunu üzerine oportünist anlayışlarından ayrı olarak ele almaz, tam tersine bu anlayışların birbirleriyle bağını kurar ve şu sonuca varır:
“Azınlığın, partimizin oportünizme en çok eğilimli öğelerinden oluştuğu şüphe ve tartışma götürmez bir gerçektir. Azınlık, partinin teorik olarak en az dayanıklı, ilkesel olarak en az tutarlı unsurlarından oluşmaktadır. Azınlık, partinin sağ kanadından oluşmaktadır. Azınlık ve çoğunluk olarak bölünme, sosyal demokrasinin devrimci ve oportünistler, jakobenler ve jirondenler diye bölünmesinin doğrudan ve kaçınılmaz devamıdır. Bu bölünme ne sadece dün ve ne de sadece Rus işçi partisinde doğmuştur ve elbette yarın da yok olmayacaktır” (Lenin, Agk. C. 7, sf. 345.)
Diğer taraftan Lenin bu eserinde parti yaşamının normlarını da işler. Bu normlar, bütün komünistler, parti üyeleri, komünist partileri için birer yasadırlar ve öyle de kalacaklar.
Dünya proletaryasının ideologu ve teorisyeni olarak Lenin’i, tabii ki ele aldığımız bu birkaç konuyla sınırlayamayız. Dünya proletaryasının enternasyonal birliğini sağlamada (III. Enternasyonal’in kurulması) oportünizme karşı mücadelede; tek (bir) ülkede sosyalizmin zaferini temellendirmede, sürekli devrim anlayışına doğru içerik vermede; proletarya diktatörlüğünün kurulmasında; sosyalizmin inşası için mücadelede; marksist felsefeyi geliştirmesinde (“Materyalizm ve Ampriokritisizm”) belirleyiciliğini ve marksizmi zenginleştirmesini burada belirtmekle yetinelim.
Sürecek