Halk ayaklanması ile birlikte Gezi Parkı’nda komünal yaşam örgütlendi. Sanatsal etkinlikler, hakiki dayanışma ve paylaşım, ortak kararlar, paranın geçersiz olduğu “ihtiyacına göre” ilkesinin işlediği giysi, kitap ve gıda stantları, parasız sağlık, temizlik ve güvenlik ekipleri ile birlikte isminde ortaklaşılan Taksim Komünü.
Nasıl ortaya çıktı bu ortaklaşmacı düzen prototipi? Ayaklanmaya katılan yüz binler bir gecede mi keşfettiler? Paris Komünü deneyimini mi hatırladılar bir anda? Böyle heterojen bir kitle, örgütsüz ve önderliksiz kendiliğinden harekete geçen ve daha önemlisi birbirinden farklı tepki, talep ve sebeplerle ayaklanan bu toplumsal kesimler komünal yaşamı örgütlemede nasıl ortaklaşabildiler, niçin bu kadar kolay benimsendi komünizmin bu modeli?
***
Kitleler, yerel ve genel seçimlerde oy kullanarak birilerine kendisini temsil yetkisi veriyor. Seçilmişler ise bu yetkinin sınırsız olduğu anlayışıyla toplumsal yaşam kalıpları ile oynayabileceklerini sanıyorlar. Uyarı ve tepkileri dikkate almıyor, talep ve duyarlılıklara kulaklarını tıkayıp değişiklikler yapmaya girişiyorlar. Tepeden inme kararlar ve buyurgan davranışlar, seçilmiş de olsa ayaklarının altındaki zemini giderek boşaltacak tabii ki. Bir kere yetkiyi aldım, söz bende, güç bende, otorite benim, karar mekanizmaları benim elimde diyen anlayış, kendisi ile birlikte ona bu imkanı sunan siyasal modelin de altına dinamit yerleştirdiğinin farkında değil. Sonuç: Temsili demokrasinin ruhuna fatiha!
Burjuva demokrasinin en yaygın yönetim biçimi olan burjuva parlamentarizmi, temsili demokrasi demektir. En demokratik biçimde işletiliyor olsa bile burjuva parlamentarizmin kitleler için artık bir cazibesi yok. Kitleleri politikaya çekmekten ziyade politika dışına iten bir sistem bu, karar mekanizmalarından dışlanmasına yol açan, böylece kendi kaderini başkalarının ellerine bırakan, toplumsal sorunlara karşı yabancılaştıran bir model. Kitlelerin kendi ihtiyaç ve taleplerine, ne isteyip istemediklerine burjuva siyasetçiler karar veriyor, şikayetlerini ancak seçimden seçime yapacağı oy tercihi ile yansıtmasına imkan tanıyor, örgütsüzleştiriyor, bireyselleştiriyor. Bir demokrasi illüzyonu, sanal ve yalan seçme ve seçilme özgürlüğü. Öznelik bilincini dumura uğratıyor, sürüleştiriyor, edilgenleştiriyor. Apolitik, asosyal, duyarsız kalabalıklar haline getiriyor toplumu.
Gelişmiş kapitalist ülkelerde seçimlere katılım oranındaki düşüş burjuva ideologları düşündürüyor, kaygılandırıyor. Kitleleri düzen içerisinde tutacak yöntemler arıyorlar onlar da. Şimdilik en rağbet gören “katılımcı demokrasi” dedikleri model. Kitlelerin yerinden yönetimi, yerel karar mekanizmalarına katılmalarının önünü açma, burjuvazinin çıkarları anlamına gelecek kararlara kitleleri ortak etme, bu yolla kitlesel tepki ve halk muhalefetini daha doğmadan boğma yöntemleri çözüm diye sunuluyor topluma.
Bizim gibi, cumhuriyetin kuruluşundan itibaren demokrasiye hasret kalmış toplumlarda burjuva demokrasisi ve parlamentarizmi kitlelerin ilgi odağındadır halen. Siyasal tarihi, askeri darbelerle geçen, askeri-yarı askeri faşist diktatörlüklerden bunalmış Türkiye toplumu, kırık dökük, yarım yamalak burjuva parlamentarizmine bağlı kalmış, her seçime rağbet etmiştir.
***
AKP hükümetleri ile birlikte kitleler son üç seçim döneminde Türk burjuva parlamentarizmini test etme imkanı buldu. Tayyip Erdoğan’ın nobranlığı ve hoyratlığı, kibri ve küstahlığı, otorite düşkünlüğü ve diktatörlük hevesleri aynı oranda Türk parlamentarizminin demokrasi kültürünü de yansıtıyor. Erdoğan’ın üslup arızası ile parlamenter demokrasinin yapısal arızaları birbirinden çok bağımsız değil. Kamuoyunda parlamentonun yetmezlikleri, çözümsüzlüğü, temsil gücünün meşruiyeti, gerçekten “milletin meclisi” olup olmadığı gibi esasa dair tartışmalardan kaçınılıyor, sakil, pejmürde, döküntü, seviyesiz tablo kişilere fatura ediliyor. Sanki parlamento çok yüksek bir ahlaka, demokratik bilince, eşit ve adil temsil düzeyine sahip de Erdoğan düşürüyor bu seviyeyi. Recep Tayyip Erdoğan’ı bir seçimle gönderebilir, yerine mesela Kılıçdaroğlu gibi “yumuşak huylu” birini seçebilirsiniz demek isteniyor. Böylece arızalı kişiler gider, yenileri gelir. Yani kişiler fani, parlamento baki!
Ne var ki kitleler, bu basit denklemi ellerinin tersi ile bir kenara ittiler. Ayaklanan halk belki Erdoğan’ı istifa ettiremedi, hükümeti deviremedi henüz, ama parlamenter seçeneklere de prim vermedi, ayaklanma mekanında komünal bir yaşam kurdu. “En gelişmiş burjuva demokrasisinden bin kat daha demokratik” bir düzen inşasına yöneldi. Burjuva ideologların çare diye sunduğu katılımcı demokrasiyi aştı, doğrudan demokrasiye uzandı. Kararlarını kendisi aldı, forumlarda temsili olarak değil, doğrudan yer alarak tartıştı, direnişse direniş, barikatsa barikat, kendisi karar verdi.
Ayaklanma, tarihsel birikim, kolektif deney ve sezgi gücüyle en demokratik yöntemi tarih sayfalarından çıkardı, güncelledi ve Türkiye toplumunun kolektif hafızasına yerleştirdi. Henüz bunu formülleştirmemiş olması, olgunun altını çizmemizin önünde engel değil.
***
Doğrudan demokrasi biçimleri bugüne ait değil. Ezilen insanlık mücadele tarihi boyuna kendi çağına uygun doğrudan demokrasi yöntemleri bulmuş ve uygulamış. Karakteristik özellikleri özel mülkiyete karşı olmak, ortaklaşmacılık, eşit, adil ve özgür bir yaşam olmuş.
Sosyalizm, doğrudan demokrasinin çağdaş bir modeli diye tanımlanabilir. Yasama ve yürütmenin tek bir organda toplandığı, karar alma ve uygulama süreçlerine etkin katılıma açık, yetkilendirdiği vekilleri her an geri çağırma ve görevden alma sisteminin işlediği bir yönetim biçimi.
Gezi Parkı’ndaki tartışmalar, pek çok semtte parklarda yapılan forumlar, karar alma yöntemleri, görev dağılımı ve harekete geçme süreçleri doğrudan demokrasi örneğidir. Keza Taksim Komünü’nün bayrağında adalet, eşitlik, özgürlük yazıyordu desek abartmış olur muyuz? Kitlelerin mücadele içinde bilinçleri gelişir, komünist fikirlere, değerlere, ilkelere yakınlaşırlar, onları benimserler. Söz ve karar yetkisini ellerine aldıkça ona uygun araçları da keşfeder ve hayata geçirmede de tereddüt etmezler. Taksim Komünü bunun somut bir ifadesidir. Dolayısıyla, sosyalizm-komünizm bir tercih değil zorunluluktur ve kitlelerin mücadele deneyi ve bilinç gelişiminin varacağı noktadır.
Taksim Komünü yeni bir yaşam, yeni bir yönetim, yeni bir toplumsal düzen esinlemesi ile her türlü burjuva düzen modellerine alternatif olduğunu ortaya koydu. Artık hiçbir şey eskisi gibi olmayacak anlamına geliyor, burjuvazinin işi bundan sonra çok daha zor.
Halk ayaklanması ve Taksim Komünü olgusunu, sadece AKP ve Türk parlamentarizminin mevcut haline yönelmiş bir öfke patlaması olarak düşünemeyiz. Daha genel ve derin bir tepkinin birikmiş halidir. Burjuva siyaset tarzı ve siyaset kurumlarına, yöntemine, öznelerine yönelik ideolojik boyutu da olan evrensel kapsamda duyulan tepkinin yerel ölçekte dışavurumudur. Dünya ölçeğinde biriken tepkinin Türkiye’de patlayan bir kolu, enternasyonal hareketin organik parçasıdır.
Ve nihayet, devrim bulaşıcıdır.